Φ yam_yam Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Arkadaşlar; bu bölümde inançların kökenleri ile ilgili çeşitli kaynaklardan edindiğim notlarımı göreceksiniz. Hem çalışmalarım devam ettiği için, hem de konu oldukça uzun olduğu için, bu notları parça parça aktaracağım. Bu noktada sizden ricam; konunun bütünlüğünün bozulmaması için bu konu ile ilgili cevap ve görüşlerinizi "İNANÇLARIN KÖKENLERİNE CEVAPLAR" başlığı altına yazmanız. Buraya aktaracağım bilgiler kesinlikle taraflı değil, tarihi gerçeklerden ibarettir. Zaten kaynaklarını da belirteceğim. Aslında bu çalışmayı foruma, bitirdiğim zaman aktarmayı düşünüyordum. Ancak çok uzun bir konu olacağından, okunması ve kavranması daha kolay olsun diye, şimdiden aktarmayı uygun gördüm. Faydalı olması, ve teist arkadaşların göz ardı etmemesi dileğiyle... Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Bekleyelim ve görelim.. İnşallah TÜRLERİN KÖKENİNE benzemez..)) Alıntı
Φ bozan Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Arkadaşlar; bu bölümde inançların kökenleri ile ilgili çeşitli kaynaklardan edindiğim notlarımı göreceksiniz. Hem çalışmalarım devam ettiği için, hem de konu oldukça uzun olduğu için, bu notları parça parça aktaracağım. Bu noktada sizden ricam; konunun bütünlüğünün bozulmaması için bu konu ile ilgili cevap ve görüşlerinizi "İNANÇLARIN KÖKENLERİNE CEVAPLAR" başlığı altına yazmanız. Buraya aktaracağım bilgiler kesinlikle taraflı değil, tarihi gerçeklerden ibarettir. Zaten kaynaklarını da belirteceğim. Aslında bu çalışmayı foruma, bitirdiğim zaman aktarmayı düşünüyordum. Ancak çok uzun bir konu olacağından, okunması ve kavranması daha kolay olsun diye, şimdiden aktarmayı uygun gördüm. Faydalı olması, ve teist arkadaşların göz ardı etmemesi dileğiyle... BAK YA. WALLA SAĞOL BİZİM İNANÇLARIMIZIN KÖKENLERİNİ BİR İNANÇSIZ ANLATACAKMIŞ. SEN İNANÇSIZLIĞIN KÖKENLERİNİ YAZ BENCE NE ANLARSIN İNANÇTAN. AYRICA İNANÇSIZLIĞIN VE SALDIRGANLIĞINI ANLAMAK İÇİN SENİN İNANÇ ÜSTÜNE SÖYLEVİNİ DEĞİL KÜÇÜKKEN BAŞINDAN GEÇEN HANGİ HADİSE YÜZÜNDEN İNANMADIĞINI TESPİT ETMEK LAZIM. BOZAN SEVGİYLE KAL. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 TEK TANRI DÜŞÜNCESİNİN DOĞUŞU Mezopotamya halklarının çok tanrılı bir dine inandıkları, bu dinin komşu ülkelerde de yürürlükte olduğu ortaya konmuştur. Mezopotamya halkları arasında olduğu gibi, Anadolu’da da, bütün tanrıların bağlı olduğu bir baştanrı vardı. Başlangıçta, yerleri, suları, gökleri yöneten ayrı bölge tanrıları bulunduğuna inanıldığından, baştanrıların sayısı üçtü; Gök tanrılarının baştanrısı; su tanrılarının baştanrısı ; yer tanrılarının baştanrısı. Zaman içinde tanrı kavramının soyutlaşması sonucunda, baştanrı sayısı bire indi ve bütün tanrıları yöneten bir baştanrı bulunduğu inancı gelişti. Mezopotamya, Anadolu, eski Mısır dinlerinde yaygınlaşan, daha sonraki dönemlerde Samilere ve İbranilere geçerek gelişen bu baştanrı anlayışı, bütün Sami topluluklarında El (İl) sözcüğüyle dile getirilirdi. İ.Ö. XIV. yy. ortalarında, Mısır’da firavun Amenofis IV (İ.Ö. 1370’ten İ.Ö.1352’ye), tek Tanrı görüşünü ortaya attı. Mısır’da inanılan bir çok tanrının, insanlar tarafından türetilmiş olduğunu, bu Tanrı’nın, evrenin yöneticisi, düzenleyicisi olduğunu, firavunun da onun adına yönetip, yasa koyduğunu, toplumu düzenlediğini savunuyordu. Ne var ki, Amenofis’in (inancını yaymaya başladıktan sonra “Akhenaton” adını almıştı) bu düşünceleri, güçlerini, etkilerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Teb rahiplerinin şiddetli tepkisiyle karşılaştı ve Akhenaton’un ölümünden sonra, Mısır’da yeniden Teb rahiplerinin çok tanrılı dini ağır bastı. Bununla birlikte, görünüşte bastırılmış da olsa, gizli gizli gelişmeye, yayılmaya başlayan tektanrıcılık, bir süre sonra Mezopotamya’ya ve Anadolu halklarına geçti. Özellikle Mezopotamya’da, Sami toplulukları arasında ilgi görerek, bazı krallar tarafından da benimsendi. Ama, eski inançların baskısı, rahipler topluluğunun etkisi altında olan, özellikle de kralların tanrısal nitelik taşıdıkları anlayışını benimsemiş topluluklar için, bu görüşe bağlanmak kolay değildi. Buna karşılık, sürekli olarak yaşadıkları yerlerden püskürtülen, göçebelikten kurtulamayan, başka ulusların saldırılarına uğradıkları için sık sık farklı inançların baskısı altında kalan Samilerden İbraniler, bu görüşü benimsemeye çok daha yatkındılar. Gerçekten de, İbraniler, tarih boyunca komşu halkların saldırılarından kurtulamayan bir bölgede yaşadıkları için, sık sık yer değiştirmek zorunda kalıyor, Harran-Filistin-Suriye-Mısır arasında gidip geliyorlardı. Filistin’e yerleşen topluluklar bile, orada uzun süre baskıdan, saldırıdan uzak kalamıyorlardı. Mısır’a göçtükleri sırada da doğal olarak bu tektanrıcı düşüncenin etkisi altında kalmışlardı. Görüldüğü gibi tektanrıcı anlayışın gelişmesinin, yayılmasının temelinde, eski Mısır, Mezopotamya, Anadolu halkları arasında kurulan komşuluk ilişkileri, savaşlar, karşılıklı saldırılar ve sürekli göçler yatmaktadır. Mezopotamya bölgesine yönelen bütün saldırılar, önce İbranileri (İsrailoğullarını) topraklarından ayrılarak başka ülkelere göçmek zorunda bırakmış, İbraniler, Mezopotamya halklarının saldırılarına uğradıkça Mısır’a, Mısır’dan kovulunca da ya çöllere ya da Filistin’e göçmüşlerdir. Ayrıca Mezopotamya halklarından Asurlular ve Babilliler, İbranilerin barındıkları Filistin topraklarını sık sık ele geçirerek, onları başka bölgelere sürmüşlerdir. (Dinler Tarihi Ansiklopedisi Cilt 1 Sayfa: 249-250) Akheneton'un bir şiiri Tanrı uludur, birdir, tektir. Ondan başkası yoktur. Bir tanedir, O'dur her varlığı yaratan Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh... Ta başlangıçta vardı Tanrı, Tek varlıktı o. Hiç birşey yokken o vardı. Herşeyi o yarattı (...) Ezelden beri süregelen varlığı, Ebediyete kadar sürecek, Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu. İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman. GÜNEŞ KRAL AKHENATON'UN TANRI ATON İÇİN YAZDIĞI ŞİİR Göklerin ufkunda belirmen ne kadar güzeldir, Ey! Hayatın temelinde yaşayan Aton, Sen doğu göğünün ufkunda doğduğunda, Tüm memleketi güzelliğinle doldurursun, Uzaklaşsan da, ışınların dünya üzerindedir, Ne kadar yüksek olursan ol, Senin adımlarının izleri gündüzdür, Sen, ışınlarını dağıttığın zaman, Mısır'ın her iki ülkesi de bayram eder, Hepsi uyanık ve ayaklarının üzerindedir, Çünkü Sen, onları uyandırmışsındır, Onlar tüm organlarını sende yıkarlar, Ve kollarını kaldırıp, Sen'i şafakta selamlar, Sonra tüm dünyada herkes kendi işini yapar, Hayvanlar otlardan zevk alırlar, Ağaçlar ve bitkiler çiçeklenirler, Kuşlar, kanatları sana doğru ibadet edercesine kalkık, Bataklıklarda uçarlar, Sen üzerlerinde oldukça onlar yaşarlar, Kadında çocuğu Sen yaratırsın, Ananın karnında çocuğa Sen hayat verirsin, Sen ana rahminde dahi çocuğu besleyensin, Ne zaman civciv kabuğu içinde bağırsa, Sen ona hayat vermek için nefes verirsin, Ey Tanrım, Senin ne kadar çok eserlerin vardır, Sen! Ebediyetin hakimi! Senin isteklerin hep iyidir, Sen yaşamın ta kendisinin ve yaşam Sen'de yaşar, Tanrım Sen yaşamsın ve yaşam ancak sende görülür http://stu.inonu.edu.tr/~f0399191/akh.html Alıntı
Φ bozan Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 MEZOPOTAM HALKALRI FALAN DEĞİL. İŞİ SÜMERLERDEN BAŞLATACAKSIN ONU DAMI BİZ SÖYLEYELİM. SÜMERLERDE DAHİL OLMAK ÜZERE TÜM ÇOK TANRILI DİNLERDE TANRILAR PANTEONUNDA BİR BAŞ TANRI VARDIR. TANRININ HERBİR SIFATI FARKLI NBİR PUTLA YA DA PUTÇUKLA İFADE EDİLMİŞ HEPSİ BU SEN NEREDE NE SATIYORSUN. SAĞDON SOLDAN KOPYALA YAPIŞTIR YAPMA VARSA BİR FİKRİN KENDİN YAZARSIN. İNAÇSZILIĞIN SENİ RAHATSIZ EDİYOR DOSTUM, İÇİN İÇİNİ KEMİRİYOR. BU YÜZDEN BURAYA SÜREKLİ KENDİ İNANÇSIZLIĞINI DESTEKLEYECEK YAZILAR YAZIP KENDİ KENDİNİ AVUTMAYA ÇALIŞIYORSUN. BAK İNANALAR NEDEN İNANIYORUZ DİYE SAYFALAR HARCIYOR MU JHAYIR ÇÜNKÜ ADAM İNANMIŞ. SEN İNANMADIĞINA BİLE İNANMIYORSUN DOSTUM. BİR FİKRİN VARSA KOPİ YAPMADAN KJENDİMN YAZ. SENİN O VERDİĞİN ADRESLERE PEKALA HERKES ZATEN ULAŞIR ARAMA YAPTIRARAK SEN KEN Dİ DÜŞÜNCENŞİ YAZ HEOSİ BU BOZAN SEVGİYLE KAL. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Yanlış 1- Tek tanrı inanacı ilk insandan bu yana vardı... Bahsettiğin dönem daha dünkü dönem.... Akhenotonun iman ettiği söylenir. Daha çok gerilere git çok.. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Arkadaşlar ; herkes görüşlerini belirtebilir. Ancak siz daha çok konuyu sabote etmeye çalışıyorsunuz gibi geliyor. Daha ilk mesajımda sizden "görüş ve cevaplarınızı (falanca) başlık altına yazın " diye ricada bulundum. Buna konuya önem göstermenizi rica ediyorum. Alıntı
Φ bozan Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Arkadaşlar ; herkes görüşlerini belirtebilir. Ancak siz daha çok konuyu sabote etmeye çalışıyorsunuz gibi geliyor. Daha ilk mesajımda sizden "görüş ve cevaplarınızı (falanca) başlık altına yazın " diye ricada bulundum. Buna konuya önem göstermenizi rica ediyorum. 'NE OLDU YANDIN MI ? SU İÇ SEN ORUÇ DEĞİLSEN. Daha ilk mesajımda NE İLK MESAJI YAHU. SEN NE ZAMANBU FORUMA MESAJ YAZDIN. DAHA İLK KOPYALAMAM DA DİYECEKTİN HERALDE. BAK DOSTUM SEN FARKINDA DEĞİLSİN .......... İNANÇSIZSAN İNANMIYORSAN BU SENİN BİLECEĞİN İŞTİR, HERKES SAYGI GÖSTERİR. AMA İNANAMADIĞINA İNANMADIĞIN İÇİN BURAYA SÜREKLİ İNANALARLA İLGİLİ BİRŞEYLER KOPYALIYORSUN YA ÇOK KOMİK OLUYORSUN DOSTUM. HADİ SANA BİR KIYAK GEÇELİM BELKİ DE SENİN İNANÇSIZLIK İLAHIN DOĞRU SÖYLÜYORDUR. NE OLDU SOĞUDUN MU. ŞİMDİ ÖYLEYSE NEYE İNANDIĞI KONUSUNDA SAĞLAN İNANÇLILARI KOPYALARINLA BOĞMA ARTIK. BİR FİKRİN VARSA ONU DE. BOZAN SEVGİYLE KAL. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Böyle kasıtlı, yalan ve yanlış bilgilerin kendi haline kalması ve sanki kabul görmüş gibi eleştiri almaması, okuyanların yanlış bilgilendirilmeleri açısından tehlikeli diye düşünüyorum.. ve buraya yazacağımı, oraya yazmayacağımı belirtiyorum.. Senin böyle bir lüksün olamaz.. Kabul etmiyorum.. Saygılar.. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Böyle kasıtlı, yalan ve yanlış bilgilerin kendi haline kalması ve sanki kabul görmüş gibi eleştiri almaması, okuyanların yanlış bilgilendirilmeleri açısından tehlikeli diye düşünüyorum.. ve buraya yazacağımı, oraya yazmayacağımı belirtiyorum.. Senin böyle bir lüksün olamaz.. Kabul etmiyorum.. Saygılar.. Aktarmış olduğum bilgiler tarihi bilgilerdir. Sizin dogmatik inançlarınızla bağdaşmıyor olması, onların yalan, ya da yanlış bilgiler olduklarını göstermiyor. Daha ilk mesajımda telaşlandığınıza, konuyu sabote etmeye kalktığınıza göre, ileride ne yapacağınızı merak ediyorum doğrusu... Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Bizim aktardığımız bilgiler tarihi değilmi..))) Bak zeki arkadaşım.. Burada kendine ait bir sayfa açıpta kimse yazmasın ben yazayım diyemezsin..Sanki mutlak doğruymuş gibi.. Madem öyle bende kendime göre bir topic açayım, kimse karışmasın fikirlerimi yazayım, okuyanlarda kendi hallerine değerlendirsinler.. Ha.. sen illaki ben böyle birşey yapmayı istiyordum diyorsan, git bloguna yaz.. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Bizim aktardığımız bilgiler tarihi değilmi..))) Bak zeki arkadaşım.. Burada kendine ait bir sayfa açıpta kimse yazmasın ben yazayım diyemezsin..Sanki mutlak doğruymuş gibi.. Madem öyle bende kendime göre bir topic açayım, kimse karışmasın fikirlerimi yazayım, okuyanlarda kendi hallerine değerlendirsinler.. Ha.. sen illaki ben böyle birşey yapmayı istiyordum diyorsan, git bloguna yaz.. İlk mesajımda bunu belirtmiştim. Konunun sürekliliği açısından daha doğru olduğunu düşündüğümden dolayı, cevapların ayrı başlıkta takip edilmesini uygun görmüştüm. Konuyu bir bütün halinde de buraya aktarıp, cevapların altına sıralanmasını da sağlayabilirdim. Anlayış göstereceğinizi ummuştum, fakat yanılmışım. Kimseyi bunun için zorlayamam. Bu sadece bir ricaydı,ancak bu ricaya uymayacağınız anlaşıldı. Ne diyeyim, nereye isterseniz oraya yazın. Alıntı
Φ bozan Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 İlk mesajımda bunu belirtmiştim. Konunun sürekliliği açısından daha doğru olduğunu düşündüğümden dolayı, cevapların ayrı başlıkta takip edilmesini uygun görmüştüm. Konuyu bir bütün halinde de buraya aktarıp, cevapların altına sıralanmasını da sağlayabilirdim. Anlayış göstereceğinizi ummuştum, fakat yanılmışım. Kimseyi bunun için zorlayamam. Bu sadece bir ricaydı,ancak bu ricaya uymayacağınız anlaşıldı. Ne diyeyim, nereye isterseniz oraya yazın. SEN DİYECEKSİN Kİ ŞURAYA YAZ BİZ ORAYA SEN DİYECEKSİN Kİ BURAYA BYAZ BİZ ORAYA. YOK YAHU. SEN ÖNCE İNANMADIĞINA BİR İNAN İSTERSEN DOSTUM. SONRA BOŞ ZAMANLARINDA KOPYALA YAPIŞTIR YAPARSIN. BOZAN SEVGİYLE KAL. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 SEN DİYECEKSİN Kİ ŞURAYA YAZ BİZ ORAYA SEN DİYECEKSİN Kİ BURAYA BYAZ BİZ ORAYA. YOK YAHU. SEN ÖNCE İNANMADIĞINA BİR İNAN İSTERSEN DOSTUM. SONRA BOŞ ZAMANLARINDA KOPYALA YAPIŞTIR YAPARSIN. BOZAN SEVGİYLE KAL. Belli ki çok zoruna gitmiş bozan. Hay aksi...Bak üzüldüm şimdi. Seni bu kadar kızdıracağını bilseydim, yazmazdım yahu. (Laf aramızda daha bir iştahla yazacağım artık) Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Yanlış 1- Tek tanrı inanacı ilk insandan bu yana vardı... Bahsettiğin dönem daha dünkü dönem.... Akhenotonun iman ettiği söylenir. Daha çok gerilere git çok.. Akhenaton'u peygamber de yaparsınız siz şimdi. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 ÖBÜR DÜNYA İNANCI Mezopotamya bölgesinin verimliliği ve gelişmesi sonucunda komşu halkların saldırısına uğraması, yağmalanması, insanların toplu olarak tutsak edilmesi, öldürülmesi, güçlünün güçsüzü ezmesi, yeni yeni kavramların doğmasına yol açtı. Söz konusu komşu halkların saldırılarının yoğunlaştığı bir bölgede yaşayan Yahudiler, sürekli göçebe yaşamak, bir bölgede yerleşememek zorunda kalıyorlardı. Artık, koruyucu tanrılar, komşuların saldırılarını önleyemiyorlardı. Bu güçsüzlük, Mezopotamya insanının düşüncelerinde eskiden beri kök salmış olan “öbür dünyada, yaptığının karşılığını görme” inancını geliştirdi. Anadolu’dan, Mısır’dan Mezopotamya’ya yapılan sürekli saldırıların yanı sıra, Samilerin yurduna güneyden gelen halkların akınlar düzenlemeleri, durumu büsbütün kötüleştirdi. Mezopotamya’nın saldırılar, göçmenler, savaşlar sonucu uğradığı büyük sarsıntılar, insanların düşüncelerini de etkilemeye koyuldu; inançlar sarsılmaya başladı; dışardan gelenler ile bölgenin yerlileri arasında, inanç ayrılıkları yüzünden çatışmalar ortaya çıktı; eski inançların yerini yenileri aldı. Bunun sonucu olarak da, Mezopotamya halklarının inancına göre, tanrılar yeryüzüne gücendiler.Yeryüzünde eski inançlara duyulan saygı, sevgi ortadan kalktığından, insanlar bağışlanmaz suçlar işlemiş duruma geldiklerinden, onlara “dur” deme zamanının, işledikleri suçların cezasını vermelerinin zamanının geldiğine karar verdiler.(D.T.A cilt 1 s:243) Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2005 Tamamda kimmiş bu tanrılar onu neden yazmadın, sanki. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Yahudilik (ya da Musevilik), Yahudilerin dinidir. Yahudi sözcüğü kutsal kitaplara göre peygamber olarak bilinen Yakup ile eşi Lea’nın oğulları Yahuda’nın (ya da Yehuda) adından türetilmiş, daha sonra onun izinden yürüdüğü söylenen bir ulusun dinine ad olan bir kavram niteliği kazanmıştır. Sami soyundan gelen ve Filistin’de yaşamış olan Yakup’un ikinci bir adı da “İsrael” dir. Bundan dolayı, Yakup’un soyundan gelenlere , bundan sonraki dönemlerde, Ben-i İsrail (İsrailoğulları) adı da verilmiştir. “İsrael” sözcüğünün “güreşte yenen” bir çarpışmada “üstün gelen” anlamını içerdiği bilinmektedir. Kutsal kitaplarda anlatılan çeşitli öykülere göre, Yakup, düşünde tanrı Yehova’yla güreştiğini ve onu yendiğini görmüş, bunun üstüne ona “güreşte tanrıyı yenen” anlamında “İsrael” adı verilmiştir. Musa’nın yaşamıyla ilgili efsaneye benzer bir efsanenin de Akkad kralı Sargon için söylendiği, kazılardan elde edilen levhalardan anlaşılmıştır. Bu levhalara göre, annesi Sargon’u gizlice doğurmuş, sonra bunun duyulmaması için çocuğu sazdan örülmüş bir sepetin (ya da sandığın) içine koyarak üstüne ziftle sıvadıktan sonra bir akarsuya bırakmıştır. Sığ suda yüzen sepeti gören bir bahçıvan, alıp açınca içindeki çocuğu bulmuş ve evine götürüp iyi bir bahçıvan olarak yetiştirmiş, tanrıça iştar, çok sevdiği bu çocuğun alınyazısını değiştirerek, kral olmasını sağlamıştır. Bu iki efsane arasındaki benzerli, kuşkusuz, rastlantısal değildir. İsrailoğullarının, Babil kralları tarafından tutsak edildikleri bilindiğinden, iki efsane arasında, bu tutsaklık yıllarının etkileri bulunduğu düşünülmektedir. Ayrıca, bütün Mezopotamya ve Mısır dinlerinde büyük, başarılı kralların doğuşlarının doğaüstü olaylarla bağlantılı olduğu, onların daha çocukken bazı üstün başarılar gösterdikleri, olağanüstü güçlerle donatıldıkları inancı yaygındır. Bu inanç, kralların tanrısal güçler taşıdıkları düşüncesinden doğmuştur. Musa’nın çevresinde yaratılan insanüstü başarı öykülerinin kökeninde, bu eski dinlerin izleri yatmaktadır. (dta 1.cilt s:253) Geleneğe göre, Musa başlangıçta bir çoban olarak göreve başlamış, sonra kendisinde bazı olağanüstü yeteneklerin bulunduğunu anlamış (kutsal kitaplara göre, tanrıdan gelen seslerden) önce kendi yakınlarını, arkadaşlarını, sonra da bütün halkını kurtarmak düşüncesiyle ileri atılmıştır. Bu düşünce ona tanrının bir bağışıdır. Tanrı, Musa’ya önce doğru yolu insanlara göstermesini, halkını kurtarmasını, firavunun baskısına, egemenliğine son vermek için çalışmasını, ayaklanmasını, baskıya karşı bütün güzüyle direnmesini buyurmuş, bu konuda kendisine yardımcı olacağını bildirmiştir. Ne var ki, haksızlığa başkaldırma, baskıya direnme, halkını tutsaklıktan kurtarmak için çalışma, firavunun egemenliğine son verme gibi eylemlerin kaynağı ne olursa olsun, bunları yalnızca dine dayalı inançlarla açıklamak olanaksızdır. Bu düşüncelerin arkasında siyasal eğilimlerin yattığı bir gerçektir. Musa, başlangıçta bir din yayıcısı değil, bir kurtarıcı, bir yöneticidir. (dta 1.cilt s:255) Tevrat’a göre Musa’nın, kayınbabası Meydan kahini Yetro’nun sürülerini güttüğü sırada , israiloğullarının durumu yürekler acısıdır; “iniltileri göklere yükselmektedir”. Bu durum karşısında Tanrı, daha önce İbrahim’le (Abraham ya da Abram), İshak’la (İzaak), Yakup’la (Yakob) yapmış olduğu anlaşmayı, ittifakı düşünür; İsrailoğullarının durumunu anlar: “Ve sürüyü çölün arkasına götürdü ve Allah’ın dağına, Horeb’e geldi. Ve Rabbin meleği bir çalı ortasında ateş alevinde ona göründü ve Musa gördü ve işte çalı ateşle yanıyor ve çalı tükenmiyordu. Ve Musa dedi : Şimdi döneyim ve bu büyük manzarayı göreyim, çalı niçin yanıp tükenmiyor? Ve görmek için döndüğünü Rab görünce, Allah onu çalının ortasından çağırıp dedi : Musa, Musa! Ve o: İşte ben, dedi. Ve (Tanrı) dedi: Buraya yaklaşma; çarıklarını ayaklarından çıkar, çünkü üzerinde durduğun yer mukaddes (kutsal) topraktır. Ve dedi: Ben babanın Allah’ı , İbrahim’in Allahıyım Ve Musa yüzünü örttü, çünkü Allah’a bakmaya korkuyordu. Ve Rab dedi: Gerçekten Mısır’da olan kavmimin sıkıntısını gördüm ve angarya memurlarının yüzünden onların feryadını işittim; çünkü onların acılarını bilirim; ve onları Mısırlıların elinden kurtarmak için ve onları, o diyardan iyi ve geniş bir diyara, süt ve bal akan bir diyara, Kenanlı ve Hittî (Hitit) ve Amorî (Amurru) ve Perizzi ve Hilvî ve Yebus’ilerin yerine çıkarmak için indim. Ve şimdi işte İsrailoğullarının feryadı bana erişti; ve hem de Mısırlıların onlara ettikleri cefayı gördüm. Ve şimdi gel de beim kavmimi, İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarmak için seni firavuna göndereyim.” (Çıkış,Bap3,1-10) Tevrat’ın bu cümlelerinden, Musa’nın görevinin ne olduğu açıkça anlaşılmaktadır.Tanrı Musa’ya bütün insanları aydınlatması, onları doğru yola getirmesi, suçtan kurtarması için görünmemiş, yalnızca İsrailoğullarını kurtarması için görünmüştür. Oysa o çağlarda firavunların baskısı altında ezilen, inleyen, ehramların yapımında kırbaçla çalıştırılanlar, yalnızca İsrailoğulları değildi; ülkede yüzbinlerce yabancı tutsak vardı. Tanrının bu insanlar içinde yalnızca Musa’nın halkını görmesi, onlara “benim kavmim” demesi, dinle değil, siyasetle bağlantılıdır. Bu nedenle Musa’nın peygamberliğinin kökünde siyasal düşünceler yatar. Musa’nın yaşamı, görevleri, Mısır’da yaptığı işler, firavunla olan ilişkileri, başarıları, tarih açısından değerlendirilememektedir.Bu konuda kutsal kitapların yazdıkları ile tarihin yargıları arasında bir bağlantı yoktur. Mısır’da ve “Filistin” diye adlandırılan Kenan ülkesinde geçen olayların kökeninde bazı gerçeklerin yattığı, kutsal kitaplarda anlatılan olayların birer düş ürünü olmadığı kesindir. Ancak, bütün dinlerde olduğu gibi, Musa’nın dininde de olaylara daha ilgi çekici bir nitelik kazandırmak için efsanelerin, doğaüstü olayların karıştırıldığı, bazı tarih olaylarının, kaynaklarından uzaklaştırıldığı kesindir. (dta 1.cilt s:256) Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Bu yazıları biliyoruz ve bir sitede de okumuştum, neticeye gelelim musanın asası denizi ikiye yaran hani, bu ne iş. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Bu yazıları biliyoruz ve bir sitede de okumuştum, neticeye gelelim musanın asası denizi ikiye yaran hani, bu ne iş. Buraya parça parça alacağımı belirtmiştim lena. Bu yazdıklarım bir internet sitesinden alınma değildir. Yani copy-paste yapmıyorum. O yüzden biraz yavaş ilerleyecek. Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Bekleriz, iyi çalışmalar. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Bize göre ise... YAHUDiLiK (MÜSEViLiK) -------------------------------------------------------------------------------- Yaşayan ilâhî kaynaklı dinlerden, mensûbu en az olan bir din. Günümüzde yeryüzünde yaklaşık 15-24 milyon dolayında Yahûdî vardır. Yahûdili'ğin, dinler tarihinde özel bir yeri bulunmakta ve bu din, en eski ilâhi kaynaklı din olarak nitelendirilmektedir. Mâzisi birkaç bin yıl geriye giden bu dinin başta gelen özelliklerinden biri İsrail oğulları ile Tanrı arasındaki "ahd'e kutsal kitaplarında geniş yer ayrılmasıdır. Bu nedenle bu din, bir "ahid dini" olarak da bilinmektedir. İsrail oğullarının başına gelen bütün sıkıntıların, onların bu ahde uymamaları, verdikleri sözü tutmamalarından ileri geldiği, hem kendi mukaddes kitaplarında, hem de Kur'an-ı Kerîm'de belirtilmektedir. Bu din, Bâbil Sürgünü'nden sonra millî bir din haline getirilmiştir. Ancak bu din, tek Tanrı'ya, vahye dayanan mukaddes kitâba ve peygamberlere yer vermesiyle millî dinlerden; millileştirilip bir ırka tahsis edilmesiyle de, ilâhî dinlerden farklı bir durum arz etmektedir. Aslında bugünkü Yahudiliğin bir din mi, ırk mı, yoksa millet mi olduğu, pek net değildir. Tartışmaya girmeden onun kendine has özellikleri ve nitelikleri bulunan bir din olduğu, benzerinin bulunmadığı ve bu yüzden de tanımının zor olduğu söylenebilir. Çünkü Yahûdilikte din ve ırk içiçe girmiş olduğundan birini dinlerinden ayırmak güçtür. Onun en güzel tanımını, mukaddes kitaplarında yer alan "Balam" hikâyesindeki şu cümle yapmaktadır: "İşte ayrıca oturan bir kavimdir ve milletler arasında sayılmayacaktır"(Sayılar, 23/9). Yahudiler, mukaddes kitaplarında yer alan ifadelere dayanarak kendilerini, dünya milletleri arasından seçilmiş kavim olarak görürler. Tanrı, bu kavmi Sina'da kendine muhatâp kılmış, onlarla ahidleşmiş, onlardan buyruklarına uyacakları konusunda söz almış ve Hz. Mûsa'nın şahsında onlara Tevrât'ı göndermiştir. Bu dinin odak noktası, Kudüs'deki "Mâbed"dir. Tahribinden önce bu Mâbed'in bir odasında "Ahid Sandığı" bulunmaktaydı. Yahûdiliğin sembolü, "Yedi kollu şamdan" ve "altı köşeli yıldız" (Hz. Dâvûd'un yıldızı)dır. Yahudiliğin Tarihi Seyri M. Ö. İkinci bin yılın başlarında Yahudilik Hz. İbrahim'in oğlu İshak'la sahneye çıkmıştır. İshak'tan sonra Yakub (a.s) yerine geçti (İbn Haldun, Tarih,2/40). Yakub'un diğer adı "İsrail" idi. Dolayısıyla Yakub'un oğullarının adıyla anılan on iki kabile de İsrail oğullarını oluşturdu. Bundan sonra Yusuf (a.s)'un daveti (Taberî, Tarih,1/185) üzerine Yakub ve oğulları Mısır'a göç ettiler (İbn Esir, Kâmil, 1/155). Yahudilik, sözün tam manasıyla İsrail oğullarının Babil'de geçirdikleri sürgünden sonra inkişaf etmiştir. Oradan Filistin'e döndükten sonra (M.d. 538) İlahi şeriatı bildiren Tevrat, daha fazla bütün hayatın merkezi sanılmıştır. Yahudilere mahsus hükümleri havi Tevrat'a göre, Yahudiler yabancılarla evlenemezler. Bu durumda kendilerini ileride üstün ırk saymalarına kadar vahim sonuçlara ulaşmıştır (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, 110). M. Ö. İki binlere değin İsrail oğulları Mısır'da üçüncü sınıf insan muamelesi gördüler, orada tutsak kaldılar. Ta ki kavmin içinden (İsrailoğullarından) Musa'nın, onları Firavun'un zulmüne karşı Hak'la gelip kurtulmalarına kadar. İsrailoğulları Ken'an iline ulaşarak kurtuldular. Musa, Şeriatıyla İsrailoğullarına iki özellik kazandırdı. Biri, Allah'ın kanunlarına itaat etmek, diğeri ise isyana, başkaldırmaya yönelten bir tabiat hali. Ken'an ülkesinde başta Filistinliler olmak üzere çeşitli topluluklarla savaşmak zorunda kalan Yahudiler, İ.Ö 990 dolayında Hz. Davud'un peygamberlik ve liderliğiyle bileşik bir devlet (krallık) şeklinde örgütlenerek Kudüs'ü ele geçirdiler. Hz. Davut'a (a.s) gönderilen Zebur adlı semavi kitap, Tevrat'ın hükümlerini tasdikleyici olarak geldi. Bu yüzden Yahudilik İsa'ya kadar sürecektir. İ. Ö. Dokuzuncu yüzyıldan beşinci yüzyıla kadar Aramiler, Asurlular ve Babillilerle çeşitli savaşlar sürmüştür. Babilin Yahuda Krallığını ele geçirmesi ile İsrail oğulları yeni bir sürgün dönemine giriyordu. Yahudilik kendi tarihinde Büyük İskender'in İ.Ö. 322'de Filistin'i ele geçirmesi ile İ.Ö. 4-2 y.y'lar Helenistik bir dönemin başlangıcı olmuştur. Helenistik dönemde Suriye, Anadolu, Babil ve İskenderiye'de Yahudilik önemli merkezler elde etmişti. Bu dönemde Yahudiliğin kutsal metinleri Yunanca'ya tercüme edildi. Mısır'da zengin tarih, şiir, felsefe birikimi Yunan bilgisiyle oluştu. Bu dönem için biraz farklı bilgi şöyledir: Aşağı yukarı M.Ö. Üç yüz senesinden M.Ö. yüz beş senesine kadar Yâhudi dini büyük bir devir yaşamıştı. Selevkyalı hükümdarların, Yahudileri Helenistik fikir ve siyaset sistemlerine mecbur bırakmalarına karşı 175-143 seneleri arasında Makkabe'lerin isyanları sayesinde Yahudiler evvela dinî, sonra da siyasî hürriyet elde etmişlerdir. Selevkyalıların devrini müteakip Romalı hakimiyet devrinde tekrar Filistinli vatanperestlerin birçok isyan hareketleri meydana gelmiştir. O zaman da, Eski Ahid çeşitli kaynaklardan gelen, çeşitli yazar tertip edicilerin izlerini gösteren rivâyet, hikayet, tarihi ve şairane kısımlarının bir kül haline getirilmesinden sonra şimdiki şeklini almağa başlamıştır (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, III). "Yahudiliğin Helenistik dönem"i İ.Ö. 63-İ.S.135 arasında süren Roma egemenliğine kadar devam etti. Roma egemenliği sırasında bağımsız devlet fikri yoğunlaştı. Hristiyanlığın ortaya çıkmasıyla birlikte o yıllar Yahudilik en önemli mezhep çatışmaları yaşadı. Birbirini takip eden başarısız ayaklanmalar Yahudilikte büyük yıkıma yol açtı. Bunun ardından (doğal olarak) Yahudilik kendi içine dönmeye başladı. Bu dönem, "Talmud'un geliştirilmesi" adıyla II. yüzyıldan XVIII. yüzyıla değin sürdü. Filistin ve Babil'deki amoralar Filistin ve Babil talmudlarını vücuda getirdiler. Bunlardan Babil Talmudu Yahudi yaşamının o zamanlardaki temelini oluşturdu. Akdenizdeki Yahudi topluluğu V. yüzyılda parçalandıysa da Yahudi takviminin korunması ve hahamların çabalarıyla Avrupa'da Yahudi topluluğu tutunabildi. Diğer yandan Filistin'den Babil'e geçen hahamlık kurumu Yahudiliğin Şeriat sistemini bu yeni ülkenin şartlarına başarıyla uyguladı. VII. ve VIII. yüzyılda İslâm'ın genişlemesiyle birlikte "goon" adıyla anılan Babilli Yahudi önderler kendi geleneklerini bütün yahudi toplumlarına ulaştırdılar. Ortaçağda Yahudilik, kültürel köklerini Babil'e dayandıran Sefardi Yahudileri (ki bunlar Endülüs-İspanya'da idiler. Bunlar Müslüman-Arap kültüründen etkilenmişlerdir) ve Aşkenazi yahudileri (ki bunlar da Avrupa'nın latin-hristiyan kültüründen etkilenmiş Fransız-Alman Yahudileridir) türünde biçimlenmişlerdir. Yine XII. yüzyılda Alman Aşkenazileri arasında Hasidilik, XIII. yüzyılda Provence ve Kuzey İspanya'daki Talmud akademilerinde ortaya tefekküre dayalı olarak çıkan bir Kabala türü de Yahudi mistisizminin en tipik örneklerini oluştururlar. Bütün bu sayılan kültürlerin arasında çeşitli çatışmalar ortaya çıktı. Gerek bu çatışmalar, gerek hristiyan yöneticilerin baskıları ve gerekse 1306 yılında Fransa'dan Yahudilerin sürülmesi Yahudi kültürünü çözümsüz ve bağlılarının açıktan dinî bağlılığı söyleyememesi dolayısıyla dinin bağlılar açısından kendi içinde kalmasına sebep olmuş, bu durum XVIII. yüzyıla kadar sürmüştür. XVIII. yüzyıldan sonraki en önemli hareket Haskala adıyla bilinen Yahudi aydınlanması olarak gerçekleşti. Bu dönemde Haskala özellikle Rusya'da ruhbanlık karşıtı bir harekete dönüştü, toplumsal ve ekonomik reform talepleriyle birlikte gelişerek yayılma ortamı buldu. Batı Avrupa'da 1800-1815'te Napolyon döneminde başlayan "Yahudi Reformu Hareketi" de Haskala'ın ürünü sayılır. Reformcu yahudilik Almanya'da 1840'larda kurumlaşırken Avrupa'nın büyük bölümünde başarısız kaldı. Ancak ABD'de yaygınlaştı. Yine bu yıllarda "fanatik yahudilik" (1845) Almanya'sında görüldü. Fanatik Yahudilikte de günümüze değin sürecek gelenekçilik hakimdi. XIX.y.y'larda dindışı özellikleriyle "siyonizm hareketi" reform hareketlerinin sonuçlarından birisi olması açısından önemlidir. Siyonist hareket ulusal canlanma ve ana yurda dönme yönünde geliştirdiği plan ve programla 1948'de İsrail Devleti'nin kurulmasını sağlayacak kadar Yahudilik açısından başanlıydı. II. Dünya savaşı sıralarında Nazi Almanya'sının giriştiği Yahudi soykırımından bu yana Yahudilerin yerleşim açısından temel olarak Avrupa'nın dışında İsrail, SSCB ve ABD'de toplandıkları dikkat çeker. Günümüzdeki Yahudi İsrail Devleti resmen "gelenekçi yahudiliği" benimsemiştir. Bu genel bilgiden sonra, bu kavmin dünya literatüründe "Yahûdî, İbrânî, İsrail oğulları" gibi terimlerle adlandırılmasının kısaca açıklanması yapılacaktır. Çünkü konunun iyi anlaşılabilmesi bu terimlerin bilinmesine bağlıdır: Yahudî: Hz. İshâk'ın oğlu Hz. Yâkûb'un on iki oğlu vardı; dördüncü oğlunun adı "Yuda" veya "Yahuda" idi. Bu nedenle onun adına dayanarak İsrailoğullarına, "Yahudî" denmiştir. Filistin'in göneyinde kurulan Yuda veya Yahuda Krallığı da, ayrıca bu adın kaynağı olarak ileri sürülmektedir. Çünkü (Ürdün'ün batısı, Samiriye'nin güneyindeki bölge, yuda veya Yahuda adına nisbet ediliyordu. Esaretten sonra genel olarak halk "İsrailliler" diye adlandırılırken, şahıslar birbirine "Yahudi" diyorlardı. Böylece onların torunları da günümüze kadar bu adla anıldılar. İbrânî: Bu kelime, "İbrî" veya "Hibrî" kelimelerinden gelmektedir. Bu kelimeler, M.Ö. XV-XIV. yüzyıllarda Filistin'de görülen göçebe bir kabîlenin adıdır; "öte tarafın insanları" anlamında, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür kıyısından gelmiş olan göçmenleri ifade eder. Yahûdîlere bu ad, Ken'an ülkesinin yerlileri tarafından verilmiştir. Bu konuda Yahûdî mukaddes kitabında bilgi verilmektedir (Tekvîn, XI/27-28; Tesniye, XXVI/5-6). İsrâîl: Bu kelime, Tanrı ve insanlarla güreşip yenen anlamında Hz. Yâkûb'a, Tanrı tarafından verilmiş bir lâkabdır. Bu husus, Tevrât'ta yer almaktadır (Tekvîn, XXXII/28; XXXV/9-15; Hoşea, XII/4-5). Yahûdi Ansiklopedisinde kelimenin asıl anlamının belirsiz olduğu, Tevrat'ta "Tanrı ile güreşen" şeklinde yer almasına rağmen, "Tanrı ile mücâdele eden" anlamına gelebileceği belirtilmektedir. (The Universal Jevish Encyc, V/613). Taberî ise, Hz. Yâkub'a gece içinde Allah'a giden anlamında "İsrâil" dendiğini yazmaktadır (Taberî, Thiru't-Taberî, I/320). Ayrıca on iki Yahudî kabîlesi de "İsrail” adıyla anılmaktadır (Çıkış Hurûc, III/16). Ancak, bu adın, Hz. Süleymân'dan sonra ikiye ayrılan ülkenin kuzeyinde kalan bölümünü teşkil eden kabîlelerin krallığını nitelendirmek üzere kullanıldığını belirtmek gerekir. Bununla birlikte Bâbil Sürgününden sonra Yahûda (Yuda)'ya geri dönen İbrânîler, Yahûda kabilesine mensup olmalarına rağmen, genel olarak "İsrailliler" adını aldılar. Yahûdî inancına göre bu ad Yâkûb'a, Tanrı tarafından verilmiştir. Bu nedenle Yahûdîlik milli bir din, Yahova da millî bir tanrı olarak kabul edilmiştir. Onlara göre İsrail oğulları seçkin bir kavimdir. Sonraları bu ad genelde, bütün Yahudileri kapsayacak bir biçimde kullanılmıştır. Bugünkü Yahudi Cumhuriyeti de bu adı kullanmaktadır. Bu kavim, Ken'an diyarına (Filistin) yerleşmeden önce "İbrânî", orada "İsrailliler", Sürgün'den sonra da genelde "İsrailoğulları", ferden "Yahudi" şeklinde adlandırmıştır. Ancak bu üç terim, birbirinin yerine kullanılmış ve halen kullanılmaktadır; yani, üçüyle de aynı din mensuptan ve aynı topluluk ifade edilmektedir (G. Tûmer-A.Küçük, Dinler Tarihi, 110-111; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, II 361 vd). Tevrât'a Göre Yahûdîliğin Tarihçesi Yahûdîliğin tarihçesi, onların kutsal tarihini oluşturan mukaddes kitaplarına dayanır. Mukaddes kitap, âlem'in ve ilk insanın yaratılışından, peygamber Malaki'ye kadar geçen olayları içinde bulundurur. Samî ırkından sayılan İbrânîler, kildânilerin Ur şehrinden çıkıp Harran'a gelirler (Tekvîn, XI/27-30). Yahve (Tanrı), Abram'a (Hz. İbrahîm) Harran bölgesinden, Ken'an diyarına göçmesini buyurur. O da karısı Saray'ı, kardeşinin oğlu Lut'u (Hz. Lût) ve Harran'da kazandıklarını da yanına alarak Ken'an diyarına varırlar. O zamanlar orada Ken'ânîler bulunmaktaydı. Tanrı, Abram'a görünüp o ülkeyi, onun nesline vereceğini bildirir. Abram da, kendine görünen Rab için bir mezbah (kurban kesme yeri) yapar. Memlekette kıtlık çıkınca Abram, Mısır'a gider. Mısır'a yaklaştıklarında Abram, karısı Saray şöyle der: "İşte biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki Mısırlılar seni görünce: Bu, onun karısıdır derler ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana iyi davranılsın, senin sebebinle canım yaşasın diye: Onun kız kardeşiyim' de. Ve vâkî oldu ki, Abram Mısır'a girdiği zaman, Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler ve Firavun'un emîrleri onu gördüler ve onu Firavun'a medhettiler; kadın, Firavun'un sarayına alındı. Ve onun yüzünden Abram'a iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları oldu. Ve Rab, Abram'ın karısı Sara'dan dolayı, Firavun'u ve onun sarayını büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun, Abram'ı çağırıp dedi: Bana bu yaptığın nedir? Bu senin karın olduğunu niçin bana bildirmedin? Niçin, Bu benim kız kardeşimdir' dedin, ben de onu karı olarak aldım ve şimdi, işte karın, al ve git! Ve onların hakkında Firavun adamlara emretti; ve onu ve karısını ve kendisine ait olan her şeyi gönderdiler" (Tekvîn, XII/1-20). (copy-pastedir...) Saygılar... Alıntı
Φ bozan Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2005 yam yam SÜMERLER MEZOPOTAMYA HALKIDIR DEMİŞSİN. HALKIDIR ORANIN LAKİN ORAYA GÖÇLE GELMİŞLERDİR. ŞİMDİ BUNU ANLAMAMAKTA ISRAR EDEBİLİRSİN. SEVİMLİ BİRİSİN. AMA BİRİSİN. BOZAN SEVGİYLE KAL. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2005 yam yam SÜMERLER MEZOPOTAMYA HALKIDIR DEMİŞSİN. HALKIDIR ORANIN LAKİN ORAYA GÖÇLE GELMİŞLERDİR. ŞİMDİ BUNU ANLAMAMAKTA ISRAR EDEBİLİRSİN. SEVİMLİ BİRİSİN. AMA BİRİSİN. BOZAN SEVGİYLE KAL. Sayın bozan; "Sümerler, Mezopotamya'ya göç ile gelmediler, orada doğdular" diye bir ifade hiç bir yerde kullanmadım. Sümerler'in Mezopotamya'ya göç ile geldikleri biliniyor. Ancak uygarlıklarını burada geliştirdikleri, yazıyı burada buldukları da biliniyor. Dolayısıyla, konu itibariyle, yazdıklarımda yanlış, ya da eksik bir durum söz konusu değil. Sümerlerden bahsedilmesindeki amaç, sami ırkına yakın olan Sümerlerin inançları itibariyle bu halkı etkilemiş olmalarıdır. Ancak sizin de bu konuda "Sümerler falanca yerden gelmişlerdir, ve inançlarında da şu halklardan etkilenmişlerdir" gibi tarihi (dogmatik olmayan) bilgileriniz varsa ve burada belirtirseniz memnun olurum. Ancak belirtmeliyim ki, tarihi açıdan Sümerler'in tam olarak nereden geldikleri bilinmemektedir. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.