tülvent tarafından postalanan herşey
-
En son ne aldin?
Oje ve aseton
-
Yurdum İnsanı
Harika...
-
Merak Ediyorum...
Kötülük galiba bir bakış açısı. Birine göre var olan, diğerine göre var olmayan bir şey... ''Kötülük yoktur, herkesin nedeni vardır'' diye düşündüğüm için de çok zaman kızıyorum kendime. "Kötülük yoktur, herkesin nedenleri vardır" diye düşündüğüm için kendime kızmıyor da değilim.
-
Turkish-Media.Com Ailesi olarak Sözcü Gazetesini kınıyoruz...
Dindar değil, ''KİNDAR'' nesil...
-
70' li Yıllarda Küçük Gezintiler...
- 70' li Yıllarda Küçük Gezintiler...
Teknoloji Yokken Çocuk Olmak... "Ne olduysa sokaklar oyunsuz, oyunlar çocuksuz kaldıktan sonra oldu" diyor bir yazar ve ekliyor: "Ama anne hava daha kararmadı ki, hadi saklambaça devam" sözü çok eskilerde kaldı. Çünkü çocuklar joystick, TV veya internet kablosuyla eve bağlandı. Sokağa çıkmayan, birlikte oynamayı unutan çocuklar var evlerimizde... Misket, yakartop, istop... Çocukların birçoğu artık bu oyunları bilmiyor, bilsede oynayamıyor. Çünkü sokağa eskisi kadar çıkılmıyor. Geçmişin eski sokaklarında kaldı eski oyunlarımız...- Ah, Bir de Konuşabilselerdi...
Hayatınızda bir kedi varsa her şey değişir... Önceleri varlığı sizi mutlu eder, ama sorumlulukları sıkıntı verir. Oyun oynarken çok sevimli, kumunu değiştirirken isteyerek kabul ettiğiniz, ama dayanamadığınız bir baş belası gibidir. Bütün kıyafetlerinizde defolar oluşturur. Elleriniz ayaklarınız insanların merakla soracağı kadar çok çizik içindedir. Geceleri kapattığınız oda kapınızın önünde bıkmadan ağlar,uyutmaz. Sabahları ayaklarınızı ısırır. Topu kanepenin altına kaçsa bağırarak sizi çağırır, gitmezseniz saatlerce inatla onu çıkarmaya çalışır. Neye dokunmamasını isterseniz gider üstüne yatar. Sırf o aşağı düşmesin diye bir sürü paralar harcayarak yaptırdığınız sinekliklere tırmanır,üşenmez parçalar. Gölge gibidir, siz nereye o oraya, tek başınıza tuvalete bile gidemez olursunuz. Yediğiniz herşeyin tadına bakmak ister, bunu o kadar içinizi acıtırcasına yapar ki dayanamaz bir lokmacık verirsiniz. Evde çerez,kek,kraker yemek yasaklanmıştır; çünkü ona da vermeniz için o kadar çabalar ki kendiniz yemekten de vazgeçersiniz artık. Her gece tam uykunuz geldiğinde onun da koşu saati gelmiştir, sakinleşmeden size de uyku haramdır. Gittikçe ağırlaşan haliyle aşıya götürmek gün geçtikçe zorlaşmıştır. Üç günde bir temizlik yapmak zorundasınızdır, tüyleri halılarda katman oluşturur. Bunlara rağmen o sizin için o kadar özeldir ki... Bütün gün siz dışardayken evde sizi beklemiştir, kapıyı açar açmaz çok kibar bir hoşgeldin ''maww'' ı bütün sıkıntılarınızı unutturur. Siz ayakkabılarınızı çıkarmaya çalışırken o da iki ayak üstünde burnunuza öpücükler kondurmaya çalışır. Artık o bir ev arkadaşı, bir hayat arkadaşıdır. Siz ağlarken bazen o kadar anlıyor gibi bakar ki dayanamaz gülümsersiniz. Kendinizi yalnız hissettiğiniz an kanepe arkasındaki uykusundan aniden kalkar ve kibarcacık bir ses verir. Herzaman sıcacık, herzaman yumuşacıktır. Ona dokunmanın ne kadar güzel bir his olduğunu düşünrsünüz okşarken. Ona her bakışınızda Alah'ın ne kadar güzel şeyler yarattığını daha iyi anlarsınız. Belki o bir sokak kedisidir, ama sizin için dünyadaki en özel kedi ırkının en pahalı kedisinden bile daha güzeldir. Hasta olduğunda sanki çocuğunuz gibi önemser, bir an önce iyileşsin diye elinizden ne gelirse yaparsınız. Geceyarısı hiç çekinmeden doktorunu arayabilirsiniz. Çünkü o sizin için çok özeldir ve herkes seferber olmalıdır. Artık o sizin için vazgeçilmezdir. Onu sevmeyeni sevmezsiniz, o var diye evinizi şereflendirmeyen arkadaşlarınızı yavaş yavaş hayatınızdan ayıklarsınız. Ve bazen ona bakınca birlikte daha neler yaşayacağız bu evde kimbilir diye düşünürsünüz. Planlarınızda hep o vardır, hayatınızda da hep onu kabullenenler... Çünkü onun hayatında da sadece siz ve eviniz... Gümüş'ün annesi Pınar Burcu Dündar- Ah, Bir de Konuşabilselerdi...
Sokağın güzelleri... Kediler! İnsan yürüyüş yolunun üzerinde dolup taşmış çöp konteynırlarının bulunmasından hoşlanabilir mi? "Ne münasebet!" diyeceksiniz hemen! Haklısınız! Ama ya beyaz, siyah ve bal rengi tüylerle kaplı prenses edalı bir kedi o çöplerin üzerine kurulmuş etrafa bakıyorsa... Ya cılız ve asabi bir tekir diğer konteynırın kenarında cambazlık yapıyorsa... Bu tablo zihninizdeki bütün bulutları dağıtmaz ve sizi tatlı tatlı gülümsetmez mi? * Geçenlerde bir dostum laf arasında "Açık söyle, İstanbul'un neyini seviyorsun?" diye soruverdi. Aklından ne geçti, bilmiyorum. "Bu şehri korkunç trafiği ve kargaşasıyla sevmek artık imkânsızlaştı" diye düşünüyordu sanırım ve benim de benzer bir cevap vermemi bekliyordu. Kim bilir, belki de sevdiğim Beyoğlu'ndan, Kadıköy'den, Sultanahmet civarından ve Boğaz'ın Anadolu yakasından konu açmaya hazırlanıyordu. Gariptir, hiç duraksamadan soruyu şöyle cevaplayıverdim: "En çok sokak kedilerini seviyorum İstanbul'un!" * Çocukluğumdan beri kedilerle yakın oldum. Evimde kedi beslediğim zamanlarım da oldu. Ama itiraf ediyorum ki, "kedi" denilince aklıma ilk olarak sokak kedileri gelmiştir. Onlar benim gözümde gündelik hayat perişanlıklarımızın orta yerine serpiştirilmiş ilahi güzelliklerdir! İddia ediyorum, bir duvarın üzerinde bize bakan o nefes kesici güzellikteki geometriyi, o gözleri, o miyavlamaları fark etmeden geçmek ne büyük eksikliktir! Sokak hayvanları diye bir şey keşke olmasaydı! Keşke o hayvancıklar bu yüzden insanlardan binbir eziyet görüyor olmasalardı! Ama bugünkü durumda gerçek şu ki, kedisiz sokaklar benim için çok ıssızdırlar. * İstanbul'un sokak kedileri bir âlemdir. Bir zamanlar Ortaköy meydanının kedilerinin gönlümdeki yeri ayrıydı. Hırttılar azıcık ve fena halde efkârlıydılar. Şimdi de öyleler mi bilmem! Ya Kadıköy kedileri... Sert rock müzik severler! Çöpte balık avlar, ciğerciye serenat yaparlar. Bazı Beyoğlu kafelerinde ise kimseye aldırmadan sandalyesini seçip uyuyan sokak kedileri vardır. Rüyalarından aksırarak uyanmalarına ve sonra hiç keyiflerini bozmadan yalanmaya başlamalarına bayılırım. * 20. yüzyılın tanınmış mistiklerinden Gürciyev, "varoluşun gizlerini anlamak için ara sıra durup hayvanları seyretmeliyiz" dermiş. Aynı düşüncedeyim! Yakınımızda tutamıyorsak bile onlara durup bakmayı bilmeliyiz. Hem kedi deyip geçmemeli! Ne demiş atalarımız, iki kedi bir aslana pes ettirir. H. Babaoğlu- Ah, Bir de Konuşabilselerdi...
Her şeyini borçlu olduğu efendisini Tanrı gibi gören köpeklerden farklı olarak, kedi evini sever; efendisini ise daha az... Bu nedenle kedinin gerçek efendisi yoktur; kendi kendinin efendisidir. Kedinin bu özellikleri nedeniyle, insanlar kedilere karşı kayıtsız kalamazlar. Bazıları kediye tutkuyla bağlanır, onlarla dostluk kurar ve onları korur; bazıları da karşı tavır alır, kedileri hiç sevmezler. Köpekler kedileri kovalar; ama sincapları da kovalar ve birbirlerini tanıma imkanı verilirse, kediler ve köpekler birlikte çok mutlu yaşayabilirler.. Kedinin davranışlarıyla insanlar uzun süreden beri ilgilenmektedirler. Kediler arasında, toplumsal bir aşama sırası (hiyerarşi) bulunduğu, daha üstün ve daha alt düzeyde bireyler bulunduğunun açıkça benimsendiği anlaşılmaktadır. Bu, birkaç kedi bir aradayken iyice gözlenebilir: Sözgelimi, aralarından bazılarına, yemek ya da en rahat dinlenme yeri konusunda öncelik tanırlar. Bir kedinin onuru kutsaldır.Bu konuda herhangi bir aşağılanmaya kesinlikle dayanamaz. Bu yüzden bir kediye, onun çıkarına, yararına olmayan oyunlar, numaralar kesinlikle öğretilemez. Alışılagelmiş labirentten kurtulma, renk disklerini ayırt etme gibi zeka testleri bir kedinin zekası konusunda pek bilgi vermez. Çünkü bu deneyler sonucunda kediler için genellikle haksız yere düşük zeka bölümü elde edilecektir. Oysa kediler, istedikleri bir şeye ulaşabilmek amacıyla, çok güç işleri öğrenebilirler. Çok Yönlü Kişilik... Bir tehlikeyle karşılaştığında kedi, hırlayan, tıslayan, bir öfke yumağına dönüşebilir. Kaçmayı yeğleyen köpeğin tersine kedi, olduğu yerde kalıp meydan okur, daha iri görünmek için sırtını kamburlaştırır. Doğa bilginleri, bu davranışın kedi psikolojisinde oynadığı gerçek rolün, düşmanı sindirmek olduğu sonucuna varmışlardır. Gene de kedi, yaradılışı gereği sakınımlı davranan bir hayvandır ve önceden önlemini almaksızın, boşu boşuna kendini tehlikeye atmaz. Bazı nedenlerle kediler, insanlarda çok güçlü heyecanlar yaratırlar. Bazı kimseler, kedileri zarif ve güzel bulur, bazılarıysa hain, kötü ruhlu, nankör ve korkak bir yaratık olarak tanırlar. Bu olay, kedinin çok yönlü kişiliğinin sonucudur. Kıskanıyorlar Birçok ev kedisi eve yeni gelen yeni bir çocuğu ya da yeni bir hayvanı kıskanır. Bu tepkisini de bir şey yememek ya da yalanıp temizlenmekle gösterir. Başka hayvanlar gibi, kedilerin de çeşitli davranış sorunları olabilir. Bazıları çok çekingendir, sürekli besinlerini veren kişi dışında, herkesten kaçarlar. Bazıları huysuzdur, dokunulmak istemezler. Okşamaya kalkışıldığında karşı koyarlar. İncelemeler, dişi Siyam kedilerinin öteki soyların dişilerine oranla çok daha sinirli olduklarını göstermiştir. Rüya Görüyorlar Kedilerin düş gördüğü kanıtlanmıştır; ama bu düşlerin, insanların gördüğü düşlere benzeyip benzemediğini bilme olanağı yoktur. Kedi uyurken bazen mırıldanır, bazen de çok heyecanlı görünür. Bu tepkiler, güzel ya da kötü düşlerin bir belirtisi olabilir. Kedilerde bellek bulunduğu kesin olduğuna göre, gördüğü düşlerin, uyanık olduğu saatlerde başından geçen olayların yinelemesi olduğu varsayılabilir. Sinirli bir dişi kedide görülebilecek bir sorun: "Yalancı Gebelik Analık içgüdüsündeki bozukluklar açısından, kedilerin görünürde hiç bir neden yokken kendi yavrularını öldürdükleri görülmüştür. Son derece tedirgin ve sinirli kedilerde yalancı gebelik belirtileri görülebilir: Aşırı iştah, gergin bir mide, sişmiş, acıyan, akan memeler... Bu belirtileri gösteren dişi, daha sonra bir çorap, bir yün yumağı ya da küçük bir oyuncak vb. yumuşak bir şeyi alıp, ona analık yapar. Hatta bazen, civciv ya da ördek palazını alıp yavru gibi bakan kediler görülebilir. Miyavlama Şekli ve Anlamı: meaoooww Acıkmış bir kedinin sahibine "noolur yemeek veer!!" şeklinde yalvarışlarıdır me-meek-mia-mek Bir kuş veya böcek gördüğünde pusuya yatıp kesik kesik miyavlamasıdır. Aynı zamanda bu anda kediniz bıyıklarını titretir. maoww-maoow Kediniz aşık olmuş! ve aşığına acı acı sesleniyor:"Neredesin?" gurrr-gurrr Kediniz sizi gördüğüne çok sevindi! Ya da verdiğiniz yemeğe bayıldı! mweew-mi ? Uzun geçen bir günün ardından eve geldiğinizde daha kapıya anahtarınızı sokarken kedinizin 'Hele şükür geldi-hey sen misin?' şeklinde tereddütleridir. moooow-mow Kedinizin tuvaleti geldi, ama siz temizlik yaparken kum kabını balkona koymuştunuz! Mırrr-raoaaw-mııırrr Kediniz sizinle olmaktan çok mutlu! İnanın o sizi çok seviyor! Kuyruk Hareketleri ve Anlamları: Vücuda 90 derece açıyla dik olarak tepeye kalkmış kuyruk Kediniz sizi görmekten dolayı çok mutlu! Yemek kokusu almış olabilir Ucu hafif hafif oynayan kuyruk Kediniz için yorgun bir günün ardından dinlenme zamanı geldiğinde genellikle yatarak yaptığı harekettir. Vücutla aynı hizzada bir sağa bir sola hızla sallanan kuyruk Kesinlikle öfkenin belirtisidir. Muhtemelen o anda kedinizi kızdırmış olan sizsinizdir ve biraz daha onu kızdırırsanız, üzerinize saldıracaktır İlk önce ucu hafif hafif oynayan ve sonra giderek hızlanan kuyruk Kediniz sinirlenmeye başladı dikkat! Derhal onun sırtını ve kafasını okşamayı bırakın yoksa ya kediniz size küsecek ya da sizi tırmalayacak! Bacakların arasına alınmış sarkık kuyruk Biricik kediniz çok korkuyor, genelde bunu veteriner ziyaretlerinde yaparlar. Sadece sarkık kuyruk Nötr! Yukarı doğru kıvrılmış (maymun kuyruğu gibi) ve tüyleri kabarmış olan kuyruk Çok sinirli veya çok korkmuş. Efelenerek kendini daha büyük ve etkili göstermeye çalışıyor. Gözler ve Anlamları: Hafif kısılmış göz Kedinizin sizinle ilgilenmediğinin şu an tek istediğinin uyku olduğunun habercisidir. Koskocaman açılmış gözler Genellikle merak ve korkunun işaretidir. Kedinizi bu halde görürseniz ya dışarıdan gelen tıkırtının kaynağını dinlemekte ya da balkon korkuluklarına tünemiş bir güvercini izlemekte olduğundan emin olabilirsiniz. Kulakların Duruş Anlamları: Geriye yatmış tek kulak Ya kedinizin kulağına çok yaklaşmış halde bağıra bağıra konuşuyorsunuz ya da kediniz aynı muhabbetleri dinlemekten bıkmış çekip gidecek. Geriye yatmış kulaklar Kediniz yine sizinle ilgilenmiyor ve hatta biraz da sinirli... Yere bakan hafif eğilmiş kulaklar Kediniz bir şeyi ilgiyle izliyor. Hatta çocukluk günlerine dönüp oyunlar bile oynayabilir. Ve diğerleri... Bıyıklar Kediniz için bıyıklar yön bulmada, algılama ve denge sağlamada en büyük görevliler. Bu yüzden asla ve asla kedinizin bu algılayıcılarını kesmeyin... Patiler Sertçe pati atmak Sinirli! Alarm! Hafifçe pati atmak Kediniz sizinle oyun oynamayı çok seviyor. Oturur veya yatar durumda yoğurma hareketi yapan pati Kediniz sizi çok seviyor ve şu anda bulunduğu durumdan son derece memnun demektir. Kedinizin Size Karşı Hissettikleri Kediniz elinizi veya yüzünüzü yalıyorsa, bu onun size duyduğu şefkati gösterir. Kediniz yatmış ve göbeğini açmışsa, bu kedinizin size güvendiğinin işaretidir.- 70' li Yıllarda Küçük Gezintiler...
'' ... 70' li yıllarda, fotoğrafın hayatın içinde çok saygın bir anlamı ve değeri vardı. Fotoğraf, aile olmanın ispatı, ölümsüzleştirilmek istenen anların tespitiydi. Herkesin elinde iyi kötü bir makine bulunmadığı için, bu günkü kadar fotoğraf çektirilemiyordu. Bu nedenle her fotoğraf makinesine poz verilirdi. O yıllarda aileyi aile yapan, biraz da çekilmiş fotoğraflarıydı. Fotoğraf hayata girdiği zaman o kadar heyecanla karşılanmış olmalıydı ki; hemen her evde aile albümleri bulunurdu. Ailenin ilk fotoğraf serüveni, evliliğe atılan ilk adımla başlardı. Sözden sonra nişan, düğün derkenilk bebeğin doğumu, geziler, tatiller çocukların yaş günleri diploma törenleri ile ailenin tarihi bu fotoğraflar aracılığı ile yazılmaya başlardı. Yeni kurulan ailenin albümüne, karı kocanın çocukluk ve gençlikleri daha başlangıçta eklenirdi. Şehirlerin işlek caddelerinde, bir iki fotoğrafçı mutlaka bulunurdu. 70' ler fotoğrafın siyah-beyaz olduğu yıllardı. yıllarda olduğu gibi görünmek değil, poz vermek makbul sayılırdı. Nişanlar ve düğünler fotoğraf açısında çok önemli günlerdi.Gelin kuaförden çıkınca mutlaka fotoğrafçıya gidilir, yeni evli çift evlerinin en iyi duvarına büyütülüp çerçeveletilmiş bu fotoğrafı asardı. İlk çocuğun doğumundan sonra ailenin resimli tarihinin yazılma süresi başlardı. Bebeğin, doğduktan sonra birkaç ay arayla stüdyoda fotoğrafları çektirilirdi. '' Aytül yedi aylık... '' Ali on aylık '' gibi ibarelerle tespit edilen tarihler, çocuğun bir yaşını doldurmasıyla birlikte belli bir periyot izlemeye başlardı. 70' lerin başında yaş günü partileri yaygın değildi. Çocukların yaş günlerinde ailecek fotoğraf çektirilirdi. '' Ayşe beş yaşında... '' '' Mehmet' in okula başladığı sene... '' gibi notlar ve tarihler de mutlaka arkasına yazılır, ailenin arşivi giderek kabarırdı. Vesikalık fotoğraflar çokça yaptırılır, yakın arkadaşlara üzerleri imzalanarak verilirdi. '' Sevil' e Nurten' den cansız bir hatıra... '' türünden cümlelere o yıllarda hemen her fotoğrafta rastlamak mümkündü. Arkadaşının adını zamanla unutabileceği endişesiyle mi '' Sevil' ciğime bir hatıra '' değil de '' Sevil' e Nurten' den bir hatıra '' yazardı, bilemiyorum. Okulların bitimine yakın tüm arkadaşlar birbirlerine vesikalık fotoğraflarını verir, arkalarına da '' 3-B' den 256 Nejla öztürk '' gibi ayrıntılı kimlik bilgileri yazarlardı. Vesikalık fotoğraflar arkadaşlara, aile fotoğrafları yakın akrabalara gönderilen bir armağandı. Aile çocuklarının yaş gününde çektirdikleri fotoğrafları gönderirken arkasını çocuklarının ağzından imzalamayı da unutmazlardı. '' Kıymetli halama ve enişteme üçüncü yaş günümde benden kıymetsiz bir hatıra, Murat '' ... Ya da aile fotoğrafıysa, '' Taştan ailesine Çalışkan ailesinden bir hatıra. Nesrin, Ali, Aygül, Metin Çalışkan. 13 Aralık 1975 '' İki-üç kız ya da samimi bir grup erkek arkadaş stüdyoda fotoğraf çektirirlerdi. Bunlardan her birinde olur ve yıllarca saklarlardı. Ailenin babası esnafsa dükkanında, öğretmense sınıfta, memursa makamında çekilmiş fotoğrafı albümlerdeki yerini mutlaka alırdı. Okullara fotoğrafçı gelmesi ve tüm okulun ya da sınıfın topluca fotoğraf çektirmesi eski bir gelenekti. Fotoğrafçı gelince, öğrenciler öğretmenlerini ortaya alacak şekilde okulun merdivenine dizilirler,en ön sıradakiler çömelir veya oturur , böylece fotoğrafta herkes görünürdü. Diplomanın veya taktirnamenin alındığı sırada çekilen fotoğraflar yalnız albüme konmaz, ayrıca büyütülüp çerçeve içinde derhal göze çarpacak bir yere veya duvara yerleştirilirdi. Albümler uzun yıllar tek tipti. 70' lerde çeşitlendiler. Çeşitli boylarda, çoğunluk yatay, kalın siyah yapraklarının arasında incecik pellur kağıtlar bulunan, çok zarif görünümlü bu albümlerde, siyah-beyaz fotoğraflar çok güzel duruyordu. Kapakları kalındı, kiminin üstünde en önemli fotoğrafı koymak için bir yer, kiminde bakırdan garip bir plaka bulunurdu. Bazılarının yapraklarında da fotoğrafın yapıştırılmadan durmasını sağlamak için çeşitli boyutlar oluşturacak şekilde kesikler bulunurdu. Bu kesiklere fotoğrafların ucu yerleştirilirdi. 70' lerin ortalarında Almanya' da tanıdığı olanlar oradan ısmarlıyor, kendinden yapışkan olan, beyaz sayfalarına fotoğrafı yapıştırmaya neredeyse hiç kıyamıyorlardı. Ama bu albümlerin bir kusuru vardı; hayattan ve aileden çıkarılmak istenen şahısların fotoğrafları bu beyaz yapraklara yapışmış olduğu için, ayrılıklardan sonra fotoğraflar parçalanarak çıkarılıyor, albümler harap oluyordu. Albümlerdeki değişim, pratiğin zarif olanın yerini hızla aldığını gösterdi. 80' lerle birlikte albüm yerine, kapağında refocolor, kodak gibi marka adları, manzara resimleri bulunan ve fotoğrafçıların müşterilerine ücretsiz olarak dağıttıkları, incecik, şeffaf plastikten, fotoğraf kartı büyüklüğünde tuhaf albümler kullanılır oldu. Hayata giren resimler inanılmaz miktarda artmış, o kadar çoğalmıştı ki, albümlerde saklanamaz oldu. Anıların ve resimlerin taşıdığı estetik değer azaldı. Hayata giren fotoğraf miktarı çoğalınca, değeri düştü. Oysa eskiden fotoğrafların arkasına yazılar yazıldığı gibi, albüm yaprakları arasında da çiçekler kurutulurdu...'' A. TUNÇ - Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek- Kadın ve Hayat
Hayat, Bir Kız Çocuğuna Nasıl Anlatılmalı? Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, ´Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum´ dedi. Sorusu kolaydı, ama yanıtı zordu. Akıl vermesi basitti, ama uygulaması karmaşıktı...Anlatmaya başladım: "Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı ´insan yetiştirmek´ olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Eğer çocuğuna zaman ayırırsan karşılığını da alırsın. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın çünkü. Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını... Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini… Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu… Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden ´neden, ben değil de o ?´ demeden... Gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret. Kitaplardan keyif almasını… Ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmeyi öğret ona. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver. Sıkılmayı öğret ona, sıkılıp da kendini yönlendirmeyi bulmasını... Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla. Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğrenmemiş diğer sevgililerin aksine... Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona. Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona. Aşk acısı çekmenin hiç âşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret. Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı... Bunun başkalarını dinlememek değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat. Hayatı sorgulamayı... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret. Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını... Günün birinde yaptıkları değil, yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret. Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı... ´İstemiyorum´,´hayır´ demeyi öğret ona, istediğinde ise ´istiyorum´ demeyi. Sevdiğinde ise´seni seviyorum´ diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını... Sorgusuz sevmeyi... El yazısı ile notlar yazmayı... Lafı dolandırmamayı... Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona. Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını…. İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret, ama en çok da kendini sevmesini öğret. Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini... Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını... Hayatta her şeyden çok, kendisinin önemli olduğunu öğret ona. Aylin Kotil- Kadın ve Hayat
- 70' li Yıllarda Küçük Gezintiler...
''... 70' li yıllarda çocukluğunu yaşayanlar, büyüklerinden ''Şimdiki çocuklar çok şanslı!'' sözünü çok sık duyarak büyüdüler. Ama şimdiki kuşak, çocuklarına aynı şeyi söyleyemiyor. Bu çağın çocuklarının yaşadıklarının şans olup olamadığından kimse emin değil. Bir yığın tüketim ürünüyle donatılan hayatlarında, şimdiki çocuklar çok yalnız. Yaratıcılığı kışkırtan ''yokluk ortamında'' değil; sıkıntıyı büyüten, derin bir tembellik ve umursamazlık yaratan ''bolluk ortamında'' büyüyorlar. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan çocukların büyük çoğunluğu eriği ağaçta değil, manavda görüyor. Ayva çalmak, dut çalmak nedir bilmiyorlar. Acaba kaç tanesi gölgeli, serin bir bahçede, tulumbadan buz gibi su çekip ayaklarını yıkamıştır? Şimdiki çocuklar, her akşam bahçe sulama işiyle görevlendirilmenin o dayanılmaz sıkıcığını da bilemeyecekler. Çünkü artık yazlıkların fazlaca özenilmiş, gürbüz ama aptal çocukları andıran bahçelerini sulama işini babalar kimselere bırakmıyorlar. 60' ları bilmem, ama 70' lerde çocuk olmanın en güzel yanı '' özgürlük '' duygusuydu. Gerçi bunun anlamını bilmiyorduk, çünkü bütün arsalar, bahçeler, sokaklar, parklar, deniz kenarları bizimdi. Bunun bir çeşit çocuk özgürlüğü olduğunu, arsalar, yangın yerleri binalarla dolduktan; geniş, serin bahçeli evlerin yerini apartmanlar aldıktan, sokaklar arabaların egemenliğine bırakıldıktan sonra, büyüyünce anladık. Meğer şanslıymışız, çünkü özgürmüşüz! Nerede yaşarlarsa yaşasınlar, çocuklar için '' sokağa çıkmak '' deyimi vardı. Hala var belki, ama sokaklar çok değişti ve eskisi gibi güvenli değil. Sokağa çıkmak, tanımlanmış bir özgürlüğe adım atmaktı. Okuldan gelince bilgisayar karşısına geçilmez, sokağa çıkılır, akşam olup hava kararana, anneler yemeğe çağırana dek, kan ter içinde oynanırdı. Yaz tatillerinde sokağa çıkmak ise, tüm günü sokakta geçirmek demekti. O zamanlar iki türlü anne vardı: Birincisi '' gelenekçi '' , ikincisi '' modern '' anneler... Gelenekçi anneler de ikiye ayrılırdı: Gelenekçi- iyi, gelenekçi- kötü anneler. Gelenekçi iyi anne, çocuğun ve çocukluğun ne olduğunu bir tür iç güdüyle bilir, çocuğunu uzaktan kollar, bunu belli etmez ve rahatsız etmezdi. Terlediklerini fark edince usulac gelip, sıtına tülbent koyar, reçelli ekmek hazırlayıp verirdi. Gelenekçi kötü anneler bencildiler. Çocuklarını kahvaltıdan hemen sonra sokağa yollar, hiç ilgilenmezlerdi. Böyle anneleri olan çocuklar karınları acıktığında anneleri komşuda olduğu için, arkadaşlarından otlanmak zorunda kalır, terlerler, terleri sırtlarında kurur, ama hep böyle yaşadıkları için hasta da olmazlardı. Disiplinden uzak, kendi başlarına geçirirlerdi günlerini. Modern annelerde ise kendilerince bir çocuk yetiştirme bilinci vardı. Disiplinli bir anlayış... Bir kere sokağa çıkmanın saati vardı. Çocuklarının hangi çocuklarla oynayacağını, hangi oyunları oynayacaklarını kendileri seçerler, çocuğun fikrini almazlardı. Üstünü kirletmeme zorunluluğu da çocuk özgürlüğüne vurulan bir darbeydi. Bu çocuklar mahallenin çocukları arasına rahatça karışamazlar, kendilerini dışlanmış hissederlerdi. Pamuk helva, leblebi tozu, macun almaları yasaktı, ayva çalamazlar, sapanla kuş vuramazlardı. Uzun sürecek oyunlara da '' birazdan annen çağırır oğlum '' gerekçesiyle alınmazlar, onlar da annelerinden nefret ederek, hava kararana dek sümüklerini çekerek, top peşinde koşturan çocukların oyunlarını seyrederlerdi. Annelerinin kötü huylu bulduğu çocuklar gibi sokakta, üzerine vita veya sana sürülüp şeker ekilmiş ekmek yiyemez asla küfür edemezlerdi. Bunların arasından annelerini dinlemeyenler çok sık çıkardı. Onlar lider ruhlu olrlar, çocukların başına geçerler, oyunu örgütlerlerdi. Keyifli bir gün geçirirlerdi, ama eve gidince çıkan olayları saymazsak... O yıllarda sokağa çıkma anlayışında genel eğilim, iki saatte bir, ancak bir Murat 124, Anadol veya Renault 12 marka otomobilin, bir kaç at arabası ve faytonun geçtiği, çiğnenme tehlikesi olmayan, sakin sokaklarda çocukların yorulana dek oynamalarıydı. Hava kararmadan yoruldukları da söylenemezdi. Yine de orta halli ailelerin, gelenekçi- iyi annelerin çocukları, babaları işten döndükten sonra dışarıda kalmazlar, evlerine giderlerdi. Ya da '' Baban geldi, seni çağırıyor '' denince hemen eve yollanırlardı...'' A. TUNÇ - Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek- 70' li Yıllarda Küçük Gezintiler...
Bir nostalji tutkunu olarak bugün, Yazar AYFER TUNÇ' un, '' Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek '' kitabından alıntılar yaparak sizlerle paylaşmak geçti içimden.(Hem de hiç üşenmeden) "Acısı alınmış hafıza" larımız, dudaklarımızda tebessümlerimizle 70 li yıllara doğru küçük gezintiler… 70' Lİ YILLARI yaşamış olanlar için hoş bir gezi; '' Biz sizin yaşınızdayken…'' sözünü çokça duymuş gençler için de; o yılları bilmeleri, anlamaları ve şu an yaşadıklarını kıyaslamaları için de hoş bir olanak… Ne dersiniz fena olmaz değil mi?- AŞK' ın Mezarı... Evlilik! :((
- Yüreğimi Isıtan Fotoğraflarım 2
- Yüreğimi Isıtan Fotoğraflarım
İlgin için teşekkürler Legendary...- AŞK' ın Mezarı... Evlilik! :((
Günümüz evlilikleri... Sabah saatleri, ekran açık! Popüler bir tv kanalının çok sevilen sunucusu bir "ilişki koçu"nu ağırlıyor. Evlilik konusunu konuşuyorlar. Zaplamaktan vazgeçip izlemeye başlıyorum. Bir evliliği ayakta tutmak için neler yapmak gerekir? Neden günümüz evlilikleri eskiler gibi değil, neden ayakta kalmakta zorlanıyorlar? Bu sorular havada uçuşuyor ve "koç"umuz hiç istifini bozmadan, büyük bir özgüven içinde şu tavsiyelerde bulunuyor: "Çiftler birbirlerinin hep pozitif taraflarını görmeye çalışmalılar; negatifte kalmamalılar!" Programın ünlü sunucusu da Nişantaşı ve Alsancak kültüründen süzülmüş "insanın karması" gibi deyimler kullanarak "ilişki koçu"nun söylediklerine katılıyor. (Ne? Sakın "karma"nın Sanskritçe bir kelime olduğundan; Budizm'den, Hinduizm'den, Jainizm'den dem vurmayın! Malum, ansiklopedik bilgilerle hayatın "gerçekleri" bazen hiç uyuşmuyor!) * Sözüne saygı duyulan "büyükler"in tarihe karıştığı... Uzman psikoterapistlerin mesleki bilgilerinin cılız, dillerinin kupkuru kaldığı... Bir toplumda... Ortalığı nevzuhur "yaşam koçları"nın doldurmasına şaşmamalı! Öyle bir dünya kurulmuş ki, alan memnun, satan memnun! Neymiş! Evlere şenlik bir uyduruk fikirler resmi geçidiyle karşı karşıyaymışız! "Negatif", "pozitif" gibi kavramlar gitgide daha naylonlaşıyormuş! Tamam! Doğru! Ama daha ötesini talep eden var mı? Zaten bir evlilikte işler kötü gidiyorsa, taraflar ya "günah çıkartıp" bir an önce ferahlamak istiyor ya da gerçekle yüzleşme anını biraz daha ötelemeyi tercih ediyor. * İşin ilginç yanı, medyada konu tartışılırken hemen eski evlilikler, yeni evlilikler kıyaslaması yapılıyor ya... Toplum da bu bakış açısını benimseyiverdi. Genel kabul gören soru şu: Eski evlilikler ölünceye kadar sürüyormuş, şimdikiler çarçabuk bitiyor. O halde eski evlilikleri model almak günümüz için çare olabilir mi? Tabii tuhaf bir nostaljiye de kaynaklık ediyor bu yaklaşım. Mesela aşk nedir bilmeyen dedelerimiz, büyükannelerimiz eğer yaptıkları kontrata bir parça zarafetle bağlı kalmış ve birbirlerine saygı duymuşlarsa, hemen onlar için bir hikâye uyduruyoruz: "Deli gibi âşıklarmış birbirlerine!" Ah! Bir de hikâyeye uymayan o anılar yığınını kolayca unutabilsek! * Elbette eski evlilikler farklıydı! Çünkü eski hayatlar da farklıydı! İş güç böyle değildi; evler böyle değildi; sokaklar böyle değildi, yalnızlık ve özgürlük kavramları bugünküyle aynı anlam ve duygulara tekabül etmiyordu... En önemlisi hayaller ve arzular böyle değildi! Yani sadece evlilikler değişmedi, hayat tarzımız bütünüyle değişti! İşin özeti şu.. Günümüz evliliklerini anlamak ve sorunlarına samimiyetle çare aramak gibi bir derdimiz varsa eğer... Yeni hayat tarzımızla yüzleşecek cesareti göstermek zorundayız. H. Babaoğlu- Engelliler
ENGELLER, Hayatın ritmini yakalamaya ENGEL değildir... Engellilerde engel tanımayacak kadar bir güç ve enerji birikimi olduğuna inanıyorum... http://youtu.be/otcKG8NfkHw Bizler özürlüyüz Kimimiz işitmez,kimimiz görmez Bizler özürlüyüz,kusurlu değil. Korkmayın bunlardan hiç kimse ölmez Bizler özürlüyüz kusurlu değil. Bak gözüm görmez de resim yaparım, Ben de bu yolları hep adımlarım Ben de bir bireyim her yerde varım Bizler özürlüyüz,kusurlu değil. Bak onun kulağı duymuyor, neyler Hepsi nota bilir,şarkılar söyler Bize acımasın ağalar beyler Bizler özürlüyüz kusurlu değil. Bak burada kolu yok,bacağı sakat Değnekle geziyor buluyor takat Yaşamımız zordur,biliriz fakat Bizler özürlüyüz kusurlu değil. Bize imkan verin! Budur son sözüm, Görün bak ne yapar o zaman özüm. Ürettikçe görür gönülden gözüm Bizler özürlüyüz kusurlu değil. Nice insan var ki gönülden görür Yürekten işitir, yürekten yürür COŞAR yürekten, konuşur durur, Bizler özürlüyüz,onlarsa değil. İbrahim Coşar- kalbimi çekip aldın
Yüreğinize...- Yüreğimi Isıtan Fotoğraflarım
ANKARA... Her ne kadar ayılıp bayılmasam da bu şehirde bağlarım var. Ve her şeyden önce doğduğum yer!- Anneler ve Kızları
- 17 Şubat, ‘Dünya Kediler Günü’
Çok haklısın sevgili Admin. Sokak hayvanlarının yaşamları öyle zor ki... Arabaların altlarında, çöp konteynırlarının çevresinde yaşam mücadelesi veriyorlar. Özellikle karda kışta...Bazen gözlerine bakamıyorum , insanlığımdan utandığım için. Kontrolsüz artmaları sonucu hep kanayan bir yara! Her yer beton her yer asfalt... Onlar için yaşam alanı bile yok. Neyse ki hala bir yerlerde sokak hayvanları için emek ve uğraş veren, iyi yürekli ve güzel insanlar var.- 17 Şubat, ‘Dünya Kediler Günü’
Dünyanın her tarafında değilse bile belli ülkelerde 17 Şubat, ‘Dünya Kediler Günü’ olarak kutlanıyor. Türkiye’deki kediseverler ne kadar farkında bilemeyiz ama Milano’daki ünlü Karikatür Müzesi’nde, bu günü değerlendirmek amacıyla Mostra Gattoni Animati ismiyle bir kedi sergisi açıldı. Sergide çizgi film dünyasının bütün unutulmaz kedilerini film, video, fotoğraf, poster yahut maket olarak görmek mümkün. Hürriyet - Planet Bugün Dünya Kediler Günü. En çok ilgi çeken hayvanlardandır kedi. Tarih boyunca pek çok şeyin simgesi olmuştur. Nankörlükle suçlanmış, cadıların can yoldaşı kabul edilmiş, tapınakları korumuş, dünya dışı varlıklarla iletişimde olduğu iddia edilmiş ve daha neler.... Şöyle yumuk yumuk bir kediyi hiç kucağınıza alıp sevdiniz mi bilmiyorum ama dünyanın en haz verici olaylarından biridir. Tüm stresinizin bir anda kaybolduğunu hissedersiniz. Kucağınızdaki kedinin mırıltıları ninni gibi gelir kulağınıza. Kedileri nankörlükle suçlayanlar her halde, sahiplerinin hastalıklarını hissedip, özellikle vücudun hasta olan bölgesine uzanarak ağrı hissini azalttığını bilmezler. Madem dünya kediler günü, biz de H&H olarak kedi sever ünlülerle ilgili bir derleme yapalım dedik... Bizim ünlü kedicilerimizin başında Diva Ajda Pekkan gelir. Gerçi bir aralar Sezen Aksu'nun da kedisi vardı ama sonradan “Bir Kedim Bile Yok” şarkısını yaptı. Medyanın ilginç köşe yazarlarından Pakize Suda da bir kedi sever. Leman Sam ise yüreği hem kediler hem de sokak kedileri için atan örnek sanatçıların başında gelir. Evinde baktığı kediler için başına gelmeyen talihsizlikler kalmamıştır. Şehrazat'ın kedisinden bile şarkı isteyen sanatçılar olduğu iddia edilir. Candan Erçetin bir zamanlar çıkardığı Fransızca Şarkılar çalışmasını kedisine ithaf etmişti. Peki ya Türkiye dışındaki ünlülerden kimler kedici olarak nam salmış dersiniz? Aslında Clinton'ların kedisi Socks'dan çok önce Beyaz Saray Abraham Lincoln'ın kedisi Tabby ile tanışmıştı. Üç Silahşörlerin yazarı Alexander Dumas'nın kedisi Mysouff ise zamanı tahmin etmek konusunda acayip bir yeteneğe sahipti. Alexander Dumas çalışmasını ne zaman bitireceğini kendisi bile bilmezken kedisinin bildiğini söylerdi. Renoir ve Monet ise kedi hayranı iki empresyonistti. Seine Nehri kenarında bolca kedileri resmettiler. Nobel Barış Ödülü sahibi Dr. Albert Schweitzer'in ise sağ elinin üzerinde uyuyan kedisi Suzi yüzünden sol el ile reçete yazdığı söylenir. Edebiyat'ın üç kedi silahşörü ise Charles Dickens, Mark Twain ve Ernest Hemingway'dir. Ama Hemingway 30 kedi ile rakiplerinden ciddi bir şekilde sollamıştır. 30 kedinin atası ise Hemingway'e bir kaptanın verdiği bir dişi kedi idi. Biz Türkiyeliler'in de çok yakından tanıdığı Kırım Savaşı ile dünyaca üne kavuşan Florence Nightingale şişman iran kedisine Bismarck ismini vermişti ve Nightingale'in yavru kedileri çalışırken bile cebinde taşıdığı bilinir. "Yerçekimi kanunu"nu bulan Sir Isaac Newton sadece kedisever olarak kalmamış aynı zamanda kedi kapısını da icat eden kişi olmuştur. İki Dünya Savaşı'nda da İngiliz tarihine damgasını vuran Churchill'in kedisi Jock ise, İkinci Dünya Savaşı boyunca bütün kabine görüşmeleri sırasında meşhur Savaş Kabinesi Odası’ndan bir an bile ayrılmamıştır. İkinci Dünya Savaşı'nın diğer ünlü karakteri ABD Başkanı Roosevelt'in kedisi Slippers'ın da normalde dört tırnağı olması gerekirken beş tırnağı vardı. Roosevelt de Slippers olmadan adım atmazdı. Ama bir başka ABD Başkanı Eisenhower da Napoleon gibi kedi düşmanıydı. Napoleon bir keresinde küçük bir kediye karşı kendisini kılıçla korumaya kalkışmıştı. O güzel bestelerin sahibi Johannes Brahms ise eli ayağı durmayan kedi düşmanlarındandı. Evinin penceresinden komşularının kedilerine çeşitli şeyler fırlatırdı. Ünlü kedicilerin kedisi olmak zor mudur bilinmez. Bilinen bir şey var ise o da kedilerin ünlü ünsüz demeden bizleri etkileri altına aldığıdır. Halkın Habercisi Bir kedinin duruşu, bakışı, davranışı herkesi etkileyen bir çeşit büyü olabilir mi? Yoksa yüzlerce türün bulunduğu hayvanlar aleminde çoğunluğun favorisinin bu sevimli yaratıklar olması sadece bir tesadüf mü?- BİLİYORUM, SEN DE ANNENİ ÖZLÜYORSUN...
Çünkü anne, şefkattir. Ne yaparsan yap, pişmanlıkla eteğine sokulduğun her defasında, merhametle karşılayacak bir rahmet kapısıdır ana… - 70' li Yıllarda Küçük Gezintiler...
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.