21 yy dünyası, küreselleşen kapitalizm ve onun bir sonucu olarak da
emperyalizmin tüm acı sonuçlarını yaşıyor..Dünya kapitalist sistemi
2009 başında birkez daha tıkandı..
tüm dünyada çalışan tüm insanların durumları kötüye giderken, orta sınıflar törpüleniyor,
küresel sermaye dünyada başta ABD ve AB merkezlerinde toplanıyor.
dünya kaynaklarını, özellikle ortadoğu petrolu ve asya doğalgazı bir kez daha paylaşılıyor..
haritalarda çeşitli değişiklikler öngörülüyor,ulusal devletler klasik böl ve yönet yöntemiyle
zayıflatılıp kontrol altına alınmaya çalışılıyor.
bu kritik öneme sahip bu süreçler yaşanırken kapitalizmin karekteristik teorik özelliklerini
bir kez daha hatırlamakta yarar olduğunu düşünerek ,kendi birikimlerime,otuza yakın siteden
de bazı güncellemeler yaparak kapitalizm dosyasını açıyorum..
++++
Kapitalizm Nedir?
En dar tanımıyla kapitalizm,üretimin toplumsal yarar için değil de, sadece pazar için ve
kar amacıyla olduğu,üretim araçlarını elinde tutan çok küçük bir sermayedar sınıfın
toplumun büyük kısmını çalıştırarak sömürdüğü,bu nedenle de devamlı açık veya örtülü
sınıflar arası mücadeleye konu olan, tarihte feodaliteden (derebeylik)sonra ortaya çıkan
ve günümüzde sermayenin birikmesiyle emperyalizm aşamasına ulaşmış bir ekonomik
toplum modelidir.
Kapitalist toplum sınıflardan oluşur.
Kapitalist toplumda iki sınıf vardır;
1-] üretim araçlarının sahibi, yani sermaye sınıfı
2-] Çok çalıştığı halde karnını güç bela doyuran emekçi sınıf veya biraz daha iyi durumda olan yöneticiler
gibi orta sınıf insanlar .
Kapitalist toplumlarda uzmanlaşmış ,eğitilmiş kalifiye emek düz ve kalifiye olmayan emek
Arasında nispeten bir ücret farkı oluşmuştur..Hatta bazı ekonomistler orta sınıf dese de beyaz yakalı
işçi deyimi daha doğrudur bu kesim için.çünkü eğitilmiş olsa bile bu kesim de sonuçta kafa emeğini
satarak yaşamaktadır. kol emeğini satan kesime mavi yakalı kesim denmektedir.
Denilebilir ki, sermaye sahipleri de çalışıyor, ama gelin görün ki, sanayi sektöründeki ilk 500 şirketin
karlarının %83'ü üretim dışı gelirlerden yani repodan, ranttan, faizden v.s'den geliyor. yani sermayedar
yan gelip yatsa bile, hiç üretim yapmasa , neden çünkü adamın parası var, neden parası var, çünkü
aileden sermayedardı,ailesine nerden kaldı, ona da babasından kaldı, daha da gerilere gidersek,
bir arazinin etrafını çevirdi, burası benimdir dedi, ilk başta kendi işledi sonra ırgatlara ve kölelere işlettirdi,
bunu korumak için de devlet denen sistemi oluşturdu.
Üretim araçlarına sahip olan küçük azınlığa egemen sınıf diyoruz. Üretim araçları nelerden oluşur?
1-toprak 2-iş ve üretim makineleri 3-sermaye (kapital) ..bunlara sahip değilseniz emekçi sınıfa
dahilsiniz demektir, Ve emeğinizi satarak yaşamak zorundasınız. kapitalist, gelirini başkalarını kendi
hesabına çalıştırarak kazanır, işçi ise kendi emeği karşısında gelirini elde eder. kapitalist toplumda
en çok çalışan değil, en çok sermayeye sahip olan toplumsal sınıftır ve gelirden aslan payını alır.
Kapitalizmde sınıflar savaşım içindedirler..
Bu iki sınıf arasında açık yada kapalı örtülü yada gizli bir savaşım vardır.. kapitalist toplumda çarkları
döndüren şey kardır. kapitalist, maksimum karı elde etmek için çabalar, bunun için yöntemlerden biri de
üretim maliyetlerini(emek ücreti dahil) kısmaktır. işçi de ücretini yüksek almak isteyecek, dolayısıyla aralarında
bir mücadele söz konusu olacaktır. kapitalist, kapitalist olarak kalabilmek ve daha da büyümek için kar etmek
zorundadır, işçi ise yaşamını sürdürebilmek için düzgün bir ücret almaya çabalamak zorundadır.
Kapitalist sınıf aynı zamanda toplumun kültürel üstyapısına da hakimdir.
Kapitalist toplumda Alt yapı, sosyo-ekonomik temeldir; üretim ilişkilerinin tümüdür.yani yukarda anlattığımız
sınıflar, ve ekonomik üretim sürecidir. "hukuk düzeni, örf ve âdet, inanç, ahlâk, düşünce gibi şeyler de
toplumun üst yapı'larını meydana getirirler..Kapitalist sınıf altyapıya sahip olması onu üstyapı da ele
geçirmesi sonucunu doğurur.ve toplumun değerlerinde artık sınıfsal sömürü gizlenir,bu üstyapı
kurumları ile..Toplumda genel düşünce olarak mülkiyetin kaynağının sorgulamak<servet düşmanlığı>
ile suçlanır,güya herkes yasalar karşısında eşittir..
örneğin kişisel özgürlüğünüz sizin tatilinizi yurtdışında geçirmenize engel değildir.ama
bu güce parasal olarak sahip olamadığınız için bu eşitliği yaşayamazsınız.
Kapitalist üretimde artı değer vardır
İşverenin elde ettiği kar nereden gelir?. işçiye ücret olarak ödenen ile işçinin hammaddeye kattığı değer
arasındaki farkı, işveren kendisine alıkoyar. işte, kar buradan gelir. bu fark olmazsa olmaz. çünkü işveren
işçiyi bunun için kiralar. bu farka artı-değer denir.
Formule edersek ana sermaye yani S, üretim başlangıcında şu iki unsurun toplamıdır: s değişmeyen sermaye
yani üretim araçlarına ve hammaddeye yatırılan para ve d değişken sermaye yani işçilik ücreti ..Yani S = s+d..a
ma üretim tamamlandığında S= s+d+a olan
yeni bir ürün elde edilir..burada a artı değerdir…yani işçiden alınıp işverende kalan,bizzat kar.
Peki işçiye verilecek ücret ne olacaktır? en azından işçinin yaşamını sürdürebilmesi için, yemesi, içmesi,
barınabilmesi için yeterli düzeyde olmalı. bunun yanında işçinin sosyal hayatına da imkan verecek
düzeyde olmalıdır. ancak bir çok yerde bu ücret düzeyi bırakın sosyal hayatı, yaşam masraflarını
karşılamaya bile yetmemektedir. işveren artı değerden kendisine çok fazla pay almayı tercih etmektedir.
"Burada kapitalistler şöyle bir itirazla karşımıza geliyorlar. işverenler, ellerindeki parayı harcamayıp tasarruf
ediyorlar, onu üretim araçları satın alarak ve bunları kullanarak değerlendiriyorlar. dolayısıyla bu artı-değer
onların hakkıdır. diğerleri de bu fedakarlık da bulunsun, onlar da tasarrufta bulunup, üretim aracı alsınlar.
işte kapitalistin adeta alay eder gibi ileri sürdüğü bir yaklaşım..halbuki çalışan sınıf günlük ihtiyaçlarını zor
karşılamaktadır.
Rekabet ve tekelcilik
Rekabet teoriye göre güzel bir şeydi. ama kapitalistler, uygulamanın teoriye uygun düşmediğini gördüler.
rekabetin karı azalttığını, anlaşıp birleşmenin ise artırdığını keşfettiler. amaçları kar olduğuna göre,
rekabete ne gerek vardı. bir araya gelmek, birleşmek,tekeller tröstler, karteller oluşturmak onlar için çok
daha iyiydi. tekelcilik her ne kadar devlet tarafından önlenmeye çalışıyorsa da kartellere ve tröstlere dur
denemiyor.
rekabetçi sanayiler, iyi zamanlarında kar ederler, kötü zamanlarında ise açık verirler. ama tekelci sanayide i
zlenen model farklıdır. iyi zamanlarda muazzam karlar elde etmek, kötü zamanlarda ise biraz daha az kar etmek.
şimdilik bunların hepsine tekelci diyeceğiz.
Tekelci kapitalistlerin, fiyatları diledikleri gibi saptamak durumunda olduklarını görüp anlamak güç değildir.
ve böyle yapıyorlar da, bazen ani zamlarla bazen aşamalı zamlarla. fiyatları, en fazla karı elde edebilecekleri
düzeyde saptıyorlar. bunu ya kendi aralarında anlaşarak yapıyorlar, veya en güçlü şirket fiyatı ilan ediyor,
diğerleri de "kaptanı izle" oyununa katılıyorlar. bir de sık sık olduğu gibi, temel patentleri denetimleri altında
bulunduruyorlar ve gerekli üretim iznini ancak kendi çizgilerinde gitmeyi kabul edenlere veriyorlar.
Ne zaman güç ve servetin birkaç elde tehlikeli bir biçimde toplandığı öne sürülse, büyük iş çevrelerinin
savunucuları, manzaranın çizildiği kadar karanlık olmadığını öne sürerler. bunlar, karların gereksiz
şekilde yüksek olması halinde bile, bu karların küçük bir grupta değil, hisse senetleriyle milyonlarca
insana dağıtıldığını ileri sürerler. yani dev karlar, yalnızca Bay Kodaman'a değil, aynı zamanda birçok
insana da gitmektedir. bu, akla yatkın bir kanıttır ve pek çok kişiyi aldatır.
ancak bu sav da boştur. hisse senetlerinin sahiplerinin sayısı çok olabilir. ama bu önemli değildir,
önemli olan kaç kişinin ne kadarlık bir hisseye sahip olduğudur. ve karın ortaklar arasında nasıl
bölüştürüldüğüdür. bu rakamları gördüğünüzde halkın, bu hisselere mikroskobik düzeyde sahip
olduğunu görebilirisiniz. o sa Bay Kodaman onun büyük bir kısmına sahiptir.
Gelir Dağılımı
Birçok kapitalizm yanlısı, "eğer kapitalizm yanlış bir yolsa ABD ne kadar bu kadar zengin" diye sorarlar.
bu da Amerikan filmlerinin aldatıcılığına kanan birçok insanı etkiler. halbuki Amerikalıların iyi yaşadıkları
doğru değildir. küçük bir azınlık, lüks içinde gerçekten de kimisinin hayal edemeyeceği bir lüks içinde
yaşamaktadırlar, bu doğru ama çoğu sefalet içindedir. "yüksek hayat standardı" geyikleri halkın büyük
çoğunluğu için geçerli değildir. ulusun üçte biri kötü konutlarda oturuyor, kötü giyiniyor kötü besleniyor.
Ancak şu da bir gerçektir ki, ABD halkının birçok ülke halkına göre daha yüksek bir hayat standardıyla
yaşadığı doğrudur. fakat bu onların varlık içinde olduğunu değil, diğer ülke halklarının yoksul
olduğunu gösterir.
Bunalım ve Depresyon
Kar sağlayabilmek için, kapitalistler işçilerine mümkün olduğu kadar az ücret ödemek durumundadır.
oysa ürettiklerini satmak içinse, kapitalistler işçilerini mümkün olduğunca fazla ödemek zorundadırlar.
ikisini birden yapamaz. düşük ücret yüksek kar sağlar, ama aynı zamanda mal talebini azalttığı için karı
olanaksız hale getirir. çözümlenemez bir çelişki. kapitalist sistemin çerçevesi içinde çıkar yol yoktur.
depresyon, bunalım ve şu sıralarda adını daha sık duyduğumuz şekliyle kriz kaçınılmazdır.
Ancak gene de kapitalist sistemin iş sağlayabileceği bir yol vardır. kapitalizmi kötürümleştiren kusurların,
yani yetersiz tüketim ve aşırı üretimin giderilebileceği bir yol vardır. tepede sallanan aşırı üretimin
korkusundan kurtulmanın, üretilen her şeyi karla satabilmenin bir yolu vardır. kapitalizmin öldürücü
hastalığı olan bunalımın ve depresyonun tedavi etmenin bir yolu vardır: SAVAŞ. 1929 bunalımından
sonra, ancak bir savaşın hazırlanması ve yürütülmesi ile kapitalist sistem, insanlara tam istihdam,
malzeme, makine ve para sağlamak üzere, işlemesine devam edebilirdi. I. dünya savaşı da benzer
sebeplerden çıkmamış mıydı?
Emperyalizm ve Savaş
Büyük boyutlu tekelci sanayi, üretici güçleri, daha önce görülmeyen bir ölçüde geliştirdi. sanayicilerin ü
mal üretme güçleri,yurttaşlarını tüketim güçlerinden daha büyük bir hızla artıyorrdu. bu, onları, mallarını
anayurdun dışında satmak zorunda bırakıyordu. üretim fazlasını tutabilecek yabancı pazarlar bulmak
zorundaydılar. bunları nereden bulacaklardır? tabi ki sömürgelerde.
Üretilen fazla mal için pazarlar bulmak zorunluluğu, sömürgeler edinme konusunda duyulan baskının
ancak bir kısmıydı. büyük çaptaki kitle üretiminin çok miktarda hammaddeye gereksinmesi vardı. kauçuk,
petrol, nitrat, kalay, bakır, nikel ve bunlara benzer daha bir yığın şey, tekelci kapitalistlere her yerde gerekli
olan hammaddelerdi. bunlar, bu gerekli hammaddelerin kaynaklarına sahip olmak veya bunları denetimleri
altında bulundurmak isterlerdi. emperyalizmi yaratan ikinci etken buydu. ama bu baskından daha da önemlisi,
bir başka fazlalık için de pazar bulmak zorunluluğuydu: sermaye fazlalığı için.
Emperyazlimin ana nedeni buydu. tekelci sanayi, sahibinde çok büyük karlar getirmişti.
aşırı karlar. sahibinin ne yapacağını bilemeyeceği kadar çok büyük para. bu para, yurt içinde
gelir getirici yatırım için kullanılabileceklerden de fazlaydı. sermayenin bir fazla birikimiydi.
mal ve sermaye için pazarlarda karlar arayan bu mali ve sınai birlik, emperyalizmin başlıca
kaynağı olmuştur.
20.yy.da her büyük sanayi ülkesinde, tekelci kapitalizm gelişmiş ve onunla birlikte sermaye
fazlası ile ürün fazlasını ne yapılacağı sorunu da ortaya çıkmıştır. kendi ulusal pazarlarının
denetim altında bulunduran çeşitli devler, uluslararası pazarlarda karşı karşıya geldikleri
zaman önce amansız bir rekabete girişirler, ardından da anlaşmalar, birleşmeler, uluslararası
karteller kurulur. dünya piyasasını bölüşmek üzere aralarında anlaşmalar yapan bu büyük
uluslararası birleşmeler ile rekabetin sona ermesi ve uzun bir barış döneminin başlaması beklenir.
ama böyle olmaz, çünkü kuvvet oranları sürekli değişmektedir. bazı şirketler gittikçe büyür ve
kuvvetlenirken, ötekiler zayıflar ve geriler. böylece eskiden haklı ve yerinde görülen bölüşüm,
artık yerinde olmaz. güçlü grup tarafında bir hoşnutsuzluk başlar ve bunu daha büyük bir pay
alma savaşı izler. her hükümet kendi uyruklarını korumak için ayağa kalkar. bunun kaçınılmaz
sonucu savaştır.
Emperyalizm savaşa yol açar. ne var ki, savaş da hiç bir şeyi kesin olarak çözemez.
bir masa etrafında çözülemez hale gelen kırgınlıklar,anlaşmazlıklar, şimdi pazarlığın yerini
yok edici atom bombalarını, sakat insanların, parçalanmış cesetlerin alması ile ortadan
kalkmış olmaz. Hayır! pazar avı sürüp gitmelidir. tekelci kapitalizm, mal ve sermaye fazlası
için alan bulmak zorundadır ve tekelci kapitalizm var oldukça yeni savaşlar olacaktır.
Savaşın tek çıkış sebebi bu da değildir, dev şirketler arasında değil de, devletler arasında
doğup büyüyen anlaşmazlıklar yüzünden çıkan savaşların ana kaynağı da hammaddeleri
ele geçirmektir(Körfez savaşı, Bosna-hersek savaşı). hadi savaş çıktı diyelim, süper güçler
tarafından 1-2 günde bitirilmesi gereken bu savaşlar neden aylarca yıllarca sürmektedir.
nedeni çok açıktır; ürettikleri silahları gizlice savaşan ülkelere satmak için.
Devlet ve Din
Üretim araçlarındaki özel mülkiyet, kendine özgü bir mülkiyettir. bu mülkiyet, ona sahip olan sınıfa,
sahip olmayan sınıf üzerinde bir güç verir. sahip olanın yalnız çalışmadan yaşamasını sağlamaz,
bir yandan da sahip olmayanların çalışıp çalışmayacağı ve hangi koşullar altında çalışacaklarını
saptama hakkını da verir. yani bir çeşit efendi ve hizmetçi ilişkisi kurar; kapitalist sınıf, emirler verme
mevkiinde, işçi sınıfı ise bunları yerine getirme durumundadır.
Bu durumda doğal olarak iki sınıf arasında sürüp giden bir çatışma olacaktır. bu durumda,
mevcut mülkiyet ilişkisinin -azınlığın bu denli yararına, çoğunluğun bu denli zararına olan bu
mülkiyet ilişkisinin- devamını sağlamak için bir yol, bir yöntem bulunması gerekir. zengin
azınlığın, emekçi çoğunluk üzerinde, toplumsal ve ekonomik egemenliğinin sürüp gitmesini
sağlayacak güce sahip bir kurumun varlığı zorunludur.
Bu kurumlardan ilki devlettir. kapitalist sınıfın işçi sınıfı üzerinde egemenlik kurmasını sağlayan
devletin, özel mülkiyet ilişkilerinin tümünü korumak ve sürdürmek görevidir. üretim araçalarının
özel mülkiyetine sahip olanlar ile olmayanlar arasında bir çatışma olduğu zaman, mülk sahipleri,
devletin kişiliğinde, mülksüzlere karşı güçlü bir silah bulurlar.
Bizi, devletin, bütün sınıfların üzerinde olduğuna inandırmaya çalışırlar. O, zengin yoksul, yüksek alçak,
herkesi temsil eder derler. ama aslında, kapitalist toplum, özel mülkiyete dayandığından,
özel mülkiyete karşı yapılacak her davranış karşısında, gereğinde şiddet
kullanmaya kadar varan devleti bulacaktır. kapitalizmin kurucusu sayılan Adam Smith bile şöyle demiştir:
"sivil hükümet, mülkiyetin güvenliğini korumak için kurulduğu sürece, aslında zenginliğin
yoksula karşı veya biraz malı mülkü olanını olmayan karşı savunulması
için kurulmuştur". yani ekonomik egemenliğe sahip sınıf, devlet yönetimine de sahiptir.
Aklınıza şu soru gelebilir: madem ki devlet mekanizması kapitalist sınıfını denetimi altındadır
ve onun çıkarına işlemektedir, kapitalistlerin gücünü düzenlemek ve sınırlandırmak için hazırlanan
kanunlar, neden yasalarda yer almaktadır? Cevap: devlet, ancak zorlandığı taktirde, mülksüzler adına,
mülk sahiplerine karşı harekete geçer. şu veya bu çatışma noktasında boyun eğmek zorunda kalır,
çünkü işçi sınıfından gelen baskı o kadar büyüktür ki, ödün vermek zorunludur. yoksa "yasa ve düzen"
tehlikeye girdiği gibi, daha da kötüsü (tabi ki egemen sınıf açısından daha da kötüsü) devrim bile olabilir.
ama unutulmaması gereken nokta şudur; böyle dönemlerde elde edilen bütün ödünler, mevcut mülkiyet
ilişkileri sınırları içerisindedir. kapitalist sınıfın ana çerçevesi, hiç dokunulmadan öylece durmaktadır.
ödünler bu çerçeve içinde verilmektedir. egemen sınıfın ortak amacı, bütünü kurtarmak için bir noktada
boyun eğmektir.
Devlet, bir sınıfın öteki sınıf üzerinde egemenliğini kurmak ve sürdürmek için bir araç olduğuna göre,
ezilen çoğunluk için gerçek özgürlük var olamaz. duruma ve koşullara bağlı olarak şu veya bu derecede
özgürlük verilecektir, ama son tahlilde, özgürlük ve devlet sözcükleri sınıflı bir toplumda bir araya getirilemez.
Sadece devlet midir, bu iki sınıfın arası ilişkiyi düzenleyen, hayır. bir de zaten var olan dini kullanma
stratejisi. kapitalistler, kimisi kasıtlı olarak kimisi farkında olmadan dini kullanır ve isyan edecek
potansiyele sahip insanların bu aşırı duygularını dinle bastırırlar veya bunu din adamlarına yaptırırlar.
din adamlarından bazıları da bunu bilerek bazıları da bilmeyerek yapar. onlara öteki dünya düşüncesini
aşılarlar. önemli olanın bu dünyadaki varlık değil, öteki dünyadaki cennet ödülü olduğunu ve aslında
yüce bir varlığın onları sınava tabi tuttuğunu anlatırlar.
insanlar da pek tabi ki bu haksızlıklara öteki dünyada alacakları mükafat için razı olurlar. kendilerinin
ödüllendirileceğini, ezenlerin ise cezalandırılacağını düşünür.
++++
bu topicte, kapitalist üretimin nasıl ekonomik < yabancılaşmaya>
ve bunun da üst yapıya yansıması olan <insan ilişkileri ve kültürel yabancılaşma>
yakında ele alınacaktır.