Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

about.you

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    538
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

Blog Başlıkları gönderen: about.you

  1. about.you
    Galeta ununda nar gibi kızarmış kalamarları nefis taratora bulamış, taptaze limonlu roka ile ağzımda oluşturduğu bileşimle adeta sarhoşa dönmüştüm. Çok eski bir ses; Deniz Kızı Eftalya'nın buğulu sesi derinlerden gelen tabak çanak seslerinin arasından okşuyordu keyfimi. Çıtır çıtır taze ekmeğimi salatanın suyuna banmış, tam da birazdan gelecek dondurmalı irmik helvasının lezzetini hayal etmeye koyulmuşken dikkatimi çekti arka masadaki sohbet...
     
    -Abi, Hintliler delik deşik etti. Her yere delik delindi orada.
    -Neyi deldiler
    -Yeri deldiler bitti orada yer
    -Niye?
    -Niye olacak, maden için, en çok maden Hindistan'da çıkıyor.Adamlar her yeri delmiş. Tüm dünyanın dengesini bozdular. Dünya devrilecek yakında onların yüzünden.
    -Boş konuşmalar bunlar, gereksiz konular.
    -Ne demek boş konuşmalar, çok önemli bunlar. Dünyanın devrilmesi önemsiz mi?
    -Yok demek istediğim şu, burada sen ben ne kadar konuşsak Hintliler maden delmeyi bırakacak mı? Boş bunlar.
    -Biz konuşmazsak, o konuşmazsa, herkes susarsa dünyanın sonu gelir, konuşacağız tabi. Zaten dünyanın devrilmesi küresel ısınmayı da arttırır, ağaçlar bozulur.
    -Haklısın derin düşünemedim, kusura bakma.
    -Beton binaların olduğu yerden bulut geçmez Allah'tan şehirdeyiz. Bu yüzden sıcak hava binaların arasından geçemez. Panik yapmana gerek yok, rahat ol yani
    -Ben de senin gibi çok televizyon seyretsem iyi olacak. Hiç anlamıyorum senin gibi siyasetten.
    -Ben yıllarımı verdim abi kolay değil bilmek.
    -Anladım
     
    Bir an içimden düşündüm. Referandumda hukukçuların, siyasetçilerin tam olarak anlayıp görüş birliğine varamadığı anayasa maddelerini nasıl yorumlayacak ve doğru karar verecek bizim millet. Sonumuz iyi olur umarım.
     
    Hoşçakalın...
  2. about.you
    Hanefi Avcı'nın sevgilisi Kezban Küçük var bu ara ekranlarda. Sırılsıklam aşık resmen kadın. Konuşurken gözleri parlıyor. Uzun zamandır böylesi bir konuşma izlemedim ben.
    Sabah bir tv haber programında görüntülerin ardından Kezban Hanımın ruh hali seyircilere soruluyor ve fakslar yağmaya başlıyor.
     
    Biri diyor ki; bu kadın hasta, psikolojik tedavi görmeli bir an önce. Kendi aşık değil ya, hiç aşık da olmamış ki, aşkı bir hastalık olarak görüyor. Oysa aşk mutluluk sadece, kadın son derece mutlu, faksı atanın hayatı boyunca hangi alanda didinse dursa böyle bir mutluluğu hissedemeyeceği ortada. Aşk o kadar uzak ki ona, mutluluğa daha zor yollardan ulaşacağını zannediyor.
     
    Etrafa neden mutlu olunmaması gerektiğini anlatan sayısız insandan biri sadece. Mutluluk ölçülü olmalı ona göre, doyasıya mutlu olunması yanlış. Etrafa da fazla belli edilmemeli, canı çeken olabilir kimbilir, hani. Aşk ve mutluluk alay edilesi ve hatta düzeltilmesi gereken bir durum kendince.
     
    Sanırım içinde yaşadığımız meteryalist zamanlar yaptı bizi böyle sevgisiz. Tarihi aşk hikayeleriyle dolu bizler nasıl bu hale geldik acaba. Delice çalıştığımız işimiz, ekmek derdimiz ya da daha fazla kazandığımız paranın peşinden koşarken mi ittik duygularımızı ve tüm bunların nihai amacı olan mutluluğu, bir kenara yoksa.
     
    Sevmek zor, seveni anlamak imkansız olmuş artık. Herkes para için dönen bir düzenin kurmalı oyuncağı olmuş gidiyor. Ne dersiniz önünüzde duran mutluluğu, uzaklarda aramaya gerek var mı?
     
    Beyaz Kelebekleri bir şarkısı vardı hani;

     
     
    Bak kardeşim
    Elini ver bana
    Gel kardeşim
    Neşe getirdim sana
    Al kardeşim
    Ye gül iç oyna
     
    Sar kardeşim
    Kolunu boynuma
    Sev kardeşim
    Canım feda yoluna
    Tap kardeşim
    Tüm insanlara
     
    Dünyaya geldik bir kere
    Kavgayı bırak her gün bu şarkımı söyle
    Sevdikçe güler her çehre
    Amaçlar hep bir olsun
    Kalpler birlikte
     
    Dünyaya geldik bir kere
    Kavgayı unut her gün bu şarkımı söyle
    Sevdikçe güler her çehre
    Mutluluklar bir olsun
    Acı birlikte..
     
    Dünyaya geldik bir kere
    Kavgayı bırak her gün bu şarkımı söyle
    Sevdikçe güler her çehre
    Amaçlar hep bir olsun
    Kalpler birlikte
     
    Dünyaya geldik bir kere
    Kavgayı unut her gün bu şarkımı söyle
    Sevdikçe güler her çehre
    Mutluluklar bir olsun
    Acı birlikte..
     
    Dünyaya geldik bir kere
     
     
    Hoşçakalın...
  3. about.you
    Hiçliğe Çıkan Merdiven
     
    Aşkı bilmezliktir merdiven
    Adresi hiçliğe çıkan
    Açılmaz korkuyla kovulur
    Çaldığı tüm kapılardan
     
    Aşksız, serseri bir meltem
    Keyif almaz, vermez de zaten
    Değdiği kül olur uçuşur
    Bıraktığı iz tozdur, yoktur
     
    Aşk yok diyenin yüzü
    Çisenti yağmurda ıslak bir cam
    Gözlerden süzülen yaşlar
    Bir karedir hüzünlü manzaradan
     
    Aşkı arar bu kartpostal
    Yanlış şehrin sokaklarından
    Sevgilim diye bir yana atılır
    Kimse bilmez kimin dudağından
     

     
     
    about.you
  4. about.you
    Her yer kararmıştı İstanbul'da. Kıbrıs Savaşı'ndaydık. Radyo vardı sadece. Radyodan yeşil sarı kırmızı gibi alarm seviyeleri bildiriliyordu, karartma vardı. Zaten tek tük olan arabalar, caddelerde farlarını o sırada sadece iki rengi olan defter kaplarından mavi olanıyla kaplamıştı. Evlerde perdeler açılmıyordu. İstanbul olası Yunan hava saldırısına karşı ışıksız bir köy görünümüne bürünmüştü adeta. Neyse ki ileri seviyelere hiç geçmedi o alarm ve misilleme gelmedi...
     

     
    Anneannem kan ter içinde yoğuruyordu leğende çamaşırları. Hiç durmaz çalışırdı ev içinde. Titizlik hastalığı vardı, duramazdı, ya cam siler, ya bulaşık yıkar, ya toz alır, ya da yerleri silerdi, kısacası işi hiç bitmezdi. Bu yüzden hep ter içinde hatırlarım onu. Bir de bunca çalışmaya rağmen, bir türlü yaranamadığı dedemden gıkını çıkarmadanyediği dayaklarla...
     
    Evde hemen her gün tarçınlı sütlaç olurdu. Öyle koyu olurdu ki çay kaşığı ile altından tünel açmayı bir eğlence haline getirmiştim. Anneannem tabakta kırıntı kalsa ağlar sonra günah derdi. Daha sonra obez olduğum dönemlerde hep bu sözün aklımda ettiği yer yüzünden mi diye düşünmüşümdür...
     
    Eve ilk televizyon alındığında ne heyecanlanmıştım. Siyah beyaz ve karlı göstermesi hiç önemli değildi. Sadece TRT vardı. Akşam İstiklal Marşı ve Anıtkabir'de askerlerin nöbet devir teslimi görüntüleri ile başlar ve gece 4-5 saat yayından sonra yine aynı törenle biterdi. Anneannemin, İstiklal Marşı'nda dışarıda tüfekleriyle gezen askerlerin evde ayağa kalkmayanları camdan vurduğunu söylemesiyle, en az bir sene boyunca evin içinde tek başıma da olsam gözlerim korkuyla dışarıyı gözlerken ayakta dinlediğim İstiklal Marşı dönemi, onun garip bir mizah anlayışına sahip olduğunu anlamama kadar sürdü...
     
    Haliç tersanesinden emekli olan dedem, evimizin altındaki dükkanda bakkalığa başlamıştı. Çok sert bir mizaca sahipti. Akşam eve geldiğinde korkardık, gülümsediğini hiç hatırlamam. Ava meraklıydı ve iki av köpeği vardı. Zaman zaman vurduğu kuşları getirirdi eve, fakat kimse av hayvanı yemediğinden, temizleyip, pişirir kendi kendine yerdi. Bir de egzaması için eve getirip keserek kanını içtiği kirpiler de ayrı bir seremoniydi...
     
    Evin önünde kanalizasyon sistemi yetersizliğinden yeşil bir gölet oluşurdu ve içinde iribaşlar kurbağalar yüzerdi. Biz çocuklar, zaman zaman kim daha uzağa işer yarışması yaptığımız bu gölete dizlerimize kadar girer cam ayran şişelerine koyduğumuz iribaşları yakalardık. En az 5 kilometre yürüdüğümüz Et Balık Kurumun'dan yarım kilo kıyma alabilmek için tüm gün kuyruk beklediğimiz, ayağımızdaki lastik denen ayakkabının asfaltsız sokaklarda bastığımız çamurlara yapışıp yerde kaldığı, suyun olmadığı ve tankerlerle getirilen temizliği tartışılır suları kapmak için elimizde bidonlarla mahalleliyle kavgaya girdiğimiz itiş kakış yokluk günleriydi o zamanlar...
     
     

     
     
    Bir gün göletin yerine nereden geldiği belli olmayan bol miktarda mazot dökülmüş ve mazot göleti oluşmuş ve kim olduğu bilinmeyen birince de ateşe verilmişti. Biz çocuklar ellerimizde sopaların ucunu mazota batırıyor ve meşale gibi elimizde sallıyorduk ki, gölette müthiş bir patlama oldu, üstüme yapışan mazotlarla alev alev yanarak dedemin bakkalına koştum ve söndürüldüm. Çok korkmuştum. Ergün adlı arkadaşım bir şişenin içine pil koyarak ağzının kapatılıp ateşe atıldığını ve patladığını söyledi. 35 sene herkese pillerin ateşten uzak tutulması gerektiğini ve şiddetle patladığını anlattım durdum, ta ki Ergün'le buluştuğumuzda ateşe atılıp patlayanın pil değil de, onun attığı piknik tüp olduğu itiraf etmesine kadar...
     
    Bakkalımızın önünde çocuklarla oynuyorduk. Birden öğrendik ki önümüzdeki caddeden Demirel geçecekti. Bizim için şişman birisinden başka bir şey değildi. Hep beraber "Şişko Demirel, yarım kilo patates" diye tempo tutup zıplıyor gülüyorduk. Birden kulağımdan havalandım. Dedem öfkeden delirmişti. Sonradan öğrendiğime göre Ecevitçiler, dedem Demireli tutuyor diye önceden linç etmeye kalkmışlardı ve bu yüzden Demirel'e laf söylenmesine hiç müsamahası yoktu...
     
    Bunun üzerine benimle beraber kulakları uzayan arkadaşımla birlikte, evden üç tekerlekli bisikletlerimizle kaçmaya karar verdik ve sabah planı uygulamaya geçtik. Patikalar, tepeler, otlardan geçiyorduk son sürat kaçarken evden. Ayağımı taşa çarpmıştım ve bana gülen Ersen'e çok sinirliydim. Derken Ersen'in bisiklet selesi birden kopup bisikletin demiri poposuna saplanıverdi. Mecburen ben ayağımdan, Ersen akan kanlarla poposundan yaralı, bisikletlerimizi sürükleye ağlaya eve döndük o halde. Tentürdiyotun acısı yediğimiz yeni dayakla daha da arttı. Yıllar sonra o kaçtığımız bize kilometreler gelen mesafenin taş çatlasa 400-500 metre mesafe olduğunu şaşkınlıkla farkettim. Küçükken dünya ne kadar büyük geliyormuş meğer...
     
    Bir gün dedem yürüyün sizi sinemaya götürüyorum dedi. O zamanlar evlerde televizyon yoktu. Genellikle yazlık sinemalarda, tahta sıralarda, çekirdek yiyerek, sohbet edip sivrisinek kovalayarak seyrettikleri yeşilçam filmleri insanların tek eğlencesiydi. Kapıların açık yatıldığı, isteyen komşunun kapıyı itip mutfağınızdan rahatça ihtiyacını alabildiği günlerdi. Dedem sinemaya yürürken filmde kendisinin de oynadığını söyleyince çok şaşırmıştık. Dedem gibi sert biri ve artistlik...! Filmde dedem bir fabrika patronuydu ve ne kadar jön varsa gelip gidip dedemi yerlerde tekmeliyor dövüyordu. O günden sonra dedemin sertliğini hiç bir zaman ciddiye alamadım, hep içimden o sahneleri düşünüp sırıttım durdum...
     
    Meliha teyzelerin gecekondusunda yangın çıkmıştı. O dönemlerde itfaiye yetersizdi. Çeşmelerden de su akmazdı. Kuyular vardı sadece. Çıkrıkla kovayla su çekip söndürmeliydiniz yangını. Saatlerce uğraştı tüm mahalle. Tabi yandı kül oldu ev, evlere misafir alındı gözü yaşlı yangınzedeler. Orada gördüm ilk kez yanarak kavrulmuş Karabaş'ın cesedini ve ölümü ilk kez kavradığımı düşündüm. Almanya'dan yazları ailesiyle tatile Türkiye'ye Mercedes'leriyle gelen çok sevdiğim arkadaşım Süleyman'ın önümüzdeki caddede yaptıkları kazada cama sıçrayan sarı saçlarıyla karışık beyin parçalarını gördüğümde tam olarak ölümü kavramamış olduğumu aylar boyu her gece rüyalarımdan ağlayarak sıçrayıp yatağımı ıslattığımı fark ederek uyandığımda anladım...
     
    Camdan yağmurlu bir günde dışarı bakıyorduk annemle. Birbiri ardına kornalar çalan üç araba birden park ediverdi önümüze. Dedemin bakkalına girdiler güle eğlene. Sonra kös kös binip uzaklaştılar arabalarına binip. Sonradan öğrendik ki döneme göre şık giyinen, bakımlı annemi işe giderken görüp bekar sanıp istemeye gelmişler meğer. Mehter marşıyla gelip, İzmir marşıyla gidişleri bundanmış, çok güldük, eğlendik, tabi babam hariç...
     
    Garip ama keyifli günlerdi kısacası...
     
    Hoşçakalın...
     
    about.you
  5. about.you
    Yaşlı Ruh
     
    Gulp...gulp...gulp...gulp...gulp...gulp
     
    Ohhhh!...Zerrelerine ayrıl minik hap, dolaş damarlarımda...Görevini yap, bitir işimi...Seni seviyorum.
     
    Snıff...snıff...snıff...snıff...snıff...snıff
     
    Gri duman sarmış amansız kollarınla bırakmıyor...Kaçış yok...Görüş sıfır...Saat kaç ola ki?

     
    Tik...tak...tik...tak...tik...tak
     
    Offf!...Saat ikiye dört dakika var...üç dakika 59 saniye...üç dakika 58 saniye 90 salise...üç dakika 58 saniye 89 salise... Offf!
     
    Şıp...şıp...şıp...şıp...şıp...şıp
     
    Damlalar göl olmuş boğuyor, sıkıyor boğazımı...Üşeniyorum yüzmeye, nefes almaya halsizim, uğraşamam...Ölmek çok yorucu.
     
    Güm...güm...güm...güm...güm...güm
     
    Bir sus be kalbim uykum var...Ne heyecanlandın sanki bir şey varmış gibi...Sende dur dinlen az...Şişşşt!
     
    Gııırç...gırç...gııırç...gırç...gııırç...gırç
     
    Zinciri şimdi kopar salıncağın, düşer çarparım da kırılır kafam belki, yaşasın...Kopmanı emrediyorum zincir...Ayrıl bakla...Kop hadi...Koooooop!
     
    Zırrrr...zırrrr...zırrrr...zırrrr...zırrrr...zırrrr
     
    Amaaaan!...Kapıcı geldi...Çöpü verene kadar rahat bırakmaz şimdi...Neyse!...Yarın öleyim bari...Hem kim göçmüş sigaranın dumanından ya da bir vitaminden ki zaten...Ooof offffffff!
     
    about.you
     
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.