Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 18 yıl Sayın Arslan, Neden araya girmiş olasın ki sayın Arslan, Burada herkes birbiri ile fikir alış verişi yapmakta. İyiki de girdin konuyu biraz değiştirip, çelişkilerden çıkmış olalım. Bu çelişkiler sadece Sayın sardunyamın değil tüm inançlıların çelişkileri. Kaynak ayni, din... Ben ve diğer arkadaşlarım din le bilimin, hatta dinle yaşamın çelişkilerini gösterip durmaktayız. Ama, görmek ne mümkün. Söylemiştik "inançları terketmek dağları yıkmak kadar zordur" diye. Sayın Sardunyam elbette seküler (dünyacı (tdk)) olacak. Demokrat yapısı var. İşte bu demokrat yapısı, ondaki hem inançlı, hemde demokrat olma imkansızlığını daha da açığa çıkartıyor. Katı inançlılar (dinciler), kendi içlerinde daha az çelişkideler. Çünkü onlar her şeyi dinle yorumluyorlar. Ama, dış dünyadaki toplumla fazlaca çelişmektedirler. Selamlar. sayın bilimselci; araya girmek bir latifeydi. İnaçların daha dogru ifade ile inançlıların çelişki/hataları olmadıgını söylemek zaten söz konusu olamaz, çünkü mutabımız insandır ve 'beşer' şaşar sözü potansiyel olarak herkes için geçerlidir. Lakin 'İnancın' ya da söz konusu inanılan/inanılması gereken ilkelerin çelişki/yanlış olduguna katılmak mümkün degil ve bu bir müslümanın varoluş ilkesidir. Ben müslüman olarak İslam inancını önceliyorum ve diger inançlar konu dışıdır. Gene bu anlamda bir inancı terk etmek, başka bir inancı kabul etmek demektir ve inançsız bir birey/yaşam yoktur. Sorun bu inancın şu ya da bu olmasındadır. Dindar bir kişiligin demokrat olması düşünülebilir. İslam'ın bir müessesi olan 'Şura' prensibi bu anlamda yorumlanabilir, zaten bu yorumlarda herkesin malumudur. Tabiki 'demokrasi'nin bire bir Şura ilkesini yansıttıgını söylemek zordur. Ama buna ragmen en azından istenen demokrasi kavramının içerigini, Şura kavramının anlam dünyasıyla doldurmaya çalışmaktır. Bu kavramsal kargaşa bizim kültürel olarak yaşadıgımız kırılmanın sonuçlarından ve maglup/galip ilişkisinden kaynaklanıyor gibi. Tabiki demokrat zihin olmasada, bu anlamda 'laik/seküler olmak, dindar olmak ya da dindar kalmak ile çelişmektedir. Laikilik eger ki sadece 'ötekinin inancına saygı duymak' olsaydı bunun da sonuçlerı demokrasi gibi olabilirdi. Lakin laiklik bundan çok daha fazlasını barındırıyor anlam dünyasında. Seküler/laik olmak, insanı 'efendi' kılan anlamında degerlendirilirse, bu pek tabiki dindar kişiliklerle çelişiklik arz edecektir. Çünkü dinler her şeyin ötesinde, birey/toplumları öte dünyayı eksen alarak bu dünyanın işlenmesi hakikatinden neşet ederler. Kur'an nasıl bir kitapdır denilse, bunun cevabı her tanımdan önce, bu Kitabın bir 'Ahlak' kitabı oldugu yolunda olacaktır. Kur'an bu anlamda insanın 'ahlaki tekamülünü' gerçekleştirmek için vardır ve bu, bu dünyadaki bütün yapıp-etmeleri bu ana ilkeden kaynaklanmak gibi zorunluluk barındırır içinde müslümanların. Beşer olanın 'insan'laşması serüvenide diyebiliriz. devam edecek.... selamlar.
Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 18 yıl Sayın Arslan, Ahlak, henüz bilimin sistemleştirilmediği eski çağlarda inançlarla belirleniyordu. Bu yüzden inanç ve kültür çeşitlerinden dolayı, toplumsal halde bulunması da doğal olmuştur. Ne zamanki bilim sistemleştirilmeye başlamış, işte o zaman ahlakında madde ve insan değerine göre yorumlanması gerekliliği anlaşılmıştır. Mademki düşünen insandır, ahlakıda insan oluşturacaktır. Öyle olmuştur da. Çözemediği konularda ruhsal (din) ahlakı, hakimiyet kurmak için emperyalist ahlak, insan değeri için de "uygar, evrensel ahlak"ı oluşturmuşlardır. İnsan için "iyi" ve "kötü" değerleri, rasyonelite (akıl) ile belirlemek, bunu da önce insanın mutluluğunda, sonra da yine insan mutluluğu için maddenin paylaşımın da (üretim/tüketim) aramak, kaçınılmaz olmuştur. İşte böylece, insanın doğayla olan yaşamsal çelişkiler içerisindeki süreçte, eşit mutluluğunu sağlayabilmek, genel geçer "uygar evrensel ahlak"ı kaçınılmaz hale getirmiştir. Genel geçer "evrensel ahlak" tüm insanlığın ortak ahlaki değerlerini oluşturmuş, bu iyi/kötü etik, yine genel geçer demokratik yasalarla teminat altına alınmıştır. Ahlakın çekirdeği olan "iyi" ve "kötü" mefhumları insan değeri üzerinde düşünüldüğünde objektif olmaktadır. Çünkü iyilik/kötülük etkenliği, insan'ın mutluluğu/mutsuzluğu olmaktadır. Ancak iyi/kötü mefhumunun göreceliliği, kültürel farklılığın yaratacağı olumsuzluklar, yine demokratik haklar(yasalar) çerçevesinde sınırlanmıştır. Yani bir insanın değişik kültürlerle mutlu olma hakkı, diğer insanın hakkını engellememelidir. Ahlakı dini değerlerle sınırladığımızda, genel geçer değerlerle örtüşmüyor. Nedeni; eski ve orta çağlardan gelme, eski toplumların kültürel değerleri olmasındandır. Dini değerlerin güncellenemeyişi (imkansız oluşu) sürekli değişen üretim çeşitliliğinden oluşan yeni küresel etkilenmelerin gerisinde kalmaktadır. Kısaca inanç ahlakı, mantıksal ve akılcığın güncellenmiş hali olmayıp, değişik toplumların eski yerel kültürlerini yansıtmaktadırlar. Selamlar. Kur'an'ın ahlak tanımına geçmeden önce sizin çelişki arz eden bir durumunuzu ortaya koymak gerekmektedir. İyi/kötü mefhumunun göreceligini söyleyip, kültürel farklılıgı söz konusu edinmeniz ve bir insanın degişik kültürlerde farklı şekilde mutlu olmasını bir hak olarak nitelemeniz. bunları alt alta koydugumuz zaman soruyoruz ; o zaman sizin söz konusu ettiginiz '' evrensel anlamda ahlak''ı nereye yerleştiriyorsunuz. İnsan değeri üzerinde düşünüldüğünde objektif olan iyi/kötü kavramı, mutluluk/mutsuzlugun etkeni oldugunu söylemek,bunun ''evrensel ahlak'' oldugunu söyleyebilmek demek degildir. Degildir çünkü, Kur'an'ın ahlakı, bireyi gene yaratılışın özüne döndürmek için oldugunu söylemek, bozuma ugrayan fıtratın aslına döndürmek için ilkeler barındırdıgını söylemekle aynı anlama gelmektedir. Bu anlamda insan nefsi için neyin iyi ve neyin kötü oldugunu söylemekle, sizin bu anlama gelen, insan degeri üzerinden objektif düşünmekde aynı anlama geliyor. İnanç ahlakının, ''mantıksal ve akılcığın güncellenmiş hali olmayıp, değişik toplumların eski yerel kültürlerini yansıttıgını'' söylemek, gene sizin yazdıgınız, bir insanın degişik kültürlerde mutlu olmak hakkıyla aynı anlama geliyor. Heralde sorun inançların ''mantıksal ve akılcı'' olmadıgından kaynaklanıyor diyorsunuz. Bunun için iyi/kötü kavramının soyut anlamdan çıkıp somut anlama dökülmesi lazımdır ve hangi tür düşün/eylemin iyi ya da kötü oldugunun açık olarak belirtilmesi lazımdır. Lazımdır çünkü yaşamda karşılıgı olan iyi/kötü kavramını daha iyi anlama imkanı verir. Kİm kime şu iyidir ya da bu kötüdür deme ve neye göre söyleme hakkına sahipdir. Birde insanın, ilkel çagdan başlayan tarihi serüvenini söz konusu etmeniz benim açımdan anlamsız ve gelecek demek hep iyiye gidiş demek degildir. Bilimin sistemleştirtigi bir 'ahlak' anlayışı varmı ve nedir. ( madde demeyin yani ahlak bundan çıkmış demeyin. evrensel olan üstün olandır.) selamlar.
Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 18 yıl Kur'an'ın ahlak tanımına geçmeden önce sizin çelişki arz eden bir durumunuzu ortaya koymak gerekmektedir.İyi/kötü mefhumunun göreceligini söyleyip, kültürel farklılıgı söz konusu edinmeniz ve bir insanın degişik kültürlerde farklı şekilde mutlu olmasını bir hak olarak nitelemeniz. bunları alt alta koydugumuz zaman soruyoruz ; o zaman sizin söz konusu ettiginiz '' evrensel anlamda ahlak''ı nereye yerleştiriyorsunuz. Çelişkide olduğumu sanmanız, ya farklı dünya görüşlerimiz olmasından, ya anlaşılamadığından, ya da eksik yazmamdan kaynaklanıyor olabilir. Zira uzun yazıları sevmediğim için, çok uzun yazılması gereken konuları mümkün olduğunca kısaltmak istiyorum. Kişileri sıkmamak için. O da galiba eksik bilgi oluyor. Çelişebilirimde. Asla gurur meselesi yapmıyorum. Çelişkiler yeni olumluluklara gebedir. Neyse biz konumuza dönelim. Evrensel ahlak, olması gereken ahlaktır. Evrensel ahlak, tüm insanlığın mutluluğu için, genel doğruları içeren, insan değerini en üst düzeyde tutan, madde ve bilim kaynaklı diyalektik olarak gelişmiş sosyal anlayıştır. Evrensel ahlakı, tabiki diğer kültürlerin ölçü haynağı olarak hedefe yerleştiriyorum. Çünkü diğer kültürlerden evrilerek, olumsuzluklar ayıklanarak bu hale geldiğini söylüyorum. Söylüyorum çünkü; Bilim felsefesi de evrensel ahlakı "hedef ahlak" olarak göstermektedir. İnsan değeri üzerinde düşünüldüğünde objektif olan iyi/kötü kavramı, mutluluk/mutsuzlugun etkeni oldugunu söylemek,bunun ''evrensel ahlak'' oldugunu söyleyebilmek demek degildir. Degildir çünkü, Kur'an'ın ahlakı, bireyi gene yaratılışın özüne döndürmek için oldugunu söylemek, bozuma ugrayan fıtratın aslına döndürmek için ilkeler barındırdıgını söylemekle aynı anlama gelmektedir. Bu anlamda insan nefsi için neyin iyi ve neyin kötü oldugunu söylemekle, sizin bu anlama gelen, insan degeri üzerinden objektif düşünmekde aynı anlama geliyor. Sayın aslan, Biz bilimsel görüşlü insanlar, Kur'an'ın ve tüm kutsal kitapların o zamanın toplumu tarafından, yerel kültürel/ahlak değerlerin kaleme alındığı bir kitap olarak görmekteyiz. Orada bahsedilen kültür/ahlak'ın elbetteki varlığını kabulleniyoruz. Ve elbetteki yanlışlıklarının, ve zamansal doğruluklarının olduğunu biliyoruz. Fakat biliyoruzki şu ana kadar koruna gelen o yerel ahlak/kültür günümüz koşullarına, anlayışına cevap vermiyor. Hatta günümüz koşulları geçmiş ahlaki değerlerin çoğunun yanlışlıklarından olumsuz bir şekilde etkileniyor. İnsan bir maddedir. İnsana verilen değer sonucu oluşan ahlaki değerler de bu yüzden objektif olmaktadır. Dinler bunu bildiğinden kaçınılmaz olarak insani değerlerin, evrensel ahlakın çoğunluğuna sahip çıkmak zorunda kalıyorlar. Ancak, zamanın kültüründen kaynaklanan ve kutsal oluşundan dolayı değiştirilemezliğinden de sınıfta kalıyorlar. Din kökenli, geçmişten gelen evlilik yasası, miras yasası, kadına verilen değer, insanların eşit olmayışı, zengin fakir kabulü, dostluk anlayışı vs. vs Bunlar sadece maddesel tarafları birde inançsal tarafları var dinler ahlakının. İnsanların özgür hareket edebilmelerinin kısıtlanması, kılık kıyafet yaptırımı, tapınmaya zorlamak, insanların cinselliğin normal karşılanmayıp, zina olarak yorumu ve sopalarla dövmek, çarpık düzenlerin etkisi sonucu işlenilen suçlar için el ayak kesmek hükümleri vs. vs. Bu hükümler, dinlerin kapanamayacak olumsuz ahlaki yaraları. Böyle bir ahlak anlayışının insan değeri objektifliğinin içinde yer alması ne derece mümkün ? Sonuç olarak eksik ve olumsuz ahlak taşıyan insanların mutlu olmaları, hakları değildir demedim, diyememde. Bu benim anlayışıma ters düşer. Ancak hendi kabullerinden her hangi bir eyleminin, genel kabul görmüş ahlaka uygun olması gerekmektedir. Uygar yasalar da bunu böyle kabulleniyor. Selamlar.
Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 18 yıl Bilim felsefesi de evrensel ahlakı "hedef ahlak" olarak göstermektedir. [/color][/size][/font][/b]Biz bilimsel görüşlü insanlar, Kur'an'ın ve tüm kutsal kitapların o zamanın toplumu tarafından, yerel kültürel/ahlak değerlerin kaleme alındığı bir kitap olarak görmekteyiz. Böyle bir ahlak anlayışının insan değeri objektifliğinin içinde yer alması ne derece mümkün ? Selamlar Öncelikle Kur'an'ın nasıl degerlendirildigine bakmak lazım ve Kur'an'ın 'ruhu'na inemeyen görüşler yanlış/eksik kalan görüşlerdir. Kur'an'ın hükümlerindeki maksad ve ulaşmak istedigi sonuçları düşünmeden üstün körü degerlendirmek yanlış üstüne yanlış bina etmek demektir.Var olan durum ile varılmak istenenin arasındadır bütün yaşam. Hiç bir metin, baglamı dışında dogru anlaşılmayacagı için Kur'an'ında baglamını ortaya koymak zorundayız. Bunun içinde Kur'an'ın zamanına dönmek zorundayız. Böylece sabeb-i nüzülü ve ayetlerin baglamını iyice kavramak zorundayız. İlk hareket, zamanımızdan Kur'an'ın indirilidigi zamana gitmektir. Tabi oraya gidip orada kalırsak o zaman Kur'an'ın çagımıza olan ilgisini ortaya koyamayız. Kur'an'ı uygulumaya dönmek istiyorsak, Kur'an'ın asli manasını zamanımızın anlayışına göre açıklamalıyız.Kur'an'ın indirildigi zamandan kendi zamanımıza dönmek ikinci aşamamızdır. Tefsir usulünün en temel ilkesi, Kur'an'ı bir bütün olarak anlamayı mümkün kılar. Bir ayetin tarihi ortamını ve çözüm getirdigi sorunu iyice araştırarak onun taşıdıgı önemi veya manayı anlamak ; ve Kur'an'ın belli özel cevaplarını genelleştirerek onları külli ahlak ve toplum ilkeleri olarak ifade etmek durumundayız. Yani toplumsal ve tarihsel geçmişi içinde incelenen belli ayetlerden ve çogu zaman bu ayetlerde zikredilen hüküm sebeplerinden süzülerek, Kur'an'ın bütünlügü içerisinde genel ilkeler çıkarmak lazımdır. Bunlara ilave olarak ; İslam hukunun temeli ''içtihad''ır.En geniş anlamında Müslümanın bütün fikri çabaları içtihaddır. İçinde bulunulan duruma uygulanabilecek şekilde, kural içeren bir nassın veya benzer geçmiş bir uygulamanın anlaşılması ve bundan çıkarılan genel ilkenin genişletme, ayırma ya da aksi halde tadil edilmesi ugraşıda içtihaddır. Kur'an, Allah eksenli insan-doga yaşamını hedefler ve merkezinde Allah vardır, Allah'la barışık insan yaşamını hedefler. Bütün ahlaki normlar bu kaynaktan neşet eder ve araçların sadece amaçlar için oldugunu vaaz eder. İslamda hiç bir zaman araçlar mutlak degildir, yedekdir ve Allah'la barışık bir 'nefs' her zaman amaçtır Kur'an için. Kur'an, insanın degişmez nefsi hallerinden yola çıkarak ahlaki bir ıslahın yollarını bize gösterir. İnsan fıtratının degişmez oldugu nasıl bir hakikatse, Kur'an'ın bu anlamda vaazlarıda aynı derecede hakikattir. Basit araçsal, eşyaya dayalı degişimleri, insanın temel karakterlerinin varlıgıyla bir tutmak ; işte bu insanı tanımamak demektir. Bundan bin yıl önceki bireylerin duygu, arzu, istek, açlık, tokluk, hırs vb. gibi fıtratının degişmezleri, bugünün insanı içinde geçerlidir ve bunda temel anlamda bir degişim yoktur. Olamaz çünkü insan olmaktan çıkar. ''Bilim felsefesinin'' bir şeye evrensel demesi, onun evrensel oldugu anlamına gelmez. Yaşadıgımız zamanda 'evrensel ahlak' diye sistemleşmiş bir olgu yok, bu, olsa olsa aşırı duygusal bir çıkarımdır ama bilimsel oldugunu göstermez. Yani şimdilik sonuç olarak ; Sizin söylediginiz anlamda bir 'evrensel ahlak' sistemi yok ve en azından sistemleşmiş bir şey yok ortada. İnsanı başından sonuna degerlendirecek bir bütünden yoksundur seküler ahlaklar. Örnek olarak daha somutdan devam edelim; '''Din kökenli, geçmişten gelen evlilik yasası, miras yasası, kadına verilen değer, insanların eşit olmayışı, zengin fakir kabulü, dostluk anlayışı vs. vs Bunlar sadece maddesel tarafları birde inançsal tarafları var dinler ahlakının. İnsanların özgür hareket edebilmelerinin kısıtlanması, kılık kıyafet yaptırımı, tapınmaya zorlamak, insanların cinselliğin normal karşılanmayıp, zina olarak yorumu ve sopalarla dövmek, çarpık düzenlerin etkisi sonucu işlenilen suçlar için el ayak kesmek hükümleri vs. vs. Bu hükümler, dinlerin kapanamayacak olumsuz ahlaki yaraları.'''' Tırnak içinde olanlar sizin iletiniz ve bunların karşısına siz ne gibi 'ahlaki' degerler koyuyorsunuz. örnegin örnegi ; İnsanların cinselliginin dogallıgı ile 'zina'yı nasıl aynı degerlendiriyorsunuz. ya da sizin ahlaki düşünceniz nedir ? cinselligin gayet dogal ve insani bir arzu olmasını İslam sonuna kadar kabul ediyor.Ama zinayı da bir o kadar kabul etmiyor. selamlar
Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 18 yıl Öncelikle Kur'an'ın nasıl degerlendirildigine bakmak lazım ve Kur'an'ın 'ruhu'na inemeyen görüşler yanlış/eksik kalan görüşlerdir. Kur'an'ın hükümlerindeki maksad ve ulaşmak istedigi sonuçları düşünmeden üstün körü degerlendirmek yanlış üstüne yanlış bina etmek demektir.Var olan durum ile varılmak istenenin arasındadır bütün yaşam. Hiç bir metin, baglamı dışında dogru anlaşılmayacagı için Kur'an'ında baglamını ortaya koymak zorundayız. Bunun içinde Kur'an'ın zamanına dönmek zorundayız. Böylece sabeb-i nüzülü ve ayetlerin baglamını iyice kavramak zorundayız. İlk hareket, zamanımızdan Kur'an'ın indirilidigi zamana gitmektir. Tabi oraya gidip orada kalırsak o zaman Kur'an'ın çagımıza olan ilgisini ortaya koyamayız. Kur'an'ı uygulumaya dönmek istiyorsak, Kur'an'ın asli manasını zamanımızın anlayışına göre açıklamalıyız.Kur'an'ın indirildigi zamandan kendi zamanımıza dönmek ikinci aşamamızdır. Kuranın indiği zamana gideceksen bugünden bahsedemezsin,bugüne göre anlamak istiyorsan indiği döneme gidemezsin.Bir karar verin artık. Bu ne böyle git gel, git gel ?Bunun başka bir tabiri daha var ama forum kuralları müsait değil
Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 18 yıl Kuranın indiği zamana gideceksen bugünden bahsedemezsin,bugüne göre anlamak istiyorsan indiği döneme gidemezsin.Bir karar verin artık. Bu ne böyle git gel, git gel ?Bunun başka bir tabiri daha var ama forum kuralları müsait değil anlamadıgın konulara hiç girme istersen, sormayıda bilmiyorsun. bari baltalama yapma. ya da anlamadıgınız yeri sorun bilimselci ile gayet iyi gidiyoruz.
Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 18 yıl Bilimin sistemleştirtigi bir 'ahlak' anlayışı varmı ve nedir. ( madde demeyin yani ahlak bundan çıkmış demeyin. evrensel olan üstün olandır.) Öncelikle "Evrensel Ahlak"tan dem vurmak isterim. "Evrensel Ahlak Yasası" "Olması Gereken/İdeal-Ütopik" bir kavramdır. Bunu "Olamayacak" ya da "Olması İmkansız" bir kavram anlamında söylemiyorum. Aksine toplumların evrilmesi gereken ve evrilmeye öykünmeleri gereken düzen olduğunu düşünüyorum. Lakin kaçınılmaz bir gerçek var ki; Siz bu yasalara yaklaştıkça, o kavram kendisini yenileyecek ve aynı mesafede ulaşılmazlığını sürdürecektir. Çünkü hiç bir kavram ve idea ya da yasa "Durağan" değildir ve olamaz. "Evrensel Ahlak" Bilim kaynaklı olduğuna ya da olması gerektiğine göre, o da durağan olamaz, olmamalıdır. Bugün için biz bu yasaların yapısal özelliklerini ortaya koysak bile, kaçınılmaz olarak değişim gösterecek ve değişecektir. Bu açıdan söylemek istediğim şey: "Evrensel Ahlak Yasası" tabiri ile "Durağan" değil "Devinimsel" bir kavram nitelenmektedir. Sayın Bilimselci; "Evrensel Ahlak Yasası"nın niçin "Bilim Kaynaklı Olduğu"nu düşündüğünüzü, bu foruma geldiğim ilk günden beridir sorguladım ancak bunu hep dolaylı olarak söylediniz ya da ben anlamadım. Ben anladığım kadarıyla açıklamasını yapmak isterim: Bilim bir "Devinim İçersindedir". Dolayısıyla Madde'yi ele alan en temel kaynak olarak nesnel veriler ortaya koyabiliyor. Ancak "Evrensel Ahlak Yasası"nın ortaya koyulması, Bilim'in "Deney-Gözlem" yönü ile değil "Bilimsel Düşünce/Bilimsel Felsefe" (Bilim Felsefesi değil) yönü ile olmaktadır. Ve Bilim'in en temel özelliği ise: paragrafın başında belirttiğim gibi "Devinim İçerisinde" olmasıdır. Bunu cebimize koyalım... Sayın Bilimselci, size göre ya da gerçekte "Din"ler "Durağan" ve "Doğmatik" bir Ahlak Yasası ortaya koymaktadır. İşte Dinlerin Ahlak Yasası ile Evrensel (olması gereken) Ahlak Yasası arasındaki "Çelişki" bundan kaynaklanıyor. Birisinin Durağan/Stabil ve Doğmatik/Eleştirilemez olmasından, Diğerinin ise "Ulaşılamaz", "Gelişebilir" ve "Değişken/Devinimsel" olmasındandır. Bu yüzden "Evrensel Ahlak Yasaları" Bilimsel olmak zorundadır. Tartışmanın Verimli olması açısından bu açıklamayı yapma ihtiyacı hissettim, Yani "Evrensel Ahlak, kaynağını Bilim'den nasıl almaktadır?" sorusunu cevaplamak istedim. Umarım "Ne Haddine!?" demezsiniz... Burada bir şey belirtmek istiyorum ve bu anlamadığım bir noktanız: "Evrensel Ahlak Yasası" sizinde kabul ettiğiniz gibi bir devinim içersindedir ve değişkendir. Toplumlar Diyalektik/Etkileşimsel süreç içersinde bun a öykünmektedir zaten. Lakin Sayın Aslan34'ün sorusu bana başka bir soru daha çağrıştırıyor; "Bilimsel Felsefenin Evrensel Ahlakı Sistemleştirmesi gibi bir durum söz konusu mudur?" "Değişen şartlar altında ve değişen süreçte, bir toplumu tanımlamak ihtiyacı var kalacak mıdır?" Bu sorudaki amacım şudur ki; Bilindiği gibi toplumları tanımlarken "Kültürlerine" ve "Anlayışlarına" göre de tanımlamaktayız. Mesela "Doğu" ve "Batı" kavramları bile bir çok anlamı nitelemektedir bize değil mi? Eğer Evrensel Ahlak "Standart" bir değer ise eğer, Sanıyorum ki toplumların kendilerine öz anlayışlarının reddi gerekli... Öyle mi? "Dinlerin Reddi" konusuna girmiyorum bile, oradaki görüşünüz zaten açık ve net... Öğrenmek istediğim tek şey: Sizce Yerel Kültürün ve Anlayışların Reddi mi gerekmektedir? Yoksa "Evrensel Ahlak" bir "Üst Ahlaki Yapı" olarak "Tüm İnsanlığın Kabulüne" uygun ancak yerel kültürlerin "Evrensel Ahlaka Öykünebilen" ve "Uyum Gösterebilen" ya da en azından "Karşısında Olmayan" ancak "Toplumdan Topluma Farklılık Gösteren Nüveler" ile birlikte var kalabilir mi? Cümlem biraz karmaşık oldu galiba... Kısaca; Bizi biz yapan yani "Türk Toplumu" olarak bizi tanımlayan "Kültürel Nüvelerimizi" reddeylemeli miyiz? Sayın Aslan34'ün sorularına sağlam ve tam bir açıklık getirilebilmesi ve tartışmanın verimli olması için soruyorum bunları... "Din" konusuna özellikle değinmedim. Öncelikle siz; zaten Dinlerin Reddinin gerekliliğini açık açık söylüyorsunuz. Bunu tekrar tartışmaya gerek yok... Sonralıkla ben; zaten Dinlerin son derece "Bireysel" olmasını ve öyle kalmasını, Toplumun genelini, anlayışını ve gidişatını etkilememesini savunuyorum... Bu son söylediğim sizin ve benim görüşlerimiz "Temel Olarak" aynı ortak paydayı savunuyor: "Toplumların İnançlarca Yönlendirilmemesi" Bu nitelemeyi; Görüşümü, sizin görüşünüzü kullanarak meşrulaştırmak ya da kabul edilebilir kılmak için söylemiyorum. Özür Dileyerek söylüyorum ki lütfen mazur görün; Belki yukarıdaki nitelememi yanlış anlayabilir ve deyişlerinizi, kendimi haklı kılmak adına kullandığımı düşünebilirsiniz diye belirtiyorum sadece... Saygılarımla...
Gönderi tarihi: 31 Mart , 2007 18 yıl Öncelikle "Evrensel Ahlak"tan dem vurmak isterim."Evrensel Ahlak Yasası" "Olması Gereken/İdeal-Ütopik" bir kavramdır. Bunu "Olamayacak" ya da "Olması İmkansız" bir kavram anlamında söylemiyorum. Aksine toplumların evrilmesi gereken ve evrilmeye öykünmeleri gereken düzen olduğunu düşünüyorum. Lakin kaçınılmaz bir gerçek var ki; Siz bu yasalara yaklaştıkça, o kavram kendisini yenileyecek ve aynı mesafede ulaşılmazlığını sürdürecektir. Çünkü hiç bir kavram ve idea ya da yasa "Durağan" değildir ve olamaz. "Evrensel Ahlak" Bilim kaynaklı olduğuna ya da olması gerektiğine göre, o da durağan olamaz, olmamalıdır. Bugün için biz bu yasaların yapısal özelliklerini ortaya koysak bile, kaçınılmaz olarak değişim gösterecek ve değişecektir. Bu açıdan söylemek istediğim şey: "Evrensel Ahlak Yasası" tabiri ile "Durağan" değil "Devinimsel" bir kavram nitelenmektedir. Saygılarımla... Buradan haraketle söylemek istedigimizi daha anlaşılır söyleyebiliriz. ''Evrensel Ahlak'' gerçekleşebilir ya da bu ugurda sürekli bir şekilde mücadele içinde olunması gereken bir hakikattir. Gazali, '' ahlaklı olunup nihayete erilmez, devamlı süretde ahlaklı olunmaya çalışılır, taki ölüm gelinceye kadar.'' der bu anlamda. Kur'an, evrensel ahlakı yadsımaz, bilakis buna çagırır insanları. Yüce Nebi savaştan dönerken '' küçük cihadı geçtik, asıl iş şimdi büyük cihadı başarmak '' anlamına gelen bir sözü vardır ve tamamen Ahlaki bir sorumluluk ve bunun zorluguna işrettir. Ve gene Rasülün ahlakı soruldugunda '' O'nun ahlakı Kur'an ahlakıdır'' denilmiştir. Bu örnekleri çogaltmak mümkün. Kur'an, en temel anlamında Ahlakı, yaratılıştan sahip olunan huy anlamında ve gene din, tabiat ve karakter anlamlarında tanımlar. Ve bu tanımlar bir birleriyle iç içedir. Ahlak, insanın yaratılışından gelen ve ruhuna yerleşen alışkanlıklardır. Bu alışkanlıklar, toplum içinde yaşanılarak kazanılan güzel ve iyi huylarla, aynı zamanda kötü huylardır. Aslında ahlaksız bir birey ve toplum yoktur ; sorun hangi ahlakın/karakterin iyi ya da kötü oldugudur. Her sistemin bir ahlak tanımı olabilir. İslamın ahlaka getirdigi tanım en geniş anlamında, insanın yaratılış gayesini bilerek, her anlamda 'huzura' ulaşmasını ve onun özüne sahip çıkması olarak anlayabiliriz. Bununda en büyük ve yegane gayesi Rab'be kulluktur. Her sistemin bir ahlaki kuralları vardır ve olmalıdır. İnsanın, tabiatı, karakteri, huyu/fıtratı adı her ne olursa olsun temelden bir degişim geçirir diyorsak yani insanı insan kılan özellikleri degişim içine girerse veya degişikse o zaman hareket halinde bir 'evrensel ahlak'tan bahsedebiliriz. Maddesel/araçsal/eşyada oluşan bir degişim 'basit' anlamdadır ve konuyla alakası temelden degildir. selamlar
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Öncelikle Kur'an'ın nasıl degerlendirildigine bakmak lazım ve Kur'an'ın 'ruhu'na inemeyen görüşler yanlış/eksik kalan görüşlerdir. Kur'an'ın hükümlerindeki maksad ve ulaşmak istedigi sonuçları düşünmeden üstün körü degerlendirmek yanlış üstüne yanlış bina etmek demektir.Var olan durum ile varılmak istenenin arasındadır bütün yaşam. Sayın Aslan, Tartışma uzayınca insanlar hep aynı şeyleri tartışmaya başlıyorlar. Okuyanlarda sıkılıyor. Sonra da deliller konulup dinlerin olup olmayacağı tartışılmaya başlanılıyor. Kuranın ruhuna, yada özüne nasıl inebilirizki ? Bunları defalarca söylemişizdir. Kur'an'ın insanları sosyal yapıları ile ilgilenen kısmı hariç, diğerleri metafizik (doğa ötesi) düşünce. Cinler, şeytanlar, melekler bunlar bizlere göre değil. Zira, Kur'an'ın "ruhu"na inmek demek, masal alemine daha fazla dalmak demektir. Masal alemine dalmak istemiyorum, beni affet. Kur'an'ın, insan yaşamının sosyal tarafı ile ilgilenen yanı, "ahlak" konusu ise, zaten özü ruh bilgilerinden kaynaklanıyor. Ki öyledir. O halde, ahlak konusunu da "ruh" kaynaklı olarak değerlendireceğiz. İnsanın toplum içerisindeki iletişimine, davranış tarzına "ahlak" denilmiş. Ahlakın doğrularını/yanlışlarını belirlemeye kalkıştığımızda da karşımıza iki türlü engel çıkmakta. Birincisi toplum kültürleri, diğeriside; aslında yine toplum kültürü ancak daha inandırıcı olaması açısından dinselleştirilmiş, kutsallaştırılmış toplum kültürü. Sayın aslan, söylediğin gibi zaman tuneline girip, o zamanın Arap kültürünü anlayabilmek için oraya gitmeye gerek yok. Ahlakın doğrularını/yanlışlarını tarih, diyalektik (karşıtlardan yeni oluşum) olarak ayıklamış zaten. Genel kabul görenler, ahlakın doğruları/yanlışları, "evrensel ahlak" olmuş. Bu nasıl olmuş ? Tüm toplumların doğruları yanlışları karşılaşarak, çatışarak, evrilerek gelmiş bu günlere. Asırlardır. Sen, kalkmış bizi aslı kültür olan Arap'ın dinleştirilmiş kültürüne senkronize (uyum) etmeğe çalışıyorsun. Bu tavrınla, Arap hayranlığın, diğer kültürlere de antipatin olduğu ortaya çıkıyor. Başka bir kültürü empoze etmenin adına kültür emperyalizmi deniliyor. Bu görevi üslenmiş kişilere de "işbirlikçi" deniliyor. Konuyu özetlemek gerekirse, "evrensel ahlak", sadece madde ve insan değeri ile doğruları/yanlışları belirlenmiş, tüm toplumsal kültürlerden ayıklanarak, günümüze kadar gelmiş sosyal ve toplumsal genel kabullerimizdir. Sayın aslan, senin tabirinle sen de bu yazımın "ruhu" na inersen eğer, aynı şeyleri tekrarlayıp durmayız. Selamlar.
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Sayın Bilimselci; "Evrensel Ahlak Yasası"nın niçin "Bilim Kaynaklı Olduğu"nu düşündüğünüzü, bu foruma geldiğim ilk günden beridir sorguladım ancak bunu hep dolaylı olarak söylediniz ya da ben anlamadım. Ben anladığım kadarıyla açıklamasını yapmak isterim: Saygılarımla... Sayın boşig, Bu konuda sana çok açık ve net cevaplar verdim geçmişte. Anlamamışsındır demeyeceğim. Çünkü, kavramlar süreç içerisinde netleşir insan beyninde. Bende ve diğer insanlarda seneler almıştır bu çaba. Yazına cevap niteliğinde olabilecek benzer görüşlerim, yine sana hitaben "bilgisayar" başlığında vardı. Çok meşgul edildiğinden olacak sanırım vakit bulup cevap vermemşsin. Canlı ÖM ile haber de göndermiştim üstelik. O görüşlerim sana yeteri cevap olmazsa eğer, burada belirtirsin devam ederiz. Bu başlığı daha çok önemsiyorum. Selamlar.
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Bu konuda sana çok açık ve net cevaplar verdim geçmişte.Anlamamışsındır demeyeceğim. Çünkü, kavramlar süreç içerisinde netleşir insan beyninde. Bende ve diğer insanlarda seneler almıştır bu çaba. Yazına cevap niteliğinde olabilecek benzer görüşlerim, yine sana hitaben "bilgisayar" başlığında vardı. Çok meşgul edildiğinden olacak sanırım vakit bulup cevap vermemşsin. Canlı ÖM ile haber de göndermiştim üstelik. O görüşlerim sana yeteri cevap olmazsa eğer, burada belirtirsin devam ederiz. Bu başlığı daha çok önemsiyorum. Selamlar. Sayın Bilimselci, O iletinizi okudum ancak cevap vermememin nedeni şu sıralar pek vaktimin olmaması... Vakit buldukça burada devam edelim o zaman... Bunlarda tartışılmıştı ama tekrarında yarar var.İki doğru olamaz gerçeğinden yola çıkarsak anlaşılabilecektir. Herkesin doğruları olması çelişir, dahası da çatışır. Buna mahal vermemenin yolu doğruları nesnelliğe ve insan değerine uyarlamalıdır. Bu değerlere uyarlanan doğrular genel doğrulardır. Yani bilimselliği tartışılmalıdır. Genel doğrularla örtüşmediği sürece, insanların doğruları görecelidir. Bu durumda sadece ve sadece kültür/kabul olarak kalacaktır. Takdir edersinki her kişi yada toplumun kültürü yada kabulü doğrularla örtüşmez. Evet genel doğrular da görecelidir taa ki yanlışlığı ispatlanana kadar. Bu mutlaklığı redden kaynaklanır. Ancak çok uzun süreç içinde mümkündür. Mutlaklık dini inançlarda vardır. Bilim mutlak düşünceyi kabul etmez. Ahlak ve etik'in temeli nesnel olmalı, insan değerlerle örtüşmelidir. Yine bunlardan bolca bahsedilmişti. Herkesin doğruların olması son derece doğaldır ve gereklidir bence. Zira farklı doğrulara sahip olmamamız doğanın kanununa da aykırıdır. Ancak bu Demokrasi Dışı görüşlerin varlığını desteklediğim anlamına gelmemeli tabii ki. Benim demek istediğim ne kadar birbiriyle çelişse de "Öznel" ve "Toplumsal" göreceli kabullerin ve doğruların olması kaçınılmazdır. Hangi "Bilgi Toplumu"na Evrensel Ahlakı verirseniz verin, bu iki farklılık her zaman baki kalacaktır. Öncelikle "Bilimsel Felsefe" açısında bunun böyle olması gerekmektedir. Diğer tanımlaması ise Tarihsel açıdandır. Ne kadar Bilimsel olmasa da "Evrensel Doğrular" olarak kabul edilen ve Doğmalaştırılıp eleştirilemez hale getirilen Dinler Tarih boyunca insanlar arasında Ahlak Anlayışı açısından böyle bir birlik sağlayamamıştır, bu çok açık... "Doğmatik" olmayan ve devamlı bir gelişim, farklılaşım içersinde olan Bilimsel Ahlak'ın ise Yine böyle bir birlktelik sağlaması ya da kabulünün toplumdan topluma ve kişiden kişiye farklılık göstermemesi imkansıza yakındır. Çünkü her toplumun ve hatta her kişinin bilgiye ulaşımı ve hatta doğru bilgiyi yorumlayışı farklı farklı olmaktadır. Dolayısıyla biz bir Evrensel Kabule ulaştığımız zaman, diğer toplumlar onu geride bırakmış olabiliyorlar çoktan ve yeni doğrular ortaya çıkmış olabiliyor. Mesela yüz yıl öncesinin Demokrasi anlayışı ile bugünün demokrasi anlayışı arasında çok fark vardır. Bir çok toplum yüz yıl öncesinin demokrasi anlayışına bile sahip değilken bir çok toplum bugüne ulaşabilmiştir. Bu durumda, kişilerin "doğrular"ına temel olacak bir kaç genel doğruya değinmek gerekecek. * Madde gerçeği, * İnsan yararına olan emeğe saygı, * Kendi yaşam hakkı kadar diğer insanların yaşam hakkına saygı, * Güncelliğini koruyan bilimsel yasalar, * Genel kabul görmüş sosyal yasalar, vs, genel doğrulardır. İnsanlar bu bilgileri ya da Genel Doğruları temel almalıdır elbette ancak bu sadece bir çıkış noktası olacaktır. Kabul edilen ya da yaşanılan Topluma göre bu bilgilerin yorumlanması, ele alınması ve şekillenmesi farklı farklı olacaktır. Örneğin "Demokrasi"nin öncüsü! olan ABD'de hala idam yasalarının olması, Din Devleti Vatikan'ın Türkiye'yi "Yeterince Laik Olmamakla" itham etmesi, Fransa'da "Söz Ermeni Soykırımının Olmadığını Söylemenin" suç sayılması gibi... Şunu söylemek istiyorum: Yukarıdaki görüşler elbette ki temel olmalıdır ancak bunların insanlardaki ve toplumlardaki şekillenmesi kaçınılmaz olarak farklı farklı olacaktır. Değişimin sürekliliği içinde bunun olması gerekmektedir. "İki Doğru Olamaz" Bu Aristo Mantığının üç temel noktasından birisidir. Ve en temel nesnel mantık kuralıdır. Lakin bahsettiğim şey "İki Doğru"nun olması değil, Aynı doğrunun farklı yorumlanması, Farklı ele alınması... Kişilerin ve Toplumların öznel kişiliklerine göre farklı anlamlar kazanacaktır. Mesela ABD'de İnsan Haklarını savunuyor, Türkiye Cumhuriyeti'de... Fransa; İnsan Haklarının beşiği lakin buna aykırı bir yasayı yorumlayabiliyor, kabullenebiliyor. Ya da Türki'ye daha yeni bir Cumhuriyetken, diğer toplumlara Medeniyet götürmekle övünen Avrupalı devletlerden ve toplumlardan çok daha önce "Kadın Hakları"nı kabul edip benimseyebiliyor... Kısaca özetlemek gerekirse benim öğrenmek istediğim şey: Ahlaki yapıda temel alınması gereken kurallar olmalıdır ve bunlar evrensel olmalıdır... Din temelli olmamalıdır... Ancak bu Evrensel Kurallarını kabulünde ve farklı yorumlanmasında rol alan Toplumsal ve Kişisel farklılıklar ya da özellikler, nüveler reddedilmeli mi? Yukarıda verdiğim örnekler genel olarak Siyasi örnekler. Bunların birde Toplumsal tarafı vardır diye düşünüyorum. Sonuç olarak Evrensel Ahlak yasaları, hareket ettiği Bilim üzerinden gidilecek olursa değişkendir ve durağan kesinlikle değildir. Yine evrensel bir gerçektir ki Bilgiye ulaşımı aynı kılsanız bile yorumlanması kişiden kişiye ve toplumdan topluma farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların kalkması yani bilginin aynı şekilde yorumlanması için ya da sizin deyiminizle çelişki yaratan farklı doğruların ortadan kaldırılması sadece Din'lerin bireyselleştirilmesi ya da ortadn kaldırılması ile mümkün olmayacaktır. Bunun tek müsebbibi Din değildir. Ayrıca Din, bugünün hiç bir toplumunun kültürünün temel taşı ve yapılandırıcısı değil sadece bir parçasıdır. O yüzden "Evrensel Doğruların Kabulü"ndeki farklılıkların ya da "Doğru bilgilerin neliği" konusunda Dini içine alan bir bakış açısıyla konu incelenmelidir. Biz burada dini zaten hep tartışıyoruz. Ben konuyu daha da genişletmek için yukarıdaki yazımı yazmıştım. Sizin her iletinizi dikkatle okuyorum Sayın Bilimselci, önemsiyorum. Ancak şunu görüyorum ki uzun zamandır tartışılmasına rağmen hemen herkes aynı karasularda yüzüyor. Nedeni de hareket noktamızın yanlış olmasından kaynaklanıyor. Bence "Evrensel Ahlak" tartışmasının en temel ve ilk konusu "Ahlak"ın kaynağının ne olduğu olmalıdır. Buradan "Din"in ne olduğu tartışılacak ve Evrensel Ahlakın neliği su yüzüne çıkacaktır. Yukarıdaki iletimde ben bunu kısaca yapmaya çalıştım ancak sanıyorum ki işe yaramadı. Şunu söylemek istiyorum ki: Dinler Toplumsal Kabullerin sadece bir parçasıdır. Bu yüzden yorumlanmaları bile farklılık gösterir. Öyleyse tartışılması gereken temel nüve Din değil, Dinin de üstünde olan Toplumsal Gerçekler, Kabuller ve Yapıların neliğidir. Kısaca artık konu hep din ekseninde dönüp dolaşacağına artık net adımlar atabileceğimiz konular ve sorular üzerinden gitmeliyiz diye düşünüyorum. Sorumu şöyle yineleyeyim: Dinler toplumları şekillendiren bir nüve olmamalı ve bireysel kalmalıdır. Ve Dinler, bir toplumu yapılandıran temel unsur değil sadece toplumun kabullerinden birisidir. Toplumların Ahlaki yapıları dahi mensubu oldukları dine göre değil, o toplumun kabullerine göre şekillenir aslında. İşte öncelikle din'den önce gelen ve Evrensel Ahlak yasalarının kabulünde ya da yorumlanmasında farklılıklara neden olan bu Toplumsal Kabuller nelerdir? Mesela Türk Toplumunu "Türk Toplumu" yapan nüvelerin temelleri bu kabuller midir? Her toplum aynı Evrensel Ahlak yasasını aynı yorumlamak zorunda mıdır? Eğer öyleyse bir toplumu tanımlayan temel kabuller, Evrensel Ahlak Yasası ile zıt düşmese bile reddedilmeli midir? Ve bakın size şu ayrıntıyı belirtmek istiyorum, ki tartışmanın güzelliği açısından belki yararlı olur: İnançlı insanlar, "Değişim"den dolayı dinlerin öğütlerini ya da deyişlerini "Doğma"laştırmışlardır. Değişmekten korktukları için. Bakın Evrensel Ahlak ile Dinsel Ahlakın niçin farklı olduklarını açıklamıştım. Biri değişkendir, diğeri durağan... Toplumsal olarak "Değişmek", "Benliği Kaybetmek" olarak algılandığı için zorluklar çıkmaktadır. "Toplumsal Benlik" duygusu "Din"den çok daha üst bir yapıdır ve Dinsel kabullerden tutun Evrensel kabullere kadar her şeyin temelinde yer alır. O yüzden öncelikle bu tartışılmalıdır. Ve insanlar Evrensel Ahlak Yasaları açısından şunu sormaktadırlar: "Zaten kendisi değişken olan bir kabul, beni ben olmaktan çıkarmayacak mıdır?" "Değişken bir yapı uğruna benliğimi reddetmeye değer mi?" "Benliğimi Evrensel Ahlak Yasaları uğruna benliğimden sıyrılırsam eğer, sonuçta ortaya çıkan şey ne olacak?" Yani bir kimlik bunalımı sorunsalı... İşte ben konuyu buraya taşımak için yazdım sadece. Çünkü Sayın Aslan34ün o tek bir sorusunun temelinde yatan psikoz budur. Bilmiyorum farkettiniz mi ama ben bunu ortaya çıkarmak istemiştim sadece. Saygılarımla...
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Sayın Aslan, Tartışma uzayınca insanlar hep aynı şeyleri tartışmaya başlıyorlar. Okuyanlarda sıkılıyor. Sonra da deliller konulup dinlerin olup olmayacağı tartışılmaya başlanılıyor. Kuranın ruhuna, yada özüne nasıl inebilirizki ? Selamlar. sayın bilimselci sadece alıntıladıgım yerleri okudum ve gerisine bakmaya gerek bile görmedim inanın. Kur'an'ın ruhuna inmek onun ahlaki kural ve kaidelerine inmak demektir. mesela 'zina'nın yasak olması gibi , siz çıkarsınız bunun aksini savunursunuz, hayatın tüm yönleri ile. ya da kumarın yasak olması gibi, bir bütün olarak degilde sadece cinsellik ve bir oyun olarak düşünürseniz, inanın tartışamaya gerek yok demektir. bundan başka yapılacak bir şey yok. çok şey yazılıp hiç bir şey söylenmeyen ve devamlı kendi içinde bile çelişik metinlere gerek yok kanımca.bunlar inanın çok gereksiz konular ve birbirinden alakasız bir çok şey barındırıyor içinde. pratik demek somut demektir ve sonuç buradan çıkar. Bu anlamda şöyle bir soru olabilir mi? ''Kuranın ruhuna, yada özüne nasıl inebilirizki'' ? bu soruyu sorduktan sonra din ve dinleri dahası İslamı ne diye muhatap alıyorsunuz ki. 1400 senedir ve birbuçuk milyara yakın insanın inandıgı dinden bahsediyoruz. öyle veya böyle. Masala fazla dalmak falan ; yani böyle bir münazara olurmu? sizin dediginiz anlamda daha ortada herhangi bir şey yok ve bu üç beş duygusallıkdan başka birşey degil. Dini gelenekler olmasa ahlaka dair konuşulacak çokda şey olmazdı. Arap gelenegi vb. tanımlar kusura kalmayın bunlar çocukca tartışmaların konusu. neyin arap gelenegi neyinde islam gelenegi oldugu tartışma başka bir mevzu ve sınırlı bir şey, sadece arapların inandıgı bir deger olsaydı neyse, ( arapların kültür mirasını küçümsemek için yazmıyorum) selamlar.
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Konuyu özetlemek gerekirse, "evrensel ahlak", sadece madde ve insan değeri ile doğruları/yanlışları belirlenmiş, tüm toplumsal kültürlerden ayıklanarak, günümüze kadar gelmiş sosyal ve toplumsal genel kabullerimizdir. Sayın aslan, senin tabirinle sen de bu yazımın "ruhu" na inersen eğer, aynı şeyleri tekrarlayıp durmayız. Selamlar. [/color][/size][/font][/b] sayın bilimselci yazmıyayım diyorum ama ''masalın kralı'' olunca insan dayanamıyor. evrensel ahlaka dair tanımları yukarda yaptık, bu kısımda anlaşabiliriz. Kur'an evrensel anlamda bir ahlakı yadsımaz demiştik. lakin ; madde ve insan degeri ile, iyi/ kötü belirlenmiş diyorsunuz ama somut bir şey yok ortada . biraz daha basite ve somuta inelim mesela örneklendirin biraz yazdıklarınızı, ruhuna inmek için diyorum bunu. biraz örnekli olarak iyi/kötü tanımları yapınız. kurumsal anlamda bunun temsilcilerinden bahis ediniz. günümüze kadar gelen sosyal ve genel kabuller nedir ve günümüze ulaşamayanlar nelerdir.
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Ve bakın size şu ayrıntıyı belirtmek istiyorum, ki tartışmanın güzelliği açısından belki yararlı olur:İnançlı insanlar, "Değişim"den dolayı dinlerin öğütlerini ya da deyişlerini "Doğma"laştırmışlardır. Değişmekten korktukları için. Bakın Evrensel Ahlak ile Dinsel Ahlakın niçin farklı olduklarını açıklamıştım. Biri değişkendir, diğeri durağan... Toplumsal olarak "Değişmek", "Benliği Kaybetmek" olarak algılandığı için zorluklar çıkmaktadır. "Toplumsal Benlik" duygusu "Din"den çok daha üst bir yapıdır ve Dinsel kabullerden tutun Evrensel kabullere kadar her şeyin temelinde yer alır. O yüzden öncelikle bu tartışılmalıdır. Ve insanlar Evrensel Ahlak Yasaları açısından şunu sormaktadırlar: "Zaten kendisi değişken olan bir kabul, beni ben olmaktan çıkarmayacak mıdır?" "Değişken bir yapı uğruna benliğimi reddetmeye değer mi?" "Benliğimi Evrensel Ahlak Yasaları uğruna benliğimden sıyrılırsam eğer, sonuçta ortaya çıkan şey ne olacak?" Yani bir kimlik bunalımı sorunsalı... İşte ben konuyu buraya taşımak için yazdım sadece. Çünkü Sayın Aslan34ün o tek bir sorusunun temelinde yatan psikoz budur. Bilmiyorum farkettiniz mi ama ben bunu ortaya çıkarmak istemiştim sadece. Saygılarımla...[/b][/font][/size] sayın boşig öncelikle inançlı insanların daha dogrusu dindar insanların (inançsız insan diye bir şey yoktur) degişimden korktukları yargısında ki 'degişimin' mahiyeti nedir, neye tekamül eder, nedir bunun anlam dünyası. ben şahsen sahih müslümanların tüm eylemleri bir 'bilinç' içinde olduguna inandıgım için bu korku masalına haliyle inanmıyorum ama söz konusu edinilen, basit anlamında ve geleneksel/rastgele/kazaen dine inanan kimseler oldugu öncülünden hareketle soruyorum. evrensel dediginizin degişimini ve din dediginizin duraganlıgını açıklamak gerekmektedir. Ahlakın, evrensel düzeyde kabul edinilecek kural ve kaideleri oldugunu Din/İslam zaten kendisi kabul ediyor. Kur'an'da buna bir çok delil bulabilirsiniz. ''degişken ahlak'' diyorsunuz mesela, ne demek bu, daha iyi anlama açısından soruyorum. Belirli ahlaki kaideler degişim geçirmez öncülünden hareketle bunu açıklamanız gerekir. Degişim içinde olan ahlak mı? yoksa başka bir şey mi? bunu anlamam için, bu degişimi biraz açmanızı istiyorum. Bakın bir insanın ahlaki inançları degişebilir ama bu belli bir ahlak sisteminin degişmesi degildir. Kişilerin basit düzeyde seçtikleri ya da degiştirdikleri ahlak/huy başka bir şeydir ve ahlakın kendisi başka bir şeydir. Bir insan, 'benligini''kendisini' oluşturan inançları degiştirmekden neden ızdırap duysun ki, böylesi çelişik bir durumdur ve aslında onun bir 'ben'i olduguda söylenemez...İnanmıyorsa degiştirir ve inanıyorsa degiştirmez. arada kalanların derdi daha başkadır, ahlak falan degil. Yani, kimlik bunalımı ya da benzeri tanımların ''evrensel ahlak '' ile pek bir ilişkisi yok gibi, en azından benim anladıgım 'evresel' anlamında. Yada siz ahlakı farklı bir şekilde tanımlıyorsunuz. selamlar.
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Her din/sistemin bir ahlak yapısı vardır. Bunu, genel kabul görmüş anlamında söylüyorum. Budizmin bir ahlakı vardır. Marksizmin bir ahlakı vardır. hıristiyanlıgın bir ahlakı vardır. Seküler olan sistemlerinde bir ahlakı vardır. vb. devam eder. Ahlak; İnsanın yaratılışından gelen ve toplum içerisinde yaşanarak kazanılan iyi ve güzel huylar, atik anlamına gelir. Toplum içerisinde yapıp ettiklerimiz desek kısaca yeridir. İyi ahlak oldugu gibi kötü ahlakda vardır, yani ahlaksız yoktur. Bir sisteme göre iyi olan diger başka sisteme göre kötü olabilir. İşin asıl kısmı ise gerçekte dogrunun, iyinin ve güzelin ne oldugudur. Herkesin kabul edebilecegi iyi huylar evrensel anlamda açılan kapıdır ahlaka. Ahlakın kaynagıda her sisteme göre degişir ve bu dinlerde en temel anlamda 'kutsal metinlerdir' haliyle, kutsal metinleri olmayan ahlak sistemlerinin kaynagıda, biraz fikirlerin babası ve birazda eklektikdir. Akılcı ahlak sistemleri gözlem ve deneye dair nasıl kanunlar çıkarırsa, hareketleri üzerinden düşünerekde genel ahlak kuralları çıkarır. bu işin tam nasıllıgıda en azından bana malum degildir. Daha çok insanda bulunan yüksek duyguların tatmin edilmesidir akılcı-deneyci ahlak sistemleri. İslam ahlakının kaynakları ise başta Kur'an, sünnet, buna uyan tabiler ve fıtrattır. Allah, insanı yaratırken ona akıl ve irade vermiştir. Akıl ve irade sayesinde iyi ve kötüyü tanıma ve ayırt etme kabiliyeti bahşetmiştir. İnsan, görevlerini yerine getirirken belirli bir sorumluluk altındadır ve bu sorumluluk beraberinde bir takım müeyyideler getirir. Kur'an', insanın sorumluluklarını belirtirken iki temel esas belirler. Bunlar, emirler ve yasaklardır. sorumluluklar; dini sorumluluk toplumsal sorumluluk ahlaki sorumluluk olarak ayırabiliriz.
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Allah, insanı yaratırken ona akıl ve irade vermiştir. Akıl ve irade sayesinde iyi ve kötüyü tanıma ve ayırt etme kabiliyeti bahşetmiştir. İnsan, görevlerini yerine getirirken belirli bir sorumluluk altındadır ve bu sorumluluk beraberinde bir takım müeyyideler getirir. Kur'an', insanın sorumluluklarını belirtirken iki temel esas belirler. Bunlar, emirler ve yasaklardır.sorumluluklar; dini sorumluluk toplumsal sorumluluk ahlaki sorumluluk olarak ayırabiliriz. Bence yanılıyorsun. Bu dediklerin hayvanlarda var çünkü herhangi bir kutsal kitaba gerek kalmadan gerekli olan tüm ihitiyaçlarını karşılayabiliyorlar. Kendilerine göre sosyal bir yaşamları var,kendi aralarında hiyerarşik bir yapılanma var,mesken ediniyolar,saldırılarda kendilerini savunuyorlarvs,vs. Bu saydıklarını allah insanlara yaratırken vermeyi unutmuş sonrada bu hatasını telafi etmek için sonradan bir yığın peygamberler ve kitaplar göndermiş.
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Bence yanılıyorsun. Bu dediklerin hayvanlarda var çünkü herhangi bir kutsal kitaba gerek kalmadan gerekli olan tüm ihitiyaçlarını karşılayabiliyorlar. Kendilerine göre sosyal bir yaşamları var,kendi aralarında hiyerarşik bir yapılanma var,mesken ediniyolar,saldırılarda kendilerini savunuyorlarvs,vs. Bu saydıklarını allah insanlara yaratırken vermeyi unutmuş sonrada bu hatasını telafi etmek için sonradan bir yığın peygamberler ve kitaplar göndermiş. Hayvanlarda her şey varda ne yok acaba???. Sonraki yazdıklarına cevap yazmaya gerek yok sebebi'de malum?.
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Bence yanılıyorsun. Bu dediklerin hayvanlarda var çünkü herhangi bir kutsal kitaba gerek kalmadan gerekli olan tüm ihitiyaçlarını karşılayabiliyorlar. Kendilerine göre sosyal bir yaşamları var,kendi aralarında hiyerarşik bir yapılanma var,mesken ediniyolar,saldırılarda kendilerini savunuyorlarvs,vs. Bu saydıklarını allah insanlara yaratırken vermeyi unutmuş sonrada bu hatasını telafi etmek için sonradan bir yığın peygamberler ve kitaplar göndermiş. kendini o sınırda görüyorsan buna diyecek bir lafım olmaz, yani kendini hayvanlarla aynı düzeyde görüyorsan
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl kendini o sınırda görüyorsan buna diyecek bir lafım olmaz, yani kendini hayvanlarla aynı düzeyde görüyorsan Ben kendimi doğanın bir parçası kabul ettiğim için,hayvanlarla kıyaslanmaktan zerre kadar gocunmam. Bazı yeteneklerimin onlardan farklı olması onları aşağılamam için asla bir sebep olamaz.Gocunması gereken birileri varsa, aşağıladığı hayvanlar kadar aklını kullanamayıp kutsal kitaplara ihtiyacı olduklarına inanalardır.
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Dayatma, empoze olmadığını iddia ediyorsunuz. Buyurun bakalım o halde, nasıl yakacaksınız nasıl yıkacaksınız görelim ? Tehdit örneklerinizi bir bir sıralayın bakalım. Muhammed inanmayanlara ne tehditler savurmuş ? Sizler bu tehditlere nasıl aracılık edeceksiniz ? İç organlarımıza kaynar kızgın yağlarmı dolduracaksınız ? Küfürlermi edeceksiniz ? Bunlara karşı koyarsak çevirip huriylemi kandıracaksınız ? "Sonucuna katlanırsınız"la başladınız bakalım nasıl devam edeceksiniz? Buyurun... Saygi bekliyorsaniz önce saygi göstermesini bilmeniz gerekir.Muhammed kimseye birsey dayatmadi,bunu bile ifade edemiyorsunuz ve carptiriyorsunuz.Muhammed kimseye birsey dayatmadi o sadece kainatin yaraticisinin kendisine ilettigi vahiyleri insanlara bildirdi, bu onun görevi idi.Eline sopa alipta bunlara inanacaksiniz yoksa sizi yakarim yikarim demedi.Ateistler inkar ederken neyi inkar ettiklerini bile bilmiyorlar.Din diyorki ,Allah vardir.Inannip inanmamakta serbestsiniz inanmanizda sizin icin hayir vardir.Allahin kimsenin inanmasina ihtiyaci yoktur.Inanmayanlarinda Allaha bir zararlari dokunamaz. Bir defa daha tekrarliyorum sanirim bu defa daha iyi anlayabileceksiniz;Muhammed kimseyi tehdit etmemistir.bu inanmayanlarin ******** atma uydurmasidir.Ic organlarinizada kizgin yaglar doldurulmayacaktir,Allah bu kadar zalim degildir. Huriler olsa eminimki kosa kosa inanirsiniz cünkü cikarinizadir. Dinde bahsedilen cezalar ceza niteligi tasimaz,cezadan maksat olgunlastirmaktir. Evet inananlar icin Allahi inkar edenler sonucuna katlanirlar,bu bir dayatma degildir.Siz isinize öyle geldigi icin söylemleri carptiriyorsunuz.Ister inanin ister inanmayin,sizi zorlayan baski yapanda yok.Islamiyette baski ve zorlama yoktur.Tam tersine inananlara baski ve zulüm uygulanmistir inanmayanlar tarafindan.Yani dayatmaci olanlar Ateistlerdir. saygilarla
Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2007 18 yıl Saygi bekliyorsaniz önce saygi göstermesini bilmeniz gerekir.Muhammed kimseye birsey dayatmadi,bunu bile ifade edemiyorsunuz ve carptiriyorsunuz.Muhammed kimseye birsey dayatmadi o sadece kainatin yaraticisinin kendisine ilettigi vahiyleri insanlara bildirdi, bu onun görevi idi.Eline sopa alipta bunlara inanacaksiniz yoksa sizi yakarim yikarim demedi.Ateistler inkar ederken neyi inkar ettiklerini bile bilmiyorlar.Din diyorki ,Allah vardir.Inannip inanmamakta serbestsiniz inanmanizda sizin icin hayir vardir.Allahin kimsenin inanmasina ihtiyaci yoktur.Inanmayanlarinda Allaha bir zararlari dokunamaz. Bir defa daha tekrarliyorum sanirim bu defa daha iyi anlayabileceksiniz;Muhammed kimseyi tehdit etmemistir.bu inanmayanlarin ******** atma uydurmasidir.Ic organlarinizada kizgin yaglar doldurulmayacaktir,Allah bu kadar zalim degildir. Huriler olsa eminimki kosa kosa inanirsiniz cünkü cikarinizadir. Evet inananlar icin Allahi inkar edenler sonucuna katlanirlar,bu bir dayatma degildir.Siz isinize öyle geldigi icin söylemleri carptiriyorsunuz.Ister inanin ister inanmayin,sizi zorlayan baski yapanda yok.Islamiyette baski ve zorlama yoktur.Tam tersine inananlara baski ve zulüm uygulanmistir inanmayanlar tarafindan.Yani dayatmaci olanlar Ateistlerdir. saygilarla Muhammed 15 Müttakilere vadolunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedi kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu? Enam 70 Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete duçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. İnkar ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır. Kehf 29 Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri! Vakıa 52,53,54,55 Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.Karınlarınızı onunla dolduracaksınız;"Ve üzerine kaynar su içeceksiniz."Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz; Nebe 25- Ancak bir kaynar su ve irin (içecekler). ************ Tercih senin.
Gönderi tarihi: 2 Nisan , 2007 18 yıl Saygi bekliyorsaniz önce saygi göstermesini bilmeniz gerekir.Muhammed kimseye birsey dayatmadi,bunu bile ifade edemiyorsunuz ve carptiriyorsunuz.Muhammed kimseye birsey dayatmadi o sadece kainatin yaraticisinin kendisine ilettigi vahiyleri insanlara bildirdi, bu onun görevi idi.Eline sopa alipta bunlara inanacaksiniz yoksa sizi yakarim yikarim demedi.Ateistler inkar ederken neyi inkar ettiklerini bile bilmiyorlar. Sayın politika, Ben bir ateistim. Görüşlerim elbette ruh kaynaklı olmayacaktır. Kalkıpta ayetler, Muhammed'e Allah tarafından gönderildi mi diyecektim ? Elbetteki Kur'an'daki küfürlere, bunlar Muhammed'in insanlara tehditleri ile dayatmaları diyeceğim. Sen kur'an'ın tahlilini ruhçu anlayışla yaparsın. Yaratıcıya inanmayan bir ateistte maddeci anlayışla yapar. Bu konuda ateist, dinsiz, yada değişik dine ait birinin tahlilleri elbette sizlere değişik gelecektir. Peşin kabulcülük. Objektif olamamak budur işte. Bu güne kadar bizlerin tahlillerinin farklı olacağını, madde özlü, objektif olacağını bilmen gerekirdi. Sanki ilginç görmüş, çok şaşırmış gibisin. Anlatmayı beceremiyorsunuz görüşün; "Muhammed, Allahın küfürlerini bize ilettiğin için sağol, çok şükür yüzüme yağmur yağdı" desem, olumlu mu olacaktı ? Burda asıl şaşırılacak sizlerin tahlili. Küfür insanların söylemi olmamalı. Allah, insanlara küfür öğretmez değilmi ? Muhammed'in küfürlerini ve işkenceci tehditlerini Katakuta arkadaşımız açıkladı. Kur'an'ın tahlillerini çok objektifçe yapıyor.
Gönderi tarihi: 2 Nisan , 2007 18 yıl sayın bilimselci sadece alıntıladıgım yerleri okudum ve gerisine bakmaya gerek bile görmedim inanın. Sayın aslan, Buraya kadar bir saygı anlayışı ile geldik. Aynı anlayışla devam edelim istersen. Okumayacaksan ben neden yazayım sana. Bu söylemin ne derece etik. Kaldıki ben, masal olduğunu iddia ettiğim yazılarını, sorgulamacı özümden dolayı dikkatlice okuyorum. Katakuta arkadaşıma da ; "anlamadıgın konulara hiç girme istersen, sormayıda bilmiyorsun.bari baltalama yapma." Kendini tutamayıp, zaman zaman bu tür olumsuz çıkışların oluyor. Bırakmanı tavsiye ederim. İnsanlar seninle aynı düşünceye sahip olamazlar. Amaç, doğruları/gerçekleri bulabilmek değilmi ? Görüşlerimizi yadırgayabilirsin ama, insana olan saygıyı da kabullenmelisin. Devam edelim. Kur'an'ın ruhuna inmek onun ahlaki kural ve kaidelerine inmak demektir.mesela 'zina'nın yasak olması gibi , siz çıkarsınız bunun aksini savunursunuz, hayatın tüm yönleri ile. ya da kumarın yasak olması gibi, bir bütün olarak degilde sadece cinsellik ve bir oyun olarak düşünürseniz, inanın tartışamaya gerek yok demektir. bundan başka yapılacak bir şey yok. Anlaşılan "masal" kelimesi çok garibine gitmiş. Sizler, başkalarının kültürüne (dinlerine) nasıl masal diyebiliyorsanız, başka insanların Arap kültürüne, Allah'ın sözlerinin olduğu doğru değil, bu da cin, şeytan, ve melek gibi masallardandır denilmesine neden kızıyorsunuz ? Her şeyin doğusunu sizlermi bileceksiniz ? Buna hiç şaşırmam. Referans aldığınız arap kültürü de başka insanları kafasız, eşek, hayvan görüyor. Yukarda tartışmaya gerek yok diyorsun. Sen bilirsin. Ama, burada ahlak olarak nitelenen bu olgu, insandanmı yoksa Allahtanmı gelmedir tartışılabilir. Sosyal bilimleri de, felsefeyi de ilgilendiren güzel bir tartışma konusu. ''Kuranın ruhuna, yada özüne nasıl inebilirizki'' ? Burada kastettiğim Kur'an'a senin gözünle, yani allahın hükümleri olarak bakamayışım. Kastettiğim, Arap kültürünün bu gün için ne derece geçerli bir ahlak olup olamayacağı. Senin kabullerine göre çelişebilirim. Ama, benim düşünce özümde çelişkili olduğumu iddia ediyorsun. bu soruyu sorduktan sonra din ve dinleri dahası İslamı ne diye muhatap alıyorsunuz ki. 1400 senedir ve birbuçuk milyara yakın insanın inandıgı dinden bahsediyoruz. öyle veya böyle.Masala fazla dalmak falan ; yani böyle bir münazara olurmu? Zaten asıl tartışma meselesi bu. Çoğunluğun savundukları doğru olamaz. Her farklı konunun doğrusu güncel olarak tektir. Dünya yuvarlaktır. Belli bir yörüngede, fizik kanunlarına uygun, boşlukta dönmektedir. Daha önceleri öküzün boynuzunda idi. Çoğunluk buna inanıyordu. Geçmişte bunlar çok tartışıldı. Tartışma sonucu işkencelere kadar gidildi. Ama senin gibi "böyle tartışma konusu olabilirmi" denilmedi. Tartışıldı ve gerçekler ortaya çıktı. Sizler iki buçuk milyarlık bir dine, hangi zihniyetle ve nasıl masal diyorsanız, bir buçuk milyarın inandığı dine de masal denilebilir. Artık bunu kabullenmelisiniz. Aksi duruş, demokratik olamaz. Yüz yıllardır bizler hayvan eşek hakaretlerini sineye çekip medenice tartışıyoruz. Sizler bir "masal" kelimesinden alınıyorsunuz. Tartışmayı bu şekilde basite indirgememein sebebi; Demokratik anlayışa bile tahammül edemeyişiniz nedeniyledir. Tartışmada en önemli kural, objektif, demokratik ve saygı anlayışına sahip olmaktır sayın Aslan.
Gönderi tarihi: 2 Nisan , 2007 18 yıl Yazar araya girmiyeyim diyorum ama Sardunyam'ın inançdaki çelişkileri sayın Sardunyam'ı baglar .çelişki var anlamında söylemiyorum ama olursa bile gene bu Sardunyam'ın çelişkisidir. hadi bunu anladım. genelde inançlıların çelişkisi dediginiz vakit susmak olmaz. sayın bilimselci bize önce 'ahlak'ı ve daha sonra 'uygar evrensel ahlak'ın bir tarifini yaparmısınız. bu tarif sizi daha iyi anlamamızı ve Kur'an'ın 'ahlak'ını karşılaştıracagımız bir temel olur en azından. ( gerçi eklektik bir ahlaka da inanabilirsiniz ) Sayın Sardunyam galiba 'seküler' olmak ile 'dindar' olmanın vermiş oldugu tanımlardan yola çıkıyor olabilir. Sardunyam'ın çelişkileri sanırım başlı başına bir tartışma konusu... ki bu sizin görüşünüz tabi beni bağlamaz... yani ben çelişkinin her insanın yapısında var olduğuna inanıyorum ve hatta çelişkisiz bir gelişimin mümkün olmayacağını iddia ediyorum... Yani çelişkisi yani arayışı, bildiklerine yenisini eklemesi mümkün olmayan insanlar sabit fikirlidirler... Kendilerinde doğruyu bulmuş, anlamış ve arayışlarına son vermiştirler... Bu din olsun, evrensel düşünce olsun ne olursa olsun... Eğer çelişkilerine son verdiyse arayışı bitmiş demektir... Dolayısıyla artık fikir anlamında gelişim gösteremez... seküler olmak ile dindar olmak arasında ise çelişki olmaz, eğer öyle ise en büyük çelişkiyi büyük Türk düşünürleri yaşamıştır... Çünkü hepsi dünya insanıdır herşeyden önce... Dinci ile dindar arasında çok büyük fark vardır... Dinci hayatının merkezine dini koyar ve onu bir amaç olarak algılayıp yaşar, dindar ise tercih etmiş olduğu inancını merkeze koymaz sadece Allah'a ulaşmak adına yaşar... Laiklikte dinciye aykırıdır, dindara değildir...
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.