Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2007 18 yıl Kan dökmek asla tasvip edilemez Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfü Esengün, AB’ye uyum süreci nedeniyle AKP hükümeti döneminde misyonerlik faaliyetlerinin arttığını söyledi. Esengün, Malatya’daki bir yayınevinde işlenen cinayetlerin hiçbir şekilde tasvip edilemeyeceğinin altını çizdi. Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Esengün, Malatya’da bir yayınevinde işlenen cinayetlerin, hiçbir şekilde tasvip edilemeyeceğini bildirdi. Esengün, Antalya’da düzenlediği basın toplantısında, Malatya’da bir yayınevinde işlenen cinayetler ve cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin açıklama yaptı. Malatya’da bir yayınevinde işlenen cinayetleri hatırlatan Esengün, “Kan dökmek, sebebi ne olursa olsun hiçbir şekilde tasvip edilemez. Malatya’daki cinayet tüm insanlık tarafından kınanan bir olaydır” dedi. Avrupa Birliği (AB) uyum süreci nedeniyle AKP hükümeti zamanında misyonerlik faaliyetlerinin arttığını ileri süren Esengün, “Hristiyan dinini yaymak için gösterilen hoşgörü kendi dinimizin öğretilerinin yayılmasında gösterilmiyor” diye konuştu. “İrtica tehdidi” ileri sürülerek ve Anayasa’ya dayanılarak bazı kesimlerin İslam dininin öğretilmesiyle ilgili engeller çıkarttığını kaydeden Esengün, “Hristiyan propagandası yapanlarla toplum arasında çatışmalar yaşanacağından korkuyoruz. O olayı yapan çocukların arkasında kimlerin olduğu meydana çıkartılmalıdır” dedi. Türkiye’de laikliğin yanlış uygulandığını savunan Esengün, kuran öğretiminin önünde engeller bulunduğunu ve devletin tüm inançlara aynı hürriyeti tanıması gerektiğini dile getirdi. Esengün, “Bu cinayetler işlenirken, Güneydoğu’da terör kan akıtırken Sayın İçişleri Bakanı o koltukta oturmaya nasıl devam ediyor hayretler ediyoruz” diye konuştu. (a.a) Eski kankalar bile RTE hükümeti dönemi hakkında endişeli... Ne oluyor yaww? kar kırmızıda yağar mı?
Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2007 18 yıl Yazar Akp hükümeti döneminde misyonerler bayram ettiler, Papa dahi ülkemizi bu dönemde ziyaret etti ve RTE geçtiğimiz yıllarda Türk düşmanı papanın heykeli önünde anlaşmalara imza attı... Mustafa Özbilgin, Rahip Santora, Hrant Dink cinayetleri ve Malatya katliyamı bu dönemde işlendi... Ama bütün bunlara rağmen ılımlı islam ve dinler arası diyalog adı altında sokak aralarında kiliseler açılıyor ama isyan eden gerçek müslümanlar azarlanıyor, nasıl oluyor da bunlar oluyor ve birileri farkına varmayabiliyor? Acaba gerçekten farkında değiller mi? Yoksa bu oyunun birer piyonuda onlar mı?
Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2007 18 yıl Yazar Anayasa Mahkemesi'nin 45. Kuruluş Yıldönümü Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, Hrant Dink ve Ardından Malatya'da Yaşanan Olayları Kınayarak, "Anadolu İnsanları Olarak Biz Hep Farklılarımızın Zenginliğimiz Olduğunu Düşünmüşüzdür. Yüzyıllardır Duvarları Bitişik Havra, Kilise ve Camilerde Dua Eden ve Barış İçinde Yaşayan İnsanları Sadece Türkiye'de Bulabilirsiniz. Son Günlerde Yaşanan Olayları Ciddi Şekilde Reddediyoruz" Dedi. Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, Hrant Dink ve ardından Malatya'da yaşanan olayları kınayarak, "Anadolu insanları olarak biz hep farklılarımızın zenginliğimiz olduğunu düşünmüşüzdür. Yüzyıllardır duvarları bitişik havra, kilise ve camilerde dua eden ve barış içinde yaşayan insanları sadece Türkiye'de bulabilirsiniz. Son günlerde yaşanan olayları ciddi şekilde reddediyoruz" dedi. Anayasa Mahkemesi 45. kuruluş yıldönümünü kutluyor. İki gün sürecek olan ve yabancı ülkelerden gelen yüksek mahkeme başkanlarının da ağırlandığı 'Evrensel Barış ve Medeniyetler Buluşmasında Anayasa Mahkemesi'nin Rolü' sempozyumunun ilk günü Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu'nun konuşması ile başladı. Shereton Otel'de düzenlenen sempozyuma, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, TBMM Başkanı Bülent Arınç, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, DYP Genel Başkan Mehmet Ağar, Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu, Yargıtay Başkanı Osman Arslan, Sayıştay Başkanı Mehmet Damar, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok ve çok sayıda davetli katıldı. Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Tuğcu, Anayasa Mahkemesi'nin, kurulduğundan bu yana insan hakları ve özgürlüklerinin koruyucusu, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin ve diğer Anayasal değerlerin savunucusu olduğunu, Atatürk ilkeleri ışığında özveri ile görev yaptığını ve yapmaya devam edeceğini söyledi. 'Nerede hukuk varsa orada çare vardır' özdeyişinin çağa yansıması olarak bireylerin, insan hakları ihlalleri nedeniyle hem ulusal hem de uluslararası planda devletleri şikayet ve dava edebilmelerinin, insan hakları hukukunun bir zaferi olduğuna vurgu yapan Tuğcu, "Kazanılan bu zaferin kalıcı olması için, yapılan şikayetler sonunda verilecek kararlarda, başvurucuların gerek maddi kayıplarının gerekse diğer kayıplarının tazmin edilmesi yolunun açık tutulması ve bu kararların yerine getirilebilmesi için objektif bir infaz mekanizması gerekmektedir. Aksi takdirde, ulusal ve uluslararası insan hakları koruma mekanizmalarının, sahildeki kumlara yapılan kaleler gibi ilk gelen şiddetli dalgada erimesi kaçınılmaz olacaktır" dedi. Sempozyumumuzun konusu olan evrensel barış idealinin gerçekleşmesi için, öncelikle herkesin kendi evinin önünü temizlemesi gerektiğini belirten Tuğcu, "Evlerinin önü temiz olmayan, bunun için çaba harcamayan insanların temiz bir sokağa sahip olma idealleri gerçekçi değildir" dedi. Konuşmasında terör konusuna da değinen Tuğcu, şöyle konuştu: "Türkiye, son 30 yılda 30 bine yakın vatandaşını teröre kurban verdiği halde, terörle mücadelede, otorite ile özgürlükler dengesini en iyi koruyan ülkelerden birisi olmuştur. Türkiye'yi, terörle mücadelesindeki bazı tutumlarından dolayı eleştiren yabancı dostlarımızın fikirlerini, ifade özgürlüğü sınırları içinde saygıyla karşılamakla birlikte, önemli bir noktayı hatırlatmak isterim. Türkiye'yi eleştiren dostlarımızın ülkelerinde Türkiye'nin karşılaştığı boyutlarda bir terör tehdidi bulunmamaktadır. Bu nedenle, yakın tarihte Türkiye'nin yaşadığı zorlukları anlatma şansımız pek olmamıştır. Buna karşın, ne yazıkki son yıllarda yaşanan bazı uluslararası terör eylemlerinden sonra, insanlığın son üç asırda edindiği özgürlüklerden, bazı ülkelerin bir çırpıda vazgeçtiğini görmek, Türk toplumunu şaşırtmıştır. Bu anlamda, dünyadaki diğer mahkemelere nazaran, Türk Anayasa Mahkemesi'nin terörle mücadeleyle ilgili ve yıllar önce oluşturulan ayrıntılı içtihatlarıyla ve derin tecrübesiyle hukuk aleminin hizmetinde olduğunu belirtmek isterim". Kavramların birbirine karıştığı bir dönemden geçildiğine dikkat çeken Tuğcu, "Kanlı savaşların barış adına, koyu diktatörlüklerin demokrasi adına, baskıcı politikaların özgürlük adına, insanlık dışı işkence ve kötü muamelelerin de insanlık adına haklılaştırılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Böyle oluncada insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi çağdaş medeniyetin olmazsa olmaz değerlerinin inandırıcılığını kaybettiklerini ve telafisi güç bir erozyona uğradıklarını görüyoruz. Gerçekte hepimiz, insanlığın vicdan mahkemesinde yargılanıyoruz. Bu yargılamadan başarıyla çıkmak istiyorsak ve ikinci milenyumun ilk asrının 'terör çağı' olarak anılmasını istemiyorsak, olası bir medeniyetler savaşı çılgınlığına fırsat vermemek için elimizden geleni yapmak zorundayız" dedi. Konuşmasında Türkiye'nin AB sürecine de değinen Tuğcu, "Her ülkenin bölgesel ve küresel entegrasyonlar içinde yer almaya çalıştığı bir dönemde, Türk hukukçuların Avrupa Birliği sürecine ve bu sürecin gereklerine ilgisiz kalması düşünülemez. Tam aksine, bu sürecin yakından takipçisi olmak, ulusal mevzuatımızı bu doğrultuda yeniden gözden geçirmek, hakimlerimizi ve diğer hukukçularımızı bu sürecin sonuçlarına hazırlamak zorunda olduğumuzu ifade etmek isterim" diye konuştu. Hrant Dink suikastine ve Malatya'daki olaylara üstü kapalı olarak değinen Tuğcu, "Anadolu insanları olarak biz hep farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğunu düşünmüşüzdür. Yüzyıllardır duvarları birbirine bitişik havra, kilise ve camilerde dua eden ve barış içinde yaşayan insanları sadece Türkiye'de bulabilirsiniz. Son günlerde yaşanan olayları ciddi şekilde reddediyoruz" dedi. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesinin üyeler açısından bedeli olduğunu ifade eden Tuğcu, "Ancak Türkiye'nin Avrupa Birliği dışında bırakılmasının, Birlik açısından daha büyük bir bedeli olacağını düşünüyorum. Zira, arkadaşınızı ortak yapmazsanız, rakip yapmış olursunuz" dedi. Siyaset teorisinin tartışma alanlarından biri olan arklılıkların bir arada yaşatılmasının çağdaş demokrasilerin öncelikli sorunlarından birisi olduğunu belirten Tuğcu şunları söyledi: "Aslında medeniyetler çatışması tezinin kabul görmesi, ulusal ve uluslararası ölçekte farklılıklarını biraradalığını sağlayacak etkili politikaların geliştirilememesinden kaynakl e özgürlüğü sınanmaktadır. Burada biri devlete, diğeri topluma bakan iki sorun vardır. Çoğulculuğun sürdürülebilmesi, devletlerin değişik toplumlardaki farklı inanç, düşünce ve yaşam biçimleri karşısında tarafsız kalmasını gerektirmektedir. Farklılıkların bir arada bulunmasını sağlamada toplumdan kaynaklanan zorluk ise hoşgörü açığıdır. Hoşgörü, en geniş anlamda, bizim gibi olmayanın farklılığını kabul etmektir. Bizim gibi olmayı istememek, özgür ve çoğulcu bir toplumun ön koşuludur". Öte yandan, sempozyuma katılan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, gazetecilerin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili sorularını cevaplamadı
Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2007 18 yıl Yazar Malatya cinayeti ve Rahip Santora cinayeti bize ne anlatıyor? Öncelikle şunun net olarak bilinmesinde fayda var.Günümüzde on binlerce Müslüman’ın öldüğü yerde dört tane Hıristiyan öldü diye dövünmenin bir alemi yok.Ancak olayları irdelemeden de unutmak olmaz. Bu duruma nasıl gelindi bunu sorgulamak gerek. Son dönemde ülkemizin üniter yapısını değiştirme planlarının yapıldığı boy boy federasyon haritalarının yayınlandığı,etrafımızı BOP çerçevesinde yapılanma düşüncesinin sonucu olarak kan gölüne çeviren emperyalistlerin açtığı savaşlar ve ülkeyi yönetmek iddiasında olup İslami söylemle iktidara gelen, ancak ne kırmızı çizgi bırakan ne milli bir söylemde bulunan, varsa yoksa AB,ABD ve Yahudi tezlerini savunan neticede bunların değirmenine su taşıyan bir yapılanma ve ABD’nin ılımlı İslam çerçevesinde desteklediği ve şu an ülkesinde beslediği Diyalogcu tarikat ile karşı karşıyayız.Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihinde hiç bu kadar bölünme tehlikesi ile baş başa bırakılmamıştı. AB'ye Müslüman bir ülke olduğumuz için alınmadığımız gerçeği netleşmişken hala bu uğurda milletin kaynakları çeşitli vasıtalarla bunlara peşkeş çekilmektedir.Henüz AB ile ilişkileri on yıl olmayan ülkeler (tabi ki Hıristiyan) üye yapılırken bize ortaklık yolu kapatılıp sınırlı ortaklık teklifi yapılmaktadır.Bu durum bizim Müslüman olmamız dışında başka ne ile açıklanabilir. ABD, Müslüman coğrafyasını kan deryasına çevirirken Afganistan da,Irakta ,son olarak ta İran’ı gözüne kestirmişken biz hala ABD ye stratejik ortak, hatta BOP eş başkanıyız diyebiliyoruz.Ülkemizi bölen haritaları yayınlayanlar 30 bin insanımızın katili PKK’yı destekliyorlar başımıza çuval geçiriyorlar AKP den tek kelime yok.Özür bir şeyler söylüyorlar : ABD büyük devlet olduğu için onun herşeyi yapma hakkı vardır.Bu müzik notası mı?ABD ile ilişkilerimizi bozmayalım.(Birde Cüneyt Zapsu Karadenizlilerin fındıklarını buharlaştıran sihirbaz diyor ki : “bu adamı deliğe süpürmeyin kullanın”) Maalesef işte böyle bir iktidar tarafından yönetiliyoruz. ABD’nin aynen Taliban örgütünü besleyip büyüttüğü ve bunları bahane ederek Müslüman devletleri hiçbir alakası olmamasına rağmen gelip sırf İsrail devletinin güvenliğini sağlayabilmek amacı ile işgal etmesi benzeri olarak, ülkemizde de Tarikatçıları destekleyerek başımıza çorap örmeye hazırlanıyor. Gelelim yukarıdaki salyangoz satan zihniyetin amaçlarına ve maşalarına. Fetullahcılar 1995 yılında her nasılsa U dönüşü yaparak şeytan olarak nitelendirdikleri ABD ve İsrail’le yakın - sıcak ilişkiler başlatmışlardır.Bu değişimi Zaman gazetesinde rahatlıkla görebilmekteyiz.(Fetullahcıların bu konudaki değişimini yine bu sitede bulabilirsiniz.) Fetullahcıların açmış olduğu okullar ABD’nin zıplama tahtası görevini görmüşlerdir.Özellikle Rusya’dan ayrılan Türk devletlerine ABD’nin kolayca nüfus etmeleri bu okullar sayesinde gerçekleşmiştir.Fethullahın niçin ABD’ye kaçtığını anlamamak için saf olmak lazım.Bugün dünya bankası başkanı olan Paul Wolfowitz defalarca 1997 de Karısı Yahudi olan Tayyip Erdoğan ve fethullahcılarla görüşmeye başlamıştır.Hatta Doğu Perincek’in 1997 yılında Aydınlık dergisinde söylemiş olduğu söz ilginçtir.Doğu Perincek bu tarihte diyor ki:” Tayip başbakan,Abdullah Gül dış işleri bakanı olacak” ve maalesef bu gerçekleşiyor. Sanırım Doğu Perincek’in atladığı bir kişi daha var en azından olmalı idi oda Abdulkadir Aksu. AKP’nin iktidara gelmesi Türkiye devleti için bir dönüm noktasını teşkil etmiş yeni bir sürece girilmiştir.Bu sürecin en dikkat çeken özellikleri ise şöyle sıralanabilir; 1-Tarikatçılara geniş bir harekat alanı ve bir misyon yüklemek.Bu misyonda Hz.İsa gelecek çerçevesinde dinleri birleştirme çabası.Bunun sonucu olarak ta Müslüman bir kız Hıristiyan bir erkekle evlendirilir.Dinler bahçesi adı altında ülkemize çok sayıda Kilise ve Havra açılır.Papa ile AMENTÜ de birleşilir,Hz.Muhammed ise yok sayılır.Hz. İsa ön plana çıkartılır,hatta bununla ilgili 3 dinin birleştirilmesi yönünde bir meal hazırlattırılır(s.yıldırım meali)Papa ya emrinde olduğu beyan edilir.Bu dönemde Türkiyede gizli bir kardinal olduğu ortaya çıkar.Acaba bu gizli kardinal çok acık olarak belli değilmidir sizce?Yine aynı kişinin Ermeni olduğu internette yazılıp çizilmeye başlanır.Hatta bu kişinin kardeşinin isminin Mehdi olması insanların dikkatini çeker,bir Müslüman’a niçin bu isim verilsin? 2-AKP ilk andan itibaren ABD’ye çok yaklaşmıştır.Tayyip henüz milletvekili olmamışken ABD ile sıkı ilişkiler kurmuştur.Bir kez bile Ne Mutlu Türküm diyemeyen bu kişiler ,Ülkemizde kaç etnik unsur varmış onu açıklayıp bir şeyler ima etmeye başladılar.Ülke değerlerini bir bir yabancılara özelleştirme adı altında vermeye başladılar.KKTC Cumhur başkanı Denktaşı suçladılar Türklük düşmanı Talat ve ekibini iktidara taşıdılar.Onlarda TSK yı işgalci olarak nitelediler,İstiklal marşını işgalcilerin marşı olarak gördüler,tarih kitabına Türkleri işgalci olarak gösterdiler.Annan planını kabul ettirmeye çalıştılar.Yani kısacası KKTC yi hükümet gözden çıkardı.Bu hükümet ülkemizdeki misyonerlik çalışmalarına aynen Ermeni konferansı.PKK yandaşlarının pervasız konuşmalarına olduğu gibi misyoner faaliyetlerine ses çıkmadı.Tek derdi Bunlara karşı çıkan TSK,Üniversiteler ve yargı ile kavga etmek onları zayıflatmak oldu.
Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2007 18 yıl Yazar Patrikhane vadilesiyor Fener- Balat’ta oluşturulmaya çalışılan Kültür Vadisi, ‘Patrikhane Vadisi’ haline getiriliyor.Araştırmacı- Yazar Altındal, bölgenin, otonom bir yapıya dönüşme tehlikesi olduğunu söyledi İstanbul Fatih Belediyesi tarafından açılan ve Avrupa Birliği tarafından desteklenen, Fener Rum Patrikhanesi başta olmak üzere Haliç’in etrafını yenileme projesi tamamlanarak, ihalesi yapıldı. Milli gazetenin haberine göre, yaklaşık maliyeti 200 milyon dolar olan 280 bin metrekarelik “Fener-Ayvansaray Sahil Kesimi Yenileme Alanı” ihalesini yüzde 42.32 kat karşılığı önerisiyle GAP İnşaat firması kazandı. Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, ihalenin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, “O bölgenin gerçekten de bizim kendi geleneğimize uygun olarak restore edilmesi gerekiyor. Çünkü o bölge gerçekten de çok kötü durumda” dedi. AB destekliyor O bölgede İslam dininin de birçok eserinin olduğunu kaydeden Altındal, “Ancak ihalenin yüzde 42 kat karşılığı alınmış olması, inanılması çok güç bir oran. Bölgenin yüzde 58’si şirkete, yüzde 42’si ise vatandaşa verilecek. Dünyanın her yerinde bu tür bölgelerle ilgili yapılan ihalelerde bunun tam tersi bir prosedür uygulanır” diye konuştu. Bu bölgenin uzun süredir UNESCO, AB ve birçok kuruluş tarafından Fener Rum Patrikhanesi’nin statüsü çerçevesinde gündeme getirildiğine işaret eden Altındal, “Bu nedenle de bu ihaleye dikkat edilmesi gerekiyor. Bu ihalenin arkasında yatan daha birçok unsur vardır” ifadesini kullandı. Bölgenin, Patrikhane’nin kontrolündeki bir otonom yapıya dönüşme tehlikesi olduğunu da belirten Altındal, “Yeni yasaya göre vakıflar arazi alabiliyorlar. Bu çerçevede bazı vakıflar gelip büyük oranda orada arazi alabilirler. Bu nedenle de bu ihalenin bir daha ele alınıp bütün siyasi ve uluslararası boyutlarıyla değerlendirilmesi gerekiyor. Bildiğimiz gibi Patrikhane’ye bağlı olan vakıflar var. Yani arazinin geri kalan yüzde 58’i de restore edilip satışa çıkarıldığında buralar patrikhaneye bağlı vakıflar tarafından satın alınıp patrikhaneye bağışlanabilir.” Vatikan benzeri yapı Bunun gerçekleşmesi halinde İstanbul’da otonom bir bölgenin oluşacağını dile getiren Araştırmacı- Yazar Altındal, “O otonom bölgede mülk sahibi olan vakıflar ‘biz burada kendimiz nasıl istiyorsak öyle yaparız’ diyebilirler” ifadesini kullandı. Altındal, “Bölgenin geri kalanını da kendi yandaşlarına aldırtabilirler veya Avrupalılar gelip satın alabilir. Böylece bölgede Vatikan benzeri bir yapılanma olur. Bu nedenle ihalenin yeniden değerlendirilmesi ve sonuçlarının hesaplanması lazım” dedi. Başkan Demir:Bölge dünyaya kazandırılacak Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, ihalesinin sonuçlanmasıyla ilgili yaptığı açıklamada, Fatih’in dönüşmesi için bunun gerekli bir çalışma olduğunu savundu. Proje ile bölgenin İstanbul’a, Türkiye’ye ve dünyaya kazandırılacağını ifade eden Demir, “Bu zorunlu bir çalışma. Günümüz şartlarına uygun yaşam koşullarının kalmadığı bölgenin, binaların fiziki şartlarının düzeltilmesini de içerecek. Bu çalışmayla bölge, İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasında önemli hazırlıklardan birini oluşturacak” dedi.
Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2007 18 yıl Kan dökmek asla tasvip edilemez Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfü Esengün, AB’ye uyum süreci nedeniyle AKP hükümeti döneminde misyonerlik faaliyetlerinin arttığını söyledi. Esengün, Malatya’daki bir yayınevinde işlenen cinayetlerin hiçbir şekilde tasvip edilemeyeceğinin altını çizdi. Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Esengün, Malatya’da bir yayınevinde işlenen cinayetlerin, hiçbir şekilde tasvip edilemeyeceğini bildirdi. Esengün, Antalya’da düzenlediği basın toplantısında, Malatya’da bir yayınevinde işlenen cinayetler ve cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin açıklama yaptı. Malatya’da bir yayınevinde işlenen cinayetleri hatırlatan Esengün, “Kan dökmek, sebebi ne olursa olsun hiçbir şekilde tasvip edilemez. Malatya’daki cinayet tüm insanlık tarafından kınanan bir olaydır” dedi. Avrupa Birliği (AB) uyum süreci nedeniyle AKP hükümeti zamanında misyonerlik faaliyetlerinin arttığını ileri süren Esengün, “Hristiyan dinini yaymak için gösterilen hoşgörü kendi dinimizin öğretilerinin yayılmasında gösterilmiyor” diye konuştu. “İrtica tehdidi” ileri sürülerek ve Anayasa’ya dayanılarak bazı kesimlerin İslam dininin öğretilmesiyle ilgili engeller çıkarttığını kaydeden Esengün, “Hristiyan propagandası yapanlarla toplum arasında çatışmalar yaşanacağından korkuyoruz. O olayı yapan çocukların arkasında kimlerin olduğu meydana çıkartılmalıdır” dedi. Türkiye’de laikliğin yanlış uygulandığını savunan Esengün, kuran öğretiminin önünde engeller bulunduğunu ve devletin tüm inançlara aynı hürriyeti tanıması gerektiğini dile getirdi. Esengün, “Bu cinayetler işlenirken, Güneydoğu’da terör kan akıtırken Sayın İçişleri Bakanı o koltukta oturmaya nasıl devam ediyor hayretler ediyoruz” diye konuştu. (a.a) Eski kankalar bile RTE hükümeti dönemi hakkında endişeli... Ne oluyor yaww? kar kırmızıda yağar mı?
Gönderi tarihi: 26 Nisan , 2007 18 yıl AKP din üzerinden siyaset yapmaya devam ettikçe ve insanların dini simgelerini kullanmaya devam ettikçe bu tür cinayetler katliamlar devam edecektir. İnsanın vicadında olması gereken dini AKP kullanarak bundan siyasi rant elde etmek istiyor.. Türban da bunun en güzel örneği. AKP'nin bugün türban yasağını kaldırabilecek bir gücü var mecliste ama neden kaldırmıyor. Çünkü eğer bunu kaldırırsa elindeki bir kozu kaybetmiş olacak. Bunu görmeyen türbanlı vatandaşlarımız da onlara oy vermeye devam etmeyecek. Bunu bilen AKP de türban başta olmak üzere bir çok dini simgeyi kullanmaya çalışıyor
Gönderi tarihi: 26 Nisan , 2007 18 yıl Siyasal İslamın radikali,ılımlısı olmaz. Terörist nasıl ideolojisi,dini yada milliyetinden dolayı mazur görülemezse,siyasal İslamcıların da ılımlılık gerekçesiyle mazur görülmemesi,ılımlı İslamcı olarak nitelenen gruplara destek verilmemesi gerekmektedir. Bugün El-Kaide ambalajlı radikal İslamın vurduğu İngiltere’de MI5 ve MI6’nın kontrol ve güdümünde faaliyetlerini yasal olarak sürdüren İslamcı örgüt sayısı 200’ün üzerindedir. Dahası Türkiye’de birkaç ırkçı hareket dışında İngiltere’de tek siyasal İslamcı terörist saldırıya raslanmamıştır.İngiltere,son saldırılarda rolü olduğu söylenen Vahabilerin yanısıra,Arap ve Türk Nakşibendilerinin önemli bir kısmını,İsmailiye mezhebinin tamamını ve ayrıca da Nurcular,Fethulahçılar,Kadiriler ve benzeri tarikat ve cemaatlerin bir kısmını kontrol altında tutmaktadır. ABD ve İngiltere’nin bu gerçeği gizleyerek saldırılardan radikal İslamı sorumlu tutması doğaldır. Zira bugün radikal İslama savaş açmış görünen ikili,ılımlı İslam aracılığıyla Türkiye benzeri hassas ülkelerin altını oymaktadır. Öyle ya,ABD bugün,benzeri cemaat ve tarikatlara kol-kanat gererken ,bunların içinde en etkililerinden Fethullah Gülen cemaatini çok yönlü ajan olarak kullanmakta,Gülen’i sahiplenerek Papa’nın Hristiyanlık için taşıdığı anlama benzer hilafet amacını da gizleyememektedir. Amaç; terörü yayıp dünyaya dehşet saçmak,bataklığı büyütüp egemenliklerini pekiştirmek,karşıtlarını ortadan kaldırarak yaptıklarını onaylamayan tüm ülkeleri kendileriyle birlikte olmaya ,siyasal-ekonomik-küresel hegemonyaları altına girmeye mecbur kılmaktır. Amaç;Ortadoğu paylaşımı sürecinde gerçekleşecek kanlı çatışmalara uluslararası meşruiyet kazandırmaktır. Amaç;Rockefeller ve Roshidller gibi dünya çapındaki Yahudi sermayelerinin desteğini kendi arkalarına almak ve başta Türkiye olmak üzere,bölge ülkelerine zarar vererek terörle yüzleştirmek,uluslar arası terör ateşini harlanması için üflemektir. İstanbul merkezli saldırıların İsrail-İngiltere kökenli olması,meşruiyet aracı olurken,Türkiye’de yaratılan zincirleme kaos paylaşım haritasında merkezi oluşturan Türkiye’yi safdışı etmektir. Türkiye’nin Avrasya’da taşıdığı merkez ve model konum yok sayılıp,Türkiye Avrasya’ya açılan kapı olarak algılanırken,Türkiye’ye bu senaryoda biçilen rol taşeronluktur. Taşeronlaştırılmış Türkiye,Avrasya’daki Çin-Hindistan-Rusya üçgenine dahil olamayacak,bölgedeki küresel Amerikan oyunlarının figüranı olacaktır. Fakat öyle bir senaryodur ki yazılan,figüranın kaderi,filmin sonunda başrol oyuncusu yerine ölmektir. Türkiye bu süreçte gerek uluslar arası anlaşmalarla,gerekse yasa değişiklikleriyle rolüne ısındırılmakta,kontrol edilebilir istikrarsızlık stratejisiyle de bu gerçeğin farkına varamamakta,kaynayan kazanda ölümü bekleyen kurbağayı andırmaktadır.
Gönderi tarihi: 27 Nisan , 2007 18 yıl Siyasal İslamın radikali,ılımlısı olmaz. Terörist nasıl ideolojisi,dini yada milliyetinden dolayı mazur görülemezse,siyasal İslamcıların da ılımlılık gerekçesiyle mazur görülmemesi,ılımlı İslamcı olarak nitelenen gruplara destek verilmemesi gerekmektedir. . . . Türkiyeânin Avrasyaâda taşıdığı merkez ve model konum yok sayılıp,Türkiye Avrasyaâya açılan kapı olarak algılanırken,Türkiyeâye bu senaryoda biçilen rol taşeronluktur. Taşeronlaştırılmış Türkiye,Avrasyaâdaki Çin-Hindistan-Rusya üçgenine dahil olamayacak,bölgedeki küresel Amerikan oyunlarının figüranı olacaktır. Fakat öyle bir senaryodur ki yazılan,figüranın kaderi,filmin sonunda başrol oyuncusu yerine ölmektir. Türkiye bu süreçte gerek uluslar arası anlaşmalarla,gerekse yasa değişiklikleriyle rolüne ısındırılmakta,kontrol edilebilir istikrarsızlık stratejisiyle de bu gerçeğin farkına varamamakta,kaynayan kazanda ölümü bekleyen kurbağayı andırmaktadır.
Gönderi tarihi: 27 Nisan , 2007 18 yıl Sayin Sardunyam,eski kankalar her nekadar AKP dönemiyle ilgili endiselerini acikliyorlarsada yinede birlestikleri bir nokta var ki oda eski kankalarin bu hükümeti destekledikleridir.Dikkat ederseniz Lütfi Esengül Kuran ögreniminden bahsediyor ve önünde engeller oldugunu iddia ediyor.Bunun anlami yine Erbakan dönemine bir özlemdir.Her kösede bir Kuran kursu ve Cumhuriyet karsiti yiginlar yetistirme özlemi.Adamlar doymuyorlar ille Kuran kurslari acilmali ve okullar kapatilarak kücük büyük herkes Kuran ögrenmelidir.Kuran ögrenmek arapca ögrenmekle esdegerdir.Yani arapca ögrenilsin savasi verilmektedir.Türkce ise yabanci dil olarak ögrencilere ögretilebilir.Aslinda isteyen herkes gayet rahat ve hicbir engele takilmadan Kuran ögrenmektedir.Kuran ögrenmeyin diye bir yasak yoktur.Ama bunlarin amaclari farkli oldugu icin o amaclara uygun Kuran ögreniminin olmamasindan sikayetcidirler.Ve sakin kuskunuz olmasin,Erbakan'in yapamadigini Tayyibe yaptirdilar ve basarilida oldular.Herkeste bunu seyretti,adina demokrasi dendi insan haklari dendi ve sonucta laikligin temeline dinamit yerlestirildi,ne zaman gümler onu bilemeyiz ama gümleyecegine emin olabilirsiniz. saygilarla
Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2007 18 yıl Eski kankalar bile RTE hükümeti dönemi hakkında endişeli... Ne oluyor yaww? kar kırmızıda yağar mı? Onlar baştan beri endişeli merak etme; (hani şu çıkarlar denilen olay var ya)...
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.