Φ serkanserkan Gönderi tarihi: 8 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 8 Kasım , 2005 Arkadaşlar Tgrt de bir mehmetcik programı vardı. Buda bi asker bi şiir okuyordu. Bu şiiri ne sözlerini nede mp3 vs. bulamadım bilgisi olanın paylaşmasını umutla bekliyorum.Teşekkürler Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 26 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 26 Mart , 2006 Er Mektubu.. O elinde tuttugun zarf bir ihanet aninda örülmüştür Ve zarfın içindeki kağıt er mektubudur görülmüştür Doğum günüm bu gün 3 Aralık Ve şafak karanlık Bu mektubu sana yazıyorum anne Dün sevdiğimle ayrıldık Son mektubuymuş bana yazdığı Bir daha yazmayacakmış Demek sevda ayrılığa bir ay dayanırmış Ve asker ocağında terkedilmek de varmış Bu mektubu sana yazıyorum anne Bu gün doğum günüm 3 Aralık Ve şafak karanlık 3-5 nöbetindeydim dün gece Bir şarjörün boşluğunda içtim son sigaramı Ve yorgan gibi üstümü örttü kar siperde Sabaha karşı biraz içim geçmiş Hayalin gözümün önüne geldi anne Kızkardeşimi de verdiğinden beri sevdiğine Bir ben bir de sen kaldın geriye Üzülme anne üşümüyorum Bekliyorum elim tetikte Bekliyorum memleketi ve seni Ve artık beklemiyorum beni beklemeyen sevdiğimi Beklemiyorum yüreğimi ve aşkımı Soğuk siperde yalnız bırakan sevgiyi Ve bekliyorum anne elim tetikte Eğer girerse menzile vurup öldüreceğim Hem aşkı hem sevgiyi Geçen gece karakolu bastılar Kurşunlar yağmur gibi yağdı üzerimize Garip gelecek belki sana ama Ortalık bayram yeri gibi oldu anne Biliyormusun o an hiç korkmuyorsun Herkes kendini bir sipere atıyor Ve gecenin karanlığında kurşun yerine Işıl ışıl yıldızlar yağıyor sanki üzerimize Ve ölüm bile aklımıza gelmiyor anne Canlar canlar gidiyor Gidiyor canlar Ve kimbilir ne zaman bahar Ugur Arslan Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 31 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 31 Mart , 2006 Askerin son sözleri Ayrılırken o son gün evden Akan gözyaşların yaraladı beni derinden Eğilip son kez öperken elinden Bir ELVEDA demeye gücüm yetmedi ANNE Babacığım kıymetini bile Söylediğin her söze sitemler ettim Bilsen seni ne kadar özledim Hakkını helal et,helal et babacığım Abilerim sizi unuttum sanmayın Her geçen gün aklımdasınız Bu asker kardeşinizi sakın unutmayın Çünkü unuttuğunuz gün ben... ŞEHİT OLURUM. Sair bilinmiyor Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2006 ASKER AGZINDAN Tasindan silerek kanlarla pasi Yurdu yakut gibi mal yapacagiz Sahilde ölürsek mavi atlasi Kumlardan türbeye sal yapacagiz. biz Canakkale`yi demir yürekle Kurtarmaya geldik candan emekle Düsmani gogmaya yelken kürekle Seddülbahr önünde sal yapacagiz. Zümrüt dalgalari simi yelkensiz Kara sevda veriri bize Akdeniz Siyah bulut gibi akin edin biz O mavi denizi al yapacagiz. Gönülde talihin actigi sizi Kadere biraktik anayi kizi Felekte naslimis Türk`ün yildizi Remlatip kumluta fal yapacagiz. Kivirip o cansiz bileklerini Kacirip Ingiliz bebeklerini Ürkütüp kafirin sineklerini Su Ariburnu`nda bal yapacagiz I.A.GÖVSA Alıntı
Φ kardelen83 Gönderi tarihi: 22 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 22 Nisan , 2006 eline yüreğine sağlık BİRCE asker ablasıyım, kardeşimde asker ve bu şiirler beni çok duygulandırdı bütün askerlerimize hayırlı teskereler diliyorum Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 22 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 22 Nisan , 2006 ÇAĞCIL SÖYLEN Akşam savaş alanına çöktüğünde Düşmanlar yenilmişti Telgraf tellerinin tınıları Haberi uzaklara taşıdı Dünyanın bir ucunda için için yandı Bir haykırış, gökkubbede parçalanarak Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan Ve esrik göğü aşan. Bin dudak ilençle soldu Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı. Dünyanın bir başka ucunda Bir sevinç, gökkubbede parçalanarak Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık Rahat bir soluklanma, gerinme Bin dudak eski bir duayı söyledi Bin el inançla birleşti. Gecenin geç saatlerinde Sayıyordu telgraf telleri Savaş alanında kalan ölüleri- O zaman dost ve düşman sessizleşti. Yalnız analar ağladı Her iki yanda. Bertolt BRECHT Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 6 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 6 Mayıs , 2006 Şehit olacağını biliyormuş ! Şırnak’ta şehit olan askerimiz Mükremin Başaran’ın şehit olacağını hissederek mezarını ayırttığı ortaya çıktı. Şırnak’ta meydana gelen çatışmada şehit olan Jandarma Komando Onbaşı Mükremin Başaran'ın, ‘şehit olacağını hissettiği için’ mezarını hazırladığı ortaya çıktı. 3 ay önce izne geldiği memleketi Ankara'nın Haymana ilçesindeki ailesine, ‘Her an şehit olabilirim.' diyen Başaran’ın dedesinin yanından mezar yeri ayırttığı öğrenildi. Jandarma Komando Onbaşı Mükremin Başaran'ın şehit olduğu haberi, ailesini yasa boğdu. Haymana'nın Oyaca beldesinde yaşayan Vedat ve Meryem Başaran'ın tek çocuğu olan Başaran'ın, tezkeresine 4 ay kala şehit olduğu öğrenildi. Çiftçilikle uğraşan baba Vedat Başaran, oğlunun şehit olacağı haberini önceden beklediklerini söyledi. Oğlunun 3 ay önce izne geldiğini belirten baba Başaran, şöyle konuştu: "3 ay önce izne geldiğinde, belde mezarlığında kendisiyle aynı adı taşıyan dedesinin mezarını ziyaret etti. Ziyaretin ardından bize, ‘Baba dedemin mezarının yanında benim de mezarımı kazın, her an şehit olabilirim' dedi. Biz de oğlumun bu sözleri üzerine dedesinin yanında mezarını kazdık. Her telefonda şehit olacağı haberini bekliyorduk. Demek ki bugüne kısmetmiş. Mükremin, dünyada tutunduğum tek evladımdı. Acısını yüreğime gömmekten başka çarem yok. Vatan sağ olsun..." Acılı anne Meryem Başaran ise şehit annesi olmaktan her zaman gurur duyacağını belirterek, "Bir hafta önce oğlumla telefonda konuşmuştuk. Bugün şehit olduğu haberini aldık. Acılıyız...'' ifadelerini kullandı. Bu arada, şehit askerin yakınları ve arkadaşları, Başaran'ın ailesinin yaşadığı evin çatısına büyük bir Türk bayrağı astı. Beldede düğün evlerinin çatısına Türk bayrağı asma geleneği bulunduğunu belirten şehit askerin yakınları, "Oğlumuzun şehit olması da bizim için bir düğün günüdür. Çünkü onu vatana kurban verdik.'' diye konuştular. Şehit Başaran'ın cenazesinin, bugün Oyaca beldesinde düzenlenecek törenle toprağa verileceği kaydedildi. 06.05.2006 Ölüme Asker Ağzının düşman dediğine yüreğin acırdı Sorardı aklın neden diye Ölümün vekaletiydi taşıdığın Senin de vicdanın vardı be asker Taşıdığın tüfek ağır gelirdi omuzlarına Kurşunları kendinden ağırdı tüfeğinin Vurduğunun da yüreği vardı Vurduğunun da bekleyeni vardı be asker Bir kendine acısan bir düşmanına acırdın Tek fark safındı belki de Aradaki çizgiydi seni ondan ayıran O da başkalarının çizgisiydi be asker Hiç istemezdin öldürmeyi Zaten karıncayı bile incitemezdin Ama karsı karsıya geldiğinde mecburdun Düşmanını öldürmeye, kurşundan değildin be asker Seninki de candı be asker Taşıdığın yürekti Sevdiğin vardı sevenin vardı Senin de bekleyenin vardı be asker. Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 14 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 14 Mayıs , 2006 Bir Sehit Kizisin Güzelim, sevdigim, cocugum, gülüm Bir sehit kizisin sen. Acili, buruk bir türkü gibisin Bu acimasiz günlerin icinden Tuhaf bir skintiyla daralir simdi Kücük, kus kanadi yüregin Babam nerede , niye gelmiyor Babama küstüm ben annecigim… Baban artik hic olmayacak yavrum Sana cocugum diyemeyecek bir daha Güclü, baba kucaginin sicakligini Duyamayacasin minik vücundunda Baban yigit bir ogluydu halkinin Onun icin öldürdüler Sana hakimizdan armagan olsun Getirdigim kirmizi güller Yillar gececek, alisacaksin Bir ince sizi kalacak ondan, Senin gözlerin gibi isiltili Cicekler firskiracak babanin mezarindan Ve tipki serpilen bir cicek gibi Gelirsip isirken bilincin gitgide Babani yeniden kavrayacaksin Baban yeniden dogacak seninle Güzelim, sevdigim, cocugum, gülüm Bir sehit kizisin sen Acili, buruk bir türkü gibisin Bu acimasiz günlerin icinden. Tüm Annelerin anneler günü kutlu olsun... Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 20 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 20 Mayıs , 2006 9 yaşındaki Nezahat Onbaşı'nın öyküsü Milli Mücadele’nin ilk madalyası 9 yaşında cephelerde savaşan Nezahet Onbaşı'ya layık görüldü. Ama o madalyayı hiçbir zaman alamadı. Nezahat Onbaşı burada ben sizlere arkadaslar link veriyorum, böylelikle tümünü okuyabilirsiniz sanirim daha dogru olur. http://www.haber27.com/haber.php?id=9532class=black11Tah ASKER KIYAFETLERİ İÇİNDE MİNİK BİR KIZ Asker kıyafetleri içindeki küçük kız Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'nın da gözünden kaçmaz. At üstünde onu gördüğünde, "Kim bu küçük asker, niye bu kadar küçükleri askere alıyorsunuz?" diye yanındakileri fırçalar. Sonra sarı sarı küpelerini fark eder minik kızın. "Aç bakayım şapkanı?" der, saçlarını okşar, iltifat eder: "Kimsin sen? ASKERİM saatler oniki vakit gece yarısı altımda siper üstümde ayışığı karşıma dikildi poşulu bir delikanlı silahımdan ateş damladı gözümden yaş ben onu vurmasam o beni vuracaktı kardaş boyu ben kadar simsiyahtı gözleri her yanı kavuruyordu karanlık bir zemheri karşımda duruyordu titriyordu elleri silahımdan ateş damladı gözümden yaş ben onu vurmasam o beni vuracaktı kardaş belli ki memleketi güneydoğuydu belli ki bir garip köylü oğluydu bilmem ki belki o da emir kuluydu silahımdan ateş damladı gözümden yaş ben onu vurmasam o beni vuracaktı kardaş hedefim taş değil bir insandı onun da yüreği sevdası vardı tetiğe basarken yüreğim sızladı silahımdan ateş damladı gözümden yaş ben onu vurmasam o beni vuracaktı kardaş elbette yolunu gözleyen vardır anası babası kardaşı vardır kimbilir yuvası yavrusu vardır silahımdan ateş damladı gözümden yaş ben onu vurmasam o beni vuracaktı kardaş annemi düşündüm ona da yaman ağlardı annesi sevdiğimi düşündüm taş olurdu sevdiğinin yüreği yere düşerken duruyordu elinde yarinin al mendili silahımdan ateş damladı gözümden yaş ben onu vurmasam o beni vuracaktı kardaş belki de o cahilliğinin kurbanı kimse sormadı belki nedir diye halını düşman belliyor aynı topraktan kardaşını silahımdan ateş damladı gözümden yaş ben onu vurmasam o beni vuracaktı kardaş. Alıntı
Φ GÜLSÜN Gönderi tarihi: 22 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 22 Mayıs , 2006 Bir Annenin sehit ogluna yazdigi mektup Sehidime Mektup Şehidim, canım Ey oğul Siperde karanlık düşerse bir an üzerine Şimşek gibi parlasın Sarıkamış la Çanakkale Matarandan su düşmezse kurak diline Şahadet aşkına avucuna dolacaktır Fıratla Dicle. Yiğidim, canımın canı ey oğul Topla, tüfekle değil bu millet ; Mangal yüreğiyle kazandı onca savaşı Dilinde varsa İman aşkı, yüreğinde vatan aşkı Güneşle yeni zaferlere uyanacaktır bu Vatan- ı Cennet. Şehit olursan ey oğul Sanma ki düştüğün yer taşla kurak toprak Kanının damladığı yer Cennet vatanım Sanma ki şahadetine tek ben ağlayanım Bak, bulutlarla sana ağlıyor koca Kızılırmak. Cennetle müjdelenirsen ey oğul Ne olur silme şahadetinin kanını Şahadetin sel olup taşırsın kurak Sakaryayı Ne olur silme gözlerinden süzülen gözyaşını Zafere uyanan güneş kurutsun gözü yaşlı Dumlupınarı. Şahadet şerbetini içersen ey oğul Sanma ki sadece ananla baban ağlar Bak, Erzurumda Nene Hatunlar Maraş ta Sütçü İmamlar sana ağlar Mutluluk sevincindedir suskun Anafartalar Sanma Kocatepe suskun ve konuşmamakta Secdeye eğilmiş, duasında sana ağlamakta. Yiğidim, ey oğul Mermin kalmazsa siper et o mangal yüreğini Şehit olursan kana kana iç şahadetin şerbetini Sadece sen değil ey oğul ; Tüm canlar feda olsun Cennet vatanıma Peygamber aşkına, vatan aşkına bedelse Kurşunlar bedenimi mesken bilip Nice süngülerle girsin sol bağrıma. Alıntı
Φ GÜLSÜN Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2006 Hani asker ölmez diyorlardı. Hani asker ağlamaz diyorlardı, İşte ağlıyor, Hani asker sevmez diyorlardı yarim aklımdan çıkmıyor, Hani asker ölmez diyorlardı baksa azrailin elinde ismim yazıyor. Hani sevenler aylrılmaz diyorlardı, Baksana bir mektup bile gelmiyor, Hani asker unutulmaz diyorlardı, soranım bile olmuyor, Hani asker ölmez diyorlardı,baksana azrailin elinde ismim yazıyor. Hani asker özlemez diyorlardı, Baksana gözlerim seni arıyor, Hani asker sevmez diyorlardı, Azrailin elinde ismim yazıyor. Alıntı: Haydar TURAN Alıntı
Φ Türk__Kızı Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2006 Ana Ana, ağlama gayri; tenime dokunuyor gözyaşların... Ürperiyorum... Son uğurlayışın değil ki bu... Savaş yeni yeni başlıyor daha. Değişen sadece, Sadece ardımdan okuduğun Ayete'l Kürsi yerine, şimdi Fatiha. N'olur Ana Yetişir. Kapanma tabutumun üstüne bu kadar, kapanma Ana... Yıldızları Göremiyorum... Sevdalı Şehit Yıldızları toplayıp matarama koyarken Alnıma değen kurşun kaderimle buluştum Götürdü kurşun beni uzak yerlere Geceye niyet ettim şafaklarla bölüştüm Yıldızları al götür nazlı yarime yetir Ona gidemem ana onu kabrime getir Ah ana ben ölür müyüm acep yok olur muyum Nazlı yarin dilinde ad olur kalır mıyım Mataram yıldız dolu yar için sakla anne Hergün benim yerime papatya kokla anne Kavuşuruz ötede düşlerde bekle anne Ben nazlımdan ayrıldım dağlar dağa kavuştu Nazlı yar beklemesin kınayı saklamasın Sürsün pamuk eline kabrime gelsin anne Ah ana ben ölür müyüm acep yok olur muyum Nazlı yarin dilinde ad olup kalır mıyım Ana beni sakın ,sakın öldü bilme Canımdan can gitti deme Koparsa yine bir fırtına kem göze gelirse yurdum Bu toprak taşır mı beni? Kudururum Anafarta'da gelincik Sarıkamış'da kardelendim Sakarya'da boy verdi diktiğim fidan Ana şimdi sana ağlama derim ya Bilirim sen yine ağlıyacaksın Göz yaşların ne zaman kurudu ki şimdi de kurusun Olsun be ana VATAN SAĞOLSUN... Alıntı
Φ Türk__Kızı Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2006 SON VEDA Oğul; Sen giderken, Ardından baktığım oğul. Seni gözledim. Doğduğundan beri yaptığım gibi, Seni izledim. Yüzüne çarparsa yel, yüreğim ürperir oğul, Ayağına taş değerse, bağrım yanar oğul. Kıyamadım gülü ellemene, Dikeni vardır diye. Canımdan can, kanımdan kan oğul. Ama... Bugün git oğul. Yoluna git. Şu İslam toprağını gavur alacaksa, Ezanların susacaksa, El kemendini boynuna atacaksa, Çiğnenecekse şehit ananın mezarı, Git oğul, Git... Bilesin ki RESUL önündedir. Bilesin ki melekler ardındadır. Bilesin ki dualarım semadadır. Bilesin ki yolun ALLAH'adır. Düşte gördüm oğul, Bize artık vuslat, Mahşerden sonrayadır Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2006 Doğunun en güzel ülkesi Lübnan! Icinde gülücükler değil, gözyaşı yanan Senide güzel günler icin doğurmuşdu anan, Ağla ağla, gülerle güzelliklerle dolu Lübnan. Sanmaki sen ağlarken ben mutluyum burada Icimde bir yanardağ patladi , aha şuramda, Insanlar bu kadar duyarsiz, şuursuz olsalar da Seni düşünen,care arayan birileri var burada. Necati Aslan "Lübnan’a barış gücü ile asker gelecekse en çok Türk askerinin gelmesini isteriz." Alıntı
Φ aysum Gönderi tarihi: 12 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 12 Eylül , 2006 Paylaştığın için teşekkrler birce ellerine sağlık Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 19 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 19 Eylül , 2006 ŞEHİD BEBEĞİN MEKTUBU Anam dünyaya getirirken neden bahsetmedin bana savaşlardan, kanlı avuçlarda saklı duran bombalardan. Daha 10 günlük bir bebek iken gaddar yüreklerin saldırısına uğramaktan! Anam niye söz etmedin bana büyükler silahlarla, bombalarla oynarlar. Kadın, erkek, yaşlı, çocuk, bebek bile demeden birbirlerine kan kustururlar! Daha başlamadan yaşama, onuncu günümde kanıma ekmek doğrayıp beni kurtlar sofrasına meze yaparlar. Anam neden söylemedin bana dünyada herşey sahtedir. Güller kandır aslında savaş topraklarında! Kan çiçekleri açar çocukların yaralı ruhlarında. Dudaklarına emzik yerine kanlı namlular dayanır, Tohumları ekilir hırsın, kinin ve nefretin Cenab-ı Hak’ın yarattığı mübarek topraklara! Anam neden demedin kan tohumları düşer şah damarıma, Daha 10 günlükten emziğimden süt yerine kan verilir dudaklarıma! Anam korkuyordum bu dünyadan ve yaratılmış katı kalpli insanlardan. Benim seçimim değil, ama bir bomba son verdi bebek hayatıma. Daha gözlerimi yeni açmışken kan çiçeklerinin dünyasına! Anam korkuyorum artık sizin dünyanızdan, Korkuyorum 10 günlükken şehit olmaktan. Gurur duyuyorum kan çiçeklerinin bağrımı delmesinden ve şehit olmaktan Yaratan’a giden yolda! Şefaat edeceğim sana anam, babama söyle şefaat edeceğim aileme. “ Doyamadı” dediler dünyaya büyük sanılan cüceler! Gazete sayfalarından yürekleri cız etmeden resmimi bakarken kahvaltılarını bitirdiler, Aşlarına ekmek doğrayıp yediler, bir taraftan da ölümü seyrettiler. “Ah” dediler, “Vah vah” dediler, herkes sustu “Bir türlü kanlı savaşa dur” demediler. Cesedimi seyrederken televizyonlardan, demli çaylarından bir yudum içtiler! Kendi bebeklerine sarıldılar ana gibi, ama beni hiç düşünmediler. Anam hiç bahsetmedin bana doğmadan dünyadaki insanlar nasıl da gamsız, tasasız. 10 günlük bir şehide bakarken sadece gözyaşı döktüler ama bu kalleş savaşa “Dur” demediler. Herkes kendi keyfindeydi, kendi işinde, gücünde, menfaatinde! Yürekleri cız edip de bir garip şehidi düşünmediler. Anam hiç söylemedin bana insanlar bencildir, sadece kendilerini düşünürler. Benimse gün eksildi hayat penceremden, Ay eksildi, yıl eksildi, ömür eksildi yaşam çerçevemden. Beni düşünmediler, yediler, içtiler, kendi çocuklarını kucaklayıp günlerini gün ettiler. Savaşa “Dur” diyemediler. Anam hiç demedin bana dünyaya gelmeden bu dünyada nasıl bir kurtlar sofrası kurulduğunu, Minicik bebeklerin bile hiç acımadan bombalarla vurulduğunu. Hiç demedin bana! Kaygılanma anam ben şehit bebeğim. 10 günde dünyaya doydum. Hayatın ne kadar boş olduğunu alnımdaki kara lekeyle ruhuma koydum. Bugün sadece bir Fatiha bekliyorum sizlerden… Şimdi uzak bir bahçede, Cenab-ı Hak’kın yanında, Şefaatçinizim, senin, ailemin ve tüm İslam aleminin… Guzide erdem Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2006 Gercek bir Hikaye Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir yandan da onlarla sohbet ediyor, ' Nerelisin?' gibi sorular soruyordu.Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir delikanlıya takıldı Yanına çağırdı ve merakla sordu: " Adın ne senin evladım?" dedi. " Ali, komutanım" dedi. " Nerelisin?" " Tokatlıyım, komutanım, Tokat'ın Zile kazasındanım..." " Peki evladım,bu kafanın hali ne? Saçlarının ortası neden kırmızı boyalı böyle?" " Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden yaktığını da bilmiyorum." " Peki dedi üsteğmen. "Gidebilirisin Kınalı Ali." O günden sonra Ali'nin adı Kınalı Ali oldu. Cephede tüm arkadaşları Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı da alay konusu yapıyorlardı. Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve dürüst tutumu sayesinde, kısa sürede hepsinin sevgisini kazandı. Bir gün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından yardım istedi. " Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum. Ama okumam yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?" Biri değil, birçok arkadaşı yardıma geldi. " Sen söyle biz yazalım" dediler. Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de Söylenenlerin doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu. " Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin." Kız kardeşini, kendinden küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söyledikten sonra, Biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir" cümcesi ile bitiriyordu. Tam zarf kapatılırken Ali " iki üç satır daha ekleteceğini" söyleyerek Mektubun sonuna şunları yazdırdı. " Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, Burada komutanlarım da, arkadaşlarımda benle hep dalga geçiyorlar.Cepheye gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet'e gelecek, Onu gönderirken sakın kına yakma saçına. Burda onunla da dalga geçmesinler. Tekrar ellerinden öperim anacığım." Gelibolu'da savaş giderek şiddetleniyordu. İngilizler kesin sonuç almak için tüm güçleriyle yükleniyorlardı. Cephede savaşan askerlerimiz önceleri birer, birer, sonraları beşer,beşer, Onar, onar şehit oluyorlardı. Gelen destek güçleri de yeterli olmuyor,onlarında sayıları giderek azalıyordu. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali'nin komutanı bu durum karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Genç erlerine insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu cepheye göndermek zorunda kalmaması i için Allah'a dua ediyordu.Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı Ali ve arkadaşları,komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini istediler. Askerlerinin ısrarları üzerine komutanları daha fazla direnemedi ve ölüme gönderdiğini bile, bile bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye hayır, bile,bile ölüme gidiyorlardı. O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan Kınalı Ali'nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi. Gidenlerin tümü şehit olmuştu.Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali'ye anne, babasından mektup geldi. Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile okumaya aşladı.Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna aile adına babası yanıt veriyordu. " Oğlum Ali, nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim. Öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme." Babası mektupta köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten sonra "şimdi ananın sana diyeceği var" diyerek sözü ona bırakıyordu. Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali'nin anasının ağzından yazılmıştı şöyle diyordu anası: " Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler. Bizde üç işe kına yakarlar; 1 - Gelinlik kiza, gitsin ailesine, cocuklarina kurban olsun diye 2 - Kurbanlik koca, Allah`a kurban olsun diye 3 - Askere giden yigitlerimize, Vatana kurban olsun diye... Gözlerinden öper, selam ederim. Allah'a emanet olun " Ali'nin mektubu okunurken ve çevresindeki herkes onu dinlerken, hıçkıra, hıçkıra ağlıyordu... " (Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesindedir.) Asker Mektubu Bu resmimi bayram günü cekmisim, Cercevesiz, basucuna koy Anam! Doyamadiysan "YAVRUM" deyip sevmeye, Bas bagrina bu resmimi, doy Anam! Gün agarir süngümüzün ucunda, Her Mehmetcik bin cengaver gücünde, Hayir vardir, teskerenin gecinde, Sabir ile hafta olur ay, Anam! Gönül bir sercedir, hasret mengene, Ya ölü, ya diri , döneriz gene... Ha üc gün yasadik, ha doksan sene Ömür ne ki, bir yudumcuk cay Anam! Bugün bayram, koclar kurban edilir, Dostlar sofralara mihman edilir Kurban ile toprak, Vatan edilir Oglunu bu yolda kurban say Anam! Bayragin altinda bilmez melal, Yeter ki boynunu bükmesin hilal... Ben canimi, sen hakkini et helal, Bunca mi tatliymis Vatan? Vay Anam! Acep hangi dagda, hangi seherde Acilir ebedi aleme perde?.. Alnimda, kursunun degdigi yerde Mühür olur Yildiz ile Ay , Anam!.. (Anonym) Alıntı
Φ kechee Gönderi tarihi: 23 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 23 Ekim , 2006 bütün paylaşımları gözyaşları ve gurula okudum hepinize sonsuz teşekkürler. Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 13 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 13 Aralık , 2006 Şehitler Ölmez Olay 1974 yılında yapılan Kıbrıs Harekatı'nda yaşanmış. Savaş sırasında bir gün, bizim askerlerden birinin yanına bir başka Mehmetçik gelmiş. Biraz hoşbeşten sonra, ailesine ulaştırması için ona bir mektup vermiş. Bizimki, "Kardeşim savaştayız. Kimin ne olacağı belli değil ki. Belki sen gidersin de, ben kalırım" dese de diğer asker, sürekli, "Hayır sen gideceksin, ben kalacağım," diyormuş. Sonunda başa çıkamayınca razı olmuş. Mektubu götüreceğine söz vermiş. Bir daha o askeri görmemiş. Bi süre sonra da olayı unutmuş. Savaştan yıllar sonra, askerlikle ilgili eşyalarını karıştırırken bir anda eline o mektup geçmiş. Verdiği sözü tutmamış olmanın rahatsızlığıyla hemen mektubun üzerindeki adrese doğru yola çıkmış. Giderken de, "Döndüyse kendisini görürüm, şehit olduysa ailesine başsağlığı dileyip mektubu veririm" diye aklından geçiriyormuş. Sonunda evi bulup kapıyı çalmış. Kapıyı açan yaşlı teyzeye, Kıbrıs'ta birlikte savaştıkları oğullarından bir mektup getirdiğini, kendisiyle görüşmek istediğini söylemiş. Kadın şaşkınlık içinde adamı içeri buyur edip kocasının yanına götürmüş. Yaşlı adam olayı dinledikten sonra, "İyi de evladım, bizim Kıbrıs'ta savaşan bir oğlumuz yok ki" demiş. Ardından da diğer odaya gitmiş ve elinde bi fotoğrafla geri dönmüş. Resmi bizimkine göstererek, "Sana mektubu veren bu muydu?" diye sormuş. Bizim Kıbrıs gazisinin gözleri parlamış: "Evet, işte bu askerdi. Ama Kıbrıs'ta savaşan oğlunuz yok demiştiniz." Anne çoktan gözyaşlarına boğulmuşmuş bile. Baba ise başını sallayıp üzüntülü bi sesle, "Evet bu bizim oğlumuz. Ancak Kıbrıs'ta değil, yıllar önce Kore'de şehit oldu" demiş. Ben Bir Şehit Oğluyum Bir hainin kurşunu aldı babamı benden, Uyuyormuşum o gittiğinde sıcak yatağımda, bütün uyuyanlar gibi sessizce… Yüzünde garip bir mutluluk varmış, anamla vedalaşırken… Sanki düğüne gidiyor gibiydi dedi anam… Öp demiş çocuklarımı uyandıklarında, ben kıyamadım uyandırmaya hanım, sen öp… Anam öptü mü o gün beni bilmem ama, ben baban şehit olmuş dediklerinde, babamı son kez gören o anamın gözlerini, belki de yüzlerce kez öptüm… Yağmura hasret çorak toprak gibiyim şimdi… Hasretim bitmek bilmiyor… El sürdüğü yerlere ellerimi sürüyor, Kokusu kalmıştır diyerek belki, eşyaları kokluyorum… Örtülerin altında ağlıyorum anamdan habersiz geceleri, "Allah’ım, beni babama kavuştur" diyorum "Babama kavuştur, ama onun gibi…" Biliyorum herkese nasip olmaz şehitlik. Mutluyum o yüzden, Ama söz dinlemiyor yüreğim, Özlüyor, onu , çok özlüyorum…. Ben bir şehit oğluyum, Bu vatan , bu bayrak, bu toprak için Şehit oldu benim canım babam… Mertçe, yiğitçe, erkekçe… Ben uyurken, birileri uyurken huzur içinde, sessizce… Gün gelsin Allah’ım artık, Şehit oğlu şehit desinler artık bana da, Vatan için, namus için, bayrak için öleyim Vatan sağolsun desin anam, vatan sağolsun Toprak sarsın beni, ben babamı sarayım… 14.09.2006 Oğuz Kaçtan İzmir Radyosu Program Müdürü Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2006 Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2006 Sarıkamış gazilerinden Balıkesirli Mehmet oğlu Ahmet Ağa anlatıyor: 24 Aralık'ta Sarıkamış'a doğru yürüyüşie geçen askerlerimiz, gece dağa tımanmaya başladılar. Şiddetli soğuk, korkunç tipi altında gecenin karanlığında birbirlerine tutuna tutuna, karlara bata çıka yol almaya çalıştılar. iliklerine kadar titreten tipinin şiddeti karşısında üzerlerindeki soğuk yüzü görmemiş yazlık kıyafetleriyle yürüdüler. Yol yokuş bitmek bilmiyor, kara saplanmış ayaklara geçit vermiyordu... Yol bitmeli, kar aşılmalıydı; nasılsa her gecenin bir sabahı vardı. İşte bu gece yürüyüşü sırasında önce gözler donmuş, kör olduğunun kimse farkına varamamış, sabahın ilk ışıklarını görememiş, hala gece karanlığı devam ediyor zannetmişlerdi. Yüreklerinin aydınlığında yürümeye çalışmışlar. Yollarını aradılar, kara saplandılar ve geride kalmaya başladılar. Geride kalanlar yawaş yawaş donuyordu. Kapkara gecenin sabahını göremediler. Sağ kalan bir kaç asker için bir daha sabah olmadı. Sarıkamış'a yaklaştılarında kar erimemiş ama onları eritmişti. Soğuğa bir de açlık eklendi. Erzak getiren birliklerin askerleri de donarak öldüğünde; açlık sağ kalanları da perişan etti. İnanılmaz ama gerçekti; kalanlar ölene dek çarpıştılar... ÇArpıştılar...ÇARPIŞTILAR... yüreklerimize gömüldüler... Dediler ki; "Vatanımız sabah aydınlığını görsün. Bütün geceler bizim olsun." "Allah-u Ekber dağlarındaki Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel Allah'a teslim olmuşlardı." Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç Sarikamis Türküsü Sarikamis üstünde kar Kar altinda Mehmedim yatar Gülüm donmus kara dönmüs Gören sanmis yarini sarar Kimi Yemen kimi Harput Üzerinde ince caput Avut yigit gönlün avut Yar sarmazsa Meylam sarar Özhan Eren Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi degil...Ruhlar`i sad olsun. Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2007 9 yaşındaki Nezahat Onbaşı'nın öyküsü http://www.haber27.com/haber.php?id=9532class=black11Tah o vakitler vermis oldugum link kapatilmis oldugundan icerikligini tekrarlar yazayim dedim... Milli Mücadele'de 9 yaşında bir kız Milli Mücadele’nin ilk madalyası 9 yaşında cephelerde savaşan Nezahet Onbaşı'ya layık görüldü. Ama o madalyayı hiçbir zaman alamadı. Nezahat Onbaşı'nın hikayesi: Nene Hatun, Halide Edip, Erzurumlu Kara Fatma, Adile Onbaşı, Kara Ayşe ve daha nicesi... Onlar İstiklal Harbi'nin sembol kadınlarıydı. O listede adı çok anılmayan; ama daha küçük bir kız çocuğu iken cephelerde at süren, çarpışan bir de Nezahet Onbaşı vardı. Babasıyla Geyve Savaşı, Konya İsyanı, I. ve II. İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz muharebelerinde gösterdiği kahramanlıklarla anılacaktı. Yaşı küçük olduğu için Cumhuriyetin kadın kahramanlarının listesine bile çok sonraları girecekti. Çünkü o, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin İstiklal Madalyası ile ödüllendirmeye karar verdiği ilk çocuktu. Nezahet Onbaşı'nın hikâyesi aslında Çanakkale Savaşı günlerine kadar uzanıyor. Savaş yıllarında annesi Hadiye Hanım daha 24 yaşındayken ince hastalığın (verem) kurbanı olur. O günlerde İstanbul işgal altındadır, küçük kızın babası Albay Hafız Halit Bey ise cepheden cepheye koşmaktadır. Hafız Halit Bey bir müddet sonra komutasındaki 70. Alay ile Anadolu'daki Milli Mücadele saflarına katılma kararı alır. Tabii kızını da yanında götürmek zorunda kalır. Böylece kader Küçük Nezahet'i daha 9 yaşındayken cephelerle tanıştırır. At sırtında geçen ilk günün gecesinde donma tehlikesi atlatır. El bebek gül bebek büyüyeceği bir dönemde öksüz kalmıştır çünkü. Hafız Halit Bey küçük kızını kimseye emanet edemeyeceğini düşünerek adeta cephelerde büyütür. Küçük Nezahet, askerlerden at binmeyi, silah tutmayı öğrenir. Tam üç sene cephelerde bilfiil babasının katıldığı her muharebeye katılır. 70. Alay'ın simgesi olur adeta. Cephede Mustafa Kemal Atatürk'ün ve İsmet İnönü'nün de dikkatini çeker. BEN BABAMLA ÖLMEYE GİDİYORUM, SİZ NEREYE GİDİYORSUNUZ? İstiklal Savaşı başladığında Alay Komutanı Albay Halit'e, Yunan askerleriyle en çetin çarpışmaların yaşandığı Gediz hattını müdafaa görevi verilir. Minik Nezahet, yanı başında süngü süngüye çarpışan Mehmetçik'in şehit oluşunu görecek kadar savaşın içindedir artık. Gediz Cephesi Yunanlılara karşı ilk yenilginin alındığı cephelerden biridir. Ancak Türk askeri düşmanın lojistiğini kesmek için verdiği mücadeleyi sonuna kadar sürdürür. Zor anlar yaşanır. Tarihe kaybedilen muharebe olarak geçen Gediz Cephesi'nde sadece bir alay başarılı olmuştur. O da Hafız Halit Bey'in kumandasındaki 70. Alay'dır. Küçük Nezahet'i onbaşı yapacak, daha sonra onu Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsülerindeki tartışmalara taşıyacak en önemli olaylardan biri de bu sırada vuku bulur. Türk askeri Yunan saldırıları karşısında zor anlar yaşamaktadır. O sırada cepheden kaçmayı düşünenler bile olur. Yaklaşık 600 kişilik alayı ile en zor sınavı veren Hafız Halit, umutların tükendiği noktada atıyla askerlerin önünü kesen küçük kızı Nezahet'i bulur. Minik, ama vatan sevgisiyle dolu yürek cephe gerisine kaçmaya çalışan askerlerin karşısına duvar gibi dikilir ve ağzından şu sözler dökülür: "Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?" Babasına destek olmak isteyen bir çocuğun çırpınışlarının ötesindedir gayreti. Atın üstündeki küçük kız, askerlerin yüzüne tokat gibi bir gerçeği, 'vatan sevgisini ve şehadeti' haykırınca hepsi geri döner. Çoğu cephede şehit düşer, ancak Gediz muharebesi kaybedilse de Yunan askerinin Anadolu'nun içlerine kolay sızması geciktirilir. Küçük Nezahet, sınavı kazanmıştır. Artık o elinde oyuncaklarıyla askerin arasında gezen bir kız çocuğu değil, 70. Alay'ın Nezahet Onbaşısı'dır. . . Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2007 İLK İSTİKLAL MADALYASI’NI BU ÇOCUĞA VERELİM Bu kahramanlık hikâyesi Cumhuriyet'in ilânından hemen sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin en hararetli tart ışmalarından birine konu olur. Tarih 30 Ocak 1921'dir. Bir milletvekili Meclis Riyaseti Celilesi'ne (başkanlık) Nezahet Onbaşı'ya ilk İstiklal Madalyası’nın verilmesini önerir: "Bursa Mebusu Operatör Emin Beyin, muhtelif harp cephelerinde bilfiil müsademata iştirak eden (çatışmalara katılan) 12 yaşlarındaki Nezahet Hanımın İstiklal madalyasıyla taltif edilmesine dair takriri... Muhtelif harp cephelerinde bilhassa son Gediz ve İnönü meydan muharebelerinde bilfiil müsademata iştirak ve her an efrat ve hatta zabitanı teşci eden (cesaretlendiren) yetmişinci alay Kumandanı Hafız Halid Beyin kerimesi on iki yaşlarında Nezahet Hanıma ilk İstiklal madalyasının itasını teklif ve teklifi vakım Heyeti Umumiye'nin tasdikine arz edilmesini rica ederim. (30 Kanunusani 1337 - Bursa Mebusu Operatör Emin Bey.)" Erzurum Mebusu Celaleddin Arif Bey izahat verilmesini ister. Operatör Emin Bey söz ister ve Nezahet Onbaşı'nın cephelerdeki kahramanlıklarını bir bir anlatır. Babasını ve askerleri nasıl cesaretlendirdiğini söyler: "Bu çocuk mutlaka muhtac-ı taltiftir. İlk İstiklal madalyasını bu çocuğa verirsek büyük bir kadirşinaslık gösteririz. Ha onu arzedeyim, bütün askerlerimiz buna (Türk Jandark'ı) namını vermişlerdir." İzmit Vekili Hamdi Namık Bey itiraz eder, İstiklal madalyalarının Yunan madalyalarına benzetilmemesi için 12 yaşında bir çocuğa verilemeyeceğini, sadece hediye ile taltifini önerir. Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey araya girer, İstiklal Madalyası’nın da ötesinde küçük Nezahet'in asker yapılmasını, mirimiran (tuğgeneral) rütbesiyle ödüllendirilip, paşa hanım olmasını teklif eder. Meclis başkanı hem hararetli hem latifelerle dolu konuşmaların sonunda Emin Bey’in teklifi gereği ilk İstiklal Madalyası'nın minik kıza verilmesi gerektiğini söyler. Meclis zabıtlarına bu aynen geçirilir. Tartışmalar sürer, ordu kumandanlığına sorulması bile gündeme gelir. Meclis'teki bu tartışmalar aslında küçük Nezahet'in ömrü boyunca peşini bırakmayacak iç burkan bir hikâyenin temelini oluşturur. Hem Kurtuluş Savaşı gazisi babası Albay Hafız Halit Uzel Bey hem kendisi defalarca başvurmasına rağmen İstiklal Madalyası'nı bir türlü alamaz. Nezahet Onbaşı bir çeyizlik hediye ile de taltif olunur. Çeyiz de tıpkı İstiklal Madalyası kararı gibi zabıtlara geçmesine rağmen gerçeğe dönüşmez. Aradan yıllar geçer. Tam 65 yıl sonra bir gazetecinin köşe yazısında konuyu gündeme getirmesiyle dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Necmettin Karaduman tarafından bir takdir beratı verilir. Nezahet Onbaşı, 6 Temmuz 1986'da Dolmabahçe Sarayı'nda sessiz sedasız bir törenle şükran plaketini aldığında 78 yaşındadır. Aradan 6 yıl geçer ve madalyasını göremeden 84 yaşında hayata gözlerini yumar. Nezahet Onbaşı şimdi Anadolu yakasındaki Karacaahmet Mezarlığı'nda İstiklal Madalyası sahibi kocası emekli Albay Rıfat Baysel ile yan yana yatıyor. İstiklal Mücadelesi'nin çocuk kahramanı Nezahet Onbaşı'dan geriye iki kızı İnci ve Oya hanımlar, torunu Şebnem ile onun kızları Didem ve Gizem kaldı. Bir de İstiklal Madalyası ile taltifini onaylayan TBMM tutanakları... ATATÜRK'TEN İLTİFAT Küçük Nezahet'in birbirinden ilginç anıları da var tabii ki. Padişah yanlısı Kuvvay-ı İnzibatiye askerleri Albay Hafız Halit'in sorumlu olduğu alayın Anadolu'daki Milli Mücadele Orduları'na katılmasını (1919) istemez. İşte küçük Nezahet o çatışmalarda bir askerin yanı başında şehit oluşuna şahit olur. Yüreğini sarsan bu anıyı çocuklarına sık sık anlatır. İlk asker elbisesini 1920'de giyer. Erlerin kullanılmayan kıyafetlerinden minik kıza bir haki elbise dikilir. Çerkes Ethem ile cephede karşılaşır. Asker elbiseli bu küçük kızı merak eden Çerkes Ethem, niye bu kıyafetleri giydiğini sorar. Nezahet'in cevabı, "Ben askerim." olur. Askerin silahı olmazsa asker olmaz, diyen Çerkes Ethem çatışmalarda ele geçen bir Yunan filintasını ona silah olarak verir. 70. Alay'ın adı 'Kızlı Alay' diye anılmaya başlar. Birinci İnönü Muharebesi'nde cepheye gelen Atatürk alayın sembolü Nezahet'le tanışır. Atatürk'ün sebeb-i ziyareti aslında Alay Komutanı Hafız Halit'i denetlemektir. Atatürk komutan çadırında kulaklarında küpe, asker elbiseli olarak Nezahet Onbaşı ile karşılaşınca çok şaşırır. Yanındakilere sorar, "Kim bu?" diye. Komutanımız Albay Halit'in kızı cevabını alınca daha da şaşırır. Sonra ona sorar, "Ne arıyorsun sen burada?" O da vecize haline gelen sözünü söyler: "Ben askerlerin kalesiyim, dönmek isterlerse karşılarında beni bulurlar." Cevap Atatürk'ün çok hoşuna gider. Küçük kızı sever. Bursa Ahudağ eteklerinde, Bozüyük'te Atatürk'ün özel vagonunda ve Akşehir'de olmak üzere üç kez daha cephede karşılaşırlar. ASKER KIYAFETLERİ İÇİNDE MİNİK BİR KIZ Asker kıyafetleri içindeki küçük kız Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'nın da gözünden kaçmaz. At üstünde onu gördüğünde, "Kim bu küçük asker, niye bu kadar küçükleri askere alıyorsunuz?" diye yanındakileri fırçalar. Sonra sarı sarı küpelerini fark eder minik kızın. "Aç bakayım şapkanı?" der, saçlarını okşar, iltifat eder: "Kimsin sen? Parola ne?" "Onbaşı Nezahet." İnönü gülümser: "İyi o zaman ben seni kurmay yapıyorum." Sonra Alay Komutanı Hafız Halit'in kızını cephelerde büyütmek zorunda kaldığını öğrenir. Paşanın kurmay iltifatı karşılıksız kalmaz, Nezahet Onbaşı, karargâh binasının bahçesindeki asma (üzüm) yapraklarından yaptığı sarmayı Paşa'ya ve babasına ikram eder. İstiklal Harbi sona erer, Nezahet Onbaşı babasıyla birlikte İstanbul'da yaşamaya devam eder. 13 yaşındayken adının ilk duyulduğu o meşhur tartışmalı TBMM oturumu yapılır. Küçük Nezahet, Fransız İhtilali'nin simge ismi 16 yaşındaki Jan Dark (Jeanna D'Arc) ile özdeşleştirilir. Ama madalya rüyası bir türlü gerçekleşmez. İstanbul Kumkapı'da açılan Jan Dark Enstitüsü'nün de en başarılı öğrencisi olur. Ancak bir aile kararıyla ortaokuldan sonra okuldan alınır. Okuma sevgisi ve asker olma isteği yüreğinden hiç çıkmaz. İstiklal Harbi'nin genç kahramanlarından Yüzbaşı Rıfat ile 1931'de evlenir. Uzel soyismi artık Baysel'dir. Yüzbaşı Rıfat da Alman Mektebi'ni okurken 17 yaşında okulunu terk edip Kuleli Askerî Lisesi'ne kaydını yaptırmıştır. Daha okulunun birinci yılında o da kendini Milli Mücadele cephesinde bulur. Mehmet Rıfat (Asım), İstiklal Madalyası alan ilk genç askerlerdendir. Nezahet Hanımla evlendikten sonra Atatürk'ün yaverlerinden biri olur. Nezahet Onbaşı ve ailesi Atatürk'e çok yakın oldukları halde hiçbir zaman alamadıkları İstiklal Madalyası’nı şikâyet konusu yapmaz. Dolmabahçe Sarayı'nda düzenlenen devlet törenlerinde, balolarda Nezahet Onbaşı da vardır. Dönemin asker ve lider eşlerinin tamamıyla iyi ilişkiler kurar. En büyük üzüntüsü okuyamamak olur. Ama hayalleri yarım kalır. Evliliğinin yedinci yılında ilk kızı İnci, daha sonra Oya dünyaya gelir. Evinin kadını ve iyi bir anne olur. Çocuklarını Kurtuluş Savaşı'nın hikâyelerini anlatarak büyütür. Hayat arkadaşı Rıfat beyi de 1974'te kaybeder. Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2007 SON İSTEĞİ TÜRK BAYRAĞINA SARILMAKTI Annesinin son günlerinde yeniden Milli Mücadele günlerini yaşamaya başladığını söyleyen büyük kızı İnci Üçok (Baysel), Nezahet Onbaşı'nın ölüm anını şöyle anlatıyor: "Çok rahatsızlanmıştı. Gülhane Askerî Tıp Akademisi'ne kaldırdık. Hastanede, 'Bak gördün mü Alay geldi. Karşıda askerler. Bak kızım babam beni almaya geldi. Alayın hepsi burada.' diyordu. Onlar son sözleri oldu." Büyük kız İnci, "Askerler onun her şeyiydi. Ay yıldızlı bayrağı ve askerleri gördüğünde gözleri dolardı." diyor. Annesinin intizamlı bir hayatı olduğunu, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili hatıralarını hep coşkuyla anlattığını söylüyor. İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi Felsefe öğretmeni küçük kızı Oya Baysel ise tek bir isteğini yerine getiremediklerini dile getiriyor: "Onun son dakikasına kadar hep yanında olduk. Tek isteği var yapamadığımız. Öldüğümde Türk bayrağına sarın demişti. Bir takım asker geldi, cenaze törenine. Ama tabutuna al bayrağı koyamadık. O günün telaşıyla birileri Bayrak Kanunu var deyip engellemişti. Biz de unuttuk." Nezahet Onbaşı 24 Eylül 1993'te GATA'da vefat eder. Ve eşinin yanına Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilir. O, ardında birçok kimsenin bilmediği tarih kayıtlarına not düşülen bir kahramanlık hikâyesi bıraktı. Nezahet Onbaşı'nın alamadığı İstiklal Madalyası TBMM'nin 69 numaralı Kanunu mucibince Cumhuriyet'in ilk yıllarında 6 bin 920 kişiye verildi. Madalya alanlar arasında 70. Alay Komutanı Hafız Halit Bey ve Nezahet Onbaşı'nın eşi Rıfat Baysel de vardı. Bugün Meclis Kütüphanesi'nin raflarında yer alan 6 defterin kayıtlarına göre İstiklal Madalyalı kahramanların ilk 1500'ü Atatürk'ün silah arkadaşları, milletvekilleri ve cephede yer alan komutanlara verilmiş. Sonra erlere, halk kahramanlarına, Maraş'a, Antep'e, Urfa'ya İstiklal beratı ve madalya verilmesi kararlaştırılmış. Kayıtlara ilk İstiklal Madalyası olarak geçen tek taltif Nezahet Onbaşı'ya yani bir çocuğa aitti. Ancak o madalyasını alamadan hayata gözlerini kapadı. TBMM'NİN İLK İSTİKLÂL MADALYASI TARTIŞMASI Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 140. oturumunun 1. Celsesi'nde Nezahet Onbaşı'ya İstiklal Madalyası verilmesi şöyle gündeme gelir. Gündem Maddesi 4. - Bursa Mebusu Operatör Emin Beyin, muhtelif harp cephelerinde bilfiil müsademata iştirak eden (çatışmalara katılan) 12 yaşlarındaki Nezahet Hanımın İstiklal madalyasiyle taltif edilmesine dair takriri. Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti Celilesine Muhtelif harp cephelerinde bilhassa son Gediz ve İnönü meydan muharebelerinde bilfiil müsademata iştirak ve heran efrat ve hatta zabitanı teşci eden (cesaretlendiren) yetmişinci alay Kumandanı Hafız Halid Beyin kerimesi on iki yaşlarında Nezahet Hanıma ilk İstiklal madalyasının itasını teklif ve teklifi vakım Heyeti Umumiye'nin tasdikina arz edilmesini rica ederim. (30 Kanunusani 1337- Bursa Mebusu Operatör Emin Bey.) CELALEDDİN ARİF BEY (Erzurum) - İzahat verirlerse iyi olur efendim. OPERATÖR EMİN BEY (Bursa) - Efendim, bu Nezahet Hanım denilen küçük hanım, mini mini hanım, sekiz yaşında öksüz kalmış. Babasından başka kimsesi olmadığı için onun kucağına düşmüş ve harbi umumide muhtelif cephelerde bu çocuk harp içinde büyümüştür. Hafız Halit Bey denilen zat da gayet kahraman bir kumandanımızdır. O kahramana layik bir çocuktur. O çocuk kendi eliyle yüzü mütecaviz bir zabitan sarsıldığını görse hemen yanına koşar, haydi beraber çarpışalım der, onunla beraber çarpışır. Babasında ufak bir tereddüt görse hemen babasına koşar, aman baba hiç müteessir olma, annem vakıa ölmüştür, seni de vururlarsa ben yetim kalmam. Bana millet bakar, haydi babacığım diyerekten bu suretle teşvik eder ve kim bir parça sendelerse Nezahet Hanım mutlaka onun yakasına yapışır. Bu çocuk mutlaka muhtacı taltiftir. İlk İstiklal madalyasını bu çocuğa verirsek büyük bir kadirşinaslık gösteririz. Ha onu da arzedeyim, bütün askerlerimiz buna (Türk Jandark'ı) namını vermişlerdir. HAMDİ NAMIK BEY (İzmit)- Efendim Emin Bey biraderimizin buyurdukları Halit Beyle kerimesini bendeniz de tanırım. Hakikaten böyledir. Türklerin bir Jandark'ı addolunabilir. Yalnız bendeniz diyorum ki; pek kıymettar addettiğimiz İstiklal madalyalarını Yunan madalyalarına benzetmemek için 12 yaşında bir çocuğa verilmesini caiz görmüyorum. Bendeniz; muvafıksa Büyük Millet Meclisi namına bu kıza büyüdüğü zaman cihazını temin edecek bir hediye (çeyiz kastediliyor) takdim edelim. (Hay hay sesleri) TUNALI HİLMİ BEY (Bolu) - Efendim bendeniz ilk defa olarak olmak üzere Osmanlı tarihinde bir paşa hanım görmek istiyorum. Kendisine mirimiran rütbesinin tevcihini teklif ediyorum. Yalnız nişan değil, bir rütbe. (Handeler) REİS - Operatör Emin Beyin teklifi veçhile Nezahet Hanıma ilk İstiklal madalyasının şimdiden tevcihini... HAMDİ NAMIK BEY (İzmit) - Efendim izahat vereceğim. Malumu aliniz İstiklal madalyası tevdiinde Divan-ı Riyaset'in tetkikat icrası kanun iktizasındandır. Bir defa ordu kumandanlığından sorulsun, tetkik edilsin, doğrudan doğruya Meclis karar vermez. REİS - Kanunu mahsusu mucibince Divan-ı Riyasete havalesini tensip buyuranlar el kaldırsın. Efendim bir daha arzediyorum. Anlaşılmadı. Takririn Divanı Riyasete tevdiini kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. DR. SUAT BEY (Kastamonu) - Evvela kabülünü nazarı itibara alalım. TUNALI HİLMİ BEY (Bolu) - Efendim benim de teklifim nazar-ı dikkate alınsın, mirimiran olsun. MEHMET RAGIP BEY (Amasya) - Aksini reye koymaya mecbursunuz. Yok ayağa kalkacaksınız diyeceksiniz efendim. YAHYA GALİP BEY (Kırşehir) - Riyasete karşı bu kadar itap edilmez.... REİS - Beyefendi; sükuta davet ediyorum. Nizamname beni mecbur etmez. Şüphelenirsem aksini reye korum. Şüphe yoktur, ekseriyet vardır. .... Tartışmalar bu şekilde noktalanır. Ancak Divan Başkanlığı'na sevk edilen İstiklal Madalyası'nın takdimi meselesi Nezahet Onbaşı'nın ömrü boyunca hayata geçirilemez. *Kaynak TBMM Tutanakları 7. Cilt 440. sayfa İLK HARP HEYECANI Nezahet Hanım Milli Mücadele'ye katılışının ilk safhalarına ait anılarını Tarih ve Coğrafya Dünyası Mecmuası'na şöyle anlatmış: "Gelinkondu Köyü'nde kurduğumuz karargah benim için yeni bir hayata başlangıç teşkil etti. Artık talim devresini bitirmiş, acemilikten kurtulmuş, muallem bir asker olmuştum. Cephelerde sükunet olduğu için çadırda babamın hizmetine bakıyordum. Babamın elbiselerini temizliyor, söküklerini dikiyordum. Bir akşam üstüydü. Çadırın önünde oturmuş, babamın ceketindeki sökükleri dikiyordum. Birden silah çatırdıları duyuldu. Bütün bölükler silah başı yaptılar, ileriye keşif kuvvetleri gönderildi. Babam da hazırlıklarını bitirerek yanıma geldi: - Haydi, dedi; benimle gel. -Nereye gidiyoruz? -Askerlikte sual sorulmaz. Verilen emirler yapılır. -İyi ama ben asker miyim? -Şu dakikadan itibaren askersin. Hiçbir cevap hayatımda bu derece beni sevindirmemişti. Demek ki babam beni artık asker olarak kabul ediyordu. İçimde sevinç bulutları dalgalana dalgalana hazırlıklarımı bitirdim, bölüklerin toplandıkları yere doğru koştum. Silah sesleri hâlâ duyuluyordu. Bölükler emir aldıktan sonra yürüyüş koluna geçtik. Birkaç saat sonra, keşif bölüğü döndü. Yanlarında çopurlu poturlu ve silahlı bir sürü insan vardı. Bunlar çetelermiş. Reisleri de Gavur Ali diye anılan biri. Biraz evvel silah atanların bunlar olduğu anlaşılmıştı. Meğer bu adamlar bir köy civarından geçerlerken hep böyle yaparlarmış. Gavur Ali'yi babamın yanına getirdiler. Babam sordu: -Kimsiniz siz? Bu silah sesleri nedir? -Ben Gavur Ali; biz de sizdeniz. Baskın yapmak için cephanemiz kalmadı. Bize cephane verin. -Ya duyduğumuz silah sesleri neydi? -Köy kenarından geçiyordum, bizimkiler aşka geldi. -Ben, keyif için mermi yakanlara cephane vermem. Bir tek kurşunun bile bugün için kıymeti vardır. Çeteciler babamın bu sözlerinden memnun olmadılar, homurdana homurdana uzaklaştılar. Sonradan öğrendiğime göre bu çetelerin çoğu Milli Mücadelemize hizmet etmişler. Fakat bir kısmı da köyleri basıp talan etmişler. ÇERKES ETHEM SİLAH HEDİYE ETTİ Gelinkondu Köyü'nden şafakla beraber ayrıldık. Geyve istikametine doğru ilerliyorduk. Ben, atımla babamın yanında gidiyordum. İkinci karargahımızı Geyve Akhisarı'nda kurduk. Burada benim için çok mühim yeni bir hadise oldu; bölüklerimizden biri, zararlı faaliyette bulunan çetecilere karşı gönderilmişti. Bir haylilerlemiş olan bu bölüğe bir emir götürülmesi gerekiyordu. Bu iş için iki atlı hazırlandı. Babama beni de bu atlılarla göndermesi için yalvardım, razı oldu. İki atlı ile birlikte karargahtan yel gibi uzaklaştık. Tarlalardan geçerken başka bir atlı grubun bize doğru geldiğini gördük. Askerlerden biri bu grubu tanıyormuş. -Bursa grubu, diye bağırdı. Ben: -Ne yapacağız şimdi? Diye sordum. -Hiç, dediler; Kuvayı Milliyecidir. Bizimle birliktir. Bir şey yapmazlar. Atlı grup bize yaklaşınca önlerindeki adam attan indi. Doğru bana yürüdü ve atımın yularını tutarak sordu: -Sen kimsin küçük? -Nezahet. -Baban kim senin? Yanımdaki asker cevap verdi: -Bizim kumandanımız Halit Beyin kızıdır bu. Çete Reisi beni okşadı: -Sen, dedi; iyi bir asker olacaksın ama birşeyin noksan. Üstüme başıma göz gezdirdim; herşeyim tamamdı. -Benim hiçbir şeyim eksik değil. -İyi düşün bakalım küçük. -Herşeyim tamam benim. -O halde nasıl harp edeceksin? Silahsız olduğumu ima etmek istediğini anladım. -Bana göre silah yok ki... Güldü: -Ben sana silah bulurum. Sonra adamlarından birini çağırdı. Ver şu silahını, dedi. Adam omuzundan çıkardığı silahı reise verdi. O da bu silahı bana uzatarak: -Al bakalım küçük, dedi; işte şimdi tam asker oldun. Görüştüğüm ve bana silah hediye eden bu çete reisinin Çerkes Ethem olduğunu sonradan öğrendim. O zamana kadar hiç böyle küçük silah görmemiştim. Meğer bu Yunanlılardan alınmış bir filinta imiş. Çok sevinmiştim; aylarca hasretini çektiği oyuncağa kavuşan çocuk gibiydim.... (Nezahet Onbaşı'nın bu silahını daha sonra babası Hafız Halit alır. Kendini yaralayabileceği düşüncesiyle mermilerini boşaltır. Nezahet onbaşı aylarca sırtında bu filintayla cephelerde gezer.) (Aksiyon) Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 6 Şubat , 2007 Gönderi tarihi: 6 Şubat , 2007 Gülümse Anne Akşam olur hasret büyür dağ olur Bu dağlarda kurşun atsan ciğ olur Sen oğlunu geri dönmez say annem Ben ölünce belki vatan sağ olur Belki dağlar duman duman savrulur Belki sesim cığlık cığlık duyulur Belki yavrun bir tabuta koyulur Üzülme annem Bir yangın ki ciğer ciğer kavrulur Bir yangin ki kardeş kardeş vurulur Belki kalbim bir bayrağa kan olur Gülümse annem Yine yağmur ince ince ciselenir Yine toprak yaz gelince ciceklenir Sen beni hep rüyalarda gör annem Gör ki kalbim bir mezarda dinlenir Söz: Yusuf Hayaloglu Müzik: Murat Basaran Alıntı
Φ mavi60 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2007 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2007 Arkadaşlar Tgrt de bir mehmetcik programı vardı. Buda bi asker bi şiir okuyordu. Bu şiiri ne sözlerini nede mp3 vs. bulamadım bilgisi olanın paylaşmasını umutla bekliyorum.Teşekkürler İnşallah geç kalöaöışımıdır Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.