Φ Multi Gönderi tarihi: 3 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 3 Nisan , 2007 Peygamberimiz (sav)'in çok güzel bir ahlaka sahip olduğunu Allah Kuran'da bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin. Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler. Sizden, hanginizin 'fitneye tutulup-çıldırdığını'. Elbette senin Rabbin, kimin Kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir. (Kalem Suresi, 1-7) Allah bu ayette ayrıca Peygamberimiz (sav) için kesintisi olmayan bir ecir olduğunu bildirmiştir. Bu, Hz. Muhammed (sav)'in daima güzel ahlak gösterdiğini, takvadan hiçbir zaman ayrılmadığını gösteren bir bilgidir. Peygamberimiz (sav)'in de "İmanın kemali, güzel ahlakladır" sözleriyle belirttiği gibi, imanın en önemli alametlerinden biri güzel ahlaktır. Bu nedenle güzel ahlakın en güzel örneklerini öğrenmek ve uygulamak önemli bir ibadettir. PEYGAMBERİMİZ (SAV) SADECE KENDİSİNE VAHYOLUNANA UYMUŞTUR Peygamberimiz (sav)'in Kuran'da da çok kereler zikredilen en önemli özelliklerinden biri, sadece Allah'ın indirdiğine uyması, insanların rızasını gözetmeden, insanlardan çekinmeden sadece Allah'ın bildirdiklerini yapmasıdır. Hatta, çağdaşı olan müşrikler ve diğer dinlerin mensupları Peygamberimiz (sav)'den kendi çıkarlarına uygun hükümler getirmesini istemişlerdir. Bu kişiler sayıca ve kuvvetçe daha üstün konumda olmalarına rağmen, Peygamberimiz (sav) Kuran'ı ve Allah'ın hükümlerini daima büyük bir titizlik ve kararlılıkla korumuştur. Bir ayette Allah, Peygamberimiz (sav)'in bu insanların ısrarlarına nasıl karşılık verdiğini bizlere şöyle haber vermektedir: Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." De ki: "Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (Yunus Suresi, 15-16) Allah, kavminin bu tavırlarına karşılık Peygamberimiz (sav)'i birçok ayetiyle uyarmıştır. Örneğin Maide Suresi'nde şöyle buyrulur: Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (Maide Suresi, 48-49) Peygamberimiz (sav) de Allah'ın kendisine indirdiğinden başkasına uymayacağını büyük bir kararlılıkla kavmine tekrarlamıştır. Peygamberimiz (sav)'in bu üstün ahlakını haber veren bir ayet şöyledir: De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 50) Peygamberimiz (sav)'in, Allah yolunda kararlı ve sebatlı olması ile hak din, en güzel ve en doğru şekliyle insanlara bildirilmiştir. İnsanların büyük bir bölümü ile kıyas yapmak Peygamberimiz (sav)'in bu üstünlüğünün daha da iyi anlaşılmasına vesile olacaktır. Günümüzde de geçmişte de insanların büyük bir bölümü zaaflara, hırslara, tutku dolu isteklere sahiptirler. Büyük bir çoğunluğu ise dini kabul etmelerine rağmen bu zayıflıklarına yenilirler. Zaaf ve tutkularını terk etmek yerine dinin hükümlerinden tavizler verirler. Örneğin dostlarının, eşlerinin, akrabalarının ne diyeceğinden çekinerek dinin bazı hükümlerini yerine getirmezler. Veya dine uymayan bazı alışkanlıklarını terk edemezler. Bu nedenle, dini kendi çıkarlarına göre yorumlar, kendilerine uyan hükümlerini kabul eder, diğerlerini görmezden gelirler. Peygamberimiz (sav) ise, bu tür insanların isteklerine hiçbir zaman taviz vermemiş, Allah'ın indirdiğini hiçbir değişikliğe uğratmadan, hiç kimsenin çıkarını hesap etmeden, sadece Allah'tan korkup sakınarak Kuran'ı insanlara tebliğ etmiştir. Allah, Peygamber Efendimizin bu takva özelliğini Kuran'da şöyle bildirmektedir: Battığı zaman yıldıza andolsun; Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı. O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. Ona (bu Kuran'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Necm Suresi, 1-5) Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurat Suresi, 7) Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 3 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 3 Nisan , 2007 Degişim daveti, Tevhidin, Allah'ın dininin tekliginin yansımasıdır. Nebiler toplumun ahlak-dışılıgını başka bir deyişle kötü ahlakını tamir etme misyonu yüklenmemişlerdir. Aslında toplumsal ahlaksızlıgın/kötü ahlakın kökeni 'şirk'tir. Bu anlamda salt toplumların ahlaki taleplerini karşılayacak söylemle ortaya çıkmamışlardır. Tabiki bu, ahlaksızlıgın başıboş bırakılması veya acizlik duyulması nedeniyle degildir. Lakin ahlaksızıga polisiye tedbirler uygulamanın sorunu kökünden halledemeyecegi bilincinin ve sosyolojisinin yerleşik olmasıdır . Mekke dönemi yaşamını inceledigimiz zaman bunu fark edebiliriz. Bir çok olumsuzluga karışmamıştır. Lakin Nebi bireysl anlamda yaşamını 'temiz' kılmayı seçtigi yerde kurmakta ve 'temizligin' tevhidden kaynaklandıgını vurgulamaktaydı. Zaten iyinin karşısında kötü hemen sırıtıyor ve insanlar net bir ayrımı ahlaki anlamda süreç içerisinde görüyorlardı. selamlar Multi.. Alıntı
Φ Multi Gönderi tarihi: 3 Nisan , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 3 Nisan , 2007 PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN TÜM ALEMLERE ÖRNEK OLAN TEVEKKÜLÜ Kuran'da Peygamberimiz (sav)'le ilgili olarak anlatılan olaylarda onun tevekkülü ve Allah'a teslimiyeti açıkça görülmektedir. Örneğin Peygamberimiz (sav)'in, Mekke'den çıktıktan sonra arkadaşı ile birlikte gizlendiği bir mağaradaki sözleri tevekkülünün en güzel örneklerinden biridir. Ayette şöyle bildirilmektedir: Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkara edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40) Peygamberimiz (sav) hangi koşullarda olursa olsun, daima Allah'a teslim olmuş, O'nun yarattığı herşeyde bir hayır ve güzellik olduğunu bilmiştir. Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e, kavmine söylemesi bildirilen şu sözler de bu tevekkülün bir göstergesidir: Sana iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, bir musibet isabet edince ise: "Biz önceden tedbirimizi almıştık" derler ve sevinç içinde dönüp giderler. De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 50-51) Peygamberimiz (sav), tevekkülü ile tüm Müslümanlara örnek olmuş ve insanın Allah'tan gelecek bir şeyi değiştirmeye asla güç yetiremeyeceğini şöyle hatırlatmıştır: "Bir nefse takdir edilmiş şey mutlaka olur." 5 "... Bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah'ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah'ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar." 6 Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uyan her müminin de, musibet gibi görünen olayları onun gibi tevekküllü karşılaması, herşeyde bir hayır ve güzellik olduğuna iman etmesi gerekir. Şunu da unutmamak gerekir ki, Allah'ın en takva kullarından biri olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), çok büyük zorluklarla ve şedid olaylarla denenmiştir. Herşeyden önce tebliğ yaptığı kavimde her türlü zorluğu çıkarmaya hazır olan insanlar bulunmaktadır: İki yüzlü davranarak Peygamberimiz (sav)'e tuzak kurmaya çalışanlar, atalarının dinini değiştirmeyi kabul etmeyen müşrikler, peygamberden nefislerine uygun ayet getirmesini isteyenler, Peygamberimiz (sav)'i öldürmek, sürmek veya tutuklamak isteyenler ve daha birçokları sürekli olarak Peygamberimiz (sav)'e zorluk çıkarmaya çalışmışlardır. Peygamberimiz (sav) inkarcıların bu tavırlarına daima sabretmiş, büyük bir kararlılıkla Allah'ın dinini tebliğ etmiş ve Müslümanları tehlikelerden koruyarak onları Kuran ile eğitmiştir. Onun bu azminin, başarısının ve cesaretinin temelinde Allah'a olan güçlü imanı, tevekkülü ve teslimiyeti yatmaktadır. Peygamberimiz (sav), mağarada olduğu gibi her durumda Allah'ın kendisi ile birlikte olduğunu bilmiş, her olayı Allah'ın yarattığına ve Rabbimiz'in herşeyi en güzel ve en hayırlı şekli ile sonuçlandıracağına iman etmiştir. Peygamberimiz (sav)'in şu hadis-i şerifi onun herşeyde hayır gören tevekkülüne bir örnektir: Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır. 7 Peygamber Efendimiz (sav) bu inancı ile olaylar karşısında elinden gelen tüm çabayı göstermiş ancak sonucun Allah'a ait olduğunu her zaman bilerek, O'na dayanıp güvenmiştir. Allah, onun bu güzel tevekkülü karşısında onu daima güçlü ve başarılı kılmıştır. Allah, zorluk çıkaranlara karşı Peygamberimiz (sav)'e tevekkül etmesini bildirmiştir ve Peygamberimiz (sav) de hayatı boyunca Rabbimiz'in bu emrine uygun olarak davranmıştır. Ayette şöyle buyrulur: "Tamam-kabul" derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 81) Konu ile ilgili başka bir ayette de şöyle buyrulmaktadır. Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir. (Al-i İmran Suresi, 20) Peygamberimiz (sav) bir sözünde ise tevekkül edenlerin görecekleri karşılığı şöyle bir örnekle açıklamıştır: "Siz Allah'a hakkı ile tevekkül etseniz kuşlar gibi rızıklanırdınız. Onlar aç gider, tok dönerler."8 Müminler için en güzel örnek Peygamberimiz (sav)'in sözleri ve tavırlarıdır. Bu nedenle, herhangi bir zorlukla, nefsinin hoşlanmadığı bir durumla karşılaşan her mümin, Kuran ayetlerini, herşeyi yaratanın Allah olduğunu düşünerek, Peygamber Efendimiz (sav)'in tevekkülünü örnek almalı, her olayda Allah'ın yarattığı kadere teslim olduğunu zikretmelidir. PEYGAMBERİMİZ (SAV) İNSANLARDAN HİÇBİR KARŞILIK BEKLEMEDEN, SADECE ALLAH'IN HOŞNUTLUĞUNU ARAMIŞTIR İslam dininin en temel özelliklerinden biri, insanın tüm yaşamını Allah korkusu üzerine bina etmesi ve tüm ibadetlerini de yalnızca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için yapmasıdır. Allah bir ayetinde müminlere "De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır" şeklinde buyurmaktadır. (Enam Suresi, 162) Kuran'da, "Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir" (Nisa Suresi, 146) ayetiyle de müminlere, dini sadece Allah için, başka hiçbir amaç katmaksızın yaşamaları emredilmiştir. Bir kimsenin Allah'a sımsıkı sarılması, Allah'tan başka bir ilah olmadığını bilerek, hayatını yalnızca O'nu razı etmeye adaması ve her ne olursa olsun Allah'a olan sadakatinden vazgeçmemesi o kişinin ihlas sahibi olduğunu gösterir. İhlas sahibi bir mümin, yaptığı işler ve ibadetlerle Allah'ın dışında bir başkasının sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini, ilgi ve beğenisini elde etmeye çalışmaz. İhlas sahibi müminlere en güzel örnek Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberlerdir. Peygamber Efendimiz (sav), sadece Allah'ın hoşnutluğunu aramış, hiçbir çıkar veya dünyevi bir kazanç düşünmeden, hayatı boyunca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için çaba göstermiştir. De ki: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." (Sad Suresi, 86) De ki: "Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O, herşeye şahid olandır." (Sebe Suresi, 47) Alıntı
Φ katakuta Gönderi tarihi: 6 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 6 Nisan , 2007 De ki: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." (Sad Suresi, 86) De ki: "Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O, herşeye şahid olandır." (Sebe Suresi, 47) Elbette ücret istemeyecek.Hem peygambere istemek yakışmaz. O savaşlarla söke söke almıştır alacağını. Alıntı
Φ Multi Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2007 la_boheme Senin iddiana karşı bir siteden alıntı yaparak cevap veriyorum..Daha da üstüne laf edilemeyecek bir cevaptır bu. Peygamberimizin evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman'ın izahıyla özetle şudur: Evliliğin iki ana gayesi vardır.. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir.. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi. Gerek tarihî açıdan, gerekse insan yaratılışı açısından Peygamberimizin evliliklerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. 25 yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekar yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Hatta kavmi ona her yönüyle güvenilen biri olarak "Muhammedül-Emîn" unvanını vermişlerdi. Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu; Buna rağmen o, gerek 25 yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden 15 yaş büyük, 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam 25 yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir. Onun evliliklerinde nefsaniyet olmadığının bir delili de, müşriklerin davasından vazgeçmesi için yaptıkları teklife verdiği cevapta saklıdır. Müşrikler, amcası Ebu Talip'e gelip, "yeğenin eğer başımıza reis olmak istiyorsa onu reis yapalım veya en güzel kız ve kadınlarımızı ona verelim. Ta ki, bu davadan vazgeçsin." dediler. Amcası bu teklifi ilettiğinde Efendimiz (a.s.m) şu karşılığı verdi: "Ey amca! Eğer sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar 'vallahi ben bu davadan yine vazgeçmem." Bu cevap onun neyin peşinde olduğunu, kadın gibi, reislik gibi insanların değerli addettikleri şeylerin onun nazarında ne kadar değersiz olduğunu ispata yeter. İkinci evliliği ise Hz. Hatice'nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadınla, Hz. Sevde ile olmuştur. Hz. Sevde ile de üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık 54 yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. İlginçtir ki, onun çok kadınla evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir Bu gerçekler karşısında evliliklerinde şehvani ve nefsanî arzuların tatmin gayesini aramak insan tabiatını ve tarihî gerçekleri inkar etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım sayılamaz. Olsa olsa kasıtlı bir karalama maksadı taşır. Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde yukarda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, îslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice'den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır'lı Mariye'den rahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında vefat etmiştir. Görüldüğü gibi evliliklerin ana gayesi olan neslin çoğalması, tarihî bir gerçek olarak Hz. Hatice'nin dışındaki evliliklerinde yoktur. Geriye evliliğin ikinci derecedeki gayesi kalıyor, Yani nefsanî ve şehevanî duyguların tatmini. Peygamberimizin çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarihî gerçekler açısından bu gayenin aranamayacağını gördük. Zira bir insanın nefsanî ve şehevanî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz 15-45 yaş dönemidir. Şayet Hz. Peygamber, bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvanî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul. Bir başka tarihî gerçek de şudur. Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında hiçbirisinden de ayrılmayı düşünmemiştir. Gençlik çağı geçtikten sonra nefsanî ve şehvani arzularda gerileme olduğu inkar edilemez bir fıtrat kanunu ve yaratılış gerçeğidir. İşte Peygamber Efendimizin çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır. Özetle ifade edecek olursak, 15-45 yaş dönemindeki evliliklerde nefsanî ve şehevanî gaye aranabilir. Oysa Efendimiz, bu dönemde genç ve bakire kızlar ve kadınlarla evlenmemiştir. Tam tersine 40 yaşında, üstelik dul bir kadın olan, Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve bu evliliği Hz. Hatice'nin vefatına kadar sürmüştür. Çok evlilikleri, nefsanî duyguların büsbütün gerilemeye yüz tuttuğu 53 yaşından sonraki dönemde gerçekleşmiş olduklarına göre, bu evliliklerde mantığın gereği olarak başka gayeler aramak zaruridir. Bu sadece aklın ve mantığın değil, insan tabiatının ve insaflı bir değerlendirmenin de zorunlu bir gereğidir. Alıntı
Φ BrainSlapper Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2007 la_boheme Senin iddiana karşı bir siteden alıntı yaparak cevap veriyorum..Daha da üstüne laf edilemeyecek bir cevaptır bu. Peygamberimizin evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman'ın izahıyla özetle şudur: Evliliğin iki ana gayesi vardır.. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir.. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi.. Öyle miymiş bakalım... 25 yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekar yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Hatta kavmi ona her yönüyle güvenilen biri olarak "Muhammedül-Emîn" unvanını vermişlerdi. Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu; Buna rağmen o, gerek 25 yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden 15 yaş büyük, 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam 25 yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir. Muhammed'in biyografişsinin karanlık kalan kısmı. Çok kadınla münasebeti ve erken yaşta evlenmeyi normal addeden bir toplumda, acaba Muhammed neden 25 yaşına kadar evlenmedi veya EVLENEMEDİ? Acaba bir sorunu mu vardı? Mesela sara hastalığı olduğu söyleniyor. Sara hastası olduğu için mi EVLENEMEDİ acaba? Sonra neden kendinden 40 yaş büyük birisiyle evlendi? Ailesi Kureyş'in önemli ailelerinden biriyken, neden Muhammed'in kendinden 15 yaş büyük, dul bir kadınla evlenmesine izin verdi? Evlilikle amaçlanan gayeleri ikiye ayırmışsınız. Biz de Hatice ile evlenmesinin nedenini ikiye ayıralım: 1. Hatice zengin idi, onun mallarına konmak için evlendi. 2. Hatice kemale ermiş, çoru çocuğu olan, zengin bir kadındı. Kontrol edilmesi kolay bir koca aradı. Muhammed'i de hiç bir genç kız almıyordu. Hiç yoktan iyidir dedi ve Muhammed'i aldı. Birinci seçenek olabilemez. Zira, Abdulmuttalip oğulları da fakir değildi, zengindi. Zaten amaç zebginliği birleştirmek olsa, hatice gider, Ebu Leheb ile evlenirdi. Ailenin en güçlüsü oydu. Madem çok kadınla evlenmek normal, Hatice için ikinci/üçüncü kadın olmak sorun olmazdı. İkinci seçenek daha akla uygun. Öte dan, erkek egemen zihniye nedeniyle, bütün toplumlarda büyük erkek-küçük kız az çok kabul edilir. Ama bunun tersine rastlamam imkanı çok azdır. Peki öyleyse, haşmetli Abdulmuttalipoğulları neden Muhammed'in kendinden 15 yaş büyük, çocuklu dul bir kadınla evlenmesine ses çıkarmadılar? Yoksa, "Muhammed'e kim genç kızını verecek ki?" demelerini gerektiren bir problemi mi vardı Muhammed'in? Kura'da buna ilişkin birsürü bigi var. ********* ******** ************ Bunları ben söylemiyorum, Kuran söylüyor. Kişmse, hakaret ediyorsun diye tartışmayı sabote etmesin lütfen. Demekki Muhammed, genç kızların ve genç kız ailelelerinin tercih edecekleri bir damat değil. Hatice de, zengin, hayat tecrübesi ola, çorlu çocuklu bir kadın. Akıllı bir adam alıp, kendini ikinci plana ittirmek, çocuklarının rızkını başka bir adama yedirmek istemez. Konrol edebileceği bir adam ister. Tecrübesiz, genç ve aklı kapasitesi nedeniyle en kolay kontrol edilebilecek bir aday var ortada: Muhammed. Haticenin istekleri ile Abdulmuttalip oğulları arasındaki uzlaşma bu şekilde sağlanmış olmalı. *** Şu Eminlik işi de Muhammed'in çobanlık döneminden kalan bir lakaptır. Karakter yansıtmaz. Kabe'de Hacer'ül Esved'in yerleştirilmesi sırasında kararın Muhammed'e bırakılması, onun güvenilirliğinden ziyade bana başka bir şeyi hatırlatıyor: Kuran'daki Muhammed ile ilgili akli betimlemeleri. ************** Kabe taşı meselesinin çözümünün Muhammed'e bırakılmış olmasının asıl nedeninin bu yaklaşımdan kaynaklandığını düşünüyorum. İkinci evliliği ise Hz. Hatice'nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadınla, Hz. Sevde ile olmuştur. Hz. Sevde ile de üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık 54 yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. İlginçtir ki, onun çok kadınla evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir Bu gerçekler karşısında evliliklerinde şehvani ve nefsanî arzuların tatmin gayesini aramak insan tabiatını ve tarihî gerçekleri inkar etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım sayılamaz. Olsa olsa kasıtlı bir karalama maksadı taşır. Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde yukarda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, îslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice'den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır'lı Mariye'den rahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında vefat etmiştir. Görüldüğü gibi evliliklerin ana gayesi olan neslin çoğalması, tarihî bir gerçek olarak Hz. Hatice'nin dışındaki evliliklerinde yoktur. Geriye evliliğin ikinci derecedeki gayesi kalıyor, Yani nefsanî ve şehevanî duyguların tatmini. Peygamberimizin çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarihî gerçekler açısından bu gayenin aranamayacağını gördük. Zira bir insanın nefsanî ve şehevanî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz 15-45 yaş dönemidir. Şayet Hz. Peygamber, bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvanî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul. Gençlik çağı geçtikten sonra nefsanî ve şehvani arzularda gerileme olduğu inkar edilemez bir fıtrat kanunu ve yaratılış gerçeğidir. İşte Peygamber Efendimizin çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır. Özetle ifade edecek olursak, 15-45 yaş dönemindeki evliliklerde nefsanî ve şehevanî gaye aranabilir. Oysa Efendimiz, bu dönemde genç ve bakire kızlar ve kadınlarla evlenmemiştir. Tam tersine 40 yaşında, üstelik dul bir kadın olan, Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve bu evliliği Hz. Hatice'nin vefatına kadar sürmüştür. Çok evlilikleri, nefsanî duyguların büsbütün gerilemeye yüz tuttuğu 53 yaşından sonraki dönemde gerçekleşmiş olduklarına göre, bu evliliklerde mantığın gereği olarak başka gayeler aramak zaruridir. Bu sadece aklın ve mantığın değil, insan tabiatının ve insaflı bir değerlendirmenin de zorunlu bir gereğidir. ***************** ***************** Muhammed çok kadınla evlenmiş. Ama bunlardan en çok Ayşe ve Zeynep ile yatmış. *************************************** Ayşe'yi sıksık tercih etmesinden dolayı diğer kadınların şikayetçi olduklarına dair rivayetler var. Bu şikayetleri durdurmak için Muahmmed'in "Sen karılarından istediğini öne alırsın, istediğini geri bırakırsın" diye kendine özel ayetler yazdığı da bir gerçek. Bu durumda Muhammed'in evliliklerinin şehvet içermediğini söylemek mümkün değildir. Bir başka tarihî gerçek de şudur. Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında hiçbirisinden de ayrılmayı düşünmemiştir. Ama karıları ayrılmak istemiştir. Ayrıolmak isteyenleri Muhammed "Dünya'yı istemek, Ahiret hayatından vazgeçmekle" korkutmuş ve caydırmıştır. Muhammed ile yaşamak öyle harikulade birşey ise, neden kadınlar "lider konumundaki" bir insandan ayrılmak istesinler ki? Demek ki Muhammed de, bazı sorunlar vardı. ******** Kuran'a da yazdığı gibi. Saygılar. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2007 Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2007 la_boheme Senin iddiana karşı bir siteden alıntı yaparak cevap veriyorum..Daha da üstüne laf edilemeyecek bir cevaptır bu. Peygamberimizin evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman'ın izahıyla özetle şudur: Evliliğin iki ana gayesi vardır.. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir.. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi. Saidi Kürd-i'nin söyledikleri doğru değildir. Cinsel haz, insanların yaşamında önemsenmeyecek kadar "cüzi" değildir. Aksine çok önemlidir. İnsanlar, bu doğal ve güzel duyguyu yaşamak için ömür boyu faturasını ödemek zorunda kalıyor. Bu çok önemli duyguyu yaşamanın faturası, çoğunlukla ekonomik ve yaşamsal boyutlarda oluyor. Muhammedin nesil üretimi için evlenmesi doğru değil. Herkes gibi o mutlu anı yaşamak içindir. Eğer amaç nesil için olsa idi, dengeli bir evlilikle çocuk sayısını çoğaltma gereği duyulurdu. Dengesiz yaş oranlarında evliliklerinden dolayı 6 çocuğu da uzun yaşamamıştır. Genç zamanında evlendiği yaşlı kadınların hamile kalma olasılığı %5 e kadar düşmüştü. Kendi yaşlılığında evliliklerinde ise, sperm canlılığı ve de ereksiyon olumsuzlukları yaşama ihtimali fazladır. Bu nedenlerden dolayı, Muhammed'in nesil için evlilikleri saçmadır. 45-50 yaşların erkek psikolojisi cinselliğe eğilimi arttırmaktadır. Alıntı
Φ Multi Gönderi tarihi: 11 Nisan , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 11 Nisan , 2007 Muhammed'in biyografişsinin karanlık kalan kısmı. Çok kadınla münasebeti ve erken yaşta evlenmeyi normal addeden bir toplumda, acaba Muhammed neden 25 yaşına kadar evlenmedi veya EVLENEMEDİ? Acaba bir sorunu mu vardı? Mesela sara hastalığı olduğu söyleniyor. Söyleniyor!! Kim söylüyor peki bunu? Hangi kaynağı gösterbilirsin bunu kanıtlamak için? Yoksa yine kendi kendine kafanda "olsa olsa böyledir" türünden türettiğin şeyler mi bu?Sara hastası olduğu için mi EVLENEMEDİ acaba? Sara hastalığı evlenmemeyi gerektirecek türden bir hastalık değildir. Ayrıca o zamanın toplumunda kadının seçme şansı mı vardı da evlenmesin? Hadi evlenmeyi geçtik, o zaman zina sıradan bir olay gibiydi. 25 yaşına kadar hem kimseyle evlenmesin hem de zina etmesin.. Sence bu ahlak değil midir? Sonra neden kendinden 40 yaş büyük birisiyle evlendi? Ailesi Kureyş'in önemli ailelerinden biriyken, neden Muhammed'in kendinden 15 yaş büyük, dul bir kadınla evlenmesine izin verdi? Evlilikle amaçlanan gayeleri ikiye ayırmışsınız. Biz de Hatice ile evlenmesinin nedenini ikiye ayıralım: 1. Hatice zengin idi, onun mallarına konmak için evlendi. 2. Hatice kemale ermiş, çoru çocuğu olan, zengin bir kadındı. Kontrol edilmesi kolay bir koca aradı. Muhammed'i de hiç bir genç kız almıyordu. Hiç yoktan iyidir dedi ve Muhammed'i aldı. Kontrol etmesi kolay bir koca mı? Bir kere başta dediğinle çelişiyorsun.. Madem sara hastası, neden evlensin bir sara hastasıyla? Başka kontrol ebilebilir koca mı yokmuş?! Zaten kendisi zengin.. İstese idi maddi durumu daha düşük olan biriyle evlenip daha kolay kontrol edebilirdi(!)...Ayrıca Hz.Muhammed i kontrol edilebilir olarak gördüğüne göre Hz.Muhammed in ahlaklı ve hoşgörülü bir insan olduğunu kabul etmiş oluyorsun...Ama yine de Hz.Hatice senin kafanda kötü insan olarak yer ettiğinden kontrol ediyim de ne olursa olsun mantığı yer etmiş... Birinci seçenek olabilemez. Zira, Abdulmuttalip oğulları da fakir değildi, zengindi. Zaten amaç zebginliği birleştirmek olsa, hatice gider, Ebu Leheb ile evlenirdi. Ailenin en güçlüsü oydu. Madem çok kadınla evlenmek normal, Hatice için ikinci/üçüncü kadın olmak sorun olmazdı. İkinci seçenek daha akla uygun. Öte dan, erkek egemen zihniye nedeniyle, bütün toplumlarda büyük erkek-küçük kız az çok kabul edilir. Ama bunun tersine rastlamam imkanı çok azdır. Peki öyleyse, haşmetli Abdulmuttalipoğulları neden Muhammed'in kendinden 15 yaş büyük, çocuklu dul bir kadınla evlenmesine ses çıkarmadılar? Yoksa, "Muhammed'e kim genç kızını verecek ki?" demelerini gerektiren bir problemi mi vardı Muhammed'in? Kura'da buna ilişkin birsürü bigi var. ********* ******** ************ Bunları ben söylemiyorum, Kuran söylüyor. Kişmse, hakaret ediyorsun diye tartışmayı sabote etmesin lütfen. Demekki Muhammed, genç kızların ve genç kız ailelelerinin tercih edecekleri bir damat değil. Ayetler gözükmüyor. Sure ismi ve ayet numarasını yaz.. Hatice de, zengin, hayat tecrübesi ola, çorlu çocuklu bir kadın.Akıllı bir adam alıp, kendini ikinci plana ittirmek, çocuklarının rızkını başka bir adama yedirmek istemez. Konrol edebileceği bir adam ister. Tecrübesiz, genç ve aklı kapasitesi nedeniyle en kolay kontrol edilebilecek bir aday var ortada: Muhammed. Haticenin istekleri ile Abdulmuttalip oğulları arasındaki uzlaşma bu şekilde sağlanmış olmalı. Tamam olayın Hz. Hatice boyutu bu şekilde olabilir. Kontrol edilebilirlik kısmı biraz sakat duruyor yanlız. Ayrıca tek aday da Hz.Muhammed değidir mutlaka. Neyse bunların hiçbirisi Hz.Muhammed in ahlaki yönden zayıf olduğunu göstermez. Aksine 25 yaşına kadar hiçbir kıza el sürmemiş olması ve 25 yaşında 40 yaşındaki dul bir kadınla evlenmesi ve 50 yaşına kadar Hz. Hatice ile kalması...Bak dikkat et 50 yaşına kadar...Ve sonra Hz. Haticenin vefatından sonra Hz. Sevde ile 4 yıl tek eşli olarak geçirmesi onun şehvi duygularının ahlakının önüne geçemeyeceğinin bir ispatıdır. 54 yaşına kadar tek eşli yaşamış olup da sonradan şeh veti arttığı için çok kadınla evlendi sözü kimseye inandırıcı gelmez... Bu olayı daha da uzatıp sulandırmanın bir anlamı yok.. Hz. Muhammed in ahlaklı olduğunu kabul etmek senden birşey eksiltmez. *** Şu Eminlik işi de Muhammed'in çobanlık döneminden kalan bir lakaptır. Karakter yansıtmaz.Kabe'de Hacer'ül Esved'in yerleştirilmesi sırasında kararın Muhammed'e bırakılması, onun güvenilirliğinden ziyade bana başka bir şeyi hatırlatıyor: Kuran'daki Muhammed ile ilgili akli betimlemeleri. ************** Kabe taşı meselesinin çözümünün Muhammed'e bırakılmış olmasının asıl nedeninin bu yaklaşımdan kaynaklandığını düşünüyorum. ***************** ***************** Ayetler yine görünmüyor... Eminlik meselesi çobanlıktan kalmaysa eğer o dönemde çoban olan herkese emin denirdi... Var mı bana bunu gösterebileceğin bir kaynak. Her çoban olana emin denilip güvenildiğini? Şunu da söyleyim, Hz. Muhammed in güvenilir olduğunu düşmanları bile kabul ederken sen neden inkar etmeye çalışırsın hiç anlamıyorum. Muhammed çok kadınla evlenmiş. Ama bunlardan en çok Ayşe ve Zeynep ile yatmış. *************************************** Ayşe'yi sıksık tercih etmesinden dolayı diğer kadınların şikayetçi olduklarına dair rivayetler var. Bu şikayetleri durdurmak için Muahmmed'in "Sen karılarından istediğini öne alırsın, istediğini geri bırakırsın" diye kendine özel ayetler yazdığı da bir gerçek. Bu durumda Muhammed'in evliliklerinin şehvet içermediğini söylemek mümkün değildir. Öncelikle rivayetler var diyorsan bir kaynak göstererek yaz bu rivayetleri. Kuru sıkı kullanmayalım lütfen.. Bu konuyla ilgili kısa alıntılar yapayım...İkindi namazını kılınca, hanımlarını dolaşır, onlara yaklaşıp hal ve hatırlarını sorardı. Gece olunca geceleme sırası kendine gelen hanımının odasına gider, bütün geceyi ona tahsis ederdi. Bu hususta Hz. Aişe şöyle demektedir: "Resûlulah, hanımları arasında yaptığı paylaştırmada/gecelemede onların yanında kalma hususunda bizi birbirimizden üstün tutmazdı."[Ebû Dâvûd, "Nikâh", 38.] Hz. Peygamber dokuzuncu hanımı hariç, sekiz hanımı arasında geceleme taksimi yapardı. Dokuzuncu hanımı Hz. Sevde idi. Sevde yaşlanınca, geceleme sırasını Hz. Aişe'ye bağışladı. Hz. Peygamber, Hz. Aişe'ye hem kendisinin gününü hem de Hz. Sevde'nin gününü tahsis ederdi. Allah Rasûlü'nün kadına verdiği değer, ne o güne kadar ne de o günden sonra cihanda eşi görülmedik bir seviyede idi. O bir gece kalkıp hanımlarından birinin hatırını sorsa, hemen diğer hanımlarını da dolaşır, onların da hatırını sorardı. Davranış bakımından hiçbirini diğerine tercih eder görünmezdi. Herkes gibi, hanımları da, kendilerini Allah Rasûlü nezdinde en sevgili sanırdı. Bu da O'nun eşsiz mürüvvetinden kaynaklanıyordu. Ancak kalbî temayüllere hiçbir insanın hakim olması söz konusu edilemeyeceği gibi, bu, O'ndan da beklenmemeliydi. O'nun için Allah Rasûlü, elinden gelmeyen bu kalbî temayüllerinden de Cenâb-ı Hakk'a istiğfarda bulunuyor ve şöyle diyordu: "Farkına varmadan, birini diğerlerinden çok sevebilirim, bu da bir haksızlık olur. Onun için ey Rabbim! Elimden gelmeyen bu hususta Senin Rahmetine sığınıyorum..." Bu başlık içinde Peygamberimizin eşleriyle münasebetiyle ilgili ayrıntılı alıntılar yapacağım... Ama karıları ayrılmak istemiştir. Ayrıolmak isteyenleri Muhammed "Dünya'yı istemek, Ahiret hayatından vazgeçmekle" korkutmuş ve caydırmıştır. Muhammed ile yaşamak öyle harikulade birşey ise, neden kadınlar "lider konumundaki" bir insandan ayrılmak istesinler ki? Demek ki Muhammed de, bazı sorunlar vardı. ******** Kuran'a da yazdığı gibi.[/qoute] Hz. Peygamberin eşlerinden hiçbirisi ayrılmak istememiştir. Yine kuru sıkı...Peygamberimiz sadece Hz. Sevde ile ayrılma noktasına gelmiştir. O olayda da Hz. Peygamber boşamak istemiştir...Siteden alıntı ile bitireyim: İslâm tarihinin önemli kaynaklarından biri olan İbn Hişam'ın "es-Sîretü'n-Nebeviyye" sinde bu bilgilerin dışında bazı haberlere rastlanmaktadır. Buna göre, Hz. Sevde evlendikten bir süre sonra, Hz. Peygamber (s.a.s) ve kızları ile münasebetlerinde bazı aksamalara meydan veriyordu. Yine aynı kaynakta, Rasûlüllah'ın Hz. Sevde'yi boşamaya niyetlendiği olayına da yer verilir. Hz. Sevde, ölen eşinin kardeşi Süheyl b. Amr'ı Bedir savaşı esirleri arasında ve elleri bağlı olarak görünce şöyle dediği nakledilir: "Ey Ebâ Yezid! Kendinizi nasıl teslim ettiniz? Şerefinizle ölemediniz mi?" Hz. Peygamber bunu duyunca ona: "Sevde! Sen Allah'a ve Rasûlüne karşı mı geliyorsun?"deyince Sevde: "Ey Allah'ın Rasûlü! Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Ebû Yezid'i böyle görünce bunları söylemekten kendimi alamadım" cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.s) Sevde'yi boşamaya niyetlendi, ancak Sevde ona: "Ya Rasulallah, beni boşama! Merhameten nikâhında tut! Beni kaybolmakla yüzyüze bırakma" diye yalvardı. Hz. Peygamber de onun bu ricasını kabul etti. Yine İslâm kaynakları, bu hadiseden sonra Hz. Muhammed (s.a.s) ile evlilik hayatlarının pürüzsüz bir şekilde devam ettiğinde müttefiktirler Saygılar Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.