Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

yam_yam' ca

  • başlık
    100
  • yorum
    47
  • görüntü
    379.218

İnsan Evrimi ve Yaratılışçılık (II)


yam_yam

1.185 görüntü

İnsan "maymun"dan mı türedi?

 

Yaratılışçıların yaptıkları en bariz çarpıtmalardan biri de insan evrimi söz konusu olduğunda "insanın maymundan türediği" söylemine başvurmalarıdır. HY da aynı taktiği sürdürmekte bir beis görmemektedir. Bu, temelden yanlış bir yaklaşımdır ve kasıtlı olarak Darwin'den bu yana sürdürülegelmektedir. Bunun doğrusu "insan, hem kuyruksuz büyük maymun hem de insan özelliklerini taşıyan ortak bir atadan türedi" şeklinde olmalıdır. Ancak evrim karşıtları, kitleleri ajite etmek, onları yanlış yönlendirerek desteklerini arkalarına alabilmek için bu ucuz numaraya başvurmaya özel bir gayret sarf etmektedirler. Aynı numaranın HY tarafından da yapıldığını görmek hiç de şaşırtıcı değildir. İnsanın maymundan geldiğini söylemek maymunu ata, insanı torun konumuna getirir. Halbuki ortak ata, insanın olduğu kadar kuyruksuz büyük maymunların da atasıdır. "İnsanın maymundan türediği" deyişinde zımnî bir amaç vardır. Bu ifade üzerine, evrim kuramı hakkında bilgisi olmayan birisinin kafasında, "İnsan maymundan geldiğine göre değişerek günümüze gelmiş, buna karşılık 'maymun' hâlâ yaşadığına göre değişiklik geçirmeden günümüze ulaşmış" düşüncesi yer edecektir. Arkasından da doğal olarak "Bir canlı türü değişirken diğeri niçin değişmiyor?" sorusu gündeme gelecektir. Ardından sorular çeşitlenerek devam edecektir. Maymun niçin evrimleşmedi? Maymunlar niçin insana dönüşmüyor? İleride insana dönüşecek maymunlar olabilir mi? İşte size bir çarpıtmanın anatomisi...

 

Bunun yerine, insan ve kuyruksuz büyük maymunların ortak bir atadan geldikleri şeklinde ifade edersek bu soruların hiçbirine gerek kalmayacağı ortaya çıkar. Yani ortak atanın ne tam insan ne de tam kuyruksuz büyük maymun olduğu, ikisinin özelliklerini de barındıran bir canlı olduğu anlaşılacaktır. Bunun doğal bir uzantısı olarak, hem insanın hem de kuyruksuz büyük maymunların değişerek günümüze geldikleri sonucu ortaya çıkacaktır. Ancak bu formülasyon, insan evrimini gerçeğe daha yakın biçimde ifade ettiği ve kolay anlaşılabilir olduğu için yaratılışçıların işine gelmemektedir.

 

Primat evrimi

 

Peki bu ortak ata nasıl ortaya çıktı? Günümüzde 200'den fazla primat türü yaşamaktadır. Yok olan türlerin sayısı ise bundan çok daha fazladır. Bunlar arasındaki evrimsel ilişkiler yaratılışçıların ileri sürdüğü gibi basit, çizgisel düzeye indirgenemez. Primat evrimi yaklaşık olarak 65 milyon yıllık bir zaman dilimini kapsar. Bu süreçte ilk önce Prosimii denilen primat öncülleri, daha sonra Yeni ve Eski Dünya primatları ortaya çıkmıştır. İnsan ve kuyruksuz büyük maymunların ortak atası da Eski Dünya primatları içerisinde yer alır. İnsan soyu ise, Eski Dünya primatları içerisinde yer alan bir grubun (yani ortak atanın) evrimsel dallanması sonucu yaklaşık 7-6 milyon yıl önce oluşmuştur.

 

Eğer evrim yoksa, primat grupları niçin yukarıdaki sırayı takip ederek yeryüzünde görülmüşlerdir? Bu sıralanış acaba tesadüf müdür? İlk primat örnekleriyle daha sonraki primat örneklerini birarada göremezsiniz. Aynı şekilde Homo genusuna, yani insan cinsine ait fosilleri, ne Aegyptopithecus ne de Dryopithecus fosillerinin bulunduğu katmanlarda ele geçirebilirsiniz. Bu aşamada yaratılışçılara sormak gerekiyor: Tüm bu türler bir anda mı, yoksa bir sıra düzeni içerisinde mi yaratıldı? Eğer bir anda yaratıldılarsa niçin tüm canlıları aynı tabaka içerisinde bulamıyoruz? Diğer bir deyişle, niçin insan fosilleri dinozorlarla aynı tabakada birlikte bulunmazlar? (Bugün biliyoruz ki, dinozorların yaşadığı dönemde değil insan, ilk primatlar bile yeryüzünde yoklardı.) Yok eğer tüm canlılar aynı anda yaratılmadıysa o zaman niçin bazı türler yok olup diğerleri yaşamaya devam etmektedir?

 

Günümüzde bu ve benzeri sorulara evrim kuramı dışında yanıt verebilecek başka bir açıklama tarzı yoktur. Yaratılışçılık açısından bakıldığında ise bu sorulara yanıt bulmak hiç mümkün değildir. Bu sorular hiçbir dinde gündeme getirilmez. Peki o halde sorulmayan/ sorgulanamayan bir düşünce (yani yaratılışçılık) nasıl "bilimsel" olarak sunuluyor da, kendini sorgulayarak sürekli değişen/gelişen (ya da en azından bu olanağı içerisinde barındıran) evrim kuramı "bilimsel" kabul edilmiyor?

 

Mükemmel "dizayn"

 

Evrim karşıtlarının, sürekli olarak, canlıların mükemmel bir şekilde "dizayn" edildiklerini, bütün canlıların şaşmaz bir incelikle işlev gördüklerini kafalara yerleştirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Onlara göre bu mükemmelliğin tepe noktasında tabiî ki insan yer almaktadır. İnsan, ruhu ve düşünceleriyle tüm canlılardan daha üstündür, hatta diğer tüm canlılar ona hizmet için yaratılmışlardır.

 

Ancak durum hiç de evrim karşıtlarının ileri sürdüğü gibi değildir. Hemen her insanın bir (bazen de birkaç) organının yaşamının belli bir döneminde ya da tüm yaşamı boyunca yeterince işlev görmediğini, hastalandığını hepimiz biliriz. Bunu görmek için hastanelere gitmeye de gerek yoktur. Yani yaratılışçıların söylediğinin aksine, insan mükemmel tasarlanmış, şaşmaz hassaslıkla işleyen bir organizma değildir. Tüm canlılar gibi insan da hâlâ değişmenin sancılarını çekmektedir.

 

Bu konuda birkaç örnek verelim. İnsanların hemen hepsinde üçüncü azı dişi (yirmilik diş) sorun yaratmaktadır. Bu dişler ya eğri çıkmakta ya da çıkıp işlev görmedikleri için çabucak çürümektedirler. Sonuçta neredeyse tüm insanların bu dişlerle başı derttedir. Sizce bu mükemmel bir "dizayn" mıdır? Bunun tek mantıklı açıklamasını evrim kuramı içerisinde bulabiliriz. Çünkü insanda çene boyutları gittikçe küçülmekte ve dolayısıyla dişler, küçülen çenede yer bulmakta güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Küçülmeden en fazla etkilenen dişler, diş kavsinde en arkada yer alan üçüncü azılardır.

 

Başka bir örnek de dik yürüme üzerine verilebilir. Evrim düşüncesine göre dik yürüme, insanın sonradan kazandığı bir özelliktir. Antropolojik araştırmalar, dik yürümenin zaman içerisinde, yavaş işleyen (12) bir süreç sonunda ortaya çıktığını ve bu arada pek çok yan dalın oluştuğunu göstermektedir. Elimizdeki bulgulara göre dik yürümeye geçişin ilk adımları 4,4 milyon yıl önce Ardipithecus ramidus'ta görülmüş, Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus'ta gelişmeye devam ederek günümüze gelinmiştir. Ancak bu süreç tamamlanmamış, hâlâ devam etmektedir. Farklı bir ifadeyle, insan dik yürümeye henüz tam anlamıyla uyum sağlamış bir canlı değildir. Nitekim uzun bir süre ayakta kaldığımızda, başta belimiz ve ayaklarımız olmak üzere vücudumuzun pek çok bölümünden itirazlar yükselmeye başlar. Düz tabanlık ve ayakta ortaya çıkan diğer yapısal bozukluklar bu sürecin tamamlanmadığının diğer göstergeleridir.

 

Adaptasyon (uyarlanma) ve yaratılışçılık

 

Buradan çok önemli bir noktaya geliyoruz. Yukarıda verilen örneklerin hepsi canlıların mükemmel yaratılmadıklarını ama çevreye uyum sağlayarak yaşamaya çalıştıklarını ve bu arada değişime uğradıklarını göstermektedir. Yaratılış düşüncesini savunanların açıklayamadıkları konulardan biri de uyarlanmadır. Acaba evrim karşıtları canlıların "uyarlanma"sını nasıl açıklamaktadırlar? Biliyoruz ki evrim karşıtı düşünce, önlerinde duran sayısız kanıt karşısında gerileyerek, tür içerisinde değişmelerin olabileceğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Ancak sorun burada bitmemektedir. Canlılar mükemmel olarak yaratılmışlarsa acaba niçin değişmek ihtiyacını duymaktadırlar? Tür içinde bile olsa?...

 

Aslına bakılacak olursa evrim karşıtlarının buna verilecek yanıtları yoktur. Çünkü canlılar değişmek zorunda kalıyorlarsa o zaman mükemmel yaratıldıkları nasıl savunulabilir? Ya da, yok eğer her defasında tekrar tekrar yaratılıyorlarsa o zaman yaratıcının mükemmel bir "dizayn" yapamadığı, her seferinde yaratımlarında yeni ayarlamalar yapmak zorunluluğunu duyduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. İşte bu, evrim karşıtı düşüncenin içinden çıkamadığı ve hiçbir zaman da çıkamayacağı bir konudur.

 

Yaratılışçılık, doğal olarak, canlılığın ortaya çıkması ve değişmesi konusunda hiçbir kanıta sahip değildir. Bu düşünceyi savunanlar için neredeyse tüm kanıt "evrim düşüncesinin açıklayamadığı konulara" dayanmaktadır. Yani onlara göre bir nokta evrimci düşünceyle açıklanamıyorsa, kesin bir biçimde yaratılışı kanıtlamaktadır. İşte bir örnek: "Canlılık tesadüfen oluşmamışsa bilinçli bir biçimde var edilmiştir" (s. 3-4). Acaba üçüncü ya da dördüncü bir seçenek yok mudur? Bu düşüncenin arkasında, insanların kafasında "ikili" bir mantık yaratmak çabası yatmaktadır. Yani birinci seçenek doğru değilse mutlaka ikincisi doğrudur. Bu, düşüncenin şartlandırılması ve daraltılması demek değil de nedir?

 

Kültür konusu

 

Yaratılış mantığıyla hareket edildiğinde aydınlatılamayacak konulardan birisi de kültürün gelişimidir. Buna örnek olarak âlet üretimini verebiliriz. İnsan mükemmel olarak yaratılmışsa onun yaptığı ilk âletler niçin mükemmel değildir? Âlet teknolojisindeki gelişime bakıldığında hiç kimsenin aksini iddia edemeyeceği bir gerçek vardır: o da, âlet teknolojisinin basitten karmaşığa doğru gelişim gösterdiğidir.

 

İnsan evriminin erken aşamalarında üretilen âletler kaba ve oldukça "basittir". İlk aşamada, bir ya da iki yüzünün bir kaç darbeyle yontulduğu taş âletlerle karşılaşılır. Daha sonraki aşamalarda, yongaların ustaca çıkartıldığı ve âletin daha geniş bir bölümünün işlenmeye başlandığı görülür. Ardından, yonga olarak çıkartılan parçaların işlenmesi ve gittikçe küçük âletlerin üretilmesi gündeme gelmiştir. Bu arada âletlerde çeşitlilik gözlenmiş ve bunun doğal sonucu olarak insanın "âlet çantası" genişlemiştir.

 

Bu bilgilerden sonra baştaki soruya tekrar dönmekte yarar var. Acaba mükemmel olarak yaratılan insan niçin âlet yapmayı bu kadar uzun sürede (yaklaşık 2,5 milyon yılda) öğrenmiştir? HY'nın insan olarak kabul ettiği Homo erectus'lar ve Neandertal'ler niçin metallerden âlet yapamamışlar, seramikten kap kacak üretememişler, tapınaklar inşa edememişlerdir?

 

Bu düşünce sistemi diğer konulara da rahatlıkla uygulanabilir. Örneğin mükemmel olarak yaratılan insan acaba niçin tarihinin büyük bir bölümünde tarım yapmamıştır. Tarımı öğrenmesi için niçin milyonlarca yıl beklemiş, kendisi üretmek yerine yırtıcı hayvanların arasına atılarak yaşamını tehlikeye sokmuştur? Yaklaşık 1,5 milyon yıl eskiliği olan Homo erectus'lar niçin tarım yapmayıp, köy kurmamışlar, yalnızca kaba taş âletler yapıp ateşi denetim altına almakla yetinmişlerdir?

 

Evrim sahtekârlıkları

 

Evrim karşıtları, dillerine pelesenk ettikleri Piltdown Adamı olmasaydı acaba fosilleri karalamak için ne yaparlardı? Yüzyılımızın başlarında gerçekleşen bu sahtekârlık olayının yine bilim insanlarınca aydınlatıldığını unutarak, tüm buluntuların bir çırpıda yok sayılması ya da tüm fosil bulguların sahte olduğu şeklindeki düşüncenin yayılmasına daha ne kadar devam edilecek? Bu sahtekârlığın sorumlularının kim(ler) olduğu şimdiye dek anlaşılamamıştır. Ancak hemen şunu söyleyelim: Olası düzenbazlar arasında bir de din adamı, cizvit papazı Pierre Teilhard de Chardin, bulunuyor. HY bu konuda sayfalar dolusu bilgi aktarırken acaba bu noktaya niçin hiçbir zaman değinme ihtiyacı duymuyor?

 

HY "sahtekârlık" konusunda o kadar ileri gitmektedir ki, Ramapithecus fosillerini de bu kapsamda takdim etmektedir. Bu yaklaşım onun bilime bakış açısını ortaya koymanın ötesinde, verileri nasıl çarpıtma gayreti içerisine olduğunun sayısız örneklerinden birisidir. Bilindiği üzere şimdiye dek hiç kimse Ramapithecus fosillerinin sahte olduğunu ileri sürmemiştir. O zaman bu fosiller niçin "İnsan evrimi iddiasını desteklemek için başvurulan sahtekârlıklar" başlığı altında ele alınmaktadır?

 

İşin aslı hiç de yazar tarafından çarpıtıldığı gibi değildir. Gerçek olan, Ramapithecus'un evrimsel konumu üzerindeki tartışmalardır. 1980 öncesinde bazı antropologlar Ramapithecus'un, insanın en eski atası olduğunu ileri sürmüşler, ancak izleyen yıllarda yeni bulguların eklenmesiyle konu aydınlığa kavuşmuş ve bu araştırıcılar görüşlerini değiştirmek zorunda kalmışlardır. Yoksa ortada bir sahtekârlık yoktur. HY, Ramapithecus konusundaki tartışmaları bir sahtekârlık olarak sunarak bilimin işleyiş mantığından ne denli uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Ona göre, bir konunun bilimsel arenada tartışılması ve bir grup bilim insanının aksi bir düşünceyi savunması sahtekârlıktır. Burada hemen şu soru akla geliyor: 1992 yılında Gufran Koyuncu imzasıyla (ve olasılıkla Bilim Araştırma Vakfı'nın desteğinde) yayımlanan Evrim adlı kitapta Homo habilis insan kategorisinde ele alınırken, HY bu canlıların maymun olduğunu savunmaktadır. Zamanla yeni görüşlerin benimsenmesi "sahtekârlık" ise, ya Gufran Koyuncu ya da HY sahtekâr değil midir?.

 

Evrimde rastlantı

 

Son olarak, evrim kuramının rastlantı olayına bakış açısına değinmekte yarar vardır. HY kitapçığın değişik bölümlerinde değil bir canlının, bir proteinin bile doğadaki gelişmelerle oluşamayacağını, bunların evrim kuramında açıklandığı gibi tesadüflere bağlanamayacağını savunuyor. Bu düşüncesini bilimsel bir temele oturtuyormuş izlenimini vermek için de matematiğe başvurup, önümüze bol sıfırlı tablolar seriyor (s. 68). Tabiî bu bol sıfırlı olasılıklar gerçekleşmeyeceğine göre geriye tek seçenek kalıyor: "Yüce yaratıcının mükemmel dizaynı."

 

Ancak yapılan çarpıtma tüm çıplaklığıyla sırıtıyor. Evrim kuramı hiçbir zaman canlı yapının ve onun alt birimlerinin günümüzde göründüğü biçimiyle bir anda ortaya çıktığını savunmamıştır. Evrim kuramına göre canlılığın ilk yapı taşları basit organik moleküllerden oluşmuştur. Bunlar birden bire protein ya da hücre organelleri biçiminde karşımıza çıkmaz. İlk organik moleküller adım adım gelişmiş, farklılaşmış, karmaşıklaşmışlardır. İlk organik moleküllerden proteinlere ya da nükleik asitlere ulaşılması için milyarlarca yıl geçmesi gerekmiştir. Ancak yaratılışçılar bunu bilmelerine rağmen bu geçiş aşamalarını dikkate almaksızın hep "son ürün" üzerinden yola çıkarak bol sıfırlı hesaplamalar yapmaktadırlar. Bu arada kasıtlı olarak, evrimcilerin, protein ya da hücrenin birden bire oluştuğunu savunduklarını iddia etmektedirler. Bu, çarpıtma değildir de nedir?

 

* Bu yazı Bilim ve Ütopya dergisinin 60’ıncı sayısında (s. 40-45, 1999) yayımlanmıştır.

 

1. Yahya H (1998) Evrim Aldatmacası.

 

2. Lewin R (1998) Modern İnsanın Kökeni. (Çev: Nazım Özüaydın). Ankara: TÜBİTAK, 28.

 

3. Homo habilis terimi burada geniş anlamıyla yani rudolfensis ve ergaster türlerini de kapsayacak biçimde kullanılmaktadır.

 

4. Koyuncu G (1992) Evrim. İstanbul: İz Yayıncılık.

 

5. Evrim Aldatmacası ve Evrim kitabının yapı, içerik ve fotoğraflar yanı sıra yer yer aynı tümceler içermesine bakarak bu iki yayının (ve yaratılışçı bakış açısıyla yazılan pek çok kitabın) yazarlarının aynı kişiler olması ya da aynı ekip tarafından kaleme alınması olasılığı çok yüksektir.

 

6. Poirier FE (1990) Understanding Human Evolution. (2. Baskı) Englewood Cliffs: Prentice Hall, s. 199.

 

7. Klein RG (1989) The Human Career. Human Biological and Cultural Origins. Chicago: The University of Chicago Press, s. 156.

 

8. Molnar S (1992) Human Variation. Races, Types, and Ethnic Groups. (3. Baskı) Englewood Cliffs: Prentice Hall, s. 149.

 

9. Çakır E? (1997) Hz. Adem’den önce yaşayan yeni bir canlı grubu: ne insan ne hayvan! Aksiyon (147): 18-31.

 

10. Ama işin ilginç yanı, Şahin Çakır son çalışmalardan haberdar olsaydı görüşlerini açıklamadan önce (herhalde) biraz daha düşünürdü. Çünkü son yıllarda yapılan genetik araştırmalar Neandertal genlerinin günümüz insanına ulaşmadığı, bu grubun Homo cinsinin evriminde bir yan dal olarak kaybolduklarını ortaya koymuştur.

 

11. White TD, Suwa G, Asfaw B (1994) Australopithecus ramidus, a new species of early hominid from Aramis, Ethiopia. Nature 371: 306-312.

 

12. Yavaş işleyenle kasıt, sürecin uzun bir zaman dilimine yayılmış olmasıdır. Buradan, dik yürümenin sabit bir hızla değiştiği sonucu çıkartılmamalıdır. Bu gelişmede “kesintili denge” kuramına uygun olarak, belli bir süre durağanlığın hüküm sürdüğü, buna karşılık bazen de ani değişimlerin ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır.

0 Yorum


Önerilen Yorumlar

Gösterilecek hiç bir yorum yok

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.