Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:
Sayın Arslan,

 

Sayın Sardunyam elbette seküler (dünyacı (tdk)) olacak. Demokrat yapısı var.

İşte bu demokrat yapısı, ondaki hem inançlı, hemde demokrat olma imkansızlığını daha da açığa çıkartıyor.

Katı inançlılar (dinciler), kendi içlerinde daha az çelişkideler. Çünkü onlar her şeyi dinle yorumluyorlar.

Ama, dış dünyadaki toplumla fazlaca çelişmektedirler.

 

yukarıda belirttiğim gibi benim hayatımın merkezinde din yok, din benim için yoldur... Amaç edindiğim ise önce insan olmaktır... eğer önce dinci olmak gerekiyorsa bu insanın yapısına aykırıdır... çünkü insan yaşadığı dünyayı kendisi ile aynı inançtan olmayan milyonlarca insanla paylaşmaktadır... hatta aynı inancı paylaşsa bile farklı bakış açıları ile düşüncede ayrı düşmektedir...

 

Ahlak, henüz bilimin sistemleştirilmediği eski çağlarda inançlarla belirleniyordu.

Bu yüzden inanç ve kültür çeşitlerinden dolayı, toplumsal halde bulunması da doğal olmuştur.

Ne zamanki bilim sistemleştirilmeye başlamış, işte o zaman ahlakında madde ve insan değerine göre yorumlanması gerekliliği anlaşılmıştır.

Mademki düşünen insandır, ahlakıda insan oluşturacaktır. Öyle olmuştur da.

Çözemediği konularda ruhsal (din) ahlakı, hakimiyet kurmak için emperyalist ahlak, insan değeri için de "uygar, evrensel ahlak"ı oluşturmuşlardır.

 

zaten gönderilen dinlerin sonuncusu olan İslam'ın 1400 yıl önce gelme sebeplerinden biride budur... yani ilahi bilgi verilmiştir, geri kalanı insanın kendisi geliştirmelidir... yoksa Allah insana düşünebilme yeteneği vermezdi... nasılsa herşeyi ezberden yaşıyor olurduk... çağımızda bilimin ve sosyolojinin geldiği nokta inançlı insanlar için bu düşünceyi destekliyor... bir zamanlar dinin ahlakın sınırlarını belirlemesi insan geliştikçe ve zamanın şartları değiştikçe üzerine yeni bilgiler eklenmesini engellemez... Yaratılmışların en üstünü olarak tanımlanan insan bu özelliğini düşünce ve kelime üretebilmesine borçludur... Allah bizden bulunduğumuz noktada sabit durmamızı istemiyor... ihtiyaçlarımıza göre değişim geçirmemiz şart... İlahi dinlerin kendi geldikleri zamanın şartlarına göre emir getirdiği malum... bir sonraki gelen dinde geçmiş dinlerin bilgilerinin üzerine yenisi eklenmiştir... bundan sonra yenisi gelmeyeceğine göre insan kendi zihinsel ve ahlaksal gelişimini kendisi zenginleştirmelidir...

 

 

İnsan için "iyi" ve "kötü" değerleri, rasyonelite (akıl) ile belirlemek, bunu da önce insanın mutluluğunda, sonra da yine insan mutluluğu için maddenin paylaşımın da (üretim/tüketim) aramak, kaçınılmaz olmuştur.

İşte böylece, insanın doğayla olan yaşamsal çelişkiler içerisindeki süreçte, eşit mutluluğunu sağlayabilmek, genel geçer "uygar evrensel ahlak"ı kaçınılmaz hale getirmiştir.

Genel geçer "evrensel ahlak" tüm insanlığın ortak ahlaki değerlerini oluşturmuş, bu iyi/kötü etik, yine genel geçer demokratik yasalarla teminat altına alınmıştır.

 

Evrensel ahlak gelişirken dinlerin getirdiği ahlaki değerlerden faydalanmamış mıdır? Yani İhali dinler insanın ahlaken ve zihnen gelişimine dikkat çekerken paralelinde gelişen evrensel olarak tanımladığınız oluşum insanlığın bütün evrelerinden yararlanmamış mıdır?

 

Elbette yararlanmıştır... Bakın dini öğretiyi geçelim herhangi bir bilimsel öğretiyi ele alalım ve bu öğretiyi verdiğimiz insanlar arasında kavrama ve gelişme açısından nasıl farklılıklar olduğunu inceleyelim... göreceğiz ki her zihin farklı işliyor ve gelişiyor... Ayetleri kavramak ile makaleleri kavramak özünde değişmiyor... herkes farklı manalar yakalayabiliyor...

 

 

 

Ahlakın çekirdeği olan "iyi" ve "kötü" mefhumları insan değeri üzerinde düşünüldüğünde objektif olmaktadır.

Çünkü iyilik/kötülük etkenliği, insan'ın mutluluğu/mutsuzluğu olmaktadır.

Ancak iyi/kötü mefhumunun göreceliliği, kültürel farklılığın yaratacağı olumsuzluklar, yine demokratik haklar(yasalar) çerçevesinde sınırlanmıştır.

Yani bir insanın değişik kültürlerle mutlu olma hakkı, diğer insanın hakkını engellememelidir.

 

insan bulunduğu coğrafyanın tüm koşullarından etkilenir, mahallesinden, şehrinden, ülkesinden ve çevresindeki insanların düşüncelerinden... birde özü vardır bütün bunlardan farklı bir sesle içeriden seslenen... işte içsel yalnızlığın kaynağı odur... hiç kimse düşüncelerine, inançlarına ve ahlak anlayışına % 100 uygun bir başka görüş bulamaz... bunu hayatımızın her alanında sokakta, trafikte, evimizde, ailemizde, dostlarımızda bile görür ve yaşarız... toplumlar geliştikçe ve değiştikçe kurallar değişebilir ama yine de insan düşüncelerinde yalnızdır...

 

Ahlakı dini değerlerle sınırladığımızda, genel geçer değerlerle örtüşmüyor.

Nedeni; eski ve orta çağlardan gelme, eski toplumların kültürel değerleri olmasındandır.

Dini değerlerin güncellenemeyişi (imkansız oluşu) sürekli değişen üretim çeşitliliğinden oluşan yeni küresel etkilenmelerin gerisinde kalmaktadır.

Kısaca inanç ahlakı, mantıksal ve akılcığın güncellenmiş hali olmayıp, değişik toplumların eski yerel kültürlerini yansıtmaktadırlar.

 

Selamlar.

işte o yüzden insanlar iki türlü hayat yaşıyorlar toplumların benimsediği kurallar, kişinin kendi kuralları ve inancından kaynaklanan kurallar... bunları yaşamak için bir inanca sahip olmanız ise gerekmiyor... tüm dünyada insanlar bulundukları ülkenin ahlaki kurallarına ve değerlerine uyum sağlamak zorundadırlar...

 

dini değerlerin değişmesi söz konusu olmasa bile bu insanın değişmesine engel değilki... işte yanılgıya uğramanın nedenleri budur, din tabulaştırılırsa ve yol olmaktan ziyade bir amaç olursa, insan ezbercilikten, dayatmacılıktan, tabulardan, hurafelerden kurtulamaz... aklını işletmeyen insan dindar değil ancak dinci olur... dincilikte faşizm gibi tek taraflı algılamak ve bakmaktır...

  • Cevaplar 145
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Sardunyam'ın çelişkileri sanırım başlı başına bir tartışma konusu... :) ki bu sizin görüşünüz tabi beni bağlamaz... yani ben çelişkinin her insanın yapısında var olduğuna inanıyorum ve hatta çelişkisiz bir gelişimin mümkün olmayacağını iddia ediyorum... Yani çelişkisi yani arayışı, bildiklerine yenisini eklemesi mümkün olmayan insanlar sabit fikirlidirler... Kendilerinde doğruyu bulmuş, anlamış ve arayışlarına son vermiştirler... Bu din olsun, evrensel düşünce olsun ne olursa olsun... Eğer çelişkilerine son verdiyse arayışı bitmiş demektir... Dolayısıyla artık fikir anlamında gelişim gösteremez...

 

Sayın sardunyam,

 

Yukardaki fikirlerine aynen katılıyorum. İzninle ilave etmek istediklerim de var.

Bilimde, çelişkiler sonsuzca devam edecektir görüşü vardır.

Maddenin özü, maddeye bağlı düşüncenin özü de budur.

Ancak, çelişkiler belli bir süreçte yok olup, yeni bir çelişki evresine girer.

Bu çelişkiler ne kadar kısa zamanda yeni halini alırsa, çelişkili dönem de o kadar kısalır.

Çelişkili dönem, her ne kadar yeniliklere gebelik açısından zorunlu diyalektik gelişim olarak karşılansada;

Bir sonraki oluşumla, madde de, sosyal yapı da tekamül halini almaktadır.

Bu yönden, çelişkili halin oluşan şartlara rağmen uzaması, madde içinde, insanın sosyal gelişimi için de bir olumsuzluk teşkil etmektedir.

Bu görüş madde içinde, sosyal gelişim içinde her an gözlemlenebilen bir tespittir.

Binlerce örnek verilebilir.

 

Özetle, çelişkilerin doğallığını kabullenip, aşamasını da "olumlu gelişim" olarak kabul etmek gerekir.

 

seküler olmak ile dindar olmak arasında ise çelişki olmaz, eğer öyle ise en büyük çelişkiyi büyük Türk düşünürleri yaşamıştır...

 

Yukardaki senin görüşlerin ve benim ilavelerim doğru ise eğer;

Hem bu çelişkimizden korkmayıp, hem de çelişkili bir duruş varsa kabullenmek gerekiyor.

Her hangi bir düşünürün, Türk yada Arap olması, kutsallaştırılması için bir sebep değildir.

O düşünürün o andaki fikirleri dönemsel olabilir. Hatta yanlış ta olabilir.

Doğrusu :

Tüm dünya düşünürlerinin, tüm toplumların ahlaki değerlerinin, ortak bir genel geçer "evrensel kabul" oluşumudur.

 

Düşüncelerin yada hükümlerin değişmezliğini, çağlar boyu devam etmesini kabul ile...

Fikirler de dahil olmak üzere, her şeyin değişebilirliğini kabullenmek bir çelişki olmalı.

Bu böyle iken, değişmeyen/değişemeyen din hükümlerini referans olarak kabullenmek te ayrı bir çelişki olmalı.

 

Selamlar.

Gönderi tarihi:

Sevgili Bilimselci...

 

Evrensel dünya görüşünde hümanizm değişmez bir kuraldır değil mi? Benim rehber edindiğim Türk düşünürleri ve önderlerinin en büyük özellikleri hümanist oluşlarıdır... Ve dünyaya "önce insan" olduğunu bilerek insana insan gözü ile bakanların geliştirdiği düşünceler de evrenseldir... Herhangi bir görüşte sabitlenmek o noktada yerinde saymaktır...

 

Benden alıntıladığın yazıya yaptığın eklentiye katılıyorum... Çelişkiler çözümlendikçe yenisinin eklenmesi de çok olağan çünkü yaşam denen bu sınav, deneyim çeşitli anlamlar içeriyor... birini çözdükçe bir yenisi geliyor... o yüzden çelişmekten korkmamak lazım, gelişimin şartlarından biride budur, sabit fikir gelişime engeldir...

 

Ancak din hükümlerinde değişimden kastınız bunların zamana uyum sağlayamaması ise buna katılmıyorum... Dünyaya bu pencereden bakarsanız elbette başka bir şey göremezsiniz... Dinin emirleri insanın yararınadır, uyarılarıda öyle... bunların değişmesi için sebep yok, mesela Kuran Yahudiler ve Hristiyanlar için uyarıyor bir bakıyorsunuz haklı... Çünkü yapılan dayatmalar bunu gösteriyor... Din düşmanları hakkında çektiği dikkatte haklı, onada bakıyorsunuz dinden kendilerini soyutlayanlar herhangi bir dine mensup olanı alay konusu yapabiliyorlar... Aynı zamanda Kuran içlerinden pek azı hariç der... yani böyle yapmayanlarda var ama bir çoğu bunu yapıyor... Yani herkes kendisini bir tarafa çektiğinde diğerleri karşı taraf oluyor, her iki kesimin "karşı tarafa" sürekli müdahale yapmasıda bundan...

 

Biri gelip bana özel yaşamıma müdahale ederse bende kendimi savunmak zorunda kalırım... Dolayısıyla ben bir taraf olurum...

 

Selamlar

Gönderi tarihi:
Evrensel dünya görüşünde hümanizm değişmez bir kuraldır değil mi? Benim rehber edindiğim Türk düşünürleri ve önderlerinin en büyük özellikleri hümanist oluşlarıdır... Ve dünyaya "önce insan" olduğunu bilerek insana insan gözü ile bakanların geliştirdiği düşünceler de evrenseldir... Herhangi bir görüşte sabitlenmek o noktada yerinde saymaktır...

Sevgili arkadaşım,

 

Her "hümanist" dediğin uygulamada yanılmış olabilirsin.

İrdelemek gerek. "Kölelerinize iyi davranın", "zekat verin","acıyın" ilk bakışta insancıl gibi gözükse de,

irdelendiğinde hiç te öyle olmadığı gözükecektir.

Bu görüşler o zamanın görüşleri. O zamanki görüşlerle, humanist görüş kabul edilecektir elbette.

"Neden köle olsunki" düşüncesi, kölelerin özgürlük mücadelesi çelişkileri, bizleri başka kabullere kadar getirmiştir.

Halen bunların humanist düşünceler olduğunu savunup, günümüz kabullerini bunlarla ölçümlemek bizleri yanlışlara götürür.

Bunlar aynı zamanda "sayın aslan"ın da bilmesi gereken konular.

Bu humanist görüşlerin tarihte hiç yararı olmadığını elbette söylemiyorum.

Ama o değerler çelişen aşamalrla nitelik olarak değişmiştir.

Humanizm anlayışı da artık nitelik olarak değişmiştir.

Tekrar geriye dönüp, aşılmış çelişkileri tekrardan yaşamanın ismi, değişmeyen dogmalardır.

 

Ancak din hükümlerinde değişimden kastınız bunların zamana uyum sağlayamaması ise buna katılmıyorum... Dünyaya bu pencereden bakarsanız elbette başka bir şey göremezsiniz... Dinin emirleri insanın yararınadır, uyarılarıda öyle...

 

Tekrar dönüp aynı noktalara geliyoruz.

Allahın emri olarak nitelediğiniz değerler, o zamanın Arap yerel kültürü.

Bu şekilde birbiri ile çelişen ve din olarak empoze edilen yüzlerce yerel kültür var.

Evet bu değerler bu günün gelişmelerine imza atmışlar, fakat nitelik olarak değişmişlerdir.

Artık çok gerilerde kalmışlardır.

Yerlerini yeni, uygar, evrensel değerler almıştır.

Yani artık hükümsüzdürler.

 

Selam..

Gönderi tarihi:

 

Sardunyam'ın çelişkileri sanırım başlı başına bir tartışma konusu... :) ki bu sizin görüşünüz tabi beni bağlamaz... yani ben çelişkinin her insanın yapısında var olduğuna inanıyorum ve hatta çelişkisiz bir gelişimin mümkün olmayacağını iddia ediyorum... Yani çelişkisi yani arayışı, bildiklerine yenisini eklemesi mümkün olmayan insanlar sabit fikirlidirler... Kendilerinde doğruyu bulmuş, anlamış ve arayışlarına son vermiştirler... Bu din olsun, evrensel düşünce olsun ne olursa olsun... Eğer çelişkilerine son verdiyse arayışı bitmiş demektir... Dolayısıyla artık fikir anlamında gelişim gösteremez...

 

seküler olmak ile dindar olmak arasında ise çelişki olmaz, eğer öyle ise en büyük çelişkiyi büyük Türk düşünürleri yaşamıştır... Çünkü hepsi dünya insanıdır herşeyden önce... Dinci ile dindar arasında çok büyük fark vardır... Dinci hayatının merkezine dini koyar ve onu bir amaç olarak algılayıp yaşar, dindar ise tercih etmiş olduğu inancını merkeze koymaz sadece Allah'a ulaşmak adına yaşar... Laiklikte dinciye aykırıdır, dindara değildir...

 

 

sayın sardunyam

 

çelişki her insanda olur ama derece önemlidir. ben kendimi bundan beri tutmuyorum.

ama dedigim gibi çok temel konularda çelişki kanımca bilgi eksikliginden ya da anlama probleminden kaynaklanır. bende dogru bilgiyi yanlış anlıyor olabilirim.

her bilgide degişik fikir sahibi olmak da öyle övünülülecek bir durum olmasa gerekir. yani bazı sabit fikirler degerlidir ve hayat onların üstüne bina olur ve bu sabitelerde herhangi bir degişim gerçek anlamda bir devrimdir her kişi için.

pergel örnegi aslında söylemek istedigimizi çok güzel ifade eder bu anlamda ; bir ayak sabitde digeri hareket halinde, merkez fikri önemlidir

 

seküler olmak ile dindar olmak arasındaki çelişki ise benim iddiamdır, kabul ya da reddetmek gayet dogaldır ama dayanaklarıyla beraber.

yani büyük

türk düşünürleri gibi genel bir kavram buna delil olamaz; kimdir bunlarve dünya insanı olmayan mı? var bu anlamda.

dinci ile dindar insan arasındaki ayrımı kabul etmemekle beraber ; ölçü sizin kafanızdakiler olamaz. Dinin parametrelerinden yola çıkıp gene etkili delillerle görüşlerinizi söylemeniz lazım.

dindar ve Dinci bana bunlar aynı gibi geliyor, yada biraz daha açmalısın.

 

Hz. Peygamberin senin dedigin anlamda 'dinci' olmadıgını aksine 'dindar' oldugunu yani hayatının merkezine ve yegane amaç edinmedigini kanıtlamanız lazım.

 

Benim için bu türden tartışmalar diger türden olandan daha yararlıdır.

Gönderi tarihi:
KUR'AN ne yazıyorsa doğrudur. :D

 

Politika adlı arkadaşa söyleyinde biraz kuran okusun.O böyle bir şey olamaz,Allah bu kadar zalim değildir, inkarcılar iftira ediyor dedide onu için bu ayetleri yazdım

Gönderi tarihi:
sayın sardunyam

 

çelişki her insanda olur ama derece önemlidir. ben kendimi bundan beri tutmuyorum.

ama dedigim gibi çok temel konularda çelişki kanımca bilgi eksikliginden ya da anlama probleminden kaynaklanır. bende dogru bilgiyi yanlış anlıyor olabilirim.

her bilgide degişik fikir sahibi olmak da öyle övünülülecek bir durum olmasa gerekir. yani bazı sabit fikirler degerlidir ve hayat onların üstüne bina olur ve bu sabitelerde herhangi bir degişim gerçek anlamda bir devrimdir her kişi için.

pergel örnegi aslında söylemek istedigimizi çok güzel ifade eder bu anlamda ; bir ayak sabitde digeri hareket halinde, merkez fikri önemlidir

 

Çelişkide dereceyi belirlemek insanın elinde değildir sayın aslan34

Temel konularda çelişki de görecelidir arkadaşım... Anlayıp anlamadığını bilmek ise kişinin bakış açısına ve egosunun yüksekliğine göre değişir... "Hz. Mevlananın çok güzel bir tespiti vardır bu konuda... Cahilin cehaletini anlamak kolaydır ama itiraf ettirmek imkansızdır..." Yani kimse anlayamadığını itiraf etmez, herkes en doğrusunu anlıyordur...

 

Her bilgide değişik fikirden övünülmez ama değişik fikirleri dinlemek ve değerlendirmek gerekir. Çünkü farklı bir bakış açısı yakalanmış olabilir... Ben buna önem veririm, o yüzden her fikir önemlidir benim için... Yalnız sabit fikir her zaman zararlıdır bunu iddia ediyorum... Bence nede sabit olunur fikrimi söyleyim... İman sabit olur, inanç sabit olur, ideal sabit olur, ilke sabit olur... Ama fikir değişkendir, üretken olmalıdır... Gelişmeye yenilenmeye tazelenmeye açık olmalıdır... Zaten inançta yani (din ya da ideoloji) ezbere dayalı ise sindirilmemiş, üzerine düşünülmeden kabullenilmiş ise zaten faydalı değildir...

 

seküler olmak ile dindar olmak arasındaki çelişki ise benim iddiamdır, kabul ya da reddetmek gayet dogaldır ama dayanaklarıyla beraber.

yani büyük

türk düşünürleri gibi genel bir kavram buna delil olamaz; kimdir bunlarve dünya insanı olmayan mı? var bu anlamda.

dinci ile dindar insan arasındaki ayrımı kabul etmemekle beraber ; ölçü sizin kafanızdakiler olamaz. Dinin parametrelerinden yola çıkıp gene etkili delillerle görüşlerinizi söylemeniz lazım.

dindar ve Dinci bana bunlar aynı gibi geliyor, yada biraz daha açmalısın.

 

Benim kafamdakiler benim ölçülerim sayın aslan34... sizin kafanızdakilerin de sizin ölçüleriniz olduğu gibi... Ben tercihimi bu yönde yapıyorum, hümanist düşünürlerin geliştirdiği fikri rehber ediniyorum... Mesela Türk düşünürlerine en güzel örnek, Mevlana, Yunus Emre, Farabi, Hacı Bektaş Veli... Ve Mustafa Kemal Atatürk'te bir hümanisttir, asker olmasına karşın oldukça merhametli ve yüce gönüllüdür... Savaş dışında cana kast etmezler, yaşamın herkes için bir armağan olduğunu savunurlar, özgür düşünce ve özgür ifadeden yanadırlar...

 

Dindar ile dinci arasında ki en önemli fark biri samimidir, niyetle bağlanmıştır, diğeri taraftardır, ona göre din ideoloji olmuştur... Ve bütün dünyaya bu çerçeveden bakar... Oysa bakılacak bir sürü penceresi vardır insanlığın... Bütün dünya insanları İslam değil ve bizler onlarla aynı gezegende yaşamaktayız... Onların yaşam felsefelerine de saygı duymak zorundayız... O yüzden Kuran'ı özümsemek çok önemlidir... Kuran'ın mesajını anlamayıp diğer insanların yaşam hakkına gasp edilemez... Ama din adına bunu yapanlarda var... Öyle değil mi? Bir insan kendisi gibi düşünmeyeni dini için öldürebiliyorsa o zaman bizlerin onlardan ayrıldığı bir nokta mutlaka olmalı... Rahmetli Gonca Kuriş'in sözlerinden rahatsız olarak onu öldürenler kendilerine Allah'ın askeri diyorlardı, böyle düşünen insanlarda bizlerle yaşamaktalar...

 

Hz. Peygamberin senin dedigin anlamda 'dinci' olmadıgını aksine 'dindar' oldugunu yani hayatının merkezine ve yegane amaç edinmedigini kanıtlamanız lazım.

 

Benim için bu türden tartışmalar diger türden olandan daha yararlıdır.

 

Peygamber efendimiz herşeyden önce bir tebliğcidir, onun bizlerden farklı yanları mutlaka olacaktır... Ama bugün kendilerini ona uydurduklarını savunanlar, onun hadislerini Kuran'ın ayetlerinin önüne geçirenler O'nunda kendileri gibi olduğunu iddia etmektedirler... İslamın kuruluş yıllarında Peygamber ve ondan sonra halifelik yapan sahabeden onurlu insanlar yaşam tarzları ile bize örnektir... Ama bu konuda da sizinle fikir ayrılığıa düşeceğimizden eminim... Siz Hz. Peygamberin dinci olduğunu iddia edeceksiniz, ben aksini savunacağım... Hz. Peygamber dini tebliğ edicidir... Bu ayrımın farkındamısınız?

Gönderi tarihi:
Peygamber efendimiz herşeyden önce bir tebliğcidir, onun bizlerden farklı yanları mutlaka olacaktır... Ama bugün kendilerini ona uydurduklarını savunanlar, onun hadislerini Kuran'ın ayetlerinin önüne geçirenler O'nunda kendileri gibi olduğunu iddia etmektedirler... İslamın kuruluş yıllarında Peygamber ve ondan sonra halifelik yapan sahabeden onurlu insanlar yaşam tarzları ile bize örnektir... Ama bu konuda da sizinle fikir ayrılığıa düşeceğimizden eminim... Siz Hz. Peygamberin dinci olduğunu iddia edeceksiniz, ben aksini savunacağım... Hz. Peygamber dini tebliğ edicidir... Bu ayrımın farkındamısınız?

 

 

buradan başlayalım.

Peygamber efendimizin herşeyden önce bir tebliğci oldugunu söylemen gereksiz, yani en azından bana.

Peygamberin bizden farklı yanları olmasıda gayet normal bir durum.

Kendilerini ona uydurdugunu savunanlar, onun sözlerinin ve Kur'an'ı açıklamasını örnek aldıklarını söylemeleride gayet dogal.

Ama kimse O'nunda kendileri gibi oldugunu iddia etmemektedir. Eger böyle birisi varsa söyledigi ya da yazdıgını banada açıklarmısınız ; ben bu zamana kadar Peygamberin kendileri gibi oldugunu iddia eden kimseyi tanımadım. O'nu örnek almaya çalışan ayrıdır, lakin O'nun gibiyim demek ayrıdır. Evet sizden bu anlamda bir şeyler bekliyorum.

 

Dinci benim kavramım degil sayın sardunyam, siz ve sizin gibilerin kavramı, bakın bütün iletilerime böyle bir tanım bulamazsınız.

 

Bana Hz. Peygamberin tebligciligini anlatın siz, farkında olmadıgımı anlatınız.

 

Çünkü bu yazdıklarınız benim sorduklarımın cevabını içermiyor ve zaten inandıgım bir kaç ilkeyi söylüyorsunuz.

soruyu iyi anlamadınız galiba tekrar soruyorum alıntılayarak.

 

 

Dinci kavramı sizin ve diyorsunuz ki ;

 

''' Dinci ile dindar arasında çok büyük fark vardır... Dinci hayatının merkezine dini koyar ve onu bir amaç olarak algılayıp yaşar, dindar ise tercih etmiş olduğu inancını merkeze koymaz sadece Allah'a ulaşmak adına yaşar... Laiklikte dinciye aykırıdır, dindara değildir.'''

 

Bende size sormuştum ;

 

''''''Hz. Peygamberin senin dedigin anlamda 'dinci' olmadıgını aksine 'dindar' oldugunu yani hayatının merkezine dini koymadıgını ve yegane amaç edinmedigini kanıtlamanız lazım.'''

 

evet sordugum buydu...

Gönderi tarihi:
Çelişkide dereceyi belirlemek insanın elinde değildir sayın aslan34

Temel konularda çelişki de görecelidir arkadaşım... Anlayıp anlamadığını bilmek ise kişinin bakış açısına ve egosunun yüksekliğine göre değişir... "Hz. Mevlananın çok güzel bir tespiti vardır bu konuda... Cahilin cehaletini anlamak kolaydır ama itiraf ettirmek imkansızdır..." Yani kimse anlayamadığını itiraf etmez, herkes en doğrusunu anlıyordur...

 

Her bilgide değişik fikirden övünülmez ama değişik fikirleri dinlemek ve değerlendirmek gerekir. Çünkü farklı bir bakış açısı yakalanmış olabilir... Ben buna önem veririm, o yüzden her fikir önemlidir benim için... Yalnız sabit fikir her zaman zararlıdır bunu iddia ediyorum... Bence nede sabit olunur fikrimi söyleyim... İman sabit olur, inanç sabit olur, ideal sabit olur, ilke sabit olur... Ama fikir değişkendir, üretken olmalıdır... Gelişmeye yenilenmeye tazelenmeye açık olmalıdır... Zaten inançta yani (din ya da ideoloji) ezbere dayalı ise sindirilmemiş, üzerine düşünülmeden kabullenilmiş ise zaten faydalı değildir...

 

 

Çelişkide 'dereceyi' belirlemek kimin elinde sayın sardunyam.?

 

Temel konularda çelişkinin göreceli oldugunu söylemeniz bile çelişki. Her kesin temelleri, kendi temelleridir ; şimdi kendi temellerinin göreceli oldugunu söyleyebilirmisin ?

 

anlayıp anlamadıgını bilmek tabiki kişinin bakış açısına göredir ve Mevlananın söyledigi sözde konumuzla ya da benim söylediklerimle alakası pek yok.

 

Kimsenin anlayamadıgını itiraf etmesine gerek yok, taki anladıktan sonraya kadar.

 

Ben sizin ne demek istediginizi şu an hiç anlamadım mesela.

 

Ben 'pergel' örnegiyle insanın bir takım sabiteleri olmalı ki düzgün şekiller çıkarabilsin demek istedim ve sizin söyledikleriniz genel için ama ben sizin kendi şahsınızı konu edinmiştim.

 

burda bir anlama ve anlatma problemi oldugu kesin.

 

Degişik fikirleri dinlemek ve ögrenmek konusunda benim aksi bir söylemim mi oldu?

 

İman sabit olur, inanç sabit olur, ideal sabit olur, ilke sabit olur... ama fikir degişkendir.

 

siz imana nasıl sahip oluyorsunuz, inanca nasıl sahip oluyorsunuz, nasıl belli bir ideal sahibi oluyorsunuz, nasıl ilkerim var diyebiliyorsunuz.

 

Bunların hepsi belli bir fikri barındırır içinde, yani havadan inmiş degillerdir. Belli bir ugraş sonucunda varılır bu sabitelere ve benim demek istegim de buydu ama demek anlatamamışım. Belli bir fikir degişken degildir.

 

ya da benim yazdıklarımı anlamamışsınız. üretken olmak, degişme, yenilenme bunlara kimse bir şey demedi.

siz sadece pergeli düşünün ve bir ayagını açabildiginiz kadar açın ama öbür ayak sabit bir noktada kalsın.

Gönderi tarihi:
Benim kafamdakiler benim ölçülerim sayın aslan34... sizin kafanızdakilerin de sizin ölçüleriniz olduğu gibi... Ben tercihimi bu yönde yapıyorum, hümanist düşünürlerin geliştirdiği fikri rehber ediniyorum... Mesela Türk düşünürlerine en güzel örnek, Mevlana, Yunus Emre, Farabi, Hacı Bektaş Veli... Ve Mustafa Kemal Atatürk'te bir hümanisttir, asker olmasına karşın oldukça merhametli ve yüce gönüllüdür... Savaş dışında cana kast etmezler, yaşamın herkes için bir armağan olduğunu savunurlar, özgür düşünce ve özgür ifadeden yanadırlar...

 

Dindar ile dinci arasında ki en önemli fark biri samimidir, niyetle bağlanmıştır, diğeri taraftardır, ona göre din ideoloji olmuştur... Ve bütün dünyaya bu çerçeveden bakar... Oysa bakılacak bir sürü penceresi vardır insanlığın... Bütün dünya insanları İslam değil ve bizler onlarla aynı gezegende yaşamaktayız... Onların yaşam felsefelerine de saygı duymak zorundayız... O yüzden Kuran'ı özümsemek çok önemlidir... Kuran'ın mesajını anlamayıp diğer insanların yaşam hakkına gasp edilemez... Ama din adına bunu yapanlarda var... Öyle değil mi? Bir insan kendisi gibi düşünmeyeni dini için öldürebiliyorsa o zaman bizlerin onlardan ayrıldığı bir nokta mutlaka olmalı... Rahmetli Gonca Kuriş'in sözlerinden rahatsız olarak onu öldürenler kendilerine Allah'ın askeri diyorlardı, böyle düşünen insanlarda bizlerle yaşamaktalar...

 

 

Sizin ölçüleriniz sizin benimkilerde benim bu gayet dogal ve münazarada böyle olmalı.

 

önce hümanist bir tanım yapmalısınız ve bu saydıgınız insanlar bir akım olarak hümanizm zamanında yaşamış insanlar degil. hümanizmden ne anlıyorsunuz, bir kurumsal yapıyı mı? yoksa insaniyetligi mi? mesela Batı, bir yönde olabilir ya da belli bir düşünceyide yansıtabilir. Hangi hümanizm ?

 

Mevlana, Yunus Emre, Farabi, Hacı Bektaş Veli... ve bu şahsiyetlerin 'seküler' oldugunu iddia ediyorsanız, bunların bunu destekleyen fikirlerini paylaşın bizimle.

 

Bana seküler düşüncenin en temel ilkesini söyleyin bitirelim bu tartışmayı, seküler 'akıl'ın neyi ifade ettigini anlatırmısınız, yani seküler derken neyi anlatmaya çalışıyorsunuz.

 

birde 'din' olgusunu en kısa şekilde bir tanımla nasıl anlatırsınız. (kaynagından) ( sosyolojik tanım degil)

 

sayın sardunyam biz laik/seküler akıl ile dinleri tartışıyoruz ve sizin yazdıklarınız bu konuyla hiç bir alakası yoktur.

Tarihde muazzam bir kırılmayı, insan düşünüş ve yaşayışını ilgilendiren derin kırılmayı konuşmak istiyorum ama sizin daha kavramları bile nasıl anladıgınızı anlamış degilim.

 

son bir şey söyleyeyim

 

'hizbullah' adlı örgüt 'devlet'in pkk ya karşı kurdugu bir örgüttür ve bunu herkes biliyor.

bu tip konuları gündeme getirmeniz, savunacak fikrinizin kalmadıgını ele verir.

biraz daha tutarlı olalım.

Gönderi tarihi:
Sayın bilimselci

 

Ben size Kur'an'ın ruhuna ya da özüne inin anlamında ona iman edin demiyorum bu saçma olurdu zaten.

Ben İlahi oldugunu iddia ediyorum.

Siz olmadıgını iddia ediyorsunuz.

Ama bu demek degil ki önümüzde Kur'an diye bir vakıa yok, hayır bilakiz 'beşeri' olarak degerlendirin.

Ne siz arap kültürü deyin, nede ben İlahi kitap diyeyim, sorun bu degil.

Sadece Kur'an diyelim ve siz 'İlah'i olmadıgını söyleyin.

Çok şeyler yazıp hiç bir şeyden bahsetmemek bence gereksiz.

 

Sayın Aslan,

 

Keşke anlatmaya duyduğunuz samimiyeti anlamaya da duysaydınız, çok daha çabuk anlaşabilecektik.

100 iletinin çoğu seninle benim aramızda tartışmamzla geçti, ama ahlakın öz kaynağı olan insan değerinin, ahlakın belirleyici ögesi olduğunu maalesef anlayamadık.

 

İyi ve kötüyü belirlemek için insan bir üst merciye (tanrısal/dinsel) ihtiyaç duymaz.

İnsan, doğada var olma yaşam kavgası içerisinde zaten kendisine yapılmasını/yapılmamasını gerekenleri özü gereği keşfetmiş bulunmaktadır.

İsanlar kendisine yapılıp yapılmamasını istediği şeyleri tarih içerisinde iyi ve kötü olarak isimlendirdiğini, bunu da "ahlak" değerleri olarak belirlediğini...

Bu gelişmeyi, değişik toplumların değişik kültürler şeklinde oluşturduğunu...

Bu değerleri bazı çıkarcı, egemen gurupların da kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayıp, dinsel kükümler olarak empoze ettiğini...

Bir kaç kez vurguladım.

Ama buna rağmen, gerçek iyi ve kötülüğün ancak din hükümleri ile belirlendiğini, gerçek ahlakın dinde olduğunu israrla söylemektesin.

Bu durumda dinsiz insanların ahlaksız olduğuğu gibi, dinsiz toplumlarında ahlaksız olduğu eşitlemesi ortaya çıkmaktadır.

Bu mümkünmüdür ?

 

Birey ve toplum olarak insanlığın yaratıcıdan değilde kendi üretim ilişkileri sonucu, temel olan bir kaç önemli ahlaki çıkarımları vardır.

 

"Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma."

"Kendine yapılmasını istediğini başkalarına yap."

"Başkalarının kendilerine yapılmasını istediğini onlara yap ki, onlar da senin kendine yapılmasını istediğini sana yapsınlar"

gibi...

 

Bunlar için hiçbir ilahi iyi/kötü tanımına ihtiyaç yoktur.

Bu anlayış fizikteki "görelilik" prensibiyle uyuşmaktadır, ilahi bir referansa ihtiyaç duymaz.

Yine de tüm bir toplumu/dünyayı düzenleyebilecek kadar etkin fakat basit/sade bir prensiptir.

 

Yapılmasını istediğimiz/istemediğimiz, iyiler/kötüler göreceli olarak değişebilir, ama prensibin değişmesine gerek yoktur, yani bu bakımdan da güncelliğini korumaktadır.

 

İnsan tarihinde, değişik toplumların değişik kültürleriyle belirlenmiş iyiler/kötüler ayıklanmış, evrensel ahlak oluşturulmuştur.

 

Görüşlerim anlaşılmadığı için, son bir kez daha özet olarak yazdım.

 

Selamlar.

Gönderi tarihi:
buradan başlayalım.

Peygamber efendimizin herşeyden önce bir tebliğci oldugunu söylemen gereksiz, yani en azından bana.

Peygamberin bizden farklı yanları olmasıda gayet normal bir durum.

Kendilerini ona uydurdugunu savunanlar, onun sözlerinin ve Kur'an'ı açıklamasını örnek aldıklarını söylemeleride gayet dogal.

Ama kimse O'nunda kendileri gibi oldugunu iddia etmemektedir. Eger böyle birisi varsa söyledigi ya da yazdıgını banada açıklarmısınız ; ben bu zamana kadar Peygamberin kendileri gibi oldugunu iddia eden kimseyi tanımadım. O'nu örnek almaya çalışan ayrıdır, lakin O'nun gibiyim demek ayrıdır. Evet sizden bu anlamda bir şeyler bekliyorum.

Dinci benim kavramım degil sayın sardunyam, siz ve sizin gibilerin kavramı, bakın bütün iletilerime böyle bir tanım bulamazsınız.

Bana Hz. Peygamberin tebligciligini anlatın siz, farkında olmadıgımı anlatınız.

Çünkü bu yazdıklarınız benim sorduklarımın cevabını içermiyor ve zaten inandıgım bir kaç ilkeyi söylüyorsunuz.

soruyu iyi anlamadınız galiba tekrar soruyorum alıntılayarak.

Dinci kavramı sizin ve diyorsunuz ki ;

''' Dinci ile dindar arasında çok büyük fark vardır... Dinci hayatının merkezine dini koyar ve onu bir amaç olarak algılayıp yaşar, dindar ise tercih etmiş olduğu inancını merkeze koymaz sadece Allah'a ulaşmak adına yaşar... Laiklikte dinciye aykırıdır, dindara değildir.'''

Bende size sormuştum ;

''''''Hz. Peygamberin senin dedigin anlamda 'dinci' olmadıgını aksine 'dindar' oldugunu yani hayatının merkezine dini koymadıgını ve yegane amaç edinmedigini kanıtlamanız lazım.'''

evet sordugum buydu...

Çok uzun uzun yazmışsınız ama aynı şeyleri tekrar etmişsiniz... Ben duydum peygamberin kendileri gibi olduğunu iddia eden bir çok insanın sözlerini, ama şimdi o insanları bulup buraya mı getirmem gerekecek, sanırım bu konuda birbirimizin sözüne güvenmek zorundayız...

 

Peygamberin tebliğci olduğunu size hatırlatmamın sebebi de bu sorunuzdan kaynaklanıyor, yani hayatının merkezinde din olması O'nun görevidir herşeyden önce, bunu anlamak lazım, yani O Resullullah İslam'ı anlatmak için gelmiştir, en birinci vazifesi budur, buna göre onu bizden ayrı tutan özellik nedir?

 

Ben sizin bu açıklamanıza karşın sizden "din nedir" e kendi yaklaşımınızı öğrenmek istiyorum... Sizce Din Nedir?

Gönderi tarihi:
Çelişkide 'dereceyi' belirlemek kimin elinde sayın sardunyam.?

Temel konularda çelişkinin göreceli oldugunu söylemeniz bile çelişki. Her kesin temelleri, kendi temelleridir ; şimdi kendi temellerinin göreceli oldugunu söyleyebilirmisin ?

anlayıp anlamadıgını bilmek tabiki kişinin bakış açısına göredir ve Mevlananın söyledigi sözde konumuzla ya da benim söylediklerimle alakası pek yok.

Kimsenin anlayamadıgını itiraf etmesine gerek yok, taki anladıktan sonraya kadar.

Ben sizin ne demek istediginizi şu an hiç anlamadım mesela.

Ben 'pergel' örnegiyle insanın bir takım sabiteleri olmalı ki düzgün şekiller çıkarabilsin demek istedim ve sizin söyledikleriniz genel için ama ben sizin kendi şahsınızı konu edinmiştim.

burda bir anlama ve anlatma problemi oldugu kesin.

Degişik fikirleri dinlemek ve ögrenmek konusunda benim aksi bir söylemim mi oldu?

İman sabit olur, inanç sabit olur, ideal sabit olur, ilke sabit olur... ama fikir degişkendir.

siz imana nasıl sahip oluyorsunuz, inanca nasıl sahip oluyorsunuz, nasıl belli bir ideal sahibi oluyorsunuz, nasıl ilkerim var diyebiliyorsunuz.

Bunların hepsi belli bir fikri barındırır içinde, yani havadan inmiş degillerdir. Belli bir ugraş sonucunda varılır bu sabitelere ve benim demek istegim de buydu ama demek anlatamamışım. Belli bir fikir degişken degildir.

ya da benim yazdıklarımı anlamamışsınız. üretken olmak, degişme, yenilenme bunlara kimse bir şey demedi.

siz sadece pergeli düşünün ve bir ayagını açabildiginiz kadar açın ama öbür ayak sabit bir noktada kalsın.

Çelişkilerde dereceyi birinin belirlemesi mi gerekli? Bunu açarmısınız? Kim belirlemeli, hangi ölçülerle belirlemeli?

çelişkininde çelişkisi vardır mı demek istediniz? :) Elbette temel düşüncelerimde kendi bakış açımla değerlendireceğim kime göre değerlendireceğim? Sorgulanmanın bireyin yapıp ettiğine göre yapılmasının asıl sebebi budur aslan34, kendi bilgisi, algısı, yapısı, niyeti nedir, işte değerlendirme bunlara göre yapılır...

 

İman, ilke, inanç, ideal insanların düşünerek, öğrenerek, fark ederek, zihinde kurgulayarak vardığı sonuçlar değil midir?

işte bunlar değişmez, yani eğer bu konularda kendinizi ikna etmişseniz ancak onun üzerine inşanızı devam ettirirsiniz, burada anlama ve anlatma sorunu neden kaynaklanıyor biliyor musunuz? aynı dili konuşmamıza rağmen, aynı duyguları paylaşmıyoruz, siz benim inandığım değerlerin hiç birine inanmıyorsunuz, bende sizinkilere o yüzden duygularımız bakış açılarımız görüşlerimiz farklı... ve o yüzden sizinle anlaşabilmemizin olanağı yok, zorluyoruz işte...

 

Bişeye bişey dediniz, demediniz bunu ifade etmedim ki, sadece sizden farklı düşünmeme sebep olan fikirlerimi anlattım, anlayabilmeniz için, ama anlaşamayacağımızı bilerek... pergel temelini attığınız değerlerde olur, fikirler değişkendirden kastım şudur, şimdi düşünün Allah'a inanıyorsunuz, bende inanıyorum, Allah hakkında ve sistemi hakkında bilgi edindikçe fikirlerimizde zenginlik olur, hatta değişiklikte olur... Bir değere sahipsiniz o değer hakkında ne kadar çok araştırırsanız, fikrinizde o derece değişiklik, zenginlik olur, bakış açılarının farklılığını merakım buradan kaynaklanır, sizin baktığınız noktadan bakan çok insan tanıdım, bununla yetinmedim...

Gönderi tarihi:
Sizin ölçüleriniz sizin benimkilerde benim bu gayet dogal ve münazarada böyle olmalı.

önce hümanist bir tanım yapmalısınız ve bu saydıgınız insanlar bir akım olarak hümanizm zamanında yaşamış insanlar degil. hümanizmden ne anlıyorsunuz, bir kurumsal yapıyı mı? yoksa insaniyetligi mi? mesela Batı, bir yönde olabilir ya da belli bir düşünceyide yansıtabilir. Hangi hümanizm ?

Mevlana, Yunus Emre, Farabi, Hacı Bektaş Veli... ve bu şahsiyetlerin 'seküler' oldugunu iddia ediyorsanız, bunların bunu destekleyen fikirlerini paylaşın bizimle.

Bana seküler düşüncenin en temel ilkesini söyleyin bitirelim bu tartışmayı, seküler 'akıl'ın neyi ifade ettigini anlatırmısınız, yani seküler derken neyi anlatmaya çalışıyorsunuz.

birde 'din' olgusunu en kısa şekilde bir tanımla nasıl anlatırsınız. (kaynagından) ( sosyolojik tanım degil)

sayın sardunyam biz laik/seküler akıl ile dinleri tartışıyoruz ve sizin yazdıklarınız bu konuyla hiç bir alakası yoktur.

Tarihde muazzam bir kırılmayı, insan düşünüş ve yaşayışını ilgilendiren derin kırılmayı konuşmak istiyorum ama sizin daha kavramları bile nasıl anladıgınızı anlamış degilim.

son bir şey söyleyeyim

'hizbullah' adlı örgüt 'devlet'in pkk ya karşı kurdugu bir örgüttür ve bunu herkes biliyor.

bu tip konuları gündeme getirmeniz, savunacak fikrinizin kalmadıgını ele verir.

biraz daha tutarlı olalım.

 

Hangi hümanizm dediğiniz zaman bu çeşitlidir manası çıkar ki değildir, insancıllık, iyi niyet, hoşgörü... işte budur... yani özü insan sevgisine dayanan hümanizm, gerçi benim bildiğim başka bir türü yok ama siz başka türlerini de biliyorsunuz galiba?

 

İsmini verdiğim insanların söylediği sözler kitaplarda, nette, dergilerde mevcut zahmet edip okuyun, oradan bulursunuz seküler ve inançlı bakış açılarını... tek tek yazacak zamanım yok...

 

seküler bakış yani dünyasal bakış bütün insanların içinde vardır, en dindarı bile içinde bir dünyasallık taşımaktadır, madde bedenin gereksinimleri bu dünyaya aittir... Din ruhu yönetir, yani düşünceyi, düşüncede bedeni kontrol eder... Zincirleme bir etkileşimdir... O yüzden hem seküler hemde dindar olunabilir, adı geçen alimler, filazoflar, düşünürler aynı zamanda dünyasal olarakta yaklaşmış, bakmış, kavramışlardır... Bir bütünü incelemenin en iyi yolu onu parçalara ayırıp araştırmaktır, seküler bakış açısı dünyasal bütün meseleleri parçalar öyle hesap eder, dindarlık ise bütünü temsil eder, bütüne inanır, öyle olmalıdır, zira Allah insanlığa bildirmiştir hiç bir şey birbirinden ayrı değildir, insan Allah'tan ayrı değildir...

 

Hizbullah meselesinde çok yüzeysel bakıyorsunuz, öldürülen masum insanların kanını akıtan bu kanlı terör örgütü kendilerine Allah'ın askesi diyerek sözüm ona Allah'ın dinini savunduklarını sanıyorlar... Ve bunlar gerçek, hilafet devleti kurmak isteyen çığırtkanlarda toplantılarda ölüm naraları atıyorlar geçmişte bu kasetleri izlemişsinizdir, izlemediyseniz de netten bulabilirsiniz, yani sadece dini terör örgütleri değil dinden çıkar elde eden kesimde kendi idealleri uğruna başka düşünceleri sindirme, yıldırma, susturma derdindedir... Siz kabul etseniz de etmesenizde bu böyledir... 5/6 yaşlarında çocukları gönderdikleri Kuran kurslarında birer militan gibi yetiştiren, gelecekte Din Devleti kurulacağına and içen, bu yolda karşısına çıkacak engelleri Allah adına ortadan kaldıracağını sanan zihniyetleri görüyoruz... Siz görmüyor musunuz?

 

Savunulacak fikrimin kalıp kalmadığı sonucuna erken vardın yoksa bilgiler sana ağır mı geldi?

******************************************************************************************

Ahlak'ın kaynağının ne olduğu konusunda insanlık tarihi boyunca ortaya konan üç temel tezin olduğu görülmektedir. Bu tezlerden ilki, ahlakı insanın hem yaratılışı, tabiatı veya fıtrat kanunları anlamında, hem de peygamberler aracılığıyla gönderilen vahiy kaynaklı ilkeler, kurallar anlamında kabul eden dinlerin tezleridir. İkinci tez ise ahlakı akıl referanslı olarak ele alan, onu hem bir metafizik hem de pratik bir insani olgu olarak gören farklı felsefe doktrinlerinin tezleridir. Üçüncü tez ise, ahlakın toplumsal yönü üzerine geliştirilen antropolojik ve sosyolojik teorilerdir.

 

Ahlak kavramı Batı dillerinde ise iki farklı biçimde kullanılmaktadır: Etik ve moral… Yunanca "etik" kavramı "ethos" kelimesinden gelmektedir. Bu kavram aslında ahlakın tam bir karşılığı olmaktan çok, ahlakın konuları üzerine yapılan felsefelerin genel bir adıdır. Başka bir ifadeyle, ahlak üzerine yapılan felsefe ya da ahlak üzerine düşünebilme faaliyetidir. Yani etik, "iyi ile kötü olan davranışların belirlenmesini teorik olarak ve mantık temellerine dayalı olarak incelemeyi konu edinen bir disiplin"dir. Böylece ahlak felsefesi anlamındaki etik, belli bir toplumda veya belli bir dönemde ortaya çıkmış ahlak kurallarıyla değil, ahlakın her zaman ve toplumda geçerli ilkelerinin neler olduğu, farklı ahlak kuralları arasında seçim yapmamızı belirleyen ilke ve ölçütlerin neler olabileceği gibi konularla ilgilenir.

 

Ahlâk problemi, insanlık tarihi boyunca, felsefenin hem teorik, hem pratik konuları arasında yer almıştır. Ya da ahlâk problemini hem teorik, hem de pratik bir konu olarak değerlendiren filozoflar vardır. Başka bir ifadeyle de ahlâk probleminin, teorik yanı da vardır, pratik tarafı da denilebilir. Mesela, ahlak felsefesinin ilk üstatlarından Platon'a göre, ahlâk problemi, bilgi teorisinin üzerine bina edilir. O bilgi ile erdem arasında yakın bir bağ kurarak, idealist bir ahlâk teorisi geliştirir. Diğer yandan öğrencisi Aristoteles, ahlakı teorik ve pratik yönleriyle ele alma konusunda daha ayrıntılı fikirler üretir. Aristo kendisine sadece iyiyi ve erdemi amaç edinen düşünme erdemleri ile iyiyi pratik davranışlar bakımından inceleyen karakter erdemlerini birbirinden ayırır.

 

Hangi tarafından bakılırsa bakılsın ahlâk, felsefenin temel problemlerinden birisi olmaktadır. Teorik açıdan insanın kendi kendisiyle hesaplaşmasını sağlayan vicdan, ahlâk felsefesinin çözülemeyen problemlerinden birisi olmaya devam etmektedir. Birçok insanın karşı karşıya kaldığı bir şaşırıp kalma haline neden olan "vicdanın sesi" denen şey nedir? Hiçbir belli neden olmaksızın mesela, (Sokrates'i ölüme gitmeye yönelten) o vicdan (daimon) nedir? Bu sorular hep varolmaya devam etmektedir.

 

Fakat toplumun tek tek insanlara yüklediği bu davranışların iyi ya da kötü olarak belirlenmesi, gerçekten de doğru ve geçerli bir hüküm olabilir mi? İnsanların çoğunluğu bu soruları sormaksızın toplumun istediği davranışları iyi; istemediği davranışları da kötü olarak benimser ve bunları uygulamaya çalışır. Filozoflar ise bilgi, varlık ve estetik yargılarda olduğu gibi, bu konuda da aklın kılavuzluğuna başvururlar. Aklın açık-seçik ve tutarlı olarak aydınlatmadığı bir yargıyı hemen doğru olarak kabul etmezler. İşte filozoflara göre ahlak olgusu hakkında da özellikle bazı soruların cevabını verdikten sonra, onun hakkında daha doğru bir hüküm verebilir.

 

Filozofların ahlâk prensiplerini anlamak ve açıklamak amacıyla sordukları belli başlı sorular ise şunlardır:

 

1- Toplum otoritesinin kaynağı nedir? Toplum otoritesi apriorik (deneyden önce) bir zorunluluk mudur; yoksa sonradan bazı toplumsal grupların ya da kişilerin çıkarları için teşekkül etmiş sun'i bir teşekkül müdür? Toplumun belirlediği iyi ve kötü yargıları insanın daha özgür kılınmasını mı, yoksa özgürlüğünün elinden alınmasını mı sonuç verir?

 

2- Bütün insanların ittifak edip, onaylayabilecekleri ortak davranış tarzları var mıdır? Yoksa kişiden kişiye, toplumdan topluma değişen relatif bir durumdan mı söz edilebilir?

 

3- İnsanın her zaman ve mekanda değişmeden kalan insani bir özü var mıdır? Yani ortak bir insan tabiatından söz edilebilir mi? Eğer böyle ise, insanın bu tabiatı ahlaklı bir varlık olmasına elverişli midir? Ya da insanın tabiatı bencil mi, yoksa toplumsal mıdır?

 

4- İnsan davranışlarında hür müdür, yani insanın hür bir iradesi var mıdır? Yoksa insan belli duygu ve tabiat ilkeleri tarafından sınırlandırılmış mıdır?

 

5- Davranışlarımızı belirleyen ahlâk prensipleri ile düşünce ile bilgi arasında bir ilişki var mıdır? Varsa bu ilişkide hangisi önce gelir. Ahlaki davranışlarımız ve eylemlerimiz bilgi ile temellendirilebilir mi? (Dranaz, 1972, 103)

 

6- İyilik ve kötülük kavramları hakkında ortaya atılan; iyilik ve kötülük bir davranışın ya da varlığın özünde var olan bir özellik midir; yoksa bir eylemi veya varlığı biz iyi ya da kötü olarak nitelendirdiğimiz için mi öyledirler?

 

Alıntı

Gönderi tarihi:

Çok uzun uzun yazmışsınız ama aynı şeyleri tekrar etmişsiniz... Ben duydum peygamberin kendileri gibi olduğunu iddia eden bir çok insanın sözlerini, ama şimdi o insanları bulup buraya mı getirmem gerekecek, sanırım bu konuda birbirimizin sözüne güvenmek zorundayız...

 

Peygamberin tebliğci olduğunu size hatırlatmamın sebebi de bu sorunuzdan kaynaklanıyor, yani hayatının merkezinde din olması O'nun görevidir herşeyden önce, bunu anlamak lazım, yani O Resullullah İslam'ı anlatmak için gelmiştir, en birinci vazifesi budur, buna göre onu bizden ayrı tutan özellik nedir?

 

Ben sizin bu açıklamanıza karşın sizden "din nedir" e kendi yaklaşımınızı öğrenmek istiyorum... Sizce Din Nedir?

 

 

yani sizin tanımlarınıza göre Peygamberde 'dinci' oluyor.

 

Peygamberin hayatının merkezinde din olması onun görevidir yani tek gayesi dindir Nebi'nin.

Bunu anlamak o kadar zor degil sayın sardunyam.

 

O'na inanan insanların O'nu örnek alması kadar dogal ne olabilir ki, hayatlarını O'nun gibi İlah'i kaynaklı açıklamaları kadar dogal bir şey olamaz ve bunun aksi bir uygulama-sözde yoktur.

Peygamberligi siz nasıl tanımlıyorsunuz, yani nedir peygamber ?

 

 

Peygamberin diger insanlardan ayrı olmasının tek nedeni vahiy alıyor olmasıdır ve başka hiç bir neden yoktur.

O, ''bende sizin gibi insanım, yer,içer, uyurum sizden tek farkım Rab'bim bana vayyediyor'' demiştir.

O, Allah'ın kulu ve rasülüdür.

 

Peygamber vahiy dışında bir çok sahabinin görüşüne başvurmuş, dinlemiş ve uygulamıştır.

Hatta bir savaşta yer seçiminde sahabilerden biri peygamberin seçtigi yer için O'na '' bu senin seçimin mi? yoksa Allah'ın mı?'' diye sormuş, O ise '' benim'' demiş ve sahabi o zaman burası yanlışdır demiş ve kendi görüşünü söylemiş ve kabul edimiştir.

 

Allah'ın Dini söz konusu olunca Rasul tavizsizdir.

 

 

Dinin tanımı ise kısaca ;

 

Da-Ne, De-Ye-NE fiil kökünden gelir. Baş egmek, itaat etmek, adet edinmek, hesaba çekmek, ceza-mükafat vermek, gibi anlamlara gelir.

Dane'n nase ; insanları itaate zorladı....Dinte'l kavm; onları zelil ettin...dintühü; onu idare ettim...dane nefsuhu; nefsine hakim oldu...

 

Din hayatın bütününü kapsar. Kur'an'a göre Allah, insanı kendisine uyup-uymamak ekseninde hesaba çekecektir. Din, Allah'ın koymuş oldugu hükümlerin, çizmiş oldugu yolun, baştan sona bir bütünüdür.

Dinin uygulamaları konuşulabilir ama din Allah'ındır.

 

AL-İ İMRAN(85) Kim Allah'a teslimiyetten başka bir din ararsa, bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır.

 

Allah, insanların hak dinden başka dinlerde edindigini vurgular Kur'an'da;

 

EN'AM(70) Bu dünya hayatının rahatına dalarak eğlenceyi ve geçici zevkleri din haline getiren kimseleri kendi haline bırak;

Gönderi tarihi:
...........

O, ''bende sizin gibi insanım, yer,içer, uyurum sizden tek farkım Rab'bim bana vayyediyor'' demiştir.

O, Allah'ın kulu ve rasülüdür.

...........

 

Rant kapabilmek amacı ile her devirde peygamberler gelerek, düşünemeyen teslimiyetçi insanları kandırmaktadırlar.

Söyledikleri şeyler de yaptıkları şeyler de biribirlerinin kopyalarıdır.

Peygamber Zerdüşt "Sabalan" dağında vahiy aldı diye, peygamber Muhammed'te "Hira" dağında vahiy almıştır.

Peygamber Zerdüşt koyun derisine yazdırtarak kutsal kitap "Avesta"yı oluşturmuş.

Peygamber Muhammed te hayvan derisine yazdırtark kutsal kitap "Kur'an'ı" oluşturmuş.

 

Peygamber olduğunu iddia eden kişiler, ne kadar sansasyon (ilginçlik) yaratmışsa, ne kadar kandırmakta başarılı olmuşsa, ne kadar kaorkutmuşsa, inanan kişisi o kadar fazla olmuştur.

 

Muhammed son peygamber değildir.

Araştırıp ismini yazamadığım onlarca peygamber daha var.

İşte ondan sonra gelen peygamberler :

 

Sabatay sevi

Mirza Hüseyin Ali (Bahayullah)

Moon

George Fox

Charles Taze Russell

Hasan mezarcı

İskender Ali Mihr

Hatice Kübra Benlioğlu

 

Peygamber Muhammed'in de, yukardaki peygamberler'in de bir çok inanan teslimiyetçi cemaat'ı var.

Gönderi tarihi:
Peygamber Zerdüşt koyun derisine yazdırtarak kutsal kitap "Avesta"yı oluşturmuş.

Peygamber Muhammed te hayvan derisine yazdırtark kutsal kitap "Kur'an'ı" oluşturmuş.

 

İşte ondan sonra gelen peygamberler :

 

Sabatay sevi

Mirza Hüseyin Ali (Bahayullah)

Moon

George Fox

Charles Taze Russell

Hasan mezarcı

İskender Ali Mihr

Hatice Kübra Benlioğlu

 

Peygamber Muhammed'in de, yukardaki peygamberler'in de bir çok inanan teslimiyetçi cemaat'ı var.

[/color][/size][/font][/b]

 

ayetlerin şuraya ya da buraya yazılmasının ancak devriyle alakası olur.

vahyin ilkin dagda gelmesi falan bunların bir eleştiri konusu olması absürt. nolmuş yani gelemez mi?

 

 

bir çok kişi kendisinin 'peygamber' oldugunu iddia etmiştir ve edebilirde. çıksınlar etsinler. herkes cürmü kadar yer yakar.

ama dünya hala Muhammedi konuşup tartışıyor. kimse adları anılanların sözde peygamberligini falan tartışmıyor.burda bile kimse mevsu bahis etmiyor mesela...

diyoruz ya herkesin bir agırlıgı var işte.

Gönderi tarihi:
Rant kapabilmek amacı ile her devirde peygamberler gelerek, düşünemeyen teslimiyetçi insanları kandırmaktadırlar.

Söyledikleri şeyler de yaptıkları şeyler de biribirlerinin kopyalarıdır.

 

 

Kapitalist mantık budur sanırım. Her ahval ve şerait içerisinde cebi düşünmek. Ancak ortada birtakım sorunlar var. Rant'ı tanımlayalım mı yoksa herkes manasını biliyor mu? Bildiğini varsayalım. Rantı fazla geniş bir yoruma tabii tutmadan; bir kişinin peygamberlik iddia etmesi rant kavgasına mesnettir diyebilmemiz için Ya peygamberlik iddiasından önceki haliyle bu iddiayı seslendirdikten sonraki dönem arasında artı yönde mal varlığında bir artış olacak veya olmasa da kişinin bu yönde bir mal isteği olacak. Yani, Ben peygamberim benim mal varlığımı artırın...

 

Peygamber Efendimiz, peygamberliğini açıklamadan evvel maddi yönden iyi bir durumdaydı. Peygamberliğinden sonra ise hicret ettiğini, Medine de yaşadığı hayatı ve öldüğü zamanki mal varlığını hesaba kattığımızda bu yönde bir artış göze çarpmıyor. Hatta, bilinen o ki, Mekke'nin ileri gelenleri Peygamberimizi altınlara boğacaklarını yeterki peygamberlik iddiasından vazgeçmesini söylüyorlar. Tarihi cevap herkesin hafızasında yerini koruyor mu bilmem ama hatırlatayım. Bir elime güneşi öteki elime ayı da verseniz ben bu davamdan vazgeçmem diyor.

 

Gerçekten ortada bir rant meselesi olsaydı ona bu kadar inanan olmazdı bu bir, ikincisi Mekkenin ileri gelenlerinin teklifini kabul ederdi, üçüncüsü bütün mal varlığını mekkelilere bırakıp medineye hicret etmezdi.

 

Bunlar gösteriyor ki, Peygamber Efendimiz bir rant kavgası peşinde değildi. O kendisine Allah tarafından verilen görevi yerine getirmenin peşindeydi ve bu sebeple biz bugün onun izindeyiz...

 

Sahte peygamberlerin izinden gidenler de Din hakkında bilgisi zayıf olanlar maalesef...İslam Dini hakkındaki bilgilerinden bahsediyorum. Kopya meselesine gelince 1000'lerle ifade edilen peygamberden bahsediyoruz. Herhalde bunlar arasında bir çok benzerlik olacak. Birine dağda gelir, birine bayırda, birine kapalı bir mekanda gelir, birine başka bir yerde. Eğer her peygambere vahiy farklı bir yerde gelmez zorunda olsaydı ve her peygamber kendisine gelen vahyi farklı bir şeyin üzerine yazmak zorunda olsaydı inanın bu en son peygamberin durumunu inanılmaz güçleştirecekti.

 

Yanlış hatırlamıyorsam 124'binden fazla peygamberin sonuncusundan bahsediyoruz.

 

NOT:Peygamberler ve ehl-i beyti sadaka kabul edemezler, Peygamberlerin mirasları yoktur.

Gönderi tarihi:

Akıl herhangi bir noktayı düşünürken, bütün bağlantıları gereği gibi kuramayıp, herhangi bir yanlış fikrin etkisi altında kalma tehlikesi ile yüzyüzedir!.

 

İşte o anda da vehim, onun üzerinde hükmünü icra eder; yani nefsin, benliğin üzerinde tesirini icra eder.

 

Aklın gücünü, tesirini keser, geleceğe ve bilince dönük biçim yerine; bedene, ve benliğe dönük istikamette bir harekete sürükler.. O zararlı hareketi yararlıymış gibi gösterir!. Çünkü vehim, her şeyi tersine gösterir...işte bu yüzden de zararlı hareketi yararlıymış gibi sandırıp, seni yanlışa çekebilir.

 

Ancak vehmin üstesinden yüzde yüz gelebilecek bir güç vardır...işte o güç iman gücüdür.

 

"İman"da, "akıl" ve mantığa yön veren "fikir" durur!...

 

Meselâ sana biri geliyor, hiç aklının ve mantığının kabul etmeyeceği bir şey söylüyor. Şu işi şöylece yap diyor...

 

Eğer sen, o kişiye tam bir itimadla güvenmişsen, daha önceden aklın yatmışsa; bu kişi mutlaka doğru söyler, kendi menfaatine dönük bir şey söylemez, söylediği doğrudur diye tam inanmışsan; işte o zaman söylediği ters bile gelse, vehim seni o işi yapmamağa tahrik etse dahi, ona olan o güvenin, teslimiyetin dolayısı ile o işi yaparsın!.

 

İşte o işi yapman anında sen vehmini yenmişindir.

 

Ama işi o iman ve teslimiyetle yapmayıp da, "acaba ben bu işi böyle mi yapsam..? Bu böyle diyor ama, bu böyle olursa, böyle böyle sonuçlanır; yok böyle olmazsa, şöyle şöyle neticeler doğurur"un içine girdin mi, işin içinden çıkamazsın ve o işi gerektiği biçimde yapamazsın.

 

Yapamadığın zaman da vehim sana galip gelmiş olur!. Yani yapamamak, vehminin sana galip gelmesindendir.

 

Bu yüzdendir ki ölümötesi yaşam konusu, teslimiyet ve iman esasına dayandırılmıştır.

 

Tasavvufta bütün tarikatlar esas olarak teslimiyeti ele alır... Yani der ki: "eğer tarikata girdiysen şeyhine teslim ol, ne diyorsa hiç üstünde fikir yürütmeden onu yap"!... Yani şeyhe teslimiyetin esası, herhangi bir konuda fikir yürütmeden uymaktır.

 

Tarikat olayını bir yana bırakırsak; İslâmiyet çerçevesinde, Allah Rasûlü’nün fikirlerine, sen karşı fikir öne sürmeden güvenerek teslim ol, dediğini yap.

 

Ondan sonra o olay niye gelmiştir, hikmeti nedir? Onu araştır!. Onu araştırma denmiyor!.

 

O yüzden de Hz. Ali`ye "Sen "ALLAH"`a aklı ile yakîn olanlardan ol.." buyuruyor...

 

Yani niye öyle diyor?

 

Zaten teslimiyeti ele almış, teslimiyetle ilerliyor. ilerlerken neyin niye olduğunu, hikmetini anlamak için aklını kullan, diyor.

 

Kendine yön verme sırasında, istikametini çizme sırasında imanını kullan!.

 

Ama o yolda yürürken de akılla yürü ki sağlam olsun!.

 

Bir an gelir iman zayıflar... İmanın zayıfladığı anda akıl sana destek olsun!.

 

Eğer o konuda bir araştırma yapmışsan; neyin niye olduğunu kavramışsan; o işin hikmetlerini çözmüşsen; imanın zayıfladığı noktada akıl sana destek olur.

 

Ama aklını kullanmadan sırf imanla gidiyorsan, o zaman tehlikedesin!... Çünkü iman daha önce de bahsettiğim gibi zaman zaman zayıflar...

 

Alıntı... bir yorum

Gönderi tarihi:
Kapitalist mantık budur sanırım.

................

Gerçekten ortada bir rant meselesi olsaydı ona bu kadar inanan olmazdı bu bir, ikincisi Mekkenin ileri gelenlerinin teklifini kabul ederdi, üçüncüsü bütün mal varlığını mekkelilere bırakıp medineye hicret etmezdi.

 

Dünyanın geçici olduğunu söyleyip durması başkaları içindir,muhammed için değil.O sanki hiç ölmeyecekmiş gibi zengin olmaya çalışmış ve başarmıştır.

 

Çok zengin bir kadın olan Hatice'den miras kalanlar

 

*Ebubekir'in sağladığı mallar

*Medinelilerin sağladığı mallar

*Düşünülemeyecek kadar çok ganimetler: Medine yakınlarındaki Hurmalıklar; Hayber Hurmalıkları; Fedek Hurmalıkları bkz:( Sahih-i Buhari tecrid: 1288 nolu hadis ve Kamil Mirasın açıklamaları)

*Humus (savaş ganimetinin beşte bir payı)

*Ayet inip Bazı savaş ganimetlerin tümü. Örnek: Nadiroğullarından Fedek Halkından elde edilen ganimet böyle olmuştur. F.Razi: 29/284; Kurtubi 18/19 )

*Ayet inip hakkında nüzul olan HAŞR SURESİ 6.AYET:6 - Allah'ın, onlardan peygamberine verdiği ganimetlere gelince siz onun üzerine ne at, ne de deve sürmediniz. Fakat Allah peygamberini, dilediği kimselerin üzerine salar. Allah her şeye kadirdir.

 

Haşr Suresi 6. ayetin Tefsiri: Elde edilmesinde zorluk olmayan ganimete de fey' adı verilmiştir. Şer'an da fey', kâfirlerin mallarından müslümanlara dönen ganimet ve haraç gibi gelirler demektir. Denilmiştir ki ganimet, harb esnasında kâfirlerden üstünlük ve galibiyyetle alınan şeylerdir. Hükmü, Enfâl Sûresi'nde geçen "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne..." (Enfâl, 8/41) âyeti gereğince beşte birdir. Fey' ise harp bittikten ve feth edilen yer Dar-ı İslâm olduktan sonra onlardan alınan mallardır. Hükmü, beşe bölünmeksizin hepsi müslümanların menfaatlarına uygun olan yönlere sarf edilir." âyette geçen zamirinden maksat, yurtlarından sürülen kâfirler, yani Benî Nadir'dir. Onlardan Resulullah (s.a.v)'a ganimet olarak verilenler de, bırakmış oldukları taşınır ve taşınmaz malların ganimet olmak üzere Resulullah'ın eline verilmesi ve tasarrufuna geçirilmesi demektir.

 

SÜNNETE BAKALIM: Nadir Oğulları'nın malları, elde edilmesinde fazla zorluk çekilmeyen ganimet kabilinden bir fey' olarak kalmıştı. Sahâbîler bunun, Bedir'de olduğu gibi Enfâl Sûresi'de bulunan âyetlerin hükmü gereğince beşe bölünerek kalanın taksim edileceğini sanmışlardı. İşte bu âyetle bunun bilhassa Resulullah'a aid bir fey' olduğu beyan edilerek buyuruluyor ki, Allah'ın yurtlarından çıkarmakla perişan ettiği o kâfirlerden fey' olarak Resulü'ne iâde buyurduğu mala gelince siz ona ne at oynattınız ne de deve.

 

HADİSE BAKALIM TEKRAR: Buharî, Müslim Tirmizî, Nesaî ve diğer kaynaklarda rivayet edildiğine göre, Hz.Ömer demiştir ki, "Nadir Oğulları'nın malları, Allah Teâlâ'nın, Resulü'ne ganimet olarak verdiği, elde edilmesi hususunda müslümanların ne at ne de deve sürmediği ganimet malı idi ve Resulullah'a mahsustu. Hz.Peyamber bu maldan ehlinin bir senelik nafakasını ayırdı, kalanını silah ve hayvanat ile Allah yolunda hazırlanmak için sarfetti. Nadir Oğulları'na karşı yapılan kıtal da ehemmiyetsizdir." (sÜNNET VE hADİS DIŞINDA yukarıdaki Ayet tefsiri Elmalılı Hamdi Yazırdan alıntılandı)

* De ki, ganimetler Allah ve Peygambere aittir. (Enfal, 8/1),

* Muhammedin şahsi zengiliğinin DİĞER işaretleri: 60'tan fazla kölesi, 20 cariyesi; Karılarından Ayşe'nin bir andını bozması üzerine KENDİSİNE AİT OLANLARDAN 40 köle birden AZAD etmesi (Buhari; tecrid hadis no: 699 ve devamına dair kamil Miras'ın İzahı)

* Veda Haccı öncesinde kendi hazinesinden 100 deve kuban kestiren, hatta bir kısmını da kendi kesen; bir kısmını da damadı Ali'ye kestirEBİLECEK bir dünyalığa

sahip olması (Buhari ve Müslim'de Kitabu'l-hac'ca bkz).

* Rukye: Nefes etme ve okuma sonucu Teda vi ettiği-yani E't-Tıbbün-nebevi'yi uyguladığı vakalarla doludur Kütub-u Sitte. Her defasında Rukye adı altında ücret aldığın: koyun sürüleri, kurutulmuş, yoğurt, et artık 'Şifa bulan'ın gönlünden ne koparsa, gücü ne kadarsa ÜCRET almıştır Muhammed. Uhruc duası ile (''Uhruc adevullah, ene resullullah!'') diyerek Cin çıkaran da bu Muhammed Mustafa'dır

* El-Müellefetül Kulüb ve ganimetlerin büyüklüğüne örnek:

Hevazin-Huneyn savaşında ganimet olarak elde edilenler Buhari'nin e's-Sahih'inde sayılıp dökülür: 6 bin kadın; 24 bin deve; 40 bin davar; 4 bin okiyye gümüş. Taberi ve Ceziri'ye göre düpedüz RÜŞVET VEREREK kabilenin ileri gelenlerinin Kalplerine İslama Isındıran (Yaşar Nuri terminolojisi ile) da bu Zat. EbuSüfyan'dan-Hars oğlu Ala'ya kadar 15 kişilik putataparlara İslama gelsinler diye 100'ER (YÜZ'ER) deve verende O. Kurana El-Müellefetül Kulüb diye de girmiş bu olay.

Sahihi Buhari'de ve İbni İshak'da Cabir b. Abdullah rivayetine göre şunları okuyoruz:

''Benden evvel hiç kimseye (diğer nebilere) verilmedik beş şey, hep birden bana verilmiştir:

1-) Düşmanın kalbine korku salmak

2-) Yeryüzü bana namazgah kılındı

3-) Cihad yolu ile bana ganimet helal edildi (''Ganaim bana helal edildi'' Halbuki benden evvelki Nebilere helal değildi)

4-) Bana Şafaahat verildi

5-) Bütün kavimlerin peygamberi sayılmak (''Benden evvel her nebi hassaten kendi kavmine ba's olunurken; ben umum-ı nasa ba's olundum'') Buhari c.II s. 223

 

* Enfal suresi: 1 - Sana ganimetlerin bölüştürülmesini soruyorlar. De ki, ganimetlerin taksimi Allah'a ve Resulüne aittir. Onun için siz gerçekten mümin kimseler iseniz Allah'tan korkun da biribirinizle aranızı düzeltin. Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. (Elmalılı Meali)

* De ki; enfâl (ganimet), Allah ve Resulünündür. Yani enfâl hakkında hüküm vermek Allah'a ve Resul'e mahsustur. Bunda kimsenin oyu ve onayı yoktur. Allah nasıl emrederse Resul de onu öylece tebliğ ve icra eder (Elmalılı Tefsiri)

* Enfal suresi: 41- Şunu da biliniz ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. O da peygambere ve ona yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir. Eğer siz Allah'a iman etmiş, hak ile batılın ayrıldığı o gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği o (Bedir) günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman getirmiş iseniz bunu böyle biliniz. Ve biliniz ki, Allah, herşeye kâdirdir. (Elmalılı Meali)

* Ganimet derken tam olarak ne kastediliyor ve bu savaş ve Kıyımlar sonunda üleştirilen nedir. Bakalım neymiş:

_Köle (Kadın ve çocuklar)

_Cariye

_Hurmalıklar, verimli-verimsiz bütün topraklar

_ deve, at, koyun, kuzu ve her türlü davar

_ gümüş - altın - gibi tüm mücevheratlar

_Ele geçirilen silahlar

* ''Hicri 3. yılda Muhayrık adındaki Sahabisi Muhammede vasiyet yoluyla 7 (y e d i ) Hurma bahçesi bağışlar'' (Muhammed Hamidullah; İslam peygamberi

Bunları beyt-ül Mal'e (devlet bütçesine katıp fakir fukara-garip gurebayı doyuracak yerde, Kullanımı hane-i saadetine devretmiştir. Kadınları ve ev ahalisi ve kendisi bundan sebeplenmiştir.

Bunları okuyan, işitenler ağlarlar camilerde. Veda Haccında 100 deve kişisel servetinden kestiren; Bayramlarda 2şer koç kestiren bir Nebii nerede ise yarı aç-yarı tok yaşar ve karnına ''açlıktan taş basarmış''...

E's-Sahihlerden (Buhari hadislerinden) son çarpıcı bir örnek:

''Adamın biri peygambere gelip isstekte, yardım talebinde bulunuyor. Peygamberde o kişiye '' i k i d a ğ ı n'' arasını dolduracak kadar çok koyun verdi''

 

Sayın Katakutanın yazısından alıntıdır.

 

 

Ayrıca Muhemmed'in kendisini peygamber ilan etmesinde, Allahın tasdikini iddia ettiği bir çok ünvan ve dokunulmazlık çıkarı da vardır.

 

Ayetlerle evlatlığının hanımı da dahil olmak üzere nerede ise tüm çevre kadınlarını kendisine adattırması:

 

Ahzâb(*) Sûresinin 50 . Ayetinde

Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir.

 

Ahzâb(*) Sûresinin 29 . Ayetinde

“Eğer Allah’ı, Resülünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükafat hazırlamıştır.”

 

Ahzâb(*) Sûresinin 31 . Ayetinde

İçinizden kim Allah’a ve Resülüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükafatını iki kat veririz. Biz ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır.

 

İnşirâh Sûresinin 4 . Ayetinde

Senin şânını yükseltmedik mi?

 

"İki cihan serveri, son peygamber, Allahın sevgilisi" ünvanları, Muhammed için peygamberliğin nimetleri ve cazipliğidir.

 

Gönderi tarihi:

Bilimselciciğim,

 

Katakuta kardeş, ateist bir sitenin müdavimi bilindiği üzere. Bu forumda tartışmaya ve bu foruma eklemeye çalıştığı yazı ve bilgilerin hemen tamamı oradaki bilgilerin bir kısmından ibaret.

 

Dolayısıyla bu bilgilerin objektifliği konusunda ortada büyük bir sorun var. Zaten Suheda'da alıntıyı yaptığın yerin hemen altında belirtmiş, bu yazının noktası virgülüne dokunulmadan kopyalanmış olduğunu. Lakin sırf ateizmi savunan bir sitede bu bilgiler geçiyor diye yok sayacak değiliz. İncelemekte fayda var.

 

 

Yukarda geçen bilgiler tam olarak doğru olmadığını belirten başka islami kaynaklar mevcut olmakla birlikte ben, DİYANET'in resmi sitesinde geçen bilgileri buraya aktarıyorum.

 

5- Hz. Peygamber’in Mirası

 

Hz. Peygamber’in mirasına geçmeden önce onun geçim kaynakları hususuna temas etmek gerekir. O, çocukluk ve gençlik çağlarında amcası Ebû Tâlib'in himayesinde iken, evin geçimi konusunda, özellikle ticâri faaliyetlerinde ona yardımcı olmuştur. Ebû Tâlib seferlerinde onu da beraberinde götürüyordu.[1023] Hz. Peygamber'in, zengin bir hanım olan Hz. Hatice ile evlendikten sonra da ticârî faaliyetlere devam ettiği de bilinmektedir. Peygamberliği döneminde de Mekke'de muhtemelen ticârete devam ediyordu. Kur'ân-ı Kerîm'de açıklandığı üzere, müşriklerin taaccüb ederek "Bu nasıl Peygamber! Yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor"[1024] şeklindeki ifadelerine bakılırsa, o, çarşı/pazarda İslâm'ı tebliğ ve ihtiyacını temin yanında, muhtemelen alışveriş de yapıyordu.

 

Hz. Peygamber, ne peygamberliği ve ne de devlet başkanlığı karşılığında herhangi bir ücret almıyordu. Kur’an-ı Kerim’de onun görevi karşılığında ücret istemediğine ve karşılık almadığına dair pekçok âyet-i kerime bulunmaktadır.[1025] Hz. Peygamber Medine döneminde gerek mecburi vergilerden ve gerekse fakirlere verilmesi gereken nafile sadakalardan hiç bir şekilde faydalanmazdı. Vergilerin ve zekat gelirlerinin kendisi ve aile fertleri için helal olmadığını söylerdi.

 

Hz. Peygamber’in Geçim Kaynakları Ana Hatlarıyla Şunlardır:

 

a- Enfâl Sûresinin 41. âyetinin hükmüne göre ganimetin beşte birinden aldığı hisse. Ayette geçen Allah ve Resûlü’nünhissesi bir kalem kabul edilirse bu, “humusu’l-humus” (beşte birin beşte biri) yani yüzde dört oranındadır. Hz. Peygamber yine Enfâl Sûresinin 41. âyetine göre savaşa katılan gazi sıfatıyla, savaşa iştirak eden gazilere dağıtılan beşte dörtten de hissesine düşeni almıştır. Bunların dışında Hz. Peygamber, “safiy” denilen ve ganimet taksim edilmeden öncebaşkomutanın seçip beğendiği maldan sembolik olarak almıştır. Bu aldığı, bazen bir kılıç, bazen bir at, bazen bir köle veya cariye veyahut da herhangi bir eşya olmuştur.[1026]

 

b- Hz. Peygamber hediye kabul ederdi. Dolayısıyla onun bir gelir kaynağını da kendisine hediye edilen ve bağışlanan mallar oluşturmaktadır. Mesela Benî Nadîr’den Muhayrık isminde bir Yahudi, Uhud Gazvesi'nde onun safında savaşmış, bu savaşta ölmeden önce vasıyet yoluyla yedi adet bahçesini kendisine bağışlamıştır.[1027]

 

c- Barış yoluyla ele geçirilen gayr-i müslim topraklarından elde edilen arazi geliri. Mesela Fedek arazisi gibi.

 

Hz. Peygamber’in maddi mirasını menkul mallar ve gayr-i menkul mallar şeklinde iki kısımda mütâlaa etmek mümkündür. Menkul olanlar, para, zâtî eşya, hayvan gibi mallardır. Hz. Peygamber hastalığı esnasında yanında bulunan yedi (bazı rivayetlerde beşten dokuza kadar çeşitli rakamlar verilmektedir) dirhemin fakirlere dağıtılmasını istemiştir.[1028] Bu bakımdan o, nakit miras bırakmamıştır. Daha önce kölelelerini de azat ettiğinden, vefat ettiği esnada kölesi ve cariyesi de yoktu. Bazı kaynaklar onun geriye develerinin, giyim eşyalarının, yüzüğünün, bazı aletlerin ve zırhının kaldığını kaydederler. şüphesiz hanımlarının kullandığı ev eşyaları bunların dışındadır. Onun hayvanları ile bazı ev aletleri ve ayakkabılarının Ali ailesine verildiği kaydedilir. Hırkası, kılıcı ve yüzüğü ise devlete kalmıştır.

 

Gayr-i menkul mallara, yani arazilere gelince, Hz. Peygamber’in vefatından sonra kızı Hz. Fâtıma başta olmak üzere bazı yakın akrabaları Hz. Ebû Bekir’den onun mirasını istediler. Hz. Ebû Bekir, Resûlüllah’ın"Biz peygamberler miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır"[1029] buyurduğunu söyleyerek, onun terekesini taksim etmeyeceğini, ancak hayatta iken kendisinin bakmakla mükellefolduklarınabakacağını ve onun sarfettiği yerlere de aynen sarfedeceğini bildirdi.[1030] Hz. Peygamber Fedek arazisinin gelirlerini ailesinin giderleri için harcar, amme işlerine, yolcu ve misafirlere sarfederdi. Dolayısıyla Hz. Peygamber, arazileri intifa hakkı kendinde kalmak şartıyla kamunun istifadesine vakfetmiştir. Hz. Peygamber’in sahip olduğu arazileri, vefatından sonradevlete mâledildi. Hz. Ebû Bekir buranın gelirlerini aynen Resûlüllah’ın harcadığı yerlere sarfederdi. Fedek, Hulefâ-i Râşidîn döneminde de hazineye ait olarak kalmış ve Hz. Ebû Bekir’in uygulamasına devam edilmiştir.

 

Hz. Peygamber’in hanımlarının oturmakta olduğu odaları Hz. Peygamber vasiyet yoluyla onlara bırakmıştır. Buna göre onlar burada oturacaklar, dünyadan ayrılınca da bu odalar, araziler gibiResûlüllah’ın sadakaları arasına katılacaktı.[1031]

 

Hz. Peygamber’in manevi mirası Kur’an ve Sünnettir. Hz. Peygamber’in ahirete irtihalinden sonra da Müslümanlar Kur’an ve sünnete sahip çıkmışlar ve bu uğurda büyükgayret göstermişlerdir. Bu gayret sonucunda hem Kur’an ve Sünnetteki prensipleri günlük hayatlarına uygulamışlar ve hem de sayıları milyonlarla ifade edilen Kur’an nüshaları, tefsirler ve hadis eserleriyle Kur’an ve sünneti kültürel hayatlarının temel taşları yapmışlardır.

 

Siz de biliyorsunuz ki, daha önce bu forumda Peygamberin eşleri konusu defalarca tartışıldı. Onu, şehvetinin esiri olan, gözü bundan başka birşey görmeyen biri olarak betimleyenler oldu.

 

Şimdi biz kendimizi bir tartalım. 25 yaşındayız. Gençlik yıllarının ilerleyen aşamasında yani. Ama gidip 14 yaşında bir kız (çocuğuyla) değilde 40 yaşında bir kadınla evleniyoruz. Bu nasıl şehvet. Hz. Peygambere ilk inanan kadın Hz. Hatice, ona peygamberlik 40 yaşında geldi ve Hz. Hatice hayattayken ikinci bir evlilik yapmadı. Kaynaklar onun ikinci evliliğinin 53 yaşındayken olduğunu söylüyorlar. Kendimizi tekrar tartıyoruz. 53 yaşında ne kadar şehvetimiz kalır. Azgınlık durdu durdu ve 53 yaşında ortaya çıktı. Hz. Hatice hayattayken Peygamberin evlenmesine yasal bir engel yoktu bildiğim kadarıyla.

 

Bir alıntı daha eklemek zorunda kaldım. Kusura bakma...Zira tek tek kaynağı ben yazmaya çabalasaydım uzun sürecekti.

 

2-Kocası savaşta şehit olan kimsesiz dul hanımları koruma altına alma. Örnek olarak Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Zeynep verilebilir.

 

Hz. Ümmü Seleme. Hz. Peygamberin 5.eşi, kendisine derin bağlılığı ile ünlüdür. Kocası Abdulesed ile İslâmiyeti ilk kabul edenlerdendi. Putperestlerin zulmü ile Mekke'den Afganistan'a ve sonra da Medine'ye hicret ettiler. Kocası, Uhud Savaşı'nda şehit olunca 4 çocuğu ile dul kaldı. Hz. Peygamber kimsesiz kalan Ümmü Seleme ile evlenerek, onu ve çocuklarını koruması altına aldı. O, İslâmiyet'in azılı düşmanı müşriklerin komutanı Halid'in de yakın akrabasıydı. Halid, bu evlilikten çok etkilendi ve iki yıl sonra da İslâmiyet'i kabul etti.

 

Hz. Zeynep. Hz. Muhammed'in 8.eşi ve Huzeyme'nin kızıydı.İlk kocası Bedir Savaşı'nda ikinci kocası da Uhud Savaşı'nda şehit oldu. Böylece kimsesiz kalan Hz. Zeynep, Allah'ın Resul'ü tarafından nikahlanarak koruma altına alındı. Ancak kendisi, bu evlilikten üç ay sonra vefat etti.

 

3- En yakın dostlarının kızları ile evlenerek aileyi onurlandırma. Hz. Âişe, Hz. Hafsa ve Cahş kızı Hz. Zeynep örnek olarak verilebilir.

 

Hz. Âişe. Hz. Peygamber'in 3.eşi ve en yakın dostu birinci halife Ebubekir'in kızıdır. Mekke'de doğup büyüdü, çok iyi bir terbiye alarak yetişti. Allah'ın Elçisi; Hz. Ebûbekir Ailesi'ni şereflendirmek için daha çocuk yaşında Hz. Âişe ile nikahlandı, onu ancak büluğ çağında evine aldı. Çok zeki ve akıllı bir kadındı, Hz. Peygamber'in eşi olarak gereken görevleri başarı ile yerine getiriyordu. 9 sene müddetle Hz. Peygamber'in en yakını olarak birçok hizmetlerde bulundu.Yüce Eşi'nin yanında askeri seferlere iştirak ediyor, hasta bakıcı olarak da görev yapıyordu. Çok sayıda (Hz. Peygamberin sözü) hadisin günümüze kadar gelmesine vesile oldu. O, İslâm'ın en büyük hukukçularından biri olarak kabul edilir.

 

Hz. Hafsa. Hz. Peygamber'in 4.eşi ve yakın dostu ikinci halife Hz. Ömer'in kızıdır. Mekke putperestlerinin eziyetlerine dayanamayarak ilk müslümanlardan olan kocası Huzâfa ile birlikte Habeşistan'a daha sonraları da Medine Şehri'ne hicret etti. Uhut Savaşı'nda kocası şehit olunca dul kaldı. Allah'ın Elçisi, Hz. Ömer'in isteği ile kızını eş olarak almış ve böylece akrabalık bağı ile onları onurlandırmıştı.

 

Cahş Kızı Hz. Zeynep. Hz. Peygamber'in öz halasının, güzelliği ve mağrurluğu ile ünlü kızı ve 7.eşidir. Arabistan'da, azat edilen köleler haksızlığa uğratılıyordu. İşte bu kötü geleneği silmek ve onların da diğer insanlarla eşit olduğunu göstermek için Allah'ın Resul'ü; azat olmuş kölesi ve hukuken evlât edindiği kâmil insan Zeyd'i, hala kızı Zeynep ile evlendirdi. Ancak eşler anlaşamıyor ve uyumsuzlukları devam ediyordu. Hz. Peygamber'in karşı çıkmasına rağmen Zeyd, evliliği sona erdirdi. Hz. Zeynep, bu olaylara çok üzülmüştü. Bir müddet sonra da Hz. Peygamber'e, Zeynep ile evlenmesi için vahiy yoluyla emir geldi. Ahzâb 33/37 : Hani sen Allah'ın nimetlendirdiği, senin de lütufta bulunduğun kişiye (eşini yanında tut, Allah'tan kork) diyordun ama, Allah'ın açıklayacağı bir şeyi de içinde saklıyordun; insanlardan çekiniyordun. Oysa ki kendisinden korkmana Allah daha lâyıktır. Zeyd o kadından ilişiğini kesince onu sana nikâhladık ki, evlâtlıkları eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde, mü minler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Zaten Allah' ın emri yerine getirilmiştir. Böylece hem Zeynep korunma altına alınarak, onun mutsuzluğuna son verilmiş ve hem de Arap geleneğine göre : Evlâtlığın boşadığı kadını onun babalığı alamaz. adeti sona ermişti.

 

4- Düşman kabilelerinden kadın alarak onları İslâmiyet'e kazandırma. Örnek olarak Hz. Cüveyriye, Hz. Ümmü Habibe, Hz. Safiyye, Mısırlı Hz. Mâriye ve son eşi Hz. Meymûne verilebilir.

 

Hz. Cüveyriye. Düşman Benû'l - Mustalik Kabilesi reisinin dul kızı ve Hz. Peygamber'in 6.eşidir. İlk kocası müslümanlarla yaptığı savaşta vefat etmişti. Esir düşen Hz. Cevriye cariye olacağı yerde, Hz. Peygamber'in eşi olmuştur. Allah'ın Elçisi bu evliliği gerçekleştirmekle akraba bağı oluştuğundan, düşman kabilesi mensupları da İslâmiyet saflarına geçmekte gecikmemişlerdir.

 

Hz. Ümmü Habibe. Mekke putperestlerinin lideri ve başkomutanı, Hz. Peygamber'in baş düşmanı Ebu Süfyan'ın kızı ve 9.eşidir. Babasına rağmen kocası Cahş ile ilk müslümanlardan olmuş, mürşiklerin baskısına dayanamayarak Habeşistan'a hicret etmişti. Orada eşi din değiştirerek Hıristiyanlığı kabul etmiş ve bir müddet sonra da ölmüştü. İlk evliliğinden bir çocuğu olan Hz. Ümmü Habibe bütün varlığı ile İslâmiyet'e sadık kalmış ve babasının lideri olduğu Mekke Şehri'ne de geri dönmemişti. İşte bu vefanın karşılığı olarak Allah'ın Resul'ünden; Habeşistan'ın dost kıralı Necasî'nin aracılığı ile evlenme teklifi alınca, sonsuz mutluluğa ermişti. Müslüman bir kadının ulaşabileceği en büyük ödül. Bu evlilikten sonra baba Ebu Süfyan'ın Hz.Peygamber'e olan düşmanlığı da azalmaya başlamıştı. Yüce Allah, Müntehine 60/7 de şöyle buyurmaktadır : Olabilir ki Allah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasına bir sevgi koyar...

 

Hz. Safiyye. Hz. Peygamber'in 10.eşi, Hayberli Yahudi kızı. Müslümanlarla Yahudiler arasında geçen Hayber Savaşı'nda kocası öldü. Kendisi de esir düşerek Hz. Peygamber'e ganimet payı olarak ayrıldı. Allah'ın Resul'ünün: Kendi dininde kal, seni memleketine göndereyim. Eğer istersen İslâmiyet'i kabul et, seninle nikâhlanayım. teklifine hemen olumlu cevap verdi. Bu evlilik; harpte mağlup olan Yahudiler arasında etkisini göstermiş, bir kısmının İslâmiyet'i kabul etmesine vesile olmuştu.

 

Mısırlı Hz. Mâriye. Hz. Peygamber'in 11.eşidir. Mısır Kralı Mukavkıs tarafından hediye olarak gönderildi. Allah'ın Resul'ü de onu cariye değil, eş olarak kabul etti ve nikâhladı. Bu evlilik Mısır Halkı'nın İslâmiyet'e sıcak bakmasına çok etkili olmuştur.

 

Hz. Meymûne. Hz. Peygamber'in, son ve 12.eşidir. Allah'ın Elçisi, putperest Mekke'liler ile münasebetlerinde düşmanlığın ortadan kalkmasını istiyordu. Mekke'li dul bir hanım olan Hz. Meymûne' nin, muhtelif kabilelerin hatırlı kişileri ile evli 8 kızkardeşi bulunuyordu. Bunların kocaları Mekke'de geniş bir etki sahasına sahiptiler. Bu evlilik, Mekke Halkı ile gerginliğin azalmasına vesile olmuştur.

 

Allah'ın Resul'ü; 53 yaşından vefatı olan 62 yaşına kadar birçoğu yaşlı ve çocuklu olan dul hanımlar ile evlendi. Böyle ileri bir çağda nefsinin hoşlandığı duygularının veya cinsel isteklerinin tatmini için eşler alsaydı mutlaka genç, güzel ve çekici hanımları tercih ederdi. İlk eşinden sonraki evlilikler, Yüce Allah'ın isteği (vahyi) doğrultusunda dini yayma nedenleri ile gerçekleşmiştir.

 

Hz. Peygamber'in oturduğu yer bir saray değildi. Ev, bir mescit ve küçük odalardan ibaretti. Duvarlar kerpiçten, tavan hurma ağacı ve yapraklarından oluşmuştu. Yağmurların sızmaması için, tavanın üstüne bir kilim örtülmüştü. Hz. Peygamber Eşleri'nin yaşadığı mahaller; Dünya nimetleri ile değil, mahrumiyet ve sıkıntılarla doluydu. Allah'ın Resul'ü sahip olduğu bütün nimetleri toplumuna dağıtıyor; kendisi, eşleri ve çocuklarına daha az pay ayırdığından, ashabından daha fakir bir hayat yaşıyorlardı. Bu fedakârlıkları Hz. Peygamber ile birlikte tüm aile göğüslemekteydi. Çoğu bolluk ve varlıklı bir yaşam içinden gelen eşler, yoksulluktan zaman zaman şikâyetçi olmuşlarsa da, ilâhî görevini eksiksiz yapan Allah'ın Elçisi tavrını hiç değiştirmemişti. Bu olaylar üzerine Yüce Yaratıcı, Peygamber Hanımlarına şöyle uyarıda bulunuyordu. Ahzâb 33/28-29 : Ey Peygamber! Eşlerine söyle: Eğer siz, Dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedelinizi vereyim ve sizi güzellikle salayım. Eğer siz; Allah'ı,Elçisi'ni ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilinizki Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir ödül hazırlamıştır. Eşlerin hiçbiri ayrılmayı kabul etmemiş, Allah'ın Resul'ünü ve ahiret hayatını içtenlikle tercih etmişlerdi. Birer kat elbiseleri ve topraktan yapılmış odaları içinde, Yüce Yaratıcı'nın sevgili Peygamber'ine ve insanların kurtuluşunu sağlayan İslâmiyet'e hizmet etmenin mutluluğunu yaşıyorlardı. Onlar, hem Allah'ın Resul'ünün eşi ve hem de müminlerin anneleri idi. Ahzâb 33/6 : ...Peygamber'in eşleri müminlerin anneleridir... Ahzâb 33/32 : Ey Peygamber Hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz... Yine Kur'ân-ı dinleyelim. Ahzâb 33/53 : ...Allah'ın Elçisi'nden sonra onun işleri ile nikâhlanmanız, size helâl kılınmamıştır...

(Bkz. İslâm Peygamberi, Prof. Dr. Muhammed HAMİDULLAH-Asrısaadetin Büyük Kadınları, Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK-İslâm'da Kadın ve Aile, Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN)

 

Hz. Peygamber miras bırakmaz ve ona sadaka yoktur derken bu bilgilerle hareket ediyordum. Peygamberlerin mirası ilimdir. Her ne ise;

 

Peygamberliğin nimetleri ve cazipliğinden ziyade Peygamberliğin getirdiği yükümlülük ve zorluklara dikkat etmek gerikiyor. Yerleşik olduğunuz yurttan horlanıyor, işkence görüyor ve en sonunda öldürülmeye çalışılıyorsunuz. O zaman ben peygamberim demek şimdiki kadar kolay değil maalesef. Bu yürek istiyor. Sadece yürek de yetmiyor, kesin bir iman istiyor. Tek başına çıktığı bir dava. Allah ne güzel bir dost ve ne güzel bir yardımcıdır.

 

İsa'nın başına gelenleri biliyor. Horlanacağını, kendisine sövüleceğini, kendi insanlarınca alaya alınacağını biliyor ama yine de doğru bildiğini yapıyor. Ünvanmış. Sizce bu kadar şey ünvan için yapılır mı? Muhammed'ül emin olan o değil mi? İstese Mekke'nin en zengini olamazmıydı? Niye hicret etti. Niye savaş yaptı. Savaş diyoruz. Ölüm kalım mücadelesi. Sadece kadın ve isim peşinde olsaydı Mekkelilerin verecekleriyle yetinirdi kendi sayılarının çok üzerinde olan düşmana karşı savaşmaya kalkmazdı. Ya bu savaşı kaybedip de ölseydi. Siz kendi adınıza bu soruya cevap verin.

 

Amerikaya karşı savaş açtınız ve Amerika gerçekten size gel bu savaştan vazgeç ve sana 5 milyar dolar para vereyim dedi. Gücünüz Amerikanın gücüne denk değil, derdiniz mal, mülk, kadın ve isim meselesi. Bu parayla bunların hepsi gerçekleşir. Siz kafayı sıyırmış bir adam olarak bir elime güneşi bir elime ayı da koysanız bu davadan vazgeçmem dediniz. O halde siz ya bir mecnunsunuzdur veya gerçekten hak bir davayı savunan doğru sözlü ve cesur bir adamsınızdır. Mecnun olmadığınız garanti olduğuna göre...

 

Vesselam...

Gönderi tarihi:
Bilimselciciğim,

 

Katakuta kardeş, ateist bir sitenin müdavimi bilindiği üzere. Bu forumda tartışmaya ve bu foruma eklemeye çalıştığı yazı ve bilgilerin hemen tamamı oradaki bilgilerin bir kısmından ibaret.

 

Dolayısıyla bu bilgilerin objektifliği konusunda ortada büyük bir sorun var. Zaten Suheda'da alıntıyı yaptığın yerin hemen altında belirtmiş, bu yazının noktası virgülüne dokunulmadan kopyalanmış olduğunu. Lakin sırf ateizmi savunan bir sitede bu bilgiler geçiyor diye yok sayacak değiliz. İncelemekte fayda var.

Yukarda geçen bilgiler tam olarak doğru olmadığını belirten başka islami kaynaklar mevcut olmakla birlikte ben, DİYANET'in resmi sitesinde geçen bilgileri buraya aktarıyorum.

 

Nİye diyanetin resmi sitesini aktarıyorsun,diyanetin doğru söylediğini nerden biliyorsun.Adamlar tututp kendi kutsallarını eleştirecek halleri yok elbette.Sırf ateistler o belgeyi hazırladı diye önyargı ile davranıp hemen yalanlıyorsunuz. Oysaki o belgede verilen kaynaklar sizin kaynaklarınız. Ayet ve hadisler.

 

Mademki ateistlerin her dediğini yalanlama gibi bir hastalığınız var. İnat değilmi, bende, allah var muhammed elçisidir diyorum.

 

Hadi cesaretin varsa yalan de bakalım.

 

Ateistler yalan söylemez,çarpıtmaz,olmayan bir şeyi islamda varmış gibi göstermez.

Gönderi tarihi:
Bilimselciciğim,

................

İsa'nın başına gelenleri biliyor. Horlanacağını, kendisine sövüleceğini, kendi insanlarınca alaya alınacağını biliyor ama yine de doğru bildiğini yapıyor. Ünvanmış. Sizce bu kadar şey ünvan için yapılır mı? Muhammed'ül emin olan o değil mi? İstese Mekke'nin en zengini olamazmıydı? Niye hicret etti. Niye savaş yaptı. Savaş diyoruz. Ölüm kalım mücadelesi. Sadece kadın ve isim peşinde olsaydı Mekkelilerin verecekleriyle yetinirdi kendi sayılarının çok üzerinde olan düşmana karşı savaşmaya kalkmazdı. Ya bu savaşı kaybedip de ölseydi. Siz kendi adınıza bu soruya cevap verin.

 

Amerikaya karşı savaş açtınız ve Amerika gerçekten size gel bu savaştan vazgeç ve sana 5 milyar dolar para vereyim dedi. Gücünüz Amerikanın gücüne denk değil, derdiniz mal, mülk, kadın ve isim meselesi. Bu parayla bunların hepsi gerçekleşir. Siz kafayı sıyırmış bir adam olarak bir elime güneşi bir elime ayı da koysanız bu davadan vazgeçmem dediniz. O halde siz ya bir mecnunsunuzdur veya gerçekten hak bir davayı savunan doğru sözlü ve cesur bir adamsınızdır. Mecnun olmadığınız garanti olduğuna göre...

................

 

 

Bekirciğim,

 

Manttıkla cevap vermeye çalışmışsın. Bende mantıkla cevap vereyim.

Karşılıklı alıntıların yanlış olduğunu iddia ediyoruz madem.

Kaldıki ünvan, şan, şöhretten bahseden ayet ve hadis kaynakları ile verilmişti.

Sonsuz imtiyaz tanıyan ayetlerden de ayrıca bahsetmemişsin.

 

Peygamberliğin zorluklarından, risklerinden bahsediyorsun.

Sizlerin, sahte peygamber olarak nitelediniz insanların çıkarları ne idiki peygamberliğe soyundular ?

Onlarında yüzbinlerce ifade edilen cemaatları vardı.

Misal olarak Zerdüşt ve Bahayullah verilebilir. Onlardamı Allahın emrettiği görevi yapıyorlardı.

Bence onların da amacı o devrin modası olan peygamberlik modasına uymak içindi. Onların da amacı malı götürmek, ve çıkar amaçlara hizmetti.

Ama size göre sahte peygamberlerdi. İnsanlar hep kafasına kazındıklarını savunurlar.

Bir müslüman çocuğun kafasına Muhammed, Hiristiyan çocuğa İsa ve Museviye de Musa işlenmiştir daha küçükken.

Kazıyıp atabilirmisin kafandan mümkünmü ?

Benim bu yabancı kültürel kabulleri kafamdan atabilmem 5-6 yıl gibi uzun bir zaman aldı. Darısı senin başına.

 

İnsanlar şan, şöhret, zenginlik ve cinsel fanteziler için ne zorlukları göze alıyorlar. Bunu benim kadar sen de biliyorsundur. Kralların bile bir dini liderin emrine gireceği de bildiğinde...

 

Ne kadar gerçek peygamber(!) var ise ilginçliği ve sansasyonu en fazla olan peygamberdir.

Ne kadar cemaati çoksa, güçlü olup krallara ne kadar kafa tuttu ise, onun kuralları o kadar fazla kopya edilip, değişik bir din olarak sunulmuştur insanlığa.

Dinler, kabullerini daha fazla artırmak için tüm tarihteki yüzbinlerle ifade edilen peygamberlik iddialarınada da sahip çıkmaya kalkmışlardır.

Ama sonuçta kendisine de temsili peygambere de son demişlerdir.

Amaç, tarihsel muğlaklıktan yararlanıp kendi dayatmalarını sağlamlaştırmak.

 

Tarihsel dini dayatmalar, belli bir çıkar çevresini, egemen kesimi korumak için getirilen sözüm ona kutsal hükümlerdir.

Emperyalist amaçlara hizmet eden peygamberler, çıkar çevreleri korumak için din gibi daha bir çok ütopya dayatmaları çıkar kesimin hizmetine sunmuştur.

Çalışan ve üreten kesime, üretim araçlarının asıl sahibi olmamaları için engel dayatmalar koymuşlardır. Sen bunları biliyorsun teker teker sayarsak konu dışına çıkmış oluruz.

 

Gerçekler inançlarla çelişmektedir.

İnançlarda, insanların kendilerinin ve en yakınlarının kabulleri hep doğru bilinir.

Bizim kabullerimiz doğru, diğer gurupların kabullendikleri yanlıştır.

Bu benci düşüncelerden kolaylıkla sıyrılamayız..

 

Selam.

Gönderi tarihi:
Bekirciğim,

 

Karşılıklı alıntıların yanlış olduğunu iddia ediyoruz madem.

 

Kaldıki ünvan, şan, şöhretten bahseden ayet ve hadis kaynakları ile verilmişti.

Sonsuz imtiyaz tanıyan ayetlerden de ayrıca bahsetmemişsin.

 

Karşılıklı alıntıların yanlışlığından ziyade objektifliğinden bahsettim galiba. Bu konuda aslında tarafsız olacak herhangi bir kurum da mevcut değil sanırım, bu sebeple onun mal varlığı hakkında verilen bilgilerin doğruluğunu tescil etmemiz zor görünüyor. Ancak Diyanet, bu konuda bana kalırsa en azından biraz da olsa kaynak olabileceği için Diyanetten alıntı yaptım. Zira Diyanet kurumunun mesnedi olmayan bir bilgiyi sunması biraz zordu.

 

Darısı senin başına.

 

Tarihsel dini dayatmalar, belli bir çıkar çevresini, egemen kesimi korumak için getirilen sözüm ona kutsal hükümlerdir.

Emperyalist amaçlara hizmet eden peygamberler, çıkar çevreleri korumak için din gibi daha bir çok ütopya dayatmaları çıkar kesimin hizmetine sunmuştur.

Çalışan ve üreten kesime, üretim araçlarının asıl sahibi olmamaları için engel dayatmalar koymuşlardır. Sen bunları biliyorsun teker teker sayarsak konu dışına çıkmış oluruz.

 

Hz. Peygamber, islam dinini ilan ettiğinde Kabe'den ve putlardan gelir elde edenler ilk olarak ona karşı çıktılar. Dönemin kapitalistleri onlardı ve İslam onların gelirlerine sekte vuruyordu. Din çıkar kesimine hitap etmez, hele de islam asla. Böyle kesin bir cümle kurduğuma göre bu konularda nass var mıdır bunları bilmem gerekir. Nassları ve peygamber hadislerini, sahabe sözlerini buraya yazarsak konu çok fazla teferruatlanır. Ama bunları tartışacaksak farklı bir konu da açabiliriz. Orada tartışabiliriz. Din (islam) emperyalizme zemin mi hazırlar yoksa karşı mı çıkar bunu orada tartışabiliriz. Bu teferruatlı bir mesele hiç şüphesiz.

 

Ne kadar oldu hatırlamıyorum bugün bir daha elime aldım ve tekrar inceliyordum. İslamiyat Dergisinin "İslamın Sol Yorumu" adlı Nisan-Haziran 2002 sayısından bahsediyorum. Konu ile alakalı olduğu için belirtme gereği hissettim. Dergide islam sol mudur (bunu sorarken sol düşüncenin tarihsel bağlamı dışında idealleri esas alınarak sorulduğunu belirteyim) son yüzyıl içerisindeki direnişler ve öncülerinin düşünceleri vb. konular işleniyordu. İctihad, icma konuları tarihsellik ve güne uygunluk da burada yer edinmişti.

 

Emperyalizm ve üretim araçlarının asıl sahibi, çalışan ve üreten kesim gibi kavramlar solun jargonudur. Sol ise; fakirlerin, ezilenlerin ve sömürülenlerin hakkını savunan eşitlik, adalet, özgürlük gibi söylemleri olan bir düşünce-akım-ütopyadır. İslam geldiği çağ içerisinde bu söylemlerden bazılarını seslendirmiştir. Ebu Zerr'in biyografisine bakmalısın. Şii kardeşlerimiz biraz abartmaktadırlar orası da ayrı hikaye. Konuyu dağıtıyorum galiba. İslam, sol, emperyalizm, peygamber, din, kelimeleri bana göre bir arada anılacak kelimeler değil. Tarihte adamın birisi Din afyondur demiştir ve doğru söylemiştir. Ancak kasttettiği Din Hristiyanlık ve onun uygulanış biçimidir. İslam hakkında bu zamana kadar emperyalizme yol açmak ve hatta ona zemin hazırlamak gibi bir söylem ancak bugünlerde vuku bulmaktadır. Çağlar boyunca insanları bir birlik halinde tutan ve yenilmez bir güç haline getiren islamdır. İslam coğrafyasında emperyalizme karşı dirilişi yine islam ayaklandırmaktadır. Bugün Hamas, İhvan-ı Müslim, Hizbullah direnişlerini görüyoruz. Bunlar emperyalistlere karşı direnen müslüman insanlardır. Emperyalizme zemin hazırlayanlar değil. Muhammed Abduh, Cemaletten Afgani, Seyyit Kutup'un, Ali Şeriati'nin hayatları iyi incelenmeledir.

 

Bizim kabullerimiz doğru, diğer gurupların kabullendikleri yanlıştır.

Bu benci düşüncelerden kolaylıkla sıyrılamayız..

 

Selam. [/color]

 

Söyleyeni şimdi hatırlamıyorum. Ya Ahmet Bin Hanbeldi ya da Ebu Hanife idi. "Bizim dediğimiz doğrudur ancak yanlış da olabilir, onların söyledikleri ise yanlıştır ancak doğru da olabilir" diyordu sanırım. Ben de bu mantıkla hareket etmeye çabalıyorum. Ve Tarihte Din kullanılarak insanların sömürüldükleri yalandır demiyorum bu yüzden. Yukarda da belirttiğim gibi bu olmuştur ama genelde Hristiyanlıkta bu vakıa vardır İslam içerisinde de bazı dönemler böyle kötü davranışlar olmuştur. Olmamıştır dersek yalan söylemiş oluruz ki bu Dinimizce de haramdır bilindiği üzere.

 

Saydığınız sahte iki peygambere bir şey diyemiyorum. İtikadımızca son peygamber bellidir. Gerisi laf-ü güzaftır.

 

Darısı senin başına dediğiniz kısma değinmeyi unutacağımı sanmayınız. Ben de Allah'ın hidayeti üzerinize olsun diyorum.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.