Zıplanacak içerik

Legendary

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Legendary tarafından postalanan herşey

  1. Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974) 27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu, 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü. Yazar, diplomat, politikacı. Karaosmanoğulları'ndan Abdülkadir Bey ile İkbal Hanım'ın oğlu. Yazar Burhan Asaf Belge'nin eniştesi. Yazar Murat Belge'nin eniştesi. İlköğrenimine ailesiyle birlikte 6 yaşındayken gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Ömer Seyfettin, Şahabeddin Süleyman ve Baha Tevfik ile burada tanıştı. Babasının ölümünden sonra 1905'te annesiyle birlikte Mısır'a gitti. Öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 2'nci Meşrutiyet'in ilanından kısa bir süre önce İstanbul'da geldi. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmedi. 1909'da Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. Muhit, Şiir ve Tefekkür, Servet-i Fünun, Rübab, Türk Yurdu, Peyam-ı Edebi, Yeni Mecmua, İkdam gibi dergi ve gazetelerde yazıları yayınlandı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı. "Tetkik-i Mezalim" komisyonundaki görevi nedeniyle Kütahya, Simav, Gediz, Sakarya yörelerini dolaştı. Cumhuriyet'in ilanından sonra 1923'te Mardin, 1931'de Manisa milletvekili oldu. Burhan Asaf Belge'nin kızkardaşi Leman Hanım'la evlendi. 1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte "Kadro" dergisini kurdu. 1934'te dergi kapatıldı. Tiran elçiliğine atandı. 1935'te Prag, 1939'da La Hay, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. Ulus gazetesinin başyazarlığını yaptı. Anadolu Ajansı'nın Yönetim Kurulu Başkanı'ydı. Ölümünden sonra Beşiktaş'ta Yahya Efendi Mezarlığı'nda toprağa verildi. Çocukluktan başlayarak babasının zengin kütüphanesinden yararlanıp okuma zevki edindi. Mısır'daki günlerinde bu zevki geliştirdi. Yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler'in "sanat kişiseldir" görüşünü paylaştığı ve "sanat için sanat" yaptığı bu ilk döneminde "Nirvana" adlı bir oyun, makaleler, denemeler, şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin içinde bulunduğu zor koşullar, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Sanatın toplumsal işlevine de ağırlık vermeye başladı. Bu ikinci dönem eserlerinde önce Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının dilde yenileşme çabalarına karşı çıktı. Sonra Ziya Gökalp'in de etkisiyle Yeni Lisan ve Milli Edebiyat akımını benimsedi. Daha çok romancı yönüyle ön plana çıktı. Bu türün edebiyatımızdaki önemli temsilcilerinden biri oldu. Yazarlık yaşamı boyunca Batı edebiyatı özelliklerine de sıkı sıkıya bağlı kaldı. Balzac, Flaubert ve Zola'dan etkilendi. Eserlerinde belli tarihsel dönemleri ele aldı. Kiralık Konak: I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi: II. Meşrutiyet'in, Sodom ve Gomore: Mütareke döneminin, Yaban:Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara :Cumhuriyet'in ilk on yılının, Bir Sürgün: 2'nci Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama: 1923-1952 yıllarını kapsar. 1955'ten sonra da anıları dışında kitap yazmadı. Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban'dır. İlk romanı Nur Baba, 1922'de kitap olarak basılmadan önce gazetede yayınlandı. ESERLERİ ROMAN: Kiralık Konak (1922) Nur Baba (1922) Hüküm Gecesi (1927) Sodom ve Gomore (1928) Yaban (1932) Ankara (1934) Bir Sürgün (1937) Panaroma (2 cilt, 1953) Hep O Şarkı (1956) ÖYKÜ: Bir Serencam (1914) Rahmet (1923) Milli Savaş Hikâyeleri (1947) ŞİİR: Erenlerin Bağından (1922) Okun Ucundan (1940) OYUN: Nirvana (1909) ANI: Zoraki Diplomat (1955) Anamın Kitabı (1957) Vatan Yolunda (1958) Politikada 45 Yıl (1968) Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969) MONOGRAFİ: Ahmet Haşim (1934) Atatürk (1946) MAKALE: İzmir'den Bursa'ya (1922, Halide Edip, Falih Rıfkı Atay ve Mehmet Asım Us ile birlikte) Kadınlık ve Kadınlarımız (1923) Seçme Yazılar (1928) Ergenekon (iki cilt, 1929) Alp Dağları'ndan ve Miss Chalfrin'in Albümünden (1942) Türk Dili ve Edebiyatı
  2. Ali Nihat Tarlan (1898-1978) Edebiyat tarihçisi, şair, metinler şerhi profesörü. 1898 yılında İstanbul'un Vezneciler semtinde doğdu. Babası üçüncü ordu muhasipliğinden emekli Mehmed Nazif Beydir. Aslen Dağıstanlı bir aileden olan Ali Nihad Tarlan'ın dedesi Hacı Ali Efendi, Erzurum'a göç etmiştir. Babası Nazif Efendi dürüst, çalışkan, okumaya meraklı ve şair bir zat olup, 1927 yılında İstanbul'da vefat etmiştir. İlk olarak elifba cüzünü babasından, daha sonra Farsça Gülistan ve Bostan'ı okumuştur. Babasının vazifesi icabı Ali Nihad Tarlan Manastır'a gelmiş ve Rehber-i Mearif adlı özel okulda okumuştur. Babasının Selanik'e tayini üzerine oradaki Fransız okulunda okumuş, İstanbul'a dönünce Vefa İdadisine yazılmıştır. Bu devreleri Fransız edebiyatına iyice daldığı ve tercümeler yaptığı zamanlardır. Ancak Münir adlı bir arkadaşı sayesinde yeniden Fars edebiyatına yönelmiştir. Askerliğini Dördüncü Sahra Topçu Şubesi ile Şube-i Mahsusada yapmış, vazife olarak Osmanlı Kanunlarını Farsçaya tercüme etmiştir. Bu arada Darülfünun'un (Üniversite) Fransızca ve Farsça bölümlerini 1920 yılında da Edebiyat Fakültesini bitirmiştir. 6 Nisan 1919 tarihinde Gazi Osman Paşa İdadisine Fransızca öğretmeni tayin edilmiş, daha sonra sıra ile; Beşiktaş, Vefa, Davud Paşa, Galatasaray ve Nişantaşı sultanileri ile Kabataş Erkek Lisesi, Maltepe ve Kuleli Askeri Liselerinde; Nartibros, Esayan ve Bezezyan gibi Ermeni azınlık okullarında Farsça, Fransızca, edebiyat ve Türkçe öğretmenliği yapmıştır. 20.8.1933 tarihinde İ.Ü. Edebiyat Fakültesine metinler şerhi doçenti olarak tayin edilmiş ve 1.7.1941'de profesörlüğe yükseltilmiştir. 1.8.1972 tarihinde emekliye ayrılmıştır. Fatma Leman Hanımla evlenmiş, bu evlilikten Adnan Siyadet Tarlan olmuştur. Hanımını 1973 yılında kaybeden Ali Nihad Tarlan, 1978 yılı 30 Eylül'ü Ekime bağlayan gece vefat etmiştir. Kadıköy Osmanağa Camiinde kılınan namazdan sonra İçerenköy Kabristanına defnedilmiştir. Çok yönlü bir hoca olan Ali Nihad Tarlan, ilim ve fikir adamı olup, aynı zamanda şairdir. Arap, Fars, Fransız ve Türk dil ve edebiyatlarına hakkıyla vakıf olmuş son devrin en büyük metinler şerhi hocasıdır. Şiirin esasını ilmin meydana getirdiği fikrinde olan Tarlan, hakiki sanat eserinin; ilim, kültür, kabiliyet ve heyecanın müşterek mahsulü olduğunu iddia eder. Türkçenin yanısıra Farsça şiirler de yazan Ali Nihad Tarlan'ın tasavvufi tarafı ağır basar. O, bu hususta; "Tasavvufta, şer'i bilgi ve imana aykırı bir şey yoktur..." demektedir. Şiirlerini aruz, hece ve serbest vezinle yazmıştır. Ayrıca tarih düşürmede üstaddır. Milli meselelere de sıkı sıkıya bağlı olan Ali Nihad Tarlan, 1922 yılında hazırladığı İslam Edebiyatında Leyla ve Mecnun Mesnevisi adlı doktora tezi ile Türkiye'de ilk edebiyat doktorudur. Kültür meselelerinde Türkiye Cumhuriyeti adına dış ülkelere gitmiş, Cento ve İranoloji Kongresi davetlerine katılmıştır. Türklüğü en iyi şekilde temsil etmiş; 1971'de 2500 şehinşahlık törenlerinde Şah Rıza Pehlevi'nin, kendisine gelerek; "Üstad! Mevlana Celaleddin-i Rumi Türk mü, yoksa Fars mı idi?" sorusuna karşılık olarak; "Buna benim cevap vermem gerekmez, zaten siz cevap veriyorsunuz." karşılığını vermiştir. Bunun üzerine Şah'ın "Yani nasıl?" diyerek ikinci sorusuna karşı da; "Siz zaten Rumi diyorsunuz, cevabı kendiniz verdiniz." diyerek mukabelede bulunmuştur. ESERLERİ 1) Şeyhi Divanını Tedkik, 2) Fuzuli Divanı Şerhi, 3) Divan Edebiyatında Muamma, 4) Metin Tamiri, 5) Divan Edebiyatında Tevhidler, 6) Hayali Bey Divanı, 7) Necati Bey Divanı, 8) Ahmed Paşa Divanı, 9) Zati Divanı, 10) Mevlana, 11) Mehmed Akif ve Safahat, 12) Edebi San'atlar, 13) Güneş Yaprak, 14) Kuğular, 15) Makaleler (1990) yayınlanmış olanlardır. İslam Edebiyatında Leyla ve Mecnun Mesnevisi ise yayınlanmamış doktora tezidir. Ayrıca pekçok dergi ve mecmualarda makaleler neşretmiştir. Son olarak hazırlamaya çalıştığı Edebiyat Lugatı'nı bitirmeye ömrü vefa etmemiştir. Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
  3. Ali Mümtaz Arolat (1896-1973) 1897 de, İstanbul'da doğdu. Babası Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa'dır. Galatasaray Sultanîsi'nde okurken, gönüllü olarak, Birinci Dünyâ Savaşı'na katıldı. Üç yıl sonra öğrenimine Ticaret Lisesi'nde devam ederek, oradan mezun oldu. Önce bazı yabancı bankalarda ve sonra da İş Bankası'nda çalıştı. 1967'de İstanbul'da öldü. Küçük yaşta edebiyata merak saran şâirin, daha okul sıralarında iken, Dergâh dergisinde birçok şiirleri çıkmış (1921) ve birkaç yıl sonra da bunları Bir Gemi Yelken Açtı (1926) adlı bir kitapta toplamıştır. Uzun zamandan beri imzası dergi sahifelerinde görülmemekle beraber şiiri terk etmemiş olan sanatkâr, birinci kitabından sonra yazılmış şiirlerini "Hayâl İkliminden Dönen Diyor Ki" (1960) ismi ile bir araya getirmiştir. Millî Edebiyat Cereyânı'na katılıp, hecenin ve konuşma Türkçesinin güzel örneklerini veren şahsiyetler arasında gördüğümüz şâirin şiirlerinde, ince bir melalin yanıbaşında, mûsikîyi değerlendirmek için sarf edilen sürekli bir gayretin varlığı da göze çarpar. Aşk ve tabiat temalarını işleyen şâir, başlangıçta ritme ve hayâl güzelliğine yer veren şiirler yazdı. Önceleri hece vezniyle yazarken sonra serbest nazma yöneldi. İlk şiirlerini Seza imzasıyla; Şâir, Nedim, Yeni Mecmua ve Dergah dergilerinde yayımladı. Ali Mümtaz Arolat ESERLERİ Şiir: Bir Gemi Yelken Açtı (1926), Hayâl İkliminden Dönen Diyor ki (1960). Ali Mümtaz Arolat Şiirlerinden Örnekler Bir Gemi Yelken Açtı Bir gemi yelken açtı hayâl iklimlerine, Civarından çığlıkla yorgun martılar kaçtı Rüzgâr sürüklenirken derinlerden derine; Hayâl iklimlerine bir gemi yelken açtı. Beyaz yelkenlerinde ölgün bir kızıllığın Titrek son akisleri dalgalandı belirsiz; Toplanırken göklerde bulutlar yığın yığın Hırçın bir fırtınayı düşünüyordu deniz. Ufuklarda solarken altın şafak gülleri Yabancı âlemlerden sâadetler, emeller, İhtiraslar bekliyen kimsesiz gönülleri Gizlice sıkıyordu kızgın demirden eller. En katı yüreklerinin bile bu sabah iki, Üç damla yaş kurudu solgun yanaklarında; Açılan yolcuların hepsi hissetmişti ki Bugün de erişilmez o diyâra, yarın da... Mâdem ki o iklime erişmeye imkân yok, Neden böyle vakitsiz enginlere çıkışlar? Bulutlar toplanıyor, ufukta dalgalar çok, Kış geliyor, yelkenler emin bir yerde kışlar! Yolcular diyorlar ki: -Erişmek ümidi az; Biliriz dalgaların her biri mezarlık. Belki de içimizden hiçbiri ayak basmaz , Lakin yolunda ölmek, bu da bir bahtiyarlık! Ufkun dört duvarına kanadını vurarak Rüzgâr sürüklenirken derinlerden derine, Gümüş yelkenlerini yüksekten savurarak Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine. Fatih Sürüklerken tunçtan topu mandalar Geçilirken dağlar, tepeler düzler, Padişah ordunun seyrine dalar; Sancaklar, silahlar, atlar, öküzler... Padişah düşünür ordu akarken, Sevimli gözlerle selam alır kâh; İstanbul ufkuna doğru bakarken, Bir zafer hırsıyla güler padişah Fıskiye Mehtap on beşindedir. Havuzdaki fıskiye Belki tutarım diye, Mehtabın peşindedir. Bahçenin boşluğunda Biriken sessizliği Pırıltılar deliyor. Gecenin boşluğunda Fıskiye yükseliyor. Sonra birden vurulmuş Gibi, renksiz, durulmuş Sulara inci inci Düşerek can veriyor, Fıskiyenin bu hali, Kalbe hicran veriyor. Her sevdanın sevinci, Her sevincin hayali Göz kırpılması kadar, Sonunda suya düşmek Rüzgârda dağılmak var. Havuz Uyuklayan yorgun akasyaları Koynunda titreten geniş bir havuz. Üstünde fıskiye, mehtabın sarı Rengiyle ağlıyor halsiz uykusuz... Kaç yıl fıskıyenin bu ince, uzun Suları, bükülmüş altın çiçekler Halinde, bu ölgün sessiz havuzun Üstünde sessizce dökülecekler... Biri hareketsiz, sessiz yatıyor; Birinde dinmeyen gözyaşı var. Bilsen bana neler hatırlatıyor Bu ölmüş sulara ağlayan sular. Leylekler Bu akşam sonbahar ne kadar serin, Geceyi hasretle bekliyor zaman. Üstünde hasretle leylekler uçan Beyaz perdeleri inidiriverin. Masamda düşünen eski lambayı Yakmayın odamız karanlık dursun. Gecenin ufkunda yükselen ayı Görelim perdemiz üstüne vursun. Perdemiz üstünde uçan leylekler Şimdi ay vurunca yabancı, uzak, Mavi bir iklimden kanat çırparak Geçen leyleklere benzeyecekler. O zaman unutup aşkı, hevesi, Neş'eyle çarparken yorgun kalbimiz, Göğsümüzden kopan bu coşkun sesi, Kanat seslerine benzeteceğiz. Ölüm ve Uçurumlar Bir gün kışı hatırlatan bir akşam Ruhumda son kalan mana uçacak, O gün dinlenecek vücudum ancak, Kulaklarım kurşun ve gözlerim cam. Birden örtülecek önümde dünya Bir anda silinip yakın uzaklar Beni tahtalara uzatacaklar; Bitecek yaşamak, bu yarım rüya. Her dakika biraz daha kırılan Kalbim parçalanmış, yazık, içimde. Artık ıstırap yok, artık içimde Çöreklenmiyecek hergün bir yılan. Kapatacak bana aşina bir el Gözlerimi kesik hıçkırıklarla Oh, kalbe batmayan bu kırıklarla Her yasa yabancı kalmak ne güzel!.. Seneden seneye ve ağır ağır Gömüleceğim ben de ine ine Hareketsiz ve kör, dilsiz ve sağır, Boş bir karanlığın derinliğine Vazo Kartaca'dan dönen bir Fenikeli, Kimden ilham almış, ne maharetle, Hangi topraktan ve hangi aletle, Nasıl da yaratmış sanatkar eli? Uzun yolculuktan dönerken geri, Gözleri fer alıp sudan, ateşten Vazoda meze etmiş batan güneşten Akdeniz'e vurup solan renkleri. Bir kasırga gibi geçen asırlar Mezar olup şana, servete,taca; Yıkıldı Fenike, yandı Kartaca; Konuştu karanlık ve dilsiz sırlar. Vazo, hayalinde eski ihtişam, Tadıyor, renginde parlarken kini, İşe yaramadan durmak zevkini. Zamandan alıyor böyle intikam. Türk Dili ve Edebiyatı
  4. Ali Ekrem Bolayır (1867-1937) Şâir. İstanbul'da doğdu. Namık Kemâl'in oğludur. Babasının mutasarrıf olarak bulunduğu Rodos ve Sakız adalarında özel dersler gördü. 1887'de İstanbul'a geldi. Sultan II. Abdülhamid devrinde Mabeyn kâtibi oldu. 18 yıl sonra Kudüs mutasarrıfı oldu (1906). Beyrut (1908) ve Cezayir valiliğinde bulundu (1908,1912). Dârülfünûn'da, Maltepe Askerî Lisesi ile Galatasaray'da edebiyat dersleri verdi. 1913-1933). 27 Ağustos 1937'de İstanbul'da öldü. Kabri, Zincirlikuyu Mezarlığı'ndadır. Servet-i Fünûn devri şairlerindendir. Küçük yaşta şiir yazmaya başlamıştır. İlk şiirlerini Mirsâd, Maârif ve Malûmat dergilerinde neşretti. 1896'da Servet-i Fünun topluluğuna katıldı. Bu derginin Yunan harbi münâsebetiyle çıkardığı Özel sayısında yer alan "Vasiyet" isimli şiiri ile tanındı. Tevfik Fikret'in, bir makalesini değiştirmesine kızarak topluluktan ayrıldı. Şiirinde -Fikret gibi- nazmı nesre yaklaştırma, halkın hayâtını anlatma, realist şiir yazma gayreti içindedir. Üslûbu ile Mehmet Akif'e rehberlik etmiştir, Çanakkale ve İstiklâl Savaşı yıllarında millî kahramanlık şiirleri yazdı. Hece veznini denedi. Edebiyat tarihi, tiyatro ve çocuk edebiyatı ile ilgili eserleri de vardır. Ali Ekrem Bolayır Eserleri Şiir: 1. Kasîde-i Askeriyye (Namık Kemal'in Hürriyet Kasîdesi'ne nazîre, 1908), 2. Kırmızı Fesler (Hiciv), 3. Ruh-i Kemâl (1909), 4. Zılâl-i İtham (1909), 5. Çocuk Şiirleri (1917), 6. Ordunun Defteri (Nazım-nesir karışık millî şiirler, 1918), 7. Şiir Demeti (Çocuk şiirleri, 1925), 8. Vicdan Alevleri (1925), 9. Tâir-i İlâhî (Basılmadı). Diğer: 1. Namık Kemâl (1930, 2. Lisanımız (1937), 3. Bâriâ (Tiyatro eseri denemesi, 1908) vb.
  5. Legendary şurada bir başlık gönderdi: Yazar-Şair Biyografileri Forumu
    ALEV ALATLI 1944'de, İzmir'de dünyaya geldi. Ankara'da başladığı ilkokulu, babasının mesleği dolayısıyla ülkenin muhtelif okullarında tamamladı. Ortaokuldan sonra da babasının ateşemiliter olarak Tokyoya gönderilmesi Alev Alatlı'nın da Tokyo macerasını başlattı. Lise'yi Amerikan Kolejinde bitirdi. Daha sonra Türkiye'ye döndüler ve Alatlı üniversiteyi de Ortadoğu Teknik Üniversitesi Ekonomi-İstatistik bölümüne girdi. Üniversite'yi bitirdikten sonra yüksek lisans yapmak üzere Amerika'ya gitti. Daha sonra doktorasını Felsefe üzerine verdi. Alatlı bu dönemde ilgi duymaya başladığı Düşünce Tarihi ve İlahiyat üzerine Türkiye'ye döndüğünde 5 yıl araştırmalar yaptı. Bu dönemde İstanbul Üniversitesi ve DPT'de görev aldı. Daha sonra Universty of California, Berkeley'in Türkiye'de yürüttüğü bir psiko-dilbilim projesinin İstanbul ayağını üstlendi. Cumhuriyet Gazetesi ile ortak "Bizim English" isimli, Türkçe temelli bir İngilizce öğretim dergisi çıkardı. YAZKO yazarlar kooperatifinde görev aldı. 1984 yılında hep yapmak istediği bir işi yapmak için eve çekildi ve yazmaya başladı. Basılan ilk romanı "Yaseminler Tüter mi Hala?" Ocak, 1985'de çıktı. "Yaseminler Türer mi Hala?" Eleni olarak doğan, Naciye'ye dönüşen, Türk kocasına dört çocuk doğurduktan sonra Eski Hisar göçmeni bir Anadolu Rum'u ile evlenen bir kadının sahiciye yakın hikayesidir. İkinci kitabı, "İşkenceci" bir yıl sonra geldi, 1986. Burada da "şiddet"i ve şiddetin türevi "işkence"yi irdeledi - Türkiye toplumunun şiddete yatkınlığına işaret etti. Yazar bu eserden sonra Türkiye Psikoloji de denilebilecek eserler meydana getirmeye başladı. Bu bağlamda "Or'de kimse varmı?" adlı dört ciltlik kitabını yayımladı. Yazar bu kitap hakkında şunları söylüyor: "Or'da kimse var mı? Benim sorduğum bir soruydu. Bu düşündüklerimi sadece ben mi düşünüyorum diye bir soru. Gördük ki, hayır, kitap 1992'de basıldı, o zamandan beri her yıl sessiz sedasız yeni bir baskı yapıyor. Or'da ne çok insan varmış, meğer! Dörtlü, 1970-1990 arası Türk ruhunun cenklerini anlatır - sosyalizmle, sosyal demokrasiyle, ülkücülükle, İslamiyetle, Kürtçülükle cenklerini. Bu arada da trajik bir kadın, Günay Rodoplu, kimselere dert anlatamadan ömrünü tamamlar. Dert anlatamadan, çünkü Günay Rodoplu, hiç farkında değildir ama "fuzzy"dir. "Fuzzy" yani çokdeğişkenli mantık, yani, yeni fizik, yani kaos teorisi, Kelebek Etkisi. "Hem solcuyum hem de sağcı" dediği için dışlanmış, ne Şiran'a ne de Selahattin'e yar olamamıştır, mesela. Zamanın toplumu "Holistic" ya da "bütüncül" düşünceden çok uzaktır onun için kadına kıyarlar." Yazarın son kitabı iki ciltlik "Schrödinger'in Kedisi". Kitap "2035 Türkiye'sine dair, fütüristik bir bilim kurgu değil, bilimi temel alan kurgu" olarak değerlendiriliyor yazar tarafından. Dinden, eğitime, ekonomiden, aile yaşamına kadar, bilimdeki yeni gelişmeler ışığı altında ülkemize neler olabileceğini anlatıyor kitap. Alev Alatlı Eserleri Roman: Yaseminler Tüter Mi Hala? (1985) İşkenceci (1986) Kadere Karşı Koy A.Ş. (1995) Or'da Kimse Var mı? 1. Viva La Muerte (Yaşasın ölüm) (1992) 2. Nuke Türkiye (1993) 3. Valla Kurda Yedirdin Beni (1993) 4. O.K. Musti Türkiye Tamamdır (1994) Schrödinger'in Kedisi 1. Kabus (2001) 2. Rüya (2001)... Gogol'un İzinde 1. Aydınlanma Değil Merhamet!. 2. Dünya Nöbeti (2005) 3. Eyy Uhnem Eyy Uhnem (2008) İnceleme-Deneme: Aydın Despotizmi (1986) Eylül 1998 Hayır Diyebilmeli İnsan (2005) Şimdi Değilse Ne Zaman. Hollywood'u Kapattığım Gün (2009) Ayrıca yazarın internet sitesi tartışma grubuyla birikte hazırladığı "Safsata Kılavuzu" isimli bir kitabı vardır. (Ocak 2001, Boyut Yayınları.
  6. Aka Gündüz (1886-1958) Son devir hikaye ve romancısı; şair ve gazeteci. 1886 yılında Selanik'e bağlı Katerina ile Alasonya kasabaları arasındaki bir dağ köyünde doğdu. Asıl adı Enis Avni'dir. Önceleri Enis Avni, sonraları ise, Aka Gündüz adıyla eserler verdi. İlk tahsilini Serez'de İncili Mektebde ve Selanik'deki Şemsi Hoca Mektebinde tamamladı. Bir müddet Selanik Askeri Rüşdiyesine devam ettiyse de 1896 Yunan Harbi esnasında Eğrikapı Rüşdiyesine nakledildi. Daha sonra İstanbul'a gelerek Mekteb-i Sultanisinin idadi kısmı, Edirne Askeri İdadisi ve Kuleli Askeri İdadisinde okudu. Hastalığı sebebiyle Harbiyenin ikinci sınıfından ayrıldı. Paris'e giderek bir müddet Güzel Sanatlar Okulu ve Hukuk Fakültesine devam etti. Ancak hiç birini bitiremeden üç yıl sonra geri döndü. 1910 yılında Selanik'e sürgün edildi. Adana'daki Ermeni olayları üzerine oraya tayin olunan Bahriye Nazırı Cemal Paşanın maiyetinde on dört ay Vilayet Meclisi İdare Başkatibi olarak çalıştı. Aka Gündüz, 31 Mart Vak'ası üzerine gönüllü yazıldığı Hareket Ordusuyla İstanbul'a geldi. İşgal kuvvetleri tarafından Malta'ya sürüldü. Ankara Hükumetinin teşebbüsüyle yurda döndü. Cumhuriyetten sonra 1932 - 1946 yılları arasında milletvekili oldu ve Kasım 1958'de Ankara'da öldü. 1920 yılında Alay Dergisini çıkardı. Çocuk Bahçesi ve Genç Kalemler dergilerinde çıkan yazılarıyla dikkati çekti. Sade dil görüşüne bağlı olup Milli Edebiyat akımı içinde yer almıştır. Eserlerinde millet sevgisinin neticesi olarak geniş halk zümreleri ile bunların ızdırabları işlenmiştir. Cümleleri ateşli ve kısadır. Eserleri hayat tecrübesini verir. Yetmişe yakın eseri vardır. Aka Gündüz ESERLERİ: Türk Kalbi (hikaye, 1911), Türk'ün Kitabı (hikaye, 1911), Kurbağacık (hikaye, 1919), Dikmen Yıldızı (roman, 1927), Odun Kokusu (roman, 1928), Tank-Tango ( roman, 1928), Hayattan Hikayeler (hikaye, 1928), İki Süngü Arasında (roman, 1929), Yaldız (roman, 1930), Çapkın Kız (roman, 1930), Aysel (roman, 1932), Ben Öldürmedim (roman, 1933), Onların Romanı (roman, 1933), Kokain (roman, 1935), Üvey Ana (roman, 1935), Üç Kızın Hikayesi (roman, 1933), Aşkın Temizi (roman, 1937), Çapraz Delikanlı (roman, 1938), Zekeriya Sofrası (roman 1938), Mezar Kazıcılar (roman, 1939), Giderayak (roman, 1939), Yayla Kızı (roman, 1940), Bebek (roman, 1941), Bir Şoförün Gizli Defteri (roman, 1943), Eğer Aşk... (roman, 1946), Sansaros (roman, 1946), Bir Kızın Masalı (roman, 1954)
  7. Ahmet Yesevi (?-1166) Batı Türkistan'ın Sayram şehrinde doğmuş ve tasavvufi marifetleri Buhara muhitinde edinmiş bulunan Hoca Ahmed Yesevî, tarikat kurucusu, şair ve din büyüğü olarak Türk dünyasının manevî hayatını etkilemiş nâdir kişilerdendir. Bilhassa Sır-derya çevresinde, Taşkent dolaylarında, Seyhun ötelerindeki bozkırlarda yasayan köylü ve göçebe Türklerin kendisine ve onun tasavvufi tarikatı Yesevîliğe olan tutkunluklarından ötürü, tarihî şahsiyeti efsaneler altında gizlendi, kimliği menkıbelere karıştı. Hayati hakkında bilgilerimiz çok azdır, hakkındaki menkıbeler ise cildler dolduracak zenginliktedir. Kendisini bugün bile Şeyh Ahmed Yesevî'ye ve Yeseviliğe mensup sayan halk zümreleri Orta Asya'da mevcuttur. Tunceli çevresinde yaşayan bir kısım Şii Türk halkı bunların Anadolu'da kardeşleridir. Ahmed Yesevi, İbrahim adında bir şeyh olan babasını yedi yaşında iken kaybetti. Ablasıyle birlikte, Türk geleneğinin Oğuz Han'ın başkenti olarak gösterdiği Yesi şehrine göçtüler. Burada ilk tasavvuf terbiyesini Arslan Babadan aldı. Sonra Buhara'ya giderek zamanın en büyük âlim ve mutasavvıflarından ders gördü. Çağının en meşhur sofisi Şeyh Yusuf-ı Hemedani'nin müridi olarak, onun muhabbetini kazandı, Nitekim şeyhi öldükten bir müddet sonra onun postuna da geçti Sonra Yusuf-ı Hemedani' nin eski bir işaretini hatırlayarak Yesiye döndü, ölünceye kadar orada yaşadı. Tesirleri büyük oldu. Göçebeler gibi şehir halklarını ve okumuşları da manevî nüfuzu altına aldı. Halis göçebe Türkmen muhitinde bu ulu Yeseviye tarikatı, beklenmeyecek hızla yayıldı, Seyhun kıyılarından Hârzem bozkırlarına, Asya sahralarına ulaştı. Moğol istilâsı ile Horasan, İran, Azerbaycan Türkleri arasına geçti. İlk fetihlerle birlikte Alp-erenler, Horasan Erenleri olarak Anadolu'ya girdi. 13. yüzyıl içinde Anadolu'da görülmeye başlayan Bektaşîlik, Babaîlik, Haydarîlik hep o millî Yesevîlik tarikatından çıkmış kollardır. İleride Yunus Emre'nin gaybdan gönderilmiş mürşidi sayılacak olan Hacı Bektaş ile aynı zamanda dinî destan kahramanı olan Sarı Saltuk, sonra Anadolu Ahiliğinin, pirî-mürşidi sayılan Ahi Evren, Osman Gazi'nin ermiş kayınbabası Ede-Balı, Orhangazi'nin mürşidi Geyikli Baba ve daha niceleri... Ahmed Yesevî'nin Anadolu'ya, manevî fetihler için yolladığı, menkıbelerle destekli gerçekler hâlinde söylenen müritleri, akıncıları, halifeleridir. Meselâ İslâmi destanlar arasında yer alan Saltuk-name'de, Anadolu ve Rumeli'de bütün Türkistan ve Turan'ın hatta bütün İslâm âleminin şaşılacak bütünlük ile birleştirileceği görülecektir. Anadolu fethinin manevî tasarımını yapan Ahmet Yesevi' nin nurlu çehresi, bu tabloda elbet görülmektedir. Hoca Ahmed, inandığı fikirleri yaşayan bir mürşitti. Tanrı vb Peygambere büyük aşkla bağlı olduğu gibi soy ahlâkının yiğitlik, vefa, doğruluk hasletlerini de ruhuna kılavuz edinmiştir. Ömrü boyunca günah işlememek, yalan söylememek, hata etmemek gayreti göstermiştir. Hazret-i Muhammed'e tutkunluğu dolayısıyle onun yaşadığı yıllardan fazla yaşamak istemediği söylenir. Peygamber, 63 yaşında vefat ettiğine göre, o da 63 yaşma gelince kendisine yer altında bir hücre kazdırmış, kalan ömrünü, günsüz güneşsiz, orada tamamlamıştır. 120 yıl yaşadığı rivayet edilen Ahmed Yesevi'ye bugün de Türkistan'ın manevî büyüğü anlamına Hazret-i Türkistan derler. Mevlâna'ya, Anadolu'nun büyüğü anlamına: Hazret-i Rûm denildiği gibi. Yesevi'nin Türkistan'daki camii üzerinde şu ayet yazılıdır: "Gaybın anahtarı O'ndadır. O'ndan başka kimse bilmez." Ahmet Yesevî tasavvufun, nefsi körletmek, tevazu, dünya malını hor görmek, soy ve din gözetmeksizin bütün insanları eşit saymak gibi yüksek görüşlerini, aklı ve fiiliyle benimsemiş, dervişliğin, kanaatin, fazilet ve değerini, dinî ahlâkî öğütleri, peygamber ve evlâdına olan muhabbetini, dünya zevklerine düşkünlüğün zararlarını, Hikmetler nasihatlar hâlinde, mantık gücü ve îman kuvvetiyle yaymıştı. Samimî inanç ve davranışlarına hayran olan halk, ona çok bağlandı. Dünyada ve ahrette azîz saydı. Onu erenler katma çıkarıp şanına efsaneler donattı. Anadolu ve Türkistan evliyaları Hoca Ahmed'i Pir saydılar. Öldükten 200 yıl sonra bile şöhreti ne kadar büyük olmalı ki, Timur Han, onun Yesi'deki mezarı üstüne, mimarlık şaheseri bir türbe yaptırmak lüzumunu duydu. Türbe, cami ve hânıkah'tan ibaret Yesevî makamı, hem din hem sanat abidesi olarak, bugün de Türkistan'ın en kutsal ziyaret yerlerindendir. Ahmed Yesevi'ye ait olduğu söylenen "Divan-ı Hikmet" adlı bir eser mevcuttur. Ancak, bu divanda toplanan Hikmetlerin bir kısmı Ahmed Yesevi'nin olsa bile, zamanla türlü Yesevî dervişlerine ait parçaların o kitapta toplandığı, dil ve anlatış farklarından anlaşılmaktadır. Zaten ellerdeki en eski Divan-ı Hikmet yazmaları 17. yüzyıldan önceye gitmemektedir. Bu bakımdan onların 12. asırda yazılmış hikmetlerin tıpkısı olduğunu söylemek de zordur. Zaten Ahmed Yesevî şairlik iddiasında değildir. Yalnız, fikir ve duygularım halka daha iyi öğretebilmek için manzum hikmetler tarzını seçmiştir. Dervişleri ve halifeleri de yüzyıllar boyunca onun izinden giderek benzer parçalar yazmışlardır. Divan-ı Hikmet'e Yesevî tarikatı mensuplarının ortak eseri gözüyle bakılabilir. Divan-ı Hikmet'teki parçaları dilber ve şarabı öğen öteki şiirlerden ayırdedebilmek için Hoca Ahmed'in bu manzumelerine Hikmet adı verilmiştir. Bunların çoğu kuru öğretici mahiyette lirizm ve heyecandan uzak parçalardır. Biçim yönünden Hikmetler: a) Türk nazım birimi olan dörtlüklerden kurulmuş Koşma nazım şekli ile; B-) hece vezniyle (çoğu 4+4+4-12, bazen 4+3=7 kalıbiyle; c) Halk şiirinde çok görülen, redifle pekiştirilmiş yarım kafiyeler çok kullanılarak; ç) Arapça ve Farsçanın biraz karıştığı fakat sade bir Doğu Türkçesi ile yazılmışlardır. Ancak gazel ve mesnevi nazım şekliyle yazılmış Hikmetler de az değildir. Muhteva yönünden Hikmetlerin fikir ve duygu tarafı kuvvetli ama coşkunluk ve lirizm yönü eksiktir. Fikir olarak, şeriat ve tarikat görüşlerini birbirlerine zıt düşürmemiş, bunları kaynaştırmıştır. Dinde hoca, tasavvufta evliya sayılışının bir sebebi de budur. Bilhassa Özbek ve Kazak Türkleri arasında tutunan ve türlü kılıklar altında Türk dünyasına (Anadolu'ya da) yayılmış olan Yesevilikte, İslâmiyetin ve tasavvufun eski Türk boy ve soy gelenekleri ile sımsıkı kaynaştığı, az da olsa Şamanlık ve Budizm'den bazı esintilerin tarikat kalıbına döküldüğü görülmektedir. Dergâhta kadın ve erkeklerin birlikte zikretmeleri, sığırların kurban edilmesi Yesevilikte yadırganan şeyler değildir. Ayrıca kötülerin hayvan şekline sokulacağı, iyilerin türlü kuşlar biçimlerine girerek uçacakları gibi bazı söylenti inanışlar da şüphesiz bazı eski kültürlerden sızıp gelmiş olsa gerektir. Ahmed Yesevî, hem yüksek şahsiyeti, hem büyük teşkilâtçılığı, hem de Hikmetleri ile Türklük dünyasının her tarafına, dolaylı veya açık tesirleri görülmüş nâdir büyüklerimizden biridir. (Aşağıdaki hikmette, veli şairin hayatını ve samimi inancını anlatmakta söylemekte ve bilhassa 63 yaşında ölen Peygamber Efendimizden daha fazla yaşamayı, sevgisine aykırı bulduğu için o yaşta yer altına girişini hikâye etmektedir.) HİKMET Ol Kadirim kudret birlen nazar kıldı Hurrem bolup yir astıga kirdim muna Garip bendeng bu dünyadan güzer kıldı Mahrem bolup yir astıga kirdim muna Zâkir bolup, şâkir bolup Hak'nı taptım Şiyda bolup, rüsva bolup candın öttim Andın songra vahdet meydin katre tattım Hemdem bolup yir astıga kirdim muna Altmış üçke yaşım yitti bir künçe yok Vâ-dirigâ, Hak'nı tapmay könglüm sınuk Yir üstide, sultân min tip, boldum uluk Pür gam bolup yir astıga kirdim muna Başım tofrak, cismin tofrak, özim tofrak Köydüm yandım, bola'Imadım hergiz afak Hak vaslıga yiter min tip ruhum müştak Şemnem bölüp yir astığa kirdim mene (Ahmet Yesevî; Divan-ı Hikmet) 1) Benim Tanrım Kudret ile bir baktı- Mesut olup yer altına girdim işte- Garip kulun bu dünyadan geçti gitti - Sırdaş olup yer altına girdim işte. 2) Zikrederek, şükrederek Hakk'ı buldum - Âşık olup, kınanarak candan geçtim - Ondan sonra "teklik" içkisinden bir damla tatdım. - Peygamber'e yoldaş olup yer altına girdim işte. 3) Yaşım altmış üçe yetti, bir gün yaşamamış gibiyim - Ah yazık! Tanrı'ya varmayan gönlüm kırık - Yeryüzünde "sultanım" diye ululanırken Gamla dolup yer altına girdim işte. 4) Başım toprak, cismim toprak, özüm toprak - Yandım yakıldım da yine tertemiz olamadım - Tanrı'ya kavuşacağım diyen ruhum özlem içinde - şebnem olup yer altına girdim işte. Kaynak: Türk Edebiyatı Cilt 2/ Ahmet Kabaklı
  8. AHMET VEFİK PAŞA (d. 3 Temmuz 1823, İstanbul – ö. 2 Nisan 1891, İstanbul) Osmanlı devlet adamı, diplomatı ve oyun yazarı. Türkçülük hareketinin öncülerinden. İki defa Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanı) yaptı, 4 Şubat 1878 - 18 Nisan 1878 ve 1 Aralık 1882 - 3 Aralık 1882 tarihleri arasında iki defa Başvekillik (Sadrazamlık, Başbakanlık) görevine getirildi. Bursa valiliği sırasında bu kentte bir tiyatro yaptırmakla ün kazanmış ve ismi Bursa ile özdeşleşmiştir. 3 Temmuz 1823’de İstanbul’da doğdu. Hariciye Nezareti memurlarından Ruhittin Efendi’nin oğludur. 1831 yılında İstanbul’da başladığı eğitimini, babasının görevi nedeniyle gittiği Paris’te Saint Louis Lisesi’nde tamamladı. Paris’te bulunduğu süre içinde Fransızca’yı anadili gibi öğrendi ve 1837’de yurda döndüğünde tercüme odasında çalıştı. 1840’da elçilik katibi göreviyle Londra’ya gitti ve İngilizce öğrendi. Sırbistan, İzmir, Eflak ve Boğdan’da görev yaptıktan sonra 1842'de İstanbul’a döndüğünde başmütercim olarak tercüme odasında görev aldı ve Devlet Salnamesi (Yıllığı) hazırlanmasında görevlendirildi. İlerleyen yıllarda çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Tahran’a elçi olarak atanarak Fars dilini ve İran tarihinin kökenlerini öğrendi. Elçilik binalarına bayrak asma adetini getiren, Tahran’da elçi iken elçilik binasını Osmanlı Devleti toprağı olarak ilan edip bayrak çektiren Ahmet Vefik Paşa olmuştur. 1857’de kısa bir süre için Adalet Bakanlığı görevine getirildi. 1860’ta Paris büyükelçisi, 1861’de Bursa’da Evkaf Nazırı oldu. Halkın şikayetleri üzerine Bursa’daki görevinden alınarak yıllarca resmi bir görev verilmedi, bu süre içinde Türk tarih ve edebiyatına yeni eserler ve tercümeler kazandırdı. 1872’de birinci defa olarak Maarif Nazırı oldu ama 1873’de görevden alındı. Kısa bir süre Edirne Valiliği yaptı. 1878’de tekrar Maarif Nazırı, daha sonra da Başvekil oldu ama görevden alındı. 1879-1882 yılları arasında Bursa valisi olarak görev yaptı, tekrar başvekil atandı ama 3 gün sonra görevden alındı. Ölümüne kadar Rumelihisarı’ndaki evinde ilmi ve edebi çalışmalar yaptı. 2 Nisan 1891’de İstanbul’da ölmüştür, mezarı Rumelihisarı mezarlığındadır. İlk Türkçe sözlüklerden biri olan Lehçe-i Osmani'yi hazırlayan, Türk tarihinin Osmanlı ile başlamadığını gündeme getiren ve savunan Ahmet Vefik Paşa, bazılarına göre Osmanlı Türkleri’nin ilk Türkçüsüdür. Fezleke-i Tarih-i Osmani (Kısa Osmanlı Tarihi) ve Hikmet-i Tarih (Tarih Felsefesi) adlı tarih eserleri vardır. Şecere-i Türki isimli eseri Çağatay Türkçesi'nden Osmanlı Türkçesi'ne çevirmiştir. Bursa valiliği sırasında bugün kendi adıyla anılan bir tiyatro yaptırdı. Moliere’in 16 eserini uyarladı, Victor Hugo ve Voltaire’in eserlerini tercüme etti. Ahmet Vefik Paşa, tiyatroda, Tomas Fasulyacıyan Kumpanyasına kendi tercüme ve adaptasyonlarını oynattırır, her gün provalara gider, bir rejisör gibi oyunla ilgilenir ve memurları oyunu izlemeye mecbur tutardı. Bu tür hareketleri yüzünden tuhaf bir adam olarak tanındı. ESERLERİ Lehçe-i Osmani (Türkçe Sözlük) Fezleke-i Tarih-i Osmani (Kısa Osmanlı Tarihi) Hikmet-i Tarih (Tarih Felsefesi) Şecere-i Türki (Tercüme) Moliere'in 16 eserini tercüme etmiştir. Türk Dili ve Edebiyatı
  9. Ahmet Turan Alkan (1954, Sivas) 1954 yılında Sivas'ta doğdu; İlk, orta ve lise eğitimi bu şehirde tamamladıktan sonra 1972 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdi; bu fakültenin Siyaset ve İdare bölümünden 1977 yılında mezun oldu. İlk köşe yazısını 1974 yılında, Sivas'ta çıkan mahalli Anadolu gazetesi'nde yayınladı. Sivas Ülkü Ocakları Derneği tarafından dört sayı yayınlanan "Pusat" isimli "bülten-dergi"ye emeği geçti; 1976-77 tarihleri arasında "Fedai" adlı haftalık dergiyi yönetti ve yayınladı.O yıllarda öğrenci olaylarının yoğunluğu sebebiyle fakülteye devamda zorluklarla karşılaşınca Sivas'ta yeniden yayınlanmaya başlayan "Hadiselerle Hakikat" gazetesi'nin yazı işleri müdürü olarak çalışmaya başladı; bu gazetede, sadece yazı işlerinde değil, bir gazetenin ve matbaanın gerektirdiği hemen her işte bilfiil tecrübe edindi. 1978 Yılında Ankara'da yayınlanan Hasret ve Genç Arkadaş dergilerine kısa süre katkıda bulundu. Mezun olduktan sonra Sivas'a dönen yazar, Hakikat gazetesinde kadrolu fikir işçisi olarak iki yıl kadar çalıştıktan sonra 1980'de askerlik hizmeti için Tatvan'a gitti. 1982 başında askerliğini tamamlayarak Sivas'ta bir muhasebe bürosunda üç yıl çalıştıktan sonra 1985 yılında Cumhuriyet Üniversitesi'ne göreve başladı. Yüksek Lisans ve Doktorası'nın tamamlayarak İİBF Kamu Yönetimi bölümünee öğretim üyesi atandı. 1989 Yılında düzenli olarak başladığı yazarlık hayatı süresince muhtelif gazete ve dergilerde denemeleri yayınlandı; 19 basılı eseri bulunan yazar, halen Zaman Gazetesi'nde ve Aksiyon dergisinde yazı hayatına devam ediyor. 2008 yılında Cumhuriyet Üniversitesi'nden emekli olarak akademik kariyerini noktalayan Ahmet Turan Alkan, aynı yıl İstanbul Üsküdar semtine taşındı. Ahmet Turan Alkan Eserleri 1.Birinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Cedit Yayınları, Ankara, 1993, (Doktora tezi) 2. İstiklâl Mahkemeleri, Ağaç (Alternatif Üniversite) Yayınları, İstanbul, 1993 3. Doğu ve Batı Karşısında Cemil Meriç, Akçay Yayınları, Ankara, 1994, (Yüksek lisans tezi) 4.Yatağına Kırgın Irmaklar, Ötüken Yay., İstanbul, 1997. 5.Altıncı Şehir Üniversite yılları sayılmazsa hep Sivas`ta yaşamış ve sevdiği şehri bütün hurda teferruatı ile tanımış bir aydın olan Ahmet Turan Alkan, folklorla sınırlı kalmayıp Türkiye`de yaşanan büyük değişmeyi Sivas bazında incelemiş olmak bakımından diğer şehir tarihçilerinden ayrılır. Altıncı Şehir, bu bakımdan sadece Sivas`ın değil, bütün Türkiye`nin hikâyesidir. 6.Ateş Tecrübeleri Ahmet Turan Alkan, bir prototip, bu toprağın değerlerine sımsıkı bağlı, fakat ufku sonsuzluk ölçeğinde açık, içinde yaşadığımız çağın ve Türkiye`nin bütün meselelerini derinliğine kavramış yeni Türk aydınının prototipi. Ateş Tecrübelerinde bunu göreceksiniz. 7.Üç Noktanın Söylediği Üç noktanın ima ettiğini, yeri gelir, bütün bir edebiyat şerhten âciz kalır. Nokta dediğimiz, adı üstünde noktadır işte. Geometrinin başlangıç yeri, sözün sonudur. "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttılar" sözü, size noktanın basitliğinde gizlenen olgunluk ve mükemmeliği çağrıştırabilirse de, sıradan üç noktanın ima ettiği mutlaka daha fazla birşeydir. Çünkü üç nokta arasındaki mesafaye kendinizi koyabilirsiniz; hayalhanenizi, hislerinizi ve tasavvurlarınızı. Üç noktalık bir hacmi siz inşa eder ve orada kendinizi tarif edebilirsiniz. 8.Ubeydullah Efendi`nin Amerika Hatıraları Sıradışı Bir Jön Türk Ahmet Turan Alkan İletişim Yayınevi / Anı Dizisi Ubeydullah Efendi (1858 - 1937), sarıklı-cübbeli bir Jön Türk`tü. Onun çelişkilerle dolu kişiliği, Jön Türkler`in türdeşlikten ne kadar uzak oldukları hakkında fikir vericidir. II. Abdülhamid, Ubeydullah Efendi`yi (bugünkü Libya`nın güneyinde, Büyük Sahra`da bulunan) Taif`e sürmüş, İttihat ve Terrakki ise İkinci Meşrutiyet`te üç defa mebus seçtirmişti. Ubeydullah Efendi ayrıca hapse de girdiği ("Sultan Hamid devrinde bir buçuk sene hapis, beş bucuk sene nefiy, on sene kaçak olduğumuz için tecrübe-i didegandan sayılıyoruz") Abdülhamid döneminde sultana jurnaller vermiş, İttihatçıları kıyasıya eleştirmiştir. Mütareke`de (iki kere) Malta`ya sürülmüş, Cumhuriyet`te Beyoğlu Evlendirme Memuru olmuştur. 1931 ve 1935`te, dönemin tek partisi CHP`nin Beyazıt milletvekilliğinde bulunmuştur.
  10. AHMET TELLİ 1946’da Çankırı’nın Eskipazar ilçesinde doğdu. Hasanoğlan ve Pazarören öğretmen okullarında eğitim gördü. Bir dönem köy öğretmenliği yaptı. Ardından Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. Anadolu’da çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı. 12 Eylül’den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı. 1960 sonrası toplumcu gerçekçi şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün şairlerden. İsmet Özel'den sözcük seçimi ve ses tonu bakımından etkilendi. Romantik ve başkaldırıcı şiiriyle bir yandan da Attilâ İlhan'a yakın durduğu söylenebilir. ESERLERİ Şiir kitapları Yangın Yılları (1979) Hüznün İsyan Olur (1979) Dövüşen Anlatsın (1980) Saklı Kalan (1981) Su Çürüdü (1982) Belki Yine Gelirim (1984) Çocuksun Sen (1994) Kalbim Unut Bu Şiiri (1994) Barbar ile Şehla (2003) Diğer Eserleri Ben Hiçbir Şey Söylemedim (2001) Sulara mı Yazıldı (2001) Buradayım Sözümde (2005) ÖDÜLLERİ 1980 Toprak Şiir Ödülü Hüznün İsyan Olur kitabı ile (Metin Altıok’la paylaştı) 1982 Yazko Şiir Özendirme Ödülü Saklı Kalan ile
  11. Ahmet Taner Kışlalı 10 Temmuz 1939’da Tokat’ın Zile ilçesinde doğdu, 21 Ekim 1999’da Ankara’da yaşamını yitirdi. İstanbul'da Kabataş Lisesi'ni bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Yenigün Gazetesi’nde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1968-1972 arasında öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1967’de Paris Hukuk Fakültesi’nde doktorasını verdi. 1988’de profesör oldu. 1977’de Cumhuriyet Halk Partisi’nden 5. Dönem İzmir Milletvekili seçildi. Bülent Ecevit tarafından kurulan 42. Hükümet’te 1978-1979 arasında Kültür Bakanı olarak görev aldı. 12 Eylül sonrasında politikayı bıraktı, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde siyaset bilimi dersleri verdi. Cumhuriyet Gazetesi’nde "Haftaya Bakış" adlı köşesinde günlük yazılarını sürdürdü. 21 Ekim 1999 Perşembe günü, Ankara’da evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu can verdi. ESERLERİ Forces Politiques dans la Turquie Moderne (AÜ SBF Yayınları, 1968) Öğrenci Ayaklanmaları (1974) Siyaset Bilimi (İmge Kitabevi Yayınları, 1994 -3 baskı) Kemalizm Laiklik ve Demokrasi (İmge Kitabevi Yayınları, 1994 -3 baskı) Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği (İmge Kitabevi Yayınları, 1.-4. baskı: 1993) Seçimsiz Demokrasi (1995) Bir Türkün Ölümü (1997) Ben Demokrat Değilim (İmge Kitabevi Yayınları, 1999 -2 baskı)
  12. Ahmet Şuayip (İstanbul, 1876-1910). Eleştirmen, hukukçu. Fatih Rüştiyesi ve Vefa İdadisi 'nden sonra Mektebi Hukuk'u bitirdi. Burada Sadrazam Hakkı Paşa'nın yardımcısı olarak idare ve devletler hukuku okuttu. Maarif Meclisi üyeliği, ilköğretim genel müdürlüğü, İstanbul milli eğitim müdürlüğü, Divan-ı Muhasebat savcılığı görevlerinde bulundu. Gecikmiş bir apandisit ameliyatı sonucu 34 yaşında öldü (1910). Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve Mehmet Cavit'le Ulum-i iktisadiye ve İçtimaiye Mecmuasını çıkardı (1908-1910). Hukuk-i idare ve Hukuk-i Umumiye-i Düvel kitapları ölümünden sonra arkadaşları tarafından yayımlandı. Edebiyat dünyasında Servetifünun dergisinde çıkan haftalık yazılarıyla tanındı. Edebiyat yapıtlarını inceleyip değerlendiren Esmar-ı Matbuat, Hayat ve Kitaplar, Ulum-i Siyasiye ve İçtimaiye genel başlıkları taşıyan yazılardan bazıları Edebiyat-ı Cedide Kütüphanesi yayınları arasında Hayat ve Kitaplar adıyla yayımlandı (1901). Hyppolite Taine, Gustave Flaubert, Gabriel Monod, Ernest Lavisse, Niebuhr, Ranke ve Mommsen'i yaşam öyküleri, yapıtları, düşünceleriyle ayrıntılı biçimde inceleyen kitabı, bilimsel eleştirinin oluşması yolunda Türkiye'deki bilgi birikimine katkıda bulundu. Yazar, içinde yer aldığı Servet-i Fünun akımının getirdiği yenilikleri eleştirel bakışla değerlendirmiş, ele aldığı yapıtların özelliklerini belirlemişti. Servet-i Fünun yazarlarını eski edebiyat yandaşlarına karşı savunurken kendi arkadaşlarının bireyci tutumu, kötümser dünya görüşünü vermekten de çekinmedi. Ahmey Şuayip Başlıca eserleri: Hayat ve Kitaplar (1901); Ulum-ı İktisadiye ve içtimaiye Mecmuası (1908-1910; Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Mehmet Cavit'le, 3. cilt, 24 sayı); Hukuk-ı Umumiye-i Düvel (Devletler Genel Hukuku, 1912); Hukuk-ı idare (ders kitabı); Esmar-i Matbuat (Basın Meyveleri). Türk Dili ve Edebiyatı
  13. Ahmet Rasim (1865- 1932) 1865'te İstanbul'da doğdu, 1932'de İstanbul Heybeliada'daki evinde yaşamını yitirdi. Menteşeoğulları'ndan Kıbrıslı Bahaeddin Efendi'nin oğlu. Kendisi doğmadan babası ailesini terkettiği için annesi Nevber Hanım tarafından yetiştirildi. Öğrenimini yolsul çocuklara eğitim hizmetini bugün de sürdüren Darüşşafaka'da tamamladı. Posta ve Telgraf Nezareti kalemine memur olarak girdi. Bir yandan memurluk yaparken diğer yandan Ahmed Mithad'ın yayınladığı Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Kısa bir süre öğretmenlik yaptı. 2. Meşrutiyet'ten sonra Hüseyin Rahmi Gürpınar ile birlikte "Boşboğaz" isimli bir mizah dergisi çıkardı. Ceride-i Havadis, Tasvir-i Efkar, Yenigün, Akşam, Vakit, Cumhuriyet gibi gazetelerle birçok dergide çok sayıda makale, fıkra, gezi mektubu, anı türlerinde yazıları yayınlandı. Suriye, Sofya ve Romanya'da muhabir olarak bulundu. 1927'da İstanbul milletvekili oldu. Bu görevi ölümüne kadar sürdürdü. Daha çok ustası Ahmed Mithad'ın edebi çizgisini izleyen, döneminin güçlü akımı Servet-i Fünun içinde yer almayan Ahmet Rasim, öğrencilik yıllarında saltanata karşı çıkan şair ve yazarlara özenerek şiirler de yazdı. Daha sonra yazıya yöneldi. Ama şiiri bırakmadı. Muallim Naci etkisindeki şiirlerini "Leyla Feride" takma ismiyle Musavver Malumat dergisinde yayınlattı. Döneminin tüm edebiyat ve siyasi tartışmalarından uzak kaldı. Benimsediği gerçekçi-gözlemci çizgide yazılarını sürdürdü. Kısa, canlı cümlelere, yaygın ve güncel deyimlere dayanan arı bir İstanbul Türkçesi ile yazdı. Darüşşafaka'daki öğrencilik döneminde Zekaî Dede'den müzik dersleri aldı. Çoğunun güftesi kendisine ait 60 kadar şarkı besteledi. Bu şarkılardan 40 kadarı günümüze ulaştı. ESERLERİ ROMAN-ÖYKÜ: İlk Sevgili (1891) Afife (1894) Güzel Eleni (1893) Meyl-i Dil (1897) Bir Sefilenin Evrak-ı Metrukesi (1893) Sevda-yı Sermedi (1897) Gam-ı Hicran (1898) Ülfet (1900) Hamamcı Ülfet (1922) İki Günahkar (1922) ANI-FIKRA-BİYOGRAFİ-MEKTUP: Eşkâl-i Zaman (fıkra, 1918) Gülüp Ağladıklarım (anı, 1926) Muharrir, Şair, Edip (Biyografiler 1924) Cidd-ü Mizah (Biyografiler, 1920) Şehir Mektupları (4 cilt, 1910-1911) Falaka (Anı, 1927) Fuhş-i Atik (Anı, 1922) Gecelerim (Anı, 1896) Ramazan Sohbetleri (Anı, 1913) Ömr-i Edebi (4 cilt Anı, 1897-1900) Romanya Mektupları (Anı-gezi, 1916) İlk Büyük Muharrirlerden Şinasi (Biyografi, 1927) TARİH: Küçük Tarih-i İslam (1890) Küçük Tarih-i Osmani (1891) Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi (4 cilt, 1910-1912) İki Hatıra Üç Şahsiyet (1916) İstibdattan Hakimiyet-i Milliyeye (2 cilt, 1926) Türk Dili ve Edebiyatı
  14. Ahmet Oktay (21 Ocak 1933, Ankara) 21 Ocak 1933'te Ankara'da doğdu. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya başladı. Ankara'da İstatistik Genel Müdürlüğü'nde (bugünkü DİE) görev yaptı. 1961'de Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda "parlamento muhabiri" olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. Ankara Ekspres, İktisat ve Piyasa, Vatan gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştı. 1975'te İstanbul Radyosu'na geçti. Siyasal iktidar değişince TRT'den istifa ederek önce Akajans, ardından da Dünya gazetesi haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. 1978'de yeniden TRT'ye döndü. 1982'de emekliye ayrıldı. Daha sonra Milliyet gazetesine geçti. 1993'te yazıişleri müdürlerinden biri olduğu Milliyet'ten de ayrıldı. Yazmaya ortaokul sıralarında başladı. İlk şiirleri, 1949-1950 arasında "Gerçek" dergisinde yayınlandı. İlk yazısı 1950'de "Güney" dergisinde çıktı. "Dişi Kurt" adlı oyunu 1974'te Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelendi. 1950'lerde yazdığı şiirlerde Ahmed Arif'ten etkilendiği gözlenirken, 1960'lardan sonra toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla İkinci Yeni'ye yöneldi. Zengin sözcük dağarcığını destansı bir söyleyişle ustaca değerlendirdi. Şiirinin olgunluk döneminde biçim gösterilerine kaçmadan yalın bir teknikle yazdı. AHMET OKTAY ESERLERİ ŞİİR: Gölgeleri Kullanmak (1963) Her Yüz Bir Öykü Yazar (1964) Dr. Kaligari'nin Dönüşü (1966) Sürgün (1979) Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi (1981) Kara Bir Zamana Alınlık (1983) Yol Üstündeki Semender (1987) Ağıtlar ve Övgüler (1991) Bir Sanrı İçin Gece Müziği (1993) Toplu Şiirler (1995) Gözüm Seğirdi Vakitten (1996) Söz Acıda Sınandı (1996) Az Kaldı Kışa (1996) Hayalete Övgü (2001) İNCELEME-ARAŞTIRMA: Bir Yazı'nın Arayışları (1981) Yazın, İletişim, İdeoloji (1982) Yazılanla Okunan (1983) Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları (1986) Kültür ve İdeoloji (1987) Toplumsal Değişme ve Basın (1987) Karanfil ve Pranga (1990) Raffaello'nun Direnişi (1990) Zamanı Sorgulamak (1991) Kabul ve Red (1992) Şair ile Kurtarıcı (1992) Sanat ve Siyaset (1993) Cumhuriyet Dönemi Edebiyat-1923/1950 (1993) Türkiye'de Popüler Kültür (1993) Medya ve Hedonizm (1995) Şiddet, Söz, Yaşam (1995) İnsan, Yazar, Kitap (1995) İsrafil'in Sûr'u (1997) Şeytan, Melek, Soytarı (1998) Siyasal İslam'a İtirazlar (2000) Modernist Tahayyüle İtirazlar (2000) Şairin Kanı (2001) Romanımıza Ne Oldu? (2004) ANI-ANLATI: Gizli Çekmece (1991) GÜNLÜK: Gece Defteri (1998) OYUN: Kurt Dişi (1971-1973'te Devlet Tiyatroları'nda sahnelendi) ÖDÜLLERİ: 1964 Yeditepe Şiir Armağanı, Her Yüz Bir Öykü Yazar ile 1987 Behçet Necatigil Şiir Ödülü, Yol Üstündeki Semender ile 1991 Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Şairi Ödülü, Ağıtlar ve Övgüler ile Türk Dili ve Edebiyatı
  15. Ahmet Muhip Dıranas (1909-1980) 1909 yılında Sinop'un Salı köyünde dünyaya geldi. Ankara Erkek Lisesi'ni bitirdi. Lisedeki edebiyat öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar, şiir sevgisinin gelişmesinde etkili oldular. Ankara Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde çalıştı(1930-1935). Ankara Hukuk Fakültesi'ne iki yıl devam ettikten sonra İstanbul'a gitti, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdi ve burayı bitirdi. Güzel Sanatlar Akademisi Kütüphane müdürlüğü yaptı. Dolmabahçe Resim ve Heykel Müzesi resim yardımcılığında bulundu. 1938'de Ankara'ya döndü ve CHP Genel Merkezi'nde Halkevleri Kültür ve Sanat Yayınları'nı yönetti. Ağrı dolaylarında askerlik görevini yaptıktan sonra, Ankara'da Çocuk Esirgeme Kurumu Yayın Müdürü, Kurum Başkanı (1957-1960), daha sonra İş Bankası Yönetim Kurulu üyesi oldu. Devlet Tiyatrosu Edebî Kurul Başkanlığı, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Politikaya atılarak Zafer gazetesinde yazılar yazdı. Birkaç kez DP'den milletvekili adayı olduysa da seçilemedi. Yayımlanan ilk şiiri, Ankara Lisesi'nden Muhip Atalay imzasıyla Milli Mecmua'da çıkan "Bir Kadına" adlı şiirdir 15 Eylül 1926. Sonra kendi imzası ile çeşitli dergilerde şiirler yayımladı. Çeşitli dergilerde yayımlanan şiirleri, 1974 yılında İş Bankası Kültür Yayınları arasında, "Şiirler" adı ile çıktı. Ayrıca "Kırık Saz" adlı eseri de çıkmıştır. 21 Haziran 1980'de Ankara'da öldü. Vasiyeti üzerine Sinop'un Salı köyünde toprağa verildi. Ahmet Muhip, Cahit Sıtkı Tarancı ile şiirde ahenge ve sese önem vermişlerdir. Örneğin Kar şiirinde Ahmet Muhip sesi ön plana çıkarırken Olvido adlı şiirinde ne sesi anlama ne de anlamı sese baskın kılmıştır. Hece şiirinin son kuşağı denilebilecek şairler arasında Ahmet Muhip Dıranas, çağcıl Batı şiirine (Baudelaire, Verlaine) en yakın, kendinden bir iki kuşak sonrası şairler üzerinde, az sayıda şiirle bile olsa, uzun süre etkili olan bir şairdir. O da hocası Tanpınar gibi az yazmış, seyrek yayımlamış, şiirlerini şiire başladıktan nerdeyse elli yıl sonra (1974) kitaplaştırmıştır. Gerek Fransız şiiri, gerekse kendinden önceki kuşaktan ustaları Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar'dan aldığı etkileri sanatına yedirerek özgün bir şiire ulaşmıştır. Hece ölçüsü sınırlarında kalarak ama durak ve vurgu yerlerini değiştirerek gelenekselde çağdaşlığı yakalayan, çağrışım gücü yüksek, yurdu, insanı ve doğası ile barışık, alışılmadık deyiş örgüsüyle unutulmaz şiirler yazmıştır. Şiirlerinde aşk, tabiat, ölüm, hatıralar, sığ olmayan bir anlatımla ve düşündürücü boyutlar içinde verilmiştir. Yayımlanmış Kitapları Yazılar. Adam Yayınları, Haziran 1994. Oyunlar Gölgeler, Çıkmaz, Finten. Adam Yayınları 1995, İstanbul Yazılar, Toplu Yazıları. YKY 2000, İstanbul Şiirler. YKY Kasım 2006. ESERLERİ Şiir Şiirler (1974) Kırık Saz (1975 T. Fikret'ten). Oyun Gölgeler (1947) O Böyle İstemezdi(1948 - Bu iki oyun Devlet Tiyatrosu ile İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynanmıştır). Çeviri-Oyun Aptal (1940 - Dostoyevski'den uyarlayanlar F. Neziere / S.W. Bienstock). İnceleme Fransa'da Müstakil Resim (1937 - İki Cilt C. Sıtkı ile birlikte). Şiir Çevirileri Çalar Saat - Charles BAUDELAIRE 1 Şiirinden örnekler Fahiye Abla Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar, Kapanırdı daha gün batmadan kapılar. Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden, Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen! Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi, Sarmaşıklarla balkonu ökük bir evdi; Güneşin batmasına yakın saatlerde Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede. Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede; Bahçende akasyalar açardı baharla. Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı; Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı. İçini gıcıklardı bütün erkeklerin Altın bileziklerle dolu bileklerin. Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin; Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla. Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Gönül verdin derlerdi o delikanlıya, En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya. Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın, Hâlâ dağları karlı Erzincan?da mısın? Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın; Hâtırada kalan şey değişmez zamanla, Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Ülker'in Gözleri Bir bahar sabahının karanlığında ıssız Gökte diz çökmüş iki titrek ışıklı yıldız Olan gözlerinize aşıkım, Bayan Ülker! Mutlu, esen ve hoşken ve gülerken gülerken Nerden gelir bilinmez üzgünlüklerle birden Solan gözlerinize aşıkım, Bayan Ülker! Ne zaman perdelese içlerini bir buğu Ölümüm güzelliği, özlemim yorgunluğu Dolan gözlerinize aşıkım, Bayan Ülker! Kalbinizin sezilmez parıltıcıklarını Bir büyük ateş gibi göstermenin sırrını Bulan gözlerinize aşıkım, Bayan Ülker! Türk Dili ve Edebiyatı
  16. AHMED MİTHAD EFENDİ (1844-1912) 1844'te İstanbul'da doğdu. 28 Aralık 1912'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. İstanbul Mısır Çarşısı esnafından Hacı Sülayman Ağa'nın oğlu. Babasını küçük yaşta kaybetti. 1854'te Vidin'de bulunan ağabeyi Hafız Ali Ağa'nın yanına gönderildi. Eğitimine burada başladı. 1857'de ailesi ile birlikte İstanbul'a döndü. Mısır Çarşısı'nda bir aktarın yanına çırak verildi. Ağabeyinin yanında çalıştığı Mithad Paşa'nın yanına girdi. Mithad Paşa 1861'da Niş Valiliği'ne atanınca ağabeyi ile birlikte Niş'e gitti. Rüşdiyeyi orada bitirdi. Rusçuk'da Tuna Vilayeti Kalemi'ne memur olarak girdi. Çalışkanlığı ile Mithad Paşa'nın gözüne girdi. Paşa ona kendi adını verdi. Bu arada özel dersler alarak Fransızca'sını ilerletti. 1866'da çevirmen olarak gittiği Sofya'da evlendi. Tuna Gazetesi'nin başyazarı oldu. 1869'da Mithad Paşa ile birlikte Bağdat'a gitti. Vilayet matbaası ve resmi vilayet gazetesi Zevra'nın müdürlüğünü yaptı. İlk kitabı olan Hece-i Evvel adlı ders kitabını burada yazdı. 1871'da ağabeyi ölünce İstanbul'a döndü. Tahtakale'deki evinin altına küçük bir matbaa kurarak kendi kitaplarını basmaya başladı. Bir yandan da Basiret gazetesine yazılar yazdı. 1872'da Namık Kemal ile tanıştı. Devir ve Bedir isimli iki gazete çıkardı. Bu gazeteler kapatılınca Dağarcık ve Kırkambar dergilerini yayınladı. Bu dergilerde çıkan yazılar nedeniyle Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik gibi yazarlarla birlikte Rodos'a sürgüne gönderildi. 3 yıl kaldığı Rodos'ta Medrese-i Süleymaniye isimli bir okul açıp ders verdi. 5. Murat'ın affıyla 1876'da İstanbul'a döndü. 1876'da İttihat Gazetesi'ni yayınlamaya başladı. Muhalif tutumunu yumuşatarak 2. Abdülhamit'e yakınlaştı. Devletin resmi gazetesi Takvim-i Vakayi ve devletin basımevi olan Matbaa-i Amire'nin müdürlüğüne atandı. Mithad Paşa davasında paşanın aleyhine tanıklık yaptı. 1878'de Osmanlı Sarayı'nın desteğiyle Tercüman-ı Hakikat gazetesini kurdu. 1888'de İsveç'te toplanan Müsteşrikler Kongresi'ne katıldı. 1895'te Meclis-i Umur-ı Sıhhiye ikinci reisi oldu. Aynı yıl Sabah gazetesinde yayınlanan "Dekadanlar" başlıklı yazısıyla Servet-i Fünun'u eleştirdi. Sanat ve edebiyat çevrelerinin tepkisini çekti. Yazarlığı bırakmak zorunda kaldı. Ölümüne kadar Darülfünun'da dünya tarihi ve dinler tarihi dersleri verdi, hayır kurumlarında çalıştı. Ahmet Mithat Efendi Eserleri: ROMAN-ÖYKÜ: Kıssadan Hisse (öykü, 1869) Esaret (1870) Hasan Mellah (1873) Hüseyin Fellah (1873) Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul'da Neler Olmuş (1873) Yeryüzünde Bir Melek (1875) Felatun Bey'le Rakım Efendi (1875) Karı Koca Masalı (1875) Paris'de Bir Türk (1876) Süleyman Musuli (1877) Karnaval (1881) Vah (1882) Dürdane Hanım (1882) Acaib-i Alem (fenni roman, 1882) Cellad (1884) Letaif-i Rivayat (25 kitaplık öykü dizisi, 1887) Haydut Montari (1888) Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar (1888) Gürcü Kızı yahit İntikam (1889) Diplomalı Kız (1890) Müşahedat (romanın romanı, 1891) Hayal ve Hakikat (1892) Taaffüf (Fatma Aliye ile, 1895) Gönüllü (1896) Amerika Doktorları (fenni roman, 1898) Jön Türk (1910) OYUNLAR: Eyvah (oyun, 1871) Açık Baş (oyun, 1874) Ahz-ı Sar yahut Avrupa'nın Eski Medeniyeti (1874) Zuhur-ı Osmaniyan (1877) Çengi (1877) Çerkeş Özdenler (1884) Fürs-i Kadim'de Bir Facia yahut Siyavuş (oyun, 1884) DİL KİTAPLARI: Durub-ı Emsal-i Osmaniye Hekimiyatının Ahvalini Tasvif (1871) TARİH: Kainat (15 kitap, 1871-1881) Üss-i İnkilab (2 cilt, tarih 1877-1878) Tarih-i Umumi (2 cilt, 1878-1879) Mufassal Tarih-i Kurun-ı Cedide (3 cilt, 1886-1888) Tedris-i Tarih-i Edyan (1913) Tedris-i Tarih-i Umumi (1913) MAKALE-MEKTUP: Menfâ (1877) Zübdet-ül Hakayık (anı-belge, 1878) Ekonomi-Politik (1879) Müntehabat-ı Tercüman-ı Hakikat (3 cilt, 1883) Arnavudlar ve Solyotlar (1888) Müntehebat-ı Ahmed Mithad (3 cilt, 1889) Halla-ü Ukad (mektuplar, 1890) RUHBİLİM: Nevm ve Hâlât-ı Nevm (1881) İlhamat ve Tagligat (1885) Türk Dili ve Edebiyatı
  17. Ahmet Kutsi TECER (1901-1967) Cumhuriyet edebiyatımızın şair ve yazarlarından olan Ahmet Kudsi, babasının memuriyeti sebebiyle 4 Eylül 1901’de Kudüs’te doğmuştur. Asıl adı Ahmet olup Kutsi ismi doğduğu yer olan Kudüs’ten dolayı verilmiştir. İlk öğrenimini Kudüs’te bir Fransız okulu olan Kudüs Frers Okulu’nda tamamlamıştır. Ahmet Kutsi, babasının Kırklareli’ne tayini sebebiyle orta okulu Kırklareli’de, lise öğrenimini Kadıköy Sultanisinde tamamlamıştır. Lise sonrası iki yıllık olan Halkalı Yüksek Ziraat Okulu’ nu bitirmiştir. Daha sonra Yüksek Öğretmen okulu imtihanını kazanarak iki yıl İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne devam etmiştir. 1925 yılında, Yüksek Öğretmen Okulu bursuyla biyoloji öğrenimi için gönderildiği Paris Sarbonne Üniversitesi’nde felsefe öğrenimini sürdürdü, ancak bu öğrenimini de tamamlayamadan yurda döndü ve tekrar Edebiyat Fakültesi’ne devam ederek öğrenimini tamamladı . 1930’da Gazi Eğitim Enstitüsü’ne edebiyat Öğretmeni olarak atandı. Ahmet Kutsi, mecburi hizmetinden dolayı Sivas’a Milli Eğitim Müdürü olarak atandı. Sivas, Ahmet Kutsi için yönünü bulması bakımından önemli bir yer olmuştur. Âşık geleneğinin büyük bir canlılıkla yaşatıldığı bu ilimizde şiirin, çalışmalarının kaynağını bulmuştur. Ahmet Kutsi, Sivas’ın Deliktaş Köyü’nden olan Ruhsati’nin bir şiirinde geçen Tecer Dağının adını soyadı olarak almıştır. Ahmet Kutsi 1931’de Sivas’ta “Halk Şairlerini Koruma Derneğini” kurdu. Bu çalışmalar Halk müziğinin tanınmasında, bu müziğin okula ve radyoya girmesinde önemli bir rol oynadı. 1934’te Yüksek Öğrenim Genel Müdürü oldu. Yedi yıl süren bu görevi sırasında özellikle Devlet Konservatuarı’nı teşkilatlandırdı. 1942’de Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğine atandı ardından Adana ve Urfa milletvekili oldu. (1942-46) 1941-45 yılları arasında ülkü mecmuasını yönetti. Bu yıllarda köy temsilcileri ile ilgilendi, köy tiyatrosunu inceledi ve Koç yiğit Köroğlu oyununu yazdı. 1948’de Devlet Konservatuarı’na, 1949’da Paris Kültür Ateşeliğine atandı; daha sonra UNESCO ( Uluslar arası Çocuk Yardımlaşma Derneği ) Yürütme Komitesi Türk Delegesi oldu. 1951’de Galatasaray Lisesinde,1953’te İstanbul Konservatuar ında görevlendirildi. 1957’de Güzel Sanatlar Akademisinde estetik dersleri verdi; İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde ve İstanbul Radyosunda folklor öğretmenliği yaptı. 1966’da İstanbul Eğitim Enstitüsü Öğretmeni iken yaş haddinden emekli oldu; 25 Temmuz 1967’de İstanbul’da öldü ve Zincirli kuyu mezarlığı’na defnedildi. AHMET KUTSİ TECER’İN EDEBİ KİŞİLİĞİ Ahmet Kutsi, ilk öğrenimini Kudüs’te bir Fransız okulu olan Freres okulu’ nda, orta öğrenimini Kıklareli’de lise öğrenimi Kadıköy Sultanisi’nde, yüksek öğrenimini Halkalı Yüksek Ziraat Okulu’ nda, İstanbul Darülfünun’ da (üniversite) ve Paris Sarbonne Üniversitesi’ nde öğrenim görerek öğrenimini tamamlamıştır. Yolcular yolcular! Deniz çağırıyor, Çağırıyor suların kükreyen sesi. Kükreyen, çıldıran sular bağırıyor, Bağırıyor toplamak için herkesi. Ahmet Kutsi, Beş Hececiler’ den sonra, bu vezne yeni ses ve söyleyiş imkânları getiren Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Muhip Dıranas kuşağındandır. Önce tekçi temaları özellikle aşk, ölüm, ıstırap konularını işledikten sonra Faruk Nafiz’ in açtığı yolda fakat onun tarzından çok türkülerde âşıklarda yol alan memleket şiirlerine yönelmiştir. Kimisi bir ülküye bağlı, kimisi biraz resmi ve zorlama kokan, kimisi de Anadolu’ nun eski efsanelerine dokunan bu şiirler, Ahmet Kutsi’ nin asıl kişiliğini gösterir. Orhan Veli neslinden önce, Türk şiirini sade, saf ve çıplak hale getirenlerin başında Ahmet Kutsi gelir. Duygularını benzetmelerden ve sıfatlardan ayıklayıp, teferruatta değil öze önem verdiği üslubu çıplak dili de üslubu gibi yapmacıksız, tabiî ve canlı; halkın günlük konuşma dilidir. Ahmet Kutsi, şiirlerini tema bakımından ikiye ayırmak mümkündür: şahsi duyguları işleyenler ve yurt sevgisini dile getirenler. Şahsi duygularına yer verdiği şiirlerinde aşk, tabiat, metafizik(ölüm, hayat) gibi temalar; yurt sevgisini dile getiren şiirlerinden dolayı “memleketçi şiir” in temsilcileri içinde yer alır. Ahmet Kutsi, genellikle halk şiirlerinin sekizli ve on birli hece ölçüsüne ve milli nazım birimi olan dörtlüğe bağlı kalmış; bazen da heceyi yeni ölçülerle denemiştir. Ahmet Kutsi, yalnız halk edebiyatı sınırları içinde kalmamış, Divan Edebiyatının ritmik bir biçimi olan “müstezat” heceye uygulamayı başarmıştır. Şiirin dış yapısını kurarken kâfiyenin imkânlarından daima faydalanmış ve daha çok zengin kâfiyeyi tercih etmiştir. Ahmet Kutsi’ nin ilk şiirleri 1921-1922’de Dergah Mecmuasında, 1924-25 yıllarında Milli mecmuada yayımlanmıştır.1933-36 yılları arası şiir bakımından en verimli olduğu dönemdir. 1932’ de Ahmet Kutsi’ nin kendi eliyle yayımladığı “Şiirler”adlı kitabından sonra şiirlerinin çoğu Varlık, Oluş, Yücel, Ülkü ve Türk Düşüncesi dergilerinde yayımlanmıştır. Ahmet Kutsi’ nin Şiirlerinin kaynağı halktır . Bundan dolayı saz şiirinin ve âşık tarzının bütün inceliklerini sabırla araştırıp folklor değerleriyle birleştirmiştir. Böylece milli bir şiir meydana getirmek istiyordu . ‘Sanat hayatımızdaki durgunluğun altında kendi kendinden emin olmayan , ruhunun içinde yürümekten korkan mütereddit bir insan “ tipimiz olduğunu belirterek milli sanatımızı kurmak isteyenlere yol göstermiştir. Ahmet Kutsi, milli Eğitim Müdürü olarak Sivas’a tayin edilince folklor hevesine çok sağlam bir zemin bulmuş oldu ve Halk kültürünün ortaya çıkması için bütün kuruluşlardan faydalandı. Bu hususta daha İstanbul’da öğrenci iken Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu kendisine yol gösterici olmuş, Fındıkoğlu’nun yönettiği Halk Bilgisi mecmuasında Paris kütüphanelerinde yaptığı çalışmalar yayımlanmıştır. Özellikle “Köroğlu” yazısı onun Türk edebiyatında isminin duyulmasında etkili olmuştur. Ahmet Kutsi’ nin Sivas’ ta “Halk Şairleri Bayramı” düzenlemesiyle Âşık Veysel, Talibi ve Ali İzzet gibi âşıkları tanıdı. Türk folklor zenginliklerini o devrin “Halkevleri” ne; her ilde çıkan Halkevi dergilerine ve özellikle de 1941-1945 yılları arası çalıştığı Ankara’ da yayımlanan Ülkü dergisine getirenlerin başında Ahmet Kutsi vardı. Ülkü dergisini bir köy şiirleri ve folklor “mektebi” haline getirmiştir. Ahmet Kutsi, tiyatro türünde de eserler vermiştir. Paris’ e gidince modern Avrupa tiyatrosunu tanımış, yurda dönünce batı tekniği ile folklor ve halk malzemesini işlemek suretiyle milli tiyatroya ulaşmak istemiştir. Tiyatro türünde kendisine ilk şöhreti sağlayan, geleneksel tiyatromuzdan esinlenerek yazdığı Köşebaşı’ dır. Ahmet Kutsi, tiyatro oyunlarının iki belirgin özelliği vardır: 1.Biçim yönünden tiyatro geleneğimizden, halk kültüründen ve halk motiflerinden faydalanarak halkın konuştuğu Türkçe’ yi şiirli bir dille yazıya geçirmiş; 2.Muhteva yönünden ise geçmişten geleceğe doğru uzanan bir süreç içinde dikkatlice gözlediği toplumumuzu özellikle toplumsal değişme, özüne yabancılaşma ve zıtlıklarıyla tasvir ederek diyalektik açıdan ele almıştır. Ahmet Kutsi, gençlik yazılarından birinde “Ben ömrüm boyunca Anadolu’yu dinleyeceğim ve onun sesini dinletmeğe çalışacağım.” demişti. Bu sözüne bağlı kalarak Avrupa’ da öğrendiklerini memleket sevgisi ile birleştirip tam bir olumlu aydın örneği vermiştir. Folklor ve âşık şiirinin Türkiye’ de yayılışı, radyoları ve memleketi kuşatması bakımından büyük emek ve hizmetleri görülmüştür. Ahmet Kutsi, halk şairlerinin son büyüklerinden olan Âşık Veysel’ i Sivas’ ın Sivralan köyündeki yalnızlığından çıkarıp bütün ülkeye tanıtmıştır. Müze ve kütüphanelerdeki eski yazmalar, vesikalar, minyatürler, kenar köşeye atılmış cönkler arasından belgeler çıkararak Yunus Emre ve Karacaoğlan'ın hayatına ışık tutmuştur. Eski Türk dansları, oyun kolları, Köylü Temsilleri, orta oyunu üzerinde çok önemli araştırmalar yapmıştır. Ayrıca Köylü Temsillerini ciddi manada ilk inceleyen Ahmet Kutsi’ dir. ESERLERİ ŞİİR: Şiirler (1932) Tüm Şiirleri (ölümünden sonra, 1980) OYUN: Yazılan Bozulmadan (1947) Köşebaşı (1948) Bir Pazar Günü (1959) Köroğlu (1959) İNCELEME: Köylü Temsilleri (Köy seyirlik oyunları derlemesi, 1940)
  18. Ahmet Kabaklı, Yazar, Gazeteci, Edebiyat Araştırmacısı (Elazığ, Harput, 30 mayıs 1924-İstanbul, 8 şubat 2001). Ahmet Kabaklı 1924 yılında Harput'ta doğdu. 1931 yılında Elazığ Numune mektebine girdi,ilk ve orta öğrenimini tamamladı. Elazığ Lisesi'nden 1944 yılında mezun oldu ve Edebiyat Fakültesine kayıt yaptırdı. 20 Kasım 1946 tarihinde "Yunus Emre mi Yalan Söylüyor, Gölpınarlı mı? " başlıklı yazısının Son Saat Gazetesinde yayınlanması ile yazı hayatı başladı. "Hareket" Dergisinde "Ayın Hercümerci" başlığı ile yazılar yazmaya devam etti. 1948 yılında İstanbul Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünü bitirdi ve Diyarbakır'da öğretmenlik hayatına başladı, 2 yıl öğretmenlik yaptı ve aynı zamanda "Karacadağ" dergisini yönetti. Askerliğini yapmak üzere görevinden ayrılıp Manisa'ya gitti; askerlik görevini tamamladıktan sonra 1951 yılında Aydın Ticaret Lisesi'nde yeni öğretmenlik görevine başladı. Aynı lisede öğretmenlik yapan arkadaşı Meşkure Hanım ile 1952 yılında evlendi. 1955 yılında Ankara Hukuk Fakültesine kayıt oldu. 1956 yılında Tercüman Gazetesi'nin düzenlediği fıkra yarışmasında "Üniversitede Münazaralar" yazısı birinci seçildi. Eğitim stajını yapmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir yıllığına Paris'e gönderildi. Yazılarına "Uzaktan uzağa", "Paris'ten Paris notları", "Paris Mektupları" başlıkları altında Paris'ten devam etti. 1958 yılında Türkiye'ye dönünce İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsüne öğretmen olarak atandı. İstanbul Hukuk Fakültesindeki eğitimini 1959 yılında tamamlayıp 1961 yılında İstanbul Barosu Avukatlarına katılarak kısa bir süre avukatlık yaptı. 1961 yılında Tercüman Gazetesinde "Gün Işığında" adlı köşesinde yazmaya başladı. Çapa Eğitim Ensitüsünde 1969 yılına kadar öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda öğretim görevlisi olarak çalışmaya devam etti. 1974 yılında emekli oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda edebiyat dersleri verdi. 1978 yılında Meşkure Kabaklı, Rıfat İzzet Çokum, Sevinç Çokum, İskender Öksüz, Cahit Dodanlı, Emine Işınsu Öksüz, Tahir Kutsi Makal, Süha Burçkin, İrfan Atagün, Halis Akaydın, İsmail Gerçeksöz ile beraber Türk Edebiyatı Vakfı'nı kurdu ve ölünceye dek başkanlığını yaptı. "Gün Işığında" köşesine 1991 yılından itibaren Türkiye Gazetesi'nde devam etti. 1995 yılından itibaren Türk Dil Kurumu asil üyeliğini görevini de sürdürdü. 14 Aralık 1996 tarihinde Aydınlar Ocağı ve 55 gönüllü kuruluşun desteği ile düzenlenen törende, Atatürk Kültür Merkezi'nde kendisine "Şeyhülmuharririn" unvanı verildi. 17 Kasım 2000 tarihinde geçirdiği kalp rahatsızlığı sonucu hastanede tedavi görmeye başladı, 23 Aralık 2000 tarihinde hayat arkadaşı Meşkure Kabaklı'nın vefatinden 47 gün sonra 8 Şubat 2001 tarihinde vefat etti. Ahmet Kabaklı ESERLERİ Edebiyat Tarihi (4 cilt, 1961-1989), Müslüman Türkiye (1970), Mâbed ve Millet (1970), Mehmet Akif (1970), Yunus Emre (1971), Mevlâna (1975), Bürokrasi ve Biz (1986), Bizim Alkibiades (1977), Sohbetler (I. ve II. 12'şer cilt, 1987), Temellerin Duruşması (1989). Türk Dili ve Edebiyatı
  19. TOKGÖZ, Ahmet İhsan (Erzurum, 1868-İstanbul, 27 aralık 1942). Gazeteci, Yazar Mülkiye Mektebi'nde öğrenim gördü. 1886'da Şafak, üç yıl Soma da Ümran dergilerini yayımladı. Malumat ve Servet gazetelerinde dış haber ve telgraf haberleri çevirmeni olarak çalıştı. 1891 yılında Âlem basımevini kurdu. Bir yıl soma da Dimitri Nikolaidis'le birlikte dönemin kültürel yaşamında önemli bir aşama sayılan Serveti fünun dergisini çıkardı. Dergi, 27 mart 1891-1826 mayıs 1944 tarihleri arasında, 54 yıl ve 2464 sayı yayımlandı. Başlangıçta eğitici öğretici bir magazinken, 7 şubat 1896'da Tevfik Fikret'in yönetime gelmesiyle bir edebiyat dergisine dönüştü. Kendi adıyla anılan bir edebiyat ve edebiyatçı topluluğu çıkardı. Böylece Serveti Fünun, II. Abdülhamid döneminde Edebiyatı Cedide (1896-1911), II. Meşrutiyet döneminde Fecr-i Âti (1909-1912), Cumhuriyet döneminde de Yedi Meşaleciler'e (1928) dergi oldu. Sansür ve Ateşkes Dönemi'nde yayınına zorunlu olarak ara verdi. Dergi yayımcılığı açısından, pozitif bilimlere, hak, hukuk, insan ve düşünce özgürlükleri gibi çağdaş uygarlık kavramlarına yönelik yayınlara da öncülük etti. Öte yandan Hüseyin Cahit'in Fransız yazar P. Lacombe'dan çevirdiği "Edebiyat ve Hukuk" yazısında 1789 Fransız Devrimi adının geçmesi, sansür kurulu tarafından derginin kapatılmasına (16 ekim 1901, 533. sayı) yol açtı. Yeniden yayımına izin verilince de başlangıçta olduğu gibi edebiyat dışı konulara yöneldi, ama bu uzun sürmedi, edebiyata ağırlık verdi. Tevfık Fikret'ten Oktay Akbal'a kadar pek çok edebiyatçının yetişmesine katkıda bulundu. 1928'de harf devrimine paralel olarak Türkçe harflerle yayımını sürdürdü. Adına "Uyanış"ı da ekleyerek Serveti Fünun, Uyanış adını kapanışına kadar taşıdı. Tokgöz, bu gazeteciliği ve Fransız romantiklerinden birçok yapıtı dilimize kazandırmanın yanı sıra, Jules Verne kitaplarım ilk kez çevirerek de bir başka alanda öncülüğünü sürdürdü. Kaleme aldığı anılarıyla genel tarihe, basın yayın ve edebiyat tarihlerine kaynak oldu. Avrupa'da Neler Gördüm adlı kitabı da ülkemizin dış dünyaya açılan ilk pencerelerinden biri olarak büyük ilgi topladı. Bilge Ercilasun'un (1945) yaşamı ve eserlerini konu edinen bir çalışması (1996, Kültür Bakanlığı) bulunuyor. ESERLERİ Avrupa'da Neler Gördüm (anı, 1891) Matbuat Hatıralarım (anı, 2 cilt, 1930-1931) Haver (Roman) Ülfet (Roman) Haraşo (Roman) Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı
  20. Ahmet Hikmet Müftüoğlu (1870-1927) Ahmet Hikmet Müftüoğlu Yazar ve diplomat. 1870 yılında İstanbul'da doğdu. Babası Müftüoğlu Sezai Beydir. Dedesi Yunanlılar tarafından şehid edilen Mora Müftüsü Abdülhalim Efendidir. Dedesinin müftü olması sebebiyle "Müftüoğlu" adını almıştır. ... Ahmed Hikmet, sık sık hastalanması sebebiyle okula muntazaman devam edememesine rağmen, Dökmecilerdeki Taş Mektebi ile Mahmudiye Vakıf ve Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesini bitirerek Galatasaray Mekteb-i Sultanisine girdi. Dördüncü sınıftayken ilk eserinin basılışı edebiyata ilgisini artırdı. 1888'de Galatasaray'ı bitirdi ve Hariciye Nezareti Umur-ı Şehbenderi Kalemine memur tayin edildi ve vazifesi dışında Fransızcadan roman tercümeleri yaptı. Marsilya, Pire ve 1890 yılında da Kafkasya'ya gönderildi. Sefaretlerde çalışan yazar, 1896'da İstanbul'a dönerek Umur-ı Şehbenderi Kalemi Ser-halifeliğine getirildi. Meşrutiyete kadar Hariciye Nezareti merkezinde çalıştı. Bir yıla yakın Nafia Nezaretinde, Ticaret Müdiriyet-i Umumiyesinde vazife aldı. Tekrar Hariciye Nezaretine dönerek 1912'de Peşte Başşehbenderi oldu. Bu tarihe kadar geçen zaman içinde Ahmed Hikmet, 1908 yılında Türk Derneğinin ve 1911 yılında da Türk Yurdu'nun kurucu üyesi olarak hizmet verdi. 1918'de İstanbul'a dönen yazar, 1924 yılında Halife Abdülmecid Efendinin Ser-karinliğine, iki yıl sonra da Hariciye Vekaleti Müsteşarlığına getirildi. Anadolu-Bağdat Demiryolları İdare Meclisi Azalığı ve Elektrik Şirketi İdare Meclisi Azalığı görevlerini de üstlendi. Ahmed Hikmet 19 Mayıs 1927 günü karaciğer kanserinden öldü. Ahmed Hikmet'in edebiyat merakı daha lise yıllarında başlamıştı. Bu alandaki merakının, aileden gelen bir haslet olduğunu ifade eder. İlk olarak Asır Kütüphanesi neşriyatı arasında çıkan Leyla Yahut Bir Mecnunun İntikamı yayınlandı. Daha sonra Fransızcadan Tuvalet ve Letafet ve Bir Riyazinin Muaşakası adlarında iki eser tercüme ettiyse de, doğu ile batı kültürünün çok farklı olduğunu görerek bir daha eser tercüme etmedi. Servet-i Fünun devrinde, İkdam ve Servet-i Fünun dergilerinde yazdığı hikaye ve nesirlerini 1901 yılında Haristan ve Gülistan adlı eserlerde topladı. Bu iki eserinde Ahmed Hikmet Müftüoğlu, daha iyi tesir yapmak, gönülleri heyecanlandırmak için mübalağalı bir üslub kullandığını, ağır ve anlaşılması güç Servet-i Fünun dilini işlediğini ve hayal mahsulü konular anlattığını bizzat kendisi söyler. Kendisinin de ifade ettiği sebeplerden dolayı bu iki eseri fazla itibar kazanamamıştır. İkinci Meşrutiyetten sonra, zamanın modasına uyarak o da Turancılık edebiyatı akımına uymuştur. Bu akıma bağlı olarak yazdığı yazıların büyük kısmını Çağlayanlar (1922) adlı eserinde toplamıştır. Bu eserinde yazar arı Türkçeciliğe yönelmiş, fakat bu defa da kelime uydurma ve Servet-i Fünundan kalma hayalcilikten kendini kurtaramamıştır. Gönül Hanım adlı romanı Tasvir-i Efkar Gazetesinde tefrika edilmiş ve 1970'de kitap olarak bastırılmıştır. Ahmed Hikmet, yazılarında daha ziyade kelime bulmaya ve üsluba dikkat ettiği için, konulara dikkat etmemiş ve bu yüzden zamanındakilerin ayarında bir edebiyatçı olamamıştır. ESERLERİ Patates (ilmî, 1890) Leyla yahud Bir Mecnunun İntikamı (hikaye, 1891) Tuvalet yahud Letafet-i Aza (tercüme ve ilaveler, 1892) Bir Riyazinin Muaşakası yahud Kamil (tercüme, roman, 1892), Haristan ve Gülistan (hikaye, 1901), Gönül Hanım (roman tefrikası, 1920), Çağlayanlar (hikaye, 1922). Bir Tesadüf Kadın Ruhu Beliren Simalar Salon Köşeleri Bir safha-i kalb Silinmiş Çehreler Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı
  21. Ahmet Haşim (1884-1933) 1884’te Bağdat’ta doğdu, 1933’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’in oğlu. Çocukluğu Bağdat’ta geçti. 12 yaşında annesinin ölümü üzerine babasıyla birlikte İstanbul’a geldi. Mektebe-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) yatılı okudu. Tevfik Fikret ve Ahmed Hikmet Müftüoğlu'nun öğrencisiydi. 1907'de mezun oldu. Bir süre Reji İdaresi'nde çalıştı. Bir yandan da Hukuk Mektebi'ne devam etmeye başladı. İzmir Sultanisi Fransızca öğretmenliğine atandı. Hukuk eğitimini bırakıp İzmir'e gitti. 1912-1914 arasında Maliye Nezareti'nde çevirmenlik yaptı. 1. Dünya Savaşı yıllarını Çanakkale ve İzmir'de yedeksubay olarak geçirdi. Mütareke'den sonra İstanbul'a döndü. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde estetik ve mitoloji öğretmenliği yaptı. Harp Akademisi ve Mülkiye Mektebi'nde Fransızca dersleri verdi. Düyun-u Umumiye İdaresi'nde, Osmanlı Bankası'nda çalıştı. Akşam ve İkdam gazetelerinde köşe yazıları yazdı. 1928'de böbrek rahatsızlığının tedavisi için yurtdışına gitti ama iyileşemeden döndü. Şiire lise öğrenciliği yıllarında başladı. İlk şiirlerinde Abdülhak Hamit, Cenap Şahabettin, özellikle de Tevfik Fikret etkileri görülür. Bilinen ilk şiiri "Hayal-i Aşkım"da bu yönelmelere rağmen yeni bir sanat yönelimi olduğu dikkat çeker. Gençlik şiirleri Mecmua-i Edebiye, Musavver Terakki, Aşiyan, Jale, Musavver Muhit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap dergilerinde yayınlandı. Bu şiirleri kitaplarına almadı. 2. Meşrutiyet'in yazınsal karmaşa ortamında onun şiiri ayrı bir ses olarak kendisini gösterdi. 1921'de basılan ilk şiir kitabı "Göl Saatleri"nin başındaki küçük manzumeler, bu dönemin asıl eserleridir. İzlenimci ressam etüdlerini andıran bu şiirlerle Ahmed Haşim, doğanın özünü sızdırmak ister gibidir. Şiiri, bir yandan Verlaine müziğine yaklaşırken, bir yandan Şeyh Gâlib'in parıltısını taşır. "Göl Saatleri", "Göl Kuşları", "Serbest Müstezatlar" ve "Muhtelif Şiirler" olmak üzere dört bölümden oluşan bu kitap Türk şiirinin Yahya Kemal Beyatlı'dan sonraki ikinci kanadını kurar. Beyatlı'nın geniş kesimleri kucaklayan toplumcu ve ulusçu şiirine karşılık Haşim daha dar ama daha derin bir kanalda akmayı tercih eder. İkinci ve son şiir kitabı "Piyale"nin girişinde "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" bölümünde şiirle ilgili görüşlerini açıklar: Şair ne bir gerçek habercisi, ne güzel konuşmayı sanat haline getirmiş bir kişi, ne de bir yasak koyucudur. Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, hissedilmek için yaratılmış, müzik ile söz arasında, ama sözden çok müziğe yakın ortalama bir dildir. Düzyazıda anlatımı yaratan öğeler şiir için sözkonusu olamaz. Düzyazı us ve mantık doğrur, şiir ise algı bölümleri dışında isimsiz bir kaynaktır. Gizliğe, bilinmezliğe gömülmüştür. Şairin dili, duyumların yarı aydınlık sınırlarında yakalanabilir. Anlam bulmak için şiiri deşmek, eti için bülbülü öldürmek gibidir. Şiirde önemli olan sözcüğün anlamı değil, şiir içindeki söyleniş değeridir. Şiiri ortak bir dil olarak düşünenler boş bir hayal kuruyor demektir. "Piyale" kitabındaki "Merdiven" ve "Bir Günün Sonunda Arzu" şiirleri, bu görüşleri yansıtan ve Türk edebiyatında görülmemiş bir şiirselliği ortaya koyan ürünlerdir. Bu kitapla birlikte Haşim'e saldırılar arttı. Ölçü ve Türkçe bilmemekle, toplum sorunlarına ilgisizlikle suçlandı. Yine de şiirleriyle 20'nci yüzyılın ilk çeyreğini etkilemeyi başardı. ESERLERİ Şiir: Göl Saatleri (1921) Piyale (1926) Fıkra ve Sohbet: Bize Göre (1926) Gurabahane-i Laklakan (1928) Gezi: Frankfurt Seyahatnamesi (1933) Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı
  22. Ahmet Arif (1927-1991) 1927'de Diyarbakır'da doğdu, 2 Haziran 1991'de Ankara'da yaşamını yitirdi. Ortaöğrenimini Diyarbakır Lisesi'nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisiyken 1950'de Türk Ceza Yasası'nın 141. maddesine aykırı davranmak suçlamasıyla tutuklandı. 1952'de gizli örgüt kurma iddiasıyla yine tutuklandı. 2 yıl hepsi hüküm giydi. Cezaevi günleri sona erince Ankara'ya yerleşti. Bir süre plan kopya teknisyeni olarak çalıştı. Ankara'daki gazeteler ve dergilerde teknik işlerle uğraşarak yaşamını kazandı. Gazetecilikten emekliye ayrıldı. İlk şiiri "Millet" dergisinde yayınlandı. Asıl sanatını ve kişiliğini 1948-1954 arasında Yeryüzü, Beraber, Seçilmiş Hikayeler, Yeni Ufuklar, Kaynak dergilerinde yayınlanan şiirleriyle ortaya koydu. Ardından uzun bir suskunluk dönemine girdi. 1968'de tek kitabı olan "Hasretinden Prangalar Eskittim" yayınlanınca, çok büyük bir yankı uyandırdı. Kitap yayınlanmasından sonraki 12 yılda 18 baskı yaptı. Orhan Veli'nin etkisinin sürdüğü bir dönemde şiire başlayan Ahmet Arif, Nâzım Hikmet'in açtığı yolda yürüdü. Ondan aldığı şiirselliği bir Anadolu duyarlılığı ve özlemiyle genişletti. Şiiri çoğunlukla türkülere dayalı görünse de halk kaynaklarının olanaklarını, türkülerin ötesinde aradı. Günümüz şiirini de büyük ölçüde etkiledi. Şiirinde ritmin büyük yeri vardır. Ama onda ritim sese değil söze dayandığından daha derinlere inerek büyük bir lirizmin kaynağı olur. Doğu Anadolu insan malzemesini bu lirizmin içinde yoğurarak gerçekçi şiirdeki didaktizm tehlikesini aşmayı bildi. Özellikle imge konusunda yaptığı sıçramayla genç şairlere örnek oldu. Gazete ve dergilerde yayınlanan düzyazılarıyla da 1950 kuşağı olarak anılan şair ve yazarların büyük bölümünde izler bıraktı. Şiirlerinin çoğu bestelendi. Ahmet Arif Eserleri Hasretinden Prangalar Eskittim (İlk baskı 1968) Ahmet Arif Şiirleri ANADOLUYUM Beşikler vermişim Nuh'a Salıncaklar, hamaklar Havva Anan dünkü çocuk sayılır Anadoluyum ben Tanıyor musun? Utanırım Utanırım fukaralıktan Ele, güne karşı çıplak... Üşür fidelerim Harmanım kesat. Kardeşliğin, çalışmanın Beraberliğin Atom güllerinin katmer açtığı Şairlerin, bilginlerin dünyalarında Kalmışım bir başıma Bir başıma ve uzak. Biliyor musun? Binlerce yıl sağılmışım Korkunç atlılarıyla parçalamışlar Nazlı, seher-sabah uykularımı Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar Haraç salmışlar üstüme. Ne İskender takmışım Ne şah, ne sultan Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma Ve dayatmışım... Görüyor musun? Nasıl severim bir bilsen. Köroğlu'yu Karayılanı Meçhul Askeri... Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini. Sonra kalem yazmaz Bir nice sevda... Bir bilsen Onlar beni nasıl severdi. Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı Minareden, barikattan Selvi dalından Ölüme nasıl gülerdi. Bilmeni mutlak isterim Duyuyor musun? Öyle yıkma kendini Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol İçerde, dışarda, derste, sırada Yürü üstüne - üstüne Tükür yüzüne celladın Fırsatçının, fesatçının, hayının... Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni. Gör, nasıl yeniden yaratılırım Namuslu, genç ellerinle. Kızlarım Oğullarım var gelecekte Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası Gözlerinden Gözlerinden öperim Bir umudum sende Anlıyor musun? AY KARANLIK Maviye Maviye çalar gözlerin Yangın mavisine Rüzgarda asi. Körsem Senden gayrısına yoksam Bozuksam Can benim, düş benim Ellere nesi? Hadi gel Ay karanlık... İtten aç Yılandan çıplak Vurgun ve bela Gelip durmuşsam kapına Var mı ki doymazlığım? İlle de ille Sevmelerim Sevmelerim gibisi? Oturmuş yazıcılar Fermanım yazar N'olur gel Ay karanlık... Dört yanım puşt zulası Dost yüzlü Dost gülücüklü Cigaramdan yanar. Alnım öperler Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş Etme gel Ay karanlık... HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM Seni, anlatabilmek seni İyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni Namussuza, halden bilmeze Kah-pe yalana. Art arda kaç zemheri Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül gürül akan bir dünya... Bir ben uyumadım Kaç leylim bahar Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım Bir o yana Bir bu yana... Seni bağırabilsem seni Dipsiz kuyulara Akan yıldıza Bir kibrit çöpüne varana Okyanusun en ıssız dalgasına Düşmüş bir kibrit çöpüne. Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin Yitirmiş öpücükleri Payı yok, apansız inen akşamlardan Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene Seni anlatabilsem seni... Yokluğun, cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini... HANİ KURŞUN SIKSAN GEÇMEZ GECEDEN Yiğit harmanları, yığınıklar Kurulmuş çetin dağlarında vatanların. Dize getirilmiş haydutlar Hayınlar amana gelmiş Yetim hakkı sorulmuş Hesap görülmüş Demdir bu... Demdir Derya dibinde yangınlar Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs... Uçmuş bir kuştüyü hafifliğinde Çelik kadavrası koruganların Ölünmüş canım, ölünmüş Murad alınmış... Gelgelelim Beter bize kısmetmiş Ölüm, böyle altı okka koymaz adama Susmak ve beklemek müthiş. Genciz namlu gibi Ve çatal yürek. Barışa, bayrama hasret Uykulara, derin, kaygısız, rahat Otuziki dişimizle gülmeye Doyasıya sevişmeye, yemeğe... Kaç yol ağlamaklı olmuşum geceleri Asıl bizim aramızda güzeldir hasret ve asıl biz biliriz kederi. İçim, bir suskunsa tekin mi ola? O Malta bıçağı, kınsız, uyanık Ve genç bir mısradır Filinta endam... Neden, neden alnındaki yıkkınlık Bakışlarındaki öldüren buğu? Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri... Nasıl da almış aklımı Sürmüş, filiz vermiş içimdeki sevdan Dost, düşman söz eder kendi kavlince Kınamak, yiğit başına. Bu ne ayıp, ne de yasak Öylece bir gerçek, kendi halinde Belki, yaşamama sebep... Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani kurşun sıksan geçmez geceden Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık... Ve zehir-zıkkım cigaram. Gene bir cehennem var yastığımda Gel artık... Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı
  23. Ahmet Altan (1950-...) 1950'de İstanbul'da doğdu. Yazar Çetin Altan'ın oğlu. Orta ve lise öğrenimini çeşitli okullarda tamamladı. Bir süre Orta Doğu Teknik Üniversitesine devam etti. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun oldu. Yirmi dört yaşında gazeteciliğe başladı. Gece muhabirliğinden, genel yayın müdürlüğüne kadar gazeteciliğin hemen hemen bütün kademelerinde çalıştı. 1987'de köşe yazarı oldu. 1990da genel yayın müdürüyken gazeteciliğe ara verdi. Çeşitli televizyon programları hazırladı. İlk romanı Dört Mevsim Sonbahar 1982'de yayınlandı. 1985'te yayınlanan ikinci kitabı Sudaki İz toplatıldı ve müstehcenlikten yargılanarak mahkeme kararıyla yakıldı. Birçok yazısından dolayı yargılandı ve 1995 yılında bir buçuk yıla mahkum edildi. Şimdi serbest yazar. Ahmet Altan Eserleri ROMAN: Dört Mevsim Sonbahar (1982) Sudaki İz (1985) Yalnızlığın Özel Tarihi (1991) Tehlikeli Masallar (1996) Kılıç Yarası Gibi (2001) İsyan Günlerinde Aşk (2001) Aldatmak (2002) DENEME: Karanlıkta Sabah Kuşları (1997) Kristal Denizaltı (2001) Geceyarısı Şarkıları (2001) İçimizde Bir Yer (2004) Ve Kırar Göğsüne Bastırırken (2003) ÖDÜLLERİ: 1999 Yunus Nadi Roman Armağanı Kılıç Yarası Gibi ile Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı
  24. Afşar Timuçin (1939-...) 1939'da Manisa’nın Akhisar ilçesinde dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenim görürken 1967'de Kanada’ya gitti. Montreal üniversitesinin felsefe bölümünden mezun oldu. Yurda dönüşünde Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Fransızca okutmanlığına başladı. Aynı üniversite de doktorasını verdi. 1992’de profesörlüğe yükseldi. İstanbul’da Kavram Yayınları'nın ve üç aylık Felsefe Dergisinin (ilk sayı Ekim-Aralık 1977) sahip ve yönetmenliğini yaptı. Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda öğretim üyesi. Yazı alanında adını 1956'da Vatan gazetesinde yayınlanan "Heykel" adlı öyküsüyle duyurdu. Şiirleri ve yazıları Yelken, Ataç, Papirüs, Yeni Edebiyat, Varlık, Soyut, Yeni Ufuklar, Milliyet Sanat, Yazko Edebiyat gibi dergilerde yayınlandı. Toplumcu dünya görüşüne bağlı, öz ve biçim bakımından bütünleşmiş bir şiir anlayışı geliştirmeye çalıştı. "Tahir ile Zühre", "Leyla ile Mecnun", "Ferhat ile Şirin", "Arzu ile Kamber", "Güllü ile Hamza" isimli halk öykülerini destan biçiminde yeniden yazarak 1969'da "Destanlar" ismiyle kitaplaştırdı. Felsefeyle ilgili kitaplarının yanısıra öykü ve deneme kitapları da yayınladı. ESERLERİ ŞİİR: Çöl (1968) Destanlar (1969) Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz (1974) Savaşçı Türküleri (1980) Ey Benim Güzel Sevdalım (1984) Bu Sevda Böyle Gider (1992) Akşam Türküleri (1996) ANTOLOJİ Wietnam Şiiri (A. Kadir ile birlikte, 1984) Filistin Şiiri (1974-1983) Portekiz Sömürgeleri Şiiri (1975) ROMAN Yarına Başlamak (1975, 1977) Gece Gelen Eski Dost (1980, 1983) Kıyılar Durunca (1983) ÖYKÜ Denizli Pencere (1981) Neden Bazı Akşamlar (1985) FELSEFE ARAŞTIRMA Aristoteles Felsefesi (1976) Descartes Felsefesine Giriş (1980) Niçin Yapısalcılık Değil (1984) Gerçekçi Düşüncenin Kaynakları (1984) Gerçekçi Düşüncenin Gelişimi (1986) Estetik (1987 Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.