Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Zaman Ortak Akıl Toplantıları, kanayan bir yaraya daha parmak basıyor. Kürt meselesini masaya yatıran aydınlar, yaklaşık 40 maddeden oluşan çözüm önerileri sıraladı. ● İşte çözüm önerileri

 

Binlerce insanın canına mal olan, kaynakları heba eden terör belası, bin yıllık kardeşliği bozmayı hedefliyor. Ortak tarih, kültür ve din şuuruyla perçinlenen birlikteliğe mayınlar döşüyor.

 

Çözümün parçası olmak

 

Türkiye, son 20-25 yılda ekonomiden siyasete, kültürden medyaya her alanda değişiyor. Bu hızlı değişime inat, bir konu ısrarla varlığını sürdürüyor. Adına ister Güneydoğu meselesi, ister Kürt sorunu, ister terör diyelim, sonuç fazla değişmiyor. Türkü ve Kürtüyle binlerce insanımızın canına mal olan, sınırlı kaynaklarımızı heba eden bu bela, artan şehit cenazeleri, Iraktaki gelişmeler ve ateşkes çağrılarıyla yine gündemde.

Hazirandaki dalgalanma münasebetiyle Türk ekonomisinin tıkandığı noktaları ve çözüm yollarını ele alan Ortak Akıl Toplantısı, bu kez Kürt Meselesini masaya yatırıyor.

Binlerce yıllık ortak tarih, kültür ve din şuuruyla perçinlenen bir kardeşliği bozmayı hedefleyen tuzaklar karşısında, topluma akl-ı selimi hatırlatmayı gazete olarak milli bir görev biliyoruz. Sorunun boyutlarının farkında olduğumuz gibi, bir toplantıyla çözülemeyeceğinin de farkındayız. Ayrıca asla bir çözüm ya da tanım dayatmaktan yana değiliz. Amacımız sağduyu sahibi aydınların özgürce görüşlerini ifade edeceği bir platform olmak. Böylece çözüme bir nebze katkımız olursa, ne mutlu

 

Kanayan yaranın iyileşmesi için herkese fedakârlık düşüyor. Aydınlar, çözümün sadece askerden beklenemeyeceğini vurguluyor. Asker, PKK ile mücadelede başarılı; ama çözüm için askerî tedbir yetmez. Uzmanlara göre, sivil güç direksiyona geçerek daha çok inisiyatif almalı. Eğitim, ekonomi ve kültürel alanlarda atılması gereken birçok adım var. Türkiyenin batısı ve doğusundaki sivil toplum örgütleri ile kanaat önderleri de elini taşın altına koymalı.

 

Yazarlar, kültürel, dinî ve eğitim haklarıyla ilgili talepleri karşılayabilecek demokratik adımların, önemli bir rahatlama sağlayacağını kaydediyor. Ortak Akılda öne çıkan konulardan biri de PKKnın, Türkiyenin AB sürecini engellemeye çalışması. Bu sebeple reformların önünün kesilmesine izin verilmemeli. Kimse AB standartlarındaki hukuk sisteminden kaçıp Asya devleti olmak istemez.

 

Aydınlar, insanları dağa çıkmaya iten şartların ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyor. Pozitif ayrımcılık uygulanarak bölgeye özel yatırımlar yapılması, sosyal ve ekonomik çöküntüyü hafifletir. Doğu ve Güneydoğunun yaşadığı travma ile şehit ailelerinin dramına özellikle dikkat çekiliyor. Nelerin yaşandığına bakılması ve iki tarafın da birbirinin acısını anlayabilmesi üzerinde duruluyor.

 

Türkiyede empati duygusunun gelişmesi gerekiyor. Devletin de geçmişteki hatalarından ders çıkarması konusunda fikir birliği var. Kürt meselesinin uluslararası boyutlara taştığına dikkat çeken aydınlar, çare ve çözümün tek başına Türkiyenin elinde olmadığını vurguluyor.

 

Terörün amacına ulaşmaması için toplumun sağduyusuna ihtiyaç var. Aydınlar, Türk-Kürt gerginliğinin içinden çıkılmaz hale gelmemesinde MHPye de büyük görev düştüğü inancında: Provokasyonların yol açacağı eylemlere fırsat tanınmamalı.

----------------------------------

İŞTE ÇARPICI TEKLİFLER

 

Çözümü sadece askerî tedbirlerde aramak yanlış

[sEDAT LAÇİNER- Uluslararası ilişkiler ve Ortadoğu uzmanı, 18 Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi] Sivil güç daha çok inisiyatif almalı

 

1- Sivil güç daha çok inisiyatif almalı, şoför koltuğuna oturmalı.

Sivil güç gerçek iktidarı eline geçirebilirse, halk PKKnın birçok adamını kendi eliyle devlete teslim edecektir. Yani burada PKK ile Kürt meselesinde büyük bir ayırım var. Buradaki ana mesele, bu ülkenin şoför koltuğunda kimse yok. Güvenlik ve kamu düzeni, bunlar yüksek politikadır. Ekonomi, köprü yapımı, bunlar alt politikadır. Eğer birincisini yapamazsanız ikincisini hiç yapamazsınız. Şimdi birincisinde sivil otoritenin, seçilmişlerin, etkisinin de yetkisinin de sıfıra yakın olduğunu düşünüyorum. Bugün PKKnın bitirilmesi konusunda başbakan ve bakanları en az yetkili kişilerdir. Dün de böyle olmuştu. Süleyman Demirele "Neden bu sorunu bitirmediniz?" diye sorulduğunda, "Asker bir şey istedi de vermedik mi? Polis silah istedi de vermedik mi?" demiştir. Yani şunu söylemeye çalışıyor: Benim burada ne rolüm olabilir ki? Ben barajlarla uğraştım.

 

2- Kürtlerle entegrasyonu aşacak bir yakınlık var, bu yakınlık işlenmeli.

Entegrasyon, ulusçuluk, bunlar Batı kavramları, bizim sorunlarımızı çözmemizde sistemli düşünme anlamında çok faydalı olabilecek kavramlar. Ancak Türklerle Kürtler arasında entegrasyon probleminin Batıdaki anlamda olduğunu düşünmüyorum. Hatta entegrasyonu aşan bir yakınlık var. Linç noktasına gelmiş bir Amerikalı genç grubu daha sonra oturup da linç edecekleri kişiyle kahve içip, sarılıp birlikte maç izleyemez. Ama eminim ki Sakaryada hatta Trabzonda aşırı sol gruplarla yaşanan olaylar sonrası polis, tarafları karakolda bir araya getirse Kardeşim oturun konuşun dese, 5 dakika sonra siz onları tanıyamazsınız. Bakın bu başka bir iklimdir, başka bir medeniyettir. Yani bunu Batı kavramıyla çözmek mümkün değildir.

 

3- Terör endüstrisinin bulunduğu gerçeğinden hareketle alınacak önlemler gözden geçirilmeli.

Sadece Kürt sorunu diye işin içine girersek birçok şeyi göz ardı etmiş oluruz. Bir terör endüstrisi var. Yılda 10 milyar dolar, kimilerine göre 15 milyar dolar, eğer siz bunu Amerikanın kullandığı rakamlara göre düşünürseniz 40-50 milyar dolara yakın bir rakamla her yıl karşı karşıya kalırsınız. Burada büyük bir endüstri var bakın. Burada refleksler oluşur. Bir sorun 26 yıl, her yıl 20 milyar-30 milyar dolar harcanarak devam ediyorsa orada kemikleşmiş refleksler oluşur.

 

4- Kepenk kapat diyenlere fırsat verilmemeli.

Güneydoğu sokaklarında dolaşıp insanlara emir veren, kapat kepengi diyen, yaşlı insanlara tokat atabilecek, bir mahalleyi tamamen terörize edebilecek insanlar var. Bir iktidardan bahsediyoruz. PKKnın konumunu kaybetmesi işlerine gelmez. Bu değişimi istemeyen çok sayıda insan var.

---------------------------

[ALİ NİHAT ÖZCAN - Terörle mücadele Uzmanı Araştırmacı] Çözüme değil, yönetilebilirliğe odaklanalım

 

1- Bu sorunun çözümü yok; nasıl yönetilebileceği düşünülmeli.

Karşı tarafın veya bu işte talepleri olanların talep sınırlarının tatmin edilmesinde zorluklar var. Devlet sistemi veya demokrasi ile sonuç alınması isteniyorsa, siyasi şahıslar Kürt meselesini çözmeye çalıştıklarında bir de Türk meselesi ile karşı karşıya kalmak gibi riskleri var. O yüzden de Sayın Erdoğanın Diyarbakırda yaptığı konuşmadan bir müddet sonra bu işten vazgeçmesi bence seçmen refleksli bir davranıştı. Bunu anlamakta zorluk çekmiyorum. Demokrasilerin bir anlamda zaafıdır bu. Demokrasilerin bu sorunu yönetme konusunda çok araçları yok, zaman zaman zorlanıyorlar.

 

2- Anayasanın değiştirilmesi uzun zaman gerektiriyor; kolay gözükmüyor.

Talepleri mevcut Anayasaya göre karşılamanız mümkün değil. O zaman oturup Anayasayı değiştireceksiniz. Demokratik araçlarla değiştirme şansınız var mı? Teorik olarak var ama pratikte böyle bir hamle yapacak partinin, ikinci seçimde kalması mümkün mü? O yüzden bu tür bir tartışma çözümü zorlar.

 

3- "Ben devletim" deyip içeri girecek ve sorunu çözecek bir güç yok.

Devletten neyi kastediyoruz? Devletten kastettiğimizin ne olduğunu net olarak ortaya koyabilirsek muhataplarımızın kim olduğunu, sorumlusunu bulacağız. Ama şu geldiğimiz aşama itibarıyla bence ortak bir aklı temsil eden, stratejik düşünme yetenekleri olan ya da bizim arzu ettiğimiz gibi böyle ben devletim diye, kapıdan içeri girip sorunu çözecek biri yok.

 

4- Sorun uluslararası olduğu için tek çare ve çözüm sizde değil; o yüzden çözüme değil yönetilebilirliğe odaklanmak gerekiyor.

Bu meselenin nasıl bir boyut arz edeceği ile ilgili en önemli parametre ABDnin bölge politikaları ve ABnin bölgeye ilişkin beklentileri ile bu iki gücün Türkiyeye ilişkin politikaları. Bir de çok görünmeyen; ama çok etkili olan Rusya ve İran gibi aktörler var. Dolayısıyla buradaki denklemi küçük hamlelerle istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz.

 

5- Yönetilebilirlik sadece Kürtleri değil, Türkleri de kapsıyor.

Bu sorunu hangi otorite çözecekse, Kürt meselesini yönetmeye talip olduğunda onun ortaya çıkaracağı Türk meselesini de yönetmesi lazım. Burada birtakım adımlar atıp söylemler geliştirmeye başladığınızda, Türk kesiminden de tepkiler yükselecektir. O zaman hem oraya hem de buraya bakmanız lazım.

 

6- Yönetilebilirlikte en az maliyetin de düşünülmesi gerekir.

Böyle bir projeyi yönetmeniz için kaynak ayırmanız lazım. IMF politikaları ile bu bölgeye ne kadar para ayırabilirsiniz tartışılır. Bu ayırdığınız parayı da rasyonel kullanma yeteneğinizin tespit edilmesi lazım. Kaynak tahsisinin, sorunu gerçekten çözmeye mi yoksa başka işlere mi yarayacağını geçmiş 20 yıllık tecrübelerimizden biliyoruz.

 

7- Meselenin kültürel, hukuki ve Diyanet boyutu var.

Bütün bunların ortak bir potada birbiri ile çelişkiye düşmeden uygun strateji ile yönetilmesi lazım. Beceremezseniz, daha yüksek maliyetle bunu yaşamaya devam ederiz.

----------------------------

[ALİ BULAÇ - Gazeteci - Yazar] Bölgeye özel pozitif ayrımcılık yapılmalı

 

1- Federasyon iyi bir çözüm değil, etnik arındırmaya sebep olur.

Federasyon seçeneği ister istemez etnik arındırmayı temel alacaktır. Bölgede yaşayan Türk ve Arapların Batıya, Kürtlerin de güneye tehciri gerekir. Bu, nüfusun % 35inin göçe tabi tutulması demek. Hiç makul bir çözüm değil.

 

2- Çözümü sadece askerî tedbirlerde aramak yanlış.

Türk askeri, PKKya karşı mücadelesinde aslında başarılıdır. Latin Amerika ülkelerinde bir gerillaya karşı bir asker ölürken bu oran 1993ten sonra Türkiyede sürdürülen mücadelede altı PKKlıya karşı bir askere düşürüldü. Ama toplam kayıplar dünyada olmayacak kadar yüksek.

 

3- Sosyal ve kültürel anlamda adım atılmalı.

Mücadelenin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak desteklenmesi gerekir. Kürtlerin ümidini Türkiyeye bağlamak lazım.

 

4- Bölgeden 12 Eylülün izleri silinmeli.

Değiştirilen köy isimleri iade edilmeli ya da iki isim birlikte kullanılmalı. Bölgedeki psikolojik ortamı etkileyen durumlar ortadan kaldırılmalı.

 

5- Ekonomide pozitif ayrımcılık yapılmalı.

Türkiyenin güvenliği, devletin bekası, sosyal bütünlük ve 75 milyon insanın geleceğini yakından ilgilendirdiği için IMF politikalarının dışına çıkıp, pozitif ayrımcılık yapılmalı. Bölgeye özel bir ilgi gösterilmeli, özel yatırım yapılmalı.

 

6- Bölgedeki temsil sorununu aşacak seçim sistemine geçilmeli.

Kabul etmek lazım ki siyasi bir temsil sorunu var bu bölgenin. Bölge halkı TBMMde yeterince temsil edilmemektedir. Bu barajın düşürülmesi gerekir ya da Türkiye milletvekilliği gibi farklı modellerle bunun çözülmesi icap eder.

 

7- İslami kardeşlik bilincinin geliştirilmesi gerekir.

Bölgedeki sivil İslami, dini kuruluşlar üzerindeki baskıların kaldırılması gerekir. Yani orada tarikatlar yasak, tekkeler yasak, zaviyeler yasak, medreseler yasak, Kuran kursu yasak. Peki bu Kürt bu Türkle nasıl bir arada yaşayacak? 28 Şubat veya 27 Mayıs konsepti ile 12 Eylül uygulamaları aslında Türkiyenin güvenliğini tehlikeye sokmaktadır.

 

8- Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında ekonomik işbirliği güçlendirilmeli.

Türkiyedeki Kürtleri, Irak Kürtlerinden, İran ve Suriye Kürtlerinden ayıramayız. Herkes kendi bayrağını koruyabilir, fakat adı konulmamış bir AB modeli geliştirmemiz gerekir. Türkiyenin inisiyatifinde bölgesel bir işbirliği geliştirilmelidir.

 

9- İki toplumun sivil toplum kuruluşları, medyası ve bilim adamları arasında iyi ilişkiler geliştirilmeli.

Sorunların ortaklaşa konuşulabileceği gezilerin, toplantıların yapılmasında fayda mülahaza ediyorum.

-------------------------

[MUSTAFA AKYOL - Gazeteci-Yazar Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek isimli kitabı var.] Devlet, geçmişteki hatalarından ders çıkarmalı

 

1- Türkler, Kürtlerin trajedisini anlamaya çalışmalı.

Çok büyük bir travma yaşanmış bölgede. İsyanlar bastırılmış, işkenceler, boşaltılan köyler yani bir sürü olay var. Bunu çoğu insan bilmiyor. Birçok Türk, "Kürtlerin ne derdi var? Bunlara ne oluyor?" diyor. "Kürt diye bir şey yok, yabancılar tarafından satın alınmış birtakım adamlar ortaya çıktılar" diye düşüneni bile var. Toplumsal olarak ne yaşandı? Bu insanların tepkisi nereden geliyor, bunların konuşulması lazım. Türk tarafının da büyük bir trajedisi var, çocukları öldü, şehit ailelerinin durumu ortada. İki tarafın da birbirinin acısını anlayabilmesi bence çok önemli.

 

2- Devlet daha önce yapılan hatalardan ders çıkarmalı.

Başbakan Güneydoğuda devlet hatalar yaptı dedi. Bence bunun arkasından gitmek, nerede, ne yaptık anlamak lazım. Bundan çekindiğiniz sürece bir tarafta yıkıntı olacak, diğer taraf da bunlar neden böyleler diye düşünecek. Bunun medya yoluyla, toplumsal diyalogla aşılması lazım.

 

3- Liberal demokrasi herkesin isteyeceği bir amaç olmalı.

Ümit Fırat Bey, Ben bir Kürtüm; ama demokratik bir ülke olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşamayı kabul ediyorum. diyor. İstenecek olan da liberal özgürlükçü demokrasi. Çözüm herkese kültürel haklarını, din ve eğitim hakları sağlayacak bir demokrasidir.

 

4- Federasyon mümkün değil, gerilimi tırmandırır.

Federasyon bölünme demek, insanların bir taraftan diğer bölgelere göç etmesi gerilimi daha da tırmandıracak bir şey.

 

5- Kürt radikalleri makul bir çizgiye çekilmeli.

Kürt radikallerin makul çizgide kalarak varılan durumu kabul ettiklerini açık şekilde ortaya koymaları şart. Türk tarafının ise inkar politikasını terk etmesi gerekiyor.

 

6- 2 bin 3 bin yıllık tarih değil, Osmanlı tarihindeki birliktelik vurgulanmalı.

Milli duygularımızdan bahsederken, bu gücü 2 bin-3 bin yıl öncesinin Orta Asyasında değil, hepimizin ortak geçmişi olan Osmanlıda bulmamız lazım.

 

7- Türkiye, Irakın bütünlüğünü savunmalı; ama kötü senaryoya da hazır olmalı.

Türkiyenin Kuzey Irak konusunda Kürtlerin korkulu rüyası olma stratejisini tamamen terk etmesi lazım. Biz Irakın bütünlüğünü savunuyoruz ama bölge için kötü senaryo yaşanacaksa, Türkiyenin orada doğacak olan Kürt oluşumunun düşmanı olmak yerine dostu olması daha doğrudur.

----------------------------

[bejan Matur / Kürt kökenli şair, yazar] PKK, Kürtlerin geleceğine ipotek koyuyor

 

Kürtler diyebileceğimiz yekpare, homojen bir topluluk yok. Kürtler derken beklentileri, politik kaygıları, anlayışları çeşitli bir topluluktan söz ediyoruz. Dolayısıyla Kürt sorununu tek başına sosyal, ekonomik ya da asayişle ilgili bir sorun olarak göremeyiz. Bir entegrasyon sorunu gibi görmek de yanlış ve yetersiz bir tespit. Çünkü Kürtler yaşadıkları topraklarda göçmen ya da göçebe değiller. Kürt sorununun temelinde bir kimlik talebi yani bir özgürlük ve demokratik hak talebi var. Aidiyet duygusundan beslenen bir var olma çabası meselenin kaynağını oluşturuyor bana göre. Yeryüzünün bu parçasında doğmuş ve üstelik tarihi boyunca oradan hiç ayrılmamış bir topluluğun kendisini yıllarca yok sayan, birlikte yaşadığı diğer topluluğa ben varım, beni gör, varlığımı teslim et demesiyle başlayan, sonrasında şiddete dönüşen ve bugüne gelen bir sorundan söz ediyoruz.

 

Karşılıklı olarak birbirimizi algılamamızda bir sorun olduğunu düşünüyorum. Basit bir empati değil sözünü ettiğim. Bu topraklarda yaşayan bir Kürtün kendisini nasıl hissettiği, nasıl tarif ettiği ile ortalama bir Türkün derinden ilgilendiğine dair kuşkularım var. Kürtler ve Türkler, bölgenin en çok kaynaşmış iki toplumu olabilir; ama bugün birbirlerini anlamalarının önünde ciddi engeller var. Dil meselesini ele alalım. Düşünün, geçen gün Osman Baydemir de söyledi, binlerce Kürt Türkçeyi okul sıralarında biraz da zorla öğreniyor. Benim çevremde de hemen herkes böyleydi. Ablalarım, arkadaşlarım Bu nasıl bir ayrışma yaratıyor görmek lazım. Benim çocukluk yıllarımda okulda bir öğretmenimiz vardı ve her gün adına gizli polis dediğimiz bir arkadaşımızı görevlendirir evlerinde anneleriyle Kürtçe konuşan talebeleri tespit ettirirdi. Şimdi bunun yarattığı travmayı bir düşünün. Durum böyleyken Kürtlerin ne sorunu var? diyen insanlar, kitleler var bu ülkede. Aynı biçimde Kürtler de Türkleri algılamakta zorlanıyorlar. Karşılıklı birbirimizi anlayabileceğimiz insani bir dil bulmak zorundayız her şeyden önce. Politik bir zemin bulmadan önce insani bir zemin yaratmalıyız, çünkü politik tercihlerimiz ne olursa olsun birbirimizin travmalarını, acılarını anlamaktan mahrumuz. Politik, ekonomik adımlardan daha önemli bu.

 

Bu kadar derin kökleri olan bir sorunda, çözüm şudur gibi afaki cümleler kurmak pek anlamlı değil. Tam tersi büyük çözüm önerilerindense, küçük de olsa her kazanımı önemsememiz gerekiyor. Bir yanda bazı Kürt siyaset çevreleri bu kadar sınırlı bir özgürlük zemini varken "ABnin Kürtlere vereceği haklar bize yetmez, biz bunları kabul etmiyoruz" gibi ifadelerle ortaya çıkıyorlar. Bu bakış açısı sorunu daha baştan kilitliyor. AB sürecinde elde edilecek kazanımların Kürtlere sağlayacakları bu çevrelerin çok da umurunda değil. Çünkü Kürtler adına siyaset yapanlar bağımsız bir irade gösteremiyorlar. İmralıya bağlılar. Kürtler adına söz aldıklarında sıraladıkları talepler iki maddeyle sınırlı. Dağdakiler indirilsin, Öcalan serbest bırakılsın. PKKnın legalleşme ihtiyacının Kürtlerin geleceğine ipotek koyduğu açık. Kürtler açısından en temel sorun bu bence.

 

Kürtlerle Türklerin birlikte yaşama iradesinin erozyona uğradığı endişesi taşıyor bazı insanlar. Ortak bir acıyı yüklenmekten uzaklaşıyoruz uyarısı yapanlar var. Eğer birlikte yaşama iradesini önemsiyor ve bu irade yok olursa olsun demiyorsanız, en fazla bu erozyonla mücadele etmeniz gerekir. Bu mücadelenin özü de her şeyden önce şiddete karşı olmaktır. Son günlerde her kesimden şiddet dursun çağrıları yapılıyor. Bunu saygıyla karşılıyorum ama bu çağrı tek başına bir anlam taşımıyor; Şiddet devam etsin diyen yok zaten. Önemli olan şiddetin durması karşılığında hangi adımları atmaya, nasıl bir bedel ödemeye hazır olduğun. Bu hem Türk kamuoyu için hem de Kürt siyasetçi ve aydınları için geçerli. Durduğun yerden hiçbir adım atmadan, bir bedel ödemeyi göze almadan, yani şiddeti besleyen politikalardan uzaklaşmadan şiddet dursun çağrısı yapıyorsan amacının gerçekten şiddetin durmasını sağlamak olduğunu söyleyemezsin. Daha açık söyleyeyim: Haklarımı istiyorum diyerek birilerini öldürüyorsanız dünyadaki hiçbir savaşı, şiddeti antidemokratik uygulamayı kınamaya hakkınız olmaz. Eğer haklarını istiyorsan Gandhi gibi ölmeyi göze almalısın. Çünkü öldüren olmaktansa ölen olmak felsefi, etik, insani açıdan daha saygıya değer. Kimse herhangi bir amaç için şiddeti meşru göremez. Devletin güvenlik güçleri kendi vatandaşını öldürmeyi doğal hak ve ahlaken meşru göremez. Mecbur kalır da şiddet uygularsa şiddete maruz kalan insanların acılarını anlamak, onarmak zorunda.

 

AB sürecinin Türkiye demokrasisine sağlayacaklarının sorunun aşılmasında etkili olacağı kesin. Fakat bu sürecin başında beliren bazı tepkilerin de doğru okunması ve tehlikeli yanının deşifre edilmesi gerekiyor. Mesela Türkiyeli, Batılılaşma çabasındaki sınıflar, tam ekonomileri düzelmiş, Avrupa rüyası gerçekleşecekken önlerine Kürt sorunu gibi ertelenmiş, üzeri örtülmüş ve hâlâ kanamakta olan devasa bir kambur çıkıyor. Dahası bu mesele onlara Ortadoğu ile bağlantıda olduklarını hatırlatıyor. Yani unutmak istediğimiz Doğulu yanımızı irticadan çok günümüzde Kürt meselesi temsil ediyor. Beyaz Türkler, Kürtleri Avrupa ile bütünleşmenin önündeki engel gibi algılıyorlar. Ama sırtındaki bu kamburun oluşmasındaki rolünü yok sayarak yapıyor bunu. Son olarak, Türkler için ne kadar demokrasi istiyorsak, bu topraklarda yaşayan Kürtler için de o kadar demokrasi talebimiz olmak zorunda.

--------------------------------------

[ÜMİT FIRAT - Serbesti dergisi yazarı, şiddet karşıtı Kürt aydını kimliği ile öne çıkıyor.] Reform sürecini baltalamaya çalışanlara müsaade edilmemeli

 

1- PKK, Türkiyenin AB sürecini engellemeye çalışıyor; reform sürecinin önünün kesilmesine izin verilmemeli.

PKKnın, Türkiyenin AB sürecini engellemeye çalışması önemli bir konu. PKK, Avrupa Birliğine düşman. Bakın şimdi 1 Haziran 2004te Kandilde Zübeyir Aydar, tek taraflı ateşkese son verildiğini açıkladı. Oysa biliyoruz ki aslında savaşa son vermişlerdi. Ateşkese falan değil. Ben ateşkese son verilmesini, Türkiyenin o dönemde girdiği reform sürecinin önünün kesilmesiyle bağlantılı buluyorum.

 

2- Kimse AB standartlarındaki hukuk sisteminden kaçıp Asya devleti olmak istemez.

AB standartlarındaki bir ülkenin yurttaşları kolay kolay karanlık bir aleme doğru gitmek istemez. Ayrıca BASK bundan 20 yıl önce birleşik bir BASK hayali kuruyordu. Ama şimdi buna gerek yok ki. Artık gümrük, sınır kalmadı. Birleşme hayalinin de pratik olarak ilişki rahatlığı sonrasında sona ereceğini düşünüyorum.

 

3- İnsanları dağa çıkmaya iten şartların ortadan kaldırılması gerekir.

PKK, Kürt meselesinin kendisi değil. Ama bugün ortaya çıkan en önemli sonuçlarından biridir. Dolayısıyla PKK meselesini çözmeden Kürt meselesinin özüne yaklaşmak son derece zordur. Ama bu, fiziki olarak yok etmek suretiyle olmaz, insanları dağa çıkmaya, silahlı mücadeleye iten koşulların olabildiğince azaltılması gerekir.

 

4- Genel af bir paket içinde sunulmalı ve Kürt meselesine ilişkin konular bu pakete alınmalı.

Siyasi genel affın PKK bakımından çok fazla bir anlamı yok. Çünkü bir insan hâlâ dağa gitmekte ise dağda cazibe merkezi varsa o insanın oraya gitmesini genel afla engelleyemezsiniz. Genel af bir paket biçiminde sunulmalı. Pek çok özgürlüğü, hukuki yapıyı beraberinde getiren Kürt meselesine ilişkin düzenlemeler bu paket içinde yer almalı. Bunu siyasi partiler yapacaktır. Seçimlerden önce de siyasi partiler oy kaygısı ile böyle bir taahhütte bulunmazlar. Hükümet kurdukları zaman da problemin üzerine gittiklerinde seçmenlerini aldatmış olacaklarına inanırlar. Bu nedenle hep bir kısırdöngü ve çaresizlik içinde yuvarlanıp gidiliyor.

 

5- Yer isimleri, dil, ifade özgürlüğü gibi konular yeniden ve daha özgürlükçü düşünülmeli.

 

6- Koruculuk meselesinin zaman içinde ıslah edilip çözülmesi lazım.

Koruculuk meselesinin bir yola konulması şart. Koruculuk sorununun hadi sizi terhis ettim demek suretiyle çözülmeyeceğini biliyoruz. Bunlara emekli maaşı bağlanabilir. Buna karşın bu maaş ömür boyu verilecekse ellerinden silahları alınmalıdır.

 

7- Genelde Kürtlere ne olmaması tavsiye edildi, biraz da ne olmaları konusunda yapıcı öneriler yapılmalı.

------------------------

[MÜMTAZER TÜRKÖNE - Gazi Üniversitesi öğretim üyesi, Zaman yazarı] Sorunun çözümü için empati duygusunun gelişmesi gerekiyor

 

1- Terör amacına ulaşıyor; bunu önlemek için toplumun sağduyusuna ihtiyaç var.

Terör amacına ulaşıyorsa bu, terörü sonsuz miktarda çoğaltır. Terörün amacına ulaşmadığını gösterecek olan da toplumun sağduyusu. Sakin, soğukkanlı aklı topluma telkin etmemiz lazım.

 

2- Kürt sorununu kimsenin yönetmeye niyeti yok.

Sorunu yönetme konusunda da ciddi bir problemimiz var. Siyasi ortama basit gerginlikler hakim. Türkiye, bir yıl sonra seçime girecek, bir de bunun yarattığı bir gerginlik var. Bunlar sorunları içinden çıkılmaz hale getiriyor, zorlaştırıyor, ağırlaştırıyor. Çok basit gerginlikler siyasi parti rekabeti devreye girdiği zaman beklemediğiniz sonuçlar ortaya çıkarıyor.

 

3- Türkiyede empati duygusunun gelişmesi gerek.

Ben sorunun çözümü için empati duygusunun geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

4- MHP ve lideri Bahçeli, olayları sokağa dökmemeye çalışıyor; bunun desteklenmesi lazım.

Türk-Kürt gerginliğinde meselenin içinden çıkılmaz hale gelip gelmeyeceği MHP'nın tavrına bağlı. MHP lideri, sokağa çıkılmasını baskı altında tutuyor. Toplumsal şiddet eylemlerinde bulunulmasını yasaklıyor. Türk-Kürt gerginliğini Bahçeli, bilinçli ve ısrarlı olarak durduruyor. Onun ciddi manada desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekiyor.

 

5- Zaman Gazetesi gibi sicili temiz kurumların doğru mesajlar vererek gerginliği yumuşatması gerekiyor.

Ben özellikle toplumda oluşan basıncı alma konusunda Zaman Gazetesine çok ciddi görevler düştüğüne inanıyorum. Çünkü Zaman Gazetesi, çok ciddi bir otorite mevkiinde. Sicili temiz. Verdiği mesajlar etkili. Çözüm tamamen halkın psikolojisinin yönetilmesine bağlı. Türk-Kürt gerginliğini mümkün olduğu kadar yumuşatmak, bunu anormal bir durum olarak tanımlamak ve yerleştirmek, ondan sonra da toplum üzerindeki o basıncı almak çok önemli.

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

YARIN: Kürt meselesinde bugüne nasıl gelindi?

Gönderi tarihi:

Zaman gazetesi bir yaraya daha parmak basti ama bu parmak basmadan cika cika Kürtlere bir özerklik cikiyor cözüm olarak.Ayricalikli ekonomi,Ayricalikli yatirim Ayricalikli egitim.baska ne kaldi geriye?benim Karadenizli hemsehrim ne diyecek buna peki,demiycekmi ki, ey!devlet banada ayricalikli ekonomi,egitim,yatirim uygula diye,veya benim cerkez hemsehrilerim istemeyecekmi ayricalikli seyleri.

Nedense hep sicili temiz!!gazeteler böyle yaralara zevkle parmak basiyorlar,Devlet gecmisteki hatalardan ders almalidir;iyi güzel alsin tabiiki,o bölgeye degil bütün bölgelere yolllar yapilsin elektrik getirilsin sanayi yatirimlari yapilarak insanlarin calisabilmeleri para kazanabilmeleri saglansin ve insanca yasam standartlari arttirilsin. ,tamam bunlari zaten hep istiyoruz ama sadece Güneydogu icin degil tüm ülke capinda bu seferberlik yapilmalidir.Kürtce hep konusulurdu ve yinede konusuluyor,ha belki bukadar yaygin degildi.

Üniter bir devletin herhangi bir bölgesine terörü önleyeceksiniz amaciyla ayricali kalkinma programlari uygulayamazsiniz,bu teröre hizmettir,o bölgede ve diger bölgelerde mevcut olan ekonomik ve sosyal problemleri ortadan kaldirirsiniz,egitimi ve refahi ülke sathinda en ücra köselere tasirsiniz,Kürt ,laz ,cerkes ve Türk demeden vatandas olma yükümlülügüne tabi tuttugunuz insanlara devlet olarak en iyiyi vermeye calistiginizda o insanlar size sadik olacaklardir,bundan kimsenin süphesi olmasin.Terörün belirlenmis bir nedeni yoktur,velevki bir nedeni olsun,yani terörü önlemek icin her neden icin ayri bir tavizmi vermeniz gerekmektedir.Bence bu ayricalikli olmak cözüm olamaz cünkü bu ayricalikli olmanin sonu bilinmez.

saygilarla

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Çatışmayı topluma yaymak istiyorlar, bu oyunu bozalım :excl:

 

 

Türkiye, Eruh-Şemdinli baskınının yaşandığı 15 Ağustos 1984'ten beri bölücü terörle mücadele ediyor. Binlerce insan hayatını kaybetti, yüz milyar dolarlarla ifade edilen millî kaynak heba oldu. Türkiye'nin kanayan yarasını masaya yatıran Zaman Ortak Akıl Toplantısı, ‘Kürt meselesi'ne çözümler aradı. Yaklaşık 40 maddelik çözüm önerileri sıralayan aydınlar, sivil gücün daha çok inisiyatif alması üzerinde durdu. Ardından da önemli bir uyarıda bulundu: “Dağdaki çatışmayı topluma yaymak istiyorlar. Bu oyunun bozulması lazım. Atılacak ilk adım tansiyonu düşürmeye yönelik olmalı.”

 

Kürt meselesindeki en büyük birleştirici unsurun din olduğuna dikkat çeken aydınlar, İslam ortak paydasında buluşan Türkler ve Kürtlerin Malazgirt, Çaldıran ve Çanakkale'de omuz omuza savaştığını belirtiyor. Ancak son dönemlerde dinî duyguların zayıflaması, insanlar arasındaki kardeşlik bağlarını zedeledi.

 

Aydınların üzerinde durduğu bir başka konu da devletin kendi vatandaşıyla ilişkilerini sağlıklı bir yapıya oturtamaması. Etnik grupların ihtiyaçlarını görmezden gelmenin terör örgütüne yaradığını ifade eden yazarlar şu tespiti yapıyor: “Mesela Türkiye'nin bir Kürdoloji enstitüsü yok. Bin yıl birlikte yaşamış da olsanız, yanınızdaki insanın konuştuğu dili sözlük haline getirmeyi düşünememişsiniz. Şu anda Kürt çalışmalarının başını çeken, yöneten PKK'dır. Kendinize yasakladığınız alanı, PKK'ya özgür kılmışsınız.”

 

Birçok ülkenin terör örgütünü desteklediğini hatırlatan uzmanlar, 5 sene önceki Kürt meselesiyle bugünkü sorunun aynı olmadığını kaydediyor. AB'nin ‘azınlık' tanımı, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Irak'ın bölünmeye doğru gitmesi, Kerkük petrol bölgesinin durumu ve İsrail ilgisi olayın boyutunu değiştirdi. Kürtler arasında kafa karışıklığı yaşandığına dikkat çekilirken, “Dünya bölgesel entegrasyona giderken, ayrılmak lehimize olur mu?” sorusuna verilecek cevabın büyük önem taşıdığı vurgulanıyor.

 

Aydınlara göre, Türkiye'deki kamu düzeni ve asayiş sorunu da Kürt meselesiyle irtibatlı. Mafyalaşma sebebiyle insanlar adil ve eşit rekabet şartlarında geçimlerini temin edemeyince, kendilerini illegal yollara başvurmak zorunda hissediyor. Bu noktada Kürt ve anti-Kürt kimlikleri önemli hale geliyor.

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

ALİ BULAÇ

Gazeteci - Yazar

 

Dünya entegrasyona giderken ayrılmak doğru mu?

 

5 sene önceki Kürt meselesiyle bugünkü aynı değil. Avrupa Birliği’nin Kürt konusunu ilerleme raporuna alması ve açık bir şekilde sahip çıkması, Kürtlerden azınlık olabilecek bir etnik grup olarak söz etmesi, bu sorunun rengini değiştirdi.

 

ABD de şimdi soruna daha müdahil görünüyor. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde Irak’ın bölünmesi, bu süreçte Kerkük petrol bölgesinin kurulacak muhtemel Kürt oluşumuna verilecek olması ve İsrail’in bu konuya ilgisi sorunun boyutunu değiştirdi.

 

Bunun birtakım sonuçları ortaya çıktı. Kürtler kendi içlerinde şizofrenik bir duruma düştü. Kürt halkıyla, eliti ve aydınları arasında bir gerilim yaşanıyor. Halkın genelinde bir korku başladı. İki şekilde ortaya çıkıyor bu. Biri ‘bütün dünya arkamızda, AB ve İsrail bizi destekliyor? Ayrılmak doğru bir karar mı?’ İkincisi, ‘bütün dünya bölgesel entegrasyona doğru giderken, ayrılmak lehimize mi olur aleyhimize mi?’ Araplar, Farslar ve Türklerin tarihsel husumetlerini kazanır mıyız? ABD ve Avrupalılar geçmişte olduğu gibi bizi bir kere daha satar mı? Satsa ne olur? Bunu çok ciddi bir biçimde Kürtler kendi içlerinde tartışıyor.

 

AB’nin azınlık tanımından bölge halkı rahatsız

 

AB ilerleme raporlarında açıklanan, azınlık olabilecekleri yönündeki ifade, Kürt halkında ciddi bir rahatsızlığa yol açtı. Kürt elitinde belki bir rahatlık sağladı ama halkta rahatsızlığa sebep oldu. Çünkü azınlık statüsüyle hak ve özgürlükler konusunda avantaj kazanacak olsalar da azınlık olmak gayrimüslim duruma düşmek demek. Bu çok ciddi travmaya sebep olabilecek bir faktör. Benzer ifadeye Alevilerin de sıcak bakmaması doğru bir tanımlama olmadığını gösteriyor.

 

Bölgeye baktığımızda, şehirleri ya Türklerin ya Süryanilerin ya Arapların ya da Ermenilerin kurduğunu görüyoruz. Bir Kürt şehri yok. Kürt mimarisi yok. Kürtler şehre indiği zaman bir süre sonra o şehrin rengine bürünüyor. Kolayca ona adapte olabiliyorlar. Batıya gelenler hem sermaye açısından hem kültürel açıdan diğer etnik gruplarla kolaylıkla entegre oluyor.

 

Din ve tarihin Balkanlar ve Kafkasya’da kışkırtıcı, çatışmayı derinleştirici bir rol oynadığını; fakat Kürt meselesinde birleştirici olduğunu görüyoruz. Şimdi dinin itibardan düşürülmesi, dini duygunun şu veya bu sebeple zayıflaması bu çatışmanın ve yabancılaşmanın artmasının önemli sebeplerinden bir tanesi. Özellikle Güneydoğu’daki medreselerin çok hızlı bir biçimde 80’lerden itibaren tasfiye edilmesi bunda önemli rol oynamıştır.

 

Sevr’i ilk yırtan Kürtler olmuştur

 

Tarihsel olarak da Türkler ile Kürtlerin çatışma değil, kritik noktalarda ortak hareket ettiklerini görüyoruz. Tarihimizde 3 önemli kritik dönem var. Bunlardan biri 1071’dir. Bugün Güneydoğu dediğimiz bölge Hz. Ömer’den bu yana zaten Müslüman’dı. Türkler 1071’de Malazgirt üzerinden Anadolu’ya geldiklerinde o bölgenin Kürt ve Arapları 10 bin asker verdiler Alparslan’a. Anadolu’nun Müslümanlaşması için. Bizans ordusundaki Müslüman Kürt subaylar Alparslan’a yardım etti. Bu çok önemli bir şey. İkinci olarak, İdrisi Bitlisi’nin Çaldıran’da, Yavuz’un doğu seferinde oynadığı rol, Kürtlerin İran ile Osmanlı arasında tercih etme noktasında o kritik anda Osmanlı’nın yanında yer almaları son derece belirleyici olmuştur. Son olarak Kürtler, Mustafa Kemal’in, yanında yer almışlardır. Bu son derece önemlidir. Ve bence adil olmak gerekirse Sevr Antlaşması’nı ilk yırtan Kürtler olmuştur. Halbuki Arapların önemli bir bölümü çekip gitmiştir. Demek ki burada tarih ve din önemli, tabii meselenin sosyal, ekonomik ve uluslararası boyutları var. Bir de güvenlikle ilgili bir boyutu var. Yani uluslararası güvenlik sistemi bunu hangi çerçevede manipüle ediyor? Türkiye’nin, İran’ın veya Suriye’nin aleyhinde bunu kullanmak istiyorlar ve isteyeceklerdir. Fakat bu Kürt meselesinin kendi iç dinamikleriyle bir sorun olarak ortaya çıkmasını anlamsızlaştırmıyor. Hatta tam aksine daha fazla bunun üzerinde yoğunlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Kürtlerin Türklerle evlenme oranı yüzde 9. Bu yüksek bir rakam. Bir başka önemli nokta, Balkanlarda etnik çatışma başladığında 350 bin evlilik ilk yıl boşanmayla sonuçlandı. Fakat Türkiye’de bugüne kadar çatışmadan dolayı boşanma olduğu duyulmadı, görülmedi.

 

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

SEDAT LAÇİNER

Uluslararası ilişkiler ve Ortadoğu uzmanı, 18 Mart Üniversitesi öğretim üyesi

 

Öncelikli sorun devlet-vatandaş sorunu

 

Öncelikli sorunun devlet-vatandaş sorunu olduğunu düşünüyorum. Adıyaman’da, Diyarbakır’da, İstanbul’da, devlet vatandaşıyla ilişkilerini oturtmakta ciddi sorunlar yaşıyor. İkincisi Kürt sorunu. Üçüncüsü bir bölgesel kalkınma meselesi. Dördüncüsü, terör-güvenlik sorunu. Sorunların hiçbiri diğerini atlamayı gerektirmiyor ve birini anlamadan diğerlerini anlamak da mümkün değil.

 

Kürt sorununa bakıldığı zaman, sadece Kürt sorununda değil Ermeni meselesinde de, -Rumlar artık aramızda yok ama Rum meselesinde de- üç aşağı beş yukarı benzer bir sorunla karşı karşıyayız. Türkler bu etnik grupları tanımıyor. Mesela bir Kürdoloji Enstitüsü yok Türkiye’nin. Kürtleri araştıran bir merkez oluşturmayı her zaman tehlike olarak görmüş. Mesela Ermenice-Türkçe sözlük yok. Aynı durum Kürtler için de geçerli. 1000 yıl birlikte yaşamış da olsanız, yanınızdaki insanın konuştuğu dili bir sözlük haline getirmeyi dahi düşünememişsiniz. Ben burada art niyetin sonradan ortaya çıktığını düşünüyorum. 12 Eylül darbesinden sonra, Kürtçü hareketlerle veya Ermenilerle karşılaşıldıktan sonra devlette ‘biz bunu yaparsak ülke bölünür’ düşüncesi ortaya çıkmıştır. Şu anda Kürt çalışmalarının başını çeken, yöneten PKK’dır. Kendinize yasakladığınız alanı, PKK’ya özgür kılmışsınız.

 

Asıl mesele Türklerin milliyetçiliğin ne olduğunu bilmemesinden kaynaklanıyor. Milliyetçiliği birlikte yaşadıkları etnik gruplardan öğreniyorlar. Kurtuluş Savaşı’nda Rumlardan, Ermenilerden Türkçülüğün ilk nüvelerini aldığımız gibi, şu anda da Kürtçülük ve PKK teröründen Türkçülüğü öğrenmeye çalışıyoruz. Bu çok tehlikeli bir süreçtir. Kürtler ayrı sınırların içinde yaşamıyorlar, yani Ermenilerden çok daha farklı bir durumla karşı karşıyayız. Burada ülkenin bölünmesi noktasında PKK’dan çok Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin alacağı tavır önemli. MHP bir yandan İslam’la ilişkisini, dinle ilişkisini sorgulamaya başladı, diğer taraftan da Kürt ve Türk arasındaki farkı PKK ile mücadeleye kıyasla belirlemeye başladı. MHP Türkçülüğü tanımlamaya çalışıyor, bu tanımlama içerisinde Kürt’ün ayrışmasını anlamak daha kolay. Dinci-Türkçü veya dindar Türkçülük gibi kendisini AK Parti’den ayırt edebilecek aşırı bir tanım geliştirmeye çalışıyor.

 

Toplumumuzda linç kültürü olduğuna dair de şüphelerim var. Türkiye’nin başka bir topluma göre linçe daha meyilli olduğunu düşünmüyorum. Toplumun sinirlerine basarsanız, bir insan nasıl tepki verirse aynen öyle tepki alırsınız. Bu sinirlerle oynayanlar, o sinirleri korumak görevinde olanlar ise iş daha da çığırından çıkar. Kürtçü bir gösteri yapılıyor aynı simalar, Türkçü bir gösteri yapılıyor yine aynı simalar. Kendi zihinlerindeki Türkçülüğü yerleştirmek için Kürtçülüğü bir araç olarak kullanmak, PKK’yı şehre indirmek isteyenler var.

 

PKK bağımsızlık hareketi değil

 

Dünyadaki en kronik terör hadiselerinden birisiyle uğraşıyoruz. 26 yıldır yaşanan ve önümüzdeki 26 yılda yaşanmaması için hiçbir ümidimiz olmayan bir olayın içindeyiz. PKK, Kürt meselesini aşar nitelikte bir olay. Üst kadroda gayrimüslimler var. Bunlar akıl tabakasını oluşturanlar. Bir taşeron örgütlenme görüyorsunuz. Bu bir Kürtçü bağımsızlık hareketi değil. Amerika’dan İran’dan rol bekleyen bir örgüt var karşımızda.

 

PKK’nın kendi yaptığı ankette, ‘Önderiniz kimdir, ruhani olarak kimi kendinize yakın görüyorsunuz?’ dendiğinde birinci olarak Zerdüştlük çıkıyor. Bunun iki boyutu var. Anadolu’daki dönmeler ile Ortadoğu ve dışında kalan bölgelerdeki Hıristiyan unsurlar PKK içerisinde yerini almış. Öldürüldükleri zaman çok net çıkıyor bu ortaya. Anadolu toprağında Müslüman olmayan bir kişinin savaşmasının çok büyük bir anlamı olması lazım. Türkiye’de şöyle bir yaklaşım var. Bu devlet o kadar çok hata yapıyor ki -işte 301 yüzünden yaşanan mahkeme süreçleri gibi - her haltı bu devlet işler mantığıyla düşünen ve hareket eden bir grup, bir de devlet hiçbir şey yapmaz mantığını güden bir grup bulunuyor. Oysa gerçekler bunun dışında. Ermenilerle PKK’lıların ortak imzalarını taşıyan bildiriler, belgeler var. Birlikte düzenledikleri eylemleri var.

 

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE

Gazi Üniversitesi öğretim üyesi, Zaman Gazetesi yazarı

Ekonomik çıkar çatışması da etnik kökene bağlanıyor!

 

Türkiye’nin kamu düzeni, asayiş sorunu var. Özellikle İstanbul’da kural tanımayan, hukuk tanımayan mafyalaşma sorunu var. Herhangi bir sorun çıktığında, insanlar kamu otoritesi aracılığıyla haklarını elde edemiyor. İnsanlar adil, eşit rekabet koşullarında geçimlerini temin edemiyor. Mutlaka kendilerini önlerindeki illegal yollara başvurmak zorunda hissediyor. Bu ciddi anlamda bir kamu düzeni sorunu. Bundan sonra bu sorun karşımıza ‘Kürt sorunu’ olarak çıkıyor. Çünkü insanlar, koşullar adil olmadığı zaman otomatik olarak sırtlarını dayayacakları bir cemaat hayatı yaratır. Kürt kimliği çok önemli hale geliyor. Türk için de anti-Kürt olmak çok önemli hale geliyor. Ekmeği elinden alınıyor, diyor ki, ‘bu Kürt olduğu için alınıyor’. Karşılaştığı sıkıntıyı etnik kimliklerle açıklamaya çalışıyor, aslında etnik bir sorunla yakından uzaktan alakası yok. Hatta kap-kaç olaylarıyla ilgili komplo teorileri üretiliyor. ‘Bu PKK’nın bir işidir’ diye. Kürt sorununu içinden çıkılmaz hale getirecek gibi görünen mesele de bu. Linç olaylarından bahsediliyor. Linç kültürü bu toplumda var ama Kürtlere yönelik bir linç kültürü gelişiyor diyorsanız, bundan önce şunu söylemeniz lazım: Linçin gerçekleştirilebileceği bir zemin var demektir. Kamu otoritesi bunu engelleyemiyor demektir. Kamu düzeni, asayiş sorununun, kendi başına Kürt sorununu içinden çıkılmaz hale getirdiğini düşünüyorum.

 

Etnik kimlikleri öne sürerek çatışmak ilkel bir şey. Vahşi bir şey. İnsanı insanlıktan çıkaran bir şey. Şimdi öyle anlaşılıyor ki önümüzde duran çözüm büyük ölçüde Türkiye’de tansiyonu düşürmek. Sorumluluk bilincini artırmak ve bu gayri insani eğilimi teşhir etmek. Çünkü bu büyük ölçüde halka da yayılan bir havayla tetikleniyor. Yani tutup basit bir ekonomik çıkar çatışmasını etnik kökene indirgemek, Kürt olmasıyla suçlayıp arkasına destek almaya çalışmakla, toplumsal olayda ‘vurun öldürün’ diye insanlıktan çıkmak arasında çok ciddi manada bir fark yok. Bu sorumluluk bilincini ve insani nitelikleri yeniden vurgulamak, önümüze çıkacak sorunların büyük bir kısmı için önemli hale gelecek.

 

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

MUSTAFA AKYOL

Gazeteci-yazar, ‘Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek’ isimli kitabı var.

 

Aşırı Kürtçü de aşırı Türkçü de İslâm’dan rahatsız

 

Meselenin adı Kürt sorunu. Meselenin tanımına girersek bence bu bir eksik entegrasyon sorunu. Kürt vatandaşlarının bir kısmı Türkiye’ye entegre olmuş durumda. Yani kendilerini Türkiye toplumunun bir parçası kabul ediyorlar ve geleceklerini Türkiye’de görüyorlar. Bir diğer kısmı ise Türkiye’ye entegre olamamış olanlar. Bunlar Türkiye vatandaşı olmaya devam edecekler mi yoksa başka formüller mi arayacaklar? Bu uzun vadede bağımsızlık olabilir ya da ona giden federasyon gibi birtakım hedeflerden söz edilebilir. Eksik entegrasyon neden var peki? ‘Her ne kadar Cumhuriyet 1920’de kuruldu, Türkler kurdu’ dense de, Mustafa Kemal Paşa’nın 1920’de Meclis’te yaptığı konuşmada ifade ettiği gibi, Türkiye anasır-ı İslamiye üzerine kurulmuş bir ülke. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman unsurları. Türkler hakim olmak üzere, Kürtler, Çerkezler hatta Araplar diye devam ediyor. Zaten Kurtuluş Savaşı’nda düşmana karşı birlikte mücadele ediyorlar. Türkiye, PKK terörü ile karşılaşıncaya kadar Kürt realitesini inkar etti. Rahmetli Özal’dan başlayarak bir realiteyi kabul etme süreci başladı. İnsanlara dillerini yasaklayarak belli bir kimliği kabul ettirmenin ne Türklere ne de Kürtlere fayda sağlamadığı görüldü. Sorun, kendini Kürt olarak ifade eden, ‘ben Kürt’üm; ama aynı zamanda TC’nin mutlu bir vatandaşıyım, bu Cumhuriyet’in sınırları içinde yaşamaktan memnunum, bu bayrağı sahipleniyorum, ortak kaderimiz var, tarihimiz var’ diyen bir bilincin nasıl yerleşeceği? Kürt vatandaşlarımızın bir kısmında zaten bu yerleşmiş durumda.

 

Entegrasyonun çok farklı yönleri var. Biri ekonomik entegrasyon. Güneydoğu’da pek çok insanın Türkiye’den ekmek yediğini, Türklerle iş yaptığını hissetmesi gerekir. Bugün önde gelen Kürt işadamları, iş bağlantıları ve batıda yerleşmiş bulunmaları gibi nedenlerle ayrılıkçı harekete sempati beslemiyor. İkinci kritik konu ise kültür meselesidir. Hepimiz Osmanlı İmparatorluğu’nun çocuklarıyız. Bu birikimin kültürel olarak sahiplenilmesinde fayda var. Türklük kelimesinin bir etnik manası bir de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı anlamı var. Üst kimlik olarak Türklüğün, TC vatandaşlığı olarak içinde farklı etnik kökenleri barındırdığı net bir şekilde ifade edilmeli ve Kürt vatandaşları kapsadığı hem entelektüeller hem de devlet tarafından ortaya konulmalıdır. Ayrıca, Türk devletinin Kürtleri kucakladığını çok açık bir biçimde göstermesi gerekir. Kürt kültüründen, Kürt müziğinden yararlanılmalı, Kürdoloji enstitüsü ve Kürt tarihi gibi kavramlara tavır koymayıp bilakis, Osmanlı’dan beri gelen Türkiye zenginliğinin bir parçası olarak bu benimsenmelidir.

 

Din tehdit olarak mı görülmeli?

 

Kürt milliyetçileri, özellikle ayrılıkçılar İslam’dan rahatsızlar. Bu konuda internette çok yayın var. “İslam’dan kurtulmadıkça bağımsız Kürdistan’a sahip olamayacağız. Çünkü hep İslam nedeniyle Türklerle, Araplarla kardeşlik masalına inandık” söylemini kullanıyorlar. Diğer taraftan da Nihal Atsız ekolündeki Türkler de yayın yapıyor. Bunlar da aynı şekilde İslam’dan rahatsız. İslam’ın birleştirici ruhunun sürekli aleyhinde propaganda var. İlginç bir şekilde Türkiye’nin Türkçüleri ve Kürtçüleri ortak bir noktada buluşuyor; İslam ve Osmanlı geçmişine tepki. Bundan uzak duruyorlar. Türkiye’de devletin bu durumda şunu sorması gerekir: Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunmanın yolu nereden geçiyor? İslam, Türkiye’ye tehdit olarak mı görülmeli yoksa güvenliğin temeli olarak mı? Bunu devletin yeni baştan düşünmesi gerekli. Siyaseten baktığımızda da Güneydoğu’da Kürtlerin geçmişte Demokrat Parti’yi, Özal’ı desteklediğini görürsünüz. Daha sonra Refah ve AKP’yi görüyorsunuz. Yani Güneydoğu’da PKK çizgisindeki partilerin alternatifi Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylemine sahip bir parti değil. CHP değil; AKP. Niçin o?

 

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

ÜMİT FIRAT

Serbesti Dergisi yazarı, şiddet karşıtı Kürt aydını kimliği ile öne çıkıyor.

 

Çatışmanın topluma yayılması planlanıyor, bu oyunu bozalım

 

Türkiye’nin bazı devlet politikaları ne yazık ki birçok Kürt’ü silahlı mücadeleye itti. 1984’te cezaevindeydim. PKK ve onun lideri hakkında bazı ön bilgilere sahip olmasaydım ben de cezaevinde ‘helal olsun iyi ki başlattılar’ diyebilirdim. O hareket ve önderine güvenmediğim için endişeyle karşıladım. Ama 1984 koşullarında o bölgeye baktığımızda hiç de garipsenecek bir durum yoktu. 1970’te Nisan’da bölgede komando operasyonları diye toplu köy aramaları başlamıştı. Askerler köyleri basıyor, topluca köylüleri soyunduruyor, olağanüstü eziyetler yapıyordu. 1970’te 3 yaşındaki çocuklar 1980’li yıllara gelindiğinde militan olma çağına geldi ve dağlara gitti. Cezaevindekiler de çıktığında onlar da dağa katıldı. Kullanılmış olmalarına rağmen, çok kötü niyetli, pek çok uluslararası çıkar ilişkisi peşinde koşan ülkelere, siyasetçilere rağmen cezaevinden çıkıp da dağlara gitmemek bayağı sabır işiydi.

 

Türkiye, AB sürecinde artık bir dünya devleti olma kararı aldı. İşte o zaman ben ve pek çok Kürt arkadaşım umut beslemeye başladık. Hukukun üstünlüğü olacaksa artık biz de burada yer alırız, bu ülkede yaşayabiliriz dedik. Ama şunu söylemeliyim; Türkiye’yi yönetenler baskı ve asimilasyonla bu işi götürmeye çalıştılar. Hâlâ götürmeye çalışıyorlar. En azından Avrupa’ya adım atmak ve Kopenhag Kriterleri’ne uyum sağlamak üzere bunun olmayacağını anladılarsa, o zaman biz de bu ülkenin başka insanlar gibi özgür yurttaşı olmayı neden tercih etmeyelim? Ederiz. Ve bugün de onun mücadelesini veriyoruz. Türkiye’de potansiyel olarak AB ile temel hak ve özgürlüklerin yerleşmesine en büyük destek Kürtlerden gelmektedir. Bütün hayal kırıklıklarına rağmen, Türkiye’nin özgürlüklerin yaşandığı bir ülke olmasına yönelik olarak Kürtlerde büyük bir umut, bir beklenti vardı. Korkarım, bu son zamanlarda gittikçe kırılıyor.

 

PKK-Ermeni işbirliğinde Rus parmağı

 

PKK’nın ‘Kürdistan’ dediği topraklara, Ermeniler, ‘Ermenistan’ diyor. PKK ve Asala 1981’de Beyrut’ta kol kola girmiş olabilir. Bu işbirliği için KGB ajanlarının her iki tarafı da manipüle ettiğini düşünüyorum. PKK, Urfalı bir köylü delikanlının, Şam’da ortaya çıkıp ‘artık bir silahlı mücadeleye gireyim, arkamda da militan ordum var, bu işi başlatayım’ deyişiyle ortaya çıkmadı. Birtakım devletler, siyasetler, lobiler işin içinde olmasa böyle bir silah pazarına giremezsiniz. Öyle Abdullah Öcalan’ın kafasına esip de vereceği bir kararla gerçekleşecek olay olmadığı açıktır. Onun zaman zaman ateşkes çağrısı yapması ve bunu uygulamaya koyması çok pahalıya ödettirilmiştir. Mesela Şemdin Sakık 1995’te, bir ateşkes döneminde İran’dan bir grup PKK militanıyla silah teslim alıyor sınır bölgesinde. Silahlar kamyondan inerken, İranlı teğmen geri yükleme emri veriyor. ‘Ne oluyor?’ diyorlar. Gidin, şefinize sorun; ateşkesi ilan ederken bize mi sordu? 24 Mayıs 1993 günü MGK toplantısında Güneydoğu’da ekonomiyi iyileştirme tedbirlerinin acilen yürürlüğe konulması, bir hafta sonra da OHAL’in kaldırılması, eylemlere katılmayan PKK’lıların cezalandırılmadan bırakılması, eylemlerde bulunanların da kademeli aflarla günlük hayata kazandırılması kararı alındı. Aynı gün hükümet toplandı. Demirel ve Erdal İnönü’nün de bulunduğu bir Bakanlar Kurulu toplantısında MGK kararı benimsendi. Ama o toplantı dağılmadan Bingöl’de 2 otobüs durduruldu. 33 er ve 2 sivil kurşuna dizildi. Aradan 6,5 yıl geçtikten sonra bir daha ‘savaşa son’ çağrısı yapıldı. O yıla gelene kadar 6,5 yılda neler oldu? Savaş en yüksek düzeye o dönemde tırmandı. En çok insan kaybı o dönemde verildi. Türkiye, her yıl bütçesinde olmayan 10 milyar doları borçlanarak askerî harcamalara ayırdı. Görülüyor ki bir tarafın ‘ben bu işten vazgeçtim’ demesi yetmiyor. Birtakım uluslararası ilişkiler, politikalar var. En son Diyarbakır’da Koşuyolu Parkı’nda patlayan bomba da 33 er tarzı, bir şeyin ertelenmesi, gündeme alınmaması yönünde bir olaydı. ‘Kim yaptı?’ sorusunun cevabını aramıyorum. Bunu yapıyorlar. Bu da insanların daha fazla birbirinden ayrışmasını haber vermektedir. Vahim olan da budur. 15-20 yıl önce Kürtler içinden çıkan ya da çıkarılan bir örgütle Silahlı Kuvvetler arasındaki çatışmanın, bugün ne yazık ki topluma yayılması planlanıyor. Bu çok vahim. Esas olarak benim için Kürt meselesinden daha önemlisi Kürtlerin ve Kürt olmayanların sonu belli olmayan kanlı bir boğazlaşmaya gitmesi. Kim kaybeder; herkes kaybeder.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.