Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 15 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 15 Kasım , 2005 AnKaRa Ankara'ya öyle Yakışırdı ki Kar ... Asfaltlar ışıldar buz tutardı resmi yalanlar Kimse keman çalmaz belki ama çok keman çalınsın balolarında diye yapılmış Gri sisli binalar. Anlının ortasında ciddi bir devlet asabiyeti çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar bu zulüm bu sevda bitmezmiş. Sevmek bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş biz bişeyi delicesine severiz ama Tanrım neyi ... Kahve önü çatlak mozaik, bel kemiğine tehdit kürsüler üstünde çok sigara içen öğrenciler... Bir daha asla yaşayamıyacağı aşkları hep teğet geçerken, hep onu sevmeyenleri severek hep onu sevenin gözlerinden kalabalıklara kaçarak karışarak toplumcu gerçekci yanlızlıklara yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarının bir İzmirli güzele dayatmak varken hep kardeş olacak değiliz ya yaşasın halkların sevgililiği... Soyut bir sevdaya beşik kertilmiş olan dağda çoban şehirde şark Çıbanı sayılan Fıratın büyük elleri Araratın kızgın yelleri Cilonun derin nefesleri... Gülasa kente hukuk mukuk okumaya mümkünse o aradada memleketi kurtarmaya gelmiş Anadolu Çocukları ... Ankara'ya öyle Yakışırdı ki Kar ... Asfaltlar ışıldar buz tutardı resmi yalanlar belki balkona kar seyretmeye çıkar diye sevdiğimiz kızlar çok dilimiz donmuştur ve çoğu zaman kar mevzu kızlara yeterince ilginç gelmemiştir. Hiç bir şey kapalı bir dükkan kadar hüzünlü gelmez insana Ankara'da yoksa bugün bi hayat yaşanmayacak mı duygusu çöker bütün bozkıra. Kimse keman çalmaz belki ,belki bu film hiç bir zaman o kadar fiyakalı olmayacak ama hiç bir lahmacunda o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantakinin tadını vermeyecek bir daha ,çok daha iyilerini yedim sonra bizzat urfada hatta ama hiç birinde o kadar aç oturmadım sofraya.. Ankara'ya öyle Yakışırdı ki Kar ... Çok yabancı bir soluk duyulur bazen bilinmez bir dilin ıslığından anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar. Öyle deme ankarayı sevmeyene bir zulümdür bu kadar insanın neden ankarayı bu kadar çok sevdiğini anlamadan ankarada yaşamak . Yollarına hep sevdiğimiz insanların adlarını vermediler ama biz her duvara bilvesile onların adını yazarak yaşadık Kül ve betondan mürekkep yaşadıkca yaşam havası gelen o tuhaf bozkır kokusunda ... Ankara'ya öyle Yakışırdı ki Kar ... Asvaltlar ışıldar ... Bir günden bir sürü gün yapan mesai saatlerinde hiç bir şey yapan hiç birşey alıp hiç birşey sunan rakıyı bol sulu içen dokunmasın için deil çabuk bitmesinde diye devletin tekel rakısı ... Hep kağıtlara bakarak hep kağıtlardan bakarak hem Neşet Ertaş'ı Hem Bülent Ersoy'u aynı anda sevmeyi başararak karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı çok beğenmeyerek ama yinede bu tasarrufunu takdir ederek. Boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken hep bişeylere birilerine küsmüş gibi yürüyen memurlar.. Ankara'ya öyle Yakışırdı ki Kar ... Asfaltlar ışıldar buz tutardı resmi yalanlar Biz şimdi kapalı bir kuruyemişçi dükkanının ki bütün plan kar altında tuzsuz ayçekirdeği çitleyip yanısıra Bafra içmektir kötü ışıklandırılmış vitrininden umutsuzca içeri bakan kimliği gereğinden fazla sorgulanmış ,merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş yani sistem kendi verdiği kimliği zırt pırt geri istemektedir ... Doğduğu yer yüzünden doğuştan kavgacı zannedilen ama pek çoğu kavgadan nefret eden kavgacı esmer cesur korkak çoğu Kürt çoğu Türk çocuklardık.. Ankara'ya öyle Yakışırdı ki Kar ... Ha sonra belki Ahmet Arif'in aklına hiç bir şairin aklına gelmiyecek çünkü hiç kimse bir daha Ankara'yı O'nun kadar sevemeyecek bir şiir istenir kar altındadır varoşlar Hasretin Nazlıdır Ankara . . . Ustam yine sen bilirsin ama hangi aralıkta bir şair ölmüşse işte o en metaneli aydır bence.. Ankara'ya öyle Yakışırdı ki Kar ... Asfaltlar ışıldar yalanlar ŞİMDİ VE SONRA NE ZAMAN KAR YAĞSA ANKARA'YA ELİM GÖNLÜM ÇOCUKLUĞUM BUZ TUTAR !!!... Kolay gelsin Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 17 Kasım , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 17 Kasım , 2005 Bu BaHaR aŞKa HaZıR her yağış bir başka kalkışmaya yöneliyor we kim ne yerse bu geçişte bi tomurcuk bi gözyaşı mutluluk işte... her bahar arefesinde korkulu bir kimsesiz gecenin aklım elim yüreğim kilişte hep biraz korku biraz yalan telefon seslerinde... ya yine boş koridor ıslaklığıysa we beton nefesi bütün fakir çocukluklarda ama herşey sırasını beklerken mukaddes bir kuytuda senden umut kesenin hüzün kesesinde bi yawru herhangi bir anne kadar kanguru... işte bahar işte sewda işte tomurcuk bi bakıma ağzım mawi ıslaklığın uçurumunda rüyayla gerçeğin arasında hep iyinin aşkın tarafında... we değmediğim yerin kalmayıncaya bu bahar sonsuza tomurcuklanmaya ben sana sen çatlak bi anadoluyu kucaklamaya bu bahar aşk için hazır hazır wazgeçmeye adını bile baş harflerinden kayıtsız bir sarhoşluğun hergün erkenden sabah oluşundan herşeyi biraz şakalaştıran bakışından şakadan başka izahı olmayan bu kalp ağrısından... we bahanesi bir yürek bir et bi bedenin içine girmek hazır bu bahar akılsız bir yeşermenin şahane hasadına hazır nurtopu bir yaşama sewincini kundaklamaya... unutma baharda çiçek olan meywedir yaza bu erik tanesi bu şakacı bahar çiçeği herdem taze kalsa... Kolay Gelsin Alıntı
Φ ERBAY Gönderi tarihi: 18 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 18 Kasım , 2005 Yaşayabilme İhtimali Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim. İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman özlemeye başladım herkesi... Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra.. Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı... Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı... Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık.. Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla... Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle... Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi.. Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu. Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri. Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben. Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim.. Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak.. Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu.. Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri. Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum. Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum. Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliğini Otobüs oluyordum bir süre Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde Otobüs oluyordum Bir ülkeden bir iç ülkeye Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum. Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin Korkuyordum Sonra iniyordum otobüsten Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum. Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda.. Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği bir yol üstü lokantasında Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim! Yılmaz Erdoğan Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2006 Kötülerin Bize İhtiyacı Var Biliyorum, çoğunuz iyi insanlarsınız. Bu yüzden hep kötüler kazanıyor zaten. Birçok kötü, hatta alçak tanıdım. Çoğu neşeli insanlardı. Hiçbirinde çekingen bir ruh haline rastlamadım. Kötüler atak, iyiler pısırıktır. Etrafınıza bakın, en heyecan verici, en eğlenceli insanlar hep sahtekârlardır. Hepsi paldır küldür konuşan, ağız dolusu gülen insanlardır. Çünkü sahtekâr, sempatik olmak zorundadır. İyinin böyle bir mecburiyeti yoktur. İyi, sıkıcıdır. Kadınlar "iyiler"e değil, güvenilmez erkeklere aşık olur bu yüzden. Zaten aşk denen altüst oluşla ancak bir üçkâğıtçı başa çıkabilir. Aşkın tadını çıkaramaz iyiler. Onlar sarılıp sessiz bir uzanmayı aşk zanneder. Tekdüzedirler. Yavaştırlar. Kadınlar da dertlerini onlarla paylaşır ama gidip bir güvenilmezle sevişirler. Tutku kötülerin işidir. "Sessiz ve efendi bir insan" cümlesiyle tanımlanan bir iyilik kolaydır. Sahtekârlık daha zordur, maharet ister. Zeki, hızlı ve atak olmalıdır. Enerjiktir. (Tabii "kötü" kötüler konumuz dışındadır. Yani hem salak hem kötü olmaya çalışanlar için düşünmeye, yazmaya değmez.) Üçkâğıtçı... Sahtekârın en sempatik, en başarılı şekli. İyi bir hatiptir o. İnandırıcıdır. Konuştuğu zaman etrafındaki tüm "iyi ve dürüst" insanlar ağzının içinde kaybolur. Hem çok iyi fıkra anlatır hem hüznün tüm renklerinden haberdardır. Kahkahasında pirzola tadı, hüznünde bazen ölümün sesi vardır. Adam başarılıdır. Yeteneklidir. İyilik kolaydır. Kötülük maharet ister. İyi olmak için kimseye kötülük yapmamak yeterlidir. Ama kötü olmak için daha çok çalışmalısınız! İyi, kötü karşısında güvensiz, enerjisiz, çaresizdir. Filmlerde bile iyi, kötüleşmeden kötünün hakkından gelemez. "Yeminini bozar" ve kavgaya girer. Oysa kavga kötünün mesleğidir asıl. Biz "iyi" seyirciler perdedeki iyi adamımız kan döktükçe rahatlarız. Ve iyi kötüyü yendi diye seviniriz. Oysa artık hepimiz kötüyüzdür filmin sonunda. Hatta biz "kötü"den daha çok insan öldürmüşüzdür. Bir iyi için en zor olan, kötüye "Sen kötüsün" demektir. Çünkü iyi, utangaçtır. Hırsıza "hırsız" diyemez. Kötünün yerine utanır, sahtekârın yerine yüzü kızarır, hırsızın yerine yerin dibine geçer... Bu sırada kötüler, sahtekârlar, hırsızlar deli gibi eğlenmektedir. Çünkü onların yerine utanan, sıkılan, yerin dibine geçen birçok "iyi" insan vardır. Şeytan bile bazen yorulur kötülük yapmaktan. Ama hayatlarını salt kötülük yapmaya adayanlar asla durmazlar, bunu çok iyi biliyorum. Güzel kıyafetleri, biryantinli saçları, resmi arabaları, siyah gözlükleri ve korumaları vardır. Ama ruhları şeytandır. Kötünün en büyük avantajı iyideki kahrolası utanma duygusudur. Bu duygu iyiyi öylesine zayıf düşürür ki ağzını açıp bir kelime söyleyemez. Halbuki öylesine kararlı çıkmıştır ki kötünün karşısına. Herşeyi açık açık söyleyecektir. Başına gelecekleri göze almıştır!.. Ama olmaz. Yapamaz. Çünkü iyiler korkaktır. Çünkü iyiler herkese acır, en çok da kendilerine. Susmak, acımak, utanmak, korkmak... Farkında mısınız, ey iyi insanlar, ne kadar sıkıcı şeylerle uğraşıyorsunuz! Kötüler kazanınca da şaşırıyorsunuz! Tarih boyunca iyiler kazanmasalar da, bir şekilde ayakta kalmayı başardılar. İyinin yazgısydı bu. Şeytan her zaman saldıracak, yere yıkmaya çalışacak,akılları karıştaracak ve iktidarına devam etmeye çabalayacaktı. Babalarımız iyi insanlardı ve bize de iyi olmamızı öğütlediler. Biz de iyi insanlarız. Ve çocuklarımıza aynı şeyi öğütlüyoruz. Hepimiz kötülerin yanında çalışıyoruz. Haydi iyi insanlar! Haydi sessiz, efendi, sıkıcı, korkak, utangaç ve iyi insanlar! Çalışın! Kötülerin size ihtiyacı var! Yılmaz Erdoğan Alıntı
Φ sibel1 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 23 Haziran , 2006 Kötülerin Bize İhtiyacı Var Biliyorum, çoğunuz iyi insanlarsınız. Bu yüzden hep kötüler kazanıyor zaten. Birçok kötü, hatta alçak tanıdım. Çoğu neşeli insanlardı. Hiçbirinde çekingen bir ruh haline rastlamadım. Kötüler atak, iyiler pısırıktır. Etrafınıza bakın, en heyecan verici, en eğlenceli insanlar hep sahtekârlardır. Hepsi paldır küldür konuşan, ağız dolusu gülen insanlardır. Çünkü sahtekâr, sempatik olmak zorundadır. İyinin böyle bir mecburiyeti yoktur. İyi, sıkıcıdır. Kadınlar "iyiler"e değil, güvenilmez erkeklere aşık olur bu yüzden. Zaten aşk denen altüst oluşla ancak bir üçkâğıtçı başa çıkabilir. Aşkın tadını çıkaramaz iyiler. Onlar sarılıp sessiz bir uzanmayı aşk zanneder. Tekdüzedirler. Yavaştırlar. Kadınlar da dertlerini onlarla paylaşır ama gidip bir güvenilmezle sevişirler. Tutku kötülerin işidir. "Sessiz ve efendi bir insan" cümlesiyle tanımlanan bir iyilik kolaydır. Sahtekârlık daha zordur, maharet ister. Zeki, hızlı ve atak olmalıdır. Enerjiktir. (Tabii "kötü" kötüler konumuz dışındadır. Yani hem salak hem kötü olmaya çalışanlar için düşünmeye, yazmaya değmez.) Üçkâğıtçı... Sahtekârın en sempatik, en başarılı şekli. İyi bir hatiptir o. İnandırıcıdır. Konuştuğu zaman etrafındaki tüm "iyi ve dürüst" insanlar ağzının içinde kaybolur. Hem çok iyi fıkra anlatır hem hüznün tüm renklerinden haberdardır. Kahkahasında pirzola tadı, hüznünde bazen ölümün sesi vardır. Adam başarılıdır. Yeteneklidir. İyilik kolaydır. Kötülük maharet ister. İyi olmak için kimseye kötülük yapmamak yeterlidir. Ama kötü olmak için daha çok çalışmalısınız! İyi, kötü karşısında güvensiz, enerjisiz, çaresizdir. Filmlerde bile iyi, kötüleşmeden kötünün hakkından gelemez. "Yeminini bozar" ve kavgaya girer. Oysa kavga kötünün mesleğidir asıl. Biz "iyi" seyirciler perdedeki iyi adamımız kan döktükçe rahatlarız. Ve iyi kötüyü yendi diye seviniriz. Oysa artık hepimiz kötüyüzdür filmin sonunda. Hatta biz "kötü"den daha çok insan öldürmüşüzdür. Bir iyi için en zor olan, kötüye "Sen kötüsün" demektir. Çünkü iyi, utangaçtır. Hırsıza "hırsız" diyemez. Kötünün yerine utanır, sahtekârın yerine yüzü kızarır, hırsızın yerine yerin dibine geçer... Bu sırada kötüler, sahtekârlar, hırsızlar deli gibi eğlenmektedir. Çünkü onların yerine utanan, sıkılan, yerin dibine geçen birçok "iyi" insan vardır. Şeytan bile bazen yorulur kötülük yapmaktan. Ama hayatlarını salt kötülük yapmaya adayanlar asla durmazlar, bunu çok iyi biliyorum. Güzel kıyafetleri, biryantinli saçları, resmi arabaları, siyah gözlükleri ve korumaları vardır. Ama ruhları şeytandır. Kötünün en büyük avantajı iyideki kahrolası utanma duygusudur. Bu duygu iyiyi öylesine zayıf düşürür ki ağzını açıp bir kelime söyleyemez. Halbuki öylesine kararlı çıkmıştır ki kötünün karşısına. Herşeyi açık açık söyleyecektir. Başına gelecekleri göze almıştır!.. Ama olmaz. Yapamaz. Çünkü iyiler korkaktır. Çünkü iyiler herkese acır, en çok da kendilerine. Susmak, acımak, utanmak, korkmak... Farkında mısınız, ey iyi insanlar, ne kadar sıkıcı şeylerle uğraşıyorsunuz! Kötüler kazanınca da şaşırıyorsunuz! Tarih boyunca iyiler kazanmasalar da, bir şekilde ayakta kalmayı başardılar. İyinin yazgısydı bu. Şeytan her zaman saldıracak, yere yıkmaya çalışacak,akılları karıştaracak ve iktidarına devam etmeye çabalayacaktı. Babalarımız iyi insanlardı ve bize de iyi olmamızı öğütlediler. Biz de iyi insanlarız. Ve çocuklarımıza aynı şeyi öğütlüyoruz. Hepimiz kötülerin yanında çalışıyoruz. Haydi iyi insanlar! Haydi sessiz, efendi, sıkıcı, korkak, utangaç ve iyi insanlar! Çalışın! Kötülerin size ihtiyacı var! Yılmaz Erdoğan Nasıl da güzel sömürür duyguları yılmaz erdoğan. Ne kadar idealist,ne kadar insan dedirtir kendine,eğitimin arkasındaymış gibi durur;üniversitelerde 'çocuklar tiyatroya gidin' der... Veeeeee bu idealist yüce insan,kendi tiyatrosunda sergilediği oyunların biletleri için astronomik sayılacak rakamlar uygular.... Ben öğrenci değilim,istersem eğer her gün gidip izleyebilecek olanağım da var.Ama benim sömürülmeye gereksinimim yok arkadaşlar... Aslında kendi felsefesi olmadığınainandığım bu yazıları da'' aman aman nasıl da güzel yazmış'' şeklinde yorumlayamayacağım..... Kızmayın bana,ve lüfen UYANIN artık... Farkında mısınız, ey iyi insanlar, ne kadar sıkıcı şeylerle uğraşıyorsunuz! Kötüler kazanınca da şaşırıyorsunuz! Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.