Misafir Marcus Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2007 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2007 Hepimiz sürekli suç işliyoruz: Yürürlükte bulunan devrim yasalarına göre şapka giymemek de yasaktır, paşaya paşa demek de!... Emekli orgeneral Kemal Yavuz geçen gün ?bu gidişle Türkiye Cumhuriyeti yirmi sene dayanmaz? demiş. (Az kalsın ?Yavuz Paşa? diyecektim de oradan aklıma geldi.) Kendi fikridir. Biz televizyonda ?Amerikan ordusu Bağdat?a giremez çünkü arazi bataklık? diyen, karacı değil havacı paşalar da görmüştük. Amerika batağa saplandı saplanmasına da, o anlamda değil. Eh bu da bir emekli paşa görüşüdür... Deyip geçemeyiz, çünkü Kemal Yavuz haklı görünüyor. Ünlü ve yaşlı bir İsveç kültür adamı da (Gunnar Myrdal?ın oğlu Jan Myrdal mıydı yahu, Zülfü Livaneli daha iyi bilecektir) Amerika Irak?a saldırdığı zaman ?ölmeden Türkiye?nin bölündüğünü ve Kürdistan Devleti?nin kurulduğunu göreceğim? demişti. Hemen küfür etmeyiniz, üzülerek söylemişti bunu. Yanılıp da bir Amerikan-İran savaşına girerse Türkiye Cumhuriyeti biter. Yanılıp da Kuzey Irak?a girerse de, bitmez ama, Amerika bunun bedelini bize öyle bir ödetir ki, 12 Eylül öncesinden beter oluruz ve devlet de gene ?biteyazar?... Kıbrıs?a ?girince? başımıza neler geldi, otuz üç yıldır yaşadık ve gördük. Zarar yok, devlet kurmak bizim ?hobimiz?, on yedincisini kurarız. Yeni bir devlet kurup da altmış yıl içinde dört kere anayasa değiştirmiş, üstelik sonuncusunu da sağından solundan kurcalayıp tırtıklamış bir ülke olarak, bizde çare tükenmez! Her halk devletsiz de yaşar, biz yaşayamayız. Devleti yoksa Türk de yoktur. Yunan halkı Osmanlı yönetiminde dört yüz yıl dilini de, dinini de korudu, biz bağımsız devletimizde bile korumakta zorlanıyoruz... Fakat kurarız bir yenisini, derme çatma da olsa. Sonuçta, devletin batması demek, kayıp kıta Atlantis gibi sulara gömülmesi demek değildir ya... Dedem doğduğunda İkinci Abdülhamid?in, amcam doğduğunda Mehmet Reşat?ın, babam doğduğunda Vahdettin?in tebasıydı; Osmanlı devletiyle birlikte ölmediler, nüfus kâğıtları değişti! Fakat yeni kuracağımız devlet daha ?derli toplu? ve daha ?küçük? olabilir ha... Artık buna kim kaçıncı cumhuriyet derse der, halayık becerildikten sonra kapıya kol demiri vurmanın da, cumhuriyetlere numara vermenin de yararı yoktur. Böylece Avrupa Birliği?nin, dilinin altından daha on yedi yıl önce çıkardığı ve fakat bu fakirden ve emekli başsavcı Vural Savaş?tan başka kimseciklerin farkına varmadığı bakla, ünlü ?Antalya önerisi? de gündeme gelir: ?Geri kalmış olan doğu bölgelerinizi bırakın, daha gelişmiş olan batınızı, yani Marmara ve Ege?yi birliğe alalım!? Sevres Antlaşması gereğince Orta Anadolu?ya ?hapsedilmiş? bir Türkiye yerine, ?batısı kabul edilmiş? yeni ve yarım bir Türkiye... (Kusura bakmayın, şunları ?Sevr? ve ?Lozan? şeklinde yazarsam kendimi Refii Cevat Ulunay gibi hissediyorum.) Kürt?e toprak, Ermeni?ye de milyarlarca dolar tazminat vermiş ?alil? bir Türkiye... Devekuşu gibi kafayı kuma gömmeyi sevmiş, kendi gerçekleriyle yüzleşmeyi sürekli ertelemiş, buna ancak çok zorlanınca ucun ucun yanaşmış bir Türkiye?nin amansız faturası! Osmanlı İmparatorluğu?nu 1923 yılında Lausanne?da tasfiye ettiğini sanmış, fakat şimdi kendisine ?son pürüzler? de temizletilmiş bir Türkiye... Yutacak mıyız bu zokayı? Yutmayacağız. Peki ne yapacağız, gargara mı? Hepimizin naçiz vücudu bir gün elbet toprak olacak da, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak mı? Yerlerde sürünen bir ekonomi, okkalı bir dış borç, yetersiz sermaye birikimi, olmayan bir soluyla, berbat eğitim ve sağlık hizmetleriyle, ne doğulu ne batılı ********* yaşama biçimiyle, yıkılmış ve yerine yenisi konulamamış ahlak düzeni, daha doğrusu düzensizliğiyle, herbiri ?birer Ogün Samast? olmaya gönüllü milyonlarca işsiz, bilgisiz, becerisiz, kafasız, vahşi ve barbar lumpenproleteriyle nereye kadar gidecek bu ülke? Ne kadar gidecek? Emekli orgeneral Kemal Yavuz ?yirmi yıl? diyor. Bu iyimser bir tahmin mi, kötümser bir tahmin mi? Haa, aranızda, ?ben vapura biner Samsun?a giderim, apoletleri de söker sağa sola telgraf çekerim? diyen varsa görelim bakalım. Engin Ardıç Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2007 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2007 Kanada Eğitim Kalitesi Kanada, ücretsiz ilk ve ortaokul eğitimi sonrasında sübvansiyonlu eğitim olanakları sunmaktadır. Her çocuk 16 – 17 yaşına kadar okula gitmek zorundadır. Öğrencilerin %95’i, ücretsiz devlet okullarına devam etmektedir. Dünyada “Eğitim”e en fazla ödenek ayıran ülke olan Kanada'nın eyaletleri eğitim masraflarını da karşılamaktadır. Sağlık Kanada dünyanın en iyi “Ücretsiz” sağlık hizmetlerinden birine sahiptir. Her vatandaş ve kalıcı oturum iznine sahip her şahıs, yaşadığı bölgenin sigorta planı kapsamı altındadır. Sağlık programı vergi gelirleriyle finanse edilmekte olup, vizite ücretleri ve hastane masrafları da dahil olmak üzere dünyanın en kaliteli temel sağlık hizmetlerini sunmaktadır. Sosyal Hizmetler Kanada refah düzeyi oldukça yüksek bir ülkedir. Bu, devletin vatandaşlarının temel sosyal hizmetlerini karşıladığı anlamına gelmektedir. İş Alanları ve Sanayi Her yıl yaratılan binlerce yeni istihdam olanakları sayesinde, % 6,8 olan işsizlik oranı, Kanada’da 1976’dan beri görülen en düşük seviyesindedir. Gelişmiş Ülkeler Arasında Şirketlere En Düşük Vergi Doğal kaynaklarda - imalat, inşa, ithalat/ihracat, ticaret, ileri teknoloji ve hizmet sanayilerinde - sınırsız gelişim olanakları yatmaktadır. NAFTA (Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması) uyarınca, Birleşmiş Milletler ve Meksika pazarlarına erişim imkanı bulunmaktadır. Çok Kültürlülük Kanada, kendi kültürlerini korumaları için göçmenleri teşvik etmektedir. Başka hiçbir yerde böyle bir kültür mozaiği, anlayış ve barış ortamı bir arada bulunmamaktadır. Adalet Sistemi Dünyadaki en düşük suç oranı Kanada'dadır ve her geçen gün azalmaya devam etmektedir. Vatandaş ya da yerleşmiş bir göçmen olarak, adalet sistemi önünde eşit olacaksınız. Kanada Hak ve Özgürlükler Temel Yasası, Kanada'da ikamet eden herkese özgürlük, yasal hak ve kanunlar önünde eşitlik sağlamaktadır. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- bütün bunlar ülkemizde neden yapılamıyor? ya da yapılmıyor? 3. dünya ülkesi olmak için mi mücadele veriyoruz... Türkiye'nin kaynakları, insan gücü, kapasitesi, isteği, planı, programı hep "imkansızlıklar" üzerine mi kurulu, yoksa biz buna da şükür demeli ve yerimizde saymaya devam mı etmeliyiz? Dünyanın en yüksek vergisini ödeyen insanları bizleriz, en pahalı benzini kullanan, iletişimde konuşma ücretinin iki katını vergiye veren, içtiği sudan, yediği ekmeğe kadar hepsinin vergisini veriyoruz, peki karşılığında bize yol, su, elektirik olarak geri dönüyor mu? yoksa yolun, suyun, elektiriğin, yolsuzluğunda vergisini almaya ve hatta yolumuza döşenen kaldırımlarında parasını cepten verip bedavamı yaşıyoruz biz bu topraklarda... Türkiye ilelebet payidar kalacak mı, bu şartlar altında bunun cevabını vermek zor, günden güne tükeniyor, tüketiyor ve kaosa sürükleniyoruz ve hala birbirimizi yemeye doymadık... ve hala söylenmekten öte bir icraat ortaya koyamadık, biz alıştık böyle yönetilmeye ne demişler "layık olduğunuz gibi yönetilirsiniz"... layığımızı bulduk sanırım... Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2007 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2007 kapalı kapılar arkasında ne vaatler dinleniyor,ne tavizler veriliyor ve nelere imza atılıyor kimbilir...vural savaşın gizli antlaşmalarla ilgili sözleri oldukça düşündürücü. ... ''Zaten bizi çok rahatsız eden Türkiye Cumhuriyetini güvenliğini tehlikeye sokacağı muhakkak olan gizli antlaşmalardır. Mesela, Der Shipigel dergisi bir sayısında Tayip Erdoğan’dan ‘Amerika ile yapılışı gizli bir antlaşmanın arkasındaki adam’ diye bahsetmiştir. Vatan gazetesinde ki yaptığı bir söyleşide’ Şimdi, senin oturduğun o koltukta Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell oturuyordu. Biz onunla dokuz maddelik gizli bir antlaşma yaptık ama bunu açıklayamam’ dedi. Ve bugün 1 Mart teskeresi ki Türkiye Cumhuriyetini bence Kurşun atılmadan Amerika işgaline açacaktır. Atatürk dış politikamızda ne yapılması gerektiğini, sonradan, çok önemli görevlere getirilmiş Bakanımız olan Numan Menemencioğlu, Faik Zeki Akröre’ye şöyle söylemiştir; “Bu coğrafyada yer almamız için ve benim "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ prensibinin hayata geçirdiğini daha doğrusu geçirileceğini size açıklamak için bu konuşmayı yapıyorum. Üç şeye dikkat edin: “Araba bulaşma” sözü maksadımı anlatmaya yeterlidir. .Başta büyük komşumuz Sovyetler birliği ve diğer komşularımızla iyi geçineceksiniz. Onları tahrik edecek davranışlardan uzak kalacaksınız. .Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalist devletlerle daima mesafeli olacaksınız ve bunu diğer ülkelere hissettireceksiniz.”demiştir. Bakın Atatürk’ün ölümünden sonra emperyalist lafını kullanan hiçbir yönetici Türkiye’yi yönetmemiştir. Zaten sorunda buradan kaynaklanmaktadır. Oysa ki Atatürk’ün hiç ağzından düşürmediği kelimedir emperyalizm.'' Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2007 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2007 Aldığım iletilerde, söyleşi için gittiğim yerlerde, değişik toplantılarda ve beni görmeğe gelen okurlarımla yaptığım görüşmelerde, hep aynı soruyla karşılaşıyorum. Ülke sorunlarına duyarlı insanlarımız, kaygı ve üzüntü içinde hep aynı soruyu soruyorlar: “ülke tehlikede ne yapmalıyız?” . Her yerde aynı yanıtı veriyorum ve herkese, “ Düşünsel ya da inançsal ayrılıklarınızı, kırgınlık ve kızgınlıklarınızı bir kenara bırakın, siyasi ayırım gütmeden ulusal birlik anlayışıyla bir araya gelin, örgütlenin” diyorum. Önerim, yurtseverlikleri açık olan soru sahiplerine, çoğu kez, yanıtı tam olarak alınamayan soyut bir görüş gibi geliyordu. Benden daha elle tutulur bir yanıt bekliyor, önerimin anlam ve önemini kavrayamıyorlardı. Ülkenin geleceği için kaygı duyuyorlar, ama ne yapılması gerektiğini bilmiyorlardı. Belli etmemeye çalışsalar da, bunu açıkça görüyor ve üzülüyordum. Ulusal bilinç, toplumun hemen her kesiminde yükseliyordu; ancak, ülke gerçekten tehlikede olmasına karşın bu yükselme, bir türlü örgütlenmeye yönelemiyordu. Aydınlar'ın temel görevi, halkı örgütleyip olumsuz gidişe karşı çıkmaktı; ama, ülkenin duyarlı genç aydınları, örgüt sorununun önemini göremiyor, görse de neyi nasıl yapacağını bilmiyordu. Halkın ve ülkenin haklarını savunmak için, koşullar ve insanlar hazırdı, ancak bu büyük güç, bir türlü harekete geçirilemiyordu. Üzülmemin nedeni buydu Türk aydını , Atatürk 'ün ölümünden beri altmış beş yıl boyunca, baskı altında yaşamıştır. Bu gerçek göz önüne getirildiğinde, sonucu belki de olağan karşılamak gerekiyordu. Ulusal bağımsızlığı amaç edinerek, örgütlenmeye çalışan ulusçu aydınlar , bu ülkede şiddetin hemen her türüyle karşılaşmış ve çok acılar çekmişti. Halkın örgütlenmesi, Türkiye'de adeta cezalandırılması gereken bir eylem haline gelmişti. Örgüt sözcüğü, kamuoyunda yıllar boyu öyle işlenmişti ki, örgüt ve örgütlenmekten söz etmek, neredeyse devlet karşıtlığının, yasa tanımazlığın ya da gizli işlerin göstergesi haline gelmişti. Halka açık ya da dolaylı söylenen şuydu : Bu işlere karışma, büyüklerimiz gereğini yapar, bunlarla uğraşırsan başın derde girer.. Oysa, Türk insanının hem en yetenekli olduğu, hem de bugün en çok gereksinim duyduğu şey, örgütlenmekti. Sanki gizli bir el, birlikte davranmayı önlemeye çalışmış, bunu büyük bir beceriyle başararak Türkiye'yi aydınsız ve örgütsüz bir ülke haline getirmişti. Yaşanmakta olan tehlikeli durum, bu olumsuz sürecin doğal sonucuydu. Ülke, geçmişte ezilip susturulan aydınlarına muhtaç hale gelmişti, ancak bu kez ortada aydın kalmamıştı. Türkiye, Atatürk 'ün en tehlikeli sonuç olarak gördüğü duruma düşmüş ve ülke iç cepheden çökertilmişti . Aydın denilen geniş bir kesim, ulusal çıkarların değil çok farklı şeylerin peşindeydi. Geçmişteki baskıyı bilen bir başka kesim, ürkek ve çekingendi. Konuya duyarlı genç kuşak ise, örgütsel deneyime ve yeterli bilgiye sahip değildi; ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Oysa, halkın zaman yitirmeden örgütlenmesi ve gelecekte kaçınılmaz gibi görünen ulusal savunmaya hazırlanması gerekiyordu. Bu ise, başarılması zor bir işti; hem inanç ve bilinç, hem de maddi güç gerektiriyordu. Halkın bir araya gelme girişkenliği köreltilmiş, örgütlü davranmak neredeyse unutulmuştu. İnsana acı veren bir başka gerçek, Kurtuluş Savaşı'nın ve dayandığı Müdafaa – i Hukuk örgütlenmesinin bilinmeyen bir konu haline gelmiş olmasıydı. Örgütlenmenin okulu yoktu, ya da bu işin okulu yaşamın kendisiydi. Tarihsel gerçekler unutulduğu için, herşey yaşanarak yeniden öğrenilecek ve işe “sıfırdan” başlanacaktı. Türkiye'de yeni bir ulusal uyanış başlamıştı ve bu uyanış kaçınılmaz olarak kendi örgütünü yaratacaktı. ATATÜRK’ün 18 haziran 1922’de söylediği ve batılı devletlerin ne olduğunu açıklayan şu sözleri bugün için de aynen geçerli değil midir? “ulusumuz bağımsızlığına vurulan darbeler karşısında ve varlığında açılan yaralar karşısında gözyaşı döküyordu. dost ile düşmanı ayırt edemeyecek bir hale getirilmişti. karar verildi, hareket başladı ve maskeler atıldı. ‘türkiye parçalanacak, türk halkı köle, aşağılık, sefil, perişan edilecekti.’ amaç bu idi. bu acımasız amaca ulaşmak için akla hayale gelmeyen her türlü yola başvuruldu. ‘özellikle batı’nın kimi hükümetleri, kimi politika adamları bunun böyle olmasını diretiyorlardı. halâ da diretiyorlar.’ bu biçimdeki davranışlarını dünyaya hoş göstermek ve hatta kendi uluslarının gözünden gizlemek için başvurmadıkları yöntem kalmadı. her türlü yalanı dolanı kullandılar. türkler vahşidir, acımasızdır, uygarlığın gereklerini benimsemeye yatkın değildirler dediler. asıl vahşi ve acımasız ve saldırgan olan, ortaya attıkları iddiaları dillerine dolayarak dünya kamuoyunu aldatmaya çalışan kendileriydi...” metin aydoğan.. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2007 Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2007 Etnik düşün, azınlık ol, ulus olmak yerine, ufak şehir devletleri kur, küresel yaşa... Avrupa Adalet komisyonu, geçtiğimiz günlerde pkk'nın bir terör örgütü olduğunu kabul etmişti.(!) şimdi bunu yeniden görüşmek üzere komisyon kurdu... 23. yılını doldurmakta olan pkk terörü nasıl ve hangi desteklerle bugünlere geldi aşağı yukarı herkes biliyor. Bu terörün Fransa'da, Belçika'da, İngiltere'de yaşandığını düşünebiliyor musunuz? Hemde 23 yıl boyunca kan dökmediği gün geçmeden... ve hala bir terör örgütü olup olmadığı tartışılırmıydı? Son yüzyılda, Yugoslavya'yı dağıttılar ve içinden 5 ayrı devlet kurdular, Çekoslavakya'yı 2'ye böldüler, İspanya'da ayrılıkçı Eta'yı terör listelerine aldılar ama bir yandan ayrılıkçı politikalarını desteklediler... Kendi aralarında sınırları kaldıran Avrupa çok uluslu, potansiyel sömürü kaynakları bulunan doğu Avrupa'daki ülkelerde yeni sınırlar çizdiler... Şimdi yanıbaşımızda aleni bir şekilde parçalanan Irak'ğı da 3 parçaya bölmek üzereler... Kürdistan meşru olmasada faaliyetlerine başladı, kuruldu bile yani... Faşizm ateşi emperyalizmin kaynaklarına göz diktiği ülkeleri yakmakta... Oraları ufaltmakta çünkü böylesini yönetmek ve kontrol etmek daha kolay... Böl, parçala, yönet... bölmek, parçalamak ve yönetmek istediğin yerlerde ayrılıkçı yardakçıları destekle, azınlık haklarını savun (!) ve fonlarla destekle ama bu oyunu görenleri, ülke bütünlüğünün mücadelesini verenleri, ulusalcıları tehdid unsuru göster, ulus haklarından söz edenlere ırkçı, azınlık haklarına dem vuranlara, demokratik hak de... Türkiye bu adaletsiz ve terör yandaşı Avrupa'nın tuzaklarından kurtulamadıkça, sağlam ve onurlu bir siyaset gösteremedikçe ilelebet payidar kalacakmıdır tartışılır... Diliyorum bu oyunlar bozulsun, bağımsızlık ulusça olursa kazançtır, ulustan bağımsız olmanın ne demek olduğunu anlayamamışların hangi amaca hizmet ettiklerini etlerinden ve sütlerinden nasıl yararlanılmak istenildiğini bilmeyenlerin de bunları görmesi şarttır. Göremedikçe, göstermek istemeyenlerinde asıl amaçlarını farketmedikçe biz bu oyunlara daha çok geleceğiz galiba... Yasalarını Avrupa'nın direktiflerine göre ayarlamış bir Türkiye'de elbette adaletten ve sokakların güvenliğinden söz edilemez... Polisin yetkilerini elinden alacaksın ama sokak tehlikelerini özellikle büyük şehirlerde ki, önlemeyeceksin... Kontrolsüz ve ne yaptığı belli olmayan dernekler kuracaksın burada etnik, azınlık, eşitsizlik gibi ayrılıkçılığa dayalı söylemler söyleteceksin kafaları ve mideleri bulandıracaksın... sonra kendi milletine yabancılaşmış şehir devletlere doğru sürüklenmeni izleyeceksin... Belediye Başkanlarını (özellikle) kullanacaksın onları halkın gözünde bir şehir çalışanı halinden çıkartıp umut bağlanan şahıs haline getireceksin... Ve fonlarla onlarıda destekleyeceksin... Bu rotanın nereye gittiği belli olmuyor mu? Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.