Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Çağımızın Müslüman Kadından Beklentisi

 

Kadın hakları ve kadının şahsiyetinden söz etmek, İslam’ın kadın hakkındaki görüşünü ortaya koymak ve bunu kabul etmek başka mesele, o görüşle amel etmek, İslami olduğuna inandığımız değerlere göre hareket etmek, yani İslami görüşü pratize etmemiz ve inandığımız hakları sosyal düzenimize ve yaşamımıza tatbik etmemiz ise başka bir meseledir. Fakat genellikle bizler teoriyle iktifa ediyoruz.

 

İslam’da yaşam, toplum, sosyal ilişkiler, kadın hakları, çocuk ve aile haklarının ne olduğunu bilen, fakat pratikte köhne gayr-i islami geleneklere tabi olan, hatta yaşamını, İslami değerlere göre değiştirme cesaretini bile gösteremeyen kimseler çoktur.

 

Kadın hakları ve kadının rolü bilimsel ve düşünsel bir sorun olmuştur. Özellikle 18. 19. ve 20. yüzyıldan itibaren ve ikinci dünya savaşından sonra kadının sosyal hakları ve insani özellikleri meselesi bilimsel toplantılarda, dünyanın siyasi ve sosyal akımlarında şiddetli bir ruhi hadise ve sarsıntı şeklinde, devrimci bir kriz şeklinde ortaya çıkmıştır.

 

Maalesef kriz 20. yüzyıla egemen güçlerin takviyesiyle bütün beşeri toplumlara, hatta dini ve geleneksel kapalı kaleler içerisindeki toplumlara kadar yayılmıştır.Karşısında tam olarak duran toplumlar ise çok azdır.

 

Kadın özgürlüğü adıyla ortaya çıkan bu özel modernizmle mücadele, genellikle kör ve mutaassıp karşı çıkışlarla yapılmıştır. Dolayısıyla, hücumlar karşısında direnememiştir. Çoğunluğu sağlayan yeni tahsilliler, batı benzerliler bu krizi, şiddetle kabul ettiler ve bu yıkıcı başkalaşmanın en güçlü, temsilcileri, yayıcı ve takviye edici faktörleri oldular. İslami toplumlarda kadın özgürlüğünün modernist saldırısına karşı, yapılan mücadele her iki cenahtan da takviye, kabul ve teyit edici idi. Şibih aydın(sahte aydın) ve acemice direnişlerle, bilim ve mantık dışı karşı koyuşlarla yanlış bir şekilde hareket ederek onun devamını sağladılar.

 

Acemice direnişler ve mantık dışı mücadeleler, her zaman karşı cephe ya da düşünceyi kuvvetlendirir. Bu genel bir yasadır.

 

İlke ve temellerinden bir modern kadının yaşam biçimi olan batı düşüncesi ve kültürünün saldırısı karşısında, doğu toplumlarına direniş bahşedebilecek büyük etkenlerden biri, zengin bir kültür, güzellik, iyilik, deneyim, değer ve inanca ve aynı şekilde ileri insani haklara özellikle din ve tarihte kemale ermiş çok yüce simalara sahip olmaktır. Ne mutlu ki bu hususta müminler hayli zengindirler.

 

İslami toplumların yeni kuşağında bilinçli bir direniş meydana getirmek için, en büyük araç, en mümtaz çehrelere, islam dini ve tarihimizde zinde, örnek ve yüce şahsiyetlere sahip olmaktır. Eğer bu simalar tam manasıyla tanınırsa; tam anlamıyla tasvir edilir ve anlatılırsa, dürüst ve bilinçli, bilimsel ve yeni bir görüşle yeniden tanıtılır ve tanınırlarsa, onların hatırası diriltilir, şahsiyet ve misyonları tekrar ortaya konursa, yeni kuşak şunu hissedecektir ki; köhne geleneklerden kurtulmak, sapmış ve gerici geleneklerden kurtulmak, ve bu gün kadının kurtulması için batının modernizm adıyla yaptığı sapık çağrılara, olumlu cevap vermeye gerek yoktur.

 

Bu gün problemlerimizi halletmek, zamanımızın suallerine cevap vermek şu anda sahip olduğumuz düşünsel kapışma ve mücadeleler ve şimdi hissettiğimiz gereksinimler için bu değer ve dersleri nasıl anlayabilir, nasıl gerçekleştirebilir ve onlardan nasıl yararlanabiliriz? İşimizin asıl hedefi budur. Dolayısıyla çabalarımız bu noktada yoğunlaşmalıdır.

 

Sorun nasıl anlamak sorunudur. Mesele şudur ki; Yeniden Hz. Fatıma’nın hal şerhini yaptığımız zaman, Onun durumu ve işinden, sosyal, düşünsel ve dini yönünden nasıl ders alabilir ve nelerinden faydalanabiliri? Mesele budur. Bu mesele temel bir meseledir. “Nasıl anlamak?”

 

II.Dünya savaşından sonra kadın sorunu Batıda çok hassas bir mesele olarak gündeme geldi. Bunun sebeplerinden birisi bizzat dünya savaşıdır. Çünkü ikinci dünya savaşı aile bağlarını tamamen yıkmıştır.

 

Fakat bundan evvel, Kilisenin din adına savundukları ve her zaman dinin bekçilik ettiği üsleri, kadının manevi, sosyal ve insani değer, hak ve şahsiyetini yok etmiştir. Evet kilise bunları din namına savunmuştur. Rönesasns’tan burjuvazinin devriminden sonra bireysel özgürlük kültürü olan Kiliseye karşı bir zafer kazandı. Burjuvazinin hamle yapması neticesinde kilisenin hukuki, ahlaki, bilimsel, ruhi ve bilimsel egemenliği ve beraberinde din de yok oldu.

 

Ve ansızın cinsel özgürlük meselesi gündeme geldi. Bu cinsel özgürlük şiarıyla kadın; bütün yoksunlukların, insanlık dışı kayıt ve sınırlamaların yok olup gittiğini görünce onu şiddetle kabul etti.

 

Bilim, Kilisenin hizmetinde olan ortaçağlardan sonra bugünün iddiasının tersine özgürleşmedi. Kilisenin kaydından kurtuldu ve burjuvazinin kaydıyla gelişerek bugünün egemeni durumuna geldi. Eğer bilim adına ahlaki değerlere muhalefet edildiğini görüyorsak bu görülen bilimin muhalefeti değildir. Bu, bilim putu içerisinde, altın dana kıyafeti içerisinde bağıran kuyumcu burjuvazinin Samiri ilmidir.

 

Nihayet Freud geldi. Bilimsel seksüalite ekolünün temellerini attı. Cinsel asalet! Burjuva sınıfı aslında alçak ve adi bir sınıftır. Feodalitenin de tersine insanlık dışı bir rejimdir ki sayılanların hepsi insanı cinsel ve ekonomik bir hayvan olarak telakki etmişlerdir. Bu burjuvazi peygamberinin adı Freud, dini seks(cinsellik), Mabedi Freudism ve bu mabedin yanında boğazlanan ilk kurbanlar ise kadının insani değerleriydi.

 

Özellikle I.Dünya savaşından sonra ansızın dünya sanatının asıl mayasının, bilhassa bütün filmlerin sadece iki unsura sahip olduğunu görürüz:

 

Sertlik ve şiddet

Seks (Cinsellik)

Bunlar hep savaşın hediyesidir.

 

Bir kaç rejisör ve piyes yazarı bu meselenin peşine tesadüfen düşmüyor. Aksine en derin sosyolog ve antropologlar bu evrensel güce bağımlıdırlar. Bunlar beşeriyetin düşüncelerini unutturmak için dünyanın en iyi ve en güçlü tanıtım ve propaganda gücü olan filmlerden yardım aldılar.

 

Öyleyse bu gücün egemenliği için hem batının hem de doğunun kurban olması gerekir. Hem eroin hem Freudism kurbanı. Bunun için henüz genç olması sebebiyle daha sapık kültürlerin içinde pişmemiş, sapmamış ve insan olduğu için henüz dünyada nefes çeken, hisli ve şefkatli olan bu genç neslin, kendi yazgısına dikkat etmemesi, önem vermemesi ve yönelmemesi gerekmektedir. Dikkat etmemesi ve yönelmemesi için her türlü araç muteberdir; İster ilim şeklinde olsun, isterse sanat şeklinde olsun, ister spor, ister edebiyat, ister tarih, ister sünnet ve gelenek, isterse din ve mezheb olsun her türlü vasıta geçerlidir. Yeter ki meşgul olsun, oyalansın, sahneden kaybolsun, dikkatli ve uyanık olmasın.

 

Başka bir etken daha vardır ki, dünyadaki bu güçle işbirliği yapıyor, hem de büyük işbirliklerini yapıyor.

 

Zemini onun davetinin kabulü için, onun yakın çalışma arkadaşlarından daha çok hazırlıyor. Durum böyle iken bir grup çıkıyor, o davetle acemice mücadele ediyor. Bu grup gerici, sapık, düşünsellikten uzak, insani olmayan geleneklere dayanarak alçak taassuplarla bu davet karşısında kendilerini korumak istiyorlar. Neticede bir düğüm oluşuyor. Bunlar ne şekilde bu meşum davetçiyle işbirliği yapıyor?

 

Bu meşhur Freudism daveti, kadının daha çok mahrum olduğu geleneksel toplum ve ülkelerde daha çok başarılı olmuştur.

 

Eğer kadının insani ve İslami haklarını verirseniz; onu bu hücuma en iyi direniş gücü olması için en güzel unsur yapmışsınız demektir.

 

İslami emir ve yasalar her alanda, İslam ile ilgisi olmayan kavmi adet olan ve eski tarihi töreden ibaret olan geleneksel maddelerle karışmıştır.Hem dinin yerine eski gelenekleri savunan, hem de geleneklerle mücadele eden kimseler, aynı zamanda İslam’ın canlı değerleriyle de savaşıyor. İki taraf da, ne modern ileri aydın ve ne de gelenekçi, eski dindar aydın, hiç biri gelenekten ayıramıyor.

 

Niçin bu ikisini birbirinden ayırmak gerektiğini söylüyorum? Çünkü biz müslümanız ve şu ilkeye inanıyoruz: İslami hak ve yasalar fıtrattan kaynaklanan yasalardır. Dolayısıyla bu genel yaratılış yasasına dayanan yasalar da eskiyecek değildir. Bundan dolayı bu değerler eskimezler. Fakat sosyal gelenekler, üretim ve tüketim sisteminden, sosyal sistemin yeni kültürel düzeninden doğmuşlardır. Bu sistem bir zaman gelir, değişir, dönüşüme uğrar, eskir, alçalır, menfi olur veya ilerleme ve gelişmeye engel olur. Eğer aydın, ileri, isyancı ve hatta fitneci görüşler; karşısında cahili, kavmi, ırki ve kalıtımsal geleneklerden uzak halis İslami değerler sunulursa, herkesten daha çok ve daha çabuk onlar O’nun karşısında boyun eğer ve teslim olurlar.

 

Dini değerler gerçekten diridirler. İslam diridir dediğimiz zaman, hem fikir ve inançları, hem yasaları ve sosyal ilkeleri, hem yönü ve hem de gösterilen ve ortaya konan örnek insanlar bakımından diri olduğunu söylemek istiyoruz.

 

Zinde olmak demek, her soy, her kuşak, her dönem ve her yerdeki beşeriyet yolu için etkili olmak, çözüm yolu göstermek, yönlendirmek, yani yol işaretleri demektir. Fakat maalesef gelenek ile dini karıştırmışsınız.

 

O halde davranışlardan hangisinin bölgesel bir gelenek olduğunu, hangisinin bize has bir gelenek olduğunu birbirinden ayırmamız gerekir. Çünkü başka bir islam topluluğuna gittiğimizde bu ilişki ve davranışların başka türlü geliştiğini görürüz.

 

İslam’da ve peygamber zamanında davranış ve hareket tarzı öyle insanidir ki, bizim için son derece hayretamizdir. Bir grup kız Medine’ye geliyor ve Huneyn savaşına katılıyor. Henüz yeni ergenlik çağına ermiş 9,10 veya 11 yaşındaki kızlar on beş kişilik bir grup oluşturarak peygamberimizin huzuruna çıkıp şöyle diyorlar: “Biz, bu savaşa katılıp hemşirelik yapmamız için bizi de götürmeni istiyoruz ya rasulallah!” Rasulallah hepsini ata veya deveye bindiriyor ve bir hemşire grubu olarak savaşa götürüyor.

 

Mescid-i Nebevi tüm sosyal faaliyetler için bir üstür. Onun her köşesi sosyal bir çalışma köşesidir. Bir köşesi Hz. Rukiyye’nin çadırıdır. Rukiyye öyle bir kadındır ki, peygamberin emriyle İslam’ın mabedi olan mescidinde resmi bir çadır kurmuştur. Orada hastaları, savaş yaralılarını tedavi etmek ve yatırmakla görevlendiriliyor.

 

Durum bu iken aydınları görüyoruz ki, dünyada hemşireliği ilk o icad etmiştir diye I.dünya savaşına katılan filan Amerikalı kadını göklere çıkarıyor. Diğer taraftan ise; sosyal görüş bakımından geleneksel olan bir başka kişiyi görüyoruz ki bu, işe temelinden her şeyiyle muhalefet ediyor ve yaptığı bu hareketin adını da din koyuyor. O dini bu şekilde telakki ediyor.

 

Üçüncü dünyada Freudism ve cinsel özgürlük adıyla büyük bir sorun vardır. Cinsel özgürlük programı ve cinsel özgürlük eşyalarının doğuya girişi, doğudaki insani özgürlük isteğinin ölmesi içindir. Sen bu özgürlüğü istiyorsun! Böylece batı, doğudan aldığı hammaddenin mükafatını vermiş oluyor. Batı doğuya borçludur. Doğudan götürdüğü elma, kauçuk, petrol vs. maddeler karşılığında doğuya öyle bir şey vermesi gerekir ki ona borçlu olmasın. Evet zahirde batı doğuya medeniyet veriyor. Elbette batı hesabını iyi yapmakta ve bilmektedir.

 

Bu gün batıdan gelen şey, ne ilimdir, ne de medeniyettir. Ne özgürlüktür ne de insanlık, ne de kadına saygılıdır. Aksine burjuvazinin uyuşturduğu sapık ve alçak güçlerin adi hilelerine dayanmaktadır. İşte o kadın bu arada seçim yapmak istiyor. Neyi hangi tasviri seçmek istiyor? Ne gerici, gelenekçi kadın tasviri, ne de modern tahmili kadın tasviri. Aksine müslüman kadın tasviri istiyor.

 

Ne zaman ki herkes alçaldı, kadın da alçaldı, o da ortadan kayboldu, meydandan çekildi. Erkeğin, şimdi kadının olmayan hangi hakları vardır? Hicab mı? Yoksa erkeklerin hicabları yok mudur şimdi? Hicab ne demektir? Örtü mü?

 

Mutlak manada örtü İslami bir kavram iken özel bir kavmin sosyal geleneğine hastır. Çarşaf bir giyim biçimidir. Bu giyim biçimi, bu memleketten o memlekete, o zamandan bu zamana değişiklik arzeder. Fakat netice itibariyle İslami hicab ilkesi her bilinçli ve aydın insanın kabul ettiği fıkhi bir kanundur. Ama bu gün çarşaf iki ve örtü iki müteradif kelime haline gelmiştir. O zaman aydın saldırma ve hamle yapmak adına hicaba saldırıyor. Buna karşılık mutaassıplar, hicabı savunmak adına maalesef sadece çarşafı savunuyorlar.

 

Ali Şeriati

 

NOT: Musluman kadinin nasil olmasi gerektigiyle ilgili Islam'dan ve Islam tarihindeki sahsiyetlerden orneklerle konuyu acimlamaya calisalim birlikte. Bu arada, saygisiz hakaretlerle elestiri kilifina burundurulmus hezeyanlar ciddiye alinmayacaktir. Yapici bir sekilde ve saptirmadan her tur aleyhte dusunce uzerinde durmaya degerdir..

Gönderi tarihi:

Aslında kadının toplum içinde daha saygın bir yer edinmesi direk olarak ekonomik yapıyla ilgili.

 

Dünyada kadın hakları dediğimiz mücadele. Kadınların ev kadınlığından yada evde parça başı yapılan işlerden, fabrikalarda, atelyelerde aktif olarak iş hayatına girmeleriyle başladı.

 

Jack London'ın Demir Ökçe adlı dünya klasiğinde anlattığı, kadın işçilerin eşit işe eşit ücret için başlattıkları ve binelrcesinin katledilmesiyle sonuçlanan bu ilk kadın hareketi 8 Mart la ölümsüzleşti.

 

Ülkemizde Feminizm denince akla, ya dünyada Andy Warhol'u vuran ve SCUM (Erkeklerin cinsel organını kesme) manifestosunu yazan Valeria Solanas'ın radikal, uçuk ve marjinal fikirlerini savunan küçük gruplar. Yada, kadınların gerçek sorunlarıyla değilde sembolik sorunlarla mücadele ettiklerini söyleyen sözümona Feminist Dernekler gelmektedir.

 

Oysa Feminiz batıda bu şekilde gelişmemiştir. Feminizm, batıda kadınların üretim piyasasında erkeklerin yarısı ücretle çalıştırılmalarına karşı başlayan bir akımdır. Dolayısıyla menşei çok farklıdır.

 

Kadın, üretimin ve toplum hayatının aktif bir parçası oldukça özgürleşir. Kadın üretim ve toplum yaşamında güçlendikçe güçlenir. Kadın üretimim bir parçası olmadıkça, ekonomik özgürlüğüne sahip olmadıkça, toplumdaki konumuda yükselemez.

 

Yada net anlatım dersek. Kadınların iş hayatında aktfi olarak rol aldıkları toplumlarda kadınlar daha özgür ve güçlüdür.

 

Bunun aksi olan toplumlarda ise tam tersidir.

 

Aslında bu birazda kadınların bilincine düşen bir şeydir. Şimdi bu forumda çok örnek verdim :

 

Türkiyede üniversite öğrencisi genç kızlar arasında bir araştırma yapılıyor.

 

Bu genç kızlardan %60 ı evleneceği kişide ilk dikkat edecekleri şeyin ekonomik durumu olduğunu,

 

%70 ide evlendikten sonra çalışmayı düşünmediğini söylüyor.

 

Şimdi gerçekçi olalım ülkemizde genel olarak genç kızların düşüncesi,

 

ekonomik yönden onu rahat ettirecek bir kişiyle evlenmek, hemen çocuk yaparak evliliği güvence altına almak. Ve ömür boyu ev kadını olarak yaşamak.

 

elbette bütün genç kızlarımız böyledir demiyorum. Ama genel mantık budur.

 

Bu mantık var olduğu sürece bu tabloda değişmez.

 

Kadın ancak geleceğini kendi ayakları üstünde durmasını sağlayacak şekilde planlayarak. Evlenceği kişiyide ona bakması gereken değil. Beraber emek harcayıp ortak bir hayat kuracakları kişi olarak görürse özgürleşir.

 

İslam ülkeleri denilen ülkelerde ise, malesef kadının toplum yaşamındaki yeri çok geridedir. Bunun bir kısmını geleneklerle açıklayabiliriz ancak tümünü açıklamaya yetmez.

 

Yada 1500 yıl önce, kadınların var olacağı bir üretim sektörünün olmadığı. Var olan işlerin, büyük bedensel dayanma ve yoğun olarak kol gücü istediği bir çağda kadına tavsiye edileni, tamamıyla alıp bugüne uygulamaya kalkmakta bir faktördür.

 

Hz Ayşe'nin dahi kadın olduğu için maruz kaldığı karalamalarıda unutmamak lazım. Eğer kadına o günkü bakışla bu günkü bakış benzerlik gösteriyorsa bu coğrafyada bu kötü bir tablodur.

 

Kadın, toplum yaşamında var oldukça. kendini eve hapsetmedikçe güçlenir ve özgürleşir. Elbette bunun bir yanı ülke şartlarına ve gelişmiliğe bağlıdır. Bir yanıda o ülkenin kadınlarının kendi mantığına, geleneklere.

 

Bir örnek vereyim. Filistin bir müslüman ve arap ülkesidir. Ancak Filistinde kadınlar toplum yaşamı içindeki yeri, iş hayatındaki yeri, diğer müslüman arap ülkelerine oranla gözle görülür şekilde daha yoğundur. Bu farkı yaratan faktör. 1950 lerden itibaren, filistin mücadelesi içinde kadınlarında aktif olarak yer alması, Mesela bir Leyla Halid örneği.

 

Yada İsrail tankları filistine girince, kadınlarında sokağa çıkması.

Gönderi tarihi:
"NOT: Musluman kadinin nasil olmasi gerektigiyle ilgili Islam'dan ve Islam tarihindeki sahsiyetlerden orneklerle konuyu acimlamaya calisalim birlikte. Bu arada, saygisiz hakaretlerle elestiri kilifina burundurulmus hezeyanlar ciddiye alinmayacaktir. Yapici bir sekilde ve saptirmadan her tur aleyhte dusunce uzerinde durmaya degerdir.. "

 

"Yapıcı eleştiri" den anlayış nedir bilmiyorum ama, benim anladığıma göre yapıcı eleştiri; konuyu bilimsel kaynaklı objektiflikle masaya yatırmak.

 

Önce başlık objektifmi ona bakalım. "Çağımızın Müslüman Kadından Beklentisi"; Çağımız demekle, bekleneni çağımızın beklentisi olarak anlandirmak birinci yanlış. Subjektif bir anlayış.

 

Modern çağ, ahlak ve insani değerler konusunda her hangi bir toplumun kurallarını referans olarak almaz. Helede bu ortaçağ kabulleri ise. Modern çağda görülen topluma ve şahıslara ait etik değerler, tarihin ilk zamanlarından bu yana üretim ilşkileriyle gelişmiş bilimsel, sosyal ahlaki kurallardır. Elbette toplumların etkenliği olmuştur bu kuralların belirlenmesinde... Ancak genelgeçer ahlaki bilimle örtüşmeyen ve belli bir bölgeye ait, çoğunlukla da gelenek ve görenek içeren kültürler elenmişlerdir.

 

Ali Şeraiti denen bu şahıs ta, ortaçağdaki ataerkil sosyal anlayışın kadınlar üzerindeki baskı ve gerici hakimiyetini günümüzün çağ anlayışı olarak empoze etmeye çalışmakta, Arap kültüründeki Örtünme konusunu da "hicap" adı altında, kadınların vücudunun utanç unsuru olduğunu ve görülmesinin engellenmesi gerektiğini çağ dışı olarak kabullendirmeye çalışmakta.

 

O çağdaki kadın anlayışını da sözüm ona "insani" olarak kabullendirmek adına, cinsellik konusunda da alışık oldukları gibi

9 (dokuz) yaşındaki çocukları savaşa gönderen bir insanın fikirleri övülmekte. Böyle gerici bir ortaçağ anlayışı, "insani" olarak etik gösterilmeye çalışılmakta.

 

Çağımız, ahlaki kabuller için çağ dışı Arap anlayışından her hangi bir ahlaki kabul beklememektedir. Her toplumun evrensel değerlerden aldığı ve Ali Şeraiti!nin ahlaksal çöküntü olarak isimlendirdiği, emperyalizmin oluşturduğu batı ahlakının, everensel-bilimsel ahlak ile ilgisi yoktur.

 

"Mutlak manada örtü İslami bir kavram iken özel bir kavmin sosyal geleneğine hastır."

 

Yazdığı öz cümleler de bile çelişkiye düşen yazar saçmalamaktadır. Kendisinin de kavime ait sosyal bir gelenek olarak gördüğü örtünmeyi, mutlak Allah'ın emri olarak sunup, çağdışılığı sağlamlaştırmaya çalışmaktadır.

 

Kadının özgürlüğünü ve demokratik haklarını elinden alan Arap kültürü, batı burjuva ahlak anlayışı ile aynı sömürü alt yapı anlayışından kaynaklanmaktadır. Kadınlarımız kendi ahlaklarını, bilimsel ahlak kaynaklı olarak kendileri belirler. Hiç kimsenin de dayatmasına tahammülleri ve ihtiyaçları yoktur.

 

"Çağımızın Müslüman Kadından Beklentisi (?)" adı altında tartışmaya sunulan bu çağdışı anlayışı, tartışmacı uzun bir yazı halinde kişilerden alıntı yaparak buraya kopyalaması yerine, kendi fikirlerini koyması gerekirdi diye düşünüyorum. Aksi şekilde, bizimde Copy-paste edeceğimiz bir çok sosyologların görüşleri var kopyalanacak. "Kudüs yolu" web sitesinin buraya taşınmasına karşın bizde "çağdaş Atatürk kadını" sitesini burayamı taşımalıyız?

 

İnsanlar kendi fikirleri ile güçlüdürler, kopyacılıkla değil.

Yaşamımızda, hem fikirleri, hem ahlaki dayatmaları kopyalamaktan vaz geçelim.

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Ozellikle II. Dunya Savasi sonrasinda kadinin ekonomik hayat icinde cok daha aktif bir rol oynadigini goruruz. Savastaki kayiplar ekonomiyi kadinin bedensel gucune yoneltmistir. Kadinin onceki sinirlamalardan ve asiri derecede baskidan kurtulusu da bu donemde ust duzeyde baslar. Bu gorece ozgurluge karsin kapitalizmin kadini ticaretin merkezi, baska bir ifadeyle pazar yeri olarak degerlendirmesi yontemi degismemistir. Urunlerin pazarlanmasi icin gereken talebin olusturulmasi hep kadin merkezli yapilagelmistir. Ama bu asamadan sonra, kapitalizmin goze carpan en onemli yontemi kadin bedeninin pazarlamada kullanilmasi oldu. Bu amacla cinsel ozgurluk olabildigince koruklendi.

 

Gunumuz dahil, o zamanin feminist hareketleri de ozellikle kadin bedeninin ticari metaya donusturulmesi temelinde itirazlarini seslendirdiler. Onceleri kadinin ekonomik bagimsizligini kazanmasi icin mucadele veren kadin hareketleri zamanla kadinin istismar edilmesine karsi durmaya baslamistir. CYRANO'nun da belirttigi gibi, ulkemizde durum hala tersi istikamettedir.

 

Islam Dini ekonomiyle birlikte toplumsal donusumu red etmemistir. Ancak alintiladigim metinde gectigi gibi, "fitrat" ile ilgili konularda temel bazi hukumler getirmistir. Hicab, yani ortu bunlardan biridir. Islam'da ortunun mahiyeti net bir sekilde ortaya kondugu halde, bazi toplumlardaki geleneksel ortunme sekillerinin Islami olarak ele alinmasi ve ortunme savunulurken yine bu gelenekler temelinde hareket edilmesi yanlistir. Kaldi ki, ortunme emri sadece kadinlari degil, erkekleri de kapsamakta, onlar icin de kurallar konulmaktadir. Temelde kadin ve erkegin bir metaya donusmemesi ve toplumsal ahlakin bozulmamasini amac edinen kurallar butununu cagdisi, kadini degersiz kilan ve onu her yonuyle bir somuru araci haline getiren kapitalist kulturu cagdas diye nitemelek haksizlik olur.

 

Konuyu acmamdaki maksat, Islam'da kadin haklarini tarihi belgeler ve temel hukumlerle biraz acmaya calismaktir. Bu baglamda tarihe mal olmus musluman kadin ornekleri uzerinde de durmaya calisacagim. Geleneklerden ve kaliplardan siyrilarak olaya objektif olarak bakmak istiyorum. Katkilarinizla konuyu belki enine boyuna tartisabiliriz. Ve dedigim gibi; hezeyanlar ciddiye alinmayacak, saygidan pay almamis olanlar muhatap alinmayacaktir! Bir ornegi simdiden ortada oldugu icin bunu tekrarlamak istedim. Ne demisler: "Sevgide ozgurluk, saygida mecburiyet vardir..."

 

Selam ile..

Gönderi tarihi:

Kadının konumunu değerlendirirken onun doğasını da ortaya koymak gerekir...

 

Mesela ütopyalarda kadının da önemli yer alabileceği hep açıktır ancak belirli işler için verilen özellikler zaten kadınların büyük bölümünde doğaları gereği bulunamamaktadır, aynı şey aslında erkek için de geçerlidir; tabi CYRANO'nun verdiği örnekte de olduğu gibi toplumun içinde bulunduğu özel durumlar insanların yüklendikleri görevleri ağırlaştırır, bu belirli ailevi durumlar için de geçerlidir...

 

Toplumsal konularda çağımız alt tabakaya bir eşitlik bilinci yüklemiş de gidiyor; halbuki adaletle eşitlik bir değildir ve herkesin hak ettiğiyle karşılaşması için adalet gerekir, eşitlik çok havada kalır bir kavramdır, yapılması gereken erkek ve kadın doğalarına uygun rolleri korumak olduğu gibi insani cevher de dikkate alınmalıdır, eğer bu dikkate alınmazsa bu sefer doğası belirli işe yatkın olan bir hanım haksızlıkla yer alabileceği konumudan uzaklaştırılmış olur...

 

Doğa doğa diyoruz, örtünme konusu da açılmış hazır, hemen bir örnek:

 

Erkek kadına göre daha büyük bir oranda görsel öğeden etkilenir(cinsel olarak); bu deneylerle dahi kanıtlanmış olup gündelik yaşamdan da onay almış bir durumdur; bu durumda aşırı cinsellik düşkünlüğünü ve özellikle bunun toplumsal düzen ve ahlakı bozacak kadar serbest olmasını hoş karşılamayan anlayış doğal olarak erkek karşısında olanı görsellik açısından daha dikkatli olmaya davet edecektir...

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Daha once paylastigim bir dusuncem vardi: Islam'in kadina tedrici olarak verdigi haklar, sonraki donemlerde geleneklerin baskin cikmasiyla birer birer geri alinmis ve temel mantiktan uzaklasilmistir.

 

Beni bu dusunceye sevkeden sey, bizzat Peygamber doneminde kadinin sosyal hayat icindeki roluydu. Pekcok Islam tarihi yazarinin da on planda tutmadigi, bahsetmeye deger bulmadigi, onemli saymadigi konudur bu. O doneme bakildiginda, savas durumlari haric, her tur etkinligin icinde kadinin yer aldigi gorulur.

 

Fatima'nin mescitte hutbe verisi, siyasi yapi icindeki aktifligi, felsefi konusmalari vs. tarihte kayitlidir. Muslumanlarin dinin teferruatlarini Aise'den ogrenmeleri, Zeyneb'in saltanat sarayinda haykirisi, sapmalara, katliamlara karsi feryadi...

 

Bu konuyu erkek-kadin ayrimi veya esitlik ve adalet temelinde degil ama kadinin Islam'in temel hukumleri ve orneklikler baz alinarak cagimizda nasil bir durusa sahip olmasi gerektigi baglaminda tartismak istiyorum. Ortunme, cok evlilik, miras gibi konularda musluman kadinlarin nasil dusunduklerini merak ediyorum. O yuzden, ozellikle muslumanlardan katki bekliyorum.

 

Mesela Mustafa Islamoglu, cok evliligin savas durumlarindaki kadin ve cocuklarin magduriyetini onlemek amaciyla bir izin oldugunun altini cizer. Ozel sartlara mahsustur ve o sartlar gerceklesmedikce bunun caiz olmadigini soyler. Kadina mirastan erkegin aldiginin yarisinin verilmesini ise Islam hukumlerinde esas olan ve Islam'a saldirmayi meslek edinmis cogu kisinin bilmedigi bir kaide ile aciklar: "Haddi mutlak ve haddi mukayyet." Soyle acikliyor:

 

"Kur’an vahyi ilk defa kadına mirastan pay ayırdı. Bu, erkeğe ayrılan payın yarısı idi (4:11). Bu yarım pay dahi, henüz vahyi tam sindirememiş bazıları tarafından gönülsüz karşılandı. “Bizimle savaşa mı gidiyorlar ki mirastan pay alacaklar?” diyenler bile oldu. Tüm gelir kaynaklarının “savaş - ticaret – miras” gibi üç alana münhasır olduğu, bu üç alana da erkeklerin hâkim olduğu bir sosyal yapıda, bu anlaşılabilir bir durum.

 

Fakat “vahyin teşri yönü” açık. Sanki önceden kadına erkekle aynı oran veriliyormuş da, Kur’an bunu yarıya indirmiş gibi. Ama bu haksızlık. Kur’an hiç almayan kadına erkekten kestiği yarıyı vererek süreci başlattı. Vahyin teşri yönü dediğim bu. Şimdi soru şu: Kur’an’ın erkek ve kadın için koyduğu ½ oranı haddi mutlak mıdır, haddi mukayyet midir?

 

Bu sualin cevabı, bu hükmün “illete mebni bir hüküm” olup olmadığına bağlı olarak değişir. Eğer bu hüküm illete mebni değilse, oran “haddi mutlak”tır, hiçbir hal ve şartta değişmez. Eğer illete mebni hükümse, genel kural gereği illeti değişince malul/hüküm de değişir."

 

Islamoglu bu kuralin "illete mebni bir hukum" oldugunu soyluyor. Dolayisiyla, sartlar degistiginde, ornegin ekonomik yapinin farkli oldugu toplumlarda hukmun degisebilecegi ifade ediliyor. Peki bu Kur'an'i degistirmek midir? Hayir. Cunku karsimiza baska bir Islami terim cikiyor: "Haddi edna" yani "en asagi had." Bu durumda, illet yani sartlar ne olursa olsun Kur'an hukmunde belirtilen kadina erkege dusen payin yarisinin verilmesi en asagi haddir ve hicbir sartta bundan asagisi kadina verilemez.

 

Bu tur kavramlar gundeme getirildiginde, bazilari Kur'an'i kendinize gore yorumlayip sevimli hale getiriyorsunuz diye isnadlarda bulunur. Oysa bu tur kavramlar Islam'in ilk zamanindan gunumuze kadar Islami hukumlerin, ictihadin ortaya konmasi temelinde esas alinmislardir. En basit bir anayasayi dahi yorumlamasi icin bir heyet ictihad etmek durumundaysa ve bircok hukuki altyapiyla bunu yapiyorsa, anlamak zor olmasa gerek. Mustafa Islamoglu'nun konuya getirdigi yorum ve ortaya koydugu terimler yeni degildir. Ozel sartlara mahsus Peygamber'in direkt hukum veremedigi konularda inen ayetlerle hicbir sart sozkonusu olmadigi halde inen ayetlerin varligi herkesce bilinir.

 

Kur'an'dan bir iki ayeti ortaya koyup bundan hukum cikarmak "iste Islam budur" demek kolayciliktir, carpitmadir. Ali'nin en cok karsi ciktigi husus da budur ayni zamanda. O sunnet ve Kur'an'dan cimbizlama hukumlere siddetle karsi cikmis, yonteme dikkat cekmistir. Dogrusu konuyla ilgili "muslumanlarin" goruslerini merak ediyorum. Katilim olursa "musluman kadin" konusunu daha da acariz.

 

Selam ile..

Gönderi tarihi:

Uzun zamandır böyle güzel bi makale okumamıştım. Çok teşekkür ederim Sayın Restpektif.

 

Her türlü akımın ve dinin kaderidir, müntesipleri tarafından şekillendirilmek. Bi kaç kelime alıp gerisini kendi lisanımızla doldurduğumuz inançlar daha çok bizi anlatır. Bu nedenle her türlü akım ve inancın yegâne temsilcisi onun kurucusu, mimarı veya peygamberidir. Bize bulunduğu akımı anlatan tek otorite onlardır.

 

İslam eleştirilirken ele alınan kavramlar, İslam içinde değil de daha çok dışında ele alınır. Hatta çoğu kez içine girmemişken... Kadının örtünmesi, ev mesuliyeti ve diğer sorumluluklarını günümüz kültürünün yargılarıyla ele almak şüphesiz şiddetli eleştirilere sebep olmaktadır/olacaktır. Bu da bir diğer "anlama" problemidir.

 

Bir bitkiyi kendi eko sistemi dışında ele alırsanız muhakkak ki o bitkinin ihtiyaç ve gerçek yaşam şartlarını ortaya koyamazsınız. Bu sistemin kendi içinde o bitkinin görevleri, yaşama standartı ve bağlantılı olduğu diğer canlı-cansız ortamlar mevcuttur. Kavramlar da böyledir. Kendi eko sistemi içinde ele alınmalıdır.

 

Zaten bu forumda birileri içeriden birileri dışarıda olmaktan dolayı bir diğerinin dediğini ya anlamıyor, ya anlamak istemiyor veya doğruluğuna inanmıyor.

 

Lafı çok uzattığım farkındayım. Aklıma takılan ana problemdi bu.

 

Kadın mevzusu bahsettiğim anlayış hatalarının en başta gelen konularından biri. Bi kesim kendi kültürünü din olarak empoze etmiş ve kendi dinine yabancılaşmıştır, diğeri ise dini ele alırken çoğunlukla kültürleri eleştirdiğinin farkında bile değildir. Ama bu konuyu çağdaş mantık(?)la kilitleyen ana unsur çağımızın ahlaka ve diğer temel duygulara bağlı akıldan ziyade menfaat ve nefsî akla ram olmuş olmasından kaynaklanıyor.

 

Tekrar teşekkür ederim. Bu konunun takipçisiyim.

 

Saygılarımla...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.