Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Pascal ve İnsan


Misafir isimsizuye

Önerilen İletiler

Pascal yakın bir döneme kadar düşün alanında moda olan vâroluşçuluğun bir kanadında -teist kanadında- yer alan, bu moda sönüp gitse de Din Üzerine Düşünceler’de ortaya koyduklarıyla insanın dert edinmeden geçemeyeceği sorunları özenle dert edinmesi ve onlara bu sorunları aşmaları konusunda kılavuzluk etmeyi amaçlaması nedeniyle adı unutulmayan önemli bir düşünür. Çalışmaları arasında insan üzerine olanları adının matematik, fizik, geometri gibi alanların yanı sıra bir de felsefede anılmasını sağladı. İnsana ilişkin ortaya koyduklarının izlerine pek çok düşünürde rastlayabiliriz.

 

Ben Pascal’ın bizde yeteri kadar tanınmadığını düşünüyorum. Onun hakkında bilinenler de şu Pascal Üçgeni’yle sınırlı. İmdi Pascal’ı insanımıza tanıtmak için burada Din Üzerine Düşünceler’de ortaya koyduklarına dayanarak insan görüşünü serimleyeceğim; belki Pascal insana ilişkin birtakım sorunları; vâroluşsal sorunları dert edinenlere bir biçimde yardımcı olabilir.

 

*

 

Pascal iki temel cephede savaşır: birinci cephede dogmacılarla, ikincisinde ise şüphecilerle. Bunlar arasında tarafsız kalınabileceğini düşünen bir kimsenin mükemmel bir şüpheci olduğuna inanır. (Düşünceler; syf: 51) İmdi şüphecilerin kendi varlıklarından bile şüphe ediyor olması aslâ kabûl edilebilir değildir. Dogmacılar ise hakîkate sâhip olduklarını düşünürler ki bu da yenilir yutulur cinsten değildir. Pascal’a göre hakîkatin yeri yurdu semâdır (syf: 52) ve dogmacılar ile şüpheciler bunu anlayabilmiş değildir. İnsan hakîkati aramaya ve bulmaya çalışmalıdır; bunu gerçekleştirme olanağı onda mevcuttur. İşte bu olanağı gerçekleştirmenin yolunu göstermeye çalışmak Düşünceler’deki temel amacıdır.

 

Pascal gözünü çevirdiği herşeyde bir müphemlik görür; çünkü sürekli bir değişim vardır (syf: 17) ve içinde yaşadığımız dünyânın gelip geçiciliği ile boşluğunu görmeyen kişinin kendisi tam anlamıyla boştur (syf: 24). Herşey bir hiçlikten çıkıp sonsuzluğa doğru sürüklenmektedir. Ancak bu, hakîkatin olmadığı anlamına gelmez; hakîkati duyuların tanıklığıyla aramanın boş olduğu anlamına gelir. (syf: 83)

 

Pascal filozofların hakîkate ulaşma ve ispat aracı olarak kullandıkları aklın karşısına kalbi ve îmânı koyar. Akılla ilgili de birtakım ayrımlar yapar: Pascal’a göre iki tür akıl vardır: bunlardan ilki hızlı ve derin bir biçimde prensiplerden sonuçlara gider ki buna kimi zaman dikkatli akıl, kimi zaman da sezgisel akıl der. İkincisi ise büyük prensip dizilerini kavrayan ve onları birbirinden ayıran akıldır ki buna da matematiksel akıl der. Bunlardan birine sâhip olmadan diğerine sâhip olmanın mümkün olabileceğini düşünür. (syf: 143) Akıl ile içgüdü ise iki farklı uçta yer alan iki farklı şeydir ve iki farklı doğanın varlığına işâret eder. Öte yandan içgüdü de iki türlüdür, bunlar: gizli içgüdü ve fıtratın ulvîliğinden gelen içgüdü. İmdi gizli içgüdü insanın âcizliğinden gelir ve onu dünyevî hazlar peşinde koşmaya iter ki o ancak mutsuzluk ve kötülük getirir. Öteki ise insanın ulvîliğinden gelir ve onu huzur ve sükûnete sevk eder.

 

Pascal’a göre insan ilk prensipleri akıl sâyesinde değil; kalp sâyesinde biliyordur ve bunların bilinişindeki sağlamlığın çıkarımlarla edinilenlere oranla daha yüksek olmasının kaynağı da budur. Akıl ilk prensiplere dayanarak argümanlar geliştirir; imdi akla da ihtiyâcımız vardır. Pascal aklın atacağı son adımın ise kavrayışını aşan sonsuz sayıda şeyin varlığını kabûl etmek olduğunu savunur ve bunu idrâk etme düzeyine gelemeyen bir aklın zavallı olduğuna inanır. (syf: 77) Ne var ki herşeyi salt kalp ve içgüdüyle öğrenebiliyor olmayı yeğler, îmânı kalplerine yerleştiren kişileri de tâlihli bulur (syf: 45). Akıl aracılığıyla hakîkatin aranmasına kalkışıldığında ise ya fıtratın sesi susturulup şüpheci ya akla sırt çevrilerek dogmacı ya da Platoncu olunup çıkılır (syf: 52).

 

İmdi Pascal’ın akıl görüşü bilgi görüşüyle yakından ilişkili: Pascal’a göre insan bilgisi iki türlüdür, bunlar: matematik bilgisi ve duyusal bilgi. Bunlardan matematik bilgisi aynı zamanda da akıl bilgisidir ve duyusal bilgiye oranla daha kesin bir bilgi türüdür; fakat bu bilgilerin (de) mutlak kesinliği yoktur; mutlak kesinlik salt vahiy bilgisi için geçerlidir. İmdi matematik bilgisinin de belirli bir sınırı vardır. Duyusal bilgiler ise salt günlük hayâtı devâm ettirmeye yarar. Ancak bu iki bilgi türü de insanın vâroluşsal sorunlarını çözmede yetersizdir. Üstelik tanrı hakkında da bir şey ortaya koyamaz; bu konularda vahiy bilgilerine ihtiyâcımız vardır. Bu bilgiler insanın mâhiyeti hakkında da yine en kesin bilgilere ulaşmamızı sağlar; imdi vahiy bilgilerinin insanın mâhiyeti hakkında söylediği şudur: “İnsanı tanrı yaratmadıysa niçin insan yalnız tanrıya teslim olunca mutlu oluyor? İnsanı tanrı yarattıysa niçin insan tanrıya karşı bu kadar âsî oluyor? İnsan işgâl etmesi gereken yeri bilmez; açık bir biçimde doğru yoldan sapmıştır; asıl makâmından aşağılara düşmüştür ve makâma tekrar ulaşması mümkün değildir. İnsan sıkıntı ve telâş içinde nüfuz edilmesi imkânsız bir karanlığın ortasında yerini arıyor artık; ama boşuna.” (syf: 103) “İnsan ne melektir ne de hayvan; o melek gibi hareket etmeye çalışan biri olarak hayvan gibi iş gören bir canlıdır (syf: 180).”

 

İmdi Pascal’ın insan görüşü de tanrı görüşüyle dolayımsız bir ilişki içinde: Pascal filozofların tanrısı ile Îsâ’nın tanrısını birbirinden ayırır. Tanrı derken de ikincisini kasteder. Pascal’a göre tanrıyı ancak Îsâ aracılığıyla bilebiliriz, Îsâ olmayınca tanrıyla iletişim kurma yolları kapanmış olur. (syf: 78) Îsâ aracılığıyla tanrıyı hisseden de akıl değil; kalptir ve Pascal’ın dilinde îmân da bu demeye gelir: tanrıyı akıl yoluyla değil; kalp yoluyla hissetmek (syf: 116). İmdi insanın ne olduğunu anlamak için de bu adımlardan geçmiş olmak gerekir; çünkü insanın fıtrî yapısını bildiren de ancak hak dindir ve Pascal’a göre bu din Hıristiyanlıktır. Nitekim “hak din bize vazîfelerimizi, zaaflarımızı, gurur ve şehvetimizi ve bunların devâsını, asıl mütevâzı hâlimizi ve ölümlü olduğumuzu öğretir (syf: 91).” “İnsanın gerçek tabiâtı, gerçek iyiliği, gerçek erdemi ve de gerçek din; tüm bunlar, birbirlerinden ayrı olarak bilinebilecek şeyler değildir (syf: 103).” Böylelikle Pascal insan olmayı şu şarta bağlar: “eğer insan olmak istiyorsan ölümden hiçbir tehlike yokken ve henüz ölüm ortalıkta dolaşmıyorken kork (syf: 189).” Bu da tanrı inancına sâhip olmak demeye gelir. Ne var ki insan kendine ve tanrıya karşı hatâlar işler. İnsanın işlediği hatâların nedeni ise akıl ile duygular arasındaki savaştır ve insan tabiâtı îtîbârîyle hatâ dolu bir varlıktır; bu bakımdan ancak tanrının inâyeti yardımıyla kurtuluşa erebilir. (syf: 30) İnsanın hayvanlara boyun eğecek ve hattâ onlara tapacak kadar aşağı bir varlık olduğunu savunan Pascal (syf: 32) hayâtında Îsâ’nın olmadığı kişilerin kusurlu ve âciz kalacağına; ancak hayatlarına Îsâ’nın girmesi durumunda bunlardan kurtulabileceklerine inanır (syf: 108).

 

Böylelikle Pascal üç tür insan olduğunu savunur, bunlar: tanrıyı bulanlar ve ona hizmet edenler, onu aramakla meşgûl olup henüz bulamayanlar ve onu ne arayan ne de bulan; zâten arayıp bulma çabası içinde olmadan yaşayanlar. Bunlardan birincileri: mâkûl ve mutlu, ikincileri: mâkûl ve mutsuz, üçüncüleri ise: aptal ve mutsuzdur. (syf: 74) Tüm insanların ortak özelliği ise fıtrî yapılarında bulunan çâresizlik ve acziyettir. Pascal’a göre insan bu fıtrî yapısını bir kez kavrandığında kendini eğlendirip oyalamaya yeltenebilir. (syf: 19) Bunu alışkanlık hâline getirenlerin ise ellerinden eğlenceleri alınırsa boşluk içinde kalıp can sıkıntısından patlayacaktır (syf: 24). Bu insanların aradığı kendilerini eğlendirip oyalayan ve böylelikle düşünmeden alıkoyan telâş ve heyecanlardır (syf: 57). Pascal kendisini kâinâtın bu köşesine kimin koyduğunu, bu hayatta ne yapacağını ve ölünce başına neler geleceğini bilmeden yaşayıp giden bu insanların hâllerini dehşet verici bulur (syf: 80). İmdi insanların çâresizliği ve acziyeti bu çâresizliğin ve acziyetin farkına varmayanlarda onu idrâk edenlerden çok daha âşîkâr bir biçimde görülür (syf: 23). Bu fıtrî zayıflığı kötü bir şey hâline getiren ise kişilerin kendi zayıflığıdır (syf: 41). Oysa ki bu fıtrî zayıflığı insana bir ulvîlik de getirir; insanın ulvîliği kendi âcizliğini bilmesinden gelir; nitekim bir ağaç âciz olduğunu bilmez. Bu yüzden ağaç âciz olan birinin âciz olduğunu bilmesinden âcizdir; oysa ki âciz olan birinin âcizliğini bilmesinde ulvîlik vardır. (syf: 45)

 

Pascal’a göre insanı ıralayan fıtrî özellik: hayra ve iyiye erişme niyeti taşımasıdır. İmdi insan hakîkate sâhip değildir, onu arayıp bulmak durumundadır. Bunu yapabilmesi için de onda zâten mevcut bulunan hakîkati bulma arzusu uyandırılmalı ve şehvetten uzak tutulmalıdır. (syf: 47) Bu yapıldığı taktirde tüm insanların aradığı mutluluk yakalanacaktır (syf: 67). Mutluluğa îmân olmadan varılamaz (syf: 65). Nitekim mutluluk ne dışarıda ne de içimizdedir; mutluluk ancak tanrıdadır, ona inanmadadır (syf: 106). Aksi taktirde sebatsızlık, can sıkıntısı ve endişe ortaya çıkar (syf: 21). İmdi “herkes birtakım engellerle mücâdele ederek sonuçta huzur ve sükûna ulaşmaya çalışır; fakat bir kere o engelin de üstesinden gelindi mi huzur ve sükûn, ürettiği can sıkıntısından dolayı kendisi için yeniden tahammül edilemez bir şekil alır. Ondan kurtulmaya ve şiddetle heyecânı arzulamaya başlar.” (syf: 59) Oysa ki doğru yol ancak tanırının istediğini istemektir; bu yolda da ancak Îsâ öncülük edebilir (syf: 63), bu yapıldığında tüm bu sorunlar da aşılacaktır. Nitekim insan can sıkıntısı içinde yaşadığı o sonsuz boşluk duygusunu etrâfını saran şeylerle doldurmaya çalıştı mı bunu başaramaz; o şeylerin hiçbiri böyle bir amacı gerçekleştirmez; sonsuz bir uçurum ancak sonsuz bir varlıkla; tanrıyla doldurulabilir (syf: 66).

 

İnsanın fıtrî özellikleri hakkındaki bu çözümlemeler Pascal’ı insan ilişkileri konusunda da şunu savunmaya sürükler: insan yaradılışsal olarak iç diyalog (refleksiyon) kurabilen bir varlıktır. Örneğin eğer kendisine sürekli aptal olduğu söylenirse bunu iç diyaloglarına da taşır ve sonunda kendisinin aptal olduğuna inanır. İmdi fenâ arkadaşlıklar güzel ahlâkı bozar. Kişi tanrı hakkında salt kendisine konuşabilir duruma gelinceye dek sessizliğini korumalı, bu yolla kendisini onun var olduğuna iknâ etmelidir. (syf: 42) Böylelikle Pascal münzevî bir yaşam tarzından yana kartlarını açar ve “bizim gibi âciz olan, o yüzden bize medet etmeleri mümkün olmayan dostlarımızın refâkatine dayanıp güvenmek tam bir saçmalıktır. Dostlarımızın bize bir yardımı olmayacak; yalnız başına öleceğiz (syf: 72-3)” der.

 

*

 

İmdi Pascal’ın insan görüşünü serimlemekle onun düşünür yönünü de biraz olsun gösterebildim ve insanın vâroluşsal sorunlarını dert edinenlerin kafalarında bâzı köprüler kurabildim umarım. Pascal’ın burada serimlediğim insan görüşü hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

 

***

 

Gün Dönümü I; Amor Fati’den

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.