Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış. Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde, kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış. Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da, rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

 

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış. Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye. Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş. ıçinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş. Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.

 

"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve "Merhaba" demiş, "bende yalnızlıktan sıkılmıştım zaten.". Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini, nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

 

Papatyada ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş. Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş.

 

Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış. Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edipte bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan, incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatyada kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini. Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana, ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

 

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve "Üzgünüm, ama senden ayrılmam gerekecek" demiş. Papatya buna bir anlam vermemiş. "Neden" demiş. "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis, sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

 

Papatya bu duruma çok üzülmüş. Ama yapacak bir şey yokmuş zaten. Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum" diyebilmiş ancak.

 

Papatya donakalmış. Sadece "Bende..." diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş. ıçinden "Keşke onunda beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş. Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış.

 

Her düşen yaprakta papatya, içinden "seviyormuş" diye geçirmiş.

 

ışte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş; seviyor mu? Sevmiyor mu diye..

  • Cevaplar 109
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Sevgili,senli bir günümü daha yasadim,gün aksam oldu ve seni sorgulamanin zamaniyla beraberim iste!Askin tadiyla mutlu bir gün ve kimi elemlerle hüzne bölenmis bir gün!Ask yürürken insanin içinde ayak izleri hep hüzün oluyor çünkü!Çünkü hüzün yasanmis mutluluklarin sonrasindaki özlem olmakta benim için artik.Senin güzelliklerinle renklenen zaman, biterken bir hüzün buklesi gibi içime yerlesiyor sevgili!Seni, sesinle katiyorken hayata bir cosku oluyorsun dakikalarca dinlemek ve kalbine sesimi birakabilmek hazzina eriyorum.Seni sesinle içerken, her zerreme zerkediyorum askini ve daha çok özlemini yasiyorum.Bir sihrin mucidi olmak ve bir anda yaninda bitivermek istiyorum bitanem.Sesindeki her terennüm ask nagmeleri söylüyor kalbime.Kalbim sanki bir lir oluyor ask tanrisi erosun elinde ve senli nagmeleri besteliyor.Senin sesinle bestelenen bir hayati yasiyorum ben sevgilim.Ama ne zaman ki, zaman seni sessizlige gidiyor ben elemli bir sükutun derbederi oluyorum.Ben seni sesindeki askla seviyorum sevgilim.

 

Ve ask özlemin tadinda yasanirken hüzne bakan gözleriyle bir vuslat nasip oluyor bize.Sen kollarimda tüm sicakliginla bir çok güzel rüyanin sunusu oluyorsun. Dudaklarinla ask katiyorken dudaklarima ben sende diriliyor bir baska özlemle sariliyorum sana!Içimi sel baskinlarina benzer bir arzu bürüyor ve ben seni kollarimda özlemle tutuyorum.Kokun ask buhurdani gibi içime islerken ve ben nefes nefes seni içime biriktirirken doyumsuzlugunu bir kez daha fark ediyor ve bir baska özlüyorum.Gözlerin,askimi nazar eden gözlerinde piriltilar cümbüsü raks ediyor ve sen gözlerinde de buse oluyorsun bana taa kalbime birakilan!Ah o gözlerin aski içe sindiren bakislari yok mu.her seyi sevgili kilip güzellestiren ve sevgiliyi gözlerinin en derununda özleten.iste anlam denilen bu olsa gerek!Kalp bir isyan eskiyasi gibi seyr ü sefer etmeye cüret edecek kadar kendini yitiriyor ve o gözlerin kulluguna soyunuyor. O gözleri aleme sultan ilan etmekte feveran ediyor.Gözlerinde cennet olmak ve orda kendimi seyretmek ne çok özlemin adi olmakta sevgili.Ben o cennete kabul edildim edilmesine ama hala özlemindeyim iste!Ben o gözlerin nazarini ve o dudaklarin tadini ve beni ask diye çarpan kalbi özlemekteyim sevgili,çok özlemekteyim!Bazen kendimi her seyden çok bir bastan bir basa özlem olarak görmekteyim sana karsi!Ama sevgili ben seni gözlerine aldigin askla ve dudaklarinda içirdigin sevdayla çok özlüyorum çat kapi giderken sensizligin karanligina, yüregimdeki devasa askla!Ve tekrar bir vuslati ümit etmek isigiyla askina çogalarak an be ana seni yasiyor ve özlüyorum sevgili,çok özlüyorum! Ask yeni bir heyecani daha var ediyor kalbimde ve yeni bir özlemi daha sürüklüyor pesi sira;gözlerinden,dudaklarindan,ellerinden yani senden giderken sevgilim! Sen bende en sevgili olmanin yeni bir adimi,ben sende en sevgili olmanin yeni bir ümidi daha oluyorum!Seni çok seviyorum sevgili çook…!

Gönderi tarihi:

 

yeryüzünde, 'artık gitmek zorunda olduğunuzu' söylediğinizde, sezgisel bir kavrayış ile sizi en iyi anlayacak olanların yaşadığı dört duvar aralarıdır. bazı evlerin iki sokak ötesinde olur bunlardan. haftada bir yahut iki defa okuldan eve dönerken falan uğrarsınız. çocukların en küçük olanları bir buçuk yaşında olur ve içlerinde elleri en minicik, gözleri ise en kocaman olanlar bunlardır ve adları 'oğulcan'dır.bazen dudakları yarılır ve mavi bir iplikle dikiş atılır bunların dudaklarına; iplik sallanır mavi mavi, daha da bir sevimli olur bu keratalar. hep en küçükleridir fakat siz geldiğinizde herkesten evvel onlar fark eder sizi ve koşarak boynunuza atlarlar. hiç konuşmazlar yalnız, diğerleriyle oynarken siz (hepsi ile oynarsınız; birisini havaya kaldırıp uçak yapmışsanız, diğer otuz çocuğu da aynı şekilde havaya kaldırıp uçak yapmalısınızdır -çok yorucu olur bu bazen) bazen kıskançlıkları tutar ve zırlamaya başlarlar; seslerini o zaman duyarsınız. siz de çok üzülürsünüz, kucağınıza alıp tek söz söylemeden teskin edersiniz onları; zaten kucağınızda susarlar birazdan. sonra diğer çocuklarla biraz daha oynarsınız. sonra "tekrar geleceğim" der ve "artık gitmek zorunda olduğunuzu" söylersiniz. anlarlar.

aradan iki yahut üç gün geçer ki arkadaşınız size verdiği randevuyu bir saat ileri almak zorunda olduğunu söyler. "olur", dersiniz; "ben de o bir saatlik arada çocuklarımın yanına giderim" dersiniz, zaten daha yeni olmuştur paranızı alalı, "hazır param varken, şuradan çikolatalı gofret alayım çocuklarıma" dersiniz ve neşe içinde, aldığınız çikolataları sallaya sallaya gidersiniz yanlarına. çocuklar bahçede oynamaktadırlar ve sizi görünce "aa! abi geldii!" diye bağırmaya başlarlar. fakat bazen bir gariplik sezersiniz. aynur hanım'a (buralarda çalışan güzel insanların adı aynur olur bazen) "oğulcan nerede, çişe falan mı gitti?" diye sorarsınız. "oğulcan'ı evlatlık verdik" diye yanıt verirler işte o zaman bu aynur hanımlar. bir anda ne tepki vereceğinizi şaşırırsınız. üzülmekte mi sevinmekte misinizdir, anlayamazsınız. "yani artık bir annesi var, bir de babası?" demeye çalışırken siz, bir yandan gülümsemektesinizdir ve "oğulcan'ı bir daha göremeyeceğim yani?" demeye çalışırsınız az sonra (evet, bir daha göremeyeceksinizdir çünkü yeni ailesinin bilgileri saklıdır). "güzel bir geleceği olsun" diye umut eder ve diğer çocukların yanına dönersiniz, onlarla oynamaya başlarsınız. çikolatalarını verirsiniz ve "artık gitmek zorunda olduğunuzu" söylersiniz. anlarlar.

arabada müzik dinlersiniz, bağıra bağıra eşlik edersiniz çalan şarkılara. arkadaşınızla buluşur, geyik yapmaya başlarsınız. radikal bulmaca falan çözersiniz. çay içersiniz. sigara içersiniz. "sınav şuradan şuraya kadar" dersiniz. "beşiktaş matheus'la anlaşamamış, iyi olmuş" dersiniz. "hadi ben artık eve gider" dersiniz.

 

bazen eve gelir ağlarsınız.

Gönderi tarihi:

Kavga etmek için hayat çok kısa

 

 

 

 

Çevremde ondan bundan yakınan, öfkeyle birilerini eleştiren hırslı insanları gördüğüm zaman onlara diyorum ki: “Bırak bunları. Hayat kavga etmek için çok kısa.”

 

O onu demiş, bu şunu ima etmiş, öteki böyle kızdırmış, beriki şöyle laf sokmuş; inanın hiçbirinin önemi yok.

 

Eğer tarihi yüzer yıllık dilimlere ayırırsanız (ki epey cömert bir ayrım olur bu) her dönem sonunda yeryüzünde hiçbir tartışma, hiçbir kavga kalmaz.

 

Canlarını dişlerine takarak kavga edenler, kıskananlar, hırslananlar yerlerini yeni kuşaklara bırakır ve sonsuz bir sessizliğe uğurlanırlar.

 

Pir Sultan Abdal ne demiş:

 

“Yedi kere ıssız kalıp/ Dolan dünya değil misin?”

 

Büyük ozan herhalde yedi rakamını laf olsun diye söylemiştir, yoksa dünya kaç kez doldu doldu boşaldı.

 

Bu sözlerimin kimseyi etkileyeceğini sanmıyorum. Çünkü insanoğluna, rekabete dayalı korkunç bir hırsla yaşaması gerektiği öğretiliyor.

 

Sanki her çocuk eline kılıçlar, mızraklar, ağlar ve baltalar verilerek Roma arenasına atılan bir gladyatör.

 

Ölmemek için öldürmek zorunda.

 

Ne bileyim; bunlar bana çok tatsız geliyor.

 

Zamanımızda “başarı denilen virüs” öylesine yayıldı ve herkesin içine yerleştirildi ki insanları, böyle bir yaşamın tersinin mümkün olduğuna bile inandırmak güçleşiyor.

 

Sanki “başarılı olmak” gereği her zaman ve herkes için geçerliymiş gibi algılanıyor.

 

Artık günümüzün romancıları, şairleri, düşünürleri, bilim adamları bile “başarı” peşinde koşuyorlar.

 

Herkesi, Amerikalıların kafalarımıza soktuğu “kazanan” ve “kaybeden” kavramlarına göre yargılıyoruz.

 

Peki Yunus Emre başarılı olmak için mi yazmıştı şiirlerini, Mevlana sema dönerken “başarı” peşinde miydi?

 

Çarmıhta can veren İsa kazanan mıdır, kaybeden mi?

 

Ne demişti peygamber: “Her şeyi kaybeden, her şeyi kazanır!”

 

Anton Cekhov’a kitaplarını Fransızca’ya çevirmeyi teklif etmişler.

 

Büyük yazar hayret etmiş: “Onlar anlamaz ki” demiş. “ben Rus hayatını anlattım.”

 

Neyse; kavgadan başladık başarı koşullanmasından çıktık.

 

Gerçekten de içinde bulunduğunuz sorunlara, hırslara, kavgalara biraz uzaktan bakmayı deneyin.

 

Göreceksiniz ki bir çoğuna değmiyor.

 

Bir gün “Elveda dünya ve merhaba kainat” diyorsunuz.

 

Geride bir hoş sada bırakabildiniz mı bırakamadınız mı; önemli olan bu.

 

 

Zülfü Livaneli

Gönderi tarihi:

Bu hayatta her zaman çekişenler menfat için başkalarını kullananlar

işleri bitincede o sevdiği kişileri veya arkadaşlarını bir kalemde silen insanlar unutmasınlarki birgün bu değirmenin çarkları dönüp onuda aynı duruma sokacaktır. hayat herzaman insanı bir başkasına muhtaç kılar

 

Hayat gerçekten kısa herzaman dediğim gibi hayat bir insanın kalbini kıracak kadar değerli değil !

 

Gerçekten güzel bir konu ellerine sağlık marti_name

Gönderi tarihi:

kavga etmek için hayat çok kısa doğru,ama hayatın kendısı için bile yaşam kavgası demiyor muyuz :unsure:

Gönderi tarihi:

insan olduğumuzu hissedebilmemizi sağlayan şeyler işte......... :clover:

Gönderi tarihi:

yazıyı okurken eskilerden aklımda kalan bir şiir geldi.

 

SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE

 

 

IV

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin

Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği

Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin dışında

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Uzatma dünya sürgünümü benim

Güneşi bahardan koparıp

Aşkın bu en onulmazından koparıp

Bir tuz bulutu gibi

Savuran yüreğime

Ah uzatma dünya sürgünümü benim

Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil

Ayaklarımdan belli

Lambalar eğri

Aynalar akrep meleği

Zaman çarpılmış atın son hayali

Ev miras değil mirasın hayaleti

Ey gönlümün doğurduğu

Büyüttüğü emzirdiği

Kuş tüyünden

Ve kuş sütünden

Geceler ve gündüzlerde

İnsanlığa anıt gibi yükselttiği

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Bütün şiirlerde söylediğim sensin

Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin

Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkis'in

Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikârsın sen bellisin.

Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için

Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini

Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini

Ey gönüllerin en yumuşağı en derini

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Yıllar geçti sapan ölümsüz iz bıraktı toprakta

Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında

Çatı katlarında bodrum katlarında

Gölgelendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba

Hep Kanlıca'da Emirgân'da

Kandilli'nin kurşunî şafaklarında

Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında

Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Ey çağdaş Kudüs (Meryem)

Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)

Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında

Köle gibi satıldım pazarlar pazarında

Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında

Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında

Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında

Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda

Verilmemiş hesapların korkusuyla

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır

Aşk celladından ne çıkar madem ki yâr vardır

Yoktan da vardan da öte bir Var vardır

Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır

O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır

Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır

Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

 

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

 

Sezai KARAKOÇ

Gönderi tarihi:

 

 

 

 

Pir Sultan Abdal ne demiş:

 

“Yedi kere ıssız kalıp/ Dolan dünya değil misin?”

 

kavgasızda hayat çekilmez olurdu bence, insanlar elindekinin değerini kaybedince onu kırdıktan sonra anlıyor :) ara sıra lazım :)

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Özlemin özlemi vardır,bi tek ben değilim bu dertten şikayet eden belli ki,giden gitti içimde ki hariç -_-

Gönderi tarihi:

Sensiz kalmayı kaldıramıyor yüreğim.

Kısa ayrılıklar bile kederimi arttırıyor,hüzün dolu geceler yaşatıyor bana.

Seninle birlikte olmanın tadını almışım bir kere,bundan vazgeçemiyorum.

Alışkanlık değil bu. Her alışkanlık terk edilebilir bir gün.

Oysa sen benim yaşam kaynağımsın.İnsan hayatından vazgeçebilir mi?

Özlüyorum seni, zlemim büyüdükçe büyüyor içimde,durduramıyorum. Kavuşacağımız anı bekleyerek geçiyor zamanım.

Hiç birşey zevk vermiyor bana sen yokken.

Sıçrayarak uyanıyorum geceleri,yanıma bakıyorum,yoksun.

Tekrar gözlerimi kapatıyorum,dönüp duruyorum sabaha kadar.

Sensizken her güne yorgun uyanıyorum.Tadım yok işte anla.

Oysa yanımdayken sen,günün tüm yorgunluğunu unutuyorum.

Sohbetlerimizin keyfi ,dokunmalarının sihri, yaşanan tüm olumsuzlukları silip götürüyor.Huzurla dalıyorum uykuya.

Seninleyken,sadece bir kaç saatlik uyku bile, ertesi günü ayakata ve sapasağlam geçirmeme yetiyor.

Sevgilim olduğunu,varolduğunu bilmek yetiyor bana.

Döneceksin biliyorum da,dayanamıyorum ne yapayım.

Zamanı seninle,Sadece seninle geçirmek varken,aşkımızı büyütmek,tutkuyla yaşamak varken beklemek çok zor geliyor insana.

"Şimdi olsa" diyorum, "Çıksam işten,gitsem yanına, yemek yesek birlikte, bir,iki kadeh şarap içsek, o gülse,ben baksam,heyecanlı heyecanlıanlatsa yaşadıklarını...

Sonra güzelliğinden bahsetsem,şımartsam onu,boğazın kıyısında yürüsek birlikte,yamur üzerimize yağsa,üşüsek,sarılsak birbirimize,ısınsak tenimizin ateşiyle..."

Ama yoksun işte.

Bu gecede sensiz geçecek ve ben ne şarap içeceğim, ne yediğim yemekten zevk alacağım.

Bu gece sevgilim,bir fırsatını bul ve üzerinde şehir ışıklarının dans ettiği denize bak.

Çünkü ben ne zaman sensiz kalsam,denize bırakıyorum yüreğimi,sana ulaşması için.

Çünkü seninleyken atıyor yüreğim.

Haydi sevgilim gel,al yüreğimi öyle gel....

Ne olur.....ÖZLÜYORUM ÖZLÜYORUM İŞTE.....................

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Sensiz kalmayı kaldıramıyor yüreğim.

Kısa ayrılıklar bile kederimi arttırıyor,hüzün dolu geceler yaşatıyor bana.

Seninle birlikte olmanın tadını almışım bir kere,bundan vazgeçemiyorum.

Alışkanlık değil bu. Her alışkanlık terk edilebilir bir gün.

Oysa sen benim yaşam kaynağımsın.İnsan hayatından vazgeçebilir mi?

Özlüyorum seni, zlemim büyüdükçe büyüyor içimde,durduramıyorum. Kavuşacağımız anı bekleyerek geçiyor zamanım.

Hiç birşey zevk vermiyor bana sen yokken.

Sıçrayarak uyanıyorum geceleri,yanıma bakıyorum,yoksun.

Tekrar gözlerimi kapatıyorum,dönüp duruyorum sabaha kadar.

Sensizken her güne yorgun uyanıyorum.Tadım yok işte anla.

Oysa yanımdayken sen,günün tüm yorgunluğunu unutuyorum.

Sohbetlerimizin keyfi ,dokunmalarının sihri, yaşanan tüm olumsuzlukları silip götürüyor.Huzurla dalıyorum uykuya.

Seninleyken,sadece bir kaç saatlik uyku bile, ertesi günü ayakata ve sapasağlam geçirmeme yetiyor.

Sevgilim olduğunu,varolduğunu bilmek yetiyor bana.

Döneceksin biliyorum da,dayanamıyorum ne yapayım.

Zamanı seninle,Sadece seninle geçirmek varken,aşkımızı büyütmek,tutkuyla yaşamak varken beklemek çok zor geliyor insana.

"Şimdi olsa" diyorum, "Çıksam işten,gitsem yanına, yemek yesek birlikte, bir,iki kadeh şarap içsek, o gülse,ben baksam,heyecanlı heyecanlıanlatsa yaşadıklarını...

Sonra güzelliğinden bahsetsem,şımartsam onu,boğazın kıyısında yürüsek birlikte,yamur üzerimize yağsa,üşüsek,sarılsak birbirimize,ısınsak tenimizin ateşiyle..."

Ama yoksun işte.

Bu gecede sensiz geçecek ve ben ne şarap içeceğim, ne yediğim yemekten zevk alacağım.

Bu gece sevgilim,bir fırsatını bul ve üzerinde şehir ışıklarının dans ettiği denize bak.

Çünkü ben ne zaman sensiz kalsam,denize bırakıyorum yüreğimi,sana ulaşması için.

Çünkü seninleyken atıyor yüreğim.

Haydi sevgilim gel,al yüreğimi öyle gel....

Ne olur.....ÖZLÜYORUM ÖZLÜYORUM İŞTE.....................

 

 

bu ne yaf... kıskandım valla... :(:whistling:

Gönderi tarihi:
Özledim :(:(:(

 

kimi??

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.