Zıplanacak içerik

Legendary

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Legendary tarafından postalanan herşey

  1. Reşat Nuri Güntekin (1889-1956) 25 Kasım 1889'da İstanbul'da doğdu. 7 Aralık 1956'da Londra'da öldü. İlk öğrenimini Çanakkale'de Mekteb-i İptidai'de yaptı. Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) ve İzmir'de bir Fransız okulunda öğrenim gördü. Sınavla girdiği Darülfünun-ı Osmani Ulum-ı Edebiyat Fakültesi'ni 1912'de bitirdi. Fransızca öğretmeni olarak Bursa Sultanisi'ne atandı. 1916-1919'da İstanbul'da Vefa ve Erenköy liselerinde müdürlük yaptı. 1931'de Milli Eğitim müfettişi oldu, bütün Anadolu'yu dolaştı. 1939-1943 arasında Çanakkale milletvekiliydi. 1947'de Milli Eğitim Başmüfettişliği'ne getirildi. 1950'de Paris'te Kültür Ateşesi ve UNESCO'da Türkiye temsilcisi oldu. 1954'te emekliye ayrıldı. Bir süre İstanbul Şehir Tiyatroları Edebi Kurul üyeliği yaptı. Kanser tedavisi için gittiği Londra'da yaşamını yitirdi. Cenazesi İstanbul'a getirildi, Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi. Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında başladı. İlk eseri "Eski Ahbap" isimli uzun öykü, 1917'de "Diken" dergisinde yayınlandı. 1819-1919'da Zaman gazetesinde "Temaşa Haftaları" başlığıyla tiyatro eleştirileri yazdı. Bu dönemde Şair, Nedim, Büyük Mecmua, İnci, Diken dergileri ile Dersaadet ve Zaman gazetelerinde yayınlanan öykü, roman ve oyunlarında kendi adının yanısıra "Hayrettin Rüştü, Mehmet Ferit, Cemil Nimet" gibi takma isimler kullandı. Mizah ve magazin yazılarını da "Ateşböceği, Ağustosböceği, Yıldızböceği" gibi isimlerle yayınladı. 1922'de Vakit Gazetesi'nde tefrika edilen ve aynı yıl katip olarak basılan "Çalıkuşu" romanıyla ünlendi. Bu romanı önce "İstanbul Kızı" adıyla oyun olarak yazmıştı. O dönem koşullarında sahneye konulması olanağı çıkmayınca romana dönüştürdü. Türk edebiyatında gerçekçi romana yönelimin ilk örneklerinden olan Çalıkuşu, dili, anlatımdaki rahatlığı, duygusal yanlarıyla uzun yıllar güncelliğini koruyan bir eser oldu. Sinema ve televizyona da uyarlandı. Romanda, iyi bir eğitim görmüş ve bir aşk nedeniyle hüsran yaşamış İstanbullu genç öğretmen kadın Feride'nin tanıklığıyla Anadolu'nun Kurtuluş Savaşı'ndaki hali yansıtılır. Farklı yaşam biçimleri, farklı anlayışlar, farklı gelenek ve görenekler, toplumsal çatışmalar Feride'nin gündelik yaşamı ve duygu dünyasıyla iç içe verilir. 1927'den sonraki romanlarında da üslubunun temel yapısını değiştirmeden toplumsal sorunlara eğildi. Romanlarında sayısız insan tipi yarattı. Çoğunlukla erkek olan kahramanlarını, dış görünümlerinden çok psikolojik özellikleriyle yansıttı. Mizaha daha geniş yer verdiği öykülerinde de aşk, yalnızlık, fedakarlık, dostluk, ihanet gibi temalar kullandı. Anadolu gezileri sırasındaki gözlemlerini "Anadolu Notları" adıyla kitaplaştırdı. Öğrenciler için kitaplar yazdı, çeviriler yaptı. ESERLERİ ROMAN Çalıkuşu (1922) Gizli El (1924) Damga (1924) Dudaktan Kalbe (1925) Akşam Güneşi (1926) Bir Kadın Düşmanı (1927) Yeşil Gece (1928) Acımak (1928) Yaprak Dökümü (1930) Kızılcık Dalları (1932) Gökyüzü (1935) Eski Hastalık (1938) Ateş Gecesi (1942) Değirmen (1944) Miskinler Tekkesi (1946) Harabelerin Çiçeği (1953) Kavak Yelleri (ölümünden sonra 1961) Son Sığınak (ölümünden sonra 1961) Kan Davası (ölümünden sonra 1962) ÖYKÜ Gençlik ve Güzellik (1919) Roçild Bey (1919) Eski Ahbap (1919) Tanrı Misafiri (1927) Sönmüş Yıldızlar (1928) Leyla ile Mecnun (1928) Olağan İşler (1930) OYUNLAR Hançer (1920) Eski Rüya (1922) Ümidin Güneşi (1924) Gazeteci Düşmanı-Şemsiye Hırsızı-İhtiyar Serseri (Üç oyun birarada, 1925) Taş Parçası (1926) Hülleci (1926) Bir Köy Hocası (1928) Babür Şah'ın Seccadesi (1931) Bir Kır Eğlencesi (1931) Ümit Mektebinde (1931) Felaket Karşısında-Gözdağı-Eski Borç (Üç oyun birarada, 1931) İstiklal (1933) Vergi Hırsızı (1933) Bir Yağmur Gecesi (1943) Balıkesir Muhasebecisi (1953) Tanrıdağı Ziyafeti (1955) Yaprak Dökümü (ölümünden sonra 1971) Eski Şarkı (ölümünden sonra 1971) GEZİ Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966) EĞİTİM Dil ve Edebiyat: Türk Kıraati (1930) Fransızca-Türkçe Resimli Büyük Dil Kılavuzu (1935) Türk Dili ve Edebiyatı
  2. Rıfat Ilgaz ( 1911-1993) Rıfat llgaz, 1940'ların toplumcu-gerçekçi şairlerindendir. 1911 yılında Cide'de doğdu. Şiir yazmaya ortaokul öğrencilik yıllarında başladı. İlk şiiri 27.07.1927'de, günlük Nazikter gazetesinde yayınlandı. Ayrıca; Açıkgöz (Kastamonu), Güzel İnebolu ve Güzel Tosya gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başladı. Lise yıllarında babasının ölümü nedeniyle ayrıldı. Yatılı olarak Kastamonu Muallim Mektebi'nde öğrenim gördü. 1930 yılında mezun oldu. Altı yıl süreyle Gerede, Akçakoca, Hendek ile Düzce arasında Gümüşova'da ilkokul öğretmenliği yaptı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü 1938'de bitirdi ve Adapazarı Ortaokulu Türkçe Öğretmenliğine atandı. 1939'da İstanbul Karagümrük Ortaokulunda Türkçe Öğretmenliğine başlayan llgaz'ın, yazı ve şiirleri büyük dergilerde yayınlanmaya başladı. 1940'da Gığır, Oluş, Ulus, Güneş, Yücel, Varlık, Hamle ve Yeni İnsanlık dergilerinde şiirleri çıktı ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne girdi. Haşan Tanrıkut, Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel'le tanıştı. Ömer Faruk Toprak ile 9 Eylül 1942'de Yürüyüş dergisini çıkardılar. Bu dergide Orhan Kemal, Sait Faik, Cahit Irgat, A. Kadir, Nazım Hikmet (İbrahim Sabri) ile birlikte çalıştılar. 1943'de ilk kitabı "Yarenlik"i yayınladı. Şiirleri olağanüstü bir ilgi gördü. Ocak 1944'de "Sınıf" adlı şiir kitabı çıktı. Sıkıyönetim kararı ile toplatıldı. Pertev Naili Boratav "Sınıf" için:"Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat llgaz'ın kitabını okuyup anlamlarını dilemekten başka yapılacak birşey yoktur" diye yazdı.1945'de Gün dergisi çıktı. llgaz bu dergide sekreterdi. Bu dergide yazıları yayınlandı. Aziz Nesin'in Cumartesi dergisine ortak oldu. Seçici kurulda çalıştı. 1946'da Esat Adil, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin ile birlikte Gerçek gazetesini çıkardılar. 1946 Ekim ayında Yığın dergisini Esat Adil ve Adil Yağcı ile birlikte çıkardılar. Öğretmenliğe yeniden döndükten sonra Boğazlayan-Yozgat'a tayini çıktı. Hastalığı nedeniyle Validebağ Sanaturyumunda yattı. Şubat 1947'de Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Mim Uykusuz'un çıkardığı Markopaşa kadrosuna girdi. Sık sık kapatılan bu derginin daha sonraları sorumlu müdürlüğünü üstlendi. Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Markopaşa gibi dergilerin de sık sık adı değişiyordu. 1950'li yıllarda llgaz gazetecilik yapmaya başladı. Sakıncalı olduğundan, gazeteler ve dergiler imzalarına pek yer vermediler. 1952-1960'daTan gazetesinde dizgici-düzeltmen ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Turhan Selçuk ve İlhan Selçuk'un çıkardığı Dolmuş dergisinde "Stepne" takma adıyla yazılar yazdı. Hababam Sınıfı, Pijamalılar (Bizim Koğuş), Don Kişot İstanbul'da bu dergide dizi olarak yayınlandı. Hababam Sınıfı'nı da, isminin sakıncalı olması nedeniyle "Stepne" (Yedek Lastik) takma adıyla yazdı. Ocak 1953'de Devam adlı şiir kitabını çıkardı ve bu kitap da toplatıldı. 1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra kendi adıyla yazı ye şiir yayınlayabilme olanağına kavuşan Rıfat llgaz Demokrat İzmir, Akbaba, Vatan, Yeni Gün, Yeni Ulus gibi yayın organların-da ve kimi edebiyat dergilerinde yazı yazabildi. Sınıf yayınlarını kurdu ve kendi kitaplarını yayınlayabildi. 1970'de Basım Şeref Kartını aldı. 1974'de emekli oldu. Doğum yeri olan Cide'ye yerleşti. 12 Eylül 1980 döneminde gözaltına alındı. 70 yaşında gerekçesiz sorguya çekildi ve gözaltında kaldı. Tutukluluğu sona erince İstanbul'da, oğlu Aydın llgaz ile birlikte ölümüne kadar yaşamaya başladı. Bu olaylar "Kırkyıl Önce Kırk Yıl Sonra" adlı kitabında anlatılır. Onu hepimiz Hababam Sınıfı'nın yazarı olarak bildik. Altmış yayınlanmış kitabı olmasına karşın onun şairliğini, romancılığını ve öykü yazarlığını unutmamamız gerekir. Kitaplarında; çağdaş, ileri görüşlü, ulusumuzdan yana birlikteliği önerir. Yıllarca kendisini bizden uzaklaştırmaya çalışan yönetimlerden sonra, demokrasi yolunda ülkemizdeki gelişmeler Rıfat IIgaz adını yeniden yücelttiyse de, Sivas olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu. Rıfat Ilgaz Eserleri Şiir Yarenlik (1943): 1946'da ikinci basımı yapıldı. Sınıf (1944): Kovuşturmaya uğradı. 6 ay hapis yattı. Yaşadıkça (1947): Toplatıldı. Devam (1953): Toplatıldı. Üsküdarda Sabah Oldu (1954) Soluk Soluğa (1962): Yeni şiir çok azdır, genellikle derleme. Karakılçık (1969) Uzak Değil (1971) Güvercinim Uyur mu (1974) Kulağımız Kirişte (1983) Ocak Katırı Alagöz (1987) Çocuk Bahçesi (1995): Çocuklar için şiirler Bütün Şiirleri (1983): 9 cilt olarak Bütün Şiirleri: 1927-1991 (2004) Romanları Hababam Sınıfı (1957): Önce dizi hikâye olarak Dolmuş dergisinde yayınlandı. Sonradan roman olarak toplandı. Film uyarlamalarına esin kaynağı oldu. Ayrıca tiyatroda da sahnelendi. Pijamalılar (Bizim Koğuş) (1959): Önce Bizim Koğuş adıyla yayınlandı. Daha sonra 1973'te Pijamalılar olarak çıktı. Karadenizin Kıyıcığında (1969) Halime Kaptan (1972) Meşrutiyet Kırathanesi(1974) Karartma Geceleri (1974): Yusuf Kurçenli tarafından filmi çekildi. Başrolünü Tarık Akan oynadı. Sarı Yazma (1976) Yıldız Karayel (1981) Apartıman Çocukları (1984) Hoca Nasrettin ve Çömezleri (1984) Hababam Sınıfı İcraatın İçinde (1987) Anı Yokuş Yukarı (1982) Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra (1986) Dördüncü Bölük (1992): Damian Croft tarafından İngilizce'ye çevrildi, Milet Publishing tarafından yayınlandı. Köşe Yazarlığı Nerde Kalmıştık Cart Curt Öykü Radarın Anahtarı (1957) Don Kişot İstanbul'da (1957) Kesmeli Bunları (1962) Nerde O Eski Usturalar (1962) Saksağanın Kuyruğu (1962) Şevket Ustanın Kedisi (1965) Garibin Horozu (1969) Altın Ekicisi (1972) Palavra (1972): Önceden Don Kişot İstanbul'da adıyla yayınlandı. Tuh Sana (1972) Çatal Matal Kaç Çatal (1972) Bunadı Bu Adam (1972) Keş (1972) Al Atını (1972) Hababam Sınıfı Uyanıyor (1972) Hababam Sınıfı Baskında (1972) Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (1972) Rüşvetin Alamancası (1982) Sosyal Kadınlar Partisi (1983) Çalış Osman Çiftlik Senin (1983) Şeker Kutusu (1990) Çocuk Edebiyatı Bacaksız Kamyon Sürücüsü Bacaksız Okulda Bacaksız Paralı Atlet Bacaksız Tatil Köyünde Bacaksız Sigara Kaçakcısı Öksüz Civciv Küçük Cekmece Okyanusu Cankurtaran Yılmaz Kumdan Betona Çocuk Bahçesi(Şiir) Tiyatro oyunları Hababam Sınıfı Ulvi Uraz Tiyatrosu tarafından sahnelendi1965 Hababam Sınıfı Uyanıyor: Filme çekildi. Ana madde: Hababam Sınıfı Uyanıyor (film) Hababam Sınıfı Baskında Hababam Sınıfı Sınıfta kaldı: Filme çekildi. Türk Çocukları Türk Çocukları: Çatalzeytin Festivalinde öğrenciler tarafıdan sahnelendi. Çatal Matal Kaç Çatal (1972): Daha sonra Uzun Eşek Oyunu olarak yeniden yazıldı. Çatal Matal 1972'de Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu tarafından, Uzun Eşek ise Cide'de sahnelendi. Abbas Yola Giden: 1993'de Kartal Rıfat Ilgaz Sahnesi Oyuncuları tarafından sahnelendi. Ödülleri 1982 Yıldız Karayel ile Madaralı Roman Ödülü 1982 Yıldız Karayel ile Orhan Kemal Roman Armağanı 1987 Ocak Katırı Alagöz ile Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü 1993 Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü. Türk Dili ve Edebiyatı
  3. Peyami Safa (1899-1961) 1899'da İstanbul'da doğdu, 15 Haziran 1961'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Psikolojik romanlarıyla tanınan yazar. Şair İsmail Safa'nın oğlu. Babası Sivas'ta sürgünde yaşamını yitirdi. Yoksulluk ve 9 yaşında yakalandığı kemik veremi nedeniyle düzenli bir eğitim almadı. Bir yandan çalışırken bir yandan da kendi kendini yetiştirdi. 13 yaşında hayata atıldı. Posta Telgraf Nezareti'nde memur olarak çalıştı. 1914-1918 arasında öğretmenlik, 1918-1916 arasında gazetecilik yaptı. Hayatını yazıları ile kazandı. Babası gibi şair olan amcaları Ahmed Vefa ve Ali Kâmi'nin yönlendirmesiyle edebiyata başladı. Kardeşi İlhami ile çıkardığı "Yirminci Asır" adlı akşam gazetesinde "Asrın hikâyeleri" başlığıyla yazdığı magazin hikayeleriyle dikkat çekti. Para kaygısıyla yazdığı sıradan yazılarda annesi Server Bedia'nın adından esinlenerek yarattığı "Server Bedii" takma adını kullandı. Bu isimle kaleme aldığı "Cingöz Recai" isimli polisiye dizi romanları büyük ilgi gördü. Kültür Haftası (21 sayı, 15 Ocak-3 Haziran 1936) ve Türk Düşüncesi (63 sayı, 1953-1960) adlarında iki dergi çıkardı. Tasvîr-i Efkâr, Cumhuriyet, Milliyet, Tercüman, Son Havadis gazetelerinde yazdı. Çok sevdiği oğlu Merve'yi askerlik hizmeti yaparken kaybedince derinden sarsıldı. Bu olaydan birkaç ay sonra İstanbul'da beyin kanaması sonucu yaşamını yitirdi. Edirnekapı'da toprağa verildi. Sanat, edebiyat, felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi değişik alanlarda yazdığı yazılarla çok yönlü bir yazar oldu. 43 yıl hiç durmadan yazdı. İlk döneminde değişik ilgi alanları içinde sol eğilimli siyasal akımlara ilgi gösterdi. 1930'da basılan ve genç bir hastanın psikolojisini yansıtan otobiyografik romanı "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu"nun ilk baskısını "Nâzım Hikmet"e ithaf etmişti. Ama 2'nci Dünya Savaşı'ndan sonra Nazileri savundu. Ölümünden bir süre önce metapsişik konulara yöneldi. 1949'da yayınlanan son eserlerinden "Matmazel Noraliya'nın Koltuğunda"da tıp öğrenimi yaparken bunalıma girerek felsefeye yönelen ve sonuçta mistik dünya görüşünde karar kılan bir gencin öyküsünü anlattı. Edebiyat ve siyaset tartışmalarının hep içinde bulundu. Nâzım Hikmet, Nurullah Ataç, Zekeriya Sertel, Muhsin Ertuğrul, Aziz Nesin'le polemiklere girdi. Ayrıca ders kitapları da yazdı. ESERLERİ ROMAN Gençliğimiz (1922) Şimşek (1923) Sözde Kızlar (1923) Mahşer (1924) Bir Akşamdı (1924) Süngülerin Gölgesinde (1924) Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925) Canan (1925) Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930) Fatih-Harbiye (1931) Atilla (1931) Bir Tereddüdün Romanı (1933) Matmazel Noralya'nın Koltuğu (1949) Yalnızız (1951) Biz İnsanlar (1959) ÖYKÜ Hikayeler (Halil Açıkgöz derledi, 1980) OYUN Gün Doğuyor (1932) İNCELEME DENEME Türk İnkılâbına Bakışlar (1938) Büyük Avrupa Anketi (1938) Felsefî Buhran (1939) Millet ve İnsan (1943) Mahutlar (1959) Mistisizm (1961) Nasyonalizm (1961) Sosyalizm (1961) Doğu-Batı Sentezi (1963) Sanat- Edebiyat-Tenkid (1970) Osmanlıca-Türkçe- Uydurmaca (1970) Sosyalizm-Marksizim- Komünizm (1971) Din-İnkılâp-İrtica (1971) Kadın-Aşk-Aile (1973) Yazarlar-Sanatçılar- Meşhurlar (1976) Eğitim-Gençlik-Üniversite (1976) 20. Asır- Avrupa ve Biz (1976) DERS KİTAPLARI Cumhuriyet Mekteplerine Millet Alfabesi (1929) Cumhuriyet Mekteplerine Alfabe (1929) Cumhuriyet Mekteplerine Kıraat (Dört cilt, 1929) Yeni Talebe Mektupları (1930) Büyük Mektup Numuneleri (1932) Türk Grameri (1941) Dil Bilgisi (1942) Fransız Grameri (1942) Türkçe İzahlı Fransız Grameri (1948) Türk Dili ve Edebiyatı
  4. Şükrü Sunay Akın (12 Eylül 1962), şair, yazar, gazeteci, araştırmacı. 1962'de Trabzon'da doğdu. Ortaöğrenimini İstanbul Koşuyolu Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Fizik-Coğrafya Bölümü'nden mezun oldu. İlk şiirleri 1984'te dergilerde yayınlandı. Arkadaşlarıyla birlikte 1989'da "Yeni Yaprak", 1990'da "Olmaz" adlı şiir dergilerini çıkardı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile Müjdat Gezen Sanat Okulu'nda dersler veriyor. Televizyon programları hazırlıyor, gazetelerde yazılar yazıyor. Buluşlara dayanan, genellikle kısa şiirlerinde Orhan Veli'nin günümüzdeki sürdürücüsü. Yumuşak, lirik bir ses tonuyla günlük yaşamdan ilginç ayrıntılar, şaşırtıcı karşılaştırmalar veriyor. Yapılarını, günlük dildeki kullanımlarını bozmadığı sözcüklerle bir düşünce cambazı gibi oynuyor. Son yıllarda şiirden çok düzyazıya yönelmiş durumda. Yakın tarihteki bazı önemli ve özel olayların araştırılmasına yönelik araştırma, çalışma ve kitaplarıyla da ilgi çekiyor. Bu yönüyle edebiyatımızda yeni bir "Salâh Birsel" izlenimi yansıtıyor. 23 Nisan 2005 tarihinde 11 yıldır dünyanın dört bir yanından topladığı oyuncaklarla, hayali olan İstanbul Oyuncak Müzesi'ni Göztepe, İstanbul'da tarihi dört katlı bir konakta açtı. SUNAY AKIN ESERLERİ Tuncay Terzihanesi (2007) Kule Canbazı (2004) Kırdığımız Oyuncaklar (2003) Onlar Hep Oradaydı (2002) İstanbul'da Bir Zürafa (2001) Önce Çocuklar ve Kadınlar (2000) Ayçöreği ve Denizyıldızı (2000) 62 Tavşanı (2000) Kız Kulesi'ndeki Kızılderili (2000) Antik Acılar (1999) Makiler (1999) İstanbul'un Nazım Planı... (1999) Kaza Süsü (1997) Kırılan Canlar (1997) Veşaire...Veşaire (1994) Antik Acılar (1995) Kaza Süsü (1996) Makiler (1996) Şairler Matinesi (1993) Şiir Cumhuriyeti (1993) - Safa Fersal ile birlikte Küçük Asker...Küçük Asker... (1995) ÖDÜLLERİ 1997 Halil Kocagöz Şiir Ödülü Noktalı Virgül adlı dosyasıyla 1990 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü Makiler ile Türk Dili ve Edebiyatı
  5. İbrahim Şinasi (1826-1871) 5 Ağustos 1826'da İstanbul'da doğdu. 13 Eylül 1871'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl ismi İbrahim Şinasi. Topçu yüzbaşısı olan babası Mehmed Ağa 1829'da Osmanlı-Rus Savaşı'nda şehit oldu. Annesi onu yakınlarının desteğiyle büyüttü. İlköğretimini Mahalle Sıbyan Mektebi'nde ve Feyziye Okulu'nda tamamladı. Müşiriyeti Mektubî Kalemi'ne katip adayı olarak girdi. Arapça ve Farsça, Fransızca öğrendi. 1849'da bilgisini artırması için devlet tarafından Paris'e gönderildi. Burada edebiyat ve dil konularındaki çalışmalarını sürdürdü. Doğu kültürleri araştırmacısı De Sacy ailesi ile dostluk kurdu, Ernest Renan'la tanıştı, Lamartine'in toplantılarını izledi. Yine doğu kültürleri araştırmacısı Pavet de Courteille'nin çalışmalarına yardım etti. Dilbilimci Littré ile tanıştı. 1851'de Société Asiatique'e üye seçildi. 1854'te İstanbul'a döndü. Bir süre Tophane Kalemi'nde çalıştı. Meclis-i Maarif üyeliğine atandı. Encümen-i Daniş'te (ilimler akademisi) görev yaptı. Koruyucusu sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın görevinden ayrılması üzerine sakalını kestiği için üyelikten çıkarıldı. Reşit Paşa 1857'de yeniden sadrazam olunca, eski görevine döndü. Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar 1860'da Ağah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl gazetesini çıkardı. 1862'de de Tasvir-i Efkar gazetesini çıkardı. Devlet işlerini eleştirdiği ve Sultan Abdülaziz'e karşı girişilen eylemleri desteklediği gerekçesiyle 1863'teki Meclis-i Maarif'teki görevine son verildi. Gazeteyi Namık Kemal'e bırakarak, 1865'te Fransa'ya gitti. Orada sözcük çalışmalarına yöneldi. Yaklaşık 5 yıl Ulusal Kitaplık'ta araştırma yaptı. Tamamlayamadığı kapsamlı bir Türkçe sözlük üzerinde çalıştı. 1867'de İstanbul'a döndü. Kısa bir süre sonra yeniden Paris'e gitti. 1869'da tekrar İstanbul'a dönünce bir matbaa açtı, eserlerinin basımıyla uğraşmaya başladı. 13 Eylül 1871'de beyin tümöründen yaşamını yitirdi. Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketlerine öncülük ederek, dil, edebiyat ve düşünce yaşamının gelişmesine katkıda bulundu. Fransız şairlerinden çeviriler yaptı. Eski nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerde yeni düşünceleri dile getirdi. Öz ve biçim yönünden tümüyle yeni şiirler de yarattı. 1860'da yazdığı tek perdelik "Şair Evlenmesi" adlı komedi, Batılı anlamdaki ilk Türkçe oyundur. Anlatımdaki yeniliklerin yanısıra tema bakımından da Türk tiyatro edebiyatının öncüsüdür. Ama asıl önemli çalışmalarını gazetecilik alanında yaptı. Batılılaşmayı savunan "Tasvir-i Efkar", bir düşünce gazetesi kimliğiyle Türk basın tarihinde önemli bir aşamadır. Dildeki yalınlaşma çabasını edebiyat ve tiyatro alanlarındaki eserleriyle destekledi. ESERLERİ Tercüme-i Manzume Şair Evlenmesi (Oyun) Müntehabat-ı Eşhar (1862, Divan-ı Şinasi adıyla da bilinir, şiirlerinden seçmeler) Durub-u Emsal-i Osmaniye (1863, atasözleri derlemesi) Müntahabat-ı Tasvir-i Efkar (18623, 1885. Ebüzziya Tevfik tarafından düzenlenen seçme makaleler) Türk Dili ve Edebiyatı
  6. Şeyh Galip ( 1757-1799) Divan Edebiyatımızın son büyük şairi olan Şeyh Galib, 1757'de İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mehmed Esad olan Şeyh Galib'in babası Reşid Efendi, annesi Emine Hatun'dur. Babası tasavvuf eğitimi almış, mevleviliğe ve melamiliğe bağlı şiirlerle uğraşmış, kültürlü bir kişidir. Şeyh Galib'in dedesi Mehmed Efendi de mevlevi tarikati aydınlarındandır. Şeyh Galib ilköğretimini babasından gördü. Hamdi adlı bir bilginden Arapça dersi almış ve kendisine Esad mahlasını veren Süleyman Neşet'ten de öğrenimi sırasında faydalanmıştır. Galib ilk şiirlerinde Esad mahlasını kullanmıştır. Fakat bu adın başkalarınca kullanıldığını görerek Galib mahlasını almıştır. Yirmi dört yaşındayken Divan'ını yazmıştır. 26 yaşındayken Türk Edebiyatı'nda mesnevi türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan "Hüsn ü Aşk" adlı eşsiz eserini yazmıştır. Bir yıl ilimle ve eserlerini yazmakla uğraştı. Bu tarihte Galata Mevlevihanesi sonra Konya'da Mevlana dergahında çileye girmiştir. Fakat babasının isteği üzerine çileyi tamamlamadan İstanbul'a dönmüştür. Yenikapı mevlevihanesinde yeniden çileye girdikten sonra hücreye çıkmıştır. Sütlüce'deki evinde, 1791 yılına kadar şeyhlik yaptı. Sekiz yıl süren dergah şeyhliği sırasında Sultan III. Selim, Valide Sultan, padişahın kız kardeşi Beyhan Sultan'ın yakınları arasında yer aldı. Onların takdirlerini kazandı. Şeyh Galib 1799 yılında İstanbul'da vefat etti. Mezarı Galata Mevlevihanesi'nin avlusundaki türbededir. Şeyh Galib'in çevresini derinden etkileyen kuvvetli bir şahsiyeti, kendisine ve sanatına tam güveni olduğu anlaşılıyor. Çok genç yaştayken güçlü bir şair ve geniş kültürlü bir aydın olarak tanınan Şeyh Galib, iddialı bir şairdir. Divan Edebiyatımızda tasavvufun özellikle Mevlevilik koluna en fazla bağlı olan şairdir. Galib tasavvufun mazmun, çağrışım ve fikir hazinesinden faydalanmıştır. Tasavvufun tek varlık inancını, ilahi aşk, insan yüceliği, hoşgörülülük ilkelerini benimsemiştir. İran'lı Şevketi Buhari'nin açtığı Sebk-i Hindi çığırının bizdeki en büyük mensubu Şeyh Galib'dir. Sebk-i Hindi'nin son güçlü şairlerini dahi 50 yıl geriden takip etmiştir. Şeyh Galib bu tarzda örneklerle, içiçe mecazlarla ve birşey söyler görünürken başka birşeyi kastettiğini bazen açıkça söyler. O bizde sembolizme benzeyen şiir çığırını açmıştır. Sanatta yenilik özlemi duymuştur. Divan şiirinde yapmış olduğu başlıca yenilik, bambaşka bir üslub bulması, kendi deyimiyle bir başka lugat tekellüm etmiş olmasıdır. Kelime hazinesi çok zengindir; üslubu renk anlatan kelimlerle doludur. Şiirleri baştanbaşa mecazlar, görülmemiş kapalı ve karanlık hayallerle örülmüştür. Sembolik şiirlerdir. Onun en önemli eseri Hüsn ü Aşk mesnevisidir. Bunun haricinde şairin bir Divan'ı, Şerh-i Cezire-i Mesnevi adlı bir mesnevisi, bir de Es-Sohbetü's-Safiyye adlı bir eseri vardır. «ESAT»TAKMA ADINDAN SONRA «GALİP» ADINI KULLANMAYA BAŞLADI Ders aldığı hocalar arasında Galata Mevlevîhanesi şeyhi Hüseyin Efendi de vardır. Zamanın en tanınmış hocası Neşet Efendi'den de dersler aldı. Neşet Efendi, genç Şeyh Galip'in yeteneğini çabuk farketti ve yazdığı şiirleri beğenerek ona "Esat" takma adını önerdi. Şeyh Galip, bir ara "Esat" takma adıyla şiirler yazdıktan sonra "Galip" adını kullanmaya başladı. Böylece, asıl adı olan Mehmet unutulmuş ve daha sonraları hep "Şeyh Galio" olarak bilinmiştir. 1782'de, yazdığı bütün şiirlerini bir divanda topladığı zaman, yirmi dördünü bitirmiş, yirmi beşine basmış gencecik bir delikanlı idi. O yaşta dîvan sahibi olmak, hele "Şeyh Galip Divanı" gibi fikir derinliği, muhayyile zenginliği ve üslûp tazeliği taşıyan bir dîvan sahibi olmak, o güne dek kimsenin erişemediği bir mutluluktu. ALTI AY İÇİNDE «HÜSNÜ AŞK»I YAZDI İstanbul'un sanat çevrelerinde bir anda yıldız gibi parladı. Çevresi, hayranları ile dolup taşıyordu. Şiirleri dillerde geziyor, saraydan mahalle kahvesine kadar her yerde okunuyor, beğeniliyordu. İşte bu günlerin birinde bir sanat meclisinde söz, dönüp dolaşıp, büyük dîvan şairlerimiz arasında yer alan "Nâbi"ye geldi. Orada bulunanlar, Nâbi'nin "Hayrâbât" adlı mesnevîsini övmeye başladılar. Bu övgü o kadar ileri götürüldü ki, konuşanlardan biri, "Böyle bir mesnevî, bir daha yazılamaz" dedi. Şeyh Galip, bu yargıya katılmamıştı. "Çok abartılıyor" dedi. Bunun üzerine sordular: -"Peki sen yazabilir misin?" Şeyh Galip'in şairlik gururu incinir gibi oldu: -"Evet" dedi, "Hem de daha güzelini!" Ve yazdı. Altı ay içinde Nâbi'nin "Hayrâbât"ını gölgeye çeken "Hüsn ü Aşk"ı yazdı. Bu kadar kısa bir zaman içinde bu ölçüde ve hacimde bir eser ortaya çıkarmak, başka bir şaire nasip olmuş değildir. Hüsn ü Aşk, tasavvuftan kaynaklanan bir eserdir. Olaylar ve kişiler, sembolleri gerçekleştirmek için kullanılmıştır. Mesnevide kullanılan Hüsün ve Aşk, mutlak güzellik ile mutlak bilgidir. Bunlar "edep" okulunda, yani Mevlevî dergâhında okurlar. Mutlak aşk ile mutlak bilginin birleşebilmesi için, kalp şehrine giden çileli yolu geçmek gerekir. Geçerler ve muratlarına ererler. Bu eserinde Şeyh Galip, öylesine imajlar kullanmış ve bu soyut dünyadan öylesine somut bir dünya ortaya koymuştur ki, her açıdan eşsizdir. Bakınız, 'Muhabbet' kabilesinin insanlarını nasıl çiziyor: "Giydikleri âfitab-ı temmuz İçtikleri, şûle-i cihansûz." "Muhabbet" kabilesinin insanları, temmuz güneşini giyerler, can ışığını içerlermiş... ÜÇÜNCÜ SELİM, ŞAİRİ SEVİYOR VE SAYGI DUYUYORDU Hüsn ü Aşk'ı 26 yaşında yazdı ve 28 yaşında Konya'ya giderek Mevlânâ'nın dergâhında çileye çöktü. Birkaç yıl Konya'da kaldıktan sonra İstanbul'a gelerek çilesini Yenikapı Mevlevîhanesi'nde tamamladı. Niyeti, bundan sonra babası ve annesi ile bir eve geçmek ve orada inziva hayatı yaşamaktı. Fakat o yıl padişah olarak tahta çıkan Üçüncü Selim Şeyh Galip'in şiirlerini tanıyor, seviyor ve şaire saygı duyuyordu. Saraya davet etti, kendisiyle görüştü ve iltifatlarda bulundu. Yine padişahın arzusu ve işareti ile Galata Mevlevîhanesi Şeyhliği'ne getirildi. Üçüncü Selim, sık sık Galata Mevlevîhanesi'ne gitmiş ve âyinlerde bulunarak Şeyh Galip'e verdiği ehemmiyeti göstermiştir. Şeyh Galip'in sarayı ziyaretinde de padişahın, "Şeyhim, şeref verdiniz" diye itibar sözü ile karşılandığı bilinir. Galata Mevlevîhanesi'ne başladığı tarihten itibaren "Galip Dede" diye anılmıştır. Şöhretinin zirvesine ulaştığı 1799 yılında (3 Ocak) 42 yaşında iken öldü. Herhalde Türk Dîvan Edebiyatı göklerinin en parlak yıldızı o gün düşmüş olacak. Şiirlerinden Örnekler GAZEL Gencinen olsam vîrân edersin Âyînen olsam hayrân edersin Tîr-i nigehden dâğ-ı derûna Baksan ne işler seyrân edersin Sâkî kerâmet sende ya bende Bahri habâba mihmân edersin Nezzâre-i germ etdikçe ey çeşm Âteşle âbı yek-sân edersin Ey huşk zâhid dem urma meyden Dest-i duâyı mercân edersin Zâhid o meh-veş bir nûrdur kim Büttür demezsin îmân edersin Mâdâm uçarsın gözlerde ammâ Rûyun perî-veş pinhân edersin Tabl-ı tehîden gümdür suhanler Bî-hûde Gaalib efgaan edersin Etvâr-ı çerhe uy mevlevî ol Seyrân edersin devrân edersin ŞARKI Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni Böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni Ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni Bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır Rişte-i cem'iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır Hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır Bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni Ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu Sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu Râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu Yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni Bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine Sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine Tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine Hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni Gâlib-i dîvâneyim Ferhâd u Mecnûn'a salâ Yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana Şem'ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana Anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni Şey Galip / Mısra-ı Berceste / Özlü Sözler * Efendimsin cihanda itibarım varsa sendendir. Miyan-ı aşıkanda iştiharım varsa sendendir. * Benim feyz-i hayâtım hâsılı rûh-ı revânımsın. Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir. * Ne kadar bilmese de halk hüner-mendi tanır. Ne kadar bilmese de halk hüner sahibini tanır. * Vakt-ı şâdî de gelir mevsim-i mihnet de geçer. Dert mevsimi geçer, neşe vakti de gelir. * Su uyur düşman uyur haste-i hicrân uyumaz. Su uyur, düşman uyur, ayrılık hastası uyumaz. * Hayret-dih-i cân o çeşm-i şehbâz Âhû-yi füsûn kebûter-i nâz. Cana hayret veren o şahbaz göz, o büyü ceylanı, naz güvercini. * Bilmem ne füsûndu ol fesâne Dûzah haberin getirdi câne. Bilmem o efsane ne büyü idi, cana cehennem haberini getirdi. * Korkutmağa düşme bî-mahaldir Vuslat dediğim benim eceldir. Korkutmaya çalışma, yersizdir. Benim vuslat dediğim eceldir. * Cân oldu piyâle-nûş-ı hasret Çeşm oldu güher-fürûş-ı hasret. Can hasret kadehini içer oldu, göz ayrılık cevherlerini (gözyaşlarını) satar oldu. * Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahi söyle böyle bir söz. Şöyle-böyle bir söz zannetme. Söyleyebiliyorsan gel sen de böyle bir söz söyle. * Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen. Kendine iyi bak çünkü alemin özüsün sen. Varlıkların gözbebeği olan insanoğlusun sen. * Fârığ olmam eylesen yüzbin cefâ sevdim seni Böyle yazmış alnıma kilk-î kazâ sevdim seni Ben bu sözden dönmezem devreyledikçe nüh felek Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni. Yüzbin cefâ etsen vazgeçmem, bir kere sevdim seni. Kazâ ve kader kalemi alnıma böyle yazmış; seni sevdim bir kere. Dokuz gök döndükçe bu sözden dönmem: Sevdim seni; yer ve gök aşkıma şâhid olsun. * Şiir mumdan kayıklarla alev denizini geçmeye benzer.
  7. İgor Fyodoroviç Stravinski (Rusça: Игорь Фёдорович Стравинский) (d. 17 Haziran 1882 - ö. 6 Nisan 1971), Rus besteci, piyanist ve orkestra şefi. 20. yüzyıl müziğinin en etkili ve önemli bestecilerinden biri olarak kabul edilir. Yaşamı Stravinski, 17 Haziran 1882'de Oraienbaum'da (bugün Lomonosov) Fiodor Ignatjevic isimli bir bas ile St.Petersburg Kraliyet Operası'nda çalışmakta olan bir şarkıcının dört oğlundan üçüncüsü olarak olarak dünyaya geldi. Müziğe yeteneği erken yaşlarda ortaya çıktı ancak ailesinin isteğiyle müzik eğitimi değil, St.Petersburg Üniversitesi'nde hukuk eğitimi aldı; dönemin önde gelen Rus bestecisi Nikolai Rimsky-Korsakov'un oğluyla birlikte okudu. 1902'da babasını kaybeden Stravinsky, müziğe yöneldi ve konservatura gitmek yerine ikinci bir baba olarak kabul ettiği Nikolai Rimsky-Korsakov’dan ders almayı tercih etti. 1903'te başlayan özel dersleri 3 yıl sürdürdü; ilk bestelerinin hocasının desteğiyle yarattı. 1906'da üniversiteden mezun oldu; 1906'da kuzeniyle evlendi ve ardı ardına iki çocukları oldu. Paris'teki Rus Balesi için aldığı siparişler nedeniyle 1910-1914 arası Rusya'da fazla bulunamadı; I. Dünya Savaşı yıllarında İsviçre'ye yerleşti, iki çocuğu daha dünyaya geldi. Stravinski savaştan sonra ailesiyle birlikte Fransa'ya yerleşti ve yirmi yıl değişik kentlerde yaşadı. Rusya'daki mülklerini yitirdiği için ek gelir sağlamak amacıyla besteciliğin yanısıra piyanistlik ve orkestra şefliği yapmaya başladı. Avrupa'da, Kuzey ve Güney Amerika'da turnelere çıktı. 1938'de büyük kızını, 1939'da karısını ve annesini kaybeden Stravinsky, II. Dünya Savaşı başlayınca Harvard Üniversitesi'nden gelen çağrıyı kabul ederek konferanslar vermek üzere ABD'ye gitti. 1940'ta uzun zamandır tanıştığı oyuncu Vera de Bosset ile ikinci evliliğini yaptı. Hollywood'da bir ev satın alarak uzun yıllar orada yaşadı. The Rake's Progress adlı eserini yazarken asistan olarak Hollywood’daki evine çağırdığı genç ABD’li müzikçi Robert Craft’ın serial müziğe yakınlığı neo-klasik tarzı aşmasına yardımcı oldu ve seri müzik teknikleriyle eserler yaratmaya yöneltti. 1946'da ABD vatandaşlığına geçti. 1962'de bir dizi konser vermek için ülkesi Rusya'ya dönen Stravinsky, devlet başkanı Kuruşçev ile iki saat başbaşa görüştü ama Sovyetler Birliği'ne dönme teklifini kabul etmedi. 1966'dan itibaren sağlığının bozulması nedeniyle gittikçe daha az eser verdi. 1969'da New York'a taşındı ve son yıllarını bu şehirde geçirdi. 6 Nisan 1971'de New York'ta hayatını kaybeden sanatçının mezarı Venedik'te San Michale Adası'ndadır. Bale ve diğer erken dönem eserleri Rimsky-Korsakov’un Stravinski'nin ilk eserleri üzerindeki etkisi kolay fark edilmektedir. 1908 senesinde yazılan orkestra eseri ’Scherzo fantastique’i dinleyip etkilenen Serge Diaghilev Stravinski'den bir bale yazmasını istedi. Bunu yıllar sürecek olan bir beraber çalışma süreci izledi. Stravinski’nin Diaghilev için ilk balesi Ateş Kuşu (1910) ve Petruşka (1911) dramatik ifadesi, zengin orkestrasyonu ve rus halk müziğinden alınmış tanıdık melodileri sayesinde halk tarafından büyük beğeni topladı. Le sacre du printemps’in galası (1913) Nizinsky’nin yaptığı alışılmamış koreografi, müziğin armonik yapısı, asimetrik ve değişken ritmik yapısı nedeniyle eser büyük bir tiyatro skandalı oldu. 1910 ile 1914 arası Stravinsky Wolhynien'de ve İsviçre'de yaşadı. Birinci dünya savaşının patlak vermesiyle Stravinski İsviçre’de kalmaya karar verdi. Burada A Soldier’s Tale’ı (1918, Bir Askerin Hikayesi) besteledi. Bu dönemlerdeki caz etkisi bu eserde olduğu kadar 1918'de 11 enstruman için bestelediği Rag-Time’da ve 1919’da piyano için bestelediği Rag-Music’de belirgin olarak farkedilmektedir. 1920'de Stravinski Paris'e yerleşti. Orada Pablo Picasso, Jean Cocteau, André Gide, Henri Maisse ve Alexander Benois gibi dönemin önemli fransız ya da Fransa'da yaşayan sanatçılarıyla tanıştı. Bu yıllarda önemli eserlerinden Symphonies d’instruments á vent (1920), Opera buffa Mavra (1922), ve 1923'te rus balesi tarafından sahneye konulan rus dansı Les Noces (1923, Düğün) ortaya çıktı. Mavra ve İsviçre'de bestelenen ve 1920' de Paris'de sahneye konulan bale Pulcinella, Stravinski’nin neoklasizme yönelişinin başlangıcı sayılır. Stravinski Paris’te ailesini geçindirebilmek için piyanist ve şef olarak çalıştı. Bu sebeple 1924'te yazılan Piyano ve Ahşap Nefesliler için Konçerto gibi birçok piyano eseri yazdı. Neoklasik Eserler 1923'ten sonra Stravinski'nin neoklasik eserleri ortaya çıkmaya başladı. Bu dönemdeki çalışmalar son romantik dönemin yoğun duygusallığına kasıtlı bir tepki olarak sanatsal bir tarafsızlık barındırmaktaydı. Bu ideali Stravinski 1935'te yazdığı anılarında şöyle açıklar: “Müzik doğal olarak herhangi birşeyi ifade etme gücüne sahip değildir ve performanscılar kendi fikir ve bireysel ifadelerini eklemeden bestecinin eğilimlerini takip etmelidirler.“ Bu modern müziğin oluşumunda büyük payı olan güçlü estetik bir etkiydi. Opera-Oratoryum Oedipus Rex (1927), melodram Persephone (1934), ve bale Apollo Musagetes (1928) rus koreograf George Balansin için bu dönemde yazdığı önemli eserlerden. 1939’da Stravinski Avrupa’yı terketti. Amerika’ya iltica etti ve Hollywood’a yerleşti. Orada Circus Polka (1942), orkestra için Danses concertantes (1942), Broadway revüsü için Scènes de ballet (1944) gibi sipariş üzerine bir çok eser besteledi. Bunun yanında 3 Bölümlü Senfoni (1945), klarnet ve caz grubu için Abanoz Konçertosu (1945), ve opera The Rake’s Progress (1951, Libretto: W.H.Auden ve Chester Kallman) gibi önemli eserler de besteledi. Seri-Müziğe ilgisi 1948'de Stravinski, Amerikalı bir orkestra şefi olan Robert Craft tarafından tekrar ve bu sefer kalıcı olarak Avusturyalı besteci Arnold Schönberg'in 12 Ton Müziği ile Schönberg'in öğrencisi Anton von Webern'in Seri Müzik teknikleriyle karşı karşıya getirildi. Bu çabanın sonucunda Kantate Threni (1958), piyano ve orkestra için Movements (1959) ve son büyük eseri Requiem Canticles (1966) ortaya çıktı. 1967'de Stravinski son kez olarak kendi eserlerinin plak kaydında orkestrayı yönetti. 6 Nisan 1971'de New York'ta öldü ve Venedik'teki San Michele adasına Diaghile'nin mezarının yakınına gömüldü. Sahne ve orkestra eserlerinin yanında Stravinski birçok piyano, oda müziği, koro eserleri, solo vokal eserleri ve yabancı eserler üzerine çalışmalar yaptı. Eserlerinde birçok müzikal stili kullandı. Rus ulusal stili, caz, neoklasizm, bitonalite, atonalite, ve seri müzik. Büyük bir besteci olasını sağlayan en önemli özelliklerinden biri kendisini devamlı geliştirmesi ve her yeni tekniği kendi gelişimine başarılı bir şekilde entegre edebilmesiydi. Sadece tek bir yoldan gitmek kendi tabiriyle "geriye gitmek" idi. Stravinski'nin eserleri 20. yüzyıl müziğinin en önemli eğilimlerini yansıtmış ve aynı zamanda onu da etkilemiştir. Onun bugüne kadar gelen önemi zaman zaman dini konular tarafından da belirlenen orijinalliğe ve hayranlık uyandıran teknik virtuoziteye dayanmaktadır. Kaynak:Wikipedia ESERLERİ Ballets: * The Firebird * Petrushka * The Rite of Spring * Pulcinella * Apollon musagéte * Le baiser de la fée * Jeu de Cartes * Orpheus * Agon * The Soldier's Tale, for chamber ensemble, dancers, speaker Orchestral * Symphony in E-flat Major, Opus 1, * Symphony of Psalms * Symphonies of Wind Instruments * Symphony in C * Symphony in Three Movements * Octet for Wind Instruments * Oratorio - Oedipus Rex * Violin concerto * Concerto, 'Dumbarton Oaks' * Ebony Concerto * Mavra (an opera) * Opera, The Rake's Progress * Les Noces (The Wedding), for voices, percussion and 4 pianos * Threni, for soloists, chorus and orchestra * Requiem Canticles, for voices and orchestra * Melodrama, Perséphone Writings * Stravinsky, Igor, Stravinsky: An Autobiography, Simon & Schuster * Stravinsky, Igor, Poetics of Muse, Harvard University Press 52 composers
  8. (7 Mayıs1840, Votkinsk – 6 Kasım 1893, St. Petersburg) Romantik dönem Rus klasik müzik bestecisi. 7 Mayıs 1840’da Ural dağlarında bir maden kenti olan Votkinsk’te doğdu. Babası maden ocaklarında müfettiş idi. İyi bir öğrenim gördü ve özel müzik dersleri aldı. Ailesi Petersburg’a yerleşince bu kentte hukuk öğrenimine başladı ve 19 yaşında eğitimini tamamlayarak devlet memuru oldu. 21 yaşında iken annesinin ölümü üzerine yeniden besteci olma arzusu duydu ve işinden ayrılarak, sonradan Petersburg Konservatuvarı’na dönüşecek yeni bir müzik okuluna kaydoldu. 1865 yılında mezun oldu ve Moskova Konservatuvarı’nda müzik öğretmenliğine başladı. Bu kurumda çalıştığı 11 yıl boyunca birçok büyük eser yaratan Çaykovski, ilk defa Alınyazısı adlı senfonik şiirde kendi bestecilik üslubunu ortaya koydu: Tutku ve özlem dolu, küçük şarkıları yeğleyen bir üslup. Eşcinsel eğiliminin dedikodulara yol açmasını önlemek için 1877’de konservatuvardan bir öğrencisi ile evlenen Çaykovski’nin bu evliliği çok başarısız olmuş ve intihar girişiminde bulunmasına yol açmıştı. Dokuz hafta sonra eşini ve Moskova’yı terk eden ancak boşanamayan besteci 1878’de varlıklı bir müziksever olan Nadezhda von Meck ile tanıştı. 11 çocuklu bu genç kadın Çaykovski’yi maddi olarak destekledi ancak ilişkileri sadece mektuplaşma yoluyla sürdü, von Meck’in isteğiyle birbirlerinin yüzünü görmediler. Aldığı maddi destek sayesinde Çaykovski öğretmenlikten ayrılıp kendisini bestelerine verdi. 1878 – 1885 yıllarını Avrupa-Rusya arasında gidip gelerek geçiren besteci, gittiği ülkelerde orkestralar yönetti. 1891’de ise ABD’ye giderek kendi eserlerinden oluşan dinletiler gerçekleştirdi. Çaykovski, 1875’de ilk kez seslendirilen 1. Piyano Konçertosu ve 1876’da sehnelenen Kuğu Gölü Balesi ile büyük başarı kazanmıştı; en başarılı operası olan Yevgeni Onegin’i 1879’da tamamladı; 1880′de 1812 Yılı Uvertürünü yazdı; 1881’de ilk kez seslendirilen Keman Konçertosu zamanla keman dağarcığının en gözde eserlerinden birisi oldu; 5. Senfoni 1888’deki ilk seslendirilişinden itibaren büyük başarı kazandı; 1889’da Uyuyan Güzel balesi sahnelendi; 1890’da yazdığı Maça Kızı, o yıl Çarlık Operaevi’nde sahnelendi. Sanatının doruğuna çıktığı sırada Nadezhda von Meck onu parasal olarak desteklemeyi ve mektuplaşmayı kesti. Ancak Çaykovski beste çalışmalarını sürdürdü ve 1892’de Rusya’da bir turne gezisine çıktı. Moskova yakınlarında bir ev alarak burada Patetik Sonat’ı besteledi, Fındıkkıran Balesi’ni yazmaya başladı. 1893’te kolera salgını sırasında kaynatılmamış bir bardak su içmesi sonucu yatağa düşerek (bir başka iddiaya göre ise bir soylunun yeğeni ile olan ilişkisinden ötürü zehirlenerek veya kendisini öldürmek için arsenik içerek) Petersburg’da öldü. Çaykovski, sekiz senfoni, on bir opera, üç bale, üçü piyano, biri keman olmak üzere dört konçerto, üç yaylı dördül, en ünlüsü Andante Cantabile (1. yaylı dördülün ağır bölümü) olan çeşitli oda müziği eserleri bestelemiştir. ESERLERİ Operas: 10 operas including: -Eugenen Onegin -The Maid of Orleans -Queen of Spades -Iolanthe Ballets: -Swan Lake -The Sleeping Beauty -The Nutcracker -Snow Maiden -Hamlet Orchestral: -6 Symphonies -Various overtures -3 Piano Concertos Other: -Chamber works -Piano works -Songs -Choral works El yazması
  9. William Turner Sir WALTON, İngiliz Bestecisi (oldham 1902-İschia Adası/İtalya 1983) 1912'de Oxford Kilise korosuna girdi.Daha sonra Ernest Ansermet,Ferruccio Busoni ve Edward Joseph Dent'ten özel müzik dersleri aldı.Birçok çalgıyı çalmayı öğrendi.Müziğin çok değişik tarzlarında beste ürünleri verdi.İlk ürünü Belshazzar's Feast 1931 adlı oratorya ile sağladı.1951'de şövayle sanıyla onurlandırıldı.1954'de ilk ve en ünlü eseri olan Troilus and Cressida adlı operası Londra.2da sahnelendi.Öteki eserleri arasında,1935 ve 1960'ta bestelediği iki senfoni,uvertürler,bale süitleri,oda müziği parçaları,koro besteleri sayılabilir.. BESTELERİ Opera * Troilus and Cressida * The Bear, one-act opera, Ballet * The Wise Virgins * The Quest Orchestral works * Symphony No. 1 * Symphony No. 2 "Liverpool" * Façade Suites for Orchestra * Crown Imperial, ceremonial march ( for the coronation of George VI) * Music for Children * Spitfire Prelude and Fugue * Orb and Sceptre, ceremonial march * 2 Viola Concertos * Cello Concerto Works for Chorus and Orchestra * Belshazzar's Feast * In Honour of the City of London * Coronation Te Deum ( for the coronation of Elizabeth II) * Façade, for reciter and chamber ensemble (1922, subsequently revised, based on poems by Edith Sitwell) Film scores * As You Like It * Henry V * Hamlet * Richard III * Battle of Britain * various music for theater and television
  10. Faruk Nafiz Çamlıbel (1889-1973) 18 Mayıs 1889'da İstanbul'da doğdu. 8 Kasım 1973'te Akdeniz'de seyreden Samsun gemisinde yaşamını yitirdi. Türk şiirinde "hecenin 5 şairi" diye bilinen şairlerden biri. Yenilikçi edebiyatımızın geçiş döneminde dili, tekniği ve romantik İstanbul'lu kişiliğiyle de olsa, Anadolu gerçeğine açıldı. Türkçenin gelişmesine büyük katkı sağladı. Milli edebiyat akımına verdiği güçle kendisinden sonra gelen kuşaktaki biçok şairi etkiledi. Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Haşim şiirinin yanında üçüncü bir kümenin oluşmasına neden oldu. İstanbul Darülfünun'u Tıp Fakültesi'ndeki eğitimini yarım bıraktı. Kayseri, İstanbul ve Ankara'da liselerde ve öğretmen okullarında edebiyat dersleri verdi. 1946-1960 arasında Demokrat Parti'den İstanbul'dan milletvekili seçildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra bir süre Yassıada'da tutuklu kaldı. Biraz Cenap Şahabettin'den, büyük ölçüde de Yahya Kemal Beyatlı'dan etkilenerek ilk şiirlerini aruz vezniyle yazdı. Sonra hece veznine döndü. Anadolu insanının duygularını işleyerek Milli edebiyat akımının yurtçu duyarlılığını zengileştirdi. Erkek bencilliğini yücelten aşk şiirleri de yazdı. Anayurt adlı dergiyi 8 sayı çıkardı. "Çamdeviren", "Deli Ozan" gibi takma isimlerle mizah şiirleri yazdı. Fıkra, manzum oyun, roman türünde eserleri de var. ESERLERİ ŞİİR Şarkın Sultanları (1919) Gönülden Gönüle (1919) Dinle Neyden (1919) Çoban Çeşmesi (1926) Suda Halkalar (1928) Bir Ömür Böyle Geçti (1933) Elimle Seçtiklerim (1934) Akarsu (1937) Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938) Akıncı Türküleri (1938) Heyecan ve Sükûn (1959) Zindan Duvarları (1967) Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969) OYUN Canavar (1925) Özyurt (1932) Akın (1932) Kahraman (1933) Yayla Kartalı (1945) ROMAN Yıldız Yağmuru (1936) Türk Dili ve Edebiyatı
  11. Can YÜCEL (1926-1999) 21 Ağustos 1926'da İstanbul'da doğdu. Milli Eğitim eski bakanlarından Hasan Ali Yücel'in oğlu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümü ve İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim gördü. Uzun süre Fransa'da Paris ve İngiltere'de yaşadı. Yurda dönüp 1953'te Kore Savaşı'na katılan Türk birliğinde askerliğini tamamladı. Tekrar İngiltere'ye gitti. Londra'da BBC'nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. 1963'te Türkiye'ye döndükten sonra Marmaris'te bir süre turist rehberi olarak çalıştı. Ardından İstanbul'a yerleşti. Bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürdü. 12 Mart döneminde Che Guevara'nın "Gerilla Harbi" ile "İnsan ve Sosyalizm" kitaplarının çevirisi nedeniyle 15 yıl hapis cezasına mahkum edildi. 1974 affıyla özgürlüğüne kavuştu. İstanbul'da Vatan, Demokrat, Söz gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Önce İzmir'e oradan da Muğla'nın Datça ilçesine taşındı. 12 Ağustos 1999'da yaşamını yitirdi. Edebiyata şiirle başladı. Çeşitli dergilerde yayınlanan şiirlerini 1950'de basılan ilk şiir kitabı "Yazma"da topladı. Bu kitabın ardından uzun süre biçim arayışlarıyla uğraştı. İlk şiirlerinde uyaklı söyleyiş, coşkulu anlatım, geleceğe umut ve güvenle bakış belirgin özelliklerdi. 1973'te basılan ikinci şiir kitabı "Sevgi Duvarı"nda imge-sözcük-anlam üçlüsünün birbiriyle dengelendiği insan-doğa ilişkilerini konu alan şiirleri dikkat çekti. Kara mizah öğeleri taşıyan siyasal içerikli bazı şiirlerinde tarihsel ve günlük olayları iç içe işledi. 1974'te çıkan üçüncü kitabı "Bir Siyasinin Şiirleri", önceki dönemlerin bileşkesiydi. Bu şiirlerde cezaevinden dışarıya dönük gözlemlerini, izlenimlerini, duygu ve düşüncelerini politik kiliğini de sorgulayarak yansıttı. Hiciv gücü ve sözcük oyunlarıyla eriştiği dil ustalığı, geniş kültürüyle beslenen şiirini yeni boyutlara ulaştırdı. Halk ağzı, türküleri ve deyişlerinden de yararlandı. Şiirin yanısıra tiyatro oyunları da çevirdi. 12 Eylül sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı. ESERLERİ ŞİİR Yazma (1950) Her Boydan (1959, Çeviri Şiirler) Sevgi Duvarı (1973) Bir Siyasinin Şiirleri (1974) Ölüm ve Oğlum (1976) Şiir Alayı (1981, ilk dört şiir kitabı) Rengâhenk (1982) Gökyokuş (1984) Beşibiyerde (1985, ilk beş şiir kitabı) Canfeda (1985) Çok Bi Çocuk (1988) Kısa Devre (1990) Kuzgunun Yavrusu (1990) Gece Vardiyası (1991) Güle Güle-Seslerin Sessizliği (1993) Gezintiler (1994) Maaile (1995) Seke Seke (1997) Alavara (1999) Mekânım Datça Olsun (1999) En Uzak Mesafe DÜZYAZI Düzünden (1994) Ve Can'dan Yazılar (1995) ÇEVİRİ ŞİİR Her Boydan (1957) Lorca, Shakespeare, Weiss, Brecht'den tiyatro oyunları da çevirdi. Türk Dili ve Edebiyatı
  12. Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) 4 Ekim 1910'da Diyarbakır'ın Camiikebir Mahallesi'nde doğdu. Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Mülkiye Mektebi'ne (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) devam etti, bir süre de Ankara Yüksek Ticaret Okulu'nda öğrenim gördü. Sümerbank'ta memur olarak çalıştı. 1939'da Paris'e gitti. Paris Radyosu'nda Türkçe yayınlar spikerliği yaptı. 2. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla yurda döndü. Askerliğini yaptı, bir süre İstanbul'da babasına ait işyerinde çalıştı. Ankara'da Anadolu Ajansı'nda çevirmenlik yaptı. Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığı'nda da bir süre görev yaptı. Geçirdiği kısmi felç sonucu konuşma yeteneğini yitirdi. Tedavi için götürüldüğü Viyana'da 12 Ekim 1956'da 46 yaşındayken yaşamını yitirdi. İlk şiirleri Muhit, Servet-i Fünun ve Uyanış dergilerinde yayınlandı. İlk şiirlerinde hece ölçüsünün alışılmış kalıplarının dışına çıkan biçemiyle dikkat çekti. 1946'da Cumhuriyet Halk Partisi'nin şiir yarışmasında "35 Yaş" şiiriyle birincilik kazanınca birden ünlendi. İlk şiir kitabı "Ömrümde Sükût" 1933'te yayınlandı. Döneminin en çok okunan şairlerinden. Bir yandan Garip akımından etkilenerek serbest şiiri denedi, diğer yandan Baudelaire, Verlaine gibi Fransız şairlerinin etkisinde kaldı. Ama hiçbir akıma bağlanamayan, uyum ve biçimi gözeten, duygulu, içten, kendine özgü bir şiir geliştirdi. Hem yaşam sevincini hem karamsarlığı yansıttığı şiirlerinde "yalnızlık" ve "ölüm" temaları ağır basar. Ziya Osman Saba ile çocukluk arkadaşıdır. İki şair arasında edebiyatımızı etkileyen yazışmalar Tarancı'nın ölümüne dek sürdü. ESERLERİ ŞİİR Ömrümde Sükût (1933, 1968) Otuz Beş Yaş (1946, 1982) Düşten Güzel (1952, 1969) Sonrası (Ölümünden sonra 1957, 1962) MEKTUP Ziya'ya Mektuplar (Ölümünden sonra 1957. Ziya Osman Saba'ya mektupları) ÖYKÜ Cahit Sıtkı'nın Hikayeciliği ve Hikayeleri (Ölümünden sonra Selahattin Ömerli derledi, 1976) Bütün Şiirleri (Asım Bezirci derledi, 1983) Türk Dili ve Edebiyatı
  13. Cahit KÜLEBİ (1917-1997) 20 Aralık 1917'de Tokat'ta doğdu, 20 Haziran 1997 tarihinde Ankara'da öldü. Sivas Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Antalya lisesi'nde, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda, Ankara Gazi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Milli Eğitim müfettişi oldu. İsviçre'ye kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak atandı. Yurda dönünce Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği ve Kültür müsteşar yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1972'de emekliye ayrıldı. 1983 yılına kadar Türk Dil Kurumu'nda çalıştı. 1976'dan sonraki dönemde Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı'ydı. İlk şiirleri "Nazmi Cahit" takma ismiyle 1938'de Gençlik dergisinde yayınlandı. Daha sonra Varlık Dergisi'nde yayınlanan şiirlerinde de aynı imzayı kullandı. 1950-1954 arasında Sokak, İnsan, Türk Dili, Yaratış, Kültür Dünyası gibi dergilerde çıkan şiirleriyle ünlendi. İlk şiir kitabı "Adamın Biri" 1946'da yayınlandı. 1949'da çıkan ikinci kitabı "Rüzgâr"da Orhan Veli şiirine yaklaştığı dikkat çekti. "Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda adlı eseri, Nevit Kodallı'nın "Atatürk Oratoryosu"na temel oluşturdu. 1940 sonrasında başlayan şiirimizin yenileşmesi hareketinde kendine özgü bir yeri var. Rahat anlatımı, içtenlik ve duyarlılığıyla ilgi çeken titiz bir şiir işçisi. ESERLERİ ŞİİR Adamın Biri (1946) Rüzgâr (1949) Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952) Yeşeren Otlar (1955) Süt (1965) Şiirler (1969) Türk Mavisi (1973) Sıkıntı ve Umut (1977) Yangın (1980) Bütün Şiirleri (1982) Güz Türküleri (1991) Bütün Şiirleri (1997) ANI İçi Sevda Dolu Yolculuk 1986 DÜZYAZI Şiir Her Zaman 1985 ÖDÜLLERİ 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü Yeşeren Otlar ile 1981 Yeditepe Şiir Armağanı Yangın ile Türk Dili ve Edebiyatı
  14. Behice Boran (1910-1987) 1910 yılında Bursa'da doğdu. Behice Boran ortaöğrenimini Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde yükseköğrenimini Amerika'da tamamladı. Ülkeye döndüğünde sosyoloji öğretmenliği yaptı. 1939 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) Sosyoloji Bölümü'ne doçent olarak atandı. 1948 yılında kürsülerin kaldırılması nedeniyle öğretim üyeliğinden ayrılmak zorunda kaldı. 1950 yılında kurucusu ve başkanı oldağu Barışseverler Cemiyeti'nin yayınladığı Kore Savaşı'na karşı bir bildiriden dolayı 15 ay hapis cezası aldı. Türkiye Komünist Partisi ile ilgili davadan da 1953 yılında 3 ay tutuklu kaldı. 1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne üye olan Boran 1965 seçimlerinde Urfa'dan milletvekili seçilerek parlemantoya girdi. Birkaç dönem Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye'yi temsil etti. Behice Boran parti içerisinde Genel Başkan Mehmet Ali Aybar'a karşı tavır aldı. Parti içi hizipleşmelerde aktif rol alan Behice Boran TİP'in 1970 yılındaki 4. Kurultayı'nda Genel Başkan seçildi. 12 Mart'dan sonra tutuklanarak 15 yıl hüküm giydi. 1974'de af yasasında yapılan düzenleme ile serbest bırakıldı. Daha sonra yeniden kurulan TİP'in başına geçti. Parti içindeki görüş ayrılıkları ve hizipleşmeler yeni dönemde de varlığını sürdürdü. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra partinin kapatılması üzerine Behice Boran yurtdışına çıktı. Yurtdışında çeşitli çabalar içerisinde olduysa da TİP'i parçalanma ve dağılmaktan kurtaramadı. Yurtdışında TKP ile TİP'in birleşmesi çalışmalarında da yeralan Boran iki partinin yetkili kurullarının birleşme kararını açıklamalarından iki gün sonra öldü. (1987) Boran'ın cenazesi Türkiye'ye getirildi ve TBMM'de düzenlenen bir törenle toprağa verildi. Behice Boran Eserleri İş Bölümü ve Kadının Sosyal Mevkii, Ankara: Türk Tarih Kurumu. (1945) Toplumsal Yapı Araştırmaları, Ankara: DTCF Yayınları. (1945) Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, İstanbul: Gün. (1968) İki Açıdan Türkiye İşçi Partisi Davası, İstanbul: Bilim. (1975) Niye Birleşiyoruz, Ne İstiyoruz, Niye Dönüyoruz, İstanbul: Yeni Adım (H. Kutlu ve N. Sargın'la Birlikte) (1988) Çevirileri Platon (1944) Devlet Adamı, İstanbul: Maarif Vekilliği Granville-Barker, Harley (1946), Voysey Mirası, İzmir: Tülin. Steinbeck, John (1964) Sardalya Sokağı, İstanbul: Batı. Fast, Howard Melvin (1966) Hürriyet yolu, İstanbul: İstanbul Matbaası. "Kurtuluş mücadele ile sağlanır boyun eğerek değil. Kurtuluş tek tek olmayacaktır Hep birlikte kurtulacağız Hep birlikte mücadele edeceğiz Hep birlikte kazanacağız" (...)
  15. BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU (1911-1975) 1911'de Trabzon Görele'de doğdu. 21 Eylül 1975 Pazar günü İstanbul’da yaşamını yitirdi. Türkiye'nin en usta ressamlarından. Trabzon Lisesi’ni bitirdi. Lise yıllarında öğretmeni Zeki Kocamemi'nin ilgisiyle resme yöneldi. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne girdi. Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı'dan ders aldı. 1931’de diplomasını almadan okulu bırakıp Fransa’ya gitti. Djon ve Lyon'da özel atölyelerde çalıştı. Ardından Paris'e geçti. 1933’te İngiltere’ye gitti, aynı yıl yurda döndü. 1934'te yaptığı 30 resimle yurtiçi ve dışında sergilere katıldı. 1936’da Güzel Sanatlar Akademisi’nden diplomasını birincilikle aldı. Aynı yıl akademinin resim bölümünde Leopold Levy'nin asistanı oldu. Ses Dergisi'nde sanat ve estetik konusunda düzenli yazılar yazdı. Şiire lise yıllarında başladı. İlk şiirleri 1932'den sonra Varlık, Yeditepe, Ses, İnsan gibi dergilerde yayınlandı. İlk şiir kitabı "Yaradana Mektuplar" 1941'de basıldı. Şiirlerinde de resimlerinde olduğu gibi halk edebiyatının zengin motiflerinden esinlendi, yararlandı. Yalın bir dille, içten lirik şiirler yazdı. 1961’de bir süre Amerika’ya gitti. Harbiye Hilton Oteli duvar resimleri ve Ortaköy Lido Yüzme Havuzu duvar resimlerini yaptı. 1958'de Uluslararası Brüksel Fuarı için yaptığı 272 mekrekarelik pano, 1959'da Paris'te NATO merkezi için yaptığı bugün Brüksel'de bulunan 50 metrekarelik pano önemli çalışmaları arasında. Yazar Sabahattin Eyüboğlu’nun kardeşi, ressam Eren Eyüboğlu’nun eşi. Türk Dili ve Edebiyatı ESERLERİ ŞİİR Karadut (1948) Tuz (1952) Üçü Birden (1953) Dördü Birden (1956) Karadut 69 (1969) Dol Karabakır Dol (bütün şiirleri 1974) GEZİ Canım Anadolu (1953) Tezek (1975) Delifişek (1975) MONOGRAFİ Nazmi Ziya (1937) DENEME Yaşadım (1977 ölümünden sonra) Resme Başlarken (1977 ölümünden sonra) RESİM ALBÜMÜ Binbir Bedros (ölümünden sonra, 1979) Karadut (ölümünden sonra, 1979) Babatomiler (ölümünden sonra, 1979) KARADUT Karadutum, çatal karam, çingenem Nar tanem, nur tanem, bir tanem Ağaç isem dalımsın salkım saçak Petek isem balımsın oğulum Günahımsın, vebalimsin Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan Yoluna bir can koyduğum Gökte ararken yerde bulduğum Karadutum, çatal karam, çingenem Daha nem olacaktın bir tanem Gülen ayvam, ağlayan narımsın Kadınım, kısrağım, karımsın II Sigara paketlerine resmini çizdiğim Körpe fidanlara adını yazdığım Karam, karam Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam Sıla kokar, arzu tüter Ilgıt ılgıt buram buram. Ben beyzade, kişizade, Her türlü dertten topyekün azade Hani şu ekmeği elden suyu gölden. Durup dururken yorulan Kibrit çopü gibi kırılan Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum Netmiş, neylemiş, nolmuşum Cömert ırmaklar gibi gürül gürül Bahtın karışmış bahtıma çok şükür. Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum Karam, karam Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam Sensiz bana canım dünya haram olsun KARASEVDA ...ve nihayet gelip çattı Bir dilimi zehir zıkkım Bir dilimi candan tatlı Masallarla indi yere Sebil oldu cümle hikayelere Kara kara kazanlarda kaynadı Diyar diyar al kanlara boyandı Türkülerde ateş alev yandı tutuştu Gördes kiliminde nakış Minyatür bahçelerinde suret kesildi Ve nihayet gelip çattı Elveda belirsiz bedava sevinç Uçan kuşa eşe dosta elveda Bütün haşmetiyle gelip çattı Bir dilimi zehir zıkkım Bir dilimi candan tatlı PARAMPARÇA Ağaç bütün Işık bütün Meyve bütün Benim dünyam paramparça Büyük bir ayna kırılmış Kırılıp yere dökülmüş Kainat içine düşmüş Düşmüş amma paramparça Yaprak yaprak yapıştırdım Diyar diyar dolaştırdım Bir alevdir tutuşturdum Yandım amma paramparça SİTEM Önde zeytin ağaçları arkasında yâr Sene 1946 Mevsim Sonbahar Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim Dalları neyleyim. Yâr yollarına dökülmedik dilleri neyleyim. Yâr yâr!.. Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar Değirmen misali döner başım Sevda değil bu bir hışım Gel gör beni darmadağın Tel tel çözülüp kalmışım. Yâr yâr Canımın çekirdeğinde diken Gözümün bebeğinde sitem var TÜRKÜLER DOLUSU Kirazın derisinin altında kiraz Narın içinde nar Benim yüreğimde boylu boyunca Memleketim var Canıma ciğerime dek işlemiş Canıma ciğerime Sapına kadar. Elma dalından uzağa düşmez Ne yana gitsem nafile. Memleketin hali gözümden gitmez Binbir yerimden bağlanmışım Bundan ötesine aklım ermez. Yerliyim yerli olmasına ilmik ilmik, damar damar Yerliyim. Bir dilim Trabzon peyniri Bir avuç tiftik Bir çimdik çavdar Bir tutam şile bezi gibi Dişimden tırnağıma kadar Ressamım. Yurdumun taşından toprağından sürüp gelir nakışlarım Taşıma toprağıma toz konduranın Alnını karışlarım. Şairim şair olmasına Canım kurban şiirin gerçeğine hasına içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter Eğri büğrü, kör topal kabulüm Şairim Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası Ayak seslerinden tanırım Ne zaman bir köy türküsü duysam Şairliğimden utanırım Şairim Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm. Hey hey, yine de hey hey Salınsın türküler bir uçtan bir uca Evelallah hepsinde varım Onlar kadar sahici Onlar kadar gerçek insancasına, erkekçesine "Bana bir bardak su" dercesine Bir türkü söylemeden gidersem yanarım. Ah bu türküler Türkülerimiz Ana sütü gibi candan Ana sütü gibi temiz Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. Ah bu türküler, Köy türküleri Dilimizin tuzu biberi Memleket ahvalini onlardan sor Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni... Ben türkülerden aldım haberi. Ah bu türküler, köy türküleri Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak Hilesiz hurdasız, çırılçıplak Dişisi dişi, erkeği erkek Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara Bıçağı bıcak. Ah bu türküler, köy türküleri Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi Kiminin reyhasından geçilmez Kimi zehir, kimi zemberek gibi. Ah bu türküler, köy türküleri Olgun bir karpuz gibi yarılır içim Kan damlar ucundan, mürekkep değil işte söz, işte ses, işte biçim: "Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar" iliklerine kadar işlemiş sızı Artık iflah olmaz kavak ağacı Bu türkünün yüreğinde sancı var. Ah bu türküler, köy türküleri Ne düzeni belli, ne yazanı Altlarında imza yok ama içlerinde yürek var Cennet misali sevişen Cehennemler gibi dövüşen Bir çocuk gibi gülüp Mağaralar gibi inleyen Nasıl unutur nasıl Ömründe bir kez olsun Halk türküsü dinleyen... Türk Dili ve Edebiyatı
  16. BEHÇET NECATİGİL (1916-1979) 16 Nisan 1916'da İstanbul'da doğdu. 13 Aralık 1979'da İstanbul'da yaşamını yitirdi. Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Kars, Zonguldak liseleriyle İstanbul Kabataş Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. İstanbul Eğitim Enstitüsü'nde edebiyat dersleri verdi. "Gece ve Yas" isimli ilk şiiri lise öğrenciliği yıllarında 1835'te Varlık Dergisi'nde yayınlandı. Ardından Yenilik, Yeditepe, Türk Dili, Yeni Dergi, Yeni Edebiyat, Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde çıkan şiirleriyle tanındı. Sekizi Knut Hamsun olmak üzere otuza yakın kitap çevirdi. Radyo oyunları yazdı, edebiyat tarihiyle ilgili çalışmalar yaptı. İlk şiir kitapları "Kapalıçarşı" (1945), "Çevre"nin (1951) ardından yayınlanan "Evler"de (1953) divan ve halk şiirlerini sıcak bir lirizmle bir araya getirdiği şiirleri yer alır. Bundan sonraki kitaplarında uzun dizelerle yeni bir biçem arayışına yöneldi. "Yaz Dönemeci" kitabında günlük dilden ustaca yararlandığı görüldü. Sonraki şiirlerinde iç dünyasından yansımalar, anımsamalar ve tedirginliklerle lirizmin özgün örneklerini verdi. Son şiirlerinde geleneksel Türk şiirinin söyleyiş uygulamalarını denedi. Ölümünden sonra ailesi tarafından konulan Necatigil Şiir Ödülü 1980'den beri veriliyor. ESERLERİ ŞİİR Kapalı Çarşı (1945) Çevre (1951) Evler (1953) Eski Toprak (1956) Arada (1958) Dar Çağ (1960) Yaz Dönemi (1963) Divance (1965) İki Başına Yürümek (1968) En/Cam (1970) Zebra (1973) Kareler Aklar (1975) Sevgilerde (Seçme Şiirler, 1976) Beyler (1978) Söyleriz (1980) DÜZYAZI Bile/Yazdı (1979) Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (1960) Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü (1971) RADYO OYUNLARI Yıldızlara Bakmak (iki oyun, 1965) Gece Aşevi (beş oyun, 1967) Üç Turunçlar (altı oyun, 1970) Pencere (dört oyun, 1975) ÖDÜLLERİ 1957 Yeditepe Şiir Armağanı Eski Toprak ile 1964 Türk Dil Kurumu 1964 Şiir Ödülü Yaz Dönemi ile Bütün Eserleri (1981-1984) ölümünden sonra Hilmi Yavuz ve Ali Tanyeri tarafından 7 cilt olarak hazınlanıp yayınlandı. Çeviri şiirleri de "Yalnızlık Bir Yağmura Benzer" ismiyle 1984'te yayınlandı. GİZLİ SEVDA Hani bir sevgilin vardı Yedi-sekiz sene önce Dün yolda rastladım Sevindi beni görünce Sokakta ayaküstü Konuştuk ordan-burdan Evlenmiş, çocukları olmuş Bir kız, bir oğlan Seni sordu Hiç değişmedi dedim Bildiğin gibi Anlıyordu Mesutmuş, kocasını seviyormuş Kendilerininmiş evleri Bir suçlu gibi ezik Sana selam söyledi AŞK DUYARLIĞI Uzanır fildişi turlarına Perdeleri çekili odaların birinde Sabırsız, gergin ve usta parmaklar Ve çalınır kızlığı, dolendo Gecenizde ansızın duyduğunuz sestir bu Hep kendi dünyasında olacak biliyordu Üstelik ne kadar var görmedi Nasıl duyar? Duyar Ve alınır yalnızlığı, dolendo Gecenizde ansızın döktüğünüz yastır bu SOLGUN BİR GÜL DOKUNUNCA Çoklarından düşüyor da bunca Görmüyor gelip geçenler Eğilip alıyorum Solgun bir gül oluyor dokununca Ya büyük şehirlerin birinde Geziniyor kalabalık duraklarda Ya yurdun uzak bir yerinde Kahve, otel köşesinde Nereye gitse bu akşam vakti Ellerini ceplerine sokuyor Sigaralar, kağıtlar Arasından kayıyor usulca Eğilip alıyorum, kimse olmuyor Solgun bir gül oluyor dokununca Ya da yalnız bir kızın Sildiği dudak boyasında Eşiğinde yine yorgun gecenin Başını yastıklara koyunca Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor En çok güz ayları ve yağmur yağınca Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor Solgun bir gül oluyor dokununca Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda Akşamlara gerili ağlarla takılıyor Yaralı hayvanlar gibi soluyor Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor Yollar, ya da anılar boyunca Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam Solgun bir gül oluyor dokununca
  17. Behçet Kemal Çağlar (1908-1969) Cumhuriyet döneminin ünlü şairlerinden Behçet Kemal Çağlar Kayseri'nin Şabanbeyzadeler namıyla bilinen ünlü bir ailesinden Şaban Hamdi Bey'in oğludur. Babasının memuriyeti sırasında bulunduğu Erzincan'ın Tepecik köyünde 1908 yılında doğdu. Babası Kayseri'nin Bünyan Çağlayanı kıyısında yerleşmiş Burunguz isimli Turkmen oymagindandir, annesi Balikesir'in Cepni yoruklerinden Kolağasi Ahmet Ağa'nin kızıdır. Behçet ismi babasının amcasının ismi olarak, Kemal'de hürriyet kahramanı Namık Kemal'e izafetle verilmiştir. 1913 senesinde Behçet Kemal, Bolu'da İmaret İlkokuluna başlamıştır. İlk okul yıllarında bile dedesinden kendisine geçen yeteneğiyle şiir ezberlemeye ve okumaya meraklı olan Behçet Kemal'e öğretmenleri okulun bahçesinde yüksek bir yere çıkararak babasının ezberlettiği şiirleri okuturlardı. Normal tahsiline 1915 yılında Konya'da başlamış, ilk olarak Mevlana türbesinin arkasındaki Numune Mektebi'ne devam etmiş, ertesi yıl, Konya Sultanisi'nin ilk kısmına devama başlamıştır. 1916 senesinin sonbaharında babası Kudüs Ziraat Müdürlüğü'ne tayin edildiğinden birkaç ay Kudüs'te kalmıştır. Kudüs'ten Kayseri'ye gelen Behçet Kemal, ilk, orta ve lise tahsilini Kayseri'de yapmıştır. 1925 senesinde sınavla Zonguldak Maden Mühendis mektebine girmiş ve 1929 senesinde yüksek madem mühendisi olarak birincilikle bu mektepten mezun olmuştur. Maden Tarama Enstitüsü merkez mühendisi olarak Ankara'da göreve başlamıştır. Halkevlerinin açılışında yazdığı ve şahsen rol aldığı Çoban Piyesi ve ardından yazdığı ve oynadığı Ergenekon Piyesi dolayısıyla büyük Atatürk'ün dikkatini çekmiştir. Değerli, ünlü yazarlar ve politikacılar ile yakın münasebetler kurmuş, ancak kişisel hiçbir karşılık beklemeyen derin vatan ve Atatürk devrimleri hayranlığıyla hepsinin sevgi ve takdirini kazanmıştır.1935'te Halkevleri müfettişi olarak görevlendirilmiş, bu görev ile yurdun her tarafını dolaşmış; halk şiirleri ve halk sanatı ile yakından ilgilenmek fırsatını bulmuştur. Öncelikle Atatürk ve milli şiir temasında tanınmış, derin yurt sevgisi olan bir insandı. Gericiliği önlemede çaba harcamış, haftalık dergiler ve günlük gazetelerde bu konularda makaleler yazmıştır. Atatürk'ün ölümü Behçet Kemal'in ruhunda derin bir acı yaratmış, memleketin ve milletin kurtulmasında Atatürk'ün başarılarının hayranı olarak, kendisini Atatürk'e ve O'nun devrimlerine adamasına sebep olmuştur. Büyük Millet Meclisi'nde Erzincan milletvekili olarak 25 Ocak 1949 tarihine kadar hizmet etmiştir. Atatürk devrimlerinden ödün verildiği gerekçesiyle partisinden de milletvekilliğinden de istifa etmiştir. Daha sonra sırasıyla Robert Kolej'de öğretmenlik, 1961 Kurucu Meclis üyeliği, TRT Yönetim Kurulu Başkanlığı, Akbank Neşriyat Müdürlüğü, TRT Program Uzmanlığı görevlerinde bulundu. ESERLERİ Şiir Erciyes'ten Kopan Çığ, Burada Bir Kalp Çarpıyor, Benden İçeri. Oyunları Çoban (1933), Atilla (1935), Deniz Abdal. Öteki Yapıtları Halkevler (inceleme 1935), Hasan Ali Yücel ve Eserleri (1937), Hür Mavilikte Gezi (1947), Dolmabahçe'den Anıtkabir'e Kadar (Gözlemler 1955), Kur'an-ı Kerim'den İlhamlar (1966), Atatürk Deniz'inden Damlalar (antoloji 1967), Battal Gazi Destanı (1968), Bugünün Diliyle Atatürk'ün Söylevleri (1969). Yeğeni Selcan Teoman tarafindan yayina hazirlanan 4 adet eseri Destanlar (1997), Bitmez Tukenmez Anadolu (1994) Benden Iceri (1994)ve Kuran'i Kerim'den Ilhamlar (1995) TC Kultur Bakanligi tarafindan basilmistir. Türk Dili ve Edebiyatı
  18. Necip Fazıl Kısakürek(1905-1983) 26 Mayıs 1905'te İstanbul'da doğdu. 25 Mayıs 1983'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Çocukluğu büyükbabasının Çemberlitaş'taki konağında geçti. Bahriye Mektebi'nde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde öğrenim gördü. Felsefe Bölümü'ndeki öğrenimini yarıda bırakarak 1924'te Paris'e gitti. Bu kez Sarbonne Üniversitesi'nde felsefe eğitimi almaya başladı. 1925'te öğrenimini tekrar yarıda bırakıp yurda döndü. 1926-1939 arasında İstanbul'da çeşitli bankalarda çalıştı. 1939-1943 arasında Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı, İstanbul Güzel Sanatlar Akadamesi'nde dersler verdi. Yazarlık, yayıncılık yaptı. İlk şiirleri 1922'de "Yeni Mecmua"da yayınlandı. Milli Mecmua, Hayat ve Varlık dergilerinde yayınlanan şiirleriyle tanındı. 14 Mayıs 1929- Ağustos 1936 arasında 17 sayı Ağaç dergisini yayınladı. 1943-1971 arasında "Büyük Doğu" dergisini çıkardı. Son Posta ve Yeni İstanbul gazetelerinde yazarlık yaptı. "Sabırtaşı" (1940) oyunuyla 1947 CHP Piyes Yarışması'nda birincilik kazandı. 1928'de basılan "Kaldırımlar" adlı şiir kitabı büyük ilgi gördü. Bu kitabın ardından uzun süre "Kaldırımlar Şairi" olarak anıldı. 1930'lardan sonra özgün şiirden koptu. Mistisizmi İslami değerlere bağlayan, dinsel ve toplumsal bir kavga sanatına yöneldi. "Sonsuzluk Kervanı" isimli şiir kitabını uzunca bir aradan sonra 1955'te yayınladı. Şiiri, üstün bir algılama sorunu ve mutlak gerçeği, yani Allah'ı arama yolunda sonsuz bir uğraş olarak gördü. Sağlam bir dil yapısına ve tirajik öğelere dayanan mistik eğilimli şiirlerinde çağdaş insanın bunalımlarını işledi. Türk şiirinde bir gizem rüzgarı estirdi, Fazıl Hüsnü Dağlarca ile Cahit Sıtkı Tarancı'nın da aralarında bulunduğu birçok şair üzerinde etkili oldu. Garip akımının ortaya çıkışıyla şiirden uzaklaştı. Güçlü bir yazım tekniğinin görüldüğü tiyatro oyunlarında ise daha çok korku ve kaygı psikolojisini işledi. Anı, makale, inceleme türü eserlerinde daha çok dinsel ve siyasal konuları ele aldı. ESERLERİ ŞİİR Örümcek Ağı (1925) Kaldırımlar (1928) Ben ve Ötesi (1932) Sonsuzluk Kervanı (1955) Çile (1962) Şiirlerim (1969) ÖYKÜ VE ROMAN Ruh Burkuntularından Hikayeler (1965) Aynadaki Yalan (1980) Kafa Kağıdı (1984) OYUNLAR Tohum (1935) Bir Adam Yaratmak (1938) Künye (1940) Para (1942) Namı Diğer Parmaksız Salih (1949) Reis Bey (1964) Abdülhamit Han (1969) MONOGRAFİ-MAKALE-FIKRA-ANI Birkaç Hikaye Birkaç Tahlil (1933) Namık Kemal (1940) Çerçeve (1940) Son Devrin Din Mazlumları (1969) Hitabe (1975) İhtilal (1975) Yılanlı Kuyudan (1970) Hac (1973) Babıali (1975) İman ve İslam Atlası (1981 ÖDÜLLERİ 1947 CHP Piyes Yarışması birinciliği Sabırtaşı ile 1980 Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü 1981 Türkiye Milli Kültür Vakfı Kültür Armağanı İman ve İslam Atlası ile SAKARYA TÜRKÜSÜ İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat; Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur. Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük? Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!.. Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan. Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler. Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz! Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!.. (1949) Aziz Nesin'in Mektubu Aziz Nesin NESİN VAKFI P.K.5 - ÇATALCA İstanbul - 5 Aralık 1980 Üstad, Çoktan beri ziyaretinize gelmek istiyorum. Ancak ben, sizden çok uzakta oturuyorum. Çatalca'da kimsesiz çocuklar için kurduğum vakıfta yaşamaktayım. Yine de bir gün ziyaretinize geleceğim. Kültür Bakanlığı büyük ödülünü kazandığınız için sizi candan kutlarım. Bu ödülü almakla Kültür Bakanlığını onurlandırdınız. Size gelecektim, ama üç gün sonra Almanya'ya gidiyorum; bir ay sonra döneceğim. Altı yıldan beri "Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı" adı ile bir yıllık çıkarmaktayım. Size son sayısını gönderiyorum, tetkik etmeniz için. İnşaallah yüzüncü yaşınızda da sizi tebrik etme bana kısmet olur. Ben sizden dokuz yaş küçüğüm. Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı için, yetmişbeşinci yaşınıza dair bir yazı vermenizi rica ediyorum. Bu yazıyı eski Türkçe yazabilirsiniz. Size daha kolay gelirse. Yazmağa zamanınız yoksa bu mektubu size getiren hanıma söyleyerek yazdırabilirsiniz. Ama ben sizin yazınızı tercih ederim. Yazı istediğiniz uzunlukta olabilir. Her ne isterseniz yazınız. Mesela yetmişbeşinci yaşınız dolayısıyla bir muhasebe, geçmişle muhasebe... Yahud hatıralarınızdan bir bölümü anlatabilirsiniz. Şiirinizde yahud tiyatro yazarlığınızdaki merhaleleri de açıklayabilirsiniz, ya da büsbütün başka şeyler... Yazınızla birlikte bir de fotoğrafınızı rica ediyorum. Bu yıllığın neşri gecikmişti. Bu münasebetle mümkün olduğu kadar çabuk gönderirseniz beni sevindireceksiniz. Ziyaretinize geleceğim. Yolunuz düşerse bir gün sizi vakfa da misafir etmekten şeref duyarım. Neslihan Hanımefendiye lütfen saygılarımı bildiriniz. Her zaman dostluklar... AZİZ NESİN kaynak -Türk Dili ve Edebiyatı -NFK
  19. Bakî (1526-1600) 1526'da İstanbul'da dünyaya geldi.. 1600 yılında İstanbul'da öldü. Osmanlı Divan Edebiyatı'nda şiire biçim ve içerik açısından birçok yenilik getiren ve yaşarken "Sultanü'ş Şuârâ" (şairler sultanı) unvanını alan şairin asıl adı Mahmud Abdülbaki. Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi'nin oğlu. Çocukluğunda bir süre esnaf yanında çıraklık yaptı. Güçlü okuma isteği sonucu medreseye girdi. Zamanının ünlü müderrislerinden Karamanlı Ahmed ve Mehmed efendilerden ders aldı. Birçok ünlü edebiyatçı ile tanıştı. Hocası Mehmed Efendi için yazdığı "Sümbül Kasidesi" ününü artırdı. Dönemin ünlü şairlerinden Zâtî'nin dikkatini çekti. 18-19 yaşlarında ünlü bir şair oldu. Süleymaniye Medresesi'nde Ahmed Şemseddin Efendi'nin derslerine devam etti. 1955'te Nahçıvan seferinden dönen Kanuni Sultan Süleyman'a sunduğu kasideyle saray çevrelerine girmeyi başardı. Kadılık göreviyle Halep'e gönderilen hocası Ahmed Şemseddin Efendi ile Halep'e gitti. 1560'ta İstanbul'a dönüşünde Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile tanıştı. Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine düyduğu üzüntüyü "Kanuni Mersiyesi" ile dile getirdi. 2. Selim döneminde Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa'nın korumasına girdi. Saray toplantılarına çağrılmaya başlandı. 3'üncü Murad döneminde de yerini korudu. Süleymaniye Müderrisi oldu. Düşmanlarının bir oyunu ile bir süre gözden düştü. Edirne'ye sürüldü. Medine ve Mekke kadılıkları yaptı. 1581'de İstanbul'a döndü. 1584'te İstanbul Kadısı oldu. 1591'de Rumeli Kazaskerliği görevine getirildi. Şeyhülislam olmak istiyordu ama bu görevi elde edemeden yaşamını yitirdi. Zevke ve eğlenceye düşkün, neşeli, hoş sohbet ve hırslı bir kişiliği vardı. Nükteci ve dedikoducu yapısı yüzünden zaman zaman döneminin önde gelenlerini darıltıp zor durumlara da düştü. Hicviyeleri ile ünlüdür. Özel yaşamındaki özgürlüğüne ve sınırsızlığına rağmen kadılık görevlerinde adalete düşkünlüğü ile dikkat çekti. Mesnevi yazmadı. Başarılı kasideleri de olmasına rağmen gazel şairi olarak tanınır. Dünyanın geçiciliğinden yakınan, okurları aşk ve şarabın tadını çıkarmaya çağıran gazelleriyle ünlendi. Şiirlerinde tasavvufi değil, dünyevi aşka önem verdi. Mersiye, methiye ve fahriyelerinde içten ve abartısız bir anlatım kullandı. Edebiyatta geleneklere bağlı kaldı ama şiir diline yeni bir düzen ve akıcılık getirdi. Nazım tekniğini geliştirdi, birçok büyük şairin "kaçınılmaz" olarak gördüğü nazım kusurlarından kurtulmayı bildi. Çağdaşı şairlere göre daha sade ve anlaşılır bir dil seçti. Biçim açısından kusursuz şiirleri, duygu ve anlam bakımından Fuzûlî'ninkiler kadar derin, Nefi'ninkiler kadar içten bulunmaz. Eserleri, 16'ncı Yüzyıl Osmanlı toplumunun beğenisine uygun, sanat incelikleri ve hayal güzellikleri ile doludur. Duru ve temiz bir İstanbul lehçesinin yanı sıra şiirlerinde halk deyimleri ve söyleyişleri de kullandı. Divanı Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlandı. Ama bu divan bütün şiirlerini kapsamaz. Başında manacaat ve na't bulunmayan divanında 27 kaside, 2 terkib-i bend, 1 terci-i bend, 7 tahmis, 619 gazel, 24 kıta, bir tarih ve 38 müfred yer alır. Çevirileri ve dinsel konularda eserleri de var. ESERLERİ Dîvân-(4508 beyitlik, en önemli eseri) Fazâ'ilü'l-Cihad Fazâil'i-Mekke Hadîs-i Erbain Tercümesi Kanuni Mersiyesi Baki şiirlerinden örnekler Gazel 1 Bir lebi gonca yüzü gülzar dersen iste sen Har-i gamda andelib-i zar dersen iste ben Lebleri mül saçlari sünbül yanagi berk-i gül Bir semenber serv-i hosreftar dersen iste sen Payine yüzler sürer her serv-i dil-cuyun revan Su gibi bir asik-i didar dersen iset ben Zülfü sahir turrasi tarrar suh-i sivekar Çesmi cadü gamzesi mekkar dersen iste sen Firkatinde tesne leb hatir perisan haste dil Künc-i gamda bi-kes ü bi-mar dersen iste ben Gözleri sabr u selamet ülkesini tarac eden Bir amansiz gamzesi Tatar dersen iste sen Bakiya Ferhad ile Mecnun-i seydadan bedel Asik-i bi-sabr ü dil kim var dersen iste ben Gazel 2 Hattim hisabin bil dedin gavgalara saldin beni Zülfüm hayalin kil dedin sevdalara saldin beni Geh ebr ves giryan edip geh bad ves püyan edip Mecnun-i sergerdan edip sahralara saldin beni Vaslim dilersin çün dedin lutf edeyin olsun dedin Yarin dedin birgün dedin ferdalara saldin beni Yusuf gibi izzette sen Yakub ves mihnette ben Dil sakin-i beytül hazen tenhalara saldin beni Baki sifat verdin elem ettin gözüm yasini yem Kildin garik-i bahr-i gam deryalara saldin beni Gazel 3 Nedür bu handeler bu isveler bu nâz u istignâ Nedür bu cilveler bu sîveler bu kâmet-i bâlâ Nedür bu pîç pîç ü çîn çîn ü hâm-be-hâm kâkül Nedür bu turralar bu halka halka zülf-i müsg-âsâ Nedür bu âriz u hadd ü nedür bu çesm ü ebrûlar Nedür bu hâl-i Hindûlar nedür bu habbetü's-sevdâ Miyânun riste-i cân mi gümis âyine mi sînen Binâgûsunla mengûsun gül ile jâledür gûyâ Vefâ ummaz cefâdan yüz çevürmez Bâki âsikdur Niyâz itmek ana cânâ yarasur sana istignâ Gazel 4 Zülf-i siyâhi sâye-i perr-i Hümâ imis Iklim-i hüsne anin içün pâdisâ imis Bir secde ile kildi ruh-i âftâbi zer Hak-i cenâb-i dost aceb kîmyâ imis Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâki kalan bu kubbede bir hos sadâ imis Görmez cihâni gözlerimiz yâri görmese Mir'ât-i hüsni var ise âlem-nümâ imis Zülfün esîri Bâkî-i bîçâre dostum Bir mübtelâ-yi bend-i kemend-i belâ imis
  20. GÜZEL VE ETKİLİ KONUŞMA SANATI KONUŞMA GÜÇLÜĞÜ ÇEKİYORMUYUZ? Varlığımızı kanıtlamada, dış dünya ile bağlantımızı kurmada konuşmanın bize sunduğu olanaklardan yararlanırız Acaba bu olanakları gerektiği gibi kullanabiliyor muyuz? Nasıl konuşuyoruz? Konuşma güçlüğü çekiyor muyuz? Konuşma güçlüğü çekip çekmediğimizi, düşünce ve duygularımızı rahatça anlatıp anlatamadığımızı, karşımızdakilerle doğal bir iletişim kurup kuramadığımızı anlayabiliriz Konuşurken hangi türden yanlışlıklar yapıyoruz? Söylemek istediklerimizi tam verebiliyor muyuz? Konuşma sırasında yaptığımız yanlışların ayrımına varamayız Bunları ancak karşımızdakiler, bizleri dinleyenler bilebilir Belki amacımızı tam karşılayacak uygun sözcükleri seçemiyor, aşınmış kullanımdan düşmüş sözcükler seçiyoruz Belki el, kol, yüz hareketlerimizi bedensel davranışlarımızı konuşmanın akışına uyduramıyoruz Hiç birimizin konuşması tıpatıp birbirine benzemez Çünkü düşünsel ve dilsel yetkinleşmemiz tam bir özdeşlik göstermez Bunda yetiştiğimiz, içinde bulunduğumuz toplumsal ortamın da payı büyüktür Konuşma güçlüğü çekiyor muyuz? Aşağıdaki sorular, bunu anlamamızda bir ölçüde yardımcı olabilir: Söylediklerimi karşımdakiler kolayca anlayabiliyor mu? Düşüncelerimi açık ve etkili bir biçimde belirtebiliyor muyum? Sözcükleri söylerken kolayca anlayabiliyor mu? Sesimi, duygu ve düşüncelerimi besleyecek, zenginleştirecek bir yönde kullanabiliyor muyum? Tekdüze mi, yoksa canlı ve hareketli bir biçimde mi konuşuyorum? Konuşurken bakışlarımı beni dinleyenlere yöneltiyor muyum? El ve yüz hareketlerimi kullanırken bir takım yapmacık durumlara düşüyor muyum? Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı GÜZEL VE ETKİLİ KONUŞMA İletişim alanındaki büyük gelişmelere karşın yine de insanoğlunun çevresindekilerle anlaşmasını sağlayan en etkili araç, onun konuşma yetkisidir Birçok etkinliğe konuşma düzleminde katılırız Düşündüklerimizi, tasarladıklarımızı, özlemlerimizi, kinimizi, öfkemizi biçimlendirip yansıtmada başlıca aracımız olmuştur konuşma Güzel ve Etkili Konuşmanın İlkeleri Nelerdir 1 İyi Bir Konuşma, Yıkıcı Değil, Yapıcıdır: Yapıcı konuşma, dinleyicilerin inançlarını, değer yargılarını, düşüncelerini olumlu bir yönde değiştirmeyi amaçlar 2 İyi Bir Konuşma, İlginç ve Değerli Konuları Kapsar 3 İyi Bir Konuşma, Konuşmacının Kişiliği İle Bütünleşir 4 İyi Bir Konuşma, Belli Bir Amaca Yönelir 5 İyi Bir Konuşma, Konuşmayı Etkileyen Etkenleri Çözümleyerek Oluşur 6 İyi Bir Konuşma, Sağlam Bir Konuşma Yöntemi Üzerine Kurulur: Genellikle konuşmalarda dört ana amaç ve bu amaçlara yönelik dört ana yöntem vardır Tartışma, savunma, öğretme ve duygulandırma 7 İyi Bir Konuşma, Dinleyicilerin İlgi ve Dikkatini Toplar Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı KONUŞMAMIZIN TÜRÜ Konuşmamızın türü; ister özel, karşılıklı, dertleşme ve söyleşme niteliğinde olsun, ister halk önünde ya da bir topluluk karşısında konuşma olsun, güzel ve etkili bir konuşma yapabilmek için konuşmayı etkileyen etkenleri tanımalıyız Dinleyicilerimizi Tanıyor muyuz? Her konuşma, bir konuşma, bir kimseye bir şey hakkında bir şey söyleme işidir Dinleyicimiz olan kişi ya da kişiler kimlerdir? Tanıyor muyuz onları? Konuştuğumuz kişiler her günlü çevremizdense, arkadaşlarımızı, eş dostlarımızsa onlar hakkında bir görüşümüz vardır Dinleyicilerimizin Yaş Durumu İnsanların ilgi ve gereksinimleri yaşlara göre değişir Kuşkusuz insan ilgileri kişiden kişiye göre değişir Yaş, bu ilgilerin değişiminde önemli bir etkendir Dinleyicilerimizin Cinsiyet Durumu Dinleyicilerimizin Sayısal Durumu Bireysel düşünüş ve duyuşun yerini toplumsal düşünüş, toplumsal duyuş alır Bu bakımdan küçük bir grubu coşkulandırmak, duygularını kamçılamak, büyük bir topluluğa oranla daha güçtür Dinleyicilerimizin İş ve Uğraş Durumu İnsanların ilişkileri, ilgileri, ekonomik durumları, davranışları üzerinde işlerinin ve uğraşlarının büyük payı vardır Hangi Ortamda Konuşacağız Toplantının Niteliği Yapacağımız konuşmanın özelliğini, genellikle toplantının amacını belirler Konuşmanın Yeri Kapalı bir yerde mi, açık havada mı, ses düzeni var mı? Toplantının Programı Bizi dinleyenler üzerinde belirli bir etki yaratabilmemiz, toplantının programını, bu program içindeki yerimizi iyi değerlendirmemize bağlıdır Toplantının amacı açısından bizim katkımız ne olacaktır, bunu açık seçik öğrenmeliyiz Toplantının Süresi Konuşmacıların en büyük eksikliği, süreyi iyi ayarlayamamalarıdır İyi Bir Konuşmacının Niteliklerini Taşıyor muyuz? • Sorumluluk Duygusu • Sağlam Bir Kişilik • Düşünsel Yetkinlik Öncelikle üzerinde konuşacağı konu üzerinde düşünsel bir yetkinliğe kavuşmuş olmalıdır Konuşma Yönteminde Ustalık Her konuşma, özellikle halk ya da belli bir topluluk önünde yapılan konuşmalar, belirli aşamalardan geçerek hazırlanır Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı KONUŞMAYI ETKİLEYEN ETMENLER Konuşmamızın Türü Konuşmamızın türü; ister özel, karşılıklı, dertleşme ve söyleşme niteliğinde olsun, ister halk önünde ya da bir topluluk karşısında konuşma olsun, güzel ve etkili bir konuşma yapabilmek için konuşmayı etkileyen etkenleri tanımalıyız Dinleyicilerimizi Tanıyor muyuz? Her konuşma, bir konuşma, bir kimseye bir şey hakkında bir şey söyleme işidir Dinleyicimiz olan kişi ya da kişiler kimlerdir? Tanıyor muyuz onları? Konuştuğumuz kişiler her günlü çevremizdense, arkadaşlarımızı, eş dostlarımızsa onlar hakkında bir görüşümüz vardır Dinleyicilerimizin Yaş Durumu İnsanların ilgi ve gereksinimleri yaşlara göre değişir Kuşkusuz insan ilgileri kişiden kişiye göre değişir Yaş, bu ilgilerin değişiminde önemli bir etkendir Dinleyicilerimizin Cinsiyet Durumu Dinleyicilerimizin Sayısal Durumu Bireysel düşünüş ve duyuşun yerini toplumsal düşünüş, toplumsal duyuş alır Bu bakımdan küçük bir grubu coşkulandırmak, duygularını kamçılamak, büyük bir topluluğa oranla daha güçtür Dinleyicilerimizin İş ve Uğraş Durumu İnsanların ilişkileri, ilgileri, ekonomik durumları, davranışları üzerinde işlerinin ve uğraşlarının büyük payı vardır Hangi Ortamda Konuşacağız Toplantının Niteliği Yapacağımız konuşmanın özelliğini, genellikle toplantının amacını belirler Konuşmanın Yeri Kapalı bir yerde mi, açık havada mı, ses düzeni var mı? Toplantının Programı Bizi dinleyenler üzerinde belirli bir etki yaratabilmemiz, toplantının programını, bu program içindeki yerimizi iyi değerlendirmemize bağlıdır Toplantının amacı açısından bizim katkımız ne olacaktır, bunu açık seçik öğrenmeliyiz Toplantının Süresi Konuşmacıların en büyük eksikliği, süreyi iyi ayarlayamamalarıdır İyi Bir Konuşmacının Niteliklerini Taşıyor muyuz? • Sorumluluk Duygusu • Sağlam Bir Kişilik • Düşünsel Yetkinlik Öncelikle üzerinde konuşacağı konu üzerinde düşünsel bir yetkinliğe kavuşmuş olmalıdır Konuşma Yönteminde Ustalık Her konuşma, özellikle halk ya da belli bir topluluk önünde yapılan konuşmalar, belirli aşamalardan geçerek hazırlanır Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı KONUŞMANIN DOKUSU VE ÖRÜNTÜSÜ Sesimizi Amacımıza Göre Kullanabiliyor muyuz? Söz götürmez bir gerçektir ki konuşmacının sesi işitilmezse, dinleyiciler konuşmacıyı duymazsa iletişim olmaz Tatlılık Esneklik: Sesimize esneklik kazandırma, önemli noktalardan biridir Bir konuşma aynı ses tonuyla başlayıp bitmez; yapısına göre, duygu ve düşüncelerin değişimine göre, sesin de değişimini zorunlu kılar Canlılık: Canlı bir ses, dinleyicilerin ilgisini dağıtmaz, düşünce ve duyguların dinleyicilere tam olarak iletimini sağlar Akıcılık: Sözcüklerin yumuşak bir biçimde, birbirleriyle uyumlanarak söyleniş durumudur akıcılık Açıklık: Açıklığın sağlanması, özellikle seslerin ve hecelerin birbirine tam olarak ulanmasına bağlıdır Sözcük ve Cümlelerin Hakkını Verebiliyor muyuz? Sözcük Vurgusu: Sözcüklerde vurgu, genellikle son hecede bulunur Cümle Vurgusu: Cümle içersinde anlamca önemli olan sözcüğü vurguyla belirtiriz Buna cümle vurgusu denir Şiddet Vurgusu: Konuşmada ve sesli okumalarda söze daha çok güç vermek için, dinleyicilerin dikkatlerini kamçılamak için cümledeki kimi sözcükleri özellikle vurgularız Buna şiddet vurgusu denir Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı HAZIRLIKLI VE HAZIRLIKSIZ KONUŞMA Günlük konuşmalarımızın büyük bir bölümü özel bir hazırlık yapılmasını gerektirmez Arkadaşlarımızla dertleşirken, eş-dost toplantılarında söyleşirken, önceden bir hazırlık yapmayız Belirli bir konuda, belirli bir amaç için, bir topluluk ya da halk önünde konuşacaksak hazırlık yapmamız gerekir Konuşmacı, hazırlıklı değilse ıkınır-sıkınır, kekeler, bir şeyler söylemek için ter döker, ya da işi ağız kalabalığına getirir, makineli tüfek gibi asılsız sözcükleri ateşler, üst üste yığar Doğallığın Sınırını Aşıyor muyuz? Yapaylaşan, doğallıktan uzaklaşan her şey çirkinleşir Dinleyicinin Tepkisini İzleyebiliyor muyuz? Bir konuşmacı, ister hazırlıklı, ister hazırlıksız doğaçlama konuşsun, dinleyicilerin tepkisini bilmelidir Söylediklerim ilgiyle dinleniyor mu? Bakışları bende yoğunlaşıyor mu? Bizi dinleyenlerin tepkilerine göre yönlendirmeliyiz konuşmalarımızı Dinleyicilerimiz esniyorlarsa bize değil başka yöne ve yere bakıyorlarsa, oturdukları yerde sürekli oturuş biçimini değiştiriyor, kıpırdıyorlarsa belli ki ilgiyle bizi dinlemiyorlar Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı KONUMUZU SEÇME Güzel ve etkili bir konuşmanın ilk koşulu, konuşma konumuzu iyi seçmektir Günlük konuşmalarımızda böyle bir seçme söz konusu değildir Konuşacağımız konuyu biz değil, konu bizi seçer Alışverişlerde, arkadaşlarımızla dertleşmelerde, özel konuşmalarımızda konularımız, yaşadığımız günlerin getirdikleridir Bir topluluk önünde, belli bir amaç için konuşacaksak iş değişir Konumuzu Nasıl Seçeriz? Eğer üzerinde konuşacağımız konu, toplantıyı düzenleyenlerce bize verilmişse bu soruya gerek yok Konu bize verilmemiş de seçme işi bize bırakılmışsa düşünürüz Konumuzu nereden, nasıl seçeceğiz? Yaşantı ve Deneyimlerimiz İnsanın yaşantı ve deneyimlerini oluşturan etkenlerin başında daha önce de söylediğimiz gibi çevresi gelir Yaşantı ve deneyimlerimizin bir bölümü de uğraşımızla ilgilidir Özel İlgilerimiz Özel ilgilerimizden de değişik konuşma konuları çıkarabiliriz Kendi ilgilerimizle onların ilgileri arasındaki bağlantıyı düşünerek seçmeliyiz konumuzu Okuduklarımız ve Dinlediklerimiz Konuşma konularımızı bulmada, seçmede kaynaklarımızdan biri de okuma ve dinlemedir Dergiler, gazeteler, araştırma ve incelemeler, romanlar, öyküler bize birçok yeni konunun ipuçlarını verebilir Aynı durum, dinleme için de geçerlidir Radyoda, televizyonda, açıkoturumlarda, panel ve masabaşı taştışmalarında dinlediklerimiz de yeni konu çağrışımlarına götürebilir bizi Dış Dünyamız Konuşma konularımızı seçmede temel kaynağımız kuşkusuz dış dünyamızdır Bizi kuşatan çevreyi, olayları, olguları, görme, işitme, okuma ve dinleme yoluyla kavrarız Konu Alanlarını Tanıyor muyuz? Kendimiz için olduğu kadar başkaları için de ilgi çekici, üzerinde rahatça konuşabileceğimiz konuları bulup seçme, başarılı bir konuşma metni hazırlamanın ilk koşuludur Seçtiğimiz Konuyu Sorularla Değerlendirebiliyor muyuz? Seçtiğimiz bir konu üzerinde hazırlığa başlamadan önce, konumuzu değişik açılardan bir tartıya vurmamız gerekir Konumuzu sınırlandırmaktır Belli bir amaç doğrultusunda, belli bir yönden ele almak demektir Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı AMACIMIZI BELİRLEME Her konuşma belli bir amaca yönelik olmalıdır Amaçsız bir konuşma olmaz Niçin Konuşuruz? Önce de dediğimiz gibi bizi konuşmaya iten ya da zorlayan kimi etkenler vardır Bazen karşımızdakine kendi inanç ve düşüncelerimizi aşılamak, onun davranışlarının, düşüncelerinin kendimizinki doğrultusunda olmasını isteriz Hakkımızı aramak, kendimizi savunmak, bir topluluk içinde varlığımızı kanıtlamak isteriz Özel Bir Amacımız Var mı? Her konuşmada, konuşmanın dokusunu yönlendiren belirli bir amaç vardır İlk bakışta her konuşmanın kendine özgü bir amacı olduğunu görürüz Öğretme ve Bilgilendirme Kimi konuşmalarımızda öğretme amacı ağır basar Öğretici amaçla yapılan konuşmaların türlü biçimleri vardır Dersler ve Konferanslar Bu tür konuşmaların başında gelir Sözlü Raporlar Öğretici nitelikli konuşmalardandır Bu şirket ya da kuruluşun yönetmeni, şirketin ya da haftalık, aylık durumuyla ilgili olarak sorumlulara sözlü rapor verir Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı SÖYLEYECEKLERİMİZİ SAPTAMA Hangi Kaynaklardan Nasıl Yararlanacağız? Düşünerek Gözlemleyerek Gözlemleme, olaylara, olgulara, durumlara, varlıklara alıcı gözle bakma işidir Görülenlerin belli bir amaç doğrultusunda ayrımlanması, yorumlanması, değerlendirilmesi işidir Gözlemleme yoluyla elde ettiğimiz bilgiler, birinci eldendir Bu yönden de ayrı bir önem taşır Düşünerek bulduğumuz bilgi ve veriler gibi bu yolla bulduklarımızı da saptamalıyız Başkalarıyla İletişim Kurarak Yakın çevremizin dışında bulunan uzmanlaşmış kişilerden yararlanırız Başkalarıyla iletişim kurma, konuşma konularımız için bilgi toplamada önemli yollardan biridir Bu yoldan da şu üç yöntemle yararlanabiliriz; 1 Konuşma ve Tartışma Seçtiğimiz konuşma üzerinde başkalarıyla konuşma, tartışma, konumuzla ilgili olarak ilginç ve taze bilgiler bulmamıza olanak sağlar 2 Görüşmeler Konuşma konumuzla ilgili, çevremizde bir uzman ya da yetkili bir kişi varsa, onunla görüşme olanağı aramalıyız Görüşmeden önce kendimizi konu üzerinde iyice hazırlamalıyız Görüşme yapacağımız kişinin durumunu, yetişimini, özel uzmanlık alanını tanımalıyız Görüşme günümüzün yerini, saatini, konusunu önceden kararlaştırmalıyız Sorularımızı, konumuz ve amacımız doğrultusunda önceden düzenlemeliyiz Görüştüğümüz kişiyi dostça bir davranış içinde saygıyla dinlemeliyiz Görüşmeyi belirli bir zaman dilimine sığdırmalıyız 3 Mektuplaşmalar Üzerinde konuşacağımız konuyla ilgili uzman kişi yakın çevremizde yoksa, telefonla da görüşemezsek, mektuplaşma yoluyla bilgi toplayabiliriz Okuyarak Konuşacağımız konu üzerinde bilgi toplamanın bir yolu da, yazılı kaynaklara başvurmaktır Konumuzla ilgili eskiden okuduğumuz belli bir kitap varsa ya da gazete ve dergide bir yazı okumuşsak onu bulmamız gerekir Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı SÖYLEYECEKLERİMİZİ PLANLAMA VE YAZILAŞTIRMA Konumuzu seçtik, amacımızı belirledik, konumuz ve amacımızla ilgili olarak bilgileri de topladık, konuşmamızı sayabilir miyiz? Konuyu seçmek, amacı belirlemek, bu amaç için gerekli bilgi verileri devşirip toplamak, yetmez Bunları belirli bir düşünsel düzen, yani plân içinde ele almak gerekir Nasıl Bir Sıra İzleyeceğiz? Konuşmamızda söyleyeceklerimizi belli bir sırayla vermezsek, dinleyicilerimiz rahatlıkla bizi izleyemez Bu yönden neyi, nerede söyleyeceğimizi bilmek zorundayız Plânlarımızı yaparken şu noktalara özellikle uymalıyız: • Belirtmek istediğimiz her noktayı özlü ve açık cümleler ya da sözcük öbekleri halinde biçimlendirmeliyiz • Plânımızda yer alan noktalar, birbirinin yinelemesi niteliğinde olmamalıdır • Her nokta konuşmamızın temel amacıyla ilgili olmalı ya da birbirini bütünleyen, açıklayıp geliştiren nitelikte olmalıdır • Her bölüm için uygun ana başlıklar seçilmelidir Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı KONUŞMANIN SUNULUŞU Hangi Sunuş Biçimini Yeğleyelim? Hazırladığımız bir konuşma metnini dinleyicilerimize sunmanın değişik biçimleri vardır Konuşmanın süresi, dinleyicilerin durumu, konuşmayı yapacağımız fiziksel ortam gibi etkenleri göz önünde tutarak, bu sunuş biçimlerinden birini yeğleriz Ezberleme Konuşma alanında yeterince alışkanlık, bilgi ve deneyim kazanmamış kişiler, bu yolu seçerler Okuma Bir konuşmanın metnini dinleyicilere sunmanın yaygın biçimlerinden biri de okumadır Kâğıt üzerindeki harflere, sözcüklere, noktalama işaretlerine bir kişilik kazandırmadır Bu yönden burada iyi bir sesli okumanın da niteliklerine değinmek yararlı olacaktır Doğal ve Bağımsız Sunma Konuşmacı, kesin ve değişmez çizgilerle sınırlandırmaz kendini İçinden geldiği gibi doğal bir biçimde konuşur Doğal ve bağımsız sunma, önceden hazırladığımız metni bir yana ama ya da onu yok sayma anlamına gelmez Konuşma Hızımız Nasıl Olmalı? Hangi sunuş biçimini yeğlersek yeğleyelim, konuşma hızımızı iyi ayarlamamız gerekir Çevremizdeki kişilere dikkat edin, kimileri çok hızlı, kimileri de çok yavaş konuştukları için, konuşmaları anlaşılmaz Konuşma hızı, buna bağlı olarak zaman etkeni, tartım, konuşma başarımızı etkileyen etkenler arasında önemli bir yer tutar Konuşma hızının dakikada 125-175 sözcük olması gerektiğini söylüyorlar Konuşma hızımız büyük ölçüde heceleri oluşturan seslerin, yani ünlülerin ses değeri ile suskuya bağlıdır Konuşma Provasına Neden Gerek Var? Her başarı ve beceri bir ön hazırlığı gerektirir Karşımızdakilerle yüz yüzeyizdir, aramızda bir sessizlik duvarı yoktur Sesimizi kullanma, bedensel davranışlarımızı düzenleme, konuşmayı belirli bir düşünce doğrultusunda, belirli amaca yöneltme gibi kaygılar çekmeyiz Bedensel Edimlerimiz Nasıl Olmalıdır? Dinleyicilerimizin karşısına çıktığımız anda onlarla iletişimsel bir süreç içersine girmiş oluruz Bedensel her edim, sözcüklerin anlamını pekiştirdiği gibi, anlam taşımaya yarar Bakış Bakışlarımızı sürekli olarak bizi dinleyenlere yöneltmeliyiz Büyük bir dinleyici topluluğu önünde yapıyorsak, konuşmamızı, herkese bakıyor izlenimini uyandırmalıyız Yüzsel anlatım Konuşmamız süresince yüzümüz düşünce ve duygularımızı yansıtacak bir anlatım içinde olmalıdır Konuşmamızın duygu ve düşünce örüntüsüyle yüzümüzün anlatımı arasında ortak bir uyum olmalıdır Duruş Etkili bir sunuşta, dinleyicilerimizin karşısındaki yerimizin, daha doğrusu duruşumuzun da önemli bir yeri vardır Tek bir doğru duruş biçimi yoktur Bize en rahat gelen, kendimizi dinleyicilerimiz karşısında rahat bulduğumuz biçimdir doğru duruş biçimi Jest ve Mimikler El, kol, baş, omuz ve yüz çizgilerimizin hareketleridir jest ve mimikler Bu hareketler doğal bir biçimde yapılırsa, konuşmamız canlılık kazanır, sözcükler ve cümleler renklenir Düşünce ve duyguların vurgulanması, başımızın omuzlarımızın hareketleriyle de sağlanabilir Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı KONUŞMA TÜRLER Günlük konuşmalar: Evde, yolda, sokakta, okulda, işyerinde, kahvede ve parkta, kısaca günlük yaşamın her kesiminde arkadaşlarımızla, çevremizdekilerle rastlaşır, merhabalaşır, selamlaşıp esenleşerek şuradan buradan konuşuruz Bu konuşma, öteki konuşma biçimlerine göre yaşamımızda daha çok yer tutar Gelişigüzel konuşma ya da söyleşmelerde dinletebilmek için dinlemesini bilmeliyiz Karşımızdakine saygı ile davranmalı, içten olmalıyız Bu tür konuşmaları ballandıran bu içtenliktir İçtenliğin yanı sıra şu noktaları da aklımızda tutmalıyız: • Konuşurken kendimizden çok söz etmemeli, "ben şöyleyim, ben böyleyim" gibisinden övünmeye gitmemeliyiz • Hep kendimiz konuşmamalı, karşımızdakine de konuşma olanağı vermeliyiz • Karşımızdakinin sözünü ağzından almamalı, konuşmasını kesmemeliyiz • Çevremizdekileri ya da karşımızdakini inciltici, kaba, argo sözcük ve deyimleri kullanmaktan kaçınmalıyız • Sesimizi, ses tonumuzu iyi ayarlamalı, bangır bangır, konuşmaktan çekinmeliyiz Kaynak Emin ÖZDEMİR Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı
  21. Unut Beni Can Bu kaçıncı gece hasretinle yandığım Kaçıncı gece yıldızları yıkadığım göz yaşlarımla? Mesafeler yırtıldı hıçkırıklarımla Bosnalı kadınlar duydu feryadımı. Sen, sen duymadın mı can? Ne vardı bu kadar uzak yerlerde açacak? Benden uzak o iklimlerin, Benden uzak o şehrin, Kahrolası o kalabalıkların Benim kadar ihtiyacı mı vardı sana, Benim kadar hasret çekti mi Kahrolası o şehrin semaları, Benim kadar yandı mı? Ne vardı can? Ne vardı uzak iklimlerde açacak? Ne vardı Kendimizi bu kadar kahredecek? Kara trenler umut olmamalıydı, uzayan yollarda kalmamalıydı bakışlar. Dünya, bir tek nokta olmalıydı can... Bir tek noktada doğmalıydık. Dönüp dönüp sana varmalıydı yollar, Ben, hep hasret türküleri söylememeliydim, Sen, hep hasret şiirleri okumamalı. Hasret diye bir söz olmamalıydı lügâtlarda Geceler boyu hergün göz yaşlarımla ıslanmamalıydı yıldızlar. Gönlüm bu sevdaya dar gelir oldu Boğuyor karanlıklar can... Mesafeler kurşun oldu amansız, Feryadıma şahit oldu yıldızlar Can... Can... Hasretin ağır bir yük omuzlarımda. Ben çekmekten usandım, sen usanmadın mı? Bildim, bitmeyecek bu hasret! Uzak iklimlerde açmış iki çiçeğiz. Hangimiz gelsek diğerinin yanına, Kuruyup, kaybolacağız. Ben, kıraç topraklara döndüm can, Ben, kurumuş dereler gibiyim. Issız mağaralarda kaldı umudum. Belli bu sevda kahredecek bizi, Unut be can... Unut bu sonu gelmez sevdamızı... bırak yeni güneşler doğsun semalarında bulutlar gizlemesin yıldızlarını yeniden başlasın herşey yeniden doğ bensiz şafaklarda. Unut can, unut senin için yazdığım sevda şiirlerini. De ki; bir rüya idi bitti. De ki; bir hayaldi, solgun aynalarda yansıyan. De ki; bir romandı, sonu koskoca bir hiçle biten. Unut beni can, Unut vakit varken... Bırak hasretin bana kalsın. Varsın cehenneminde kavrulsun gönlüm. Ben yine her gece saçlarını koklayayım uzak yıldızlarda. Gözlerimde takılı kalsın hayalin. Sen unut can, sen unut! Kahredersem, Milyon kere kahrolayım! Mehmet Taş
  22. Legendary şurada bir başlık gönderdi: Diğer Edebi Türler Forumu
    Bir tür küçük öyküdür. Olaya dayalı bir anlatımı vardır. Hayattan alınan küçücük kesitler, hayvanlar ya da bitkiler arasında geçmiş gibi anlatılır. Bugün daha çok çocuk edebiyatında yer alan fablların, toplumu eğitici; örneklendirme ile kötü davranışlardan caydırıcı özelliği ile eskiden büyükleri eğitmede de kullanıldığı sanılmaktadır. Fabllerde soyut konular, olay plânıyla hem somutlaştırılarak hem de hareket kazandırılarak işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasında geçen iyi-kötü, cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü... vb. çatışmalar; bu niteliklerin yakıştırıldığı hayvan kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir.Fablin de dört ögesi vardır; kişiler, olay, zaman, yer. . Kişiler: Fablin konusu olan olay, kişileştirilmiş en az iki hayvanın başından geçer. Bunlardan biri iyi ahlâklı bir tipi, diğeri kötü ahlâklı bir tipi canlandırır.Fablde ikinci derecede kişiler çok azdır, bazen yoktur. Kişi betimlemesi yoktur.Kahramanlar arasında tilki varsa biz onu kurnaz insan yerine koyarız; arslan varsa cesaretine güvenen biri yerine koyarız. Kısa olay bile bütün yönleriyle değil, yalnızca fable konu olan yönüyle tanımlanır. Derinlemesine duygu çözümlemelerine yer verilmez. Fabllerde bir de anlatıcı kişi vardır. Bu kişinin de betimlemesi yapılmaz, cinsiyeti verilmez. Anlatıcı kahramanları izler, dersini alır. Böylece dinleyen ile aynı görüşü paylaşır. Olay: Fablin konusu insan başına gelebilecek her hangi bir olaydır. Olay,kahramanın eyleme dönüşmüş beğenme, istek, özlem, öfke, korku... gibi tutkuya dönüşmüş duygularından doğar. Fablin gövdesini bir olay oluşturur, asıl önemli olan fablin anlatılış nedenidir. Buna "ders" denir. Fabl plânı dört bölümdür: Serim, düğüm, çözüm, öğüt. Serim: Olayın türüne, çıkarılacak derse göre kişileştirilmiş hayvanlar veçevre tanıtımının yapıldığı bölümdür. Düğüm: Olay o çevrede verilmek istenen derse göre gelişir. Kısa ve sıkkonuşmalar vardır. Hemen birkaç konuşma ile olay düğümlenir Çözüm: Olay beklenmedik bir sonuçla biter. Fablin en kısa bölümüdür. Öğüt: Ana fikir bu bölümde öğüt niteliğinde verilir. Bu bölüm kimi zaman başta, kimi zaman sondadır. Kimi zaman da sonuç okuyucuya bırakılır. Yer: Tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi verilmelidir: Orman, göl kenarı,yol... gibi. Olayın geçtiği yer olayla birlikte değişebilir. Zaman: Her olay gibi fabldeki olay da bir zaman diliminde geçer. Kronolojik zaman kullanılır. Dünyanın en ünlü fabl yazarları Ezop ve Jean de La Fontaine'dir. Ezop'un fablları İ.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir. ABD'li James Thurber ve İngiliz George Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır. Fablı ilk olarak yazanlar Hititlerdir. Hititler fablları taş tabletlere yazıp resimliyorlardı. Fabl özellikleri (özet) . İnsanlar arasında cereyan eden olayları hayvanlar bitkiler ya da cansız varlıklar arasında geçiyormuş gibi göstererek bu yolla insanlara ahlak ve ibret dersi vermek örnek göstermek ya da bir düşünceye güç kazandırmak isteyen bir çeşit masaldır. . Teşhis ve intak sanatları üzerine kurulmuştur. . En önemli bilinen kişileri Beydeba, Ezop ve La Fontaine'dir. . Türkiye'de ise Ahmet Mithat Efendi ve Şinasi'dir.. . Dünya edebiyatında ilk ve önemli fabllar Hint yazarı Beydeba'ya aittir. Beydeba'nın fablları Kelile ve Dimne adlı bir eserde toplanmıştır. . Türkçedeki ilk örneği 'Harname' (Şeyhi)dir. . Fabllar manzum(şiir) veya nesir(düz yazı) biçiminde yazılabilirler. Fabl örneği-Keçi Can Pazarında Keçiciğin aklı bir karış havada ya, sürüsünü bir yana bırakmış, bir başına otlaya otlaya çekip gitmiş. Hain koca kurt, kaçırır mı; hemen görmüş keçiciği: "Heh, işte ağzıma lâyık bir lokma. Yaşasın!" demiş. Keçicik, bakmış can pazarı. Hiç kurtuluş murtuluş yok: "Eh, n'apalım, demek kaderimizde sana yem olmak varmış kurt ." demiş. "Madem ölüm kapıya geldi, bari bana biraz kaval çal ki, neşeleneyim, kendimi unutup öyle öleyim.."Kurt, "Son isteği zavallının... "demiş. Bulmuşbir kaval, füyt füüyt çalmaya başlamış. Kurt çalmış, keçicik, oynamış. Derken ötelerden kaval sesini alan köpekler koşturmuşlar; gelmişler, kurdu önlerine düşürüp bir güzel kovalamışlar. Kaçmadan önce, kurt, durumu anlayıp oyuna geldiğini sezinlemiş: "Suç sende değil bende. Neme gerekti benim kaval çalmak, neme gerekti bana köçekli kurban!" demiş. Zamansız bir işe kalkışmanın sonu budur. Ölçmeli, biçmeli adımını ona göre atmalı. Tersi oldu mu, işte böyle Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurundan olursun. (Aisopos, Ezop Masalları, Tarık Dursun K. Mayıs 1981.) Fabl örneği-Horoz ile Tilki Görmüş geçirmiş, anasının gözü bir horoz Tünemiş bir ağacın dalına. Kurnaz tilki, sesini yumuşatarak, ona Dedi ki: "Kardeşçiğim, artık dostuz; Barış oldu hayvanlar arasında. Müjde getirdim sana, in de bir öpüşelim; Ama Allah aşkına oyalanma; Çünkü bilirisin ya, başımdan aşkım işlerim. Oysaki siz serbestsiniz daima, İşleri düşünemeye bilirsiniz; Hem artık siz yardım da ederiz. Ama, kuzum, in de aşağıya bir Doya doya öpeyim gözlerinden" "Kardeşim" dedi horoz, "Bu mutlu haberinden Daha güzel bir haber almazdım şüphesiz. Bu nefis Bu mutlu haberinden. Üstelik bunu senden öğrenmekle Sevincim iki kat oldu. Ama, dur hele. Bunu müjdelemek için olacak, Bak iki tazı geliyor koşarak" Hızlı da koşuyorlar; haydi ben ineyim de Hep birden öpüşelim tazılar geldiğinde. "Hoşça kal " dedi tilki, "Yolum biraz uzunca, Kutlarız bu barışı yeniden buluşunca." Çabuk toplayıp tası tarağı, Külhani bir anda tırmandı dağı. Bir iş çıkmamıştı numarasından. O sırada çalının arkasından, İhtiyar horoz kıs kıs gülüyordu. Oyunbazı oynatmak pek tatlı oluyordu. La Fontaine'den çeviren; Orhan Veli Kanık Fabl örneği-Aslan ile Fare Herkes herkese yardım etmeli, Ben büyük, o küçük dememeli İki masalım var bunun üstüne, Başka da bulurum isteyene. Aslan toprakla oynuyormuş bir gün; Birde bakmış pençesinde fare, Aslan, aslan yürekliymiş o gün, Kıymamış canına, bırakmış yere. Boşuna gitmemiş bu iyiliği. Kimin aklına gelir, Farenin aslana iyilik edeceği? Etmiş işte, hem de canını kurtarmış. Günün birinde aslan Biraz çıkayım derken ormandan, Düşmüş bir tuzağa, Ağla içinde kalmış; Kükremiş durmuş boşuna; Bereket fare usta yetişmiş imdada; Bu iş kükremekle değil, Kemirmekle olur demiş. Başlamış incecik dişlerini işletmeye Gelmiş ipin hakkından kıtır kıtır. Bir ilmik kopunca ağdan hayır mı kalır? Sabır, biraz da zaman Güçten, öfkeden daha yaman. La Fontain'den çeviren:Orhan Veli Kanık

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.