Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:
Bu adamlara niçin Müslüman demekte direniyorum? Çünkü o adamlar kendileri söylüyor Müslüman olduklarını. Fatih'in namaz kılması, Kur'an-ı okuması boşuna değildir. İbn-i Sina'nın, Mevlana'nın, Yunus Emre'nin, Ahmed Yesevi'nin, Hallac-ı Mansur'un Müslümanlığı, kendilerinden geliyor, benim söylememle Müslüman değiller. Yani bakın şimdi, Hallac-ı Mansur'u, Nesimi'yi "Ene'l Hakk" dedi diye idam eden Cahil toplumu bana "İslamdırlar" diyerek Referans olarak gösteriyorsunuz. Ya bırakın bunları, bırakın o adamlar yanlışlarının içinde kalsınlar.

 

Yanlışlarının içinde kalsalar bişy demiyeceğiz de, yanlışlarından yola çıkarak Hallac-ı Mansur'u nasıl öldürdülerse, Madımakta onlarca insanı da göz göre göre yakmışlardır. Afganistan'da insanları çağın teknolojilerinden mahrum etmişler, kızların okula gitmesini yasaklamışlardır. Suudi Arabistan'da kadınların kimlik kartı yoktur, erkeksiz olarak sokağa çıkamazlar, araba kullanamazlar, alışverişe gidemezler. Kendi yanlışları içinde kalsalar amenna.

 

Emin olun benim de aklımda Kutsal Cüppe, Kutsal Sarık, Sakalın Kutsallığı gibi tasavvurlar yok. Kutsal olarak saydığım tek yön, kişinin kendisine yani Hakk'a yönelmesidir. Kutsal bildiğim tek kitap Evrendir. Kutsal bildiğim tek Dua herşeyin Tanrının kelimesi olduğuna olan inancımdır... Emin olun o isimlerini saydığım Müslümanlarda buna inanıyorlardı.

...

Sokağa çıktığımda söyleyecek olduklarımı kimsenin anlamaması yada beni suçlamaları umrumda bile değil. Kimin neye inandığıda umrumda bile değil. Hallac bu uğurda ölmedi mi? Niye ölürken sözünden bir adım bile geri dönmedi? Hırs yaptığı için mi? Şahadet getirse affedilirdi, dine dönmüş kabul edilirdi ama dönmedi, niye? Çünkü adam zaten ölmeden önce ölmüştü... Yani Hakk'ı bulmuştu...

...

..Benim bildiklerim, gördüklerim beni bağlar... ..ben herkesin görüşüne, inancına ve bilgisine saygı duyarım, bunu her zaman söylüyorum ama beni ilgilendiren sadece benim dünyayı nasıl gördüğümdür... Çünkü neyi arıyorsanız, O'sunuzdur.

 

Bende senin söylediğin şeyi söylüyorum, altı çizili yerleri. Ve dön bak öncesindeki renkli cümlelere. Sonra da aşağıdaki "değerlendirme"mde yanlış var mı yeniden bak.

 

Ben kafama göre bir İslam yaratmıyorum ve beni bu şekilde de itham edemezsiniz..

 

Neden senin kafandaki inanç, neden Yunus'un, Mevlana'nın, hallac-ı Mansur'un, Ömer Hayyam'ın, Bektaşi'nin, Fatih'in, Atatürk'ün inancı, İslam değildi anladın mı şimdi? Onlar gibi inanan insanlara amenna. başımızın üstünde yeri var. O insanlar için inancın nasıl isimlendirildiği anlamını kaybetmiştir zaten. Ben de sana bunu söylüyorum. Eğer o insanlar gibi düşünüyorsan, inancının nasıl isimlendirildiği önemli değildir artık. Ben bu nedenle diyorum, sen islamı aşmışsan, senin o inancına islam ismi vermeye ihtiyacın yok artık. islam adına türlü türlü cehalet sergileyen insanlarla aynı "ümmet" olmana gerek yok.

 

Onların İslamı nasıl anladığı değil, sizin İslam'dan ne anladığınız önemli. Mevlan, Yunus, Taptuk Emre vs, hiç biri dememiş "Ulan bütün herkes İslam'ı bu şekilde anlıyor, demek ki İslam buymuş!!!" diye... Böyle bir mantık yok çünkü... Asıl özgür olması gereken sizsiniz..Ben kafama göre bir İslam yaratmıyorum ve beni bu şekilde de itham edemezsiniz. . Çünkü ne kadar Özgür olduğunuzu iddia etsenizde, ne kadar Müslüman olmasanızda, İslama o itham ettiğiniz Müslümanların gözünden başka bir şekilde bakamıyorsunuz. O adamlar diyor ki "Eve TV sokmayın, İslam bunu söylüyor" sizde o adama bakarak "Aha işte evine Tv sokmayın dedi, islam böyle söylüyor"... o adam diyor ki "Bilim şeytan işidir, yapmayın, islama aykırıdır", siz o adama bakarak diyorsunuz ki "Aha, bilim şeytan işi dedi, demek ki İslam böyle diyor"... Bu mu özgürlük? Siz İslamı bu şekilde mi anlayabiliyorsunuz? Ben ise bakın, onların gördüklerinden çok daha başka bir açıdan, onlara sizin gibi yem olmadan anlamaya çalışıyorum İslam'ı... Hangimiz daha özgür acaba? Önyargıları olan siz mi, yoksa herkesten önce kendi algılarına güvenen ben mi?

...

İslam'a puan kazandırmak gibi bir derdim yok, kaldı ki İslam'ı yada herhangi bir dini savunmak gibi bir gereklilik görmüyorum. Ben sadece haksız nitelemeleri açıklamaya çalışıyorum. Haksız ithamlarda bulunmazsanız, İslamı savunuyorum gibi bir izlenim doğmaz sizde... Ben sadece İslam'dan ne anladığımı anlatıyorum, İslam'a puan kazandırma çabam niye olsun ki? Yani İslam ortada duruyor, ben niye kafamdan zoraki bir İslam yaratıp, onu ona uydurayım. Öyle yapcak olsam yeni bi İnanç akımı çıkarırım, niye 1400yıl önce çıkmış bir inanca yükleyeyim ki bildiklerimi değil mi? Yani merak etmeyin, ben İslama puan kazandırmak, yada aklımdaki ideale İslamı uydurmak gibi bir çabada değilim... Siz başkalarının gözünden bakıyor olabilirsiniz....

 

Bakın arkadaşım, siz bişeyin ucunda tutmuşsunuz ama emin olun ki inançlarla uğraşmak bunun bi parçası değil... Bırakın herkesin İslam'dan ne anladığını, bırakın herkesin İslam'a ne mana yüklediğini, bırakın herkesin İslam'ı nasıl yaşadığını. Önemli olan sizin İslama ne mana yüklediğiniz, İslam'dan ne anladığınız ve İslam'ı nasıl yaşadığınız. Ben Şii değilim ama Şiileri tanırım, ama onların İslamı nasıl yaşadığı ilgilendirmiyor beni. vahhabilerin 1400yıl öncesi gibi yaşama arzuları beni ilgilendirmiyor. Sünnilerin imamlarınca Arapçılık fikriyle içiçe yaşamaları beni ilgilendirmiyor. Anne Babamın bile İslam'ı nasıl anlayıp yaşadıkları beni ilgilendirmiyor... Ben nasıl anlıyorsam, nasıl yaşıyorsam, vicdanım nasıl rahatsa İslam benim için O'dur ve ben Oyumdur... Ama siz diğerleri İslama nasıl bakıyorsa öyle sanıyorsunuz ve o insanlar sizi nasıl görüyorsa, siz osunuz... Siz şekillendirenler o diğer müslümanlar, ne yazıkki kendiniz değil...

 

Ben kimsenin gözünden bakmıyorum islama. Senin bulunduğun noktada bulundum ben de. Sonra bu işin doğrusu Kuran'dır dedim, Kuran'ı okudum. Beni İslamiyetten, Cübbeli Hoca, Taliban, Vahhabiler, Suudiler çkarmadı, Kuran çıkardı. Benim Kuran'ı yanlış anladığımı, o insanların dopru anladığını farkettim. Bu nedenle önyargılı değilim. O yanlışları içinde yüzsün dediğiniz insanlar Kuran'ı olması gerektiği gibi anlıyorlar.

 

Saygılarımla...

  • Cevaplar 94
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:
Bakın yine kıyafetten bahsediyorsunuz..

Oysa yukarda örnek verdiğin arkadaşın, uzay istasyonunda çalışmayı hayal etmiş..

Sonuçta "çalışmayı" hayal etmiş..

Bunlar gereksiz şeyler sevgili Brain..

Boşver kıyafeti falan..

Ki zaten sarık ve cübbe farzda değil..

Bilim adamı olsunda isterse çıplak olsun..

Amaç bilim değil mi..?

 

Sayın kralx,

 

O arkadaş sadece hayal eder, gerçekleştiremez.

Çünkü kıyafet takıntısını bile aşamamış.

Bilim "takıntısız" beyin ister.

takıntılı beyinle bilimle nasıl uğraşacak?

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Sayın BrainSlapper

 

Kuran ı siz anadığınıza emin misiniz? Siz Kuran ı insan ürünü olarak görürseniz elbette içinde çelişkiler bulmaya çalışacak, kafanda birçok soru işareti olacak. Bir de Kuran ı insan üstü bir aklın ürünü olarak görmeyi deneyin. Bir de Kuran a o gözle bakın. Kuran daki ayetler birebir tercüme olamıyor maalesef. Eğer Kuran ı gerçekten anlamak istiyorsanız tefsir kitaplarından okuyun bir de Kuran ı.

Bakın size Kuran Mucizeleri ni birbir sıralıyorum. Gökyüzünün 7 kat olabileceğini 1400 yıl önce bir insan nasıl bilebilir diye soruyor bak orda. Dünyanın yuvarlak olduğunu 1400 yıl önce bir insan nasıl bilebilir diye soruyor orda. Biraz düşünseniz bunun üzerinde. İlle de karşı ıkayım, çürüteyim de ben kazanayım anlayışıyla ne kazanabilirsiniz? Sizden başka insanlar da doğru söylüyor olabilir değil mi? Daha birçok mucizesini ekleyeceğim inşaallah. Ama lütfen önce karşı çıkmaya değil de anlamaya odaklanın.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
O arkadaş sadece hayal eder, gerçekleştiremez.

Çünkü kıyafet takıntısını bile aşamamış.

Bilim "takıntısız" beyin ister.

takıntılı beyinle bilimle nasıl uğraşacak?

 

Saygılar.

 

Peki tmm..:)

O adamdan bilim adamı olmaz..

Bir arkaşımızda idda etmişti, müslümandan bilim adamı olmaz diye..

Hadi öyle olsun sizimi kıracağız..:)

Cevabım biraz laubali oldu afedersiniz ama bu iletiye ancak böyle cevap verilebilir..

Kıyafetle bilmin ne alaksı var..

Ben gömlek giysem beynimde gömlek mi olacak, şort giysem beynimde şort mu olacak..

Sizin söyleminize bir eklentide ben yapayım madem, sadece kıyafet değil, beynin takıntısız olması için, siyaset, politika, aşk, ideoloji vs ile de ilgilenmemesi lazım..

Kısaca robot olması lazım..

 

 

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:

Bir siteden alıntı yapıyorum...

 

Ilim insanligin ortak malidir!

 

Baslangici tarihin derinliklerine kadar uzanan ilim ,devamli ilerleme icerisinde olmustur .Ilim tarihine göz attigimizda, Islámiyetle büyük bir ilerleme kaydedildigini görüyoruz. Sadece din ilimleri degil,fen ilimleri alaninda da parlak devirler yasandigina sahit oluyoruz. O kadar ki cehaletin karanliginda yüzen Avrupa bile bu sönmez günesin pariltilariyla aydinlanmis ve o ölcüde ilerleyebilmistir.

Bu ilerlemede en büyük pay hic süphesiz Müslüman álimlerin olmustur.O dönemlerde her ilim dalinda yeni yeni kesifler ve buluslar yapilmis, dünyanin dört bir yani Islâm ilim ve medeniyetinin isigiyla aydinlanmistir.

Ilmin korunma ve yayginlastirilmasini gaye edinen bu büyük insanlar ilmi ögrenmekle yetinmemis, onu kaydetme ve baskalarina aktarmak icin her türlü careye basvurmuslardi. Bu is icin önce kágit lázimdi.Fabrika kurulmaliydi. Nitekim daha 794´te Bagdat´ta Harun Resid´in vezirinin oglu Ibni Fazil(739-805) ilk kágit fabrikasini kurdu.Bunu 800 tarihinde Misir,950´de de Endülüs tákip etti.

Avrupa´ya ise ancak seneler sonra girbildi.1100´de Bizans,1102´de Sicilya,1228´de Almanya,1309´da da Ingiltere´de kágit fabrikalari kuruldu.

Bilindigi gibi kágit ,kitabin ham maddesidir. Islám dünyasinda kágit fabrikalarinin kurulmasi, ilmin hizla yayilmasini saglamistir.

Müslümanlar her ilim dalinda gelismeler kaydettiler. Bircok kesif ve buluslara öncülük yaptilar. Tiptan fizige, matematikten kimyaya kadar her ilime mühürlerini bastilar. Diyebiliriz ki, din ilimlerinin oldugu gibi fen ilimlerinin temellerini atanlar, Müslümanlar.

Mesela tibbi ele alalim:

Doktorlarin sultani olarak taninan IBNI SÌNÀ (980-1037) nin tibba bir cok yenilikler getiren kitabi Kanun adli tip kitabi, Islám dünyasinda oldugu kadar, Avrupa ´da da tibbin temel kitabi olmustur. "Tibbin Incilí" ünvanini kazanmis, 600 sene Avrupada üniversitelerde ders kitabi olarak okutulmasi bunun en büyük delilidir. Ibni Síná, tip dahil ,29 ayri konudaki kesifleriyle Avrupali ilim adamlarina öncülük yapan büyük bir álimdir.

Bazi bilginlerce Ibni Síná ayarinda bir doktor olarak kabul edilen Rázi(864-925),cicek ve kizamik hastaliklarini kesfetmis, bu konuda ilk eseri veren ilim adami olmustur.

Fatih Sultan Mehmedín hocasi Aksemseddin(1389-1459)mikrobu(bazilarina göre Ibni Sina) kesfetmis.Ibni Cessár(?-1009)günümüzden 1000 sene önce ,cüzzamin sebp ve tedávilerini göstermis, ilmí yollarla vebanin bulasici bir hastalik oldugunu Ibni Hatiportaya koymustur. Bazi kaynaklara göre verem mikrobunu da kambur Vesím(?-1761)bulmustur.

Gözle ilgilicalismalariyla Müslüman doktorlar ilim dünyasina asirlarca önderlik yapmislardir.Gözdeki ilim dünyasina asirlarca önderlik yapmislardir. Gözdeki retina tabakasinin fonksiyonundan ilk bahseden Ibni Rüsd (1126-1198)dür. 11.yüzyilda yasayan ünlü göz doktoru Ali bin Isa´nin gözle ilgili yazdigi Tezkire adli ese, sahasinda yüzyillarca tek kitap olarak kalmistir.(19. yüzyil ortalarina kadar). Huneyn bin Ishak (809-873)in bu shada yaptigi calismalar da 18. yüzyil ortalarina kadar kaynak olma özelligini korumustur.

Ammar ise günümüzden 9 asir önce kendine has bir metodla göz ameliyatini yapmayi gerceklestirmis. Ali bin Abbas (?-994) da ayni sekilde cagimizin modern ameliyatlarina uygun tarzda kanser ameliyati yapmayi basarmistir. Kaleme aldigi Kitáb´ül-Melikí adindaki tip ansiklopedisi günümüzde bile hayranlikla incelenmektedir.

Ebû´l Kasim ez-Zehraví (963-1013), cerrahligi bagimsiz bir ilim hâline getirmis, 200 kadar ameliyat âletinin resimlerini cizmis, neye yaradiklarini, kullanis sekilleriniTasrif adindaki eseriyle ilim dünyasina armagan etmistir.

Ibni Sînâ bsata olmak üzere Râzî, Zehravî, Ibni Zuhur v.d. Müslüman âlimlerin eserleri devamli kaynak olagelmis, Avrupa üniversitelerinde ders kitabi olarak okutulmus, kitaplarina müracaat edilmeden tedâviye cesaret edilememis ve yüzyillarca onlardan daha degerli eserler vücûda getirilememis. Kücük kan dolasimini Avrupalilardan 300 sene kadar önce Ibnünnefis (1210-1288) isimli bir Müslüman kesfetmis, Ibni Sînâ´nin Kanun´una yazdigi serh de (yorum) bunu detaylariyla anlatmistir.

Müslümanlar bütün bunlari Avrupa´da doktorun büyücü, hastanin ise seytana tutulmus, günahkâr ve suclu sayildigi bir devrede gerceklestiriyorlardi. Daha 706´da Sam´da bir bîmâristan (hastahane)yapmislardi. 978´de bu hastahanede 24 doktordan meydana gelen bir uzman ekip vazife görüyordu. 11.yüzyilda Khire´de "Tabibler Odasi" baskanligini yapan Ali bin Ridvan (?-1067) in uyguladigi tedâvi metodlari tamamen modern usullere uyuyordu.

 

Bunlar cesitli ilim dallarinda hizmetleri görülen büyük ilim adamlarimizdan saadece bir bölümüdür. Sayilari yüzlerce ,binlercedir. Örnekleri daha da cogaltmak mümkündür.

(Ileriki bölümlerde bu büyük insanlarin birkacinin hayatlarini, eserlerini daha detayli olarak okuyabilirsiniz!)

Bu örneklerden sonra kisaca söylemek gerekirse, Müslümanlarin el atmadiklari hicbir ilim sahasi kalmamistir. Bütün ilimlerin temellerine harclarini koymuslardir.

Müslümanlari ilme iten sebepler.

Acaba Müslümanlari böylesine kesif ve buluslara iten sebepler nelerdi? Hic süphesiz bunda Islâm dîninin mâhiyeti ile ilme karsi verdigi önem rol oynar. Su helde Islâm´in ilme krsi tutumu üzerinde kisaca durmamiz gerekiyor:

Islâmiyet ilim dinidir. Kur´ân-i Kerim´in ilk emri "ÍKRA" (oku) ile baslar. Islâm dini cehaleti karanliga, ilmi aydinliga benzetir. "Hic bilenlerle bilmeyenler bir olurmu?" (Zümer-9)

"Besikten Mezara kadar ilim ögrenin" diye buyuran Peygamberimizin ilme tesvik eden ve ilim sâhiplerini öven bir cok hadîs-i serifleri vardir:

Bunlardan bazilarini hatirlatalim:

"Ilim ögrenmek kadin ve erkek her Müslümana farzdir."

"Ilim Cinde de olsa gidip aliniz."

"Babanin evladina verebilecegi en kiymetli miras, iyi bir egitim ve ögretimdir."

"Her seyin bir yolu vardir, Cennetin yolu da ilim örenmektir."

"Cehaletten müthis fakirlik olamaz."

"Ilim mukaddes bir cihaddir."

"Âlimin uykusu câhilin ibadetinden hayirlidir."

"Kiyamet gününde âlimlerin mürekkebiyle sehitlerin kanlari denk tutulur."

"YA ILIM SAHIBI OL, YA ILIM ÖGRENEN, YA DINLEYEN, VEYAHUT ILMIN DOSTU OL. SAKIN BESINCI VAZIYETTE BULUNMA , MAHVOLURSUN."

Iste bu ve buna benzer hadislerdir ki, Müslümanlari ilme yöneltmis, ilme ibadet duygusuyla sarilmalari ve büyük ilim adamlari yetistirmelerine sebeb olmustur. Gecesini gündüzüne katan Islâm âlimleri öylesine eserler vermislerdir ki ilim dünyasi onlara asirlarca dört elle sarilmistir. Bircok ilimlerin temelini atanlar Müslümanlardir.

Müslümanlarin ilham kaynagi süphesiz Kur´ân-iKerim ve hadis-i seriflerdir. Bir cok kesif ve buluslarin temelinde de bunlar vardir. Ilk emri "IKRA" ,oku ile baslayan bir dinin mensûplari, "Yas ve kuru hic bir sey yoktur ki, Kur´ân´da zikredilmesin."(Enám-59) âyetini kendilerine rehber ediniyor, kesif, bulus ve teorilerini Onda buluyorlardi.

Kur´ân âdetâ kâinatin yazili seklidir. Kâinatta hüküm süren bütün kanunlar onda mevcuttur. Nitekim kâinat da Kur´ân´in bir aciklamasi mahiyetindedir.

Peygamberimizin hayatinda olsun, halifeler devrinde olsun Islâm´in emirlerine simsiki baglandigini görüyoruz. Sam´dan, o güne kadar hic görülmemis bir kandil getiren sahâbîye Peygamberimizin duada bulunusu , kesif ve buluslara verilen degerin en güzel bir örnegidir. Bedir savasinda her düsman esirinin 10 cocuga okuma yazma ögretmek sartiyla serbest birakilisi, ilmi kimden olursa olsun alabilmenin delilidir. Peygamberimizin Zeyd bin Sâbit´e yabanci dil ögrenmesini emretmesi ise oldukca mânâlidir.

Hz.Ömeri, Batlamyus´un eserini tercüme eden Yahya isimli âlimi taltîf etmistir. Harun Resid´in tercüme edilen eserlere agisliginca altin verdigi bilinmektedir. Nizâmü´l Mülk, bütün hazinelerini ilerlemesi icin sarfetmistir. Gazneli Mahmud, her beyti birer altina bir Sehnâme yazdirmistir. Ulug Bey, ise saltanatini ilmin hizmetine adamistir. Bunlar devlet seviyesinde ilme verilen degerin ifadesidir. Artik o ülkede ilmin ilerlememesi düsünülebilirmi?

Ilme bakis acisi.

Bütün gücünü inancindan alan Islâm kâsif ve mûcitlerinin ilme bakis acisi üzerinde de duralim:

Beyrûnî, ilimden maksadin tamamen gercege ulasmak oldugunu söyler ve: "Anlattiklarim icinde gercek disi olan seyler vars ALLAH´a tövbe ederim. Razi olacagi seylere sarilmak hususunda ALLAH´tan yardim dilerim. Batil seyleri ögrenip onlardan korunmak icin de ALLAH´tan hidayet isterim. Iyilik O´nun elindedir."

Huneyn bin Ishak ise ilmi insanligin faydasi icin kullanmak gerektigini ve bundan taviz verilmeyecegini su hadiseyle gösterir.Kendisine zamanin halifesi Mütevekkil düsmanina vermek üzere zehir teklifinde bulunur. Huneyn ise Zehir yapabilecek gücte bir ilim adamidir. Fakat buna yanasmaz ve : " Benim dinim düsmanlarima dahi iyilik yapmami emreder. Meslegim de insanlarin zararina degil, fayalarina calismami gerektirir." diyerek zehir yapmayi reddeder.

Insani Marifetullah (ALLAH´i tanima) da ilerletmeyen ilmi "faydasiz ilim"olarak gören Islâm âlimleri, ilmin insani îmana götürecegini, gercek ilim sâhibi olan kimsenin inanmadan edemiyecegini bildirirler. Prof. Abdüsselam, ilmin insani inanmak zorunda birakacagini su sözleriyle dile getirir: "Ben insan beynindeki 10 milyar sinir hücresinin birbiriyle baglantilarini görünce iman etmekten baska care bulamiyorum."

Ibrahim Hakki, anatomiyi: "ALLAH´i anlamanin bir vasitasi" olarak görür. Battânî, insanin astronomi saesinde ALLAH´in birligi, essiz büyüklügü, yüce hikmeti, muazzam kudreti ve eserinin mükemmelligini anlamaya muvaffak olacagini söyler.

Tabiat´i ilâhî bir san´at olarak gören Ibni Heysem, ilim yoluyla Hakká yarilacagini, kalblerin doyacagini belirtir. Ibni Yunus da ilimle insanin yaratiklarda ALLAh´in büyüklügünü gösteren deliller bulmak ve ilimden asil maksadin îmani kuvvetlendirmek oldugunu ifade eder.

Görüldügü gibi Islâm âlimleri, fen ilimleriyle din ilimlerini birlestirmesini bilen dinlerine bagli kisilerdi, kesif ve buluslarinda ilham kaynaklari Kur´ân-i Kerim´di.

Fazilet odurki düsmanlar dahi tasdîk ede.

Bir cok kesif ve buluslari Avrupalilardan daha önce Müslümanlar yapmis, bazi Avrupalilar da kendilerine maletmislerdir. Isin en dikkat cekisi yönü , bunlarin bircogunun yine Avrupalilarca itiraf edilmesidir.

SONUC

 

Tanzimattan bu yana körükörüne, sathî vukufsuz, verimsiz ve sirf kopyaciliktan ibaret olan Bati hayranligi, genc nesilde herseyi Bati´nin buldugu, yaptigi, yapabilecegi seklinde bir kompleks uyandirmistir. Aydinlarimiz da bu akintiya kürek sallamislardir.

Ümit edilirki bu gercekler genclerdeki bu ********** kompleksini silecek, bizim de bir zamanlar ilmin öncüleri oldugumuzu gösterecek, dinimize bagli kalirsak eskiden oldugu gibi simdide ilerleyebilecegimizin vesikasi olacaktir.

Bazi pesin hükümlü aydinlarimizdan da hic olmazsa Bati´li adamlar kadar insafli olmalarini, hakki teslim etmelerini temennî ediyoruz. En az dinlere özellikle Islâmiyete düsmanlikla taninan Ernast Renan kadar olmalarini arzu ediyoruz. O Renan ki "Icimde derin bir eziklik duymadan Müslüman olmadigima teessüf etmeden asla bir câmiye girmedim." diyebilmistir.

Son zamanlarda tarîhî kaynaklara inme, ilmî zenginliklerimize el atma, asil kaynaklara egilme, gercekleri gözler önüne serme noktasinda az da olsa yapilan calismalar bizleri sevindirmektedir. Mâzîsinden güc alan yeni nesil istikbâle güvenli adimlarla yürüyecegini, ecdadina layik calismalarda bulunacagini ümitle söyleyebiliriz. Calismak bizlerden, muvaffakiyet ALLAH´tandir.

 

FIZIK

 

Fizige gelince ; Ahmed bin Mûsâ, "Harika Düzenler" adli eserlerinde 100 kadar otomatik kontrol sistemli âletin seklini cizdi. Ebû´l Iz Ismail el-Cezerî (?-1206)ise, Kitâbü´l Hiyel adindaki eseriyle sibernigin kurucusu oldu.

optik ilminin temellerini atan Ibni Heysem (965-1051) Görüntüler Kitabi´yla Roger Bacon (1214-1294), Kepler (1571-1630) ve Leonardo (11452-1519) gibi bilginlerin calismalarina rehber oldu. 600 sene ilim dünyasinda kaynak eser olarak kaldi. Isigin küevî aynalarda yansimasiyla ilgili kendi adiyla anilan Al-hazen (Ibni Haysem´in Avrupa´daki ismi) problemi onun bulusudur. Fârâbî (870-950) sesin fiziki îzâhini yapti. Ibni Karara (?-1100) ilk torna tezgâhi kurdu.

Ilk ucus denemesine Ismail Cevherî (950-1010) giristi, fakat hayatina mal oldu. Hezarfen Ahmed Celebi ise (17.yüzyil) kazasiz belâsiz ucmayi basardi. Taktigi kartal kanatlariyla Istanbul´daki Galata kulesinden Üsküdar`daki Dogancilar´a uctu. Füze türünden icadiyla ilk ucma serefini ise 4. Murad zamaninda yasayan Lagarî Hasan Celebi kazandi. Ucagin öncülügünü 880´da Ibni Firans adindaki bir Islâm âlimi yapti. Kus tüyü ve kumas gecirdigi ucagiyla uzun süre havada kaldi ve süzülerek yere indi. Bati´da ise ancak Orville Wright Kardesler ´in 1903´te bir ucakla ucabildiklarini görüyoruz.

Yer cekiminin Newton tarafindan kesfedildigini saniriz. Oysa ki Râzî´den tutun, Beyrûnî´ye hatta Hâzinî´ye kadar, islâm âlimlerinin, yercekimiyle ilgilendiklerini görüyoruz. Ord.Prof. Ismail Hakki Izmirli, "Islâm Mütefekkirleri ile Garb Mütefekkirleri Arasinda Mukayese" adli eserinin 17. sayfasinda, boslukta cekimin isbatinin Newton´dan önce Râzî tarafindan yapildigini söyler. Abdurrahman Ahmed de "Garb´in Islâm´dan Ögrendikleri" adli eserinin 31. sayfasinda Will Durant´in "The Age of Fatih" eserine dayanarak, Hâzinî´nin yercekimiyle ilgili bir teori ortaya attigini ifade eder. Ahmed Gürkan da "Islâm Medeniyetinin Garb´i medenîlestirmesi" adli esrinin 240.sayfasinda Carra de Vaux´un Les penceurs de L`Íslâme ye dayanarak Beyrûnî´nin yercekimiyle ilgili delillerini ortaya koyar. Bu durum göstermektedir ki, Islâm âlimleri Newton´dan asirlarca önce yercekimini kesfetmisler, bu konuda teoriler ortaya koymuslardir.

Sarkaci saate Galile(1564-1642) den önce Ibni Yunus uyguladi. Hâzinî, Mizânü´l Hikme adli eserinde teraziler hakkinda bilgi verdi, bircok maddenin özgül agirligini, bir kismi günümüzdekine tipa tip uygun olmak üzere hesapladi. Suyun yogunlugunu buldu. Hâzinî havanin yogunlugunu hesapladi. Rüzgârin hiziyla hava yogunlugu arasindaki bagintiyi Torcelli(1608-1647)´den daha önce hesapladi.

Atomda yogun bir enerji bulundugunu, parcalanabilecegini ve parcalandigi zaman da Bagdat´i alt üst edebilecek bir güce sahip oldugunu ilk defa ileri süren, "kimyanin babasi" ünvanini alan Câbîr bin Hayyam (721-805) dir.

Nasirüddin Tûsî´nin talebesi Kutbeddin Sirâzî, Dekart´tan üc yüzyil önce alâimüssemâ (gökkusagi) olayini dogru olarak anlatti. Einstein (1879-1955)´in üzerinde calisma yapip tamamlayamadigi zayif elektromanyetik kuvvetlerin birlesik alan teorisiyle Prof. Abdüsselâm (1926-)1979`da Nobel Armagani aldi.

KIMYA

Kimya denince Câbir hatira gelir. Onun kimyada actigi cigir Priestley ve Lavoisier´den hic de asagiya degildir, hatta daha önemli görülür. Cardano onu dünyanin 12 dâhîsî arasinda sayar. Câbir asirlarca önce kurdugu laboratuvarinda yaptigi calismalar sonucunda bircok asitleri kesfermis, kimyadaki kesif ve buluslariyla ün yapmistir. Doktor oldugu kadar büyük bir kimyager olan Râzî´de sülfürik asiti, saf alkolü elde etmistir. Besir, Brant´tan önce fosforu bulmustur.

Barutu ve topu ilk defa Müslümanlar kullandi. Havan topu Fâtih(1432-1481) ´in kesfidir. Ilk roketi yapanlar da Müslümanlardir.

Kisaca söylemek gerekirse, Viradot´un ifadesiyle: "Müslümanlar kimyaya hizmetleri matematikteki tesirlerinden daha asagi degildi." Onlarin calismalari modern kimyanin temellerini teskil etti.

 

DENEYCILIK VE GÖZLEMCILIK

 

 

 

Burada bir noktaya parmak basmak istiyoruz. Müslümanlar nereden ve kimden olursa olsun, faydali olan her ilmi almislardir. Fakat onlari alirken de kendi kaliplarina uyudrmuslar, vahiy medeniyetinin tefekkür ve iman imbiginden gecirip düzeltmisler, ayiklamislardir. Bazilari ,müslümanlarin, yunan kültürünün tesiri altinda kaldiklarini iddia ederler. Deney ve gözlem metodlarinin dogusunun Islâm düsüncesinin yunan düsüncesiyle uzlasmasiyla oldugunu ileri sürerler. Buna son asrin büyük Islâ mütefekkir ve sairi Muhammed Ikbal´in "islâm kültürünün ruhu, Islâm mütefekkirlerinin Yunan tefekkürüne isyân sebepleri" adindaki bir inceleme yazisindan (Selamet, 27 Haziran 1947. S:5) cevap verelim.

Büyük mütefekkir, Islâm âleminde gözlem ve deney metodlarinin dogusunun ,Yunan düsüncesiyle uzlasmaktan degil, aksine ikisi arasindaki uzun savasin sonucunda dogdugunu belirtir ve :"Briffoultún dedigi gibi herseyden fazla olayla degil, teori üzerinde duran Yunanlilarin rolü, Müslümanlarin Kur´an´a karsi görüslerini karanliklastirmisitr. Bundan dolayi da en azindan Müslümanlar, iki yüz yil kendilerini toplayamamislar ve kendilerini lâyikiyla gösterme imkâni bulamamislardir. Bu bakimdan Islâm kültürünün karekterinin ortaya cikmasina Yunan kültürünün sebep oldugu seklindeki yanlisligi ortadan kaldirmak isteriz" der, ve bu konuda deliller ileri sürer.

Su sözler de Briffoult´a aittir. "Roger Bacon ve gerekse adasi deney metodunu Avrupa´ya sunma serefini kazanmaya laik degildirler. Onlar Islâm ilim ve metodunu Avrupa´ya nakledici olmaktan öteye gidememislerdir. Deney metodunu kimlerin ícad ettigi konusunda münakasaya girismek, Avrupa medeniyetinin kaynaklarini inâr etmekten baska birsey degildir."

Ilme deneyciligi , gözlemi kazandiranlarin Müslümanlar oldugu Avrupalilarca da acikca itiraf edilmektedir. Peygamberimiz hayatinda deneycilige önem veren örnekler bulmak mümkündür. Bir defasinda Resûlüllah´in huzuruna bal getirilmis, ashabina "Bu nedir?" diye sordugunda , herkez "baldir ya Resûlüllah" cevabini vermis, Hz.Ali ise eline alip tattiktan sonra, "baldir" cevabini vermis. Bu durum Peyganberimiz´in hosuna gitmis ve:"Sen dogru söyledin" cevabini vermistir. Bu deneyciligin önemini acikca göstermektedir. Müslümanlari deneycilige iten bu ve buna benzer hakîkatler, gerek Kur´ân-i Kerîm´in âyetlerinde ,gerekse hadîs-î seriflerde bulmak mümkündür.

Avrupa ilim ve medeniyeti Müslümanlardan ögrendi.

Gercek bu iken Avrupalilar bir cok bulusu kendilerine mal etmekten cekinmediler, bazi gercekleri görmezden geldiler veya göz göre göre inkâr ettiler. Kan dolasimi denilince Harvey(1578-1657), gezegen hareketleri denilince Kepler(1571-1955) ve Kopernik (1473-1542), yercekimi denilince Newton (1642-1727), atom denilince Einstein (1879-1955) v.b.ni hatirlar olduk.

Bu kesif ve buluslarin daha önceden Islâm âlimlerince kesfedildigini bilmiyorduk. Cünkü gözlerimizi Avrupa´ya cevirmis, âdeta kendimizi görmez olduk. Oysa Avrupa bizim olanlari kendine mal edip, tekrar bize satti.

Meselâ, Konstantin(1016-1087)isimli bir papa, Ali bin Abbas´in eseri olan Kitâb´ül Melikî alip Latince´ye tercüme ederek kendi eseriymis gibi "Liber Pantegni" adiyla piyasaya sürdü. Bu sahtekârligi Stephan isimli diger bir papaz, 40 sene sonra su yüzüne cikardi. Ancak böyle ögrendik. Yine ögrendikki, Avrupa´ya ilmin gecis köprüsü olan Endülüs´te ilim hirsizligi öylesine yayginlasmiski, Sevilla´da (13.yüzyilda) bunu yasaklamak icin kanun bile cikartilmisti.

Sunu rahatlikla ifade edebiliriz ki, bugün, Bati medeniyeti ayakta durabiliyorsa, bunu Islâm kültür ve medeniyetine borcludur. Islâm medeniyeti olmasaydi bugün ne fabrikalardan, ne füzelerden, ne atom sanayiinden ve nede elektronik beyinlerden söz edebilirdi.

 

COGRAFYA

Cografyanin ilim hâline gelmesini saglayanlar da Müslümanlardir. Köse köse, bucak bucak Evliya Celebi (1611-1682), 29 sene hic durmadan ülke ülke , kit´a kit´a gezen Ibni Battuta(1304-1369) ´nin seyehatnâmeleri birer tarih ve cografya hazinesidir.

Kristof Kolomb (1446-1506)Amerika´nin varligini Müslümanlardan, özellikle Ibni Rüsd´ün kitaplarindan ögrendigini kaydeder. Beyrûnî asirlar önce Amerika´nin varligindan söz etmistir. Piri Reis(1465-1554) dahi Ktab-i Bahriye´sinde Amerika´nin varliginidan, seneler önce bahsetmistir. Vasco da Gama(1450-1524)´ya, dünya turunda, Ibni Mâcit(15. yüzyil)isimli bir Müslüman denizcisi yol göstermistir. Idris (1100-1166) günümüzden 800 sene önce, zamanimizin dünya haritalarina benzer haritalar cizebilmistir. Piri Reis´in Amerika haritasi bir harikadir. Hele Mürsiyeli Ibrahim´in Piri Reis´den 52 sene önce cizdigi Akdeniz haritasi, bugünkü ölcülere tipa tip uygundur.

BOTANIK VE ZOOLOJI

 

Ortacagin en büyük botanikci ve eczacisi Ibni Baytar (1190-1248) 1400 civarinda bitki ve ilaci anlatan kitaplariyla, 16. yüzyila kadar kaynak olmustur. Demîrî (1349-1405) 1069 hayvan inceledigi eserinde zoolojiye zenginlik kazandirmistir. Ibni Avvam(12.yüzyil) ziraat kitabiyla ortacag boyunca ilim dünyasina kendini kabul ettirmistir.

TARIH VE MÎMÂRÎ

Tarih felsefesinin seckin sîmalarindan birisi olan Ibni Haldun (1332-1406), sosyoloji ilminin kurucusu olarak anilmakta, Mukaddime´siyle bir cok bati´li bilgine yol göstermektedir. Mîmârî denilince dünyada ilk akla gelen Mîmâr, Koca Sinan (1489-1588) olmakta, ölümsüz eserleriyle hâlâ yasamaktadir

 

AVRUPALILARIN ITIRAFI

 

 

Gercekte Avrupa medeniyeti Islâm medeniyetinin ürünüdür.

 

Yapilan arastirmalr günümüz ilminin %60´nin Müslümanlarin eseri oldugunu göstermistir. Bu bir kuru iddia degil, bizzât Avrupalilarin da itirafiyla sâbit olan bir gercektir. Bereket versin Avrupa´da tarafsiz, insafli, gercekci bilginler de yetismistir. Bunlar, mali sahibine vermisler ve Avrupa medeniyetini Islâm medeniyetinin meydana getirdigini söylemekten cekinmemislerdir. Bu bize "hakîkat o kadar yücedir ki, hic bir hatira fedâ edilemez" gercegini hatirlatmaktadir.

Bazi Avrupali bilginlerin bu konuda söylediklerine kisaca bir göz atmamizda fayda var:

Fransiz matematikci ve tarihcisi Libri (1803-1869), Tarihten Müslümanlari silecek olursaniz, îlmi rönesansimiz asirlarca geri kalir.der

Briffoult,"Insanligin Olusu" adli eserinde su gercege parmak basmakta terddüt etmez: "Islâm medeniyetinin modern dünyaya en büyük hediyesi ve yardimi ilimdir....Fakat Avrupa´yi yeniden hayata kavusturan sey sadece ilim de degildi. Islâm medeniyetinden gelen daha baska tesirler de Avrupa hayatina ilk parlakligi vermisti....Avrupa´nin ilerlemesinde Islâm kültürünün kesinlikle tesirini göremiyecegimiz bir basmak yoktur. Bu tesirin bütün aciklik, büyüklük ve devam eden gücüyle kendini gösterdigi alan, tabiat ilimleriyle ilim zihniyeti olmustur."

Ord.Prof Ali Fuat Basgil, Sebilürresad´a(Mart 1952 S:365) yazdigi "Islâm nûrundan dogan kültürmedeniyeti" adli makalesinde, 11.yüzyildan itibareb Avrupa´ya tasan kültür medeniyetinin Rönesans´i doguran sebeplerin basinda bulundugunu, bu hususun Dogu´lu Bati´li tüm hakperest müelliflerce kabul edilen bir gercek oldugunu belirtir ve Gustave Lebon´dan su ifadeleri nakleder: "Avrupa´nin kara bir barbarlik icine daldigi bir devrede, Bagdat ve Kurtuba gibi, Islâmin hüküm sürdügü iki büyük merkez, parlak nûruyla dünyayi aydinlatan bir medeniyetin ocaklariydi."

Rivoire´de Islâm medeniyetinin Abbasilerin Bagdatíyla, Emevilerin Endülüs´ünden hareket ederek Avrupa´yi yeniden fethettigini ifade etmektedir.

723´de Fransa´da yapilan Poitiers Muharebesi Endülüs Valisi Abdurrahman il-Gafikî´nin yenilmesiyle neticelendi. Charles Martel´in galibiyetini "cehaletin ilme zaferi" seklinde tarif eder ve felaket olarak vasiflandirirlar. "Eger bu felaket olmasaydi Islâm medeniyeti Avrupa´ya daha o zmandan itibaren aydinlatmis olacakti" diye yana yakina anlatirlar. Hatta 655-782 trihlerinde Istanbul´a kadar girisilen seferlerin neticesiz kalmasi Bati´nin bir an önce aydinlanmasina mânî oldugunu dile getirirler. Bu konuda Emmanuel Berl söyle der: "Arap rakamlariyla, Bati´nin bilmedigi ve Islâmiyetten ögrendigi cebir ilmi , Ömer ve daha sonraki fas câmiînin insasi , Islâm kültürünün ihtisamini göstermeye yetiyoru. O zaman Islâmiyet yalniz kuvvet degil, ayni zamanda fikir demekti. Eger Müslümanlik Bizans´ta muzaffer olsaydi, Tuna, Rhun, Meuse ve Oise boylarindan bütün Avrupa´ya en parlak bir medeniyeti sokmus olacakti. Bu medeniyet kiymeti gizlenemeyecek kadar acik olan bir siyâsî sistem ve dört asir boyunca kâinatin en parlak medeniyeti vaziyetini muhafaza edecek olan bir kültüre sâhiptir."

Ömrünü Islâm ilimlerini ve Bati medeniyetinin meydana gelisini arastirmaya adayan ilim adamlarindan birisi olan Franziz sarkiyatcisi Sedillot (1808-1875) su hakikati îtiraf etmeyi vazife telakki eder:

"Dokuzuncu asirla 13. asir arasinda dünyanin en genis edebiyat dairelerinden biri tesekkül etmistir. Bir cok kültür mahsûlleri, kiymetli kesifler fikrî faaliyetlerin ne derece mükemmel oldugunu göstermektedir. Bu mükemmellik Hiristiyan Avrupa üzerinde de tesirlerini gösterdi. O kadar ki, bu Müslümanlarin her hususta bizim hocalarimiz oldugu hakkindaki görüse haklilik kazandirmis olabilir."

Fakat bu gercek cogu zaman gözlerden kacirilmaya clisilmistir. Bunun niye böyle oldugunu ve maksadini Sedillat söyle itiraf eder:

"Müslümanlari ve onlarin bütün ortacag boyunca yeni medeniyet üzerine meydana getirdikleri tesiri, unutulmaya mahkûm etmekte herhalde bir kast olsa gerek."

Prof.E.F Gautier(1864-1940) in su ifadeleri de son derece dikkat cekicidir:

"Rönesansi´in ilk kekeleme anlari öyle bir devre rastladi ki, barbarliktan uyanmakta olan Avrupa, Islâm medeniyetine bitkin bir hürmetle bakmaktaydi. Taklîdi imkânsiz bir örnek karsisinda cesaretini kaybeden Bati´nin kollari sarkiyordu."

Bu sözlerin sahibi meshûr Fransiz cografyacisi Prof.E.F.Gautier Bati´nin , Islâm Medeniyetinin bu hatirasini unutmasini bir nankörlük sayar ve ayiplar.

 

MATEMATIK

Matamatikte de Müslümanlarin hizmetleri büyüktü. O kadar ki, bu alanda yaptiklari hizmet, günümüz Avrupa´sinda da hayranlik uyandirmaktadir.Meselâ Prof. Jaques Risler, "Renesansimizin matematik hocalari Müslümanlardir" derken Fransiz proffeörlerinden E.F. gautier de "Yalniz cebiri degil, diger matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dâiresi, Müslümanlardan almis oldugu gibi, bugünkü Bati matematigi gercekten Islâm matematiginiden baska birsey degildir." demektedir.

Müslümanlarin Batili ilim adamlarina bu sözleri söylettirecek hizmetleri nelerdi? Özetle sunlari söyleyebiliriz. Herseyden önce rakamlari Avrupalilara ögretenler Müslümanlardi. Kullanilmasi güc olan Roma rakamlarini birakip Hind rakamlari denilen bu rakamlari Avrupa bir kac asir sonra elde edebildi. Ilk defa Kuzey Afrika`da Müslüman hocalardan ders alan gezgin Piza´li Leonardo Fibonacci (1170-1240), 1202´de kaleme aldigi eserinde Islâm rakamlarini kullandi.

Sifiri ilk defa kullanan Hârizmi (780-850) cebirin temellerini atmistir. Ilk cebir kitabini "El-Cebr ve´l Mukabele" adiyla o yazmis ve kitabin adi olan el-cebr, bati´ya "el-gebra" diye ufak bir telâffuz degisikligiyle aynen gecmistir. "El-Cebr" bugün "cebir"/"algebra" olarak okutulmaktadir.

Matematik alaninda Avrupa´ya hocalik yapan Müslüman bilginlerden biri de Battânî(858-929)dir. Jacques Rislere göre trigonometrinin gercek mânâda mûcidi Battânî´dir. Sinüs´ü bulanlar da Müslümanlardir. Müslümanlar sinüs´e ceyb derlerdi. Batililar bunu tercüme ederken sinus dediler.

Trigonometriye tanjant, kotenjant ve kosekanti Ebû´l Vefâ (940-998) kazandirmistir. Trigonometriyle ilgili ilk ciddî eseri ise Nasirüddin Tûs1i (1201-1274) yazmistir. Trigonometrideki dönüsüm formülleri de Ibni Yunus (?-1123)a aittir.

Newton´a dayandirilan binom formülünü cebire kazandiran ise Ömer Hayyam (?-1123) dir.Diferensiyel hesabi da Newton´dan önce Sâbit bin Kurrâ (?-901) tarafindan bulunmustur. Matematigin bir kolu olan calculus´u ilim dünyasina kazandiran da Sâbit bin Kurrâ olmustur. Geometriyi aritmetige ilk uygulayan bazilarinin savundugu gibi Dekart (1596-1650) degil, Müslüman bilginlerinden Sâbit bin Kurrâ´dir.

Spengler (1880-1936) matematikdeki fonksiyon fikrini tamamen Avrupa´ya ait oldugunu, fonksiyon denilince Avrupa´nin akla gelecegini, baska hicbir kültürde bu konuda bir ipucuna dahi rastlanmadigini söyler. Bu hususta genis arastirmalarda bulunan Muhammed Ikbal ise bu görüsü reddeder. Avrupalilardan birkac yüzyil önce fonksiyon fikrini ilk defa Beyrûnî´nin ortaya attigini söyler. Beyrûnî´nin basarilarinda bunu görmenin mümkün oldugunu belirtir. (Selâmet, 27 Haziran 1947 S:5).

Ondalik kesir sistemini bulan, bu konuda eser veren ilk bilgin Giyâsüddin Cemsid (?-1429) dir. Virgülü, aritmetik islemlerde ilk defa kullanan yine odur.

 

ASTRONOMI

Astronomiyi ele alacak olursak Müslüman âlimlerin en cok ilgilendikleri bir saha olarak görürüz. Islâm ülkelerinin hemen hemen her büyük sehrinde birer rasathâne bulunmaktaydi. Bu rasathânelerde Müslümanlar, öylesine gözlem ve incelemelerde bulundular ki, elde ettikleri neticelerle ilim dünyasina asirlarca yol gösterdiler. Tycho Brahe(1546-1601), Kopernik(1473-1543), Galile(1564-1642) gibi bir cok bati´li bilgine dahi ilham kaynagi oldular. Paris Islâm Enstitüsü eski profesörlerinden Jacques Risler Müslümanlarin rönesansa tesirlerini anlatirken; "Müslüman astronomlar matematik âlimleri derecesinde rönesansimizi tesir ettiler" der.

Müslüman bilginlerin astronomi alanindaki hizmetlerinden kisaca söz edelim.

Yildizlarin yer, yükseklik ve aralarindaki mesafeyi ölcmek gibi, bircok kullanilan usturblari "yeniden" denenebilecek sekilde gelistiren ve degisik sekillerini yapanlar Müslümanlardir. Bu konuda ilk eseri Mâsaallâh (?-815) verdi. Zerkalî (1029-1087) nin icâd ettigi yeni tip usturlab bir hârikaydi. Dünyanin yuvarlak olup döndügünü Müslüman âlimler Avrupalilardan cok önce biliyorladi. Beyrûnî, dünyanin hem kendi etrafinda, hem de günesin etrafinda döndügünü ispatlamisti. Hindistan´in Nendende sehri yakinlarinda yaptigi calismalar sonunda yerin capini ölcmeyi de basardi. Bu konuda ortaya attigi kanun , Avrupalilar´da Beyrûnî Kurali diye tanindi.

Daha 9.-10. yüyillardayken Mûsâ kardesler dünyanin cevresini ölctüler. Fergânî, ayni zamanda günesin yüzündeki lekeleri de kesfetmistir. Fergânî´nin astronomi alanindaki eserleri Avrupa´da 700 sene ders kitabi olarak okutuldu. Laland´a göre dünyanin en meshûr 20 astronomu arasinda yer alan Battânî´nin hazirladigi Sabiî Cetvelleri adindaki astronomi cetvelleri, Kopernik(1473-1543) devrine kadar Avrupa´da esas kabul edildi. O ayni zamanda günes yilini bugünküne tipa tip uyacak derecede (sadece 24 saniye fazla) hesapladi.

Hükümdar olmasina ragmen, kendisini ilme adayan Ulug bey (1394-1449), Semerkant´ta büyük bir rasathâne yaptirdi. Ilmî calismalariyla caginin en büyük astronomu oldu. Yasadigi yüzyilin Batlamyus´u ünvanini kazanan Ali Kuscu (?-1474) ise, ekliptik egimi bugünküne cok yakin olarak hesapladi (23°27'). Ekliptik egimini ilk dogru hesaplamasini ise Fergânî yapti. Bitrucî (13.yüzyil) gezegenlerin sürüklendiklerini dis merkezli dâirelere ait teoriyi cürüterek Kopernikus´ayol acti.

Câbir bin Eflah´in (12.yüzyil) yildizlarin yer ve aciliklarini ölcen azimut kadrani, Avrupa´da ancak 300 sene sonra Alman astronom Regiomontanus tarafindan ayni modele uygun olarak yapabildi. Bir cok Islâm âlimleri günes ve ay tutulmalarini rasat etti ve bu hususta aciklamalarda bulundu. Bunlar Islâm âlimlerinin astronomide yaptiklari hizmetlerden, sadece kücük bölümüdür.

Gönderi tarihi:
Yanlışlarının içinde kalsalar bişy demiyeceğiz de, yanlışlarından yola çıkarak Hallac-ı Mansur'u nasıl öldürdülerse, Madımakta onlarca insanı da göz göre göre yakmışlardır. Afganistan'da insanları çağın teknolojilerinden mahrum etmişler, kızların okula gitmesini yasaklamışlardır. Suudi Arabistan'da kadınların kimlik kartı yoktur, erkeksiz olarak sokağa çıkamazlar, araba kullanamazlar, alışverişe gidemezler. Kendi yanlışları içinde kalsalar amenna.

Bakın Din adına yapılan öldürmeleri savunacak bir mantıkda değilim. Kaldı ki zaten bu tür katliamların karşısındayım. Ama bakın, Tarih okuyanlar bilirler, tarih için sabit bir gerçektir: Toplumsal tüm olaylar, savaşlar, kurulan ve yıkılan devletler, isyanlar, anarşiler vs hepsi Ekonomik devinimlerin, çalkantıların bir sonucudur. Din hiç bir zaman toplumları bu şekilde yönlendirici değildir. Ne Hıristiyanların Haçlı seferleri, ne Osmanlının Cihatları, ne Talibanın Teröristliği, ne İsrail'in bir din devleti olarak kurulması... Hiç biri Dinsel yapılarından dolayı gerçekleşmemiş, tamamen toplumsal ve ekonomik nedenlerle gerçekleşmiştir. Din her zaman sosyal ogu ve olaylarda "Ekonomik Sebepler" ve "Siyasi Sebepler"den sonra, en son sırada gelmiştir ve o da insanları, Milliyetçiliğin politik olarak var olmadığı dönemlerde bir taraf olarak tutmak üzere kullanılmaktan öteye gidememiştir. Din her zaman toplumsal olgu ve olaylarda kullanılan bir objedir, etken olması, onun kullanılmasındandır. Buradaki kullanılmak "din zaten o yapıya uygun, elverişli... e onlarda o yönde kullanıyorlar" şeklinde algılanmasın. Din değiştirilmek üzere kullanılıyor. Bende zaten bu yüzden Laikliğe inandığım kadar hiç bir sisteme inanmıyorum... Bakın mesela Salazar'ın "3F" olarak adlandırdığı "Halkı Uyutma Projesi" vardır. Açılımı: "Futbol, Fado, Fiesta" olarak Türkçeye tercüme edilir ama aslında bu "3F"nin üçüncüsü "Fatima"dır. Diğer ikisi ayan beyan zaten sevilir olduğu için, Türkiye'de de bu sistemin uygulandığı farkedilmesin diye, nedense "Fiesta=uyku sersemliği, öğle uykusu" olarak değiştirilmiştir. Nedir bu "Fatima" peki? Fatima, Amerikancı Diktatör Salazar'ın, ülkesi Portekizde Halkı Uyutmak için kullandığı 3 F'nin üçünsünü uygulamak için seçtiği simgedir. Portekizdeki "Fatima" şehrinden adını alır ve bu formülün içeriği "Din Eğitimi"dir. Yani insanlar ellerine din kitabını alır, sadece onu okur ve dünyaya sadece o gözle bakarlar... Koyun sürüsü üretme politikasıdır ve Amerikan güdümlü bir sistemdir. Niye Türkiye'de bu üçüncü isim değiştirilmiştir peki? Bize niye Fiesta diye öğretilmiştir? Bunun nedenini, 1980darbesinden sonra ülkemizde Apolitik gençlik üretme sürecinde mantar gibi çoğalan İmam-Hatip liselerini ve Kur'an Kurslarını incelerseniz çok çok iyi anlarsınız. Futbolla insanlar Türkiye'de uyutuluyor mu? evet... Fado, bizdeki Arabesk kültürü gibi bir müzik türü Portekizde ve insanlar aynı şekilde Arabeskle Türkiye'de uyutuldu mu? evet... Fatima ise bizdeki "Arka Bahçe" yani İmam-Hatip'in karşılığı, insanlar yine uyutuluyor mu? evet... Peki bunlar ABD güdümüyle mi yapılıyor? evet... O "Geri" olarak saydığınız ülkeler bilmem kaç yıldır ABD'nin kölesi mi? mesela okuma oranının %10olduğunu bildiğim (ki sanırım siz gitmişsiniz BrainSlapper Arabistan'a) Arabistan'ın petrol gelirinin %51i ABD şirketlerinin değil mi? evet... Yani bu Evetler bitmez, ben özete geleyim... Bahsettiğiniz toplumların geri kalmasının tek nedeni "Sömürgecilik"tir... Sömürgecilik tarihininde yada Orientalizm denilen "Doğu Bilim"nde bunu görmemenize imkan yok... Orientalizm denen kımıl zararlısı da budur zaten... Bu dal, tamamen "Ajan Üretmek" için üretilmiş bir alandır. Yani "Doğu toplumları neden geridir?= cevap: İslam" olay bu kadar yüzeysel değil yani. Geri bırakılmışlığın temel bir nedeni var... Niye japonya bundan daha 100-150yıl öncesine kadar son derece kapalı ve katı bir toplumken, adaya ayak basan yabancılara tahammül bile edemez, öldürürken teknolojide son derece ileri gittiler? Dinleri yüzünden mi? Hayır? nedeni bulundukları konumun dünya siyasetinde önem arzetmemesinden... Yada Amerika nasıl bu kadar güçlenip ileri gitti? Bildiğiniz gibi ADB'nin iç eyaletlerinde hala dünyanın düz olduğuna inanan insanlar yaşıyomuş yapılan araştırmalara göre, hatta TVlerde bile çıktı, insanların çoğunluğu koyu bir şekilde hıristiyan ve bir çok yeniliğe karşılar, hep TV'lerde yayınlandı bunlar? Peki ABD niye bu kadar ileri? demek ki Din ile alakalı değil, Etkin olmakla alakalı... Oyun oynanan değil, oyunu oynayan olmakla alakalı...

 

Neden senin kafandaki inanç, neden Yunus'un, Mevlana'nın, hallac-ı Mansur'un, Ömer Hayyam'ın, Bektaşi'nin, Fatih'in, Atatürk'ün inancı, İslam değildi anladın mı şimdi? Onlar gibi inanan insanlara amenna. başımızın üstünde yeri var. O insanlar için inancın nasıl isimlendirildiği anlamını kaybetmiştir zaten. Ben de sana bunu söylüyorum. Eğer o insanlar gibi düşünüyorsan, inancının nasıl isimlendirildiği önemli değildir artık. Ben bu nedenle diyorum, sen islamı aşmışsan, senin o inancına islam ismi vermeye ihtiyacın yok artık. islam adına türlü türlü cehalet sergileyen insanlarla aynı "ümmet" olmana gerek yok.

:) arkadaşım, söylediklerin ilk bakışta güzel gibi gelebilir de, kusura bakma, öyle olduğuna zerre kadar inanmıyorum ama, bana Misyoner bi kaç kişinin söylemlerinin aynısı gibi geldi bana bu söylediklerin. Bakın burada Benim dini kimliğim, dediğiniz gibi önemli değil. Zaten bırakın benim kendimi Müslüman saymama, bu söylediklerimi aleni söylesem, Müslümanlar! beni belkide Müslüman saymayacaklar... Ama bakın burada asıl önemli olan "İslam"ı nasıl anladığınızdır. Siz burada Peygamberleri yadsıyorsunuz mesela, diyorsunuz ki "Allah Tarafından Gönderilmemişlerdir". Bende zaten "Gönderilme"ye inanmıyorum, Seçilmeye inanıyorum. Bakın sırf peygamberler değil, seçilmiş olmak öyle Matrix'teki gib Neo'nunki gibi bişey de değil. Yani peygamberlerde dahil bu isimlerini saydığınız insanlar ve hatta M. Kemal'de dahil, hepsi Hayatın Ne Olduğunu çözebilmiş olmaktan dolayı seçilmiş olmaktadırlar. Bence tüm bu adamlar neyin ne olduğunu çok iyi idrak etmişler. Ve biri diğerinin sadece yol göstericisi olmuş, herkes yolunu kendisi idrak etmiş ondan sonra... O kimselerin Peygamber olması, diğerlerinin Evliya olması bundan geliyor. peki "İslam" nedir? size İslam, "geri kalmış toplumlar yaratma amaçlı ilan edilmiş din, beyin yıkama enstitüsü" olarak gelebilir ve gerçeğe aymakla "İslam" olmanın arasına çizgi çekmiş olabilirsiniz ama bana göre İslam, Tanrı'ya Teslim Olmaktır. Ad manasıda budur zaten... Yaratıcıyı Bilmektir... Herşeyin nedeninin O olduğunu bilmektir. Herkesin özünde O'nun var olduğunu bilmektir. İliğinize kadar O'nun varlığını şah damarınızdan öte içinizde, daha doğrusu varlığınızda O'nun mevcut olduğunu bilmektir. Hakk olduğunuzu bilmektir İslam... En temel ve kısaca manası ile İslam: Benlik dağını delip, ona ulaşmak arzusu ile yanıp tutuşmak, Herşeyde var olan Tanrı'ya kendinizi adamanız yani teslim olmanızdır. Bakın bu adanmışlık gözü kapalı savaşa giden cengaverleri anımsatmasın size... Kendinizi Tanrı'ya adamanız, herşeyin özünde O'nun olduğunu bilmenizdir. Bakın bunu sadece Kur'an-ı okuyarak, sadece Hadisleri okuyarak yada diğer Din kitaplarını okuyarak anlayamazsınız, bu içinizde yanan bir alevdir ve yandımı sönmez... Bence İslam budur... ha siz buna bir isim bulursunuz yada dersiniz ki "Kardeşim sen İslam değilsin"... diyebilirsiniz, amenna... Ama ben bırakın Kur'an-ı, diğer kitapları okuduğumda da bunu görüyorum... Diyorum ya, Tek bir Gerçek var, sadece hepimiz bunu farklı algılıyoruz... Başlangıçtan beri Tek bir din var, bugüne kadar farklılaşmış tüm dinlerde aslında aynı şeyi söylüyor, sadece görebilene... Bak mesela, ne demiş Yunus Emre: "Sen Sana Ne Sanırsan, Ayruğa'da O'nu San, Dört Kitabın Manası Budur, Eğer Var İse.". Sen bedeninden ayrı mısın? değilsin... E o zaman ayrı/gayrı'yı niye O'ndan ayrı olarak görüyosun ki? Sen sende birsen, senle birlikte herşey de O'nda bir... Dört kitabın manasıda bu zaten, tabi eğer varsa, yani sen görebiliyorsan... Bunu idrak edebilirsen, o kutsal kitapların aslında ne olduğunu da görürsünüz...

 

Ben kimsenin gözünden bakmıyorum islama. Senin bulunduğun noktada bulundum ben de. Sonra bu işin doğrusu Kuran'dır dedim, Kuran'ı okudum. Beni İslamiyetten, Cübbeli Hoca, Taliban, Vahhabiler, Suudiler çkarmadı, Kuran çıkardı. Benim Kuran'ı yanlış anladığımı, o insanların dopru anladığını farkettim. Bu nedenle önyargılı değilim. O yanlışları içinde yüzsün dediğiniz insanlar Kuran'ı olması gerektiği gibi anlıyorlar.

Ben işin doğrusu Kur'an-dır demedim, hatta şun söyleyeyim, Kur'an-ı ben İncil ve Tevrat'ı okuduktan ancak sonra okudum... Ve ben farkettim ki ne bir başkası doğru anlıyor bu kitapları, ne de bir başkası yanlış anlıyor... Bakın, siz neyi arıyorsanız O'sunuzdur... Ben Kur'an-da ve diğer kitaplarda Tanrı'yı aradım... Bence siz yada bir başkası Kur'an-ı yanlış anlıyor değilsiniz ama doğru anlıyorda değiliz... Sadece farklı anlıyoruz... O insanlar, başlarındakiler onların Kur'an-dan ne anlamalarını istiyorlarsa, onu anlıyorlar... Daha ötesi değil... Ben Kur'an-a baktığımda sizin baktığınız şeye bakıyorum ama sizin gördüğünüzü görmüyorum. Bakmakla Görmek arasında fark vardır. Ben hiç bir şeyin Tanrı'dan ayrı olarak göremiyorum... Ne sizin bildiklerinizi ve söylediklerinizi, ne de bir başkasının... Bu yüzden Tanrı'nın varlığını içimde hissediyorum. Bu belkide çok manasız bir tanım kimilerine göre, çünkü bu his anlatılamıyo, bireysel... Kısaca Huzur diyelim biz buna... Ve bu Huzur bana İslam adını verdiriyo... Ben o adlarını saydığımız kişilere bakınca İslam'ı görüyorum, İslam'a baktıkça da o kişileri daha çok anlıyorum... Ha siz bunu bu şekilde yaşamıyor olabilirsiniz, bilemem. Hislerinize yanlışta diyemem ama Eğer dünyayı o insanlar gibi algılıyorsanız, aynen o insanlar gibi düşünüyorsanız, sanıyorum ki aynı şeyleri düşünüyoruz... Sadece isim değişikliği var o kadar...

 

Ama şunu söyleyeyim, benim içinde benim inancımın nasıl nitelendirildiği, hangi ismin verildiği umrumda değil... Kimin benim inancımı ne olarak adlandırdığı umrumda değil... O adamlar gibi ben diyorum ki "Tanrı'ya Teslim Oldum", yani İslam'ım... Taslim olmak tabii ki "Doğmatik Bilgileri Eleştirmeden Kabul Etmek" demek değil... Teslim Olmak, her şeyin özünde O'nun var olduğuna inanmak demek...

 

Saygılarımla...

 

Gönderi tarihi:

Hurafelerle iyi ilişki içersinde miyiz..:)

Söylermisin bize bir kaç hurafe..

İman konularını hurafe diye nitelendiriyorsan, hurafeyle iman'ın kelime anlamlarına bak derim..

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:
Hurafelerle iyi ilişki içersinde miyiz..:)

Söylermisin bize bir kaç hurafe..

İman konularını hurafe diye nitelendiriyorsan, hurafeyle iman'ın kelime anlamlarına bak derim..

 

Saygılar..

 

Bu foruma zaman geçsin, oyun olsun, çorba dolsun diye yazmıyoruz.

 

En açık hurafeler:

Hacer-ül Esved Cennet'ten gelmiştir.

Kabe'ye yönelmek.

Kabeyi tavaf etmek.

Şeytan taşlamak.

Kurban kesmek.

Gökteki yıldızların troposfer'de olduğuna inanmak.

Evrenin 6 günde yaratıldığına inanmak.

Musa'nın mucizeleri denen şeylere inanmak.

Nuh Tufanı gibi birşey varsa bile, bunun doğal sebebpelrini es geçip, Nuh'un kabilesine kızan Tanrının Nuh kabilesini cezalandıracağım derken, bütün hayvanatı, bitkileri ve Nuh'u bile tanımayan kabileleri cezalandırdığına inanmak.

vs.vs.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

En açık hurafeler:

 

Hacer-ül Esved Cennet'ten gelmiştir.
Evet cennet taşıdır..

Yani hurafe değilidir..

Bu iş Rabbim için zor değildir..

 

Kabe'ye yönelmek.

 

Bunun hurafeyle uzaktan yakından ilgisi yoktur, ayet-i ketrime ile sabittir...

 

Kabeyi tavaf etmek.
Hurafe değildir..

 

Tavaf farzdır..

 

Şeytan taşlamak.

 

Hurafe değildir.. Bir nevi kötülüğü protestodur..

Hani aydınlık için bir dakika ışık kapatma falan varya, o gibi..

Ve hanefi meshebine göre vaciptir..

 

Kurban kesmek..
Kurban kesmek hurafe değil farz bir ibadettir..

 

Gökteki yıldızların troposfer'de olduğuna inanmak.

 

Öyle bir idda yok..

Troposferde yıldızın ne işi var.. :)

Bu konuda arkadaşımız gerekli tefsir linkini vermişti, okuyunuz..

 

Evrenin 6 günde yaratıldığına inanmak.
Evet ayetlerle sabitir.. Altı günde yaratılmıştır..

Hurafe değildir..

 

Musa'nın mucizeleri denen şeylere inanmak.

 

Mucizeler haktır.. Hurafe değildir..

 

Nuh Tufanı gibi birşey varsa bile, bunun doğal sebebpelrini es geçip, Nuh'un kabilesine kızan Tanrının Nuh kabilesini cezalandıracağım derken, bütün hayvanatı, bitkileri ve Nuh'u bile tanımayan kabileleri cezalandırdığına inanmak.

vs.vs.

 

Burada da huyrafe yok..

 

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:
Evet cennet taşıdır..

Yani hurafe değilidir..

Bu iş Rabbim için zor değildir..

Bunun hurafeyle uzaktan yakından ilgisi yoktur, ayet-i ketrime ile sabittir...

Hurafe değildir..

 

Tavaf farzdır..

Hurafe değildir.. Bir nevi kötülüğü protestodur..

Hani aydınlık için bir dakika ışık kapatma falan varya, o gibi..

Ve hanefi meshebine göre vaciptir..

 

Kurban kesmek hurafe değil farz bir ibadettir..

Öyle bir idda yok..

Troposferde yıldızın ne işi var.. :)

Bu konuda arkadaşımız gerekli tefsir linkini vermişti, okuyunuz..

 

Evet ayetlerle sabitir.. Altı günde yaratılmıştır..

Hurafe değildir..

Mucizeler haktır.. Hurafe değildir..

Burada da huyrafe yok..

Saygılar..

 

Bu forumda senin kadar bulunmadım ama, neyin hurafe neyin hurafe olmadığını tek tek adım adım, ben ve diğer akadaşlar gösterdiğimiz halde, tekrarladığın tek kelime var "hurafe değildir". Kanıt yok, işaret yok, destek yok.

 

Destek olarak sunduğun tek şey, hurafenin kaynağı: Ayette öyle yazıyor.

 

"Komünizm doğru söylüyor, bak Lenin ne demiş bu konuda" lafı kadar bilimsel bir yaklaşım sizinkisi.

 

Suyu su ile, havayı hava ile ölşemezsin. Ölçtüğün, tarttığı, değerlendirdiğin şey ile, bu işlemi yaptığın araç farklı olmalı.

 

Benzin'in ne kadar yanıcı olduğunu benzin ile anlayamazsın, ateş gerek, karşılaştıracak materyal gerek.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Destek olarak sunduğun tek şey, hurafenin kaynağı: Ayette öyle yazıyor.

 

Aslını niteliğini yakın bir şekilde bilmesek bile inanç ve iman meselesi..

Aslını sende bilmiyorsun, seninkide kanıt değildir..

Fizik kuralları dışında seyreden şeyler hurafeyse, siz bilmi sınırlandırmış olursunuz..

Öncedende sölemiştim belki bir gün melekleri ve şeytanları görünteleyebilecek kameralar keşfedilecek..

Kim bilir..?

 

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:
Aslını niteliğini yakın bir şekilde bilmesek bile inanç ve iman meselesi..

Aslını sende bilmiyorsun, seninkide kanıt değildir..

 

Hakkında kanıt olmayan şeyler hurafedir.

Ben kanıt olmayan şeyi gerçek diyerek piyasaya sürmüyorum. İnanç/teori/tahmin/sangı diyorum.

 

Öncedende sölemiştim belki bir gün melekleri ve şeytanları görünteleyebilecek kameralar keşfedilecek..

Kim bilir..?

 

Meleklerin varlığını bile meleklerin söylemiş olduğu iddia edilen sözlerle kanıtlayamazsın, başka birşeye ihtiyaç var, senin örneğinde verdiğin gibi, mesela kameraya.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Hakkında kanıt olmayan şeyler hurafedir.
Hakkında kanıt varsa ama biz bu kanıtlara ulaşamıyorsak..?

 

Meleklerin varlığını bile meleklerin söylemiş olduğu iddia edilen sözlerle kanıtlayamazsın, başka birşeye ihtiyaç var, senin örneğinde verdiğin gibi, mesela kameraya

 

Belki bir gün o da olacak..

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:

Hakkında yeterince bilgi sahibi olduğum "müslüman" bilim adamlarına ilişkin fikirlerimi söyledim. Diğerleri hakkında bilgi yeterli biliye sahip değilim.

 

İbni Sina, Fatih Sultan Mehmet, Hazerfen Ahmet Çelebi, Ömer Hayyam hakkındaki düşüncelerimi söyledim. Atatürk ne kadar "müslüman"sa onlar da o kadar müslümandı.

 

Yunus Emre, Mevlana, Hallac-ı Mansur başka bir kategori. Bu insanlar için de dinin ismi önemini kaybetmiş durumda. Ölümden kurtulmak için bile şahadet kelimesi getirmeyi reddeden (Hallac-ı Mansur) bir adama müslüman diyemezsin. Yunus Emre, Bektaşi, Ömer Hayyam ve Mevlana da Hallac-ı Mansur'dan farklı değil. Benzer düşünceye sahipler, gördüğümüz kadarıyla.

 

Abbas İbn Firnas ise, yaptığı kanat denemesinde başarısız olduğu için, Hazerfen kadar olamadı, o nedenle uçağı icat ettiği öne sürülemez.

 

Benim inadım diye birşey yok. İddiam şu: Kafasında inancın tek doğru olduğuna inanan adam bilim yapamaz.

Kafaındaki inanç "tesadüf" de olabailr, "evrim" de olabilir, "yaratılış" da.

 

Çünkü o inançla yola çıkan adam, sadecec inancını doğrulamaya çalışır.

 

Gök yedi kat olduğuna inanıyorsa, eline dünyanın en ileri cihazlarını verseniz, ne yapar eder göğü 7'ye böler. Rasyonel davramaz.

Evrime inanan adam, ne yapar eder, fosil hilesi yapar, kemik hilesi yapar, kendi inancını doğrulamaya çalışır. Rasyonel davramaz.

 

Bilim adamının kafasında mevcut verilerle oluşturulmuş bir teori olur. Bilimsel değerlendirme metoduna tabi tutar. Yanlışsa yanlıştır, doğruysa doğrudur. Yanlış çıktı teorim diye ağlamaz. başka bir teoriye yönelir. İnançlı adam bunu yapamaz. İnançlı adam, ne yapar eder, inancının doğru olduğunu ispatlamaya çalışır.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
İbni Sina, Fatih Sultan Mehmet, Hazerfen Ahmet Çelebi, Ömer Hayyam hakkındaki düşüncelerimi söyledim. Atatürk ne kadar "müslüman"sa onlar da o kadar müslümandı.

 

Yunus Emre, Mevlana, Hallac-ı Mansur başka bir kategori. Bu insanlar için de dinin ismi önemini kaybetmiş durumda. Ölümden kurtulmak için bile şahadet kelimesi getirmeyi reddeden (Hallac-ı Mansur) bir adama müslüman diyemezsin. Yunus Emre, Bektaşi, Ömer Hayyam ve Mevlana da Hallac-ı Mansur'dan farklı değil. Benzer düşünceye sahipler, gördüğümüz kadarıyla.

 

İşte diyorum ki o adamlar için (ve benim için) inandığın(m)ız şeyin adı önemli değil... Kim nasıl adlandırırsa adlandırsın... Asıl önemli olan o adamların kendilerini nasıl adlandırdığı... Yani siz dışardan bakıpta, Avrupalıların Felsefi kategorilendirmesiyle "Bu adam Agnostist Kardeşim" deme hakkına sahip değiliz. Hayır o adamların inancı kişisellseştirdiklerine inanıyorsan, böyle bir kafa yapısındaysan eğer o insanları en başta sizin genellememeniz gerekir. Agnostist, Deist bilmem ne gibi sınıflamalara sokmamamız gerekir ve "İslam değildirler" gibi bir ayrım yapmamamız gerekir. O birbirlerini destekleyen, aynı inanca sahip insanların deyişlerini incele bakalım... Hallac-ı Mansur'un her dediğini destekleyen ama aynı zamanda bir önder olduğu için tüm Türklerin desteğini kazanan Ahmet Yesevi idam edilmemiş hatta kimse tek kelime dahi söyleyememiştir kendisine. Ama kendisi hem Hallac için "Doğru Demiştir" deyip hemde Hz. Muhammed'i çok severek kendisiyle çelişkiye mi düşmüştür? Yada Yunus'la, Hallac'la aynı görüşü paylaşan Mevlana, Mesnevi'de sadece Kur'an-ı Kerim'i maneviyen açıklayarak kendisiyle çelişkiye mi düşmüştür... Bakın ben sizin inancınınz için bir şey demiyorum, "Ben Müslümanım" diyen kimse için de bier şey demiyorum... Eğer gerçekten sahtekar değilse ve samimi ise eğer, Kim Kendini Nasıl Adlandırıyorsa O'dur. Mustafa Kemal küçüklüğünden beri Mevlevi Tekkelerine giderdi Selanik'e her gidişinde... Kurtuluş savaşı sırasında hücuma kalkmadan önceleri Kur'andan ayetler okuttuğu bir çok silah arkadaşının hatıratlarında geçmiştir, bilinmektedir. Ayrıca kendisi söylemektedir. "Gerçekleri Söylemekten Korkmayınız" "Gerçeklere Ne Kadar İnanıyorsam, Dinime de O Kadar İnanıyorum". Ama yine de "Atatürk ne kadar müslümandıysa, onlarda o kadar müslümandır" demek yanlış... Anlamada farklılıklar vardır belki, bilemeyiz. O adamlar genelde kendi içlerinde yaşadıkları için belli etmemişlerdir. Bakın bu açıdan Melamilik'i araştırmanızı tavsiye ederim... Belki farkedersiniz...

Gönderi tarihi:
İşte diyorum ki o adamlar için (ve benim için) inandığın(m)ız şeyin adı önemli değil... Kim nasıl adlandırırsa adlandırsın... Asıl önemli olan o adamların kendilerini nasıl adlandırdığı... Yani siz dışardan bakıpta, Avrupalıların Felsefi kategorilendirmesiyle "Bu adam Agnostist Kardeşim" deme hakkına sahip değiliz. Hayır o adamların inancı kişisellseştirdiklerine inanıyorsan, böyle bir kafa yapısındaysan eğer o insanları en başta sizin genellememeniz gerekir. Agnostist, Deist bilmem ne gibi sınıflamalara sokmamamız gerekir ve "İslam değildirler" gibi bir ayrım yapmamamız gerekir. O birbirlerini destekleyen, aynı inanca sahip insanların deyişlerini incele bakalım... Hallac-ı Mansur'un her dediğini destekleyen ama aynı zamanda bir önder olduğu için tüm Türklerin desteğini kazanan Ahmet Yesevi idam edilmemiş hatta kimse tek kelime dahi söyleyememiştir kendisine. Ama kendisi hem Hallac için "Doğru Demiştir" deyip hemde Hz. Muhammed'i çok severek kendisiyle çelişkiye mi düşmüştür? Yada Yunus'la, Hallac'la aynı görüşü paylaşan Mevlana, Mesnevi'de sadece Kur'an-ı Kerim'i maneviyen açıklayarak kendisiyle çelişkiye mi düşmüştür... Bakın ben sizin inancınınz için bir şey demiyorum, "Ben Müslümanım" diyen kimse için de bier şey demiyorum... Eğer gerçekten sahtekar değilse ve samimi ise eğer, Kim Kendini Nasıl Adlandırıyorsa O'dur. Mustafa Kemal küçüklüğünden beri Mevlevi Tekkelerine giderdi Selanik'e her gidişinde... Kurtuluş savaşı sırasında hücuma kalkmadan önceleri Kur'andan ayetler okuttuğu bir çok silah arkadaşının hatıratlarında geçmiştir, bilinmektedir. Ayrıca kendisi söylemektedir. "Gerçekleri Söylemekten Korkmayınız" "Gerçeklere Ne Kadar İnanıyorsam, Dinime de O Kadar İnanıyorum". Ama yine de "Atatürk ne kadar müslümandıysa, onlarda o kadar müslümandır" demek yanlış... Anlamada farklılıklar vardır belki, bilemeyiz. O adamlar genelde kendi içlerinde yaşadıkları için belli etmemişlerdir. Bakın bu açıdan Melamilik'i araştırmanızı tavsiye ederim... Belki farkedersiniz...

 

Bu bahsettiğimiz adamların ortak özelliği, semitik kültürle yetişmiş olmamaları. Başka kültürlerin, özellikle şamanizmin büyük etkisi var inançlarında. Hemen hemen hepsi, Türk veya İranlı, Arap değil.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Alıntıdır.

 

 

bilim adamlarının HY(ya da adnan oktar mı her neyse)ya tokat gibi cevaplarından biridir, okuyun da bu adamın nasıl bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğunu, anlamadığı konulara burnunu soktuğunu görün, yazı uzun bunu okumam diyenlerde en azından "Archaeopteryx bir geçiş canlısı mı" kısmını okusunlar o da yeter kendisinin sahtekarlığını boyutlarını anlamak için bi daha onun yazılarını görmemek dileğiyle;(bu metni beğenip te bilgisayarıma indirmiştim zamanında, kaynağını bulamadım maalesef şu an, belirten olursa da mesaja bi edit çekerim)

 

 

 

Yaratılışçıların iddiaları ve bilimin yanıtları -1

 

Yaratılışçıların "Evrim Kuramı ispatlanamadı", "Evrim, termodinamiğin 2. kanununa aykırı", "Dünyanın yaşı 10 bin yıl", "Evrim gözlenemez", "Geçiş canlıları yoktur" gibi iddialarına bilimsel veriler ışığında yanıt veriyoruz.

 

Dr. Ümit Sayın

 

Bu makalede Yaratılış Efsanesine bilimsel kılıflar bulmaya çalışan bazı grupların Evrim Kuramını çürütmek için ortaya attıkları iddialar, bilimsel veriler ışığında yanıtlanacaktır. Bu gruplara ülkemizden bir örnek Adnan Hoca ve müritleridir. HY imzası ile birçok kitap ve broşür yayınladılar. Özellikle bu yayınlardaki iddia ve safsataları çağdaş bilimin ışığında ele almak istedik. Teker teker, önce yaratılışçıların iddiasını, sonra hemen altında bilimin konuya ilişkin yanıtını veriyoruz.

Bilimde ispat kavramı

 

Yaratılışçıların iddiası : Evrim Kuramı ispatlanamamıştır.

 

 

Bilimin yanıtı: Bilimde kuramlar (teoriler), matematikteki veya mantıktaki gibi ispatlanamazlar. ‹spatlama kavramı halk tarafından yanlış anlaşılmakta, yanlış kullanılmaktadır. Bilim bir konudaki gözlemlerini açıklayan teorileri öne sürerken daha önce bilinen bilgileri ve gözlenen olguları önüne koyar. Bu olaylarla ilgili bazı bilimsel kanunları ve kuralları matematik, fizik, kimya gibi bilimlerin yardımıyla çıkarır. Daha sonra, bu gözlemi açıklamak icin, bazı hipotezler ortaya koyar. Bazı hipotezlerin doğruluğunu ve tutarlılığını, gözlenen ve test edilen deneylerle destekler veya bazı hipotezlerin yanlışlığını ispatlayarak bunları çürütür. Defalarca desteklenen hipotezler "Bilimsel Gerçek" (scientific fact) haline gelirler. Sonuçta bilim, teoriyi test edilen hipotezlerle ve gözlenen olgularla güçlendirir veya zayıflatır, bilimsel gerçeklerle destekler. Bilimin hiçbir dalında, teoriler matematikte veya mantıkta görüldüğü gibi yüzde 100 ispatlanamazlar; bilimde böyle bir ispat kavramı yoktur. Ayrıca bilimde dogma, dogmatik otorite, kutsal yasalar ve katı değişmeyecek evrensel kurallar da yoktur. Geçerli nedenler, kanıtlar bulunduğunda tüm kuramlar (teoriler) değiştirilebilir, yerine yenilerini bırakabilir (Newton mekaniğinin yerini rölativite kuramına bırakması gibi).

Kaynaklar: 1) National Academy of Sciences,Teaching about evolution and the nature of science, NAS Press, Washington, D.C.1998, s.1-9. 2) Douglas Futuyma, Evolutionary Biology, Sinauer, 1998, s.1-30.

Bilim dogma kabul etmez

 

 

Yaratılışçıların iddiası: Evrim Kuramı kutsal kitaplara ve dinlere aykırıdır; kutsal kitaplar, insanların ve hayvanların birdenbire yaratıldığını söylemektedirler.

 

 

Bilimin yanıtı: Pek çok din ve din adamı artık Evrim Kuramının bir gerçek olduğunu kabul etmiştir (1). Son olarak Papa bile Evrim Kuramının doğruluğunu tanıdıklarını açıklamıştır. Kutsal kitapların söyledikleri kelimesi kelimesine alındığında, Evrim Kuramı, Yaratılış Efsanesine aykırıdır. Fakat pek çok mezhep ve din, Yaratılışı artık daha farklı yorumlamaktadır. Ayrıca bilimde gerçeklere ulaşabilmek için hiçbir kutsal kitabın dogması bir anlam taşımaz; bilim dogma kabul edemez, kutsallığın veya doğa ötesi güçlerin de bilim için bir anlamı yoktur. Bilim gözlemleyebildiğini yorumlar; bilim, tutucu ve konservatif değil, devinimsel ve devrimseldir. Kutsal kitaplar ilk milennium sırasında henüz bilimin bugünkü kadar gelişmiş olmadığı dönemlerde, insanlar tarafından kaleme alınmışlardır ve içlerindeki bilgi değistirilemez. Kutsal kitaplardaki efsaneler (göğe yükseliş, Tufan, yaratılış) bugün bilimin bulguları ile tamamen çelişmektedirler ve bilime aykırıdırlar (2). Bu nedenle din adamları kurtuluşu, bu kitaplarda verilen bilgileri farklı yorumlamakta bulmuşlardır.

Kaynaklar: 1) NCSE, edited by Moleen Matsumura, Voices for Evolution, 1995, s.83-120. 2) National Academy of Sciences, Evolution and Creationism: A view from the National Academy of Sciences, 1999.

 

 

Evrim ve termodinamiğin ikinci kanunu

 

 

Yaratılışçıların iddiası: Evrim, termodinamiğin ikinci kanununa aykırıdır. Kaosdan düzen oluşamaz ve entropi sürekli artar, enerji boşluğa yayılır. Bu nedenle evrim yanlıştır, çünkü evrimin gerçekleşmesi için, entropinin zıt yönünde hareket eden bir güç gereklidir. Öyleyse evrim gerçekleşemez, entropinin ters yönündeki bu etkiyi ancak bir "yaratıcı" gerçekleştirebilir.

 

 

Bilimin yanıtı: Evrim entropiye aykırı değildir. Bu hipotez enerji verilen sistemlerde kaostan düzen oluşabileceğini hesaba katmamaktadır. Ayrıca termodinamiğin ikinci kanunu kapalı sistemler için geçerlidir. Organizmalar, açık bir sistemde enerji alışverişi yapmaktadırlar. Ortamda sınırsız enerji vardır; bu enerji daha düzenli, stabil kimyasal yapıların oluşabilmesi için kullanılmaktadır (1). Bir bisikletin parçalarının kendi kendine bir araya gelebileceğini varsayamazsınız, ama enerji harcayarak bu parçaları birleştirebilirsiniz. Bisikletin 100 parçası olduğunu varsayın, ilk bakışta bu parçalarin 100! (100 x 99 x 98 x 97..... x 2 x 1) farklı biçimde birleştirilebileceği düşünülse de bu doğru değildir. Çünkü bir didonu bir tekere, direksiyonun bir parçasını çamurluğa vidalama şansınız yoktur. Deneye yanıla hangi parçanın hangi kısma uyabileceğini bulursunuz, yaratabileceğiniz bir kaç montaj bisiklet çeşidi olabilir sadece, bu entropinin en aza indirgendiği durumdur. Belki bu parçalar 100-200 farklı şekilde de aynı enerji harcanarak birbirine eklenebilir, ama bir tanesi varlığını sürdürebilecek bisiklet olacaktır.

Aslında, stabil hücre durumunun yanı sıra katrilyonlarca stabil olmayan protohücre ve hücre durumları da meydana gelmektedir. Ama varlığını sürdürebilen, entropiye en uyum sağlamış, artık kendi içinde akardengeye (hemostasis) erişmiş hücredir. Biz sadece kendini sürdürebildiği için onun hakkında bilgi alabilmekteyiz, halbuki diğer stabil olmayan hücreler bozunup, yokolup gitmişlerdir ve sürekli bir, iki kararlı hücreye karşın tekrar katrilyonlarca stabil olmayan ve yokolup giden pro-hücre oluşmaktadır (2).

Örneğin, içerisinde birbirleri ile reaksiyona girebilecek, A ve B gazları olan bir kutuya enerji verdiğiniz zaman bile bu kapalı sistemde, möleküllerin birbirleri ile çarpışıp, yeni ve kararlı AB gaz moleküllerini oluşturabilmesi, enerji verilen ve enerjiyi içinde saklayabilen sistemlerde kararlı yapıların oluşabileceğine bir kanıttır. Biyolojik sistemlerin oluşabildiği, okyanus, doğa gibi açık sistemler ise, organik maddenin ana yapı taşlarını içermektedir, ortamdaki enerji sürekli yeniden kullanılmaktadır; üstelik güneşten ve uzaydan sürekli yeni enerji bu açık sisteme katılmakta ve buraya moleküler enerji, ısı, radyasyon biçiminde hapsolmaktadır. Yaratılışçılar eğer uzayda enerjinin dağıldığını söylemekteyseler, zaten Evrim Kuramı, uzayda enerjinin kullanılarak, yaşam oluştuğunu iddia etmemektedir. Yaratılışçıların bu hipotezi boş ve karanlık uzay için geçerli olabilir ancak. Bir meşe palamudundan yeterli enerji sayesinde, fotosentez gerçekleşmekte ve bir meşe ağacı büyüyebilmektedir. Güneş, entropinin artışı ile enerji kaybetmekte dünya ise enerji kazanmaktadır. Canlı organizmalar öldüğü zaman ise bu canlılar için "entropinin artışı" gerçekleşir, tüm enerji "tekrar kullanılmak üzere" doğaya karışır.

Kaynaklar: 1) Douglas Futuyma, Science on Trial, Sinauer, 1995, s.223. 2) Tim Berra, Evolution and the Myth of Creationism, Stanford University Press, 1990, s.126.

 

Dünyanın yaşı

 

Yaratılışçıların iddiası: Atmosferdeki düşük helyum miktarı, dünyanın genç olduğunu gösterir. Eğer dünya 4.5 milyar yaşında olsaydı, daha fazla helyum olması gerekirdi; çünkü helyum, uranyumun bozunmasından ortaya çıkar.

 

Bilimin yanıtı: Helyum çok hafif bir gazdır, hidrojen gibi yükselip uzaya karışır ve hidrojen gibi, atmosferde fazla miktarlarda olamaz.

 

Yaratılışçıların iddiası: Uzaydan dünyaya düşen meteorit kökenli toz, yılda 14 milyon tondur. Eğer dünya ve ay 4.5 milyar yaşında olsalardı, üzerlerinde 30-50 m yüksekliğinde toz olması gerekirdi.

 

Bilimin yanıtı: Uzaydan gelen toz hakkındaki bilgi yanlıştır. Uzay probları bu miktarın bahsedilenden binlerce kat daha az olduğunu göstermiştir. Ayrıca bu iddiayı yapanlar ne astrofizik ne de temel yerçekimi yasalarından haberdardırlar. Bu tozun atmosferik hareketler ve gittikçe artan yerçekimi nedeniyle dünyaya yaklaştıkça kitleleşip, okyanuslara karışacağını hesaba katmamaktalar. Ayrıca 1959'da Scientific American'da bu makaleyi yazan Hans Patterson, gerçekleri çok çarpıtmıştır. NASA'nın verilerine göre, güneş sisteminde santimetre kareye, saniyede 1016 gram toz düşmektedir. 5 milyar yılda dünyaya düşmesi olası hesaplanan toz miktarı santimetre kareye 10 gramdır, bu ise kolayca okyanuslara ve atmosfere karışacaktır.

 

 

Yaratılışçıların iddiası: Dünya 10 bin yıldan daha yaşlı olamaz, bunu manyetik alanı doğrulamaktadır. Çünkü manyetik alanı her 1400 yılda bir yarılanarak azalır. Halbuki Evrim Kuramı dünyanın 4.5 milyar yaşında olduğunu söylemektedir.

 

Bilimin yanıtı: Bu fikri ortaya atan, Dr. Thomas Barnes'ın daha temel fizik bilgilerinden haberdar olmadığı söylenmiş; bilim ortamlarında rezil edilmiştir. Dünyadaki kayalar, oluşumları sırasında, dünyanın manyetik alanına ait izler taşımaktadır. Bu olaya paleomagnetizm denilir. Atlas okyanusunun tabanındaki kayalar analiz edildiğinde, jeolojik tarih boyunca, çok değişik manyetik fluksiasyonlarla (sistematik çevrimsel değişim) ve vektörel değişimlerle dünyanın manyetik alanının değiştiği gösterilmiştir. Bu konuda binlerce makale vardır. Sadece Yaratılışçılar, dünyanın 10 bin yaşında olduğunu kanıtlayabilmek için böylesi yöntemlerle bilimi çarpıtmaktadırlar.

Kaynak: Ashley Montagu, Science and Creationism, Oxford University Press, 1984, s.37-41 ve 43-49.

 

 

Evrim gözlenebiliyor mu?

 

Yaratılışçıların iddiası: Biyologlar hiçbir zaman, bir türün evrimini gözlememişlerdir.

 

Bilimin yanıtı: Biyologlar bir türün evrimini defalarca gözlemişlerdir. Mikrobiyolojide bunun örneklerini her gün görmekteyiz, antibiyotiklere direnç kazanan bakteriler, ortama değişim gösteren ve evrimleşen virüsler buna örnektir. Bitki moleküler biyolojisi, yeni tür bitkilerin geliştirilmesine şahit olmuştur. DDT'ye direnç geliştiren böcekler bu evrime ve doğal seleksiyona birer örnektir.

 

 

Canlı hücre oluşturmak

 

Yaratılışçıların iddiası: Tüpte henüz tek bir canlı hücre oluşturulamamıştır.

 

Bilimin yanıtı: Belki henüz yaşamsal özelliklere sahip bir hücre deney tübünde oluşturulamamıştır, ama canlının temel bileşenleri olan amino asitler, nükleik asitler, şekerler ve pek çok organik molekülün kendi kendine oluşabileceği gösterilmiştir. Ayrıca ilk hücrelerin proto hücreleri olan koaservatlar, proteinoidler deney tübünde oluşturulmuştur (1). Proteinoidler, tıpkı hücreler gibi, aksiyon potansiyellerine, membran yapısına ve bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ayrıca dünya başlı başına dev bir deney tüpüdür ve her gün okyanuslarda yeni organik moleküller, yeni hücreler, yeni evrimleşen yapılar oluşmaktadır (2). Sorun laboratuvarda dünyanın 4 milyar yıl önceki koşullarını oluşturup, 4 milyar yıl bekleyememekten kaynaklanmaktadır. Ayrıca bugün herhangi bir canlının DNA'sı alınıp, belirli genetik özellikler değiştirilmektedir. Yani deney tüpünde genetik yapıyla oynanabilmektedir. 1997 ve 1998 yılında klonlanan ve yeni bir tür olarak dünyaya gelen canlılar deney tübünde yaratılan yaşama ait iyi bir örnek teşkil eder. Ama tek bir hücrenin kendi kendine deney tübünde oluşturulmasını beklemek bu koşullarda biraz safdillik olur.

Kaynaklar: 1) Sidney Fox,"The Emergence of Life, Basic Books, 1988. 2) Douglas Futuyma, Evolutionary Biology, Sinauer, 1998.

 

Yaşam kendi kendine oluşabilir mi?

 

Yaratılışçıların iddiası: Hayat kendi kendine 4 milyar yılda gelişemez. Bir nörona (sinir hücresi), bir pankreas hücresine bakın, reseptörlere, biyokimyasal reaksiyonların çeşitliliğine bakın. Hiç bu kompleks sistemler kendi kendine oluşabilir mi?

 

 

Bilimin yanıtı: Evrim gelişiminde hep önceki bilgi ve stabil yapı doğal seleksiyon sonucu daha sonraki canlılarda kullanılmıştır. Vücudumuzda hem balıklara, hem ilkel bakterilere, hem sürüngenlere ait özellikleri taşımaktayız. Nöronların gelişimi yaklaşık 4 milyar yıl almıştır, nöronlar sonsuz sayıdaki hücre oluşumunun ve evriminin son basamağıdır, sinir sistemi de öyledir, nöronların kompleks yapıları onların bir Tanrı tarafından birdenbire yaratıldıklarını göstermez; üstelik sinir sisteminin evrimlerine, alt basamaklarına diğer canlı türlerinde rastlamaktayız; özellikle canlıların sinir sistemlerinin incelenmesi, canlıların evrim boyunca basamak basamak geliştiğini göstermektedir (1, 2). ‹nsan vücudundaki ve memelilerdeki benzer biyokimyasal reaksiyonları, bunların evrimsel alt basamaklarını diğer canlı türlerinde de görmekteyiz. Reseptörlerin moleküler yapılarının aslında birkaç temel reseptörün zamanla farklılaşmasından meydana geldiği konusunda güçlü kanıtlar vardır; sinir hücrelerindeki aksiyon potansiyelerinin ve nörokimyasal olguların tek hücrelilerden başlamak üzere, tüm canlı türlerinde aynı ilkelere göre oluştuğu gösterilmiştir (3, 4). Sadece evrim, canlıya verdiği yeni özelliklerle, onların adaptasyon veya doğal seleksiyon konusunda daha şanslı hale gelmelerini sağlamıştır. Örneğin ilk meydana gelen amino asitlerdir, ikinci basamakta, thermal proteinler ve mikrokürecik proteinoidleri oluşmuştur, daha sonraki basamakta, ATP amino asitleri devreye girip evrimleşmiştir. Daha sonra da daha kompleks proteinler ve protein sentezleri gelişmiştir (5). Daha sonra prototip hücreler oluşmuş ve milyonlarca yılda, doğa deneye yanıla stabil hücreleri oluşturmuştur (6).

Kaynaklar: 1) John Eccles, Evolution of the Brain, Routledge, 1989. 2) Eric Kandel, James Schwartz, Principals of Neural Sciences, 1991, Elsevier. 3) Bertil Hille, Ionic Channels of Excitable Membranes, Sinauer, 1992. 4) Tashio Narahashi, Ion Channels of Excitable Cells. 5) Sidney Fox, The Emergence of Life, Basic Books, 1988. 6) Douglas Futuyma, Evolutionary Biology, Sinauer, 1998.

 

 

 

Yaratılışçıların iddiası: Aminoasitlerin ilk meydana gelen yığınları proteinoidler hiçbir düzene ve belirleyici yapıya sahip değildirler. Bu nedenle yaşamsal işlevlerde de yer alamazlar.

 

 

Bilimin yanıtı: Yaratılışçılar ilk amino asitlerin birleşiminden oluşan proteoinoidlere canlı veya DNA veya RNA'nın fonksiyonları ile oluşmuş proteinler gibi yaklaşmaktadırlar. Halbuki ilk proteinoidlerin değişik dizilerde sıralanabilir olmaları yaşamın başlamasına olanak tanıması için yeterlidir. Dünyada oluşan ilk hücreyi veya milyonlarca diğer hücre çeşidini bilmiyoruz. Primordial RNA'nın oluşması için bile bir milyar yıl geçmiştir. Sonuçta bugün bildiğimiz ve gördüğümüz hücreler başlangıçta yoktu. Bir kez oksijen kullanmıyorlardı, kimyasal reaksiyonlar çok farklıydı. Fotosentez yapabilmeleri için bile 1.5-2 milyar yıl geçmiştir. 2 milyar yıl 730 000 000 000 gün demektir; günlük hayatın mantığı ile bu süreleri kavramak insanlara çok zor gelebilir. Bir gün boyunca dev okyanuslarda doğal ortamda oluşabilecek proteinoid sayısını düşünürseniz, bunca sürede, hücrelerin kullanabileceği protein zincirlerinin bir şekilde bu proto-hücreleri bulabileceğini idrak edebilirsiniz. Bir aerob (oksijen kullanan) hücrenin oluşmasına dek geçen süre 2.5 milyar yıldır. Ökaryotlar 3.5-4 milyar yılda oluşmuşlardır. Dünyanın oluşumundan bugüne kadar geçen süreyi bir saat olarak alırsanız, doğa stabil bir ökaryot hücreyi oluşturabilmek için yaklaşık 55 dakika harcamış, son beş dakikada da diğer tüm canlıları meydana getirmiştir.

 

 

 

Dünya nüfusu neden 102100 kişi değil!?

 

 

Yaratılışçıların iddiası: Eğer insan dünyada 1 milyon yıldır varsa, bu yaklaşık 25.000 jenerasyona denk gelir. Bugün ortalama nüfus artışı yüzde 2'dir. 1 milyon yıl önce yüzde 0.5 olduğunu varsayalım. 25.000 jenerasyonda dünya popülasyonunun 102100 olması (10'un yanında 2100 sıfır) gerekirdi. Bu imkansızdır. Evrende bile 10130 elektron vardır. Halbuki insanlığın yaşını 5000-6000 yıl kabul edersek (Tufandan beri), yüzde 0.5'lik bir nüfus artışıyla dünya popülasyonu 3.5 milyar (yani bugünkü gibi) bulunurdu. Bu dünyada tufandan beri nüfus artışı olduğunu kanıtlamaktadır.

 

 

Bilimin yanıtı: Bu yaklaşım tarzı "anti-bilim"e güzel bir örnek teşkil edebilir. Bir kez Maltus doktrinini gayri bilimsel bir biçimde kullanmakta, çıkarmak istediği sayılara göre ilk popülasyonu ve artış hızını ele almaktadır. Yani 2 kişiden başlamakta (Nuh'tan sonra) sonra katlanarak dizi halinde nüfusu hesaplamaya kalkmaktadır. Halbuki ilk ziraat M.Ö. 8000 yıllarında başlamıştır (1). Bu dönemde eldeki arkeolojik verilere göre dünyada 8 milyon insan olduğu pek çok bilim insanı tarafından tahmin edilmektedir (1, sayfa:318-320). M.S. 1. yüzyılda dünya popülasyonunun 300 milyona atladığı bilinmektedir. Bu daha kesin bir sayıdır, çünkü Çinliler'in ve Romalılar'ın kayıtları kullanılmıştır. 1. yüzyıl - 1750 arasında 500 milyonluk bir sıçrayış olmuştur. Bu ise yüzde 0.056'lık bir nüfus artışına karşılık gelmektedir. 1750-1800 arasında yüzde 0.44'lük bir artışla 1 milyar insana ulaşılmıştır. ‹nsan nüfusu, 1800 ile 1850 arasında yüzde 0.52'lik bir artışla 1.3 milyar; 1850-1900 arasında yüzde 0.54'lük bir artışla 1.7 milyar; 1900-1950 arasında, yüzde 1.7'lik bir artışla 2.5 milyar; 1974-2000 arasında da yüzde 1.9'luk bir artışla 6.4 milyar olmuştur. Bu artış oranları Yaratılışçıların hipotezlerini çürütmeye yeter, ancak son 200 yıldır, yüzde 0.5'lik bir artış hızına sahip olduğumuza göre bu artış hızını bir milyon yıl önceye götürüp de kafadan uydurma sayılarla insan nüfusunu çok daha fazla olacakmış gibi göstermek, herşeyi kutsal kitaplara uydurma hevesinden kaynaklanmaktadır.

Kaynak: Michael Ruse, Darwinism Defended, Addison-Wesley Publishing Co., 1982.

 

 

Archaeopteryx bir geçiş canlısı mı?

 

 

Yaratılışçıların iddiası: Evrimcilerin sürüngenlerden kuşlara geçiş için verdikleri örnek olan Archaeopteryx, bir geçiş canlısı değildir. Archaeopteryx kuş olarak yaratılmış bir kuştur.

 

Bilimin yanıtı: Yaratılışçılar Archaeopteryx ile ilgili pek çok gerçeği çarpıtmışlardır. Öncelikle HY ve grubu, Archaeopteryx'den bahsedebilecek bir bilgi ve eğitim birikimine sahip değildir, zaten yazdıkları da bunu göstermektedir; ayrıca Archaeopteryx ile ilgili pek çok gerçeği yalan söyleyerek çarpıtmaktadırlar. Çünkü Archaeopteryx'in sürüngenlerden gelişen bir kuş olduğu hipotezini destekleyen bulgular, yaratılışçılara büyük darbeler vurmaktadır. Yaratılışçılara göre Archaeopteryx veya diğer hiçbir sürüngen kuşa evrimleşmemiştir, sadece kuş olarak Tanrı tarafından yaratılmıştır (1, 2). Oysa paleontoloji ve kuşların evrimi ile uğraşan bilim insanları için gerek HY'nın, gerekse ABD'li yaratılışçıların söylediklerinin hiçbir bilimsel ve akılcı değeri yoktur! (3, 4, 5, 6, 7). Dünyadaki tüm biyoloji, ornitoloji ve paleontoloji otoriteleri ve bilimcilerinin birleştiği bir nokta vardır: Kuşlar, birden fazla ortak ata-sürüngenden evrimleşerek, kuş haline milyonlarca yılda gelmişlerdir; fakat bu ortak atanın Protoavis mi olduğu, Archaeopteryx mi olduğu, yoksa her ikisinin de farklı ortak atalardan mı geldiği kesinlik kazanmamıştır. Ama kesinlikle bilinen, Archaeopteryx'in sürüngenlerden kuşlara bir geçiş hayvanı olduğudur. ‹şin komik yönü, HY, aşağıda verilen ve kendi fikirlerini çürüten bazı referansları sanki kendi fikrini kanıtlayan bilgiler gibi sunmakta, bilimde ve referans verilişinde sahtekarlık yapmaktadır. Binlerce bilimsel makaleye göre, Archaeopteryx bir sürüngen, bir dinozordur, çünkü:

- Archaeopteryx iskelet sisteminin yapısı açısından dinozorlara çok yakındır. Comsognatus (ve diğer Theropoda dinozorlar) gibi iki ayağının üzerinde, öne eğilimli durmaktadır. Tüm iskelet sistemi, kuşlardan farklıdır ve bir dinozora benzemektedir.

- Archaeopteryx'in diğer kuşların aksine ağzında dinozor dişleri mevcuttur ve çene yapısı dinozorlara benzemektedir.

- Archaeopteryx'in 23 kuyruk vertebrasından oluşan kuyruğu hiçbir kuş türünde yoktur. Bu kuyruk, Triassic ve Jurassic dönemlerde görülen kuyruklu uçan Saurianlar'da mevcuttur. Bu kuyruk hayvanın uçmaya çalışırken veya koşarken ani yön değiştirmelerine yardımcı olmaktadır. Modern kuşlarda bu kuyruk ufalmış ve tek kemiğe dönüşmüştür.

- Archaeopteryx'in ağırlık merkezi ve kanat iskelet yapısı tüm diğer kuşlardan farklıdır, bu Archaeopteryx'in bildiğimiz kuşların uçtuğu kadar rahat uçamayacağını kanıtlamaktadır.

- Bilinen altı Archaeopteryx iskeletinde (HY'nın iddia ettiği minik bir sternuma sahip hayvanın 7. Archaeopteryx olup olmadığı tartışmalıdır) (3) sternum mevcut değildir; olsa bile çok küçük olma ihtimali vardır. Halbuki kuşlardaki furcula (lades kemiği) denen kemik yapısı onların uçmayı sağlayan güçlü kaslarının tutulmasını mümkün kılmaktadır.

- Sürüngenlerde ayaktaki metatarsal kemikler birbirinden ayrıdır, modern kuşlarda bu metatarsal kemikler tek kemik olarak kaynamıştır. Archaeopteryx'den önce oluşmuş ve anatomik olarak Archaeopteryx'e çok benzeyen, Compsognatus'da ayaktaki metatarsallar ayrıdır, Archaeopteryx'de ise bu metatarsallar kaynamıştır, yani Archaeopteryx ayak metatarsal kemikleri açısından kuş ile sürüngenler arasında bir yerdedir.

- Archaeopteryx'in ayakları Theropoda dinozor atalarına benzemektedir, uç uzun ayak parmağı, bir de geri giden kısa parmak.

- Archaeopteryx'in kanatlarında hiçbir kuşta olmayan dinozor pençeleri mevcuttur; bir tek Hoatzin kuşu isimli bir kuşun gelişim evresinde kısa bir süre için kanat pençeleri oluşur (Hoatzin kuşu için aşağıya bakınız). Kuşlarda ön kol kemikleri birleşmiş ve kaynamıştır ve bunlar kanatlara tutunur; Archaeopteryx'de ise kanatların ucunda dinozor pençeleri vardır.

- Archaeopteryx'deki pektoral kaslar, dinozorlarda, sürüngelerde olduğu gibi ince gastral kaburgalara tutunmaktadır.

- ‹yi uçucu kuşlarda hava kesecikleri, akciğerlerden kemiklere kadar uzanıp tutunurlar, böylece uçuş sırasında harcanan enerjinin sağlanması için, oksijen gereksinimini karşılanmış olur. Archaeopteryx'de hava kesecikleri olmadığı gösterilmiştir; yani Archaeopteryx iyi uçucu bir kuş değildir.

Öte yandan, Archaeopteryx'de kuşlarda olan özellikler de vardır:

- Kuşlardaki kemiklerin büyüme merkezi uçlardadır; sürüngenlerde ise bu kemiğin merkezindedir. Archaeopteryx'de boşluklu kemiğe ait bir ize rastlanmamıştır.

- Archaeopteryx'in pençeli kanadında ve kuyruğunda tüyler vardır, bu da onu sürüngenlerden ayıran ve kuşlara yaklaştıran bir özelliktir.

- Archaeopteryx'in tüyleri asimetrik ve aerodinamik bir yapı gösterir. Deve kuşu, hindi gibi uçma yeteneğini yitirmiş kuşlarda ise tüyler simetrik yapıdadır. Bu özelliği ile Archaeopteryx uçabilen kuşlara daha yakındır.

Bu özelliklere göre, bilimsel ilkeler ışığında Archaeopteryx bir sürüngendir, ama kuş özellikleri taşıyan bir geçiş sürüngenidir. Ya da şöyle de denebilir, Archaeopteryx, kendi döneminde hem kuş özellikleri hem de sürüngen özellikleri taşıyan, kuşun atalarından birisidir. Tabii, kuşların oluşumu milyonlarca yıl sürmüştür, pek çok diğer sürüngen kuş mevcuttur, bunların hepsinin birden fazla ortak atası olabilir. Kaynaklar: 1) HY, Evrimcilerin Yanılgıları, s.13-20. 2) HY, Evrim Aldatmacası, s.22-24. 3) Pat Shipman, Taking the Wing: Archaeopteryx and the Evolution of Bird Flight, A Touchstone Book, 1999. 4) Kevin Pedian and Luis Chiappe, The Origin of Birds and their flight, Scientific American, February 1998, s.38-47. 5) Peter Wellnhofer, Archaeopteryx, Scientific American, May 1990 s.70-77. 6) Kevin Pedian, Early Bird in Slow Motion, Nature, August 1996, 382:400-402. 7) Alan Feduccia, The origin and evolution of birds, 1996, Yale University Press.

Gönderi tarihi:
Bu bahsettiğimiz adamların ortak özelliği, semitik kültürle yetişmiş olmamaları. Başka kültürlerin, özellikle şamanizmin büyük etkisi var inançlarında. Hemen hemen hepsi, Türk veya İranlı, Arap değil.

 

Saygılar.

 

Arkadaşım Veysel Karani'de bu adamlarla aynı doğrultuda düşünür mesela ve Araptır. Hz. Ali'de bu adamlarla aynı düşünür. Bugün Caferiliğin kurucusu sayılan (ama aslında oğlu kurmuştur bu mezhebi) Cafer es-Sadık'ta (Hz. Ali'nin torunudur) Araptır ve pek farklı düşünmez yine... Bir tek Gazaliyi bu kimselerin sınıfına koyamıcam, ki kendisinin görüşlerinin İslam'ı durağanlaştırdığına inanıyorum... Anadolu'da Evliyalığa yön veren kimi Evliyalar yine Arap kökenlidir. Bunu daha iyi anlamak için Anadolu'daki Seyyitlere ve Şeriflere bakabilirsiniz... Ayrıca "Şamanizm" diye bir inanç sistemi yoktur. Türklerdeki "Kam"lık, diğer toplumlardaki "Şaman"lıktan biraz daha farklıdır. Türklerdeki Kam'lık "Gök-Tanrı" inancı içinde bulunan "Şifacı" "Duacı" veya biraz daha zorlama ile "Büyücü" (ki bu kara büyücülük değil, Ak Büyücülüktür) veya bugünkü tanımla "Medyum" denilebilecek bir yapıdadır. Bakın, Türklerin asıl adı Kam'lık olan ve bugün saçma bir çarpıtma ile "Şamanizm" denilen ve "İnanç" olduğu iddia edilen yaşantılarına bakın, saydığınız her nüve Şamanlığın değil, Gök-Tanrı inancının bir parçasıdır. Kam'lık sadece Dinsel bir Ritüle, bir Gelenektir. O yüzden o kimselerin Evliyalıkları yada dünya inançları Şamanizm inancı uydurmasından gelmemektedir. Ha derseniz ki "Gök-Tanrı" inancının yansımasıdır o adamların inanç ve düşünler, bilgileri... O zaman size noktası virgülüne katılırım. Ama şu vardır ki, ben bildiğiniz gibi her dinin aynı tek gerçeği anlatmaya çabaladığını düşünüyorum. Yani Gök-Tanrı inancı ile İslam Tasavufunu veya diğer İnançların çabalarını, nüvelerini hiçte birbirinden farklı olarak görmüyorum... Anlayış farklı ancak anlatmak istedikleri şey hep aynı... Yani sizi bilemem ama, ben hep ayn şeyleri görüyorum o farklı olduğu söylenen dinlerde... Anladığım şey hep aynı oluyor... Belki ben yanlış anlıyorumdur, bilmiyorum ama anladıklarım bana daha doğruymuş gibi geliyor...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

 

Arkadaşım Veysel Karani'de bu adamlarla aynı doğrultuda düşünür mesela ve Araptır. Hz. Ali'de bu adamlarla aynı düşünür. Bugün Caferiliğin kurucusu sayılan (ama aslında oğlu kurmuştur bu mezhebi) Cafer es-Sadık'ta (Hz. Ali'nin torunudur) Araptır ve pek farklı düşünmez yine... Bir tek Gazaliyi bu kimselerin sınıfına koyamıcam, ki kendisinin görüşlerinin İslam'ı durağanlaştırdığına inanıyorum... Anadolu'da Evliyalığa yön veren kimi Evliyalar yine Arap kökenlidir. Bunu daha iyi anlamak için Anadolu'daki Seyyitlere ve Şeriflere bakabilirsiniz... Ayrıca "Şamanizm" diye bir inanç sistemi yoktur. Türklerdeki "Kam"lık, diğer toplumlardaki "Şaman"lıktan biraz daha farklıdır. Türklerdeki Kam'lık "Gök-Tanrı" inancı içinde bulunan "Şifacı" "Duacı" veya biraz daha zorlama ile "Büyücü" (ki bu kara büyücülük değil, Ak Büyücülüktür) veya bugünkü tanımla "Medyum" denilebilecek bir yapıdadır. Bakın, Türklerin asıl adı Kam'lık olan ve bugün saçma bir çarpıtma ile "Şamanizm" denilen ve "İnanç" olduğu iddia edilen yaşantılarına bakın, saydığınız her nüve Şamanlığın değil, Gök-Tanrı inancının bir parçasıdır. Kam'lık sadece Dinsel bir Ritüle, bir Gelenektir. O yüzden o kimselerin Evliyalıkları yada dünya inançları Şamanizm inancı uydurmasından gelmemektedir. Ha derseniz ki "Gök-Tanrı" inancının yansımasıdır o adamların inanç ve düşünler, bilgileri... O zaman size noktası virgülüne katılırım. Ama şu vardır ki, ben bildiğiniz gibi her dinin aynı tek gerçeği anlatmaya çabaladığını düşünüyorum. Yani Gök-Tanrı inancı ile İslam Tasavufunu veya diğer İnançların çabalarını, nüvelerini hiçte birbirinden farklı olarak görmüyorum... Anlayış farklı ancak anlatmak istedikleri şey hep aynı... Yani sizi bilemem ama, ben hep ayn şeyleri görüyorum o farklı olduğu söylenen dinlerde... Anladığım şey hep aynı oluyor... Belki ben yanlış anlıyorumdur, bilmiyorum ama anladıklarım bana daha doğruymuş gibi geliyor...

 

Saygılarımla...

 

Haklısnız sayın Tengeriin boşig;

 

İslam dahil her dinin ortak noktası putperestliktir.Dediğiniz gibi dekorlar farklıdır, yani semboler. Bu kimiisinde inek, kimiisinde gök cisimleri, kimisinde haç, islamda ise bir kara taştır.

Gönderi tarihi:

Alıntıdır

 

 

GÖZÜN EVRİMİ

 

akıllı tasarım varsayımının çöküşü

 

"Akıllı tasarım"cılar, "insan gözü gibi mükemmel bir yapının rastlantılarla ortaya çıkması mümkün değildir" derler.

 

Bu sözler, herşeyden önce, bilerek eksik söylenmiş sözler. Araştırma, düşünme, sorgulama yeteneklerini kaybatmiş cahil müslümanları aldatmaya yarayan sözler. Evrim sadece rastlantı değildir. Rastlantılar da rol oynar ama önemli olan şu 3 öğe'nin birarada olmasıdır:

 

* Canlıların yapısını tekrar inşa edebilmesine olanak sağlayan bir bellek (DNA/RNA)

* Bu belleğin 100% hatasız olmaması ve kopyalama sırasında az da olsa hata oluşması (çoğalma sırasında örneğin). Bu hatalar böylece rastlantısal değişikliklere yol açıyor.

* Doğal seçilim: bir canlı türüne avantaj sağlıyan herhangi bir değişiklik (çevresine daha iyi uyma, daha hızlı koşma, daha iyi görme... gibi) bu canlı türünün daha çok çoğalmasını sağlıyor. Tersine, bir avantaj sağlamıyor ve yaşamını zorlaştırıyorsa bu canlılar daha az çoğalıyor. Doğal olarak, çok belirgin zararlı değişimler ölüme yol açabiliyor.

 

Başka bir deyişle, canlıların kötüden iyiye doğru gelişmelerini sağlayan şey mükemmellik değil, çoğalma sırasında DNAlarda oluşan hatalar. Bu hatalar doğa'nın "deneme" yapmasına olanak sağlıyor. İnsanlar (ve diğer canlılar) herhalde bu yüzden ölümlü. Evrilip insan olabilmeleri için DNA'larda hata olabilmesi gerekiyordu, yani ölümlü olmaları gerekiyordu.

 

İnsanın "mükemmel" gözü

 

Darwin, yaşadığı devrin sınırlı bilgileri ışığında, insan gözünün kusursuz yapısının Evrim sonucu oluşmasının zor olduğunu söylemişti. Gözün anatomisi, ışık almaçları, çeşitli türlerdeki gözlerin yapısı hakkında bilgileri sınırlıydı. Genetik'ten ise tamamen habersizdi. Optik alanında da uzman olmadığı için de bazı çok basit olayları anlayamadı. Bunu aşağıda gözün indirgenemez karmaşıklığı komedisi konusunda göreceğiz.

 

O zamandan beri bilim çok ilerledi, eksik olan bilgiler tamamlandı. .

 

 

 

Önce insan gözünün "kusursuzluğundan" başlıyoruz

 

Gözün ışık toplayan hücreleri, ışığa doğru değil, içeriye - beyne - doğru bakar. Optik sinirler retinanın ışığa dönük tarafından, ışığı keserek geçer, birleşir, gözü delip çıkar ve beyne gider. Bu sinirlerin çıktığı, gözün delik olan noktası kördür.

 

Bu optik sinirler ve retina beynin bir uzantısıdır, doğrudan beyne giderler. Bunu aklınızda tutun, daha sonra bahsedilecek.

 

Retina gözün arkasına öylesine gevşek bir biçimde bağlıdır ki (unutmayın ki sinirler, ışığa bakan ön tarafta; retinayı göze bağlayan bir şey yok!!!), insanın başına gelen şiddetli bir darbeyle retina yerinden ayrılabilir.

 

Kör noktanızı "görün"

 

Aşağıdaki siyah noktaya, sol gözünüzle bakın (sağ gözünüzü elinizle kapayarak). Kafanızı ileri-geri hareket ettirince, yaklaşık 30 cm uzaklıkta, kırmızı yuvarlak kaybolacak. Bunu yaparkan başınızı düz tutmaya dikkat edin.

 

Koskoca bir bölge kör, değil mi.

 

 

koernoktanieziegoerueneh5.jpg

 

 

Bu insan gözü yapısı «tasarlanmış» olsa idi biz buna «akıllı tasarım» değil, «aptal tasarım» derdik. Ben bir işveren olsam, ve emrimdeki bir mühendis bana böyle bir görüntü alıcısı tasarımı getirse, kendisini kapının önünde bulur.

 

Biz şimdi, tasarım hatalarıyla dolu olan insan gözünü bir kenara bırakalım, ve yapı olarak mükemmele yakın olan ahtapot gözüne gelelim.

 

5ahtapotih6.jpg

 

Ahtapot gözünün yapısında, insan gözünün yapısındaki "aptallıklar" yok. Sinirler gözün arkasından çıkıyor (retinanın önünden geçip ışığı kesmiyor), retina da gözün arkasına – sinirlerden ötürü – sıkı sıkıya yapışık. Kör nokta yok.

 

Burada akıllı tasarımcıların deyimiyle "mükemmel" olan insanın "mükemmel tasarlanmış" göz yapısının, ahtapot gözüyle karşılaştırıldığında ne kadar "aptal bir tasarım" olduğunu görüyoruz.

 

Bu neden? Cevabı gayet basit. Evrim ufak adımlarla ilerler. Değişimler 100 milyonlarca yılda olur. En önemlisi, bu değişimlerin sonunda nereye varacağını bilen bir bilinç yoktur.

 

Evrim ufak adımlarla ilerlediği için de, 500 Milyon yıllık gelişmeden sonra geri dönüş olamaz. Bu durumda geri dönüş, kötüye gidiştir ve organizmanın yok olmasıyla sonuçlanır. Organizma, imkanlar elverdiğince, ufak adımlarla gidebildiği kadar iyiye gitmek zorunda. Çıkmaz bir yolda olsa da.

 

500 Milyon kadar yıl önce göz evrimleşirken, yumuşakçalarda, böceklerde, omurgalılarda başka başka yollar izlemiş. Omurgalılarda ters bir yola girmiş, sinirler arkadan değil, önden gelmiş retinaya. O zamanın basit, bulanık gösteren gözleri için bu sorun değildi tabii. Gözler daha iyiye doğru geliştiğinde ise bu yolun çıkmaz yol olduğu ortaya çıktı. Doğada "çıkmaz yol" diye işaretler yok, ne yapalım. Yolun sonuna geliniyor şimdi. Önde bir duvar var. Retinalar çarpmalarda ayrılır, sinirleri beslemek için önde oluşan damarlar yaşlılıkta körlüklere neden olur, vbvbvb.

 

Bu yazını sonunda "mükemmel göz yarışması"nda şampiyonun kim olduğu görülecek. Tabii ki bir omurgalı değil.

 

Belki omurgalıların ilkel atalarından birinin gözlerinin nasıl olduğunu merak edersiniz. Haydi, şöyle pek fazla düşünmeden omurgalıların ilk ortak atalarından olan yassı kurtçukların (planaria veya platyhelminthes veya flatworm) gözlerine bakalım.

 

 

planar1na8.jpgplanari4wk4.gif

 

Ne görüyoruz? Böyle rastlantı olabilir mi? Omugalıların ortak atasında, gözlerde sinirler ters yönden geliyor. Yuvarlak, merceksiz bir çukur, sinirler çukurun önünden içeri giriyor (ışığı keserek).

Bu hata, insan gözünün yapısındaki hatanın aynısı. Hatalı omurgalı gözlerine giden yolun başı.

 

Ne dersiniz, bir tasarımcı bilinçsiz olabilir mi?

Gönderi tarihi:
Haklısnız sayın Tengeriin boşig;

 

İslam dahil her dinin ortak noktası putperestliktir.Dediğiniz gibi dekorlar farklıdır, yani semboler. Bu kimiisinde inek, kimiisinde gök cisimleri, kimisinde haç, islamda ise bir kara taştır.

 

Arkadaşım ne haç'ın kutsallığı beni ilgilendiriyor, ne karataş'ın ne gök cisimlerinin... Bunlara takılanlar sizlersiniz... İnansanızda inanmasanızda her iki tarafın takıldığı nokta bu... yok taş kutsalmış, yok haç kutsalmış... Kur'an-da bi kere bile Hacer'ül Esved'in kutsal olduğunu söyleyen ayet görmedim. Hz. Mudammed'inde "Hakemlik" olayı ile ilgili Hacer'ül Esved ile ilgili herhangibir başka vakasına rastlamadım. o taş sadece araplarca kutsal sayılmış bir taş ve inanıp inanmamakla alakası yok... Arapçı zihniyet o taşı kutsal sayabilir ama herhangi bir kutsallığı yoktur... Haç'ta öyledir... Yada herhangibir dini sembolde öyledir. Sizin de hala İslam'ın o taşı kutsal atfettiğini sanmanız, "Diğer Müslümanların" baktığı gözle İslam'a bakmanızdan başka birşey değildir. Putperestlik ile Hakk olmanın manasını kavrayamadığınız belli... Ben putperestlikten bahsetmiyorum, ben Hakk'ı tanımaktan bahsediyorum... Putlaştırılmış görünmez bir ilah'ta değil bahsettiğim... Ben senden bahsediyorum, benden bahsediyorum... Evrenin özünden bahsediyorum... Sana senden yakın olan benliğinden bahsediyorum... Özet mi? Ben "Ben"den bahsediyorum... Evet, dediğim gibi, Dekorlar farklı sadece, anlatmak istedikleri hep aynı... "Narsis" suya baktığında aynı şeye aşık oldu... Ali aynaya baktığını aynı şeyi gördü... Hallac-ı Mansur öldürülürken aynı şey olduğu için ölümü umursamadı... Hz. Muhammed'in Miraçta ulaştığı yada olduğu O'ydu. Nasreddin Hoca dünyanın merkezini sorduklarında, aynı sebepten kendisini gösterdi... Yunus aynı nedenle "Ete Kemiğe Büründüm Yunus Diye Göründüm" dedi... Mevlana "Mesnevi"de aynı şeyi anlatır... Nesimi o yüzden "Ene'l Hakk" dedi... Ahmed Yesevi o yüzden "Haklıdır" dedi... İbn-i Sina aradı aradı aradı, en sonunda "Allah'ım aradım, sonunda sana teslim oldum" dedi... Osiris hangi yanlış anlaşılma sonucu "İlahlaştırıldı"? Yasa Hz. İsa yine hangi yanlış anlama ile "Tanrılaştırıldı"? "Ene'l Hakk=Ben Hakk'ım, O'yum" tümcesi "Ben Allah'ım"mı demek, "Ben Hakk'ım"mı demek? Hallac-ı Mansur bu yüzden öldürüldü, Hz. İsa bu yüzden Tanrılaştırıldı, Osiris bu yüzden İlahlaştırıldı, Hz. aynı sebepten aynaya baktı Ali'yi gördü, Hz. Muhammed o yüzden Miraç'a kaldırıldı... Bakın bunlar size anlamsız gelebilir ama gördüğüm sizin gördüğünüzden fazladır demiyorum ama emin olun sizin gördüğünüzden farklı... Her inanç aynı şeyi tekrarlıyor, ama görmüyoruz. Adı İslam yada başka bişey olsun, ne derseniz deyin, tek bir Gerçek var ve hepimiz sadece farklı farklı anlıyoruz bu gerçeği... Kimimiz göremiyoruz, kimimiz anlamazdan geliyoruz... Mesela, bir arkadaşımız hep diyor ki "Bende eskiden öyle düşünüyordum"... Oysa İbn-i Sina Varoluşunu nedenini bilemezken, en sonunda diyor ki "Allah'ım aradım, sonunda sana Teslim oldum"... Yani geçmişte benim gibi düşünme ihtimaliniz yok, gördüğüm şey süreç değil, sonuç... Belki biraz megolomanca oldu, özür dilerim ama herkesin gerçeği farklı, biliyorsunuz...

Gönderi tarihi:
insanlar ikiye ayrılır...

 

Bence de.

 

Bir Tarfta;

Yağmuru "Yağmur İlahı"nın, Rüzgarı "Rüzgar İlahı"nın, Kötülüğü "Şetan'"n, Ölümü "Azrail"in, Kainat'ı "Allah"ın işi sananlar

ile, Diğer Tarfta;

Yağmurun nasıl yağdığını anlamaya çalışıp, yapay yağmur yağdırılabileceğini gösterenler; Kötülüğün insanın kendinden geldiğini gösterenler, bu nedenle suçu dışarda değil, kendi arayanlar; Kainatın gerçeklerini öğrenmeye çalışanlar.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

 

Arkadaşım ne haç'ın kutsallığı beni ilgilendiriyor, ne karataş'ın ne gök cisimlerinin... Bunlara takılanlar sizlersiniz... İnansanızda inanmasanızda her iki tarafın takıldığı nokta bu... yok taş kutsalmış, yok haç kutsalmış... Kur'an-da bi kere bile Hacer'ül Esved'in kutsal olduğunu söyleyen ayet görmedim. Hz. Mudammed'inde "Hakemlik" olayı ile ilgili Hacer'ül Esved ile ilgili herhangibir başka vakasına rastlamadım. o taş sadece araplarca kutsal sayılmış bir taş ve inanıp inanmamakla alakası yok... Arapçı zihniyet o taşı kutsal sayabilir ama herhangi bir kutsallığı yoktur... Haç'ta öyledir... Yada herhangibir dini sembolde öyledir. Sizin de hala İslam'ın o taşı kutsal atfettiğini sanmanız, "Diğer Müslümanların" baktığı gözle İslam'a bakmanızdan başka birşey değildir. Putperestlik ile Hakk olmanın manasını kavrayamadığınız belli... Ben putperestlikten bahsetmiyorum, ben Hakk'ı tanımaktan bahsediyorum... Putlaştırılmış görünmez bir ilah'ta değil bahsettiğim... Ben senden bahsediyorum, benden bahsediyorum... Evrenin özünden bahsediyorum... Sana senden yakın olan benliğinden bahsediyorum...

 

Ve sonra diyorsun ki, "Ben Müslüman'ım" :stuart:

ve sonra diyorsun ki, yukarıdaki düşünceye sahip olan Yunus Emre, Mevlana, Bektaşi, Ömer Hayyam, İbni Sina, Amet Yesevi, Hallac-ı Mansur da "müslüman"dı :stuart:

 

Bu durumda tanımlamarı değiştirelim.

En iyi müslüman ödülü bilimselci ve yam_yam'a gidiyor. En iyi onlar anlıyor gerçek müslümanlığı.

Arkasından katakuta, DİPNOT, ikincilikle idare etsinler.

Bana ve la_boheme de eşantiyon ödülü veriliyor.

Sen de onur ödülü alıyorsun.

 

Saygılar.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.