Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

yam_yam' ca

  • başlık
    100
  • yorum
    47
  • görüntü
    379.175

Mahkûm (Hikaye)


yam_yam

6.284 görüntü

Sevgili Karıcığım;

 

Bu mektubu, sana ulaşıp ulaşamayacağını bilmeden yazıyorum. Umarım ulaşır. Bir arkadaşım, sana bu mektubu ulaştırabileceğini iddia eden adamlara güvenebileceğimi söyledi. Gerçi yüzde yüz garanti veremiyorlar. Biraz riskliymiş. Yöntemlerini çok gizli tutuyorlar. O yüzden bu mektubun sana nasıl ulaşabileceği konusunda hiç bir fikrim yok. Tek bildiğim, bu mektubun sana ulaştırılması karşılığında 25 günlük kahvaltımdan feragat etmek zorunda kaldığım. Aslında 30 günlük istemişlerdi ama nasıl sıkı bir pazarlıkçı olduğumu bilirsin. Sakın endişelenme. Zaten sabah kalkar kalkmaz pek yiyemediğimi biliyorsun. Acıkana kadar da öğle yemeği vakti yaklaşmış oluyor. Hem ben yine iyi durumdayım. Burada birçok kimse günü tek öğünle geçirmek zorunda kalıyor. Hatta duyduğum kadarıyla 48 saatlik yemeğinden feragat edenler bile varmış. Sonuçta burada para geçerli bir araç değil. İnsanlar özel bir takım istekleri olduğunda yemeklerinden feragat etmek zorunda kalıyorlar.

 

Bulunduğumuz yeri sana tarif edebilmem epey zor. Viranelikle teknolojinin karışımı bir yerdeyiz. Virane, çünkü çevresi yüksek ve kalın duvarlarla çevrili, bombardımanlarla harabeye dönmüş bir şehrin içindeyiz. Teknolojik, çünkü her ihtiyacımız kolumuzdaki bileklikler sayesinde otomatik makinelerce karşılanıyor. Bilekliğimizi yemek makinesine okuttuğumuzda alüminyum folyoya sarılı öğünümüz önümüze geliyor. İçme suyu da benzer şekilde... Ancak içme suyu bu mevsim için günlük 1 litre ile sınırlı. Onu da en en az üçer saatlik aralıklarla birer su bardağı şeklinde alabiliyoruz.

 

Haftada bir banyo yapabiliyoruz. Tabii yine otomatik makinelerce... Bilekliğimizi okutup makinenin içine giriyoruz. Makine içerisinde kalabileceğimiz maksimum süre 1 dakika ile sınırlı. Bu sürenin ilk 30 saniyesinde köpük, son 30 saniyesinde ise durulanma suyu akıyor. Tuvalet konusunda bir sınırlama yok; ancak tuvaletlerimiz teknolojik değil. Burada bu konudan bahsetmek istemiyorum.Yalnız hiç de hijyenik olmadığını bilmen yeterli olur sanırım.

 

Burada herkes yeşil renkli tek tip üniforma giyiyor. Ayda bir bu üniformaları bir makinenin içine bırakıyoruz ve yenilerini alıyoruz. İç çamaşırlarını ise her banyo sonrası makine veriyor. İİç çamaşırları, daha önce hiç görmediğim bir kumaştan üretilen tek kullanımlık çamaşırlar. Çok rahat olduğu söylenemez ama idare ediyor işte.

 

Bildiğimiz anlamda yatak, yastık, yorgan gibi eşyalarımız yok. Geceyi harabeye dönmüş binaların içinde, bir karış yüksekliğindeki saman yığınlarının üzerinde geçiriyoruz. Neden bilmiyorum, geceleri de soğuk olmuyor burada. Bir yorgana ihtiyaç duymuyoruz. Açıkçası ilk zamanlar bu tuhaf yatağa alışmakta epey zorlanmıştım. Sorun kaşındırması ya da rahatsız olması falan değil. Sorun fareler.. Bu saman yığınlarının içinde cirit atıyorlar. İlk zamanlar fareler yüzünden geceleri uyuyamıyordum. Bana dokunduklarını düşünmek bile o kadar tiksindirici geliyordu ki, bir kaç gece çıplak betonda, kıyafetlerimi yere sererek uyumayı denedim. Olmadı... Mecburen o saman yığınlarına dönmek zorunda kaldım. Şimdi artık varlıklarına alıştım. Muhtemelen tüm gece üzerimde dolanıyorlar ama ben farketmiyorum bile. Bu arada sen hiç evcil bir fare görmüş müydün? Hamster'dan falan bahsetmiyorum. Bildiğin fare... Adını "Mayki" koymuşlar. Seslendiklerinde çıkıp geliyor. Kendi etrafında dönmek gibi bir kaç hareket de öğretmişler. Komut verdiklerinde kıçını yakalamaya çalışır gibi etrafında dönüyor. Tabii ödülünü de alıyor. Garip doğrusu...

 

Günümüzün çoğu dıraşıda geçiyor. Yapılacak pek bir şey yok burada. Düşünmek ve sohbet etmek için bol bol vaktimiz var. Arada küçük taşlarla icat edilen bazı oyunlar da oynuyoruz. Yalnız yağmura dikkat etmemiz gerekiyor. Yağmur suyuna maruz kaldığımızda cildimiz kızarıyor ve bir kaç günü kaşınarak geçirmek zorunda kalıyoruz. Kaşıntılar geçtikten sonra bir süre de kaşınmaktan oluşan yaraların geçmesini bekliyoruz. Anlayacağın burada yağmur yerine zehir yağıyor.

 

Şehri çevreleyen duvarlardan biri aynı zamanda şehri ortadan ikiye bölüyor. Bizim bulunduğumuz tarafta hafif suçlardan mahkum olanlar var. Diğer tarafta ağır suç mahkumları varmış. Oradaki şartların çok daha kötü olduğu söyleniyor. O taraftan bazen insanın içini ürperten çığlık sesleri geliyor. Ne olduğunu bilmiyoruz ama buradan bazıları her çığlık sesinden sonra "birinin kolu daha gitti" diyor. Galiba bilekliklerini almak için yapıyorlarmış. Tanrım ne vahşet ! Neyse ki bizim tarafta böyle şeyler olmuyor. Çarptığım adam kazayı hafif sıyrıklarla atlattığı için tanrıya her gün dua ediyorum.

 

Burada gardiyan ya da herhangi bir görevli yok. İilk geldiğim günden bu yana mahkumlar dışında kimseyi görmedim. Sanırım mahkumların kalın ve yüksek duvarları aşamayacağını düşünüyorlar. Haksız sayılmazlar. O kadar yüksekler ki, bir ipi duvarın ucuna ulaştırabilmek için zıpkın falan kullanmak gerekir herhalde. Oraya ulaşsan bile, dikenli teller yüzünden vücut bütünlüğünü koruyarak diğer tarafa ulaşmak imkansız. Bizim bölümde görece kısa süreli mahkumlar olduğundan kaçış konusunda ne bir plan, ne de bir teşebbüs görmedim, duymadım. Muhtemelen "yakalanırsam diğer tarafa götürürler beni" korkusu da etkili olmuştur bu konuda.Birilerinin burasıyla ilgilendiğinin tek göstergesi, her sabah duyduğumuz kamyon gürültüsü. Sanırım erzak ve diğer ihtiyaçları bu kamyonlarla getirip makinelere yüklüyorlar.

 

Bu arada sağlığımın iyi olduğundan bahsetmedim sana. Endişelenme iyiyim ben. Bilekliğimiz düzenli olarak nabız, tansiyon, ateş gibi vücut değerlerini ölçüyor. Gerekirse makinelere yönlendirip ilaç almamızı sağlıyor. Ben hiç kullanmadım ama ciddi sağlık sorunu olanların girdiği bir makine var. Bu makine vücut içi görüntüleme teknikleri kullanıyormuş. Burada bulunduğum sürede hiç acil bir vaka olmadı. Söylendiğine göre acil vakalarda, önce bilekliklerden vücuda etken bir madde enjekte ediliyormuş. Sonra da tıbbi çıkış noktasından alıyorlarmış hastayı.

 

Benim için sakın endişelenme lütfen. Umarım benim de sizler için endişelenmemi gerektirecek bir durum yoktur. Burada tek sorunum sizlere olan özlemim. Çocuklara, onları çok özlediğimi ve iş seyahatinden döndüğümde onlara bir sürü oyuncak getireceğimi söyle. Umarım bu mektup eline geçmiştir.Şimdilik hoşçakalın...

 

Seni hala büyük bir aşkla seven kocan....

0 Yorum


Önerilen Yorumlar

Gösterilecek hiç bir yorum yok

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.