Φ muki Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2007 Birkaç haftadır cumartesi akşamları Kral tv de yayınlanan “Duvarların arkası” adlı belgesele takılıyorum. Hele hele; sek sek sekme, sansasyon çıkarma, jüricilik oynama yarışmalarından, benim gibi boğulanlar için iyi bir kaçamak oluyor. Biraz daha dünyayı, bizimle aynı dine mensup olan ülkelerdeki kadınların mevcut yaşantılarından, sorunlarından haberdar oluyorsunuz. Güzel ve düşündürücü bir belgesel… Hele şu dönemde, cumhurbaşkanının eşinin dâhil bir sürü kabine üyesinin eşlerinin başı örtülü olduğunu düşünürseniz, çok daha fazla düşülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir belgesel. “Başörtülü” diye özellikle bahsettim çünkü bizde başörtüsü gelenek değil inançla sembolize edilir. Zincirleme zihin bağlantılarıyla biz, bizi yönetenleri düşündüğümüzde tütsüsü eksik bir dini ayinden çıkan fetvaların Ali Cengiz oyunu gibi tefsir edilerek halka sunulmuş şekilleriyle muhatapmışız gibi geliyor. Elimizde değil, olmasa da bu böyle, mevcut görüntü bilincimize başka bir gönderme yapamıyor. Mevcut kabinedeki bakanların eşleri örtülü olsa da, eğitimleri üst düzey, kültürleri yakışır, giyimleri modern. Bu gün onlara da sorsanız, bu haklarınız elinizden din adına elinizden alınmasına razı olur muydunuz? Diye… Din adına bile olsa, hiç kimse insani haklarını kendi elleriyle teslim etmek istemez. Yinede din adına, yeni özgürlükler aramak peşindedir o da ayrı. Yani arayışlar mevcut özgürlüğün üstüne daha ne kadar elde ederize doğrudur. Hiçbiri kendimizi daha ne kadar esir ederiz değildir. O sebeple “din” menşeili istenen özgürlüklere tek kaşımızı kaldırarak bakıyorum doğrusu. Çünkü, bu çok güzel kullanılabilir, felaket belki özgürlük diye diye gelebilir. Geçen hafta Duvarların Arkası belgeselinde Yemen den bahsediyorlardı. Oradaki yaşamdan görüntüler veriyorlardı. Kadınlar bir tek gözleri görünecek şekilde, tepeden tırnağa siyah bir şekilde çarşaf gibi bir giysiyle dolaşıyorlar. Yüzünün tam olarak görünmesi yörede yaşayanlarca “kötü kadın “olarak ifade edildiğinden, kadınlar iffetlerinin tescili için bu kadar örtünmeleri gerekiyor. Kadınlar özgürlük için dinin sayfaları arasında, erkeklerce yazılmış geleneksel kitap, yorum ve fetvalardan cümlelerle hak aramaya çalışıyorlar. Zira bahçede bile böyle çalışmaları gerekiyor. Renkli giyinemiyor, dışarıda dolaşamıyor, sesinin duyulmaması gerekiyor, eş seçemiyor erken yaşta evlendiriliyor, boşanamıyor. Kendi başına asla dışarı çıkamıyor (vs,vs…) Bir köle zinciri eksik yani.. Bu gün orada üniversiteyi okuyabilmiş çok az kadın var ve kadınların yüzde seksen beşi okuryazar değil. Kadının okuryazar olması erkeklerin işine gelmiyor ve mekruhtan sayılmış. Bütün bu yapı dini fetvalarla desteklenmiş. Okumuş kadınlar dışlanmışlıklarıyla ses getirmeye, kadın haklarını savunmaya çalışsa da nafile. Erkek egemen yapı geleneksel ve dinsel baskıyla son derece güçlü… Okumuş kadınlar bunun farkında ve bunu değiştirmek için, en basitinden okuma, evlenme, yüzünü gösterme hakkını elde edebilmek için bile, yine o tutucu fetva veren erkeklere muhtaçlar. Her şey fetvaların tesirinden geçiyor çünkü. Kadınlar ve erkekler bu ortamda, bu yargılarla büyüyor, onlar böyle evlat büyütüyor, aynı düzen doğurarak devam ediyor. Bir konuşmacı bey, “kadınların söz sahibi olabilmesi için en az yüz yıl gerek bu ülkeye diyor” Yüz yıl… Bir laik düzenin kurulması için, aklın hukukun sağlanabilmesi için, kadınların hak sahibi olabilmesi için en az yüzyıl… Hani “laik düzen” deyince dindarların ister istemez yüzünü buruşturduğu o düzen… Halbu ki, o düzen sayesinde o kadar örtülü öğrenci “hak” isteriz diye dışarılarda gösteri yapabiliyor. Sesleri çıkıyor, istediğini giyiyor, istediği şekilde konuşuyor. O kendinsin kendince alternatif diye düşünebildiği sisteme rağmen. Zannediyorlar ki, sistem değiştiğinde, ya da kendi istedikleri kıvama doğru büküldüğünde her şey güllük gülistanlık olacak. Kişi kendi mevcut özgürlüğünün üstüne, yenisi gelecek zannediyorlar. Zannediyorlar mı ki, din esaslı bir düzen, “hak” düzen olacak… O halde, hangisi daha hak diye düşünmek lazım; burkalarıyla bile dışarı çıkmaları zor olan, okuma hakkı “din “ adına elinden alınan kadınlara uygulanan düzen mi hak, İran’da saçının teli için ceza kesen kanun düzenlemeleri mi hak, yemende hiçbir hakka sahip olmayan kadınların yaşadığı düzen mi “hak”…Çoğaltabilirsiniz… Din kaygan bir zemin sunar insanlara ve fikirlere. Asli kaynağa en yakın oldukları dönemde dahi, yorum farklılıklarından mezhep ayrışımı olabiliyorsa, bir alimin öğrencisiyle kendisinin düşüncesi aynı kaynağa rağmen farklı olabiliyorsa, zaman-mekan-coğrafya-kültür bileşeniyle yorumlar fark edebiliyorsa, “ din” bazlı çok istismarların olması muhtemeldir. Çünkü bir doktrine dayanmış hiçbir kural karşı çıkılamazdır. Kutsallaşır ve itiraz kabul etmez. Böyle bir durumda adaletsizlik ve hukuksuzluk bile, bu kaygan zemin içerisinde “iyi niyet” le sunulan ard niyetlilerce silah olarak kullanılabilir. “Allah böyle istiyor” deyince mühür konur… Bu gün; [Azhab süresi 59 nolu ayeti ”Ey peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’min kadınlara söyle; dış elbiselerini üstlerine giymelerini söyle, bu onların (özgür ve iffetli) tanınmaları ve eziyet görmemeleri için daha uygundur…”] ayetine bile üç farklı yorum var. Biri, tıpkı Yemen’deki gibi, tanınıp da zarar görmemesini; tanınmayacak, kimliği anlaşılmayacak şekilde örtünmek olarak yorumlayanlar var… Diğeri, özellikle bu ayetin geldiği dönemdeki gibi, müslüman kadınlarla olmayanların bir birinden ayırt edilmesi için, iffetli görünmeleri özellikle cariye ve kölelerden ayırt edilmeleri için örtünmesi yorumunu getirir ki; Asıl mesele Müslüman olduğu belli olsun… Kendisi saklansın değildir, bizzat belli olsun kim olduğu… En yeni yorumların biri de, artık kadına zarar gelmesi örtüsü ile alakalı değildir. İffet, müslüman olmak ve başörtüsü ayıracından geçmiyor. Dolayısıyla örtünmeyle ileri sürülen sebepler şu an için geçerli sebeplerden değildir. İffet günümüz şartlarınca sağlandığı sürece, başörtüsü şart değildir. Bu karmaşık yorumlar benim şu anda aklıma gelen bir sürü vakadan sadece bir tanesi belki. Ülkemdeki kadınların; başörtülü ya da başörtüsüz, inançlı yada inançsız vakti zamanında Atatürk’ün görüp tedbirinde ısrar kıldığı laikliğin kıymetini anladıklarını düşünüyorum. Zira “din” temelli kurallar en çok kadın üzerinde baskı oluşturuyor, umarım özellikle dindar olanlar bunun farkındadır. Bu gün başörtüsü eylemi adına yürüyüş yapanların, yarın din adına sömürülmeyeceğinin garantisi yok. Umarım sınırlarını biliyorlardır. Bize yüzyıl bahşeden Atatürk’ü rahmetle anıyor, kişisel yaşam özgürlüklerimiz için, özellikle kadınların laiklik ilkesine daha çok sarılmalarını umuyorum… Alıntıdır Bu vesileyle buraya başka bir yazı daha eklemek istiyorum. HİÇ YAŞANMAMIŞ ÖZGÜRLÜĞE AĞIT 1) Önce küçücük bireysel özgürlüklerimizi ayaklar altına aldılar. Günlük yasantimizda ayırtısına bile varamadığımız o kücücük özgürlüklerimizi çiğnediler. "Mümin kadın başını örter" dediler, "birer eşarp örteriz" diye düşündü pek çok kisi. Ne çıkardı bundan? Eğreti birer eşarp örtüveriyorlardı sokağa çıkarken. 2) Üç - beş gün, belki birkaç hafta böyle geçti. Alışmıştı pek çok kişi. Ancak, unuttukları bir nokta vardı, vidayı yavaş yavaş, diş diş sıkarlar, çekiçle çakmazlar! Birkac molla fetva verdi bir gün, "kısa kollu giysiler mümin kadınlar için uygun değildir!" dileyen uydu, dilemeyen kısa kollu giysilerini yine giymeyi sürdürdü.... Ancak, sadece birkac gün. 3) Sokaklarda yüzlerine, kollarına kezzap atılınca, yüzlerini tükürülüp saçlarından yerlerde sürüklenince, onlar da fetvaya uymak zorunda kaldilar. 4) Gün geldi, giysilerinin üzerine bir de manto giymekle yükümlü kılındı. 9 yaşını geçmis erişkin (!) tüm kadınlar (!) yine de bir seçenek daha tanınmıştı onlara: kara çarşaf..... Doğaldır ki artık başörtüleri eğreti takılamazdı. Saçının bir tek teli bile görünmemeliydi. Hem, daha gecenlerde İran Radyo-TV Kurumu Baskani Ghodbzadeh (Kurtbzade) dememis miydi "kadınların saçlarındaki ışıltı, insanda şehevi duygular uyandırır" diye. 5) Bundan böyle doğum günü partilerinde, düğünlerde kadın - erkek bir arada eğlenmek haram, böyle fesat yuvası haline gelen evleri basmak, caizdi. Ruhani lider de buna uygun olarak "ağlayınız, ağlayınız ki günahlarınızdan arınasınız. Ağlamak imanınızı tazeler" demişti bir gün. (Bir an Fethullah Hoca efendinin (!) ayni tümceyi kullandigini animsadim da .....). 6) Özgürlükleri küçücüktü, minicikti, güçsüz ve çelimsizdi. Bir gün avuçlarının içinden kayıp yitince ayırtına varıyorlardı değerinin. 7) Hıncahınç dolu bir stadyumda kaybolan minik cocuklar gibi ayaklar altinda eziliyor, yobazlığın pencelerinde can veriyordu. 8) Tek tek, sessizce yok edildiler. Sabah işyerine gidip, bir daha evlerine dönemediler. 9) Vedalaşma şansları bile olmamıştı sevdikleriyle, kardeşleri, anası, babası, ya da eşiyle. Yarının koynundan koparıldı yine pek çoğu, bir gece vakti. Onlar bir daha asla evlerini göremediler. 10) Yüzler, binler, onbinler bir sabah ezanında kursuna dizildiler. Evin zindanlarından çıkan kamyonların kasalarına üst-üste yığıldılar. En altta kalın süngerler döşeliydi, kanlar yollara sızmasın, yolları kirletmesin diye. Hepsi birbirinin sevgilisiydiler, kimi ana-babasının, kimi yavrusunun, kimi yavuklusunun..... 11) Bir sabah 'Lanetabad'a sessizce gömüldüler. "İktidara kanlı mı girecegiz, yoksa kansız mi?...." diyenler bunları çok iyi bilirler, hesapları bunun üzerinedir. 12) Bağımsızlık-özgürlük söylemleri ile yürüdüler, demokrasi istiyoruz diyerek geldiler. 13) Sol’dan bu söylemlerle geniş bir destek aldılar. Ancak, Şah devrilince önce demokrasinin üzerine yürüdüler. 14) Daha yeni yeni filizlenen demokrasi çiçeğini eze eze, yok ettiler. 15) Öyle ya demokrasiye, iktidara gelinceye kadar gereksinmeleri vardi. İktidara gelince demokrasi ayak bağı olacaktı. 16) Düne kadar, yanlışlıkla ayaklarına bassanız, demokrasi diye feryat eden mollalar, iktidara gelince demokrasinin ne kadar gereksiz oldugunu, din devletinde yeri olmadığını şıp diye kavradılar. 17) "Düşünce ayrılığı olamaz, biz hepimiz hizbullah (Allahın partisi) üyesiyiz" diyerek konuyu netleştirdiler. Sanki ana babasına sırtını dönen bir arsız evlat gibi, bir kaşık suda degil, demokrasiyi kan gözyaslarında boğdular. 18) Bitmedi, bir gün geldi rejim aleyhinde konuşan kitlelerin ihbar edilmesi istendi Radyo-TV'lerden. Sizlerin de henüz belleklerinde olan "sayin muhbir vatandaslar" türü bildirilerle. 19) Baktılar yine de bitiremiyorlar, özgürlük isteyen sesleri çabucak boğamıyorlar, bir fetva patladı kulaklarda. Atom bombası gibi bir yıkıcı güçle.....: "Küfr içinde olanın katli -kaçarken, sırtı dönükte olsa, yaralı, hasta döşeğinde de olsa, hatta aman bile dilese- vaciptir." 20) Kisisel anlaşmazlık sonucu bir arkadaşını bıçaklayarak öldüren o ********* yaratığın savunmasına tanık oldum "rehberimize, ruhullaha küfredince dayanamadım, beni tahrik etti." 21) Sonuç: Bir madalya takmadıkları kaldı o ********* yaratığa (Sivas'ta yakılan canlarımızı ve sonrası gelişen olayları anımsadığınızdan eminim). 22) Öyle ya, öldürülen zaten rejim taraftarı değildi, oysa öldüren devrim muhafızıydı. Tanrının temsilcisine küfreden, tanrıya küfretmiş olmaz mı? Buyurun size bir tahrik nedeni. Emin olun ne bu anlattığım olay ilkti, ne de Sivas son olacak. Yobazlar her zaman bir tahrik nedeni bulacaklar. HİÇ YAŞANMAMIS ÖZGÜRLÜĞE AĞIT - II; Tahran'da yeni açılan Kayali Park (Park-e Sengi), dogal yapısı ve güzel bitki dokusu nedeniyle son derece ilgi duydugum bir parktır. Parkın en sevdigim köşesi ise büyük bir blok taş'tan dudak şekli verilerek oyulmuş çeşmenin yakınındaki banktı. 79 Subatinda İran'da gerçekleşen ve adına "İslami Devrim" denen o felakete doğru hızla sürüklenen 2500 yıllık bir uygarlığın çöküşüne tanık olmak, bir ulusun daha yeni yeni filizlenen özgürlük umudunun ve onurunun ayaklar altına alınması, son derece acı bir deneyimler dizisini yasatmıştır bana. O süreçte, bir daha Kayalı Park'a gitme şansım olmadı. Ancak sonradan duyduğum kadarı ile, "böyle sanatın içine tüküreyim" kafasında olanlar o güzelim dudak şekilli çeşmenin suyunu kesmekle kalmayıp, genel ahlaka uygun olmadığı icin, bir gün ortadan kaldırıvermişler. Siz o dudaklarda susuzlugunuzu gideremediniz. Peki, şöyle gönlünüzce istediginiz müzigi, istediginiz yerde ve zamanda dinleme hakkından yoksun kaldınız mı? Ya, eşinizle (sevgilinizle, flörtünüzle demiyorum) elele sonbaharda bir orman yolunda yürümenize kimse engel oldu mu? Güzelim yaz aylarının sıcağında denize mayo ile girdiginiz icin tekme - tokat bir araca bindirilip, günlerce hakarete uğrayacağınız gözaltı hücresine atıldınız mı? Kısa pantolonunuzla evinizin bahçesindeki çimleri biçerken, kendilerini sizin namus bekçiniz olarak görenlerin saldırgan söz ve davranışlarına hedef oldunuz mu? Kırk yılın başı canınız çektiğinde içeceğiniz bir yudum biradan yoksun kaldığınız için, evde bira yapmasını, votka damıtmasını öğrenmek zorunda kaldınız mı? Evinizde ara sıra oynadığınız tavlanızı şömineye atıp, müzik kasetlerinizi tavan döşemelerini söküp gizlediniz mi? Peki, ya bir gün açık renk takım giysilerinizi giymenin, kravat takmanın yasak olabileceğini, kravatınızdan tutulup yerlerde sürükleneceğinizi düşünüzde görseniz inanır mıydınız? Ya da, kısa kollu gömlek ile (bayanlardan söz etmiyorum) dolaştığınız için, güvenlik güçlerince gözaltına alınacağınız aklınıza gelir miydi? Ya siz bayanlar, yazın gölgede 40 - 45 derece sıcaklıkların olağan olduğu bir kentte dışarı gezmeye, alışverişe çıkarken kalın çorap, ayak bileklerine kadar uzun bir manto, saçınızın bir tek teli bir görünmeyecek şekilde başörtüsü takmak zorunda kalabileceginiz, hic aklınıza geldi mi? Peki, ya miras hukukunda payınızın oğlan kardeşinizin payının yarısı kadar olabilecegi? Eşinizin çok eşlilik hakkını kullanmayı aklından geçirebileceği? Tabii, bu sizi o kadar korkutmasın. İkinci, ya da üçüncü kadını kendisine hak gören eşiniz, yine de sizin "rızanızı", yani olurunuzu alma zorunda. Yalnız unutulmaması gereken bir küçük nokta var. Eger rıza göstermezseniz, evinizin reisi, ailenizin karar vermede en yetkilisidir ve siz kocanızın sözüne (kararına) karşı gelirseniz, sizin olurunuzu isteyen etiniz, sizi yatakta yalnız bırakmaktan dövmeye, belki de boşanmaya kadar uzanabilecek bir dizi yaptırım ile düşüncelerinizin değişmesine neden olabilir. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.