Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Hep Beraber Öykü yazalım


asterix

Önerilen İletiler

elbirliği ile hikayeyi buraya kadar getirdik,

iyi kötü birşey çıktı ortaya, emeği geçen herkese

teşekkür ederim.

Bundan sonra, ilk mesajımdaki acıklı son ile hikayeyi bağlamaya

küçük bir düğüm kaldı. Ben belki Pazartesi den sonra bayrama kadar

forumda olamayacağım,

El birliği ile o düğümü de atın,

başka bir hikayede buluşalım gene,

sağlıcakla kalın...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

elbirliği ile hikayeyi buraya kadar getirdik,

iyi kötü birşey çıktı ortaya, emeği geçen herkese

teşekkür ederim.

Bundan sonra, ilk mesajımdaki acıklı son ile hikayeyi bağlamaya

küçük bir düğüm kaldı. Ben belki Pazartesi den sonra bayrama kadar

forumda olamayacağım,

El birliği ile o düğümü de atın,

başka bir hikayede buluşalım gene,

sağlıcakla kalın...

 

asterix bu öykü henüz 3 sayfa bile olmadı biz bunu kitap bile yapamayız :P

 

bence biraz daha devam edebilir

 

sevgiler :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

asterix bu öykü henüz 3 sayfa bile olmadı biz bunu kitap bile yapamayız :P

 

bence biraz daha devam edebilir

 

sevgiler :clover:

 

 

bende sana katılıyorum.aster bir süre aramızda omayacakya o yüzden bitsin demişti...biz şu savaşı biraz erteleyebiliriz..sonra akşam yazacağım zaten bişiler....ona göre şekil veririz biraz daha uzatırız iştee.....

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ya gelin kısa kısa yapalım...okuyamıyorum yaaaa... :crying: yazmak istiyorum ama olmuyooo... :(

bana bak deli doktoru bu durumda benimde doktorum oluyorsun ama sen yinede rahat dur :P

aç bir başlık tane tane yazalım 3 satırı geçmesin herkesin yazdığı.. bu öykü buraya kadar gelmiş olmaz artık :clover: ya ben bu cerkezleri neden bu kadar çok seviyorum kanım kaynıyor hemen :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Angela mollyi karşısında görünce hem çok şaşırdı hemde çok sevindi.....kendini yalnız hissettiği bir zamanda bundan güzel sürpriz olamaz diye düşündü...onunda canı çok sıkkında ve biriyle paylaşmaya ihtiyacı vardı.ailesini o kazada kaybedince bir süre bu durumu kabullenemedi hatta tedavi görmek zorunda kaldı.yattığı hastanede Neil le tanışınca bir anda kendini toparlamış hayata eskisi gibi umutla başlamıştı.Neil doktordu geleceği çok parlaktı....ingiltere'den ünlü bir hastaneden teklif alıyordu ve daha karar verememişti...şimdi vermesi dahada güç bir hal almıştı çünkü giderse Angelanın eskisi gibi olmasından korkuyordu....ama annesine söz vermişti yükselebileceği kadar yükselmeye bundan daha iyi bir fırsat olamazdı.sevgilisinin biraz daha toparlanmasını bekledi ve sonra bir veda mektubu bırakıp gitti ingiltereye....

 

 

Daha Molly bişey söylemeden Angela başından geçenleri anlatmaya başladı.şimdi kendi haline mi yansın arkadaşına mı üzülsün bilemez haldeydi ve kendi durumunun ne kadar basit kaldığını farketti...biraz dertleşti arkadaşıyla.evine gitti yatağında sabaha kadar düşündü.Connarda bunu istiyordu artık sevgilisinin geçmişini silip tamamen kendisine ait olmasını istiyordu.yarın sabah bu iş bitmeli dedi bütün cesaretini toplayıp

Joseptle konuşmaya karar verdi...

Sabaha kadar gözünü uyku tutmamıştı.kabuslar görüp durmuştu.kalktı yatağından bir kahve hazırladı içti ve hemen yola çıktı...kasabaya gelmeyeli çok oluyordu ailesi içinde bir sürpriz oldu.biraz onlarla zaman geçirdi ve sonra josept'in evinin yolunu tuttu.verandada düşünceli bir şekilde otururken buldu onu.molly'i birden karşısında görünce çok şaşırdı ama kızın yüzüne bakınca işlerin hiçte yolunda olmadığını anladı...

işte zamanı geldi rüyadan uyanma zamanı dedi kendi kendine ve sevdiği kızın yüzüne bakakaldı......

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

molly adımları Josept yaklastıkca ürkekleşiyordu , korkuyordu ya gene saklanırsa hersey ......

ikiside aynı seyleri duymak istiyor ama önceligi hep birbirlerinin üzerine atıyorlardı

molly bitsin dedi bu işkence

günlerdir kendi kendine konusuyor bu umutsuzluk bu belirsizlik her gecen gün yasamını daraltıyordu

yürüyor duymuyor

bakıyor görmüyor

ve en kötüsüde artık okul iyi gitmiyordu

molly çok güzeldi ; uzun boylu ,kızıl saclı , mavi gözlü bembayaz bir kızdı

yüzünün her bir karesinde o cok sevdigi vatanı irlanda gizliydi

içinden offffff geçirdi yeryüzünün en güzel yeri irlandam dedi ...

ben hangi köşendeyim Josept hangi köşende

okulda galce konusması ingiliz arkadaslarının hosuna gitmiyordu bugün ona olan bakısları hiç hosuna gitmemişti gittikçe yanlızlasıyor yanlızlastıkca da hırcınlasıyordu

adımlar bitmişti artık saniyeler hızla gecerken minik yüregi ona neler hatırlatmıstı

kararlıydı ne olcaksa artık olsun dedi

 

Josept ayaga kalktı son zamanlarda çok içmeye baslamıstı

gözleri doldu , işte mollysi geliyordu

kendisinden daha cesur olması duydugu saygıyı daha da büyüttü

gülümsedi josept , hosgeldin dedi ; kırmızı yanaklım

molly dayanamadı bu sefer kendine engel olmak istemedi ve sarıldı josepte

kızgındı molly aramadın beni dedi

ya ben gelmeseydim .......

Josept gelmeseydin bende gelmezdim dedi ama sen sevmedigim içinmi hayır !

beni bir tercih yapmaya zorladıgın için

ben savasa gidecegim bunu bil belki dönemeyecegim belki bir bacagım bir kolum eksik gelecegim

belkide bunların hiçbiri olmayacak gittigim gibi geri gelecegim

bunların hepsine kendini alıştırmaya calıs ve bana söyle yanımdamısın ?

 

molly sadece aglıyordu

kafasını kaldırıp josept gözlerinin içine bakamayacak kadar inaçsızdı bu savasa

ne demeliydi

bir kurt gibi kemiriyordu beynini hersey

kendi gercegi ve joseptin gercegi......

hangisi dogruydu......

 

 

 

 

Karcicegim top sende :P

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Molly yanağından süzülen göz yaşlarını hissetti ve yatağından fırladı..olamaz tüm gördüklerim rüyaydı herşeyin daha ne kadar başındayım dedi.alınması gereken ne çok yolu vardı..açıklaması gereken çok gerçek geride bırakacağı bir sevgili ve geleceğini bulduğunu düşündüğü yeni sevgili......derin bir off çekti içinden yok bugün olmamalı bu bitiş Joseph savaşa gidip gelsin o zaman konuşmalıyım herşeyi...

 

 

sokağa çıktı ve ayaklarının connarın evine doğru sürüklendiğini farketti.kapıyı çaldı içerden ses duymasına rağmen açan olmadı.herlade müsait değil diye düşündü ve çıkıp biraz hava alsam daha iyi gelecek dedi.dublin sokaları akşam üsütü çok sakin olurdu.herkes liffy nehri kıyısında birasını yudumlamakla meşguldü...iş stresini bu şekilde atarlardı.mollyde bir masaya geçti ve bira aldı kendine.şimdi kendini daha bir çıkmazda hissdiyordu.çok sevmiştim ve bak şimdi ne hale geldik aslında bütün suç bende dedi.o gece okulun kaynaşma gecesinde çok içmemeliydim böylece connar beni etkileyemezdi..ama olan olmuştu ve artık seçimini yapmıştı..kendisini çok mutlu edeceğini düşündüğü adamdan yanaydı tercihi.

ama keşke öyle oldaydı.connar biraz üçarı biriydi vede çok etkileyici girdiği her ortamda hemen bütün dikkatleri üzerine toplardı.o gece mollyden gerçekten çok hoşlanmıştı ama okadardı...biriyle ciddi bir ilişkiye henüz hazır değildi.ve bir kaç kız arkadaşı olmasının hiç bir mahsuru yoktu.....öylede yapıyordu zaten...

 

 

akşam mollyi nehir kıyısında bulacağını biliyordu arkasından sessizce gitti ve gözlerini kapadı...molly onun olduğunu biliyordu sıkıca sarıldı connara.ikiside son derece mutlu gözüküyorlardı herşeyin yoluna gireceğinden çok emindiler...ama bilmedikleri bir şey vardı ..bir davetsiz misafir....Joseph kendi gelmişti dublin'e.dayanamamıştı mollyi görmemeye....arkadaşlarından nerede olabileceği öğrenmiş ve hemen buraya gelmişti....içinde bir kötü his vardı kötü şeyler olabileceğini biliyordu ama bunu beklemiyordu...molly ve connar dudak dudağaydı....o an içinden mollyi söküp attı o şehir artık zindandı onun için kaçıp uzaklara gitmek istedi yapamadı... zaten savaşa gideceksin..şimdi evine git babanla vedalaş Joseph dedi kendi kendine ve otobüse atladı daldı en derin hayallere......

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

kalbi öylesine kırılmıştıki olamaz böyle bir acı olamaz diyordu..bu benim başıma gelecek en son şey olmalıydı ama olmuştu işte molly onu bir başkasıyla aldatmıştı ve gözleriyle şahit olmuştu buna.evine varınca hemen kendini odasına kilitledi ve hıçkırıklarla ağlamaya başladı.babası olanlara bir anlam verememiş oğlunun kapısını çalmasına rağmen açmayışına şaşırmıştı.neyse biraz sakinleşsin öyle konuşurum diye çekildi kendi odasına.

saatlerce yatağında kıvrandı joseph ağlamaktan bitkin düşmüştü artık........ve birden uykuya daldı.kabuslar rahat bırakmadı hep aynı rüya aynı sahne dudak dudağa oldukları an..dayanamayıp kalktı.öğlen olmuştu ve babası verandada oğlunu bekliyordu.onun yanına oturdu ve ilk kez bu kadar şevkatle babasının ona sarıldığını gördü.başını omzuna yaslayıp derin düşüncelere daldı..........

 

 

molly herşeyden habersiz connarı düşünüyordu.yarın sınavı vardı ve sırf bu yüzden erkek arkadaşının evinde kalamamıştı.neyse sınavdan sonra tüm hafta sonu ondayım nasıl olsa dedi.ertesi gün okula gittiğinde hocalarının rahatsızlanması sebebiyle sınavın ertelendiğini öğrendi ve soluğu connarın evinde aldı.kapıyı çaldı ve karşısında gördükleri hiçte beklediği şeyler değildi.

kapıyı connarın kız arkadaşı açmıştı ve bu saatte mollynin gelmeyeceğinden çok emin olan connarda kim bu diye bakmaya gelmişti..molly diyecek birşey bulamadı ve büyük bir hızla ordan uzaklaştı.şuanda görmek istediği tek kişi josept ti.hemen yurda geldi bir kaç eşyasını aldı ve kasabaya gic

den ilk trene attı kendini....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu, gökyüzü iyiden iyiye kararmıştı.

Rüzgar yol boyunca ağaçları adeta silkeliyor, önüne kattığı herşeyi savuruyordu.

Gök gürlüyor, çakan şimşek bir anda etrafı aydınlatıyor, ovaya düşen yıldırımların

kırık beyaz çizgileri gözleniyordu. Otobüsün silecekleri canla başla cama vuran iri damlaları

savurmaya çalışıyor, otobüs keskin virajları zorlanarak dönüyor, tabiat adeta tüm gücüyle

bu ölüm yolcularına gitmeyin demek istiyordu.

Yolcuları dışardaki şiddetli havanın aksine neşe içindeydiler. Kasabadan tanıdık simalar vardı,

Liam, Jones, Griffitt, Ray, O'Hara, Keown görebildikleri idi, kalan yolcular Dublin'den binmişti.

Çoğu körkütük sarhoş neşeli şarkılar söylüyorlar, biri küçük flütü ile neşeli İrlanda ezgileri

çalıyordu.

Joseph başını cama yasladı, ileride ovaya düşen bir yıldırımın bir örümceğin ağı gibi

havada kıvrılıp duran ve sonra sessizce kaybolan mavi ışığına baktı.

Molly bardaktan boşalırcasına yağan yağmura aldırmaksızın koşuyordu.

Sarı uzun saçları sırılsıklam olmuş, yüzüne ensesine vücuduna yapışmıştı, gözyaşları yüzüne vuran damlalara karışmıştı. Eve varınca olanca gücüyle kapıyı yumrukladı, bir daha bir daha.

Bir süre sonra kapı açıldı, Joseph'in babası kapıda belirdi. Bir anda sanki yıllarca yaşlanmış gibi,

ayakta durmakta güçlük çekiyor gibiydi.

Molly, Joseph diye sordu,

Yaşlı adam nefret dolu bakışlarını kıza çevirdi, hiç birşey söylemedi, bir anda gök büyük bir gürültüyle gümbürdedi.

Şimdi herşey eski haline dönmüştü, ihtiyar adam yıllar önceki suskunluğuna ve öfkesine geri dönmüştü.

Gözlerinin önünden Joseph'in henüz yeni yürümeye başladığı, henüz yeni yeni konuşmaya başladığı yıllardaki hali geldi geçti. Şimdi yıllardır belli etmese de sahip olduğu, onu farkında olmadan hayata bağlayan yaşam kaynağı kurumuştu. Suyu çekilen bir çiçek gibi bir anda solmuştu ihtiyar adam.

Molly bakamadı yaşlı adamın yüzüne, o nefret dolu bakışlara dayanamazdı. Koşarak uzaklaştı oradan

Yolun nasıl bitiiğini kasabaya nasıl vardığını hatırlamıyordu bile, istasyona geldiğinde Belfast'a giden asker otobüsünün az önce hareket ettiğini söylediler. İnsanlar koşarak yağmurdan saklanacak bir yerlere sığınıyorlardı. Sırılsıklam olmuş Molly öylece yağmurun altında dikildi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Baharda açan çiçeklerle birlikte Joseph'in ruhu da o suskun öfkeli halinden kurtulmuştu biranda.

Bu sanki uzun süren bir uykudan sonra ağızdaki şeker tadı gibi bir şeydi. Şimdi Joseph o eski çocuksu

saflığından da başka bir boyuta geçmişti sanki. Dingin bir ruh hali içindeydi. Nedensiz garip bir huzur

kaplamıştı yüreğini. Belçika sınırında boşaltılmış bir köyün yakınlarındaydılar, güneş zaman zaman

bulutların arasından yüzünü gösteriyordu. Neredeyse bütün ağaçlar çiçeğe durmuş, çevreyi alışkın

olmadıkları bir çiçek kokusu kaplamıştı. Tabiat yaklaşan savaşa aldırmaksızın belki de ölüme yaklaşan

insanları son kez güzelliğiyle kutsuyordu.

Bekleyişin sıkıntısından kurtulmak için uğraşıyorlardı, yere serdikleri bir battaniyenin üzerinde

kağıt oynayan adamlar, hiçbirşeye aldırış etmeksizin kendilerini kağıtların gizemli dünyasına

kaptırmışlardı.

Joseph yerinden doğruldu, tüfeğini omuzuna astı, hendekten dışarı çıktı, dar patikadan çıkarak

tepedeki eski değirmene doğru yürüdü.

Değirmenin biraz solunda bir çukurun içindeki makinalı tüfekçilere eliyle selam verdi,

ona gülümsediler, sonra değirmenin kapısından içeri girdi, gözleri bir müddet sonra loş ışığa alıştı.

İçeride aylak aylak oturan adamlar istiflerini bozmadılar. Başlarını çevirip Joseph'e gülümsediler

hikayesini bilmedikleri bu güçlü ve sessiz çocuğu severdi hepsi de.

Biri yere serdiği battaniyesinin üzerinde uyuyor, derin soluk alış verişleri odada duyuluyordu.

Merdivenlerden yukarı çıktı Joseph, üst katta açık duran pencerenin önüne yığılmış kum torbalarının

ardına dirseklerini yaslamış etrafı seyrediyordu Breen.

Seni gördüm Jo dedi, güzel bir hedef oluyordun buradan dedi, uzun kirpiklerini kırpıştırıp,

sarı çilli yüzüyle gülümsedi Joseph'e.

Mullhein köşeye serdiği bir şiltenin üzerine uzanmış çantasının içindekileri şilteye boşaltmıştı.

Etrafa yayılmış mektuplar, çoraplar, kalemler, not defterleri, fotoğraflar içinde, işini büyük

bir ciddiyetle yapan bir eskiciyi andırıyordu.

Hoşgeldin Jo dedi, bürom biraz dağınık bugün kusura bakma dedi muzipçe gülerek.

Sana ne ikram edelim, fasulye konservesi, kayısı reçeli, peksimet.

Dişlerin konusunda uyarayım seni, biraz serttir İngiliz peksimeti dedi, sonra aynı

ciddiyetle önündeki kağıtları tek tek inceleyip tasnif etmeye devam etti.

Joseph şiltenin kenarına ilişti, açık duran pencereden gökyüzünde ağır ağır yol alan

büyük beyaz bulut kütlelerine baktı.

Bu benim lanetim demişti ihtiyar adam, bu soyumuzun laneti, bizim soyumuzun erkeklerinin

sevdikleri kadınlara kavuşamamak gibi bir uğursuz laneti var.

Benim lanetim yıllar sonra tekrar etti, benim lanetim oğluma bulaştı diye düşündü.

Şimdi artık yirmiüç yıl önceki o düşünceli ve öfkeli haline geri dönmüştü.

Karanlık, laş odanın içinde gözlerini bir yere dikmiş öylece oturuyordu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Soğuk ve kuru bir gündü, Molly umut dolu bekleyişinden sıyrılmıştı,

Aylardır Joseph'e yazdığı mektuplara bir cevap gelmesini umut etmişti.

Sonra birden, uzun süredir aradığı bir sorunun cevabını bulmuş insanların

güvenli ruh haline bürünmüştü. Hani bir şeyi yapıp yapmama konusunda kararsız kalan

ve enine boyuna günlerce kafa yorduktan sonra karar veren ama verdiği karardan sonra

artık kesin bir iç huzuruna kavuşan insanlar gibi. Artık karamsar değildi. Camdan dışarı baktı.

Gökyüzünü gri bulutlar kaplamıştı. Hırkasını giydi, bisikletine bindi ve olanca gücüyle

pedalları çevirdi. Ne kadar zaman yol aldığını kendi de bilmiyordu, ormanın girişinde

bir ağaca yasladı bisikletini ve o eski Kelt tapınağının kapısından içeri girdi, yanında getirdiği

mum yaktı güçlükle, içerisi aydınlandı, loş ışıkta lahitteki ve duvarlardaki kabartmalara baktı.

Aslan figürlerine, iri gözlü savaşçılara ve onların sivri miğferlerine, yazıtlara, büyülenmiş gibiydi.

Sonra mezarın mermer lahitini eliyle okşamaya başladı, tıpkı bir çocuğu sever gibi.

İşte şurda Joseph yatıyordu diye düşündü içinden, soylu kralım dedi mırıldanarak

artık sen bile yardımcı olamazsın bize.

Sonra mezardan çıktı ağır ağır o ulu çınarın yükseldiği yamaca gitti. Koca ağaç yapraklarını dökmüş

gri çıplak kollarını gökyüzüne uzatmıştı, bu haliyle sanki artık elimden birşey gelmez

der gibiydi. Molly ağacın iri gövdesine yasladı sırtını, gözlerini kapadı öylece kaldı bir süre.

Sonra yapmaya karar verdiği şeyi yapmak üzere doğruldu. Hırkasını çıkardı,

uçurumun başına kadar yürüdü. Rüzgar Molly'nin sarı saçlarını dalgalandırıyordu.

Genç kız uçurumdan aşağıya baktı, içinde bir ürperti geldi geçti. Gözlerini kapadı,

kollarını açtı, Joseph o çocuksu gülüşü ile güçlü kollarını ona uzattı. Molly'nin o küçük ve soğuk ellerini

tuttu, sıktı. Genç kızın gözlerinden iki damla yaş yanağına doğru süzüldü,

Affet beni Joseph dedi ve kendini onun güçlü kollarına bıraktı.

 

Joseph pençesini avına geçiren güçlü bir aslan gibi Alman'ı boğazından yakaladı ve elindeki

çelik miğfer ile adama vurmaya başladı, sonra bir daha vurdu, bir daha bir daha, her darbede

bir kırık sesi duyuluyor, Alman'ın yüzünden fışkıran sıcak kan, Josep'in ellerine yüzüne

bulaşıyordu. Soluk soluğa kaldı, çoktan ölmüş olan cansız bedene olanca hırsıyla vurdu,

elini bir daha kaldırdı, çavuş Welsh kolunu yakaladı, onu kaldırdılar.

Nefes nefeseydi, başka bir dünyadan gelmiş gibiydi, tamam Jo dedi Harper, tamam

gel hadi, hadi gidelim.

 

İleride değirmenin yıkık silüeti görünüyordu. Mullhein'in özenle istif ettiği mektupları

rüzgarda savruluyordu. etrafta öbek öbek bomba çukurları, yeni patlamış volkanların kraterleri gibiydi.

Breen üzerine devrilmiş taş ve kalas yığınları arasında cansız bedeniyle kaybolmuş gibiydi.

Hendeklerin içinde organları dağılmış, etrafa saçılmış asker cesetleri vardı.

 

Almanlar büyük bir iştahla ve bitmeyen bir enerjiyle ele geçirdikleri mevziyi onarıyordu.

Uzun tel örgüleri ardarda çekiyorlar, çukurlara makinalı tüfekleri yerleştiriyorlardı.

Bir subay yanındaki birkaç kişiyle değirmenin yakınına geldi, yanındakilere gülerek

birşeyler söyledi, sonra tiksinerek İrlandalı gönüllülerin cesetlerine baktı, kafasını salladı

ve gitti. Onun ardından adamlar taş ve kalas yığınlarını ölülerin üzerine yığdılar, koruganların arkasına

havanlar yerleştirildi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Toprak,

kurumuş, çatlamış toprak

verimsiz, bereketsiz, ölü

Hava

soğuk, kasvetli ve dondurucu,

tabiat adeta ölü gibi, ağaçlar yapraksız çıplak dallarıyla,

terkedilmiş gibi,

tüm ovada ve tepelerde yamaçlarda

rüzgarın sesi duyuluyor sadece.

Rüzgar bütün ovayı baştan başa dolaşıyor

ve sonra mezarlığın içine gelince,

orada yatanları incitmek istemezmiş gibi

yavaşlıyor, sakince değiyor

Molly'nin mezar taşına asılan eşarba,

yeşil eşarp rüzgarda nazlı nazlı dalgalanıyor,

Üzerinde beyaz bir yonca olan

yeşil irlanda arması dalgalanıyor,

rüzgarın ve yağmurun hırpaladığı,

yırtılmış, yaralanmış bayrak.

günlerdir yağan yağmurun altında bekleşen adamlar

sessizce bekliyorlar,

havada bir ölüm sessizliği hakim,

ölüp giden tabiat gibi,

insanlar da ölmeye hazırlanıyorlar.

yıllar önce bir kızılderili şefi

ölmek için güzel bir gün demişti,

böyle bir günmüydü acaba o günde.

hatırlayamadı Joseph, umursamadı da.

 

Yerinden doğruldu, gökyüzüne son kez baktı,

kir pas içindeydiler, yarı aç yarı tok, üstelik günlerdir

bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, hendekleri suyla doldurmuştu.

Dizlerine kadar suyun içindeydiler, yan gözle arkadaşlarını süzdü.

Tedirginliğin hakim olduğu, yeşile çalan yüzler, Tanrım benim de yüzüm

böylemi acaba diye geçirdi içinden, ister istemez elini yüzüne götürerek,

uzamış sakallarını sıvazladı.

Şimdi herkes, bilinmeyen bir zamandan ve bilinmeyen bir yerden

gelen tanrılar gibi, derin bir sessizlik hakimdi, herkes adeta taş

kesilmiş, kulakları çalınacak olan düdüğün sesini bekliyordu.

Çamur deryasına dönmüş ovada tiz bir ses duyuldu ve kalabalıkta bir hareketlenme,

işte başlıyor dedi kendi kendine, üçyüz metre koşusu,

hayatımızın son üçyüz metresi,

Gri bulutların altında çamurlara bata çıka ilerlemeye çalışan yüzlerce kişi,

Başladı işte, üzerlerinden geçen top mermilerinin ıslığı, mermilerin sinir bozucu

vızıldamaları, ötede beride patlayan ve patlamasıyla çamur-insan karışımlarını

ötelere fırlatan bombalar,

Bir an nedense tam da tehlikenin ortasında içini müthiş bir güven ve huzur

duygusu kapladı, küçükken koşturduğu tarlalar, sarı buğday başaklarının

rüzgarda dans edişleri geldi aklına, sıcaktı ve masmavi bir gökyüzü vardı.

Az ötede sendeleyen fırıncıyı gördü, kocaman iri gözleri ve elleri olan

fırıncı, dizlerinin üzerine çöktü yavaşça ve sonra tıpkı koca bir ağacın gövdesi

gibi devrildi çamurların üzerine ve onu başkaları izliyordu

Kaçınılmaz olana yaklaşıyoruz diye düşündü...

Ne olduğunu, nasıl olduğunu bile anlamadan kendini çamur deryasının içinde

buldu, sol yanağında bir sızı vardı, yerinden doğrulmaya çalıştı, dayanılmaz bir acı

kapladı vücudunu.

Şimdi etrafta olup bitenleri bir sinema salonundan seyrediyor gibiydi,

İşte az ilerde fırıncı kıpırdamıyordu artık,

biraz ötede dağ köylerinden birinden gelen ve arkadaşlarının alaylarından

çokça nasibini alan o genci gördü, belli ki çok acı çekiyordu, ama ne

tuhaf o hiçbirşey duymuyordu, en ufak bir gürültüyü bile..

Biraz ilerde tel örgülere takılmış biri sallanıp duruyordu, yanıbaşında

mekanik hareketlerle koşulturan birileri

birer birer düşüyorlardı.

Otobüs terminalini düşündü, kalabalığın içinde hiçbirşey söylemeden

babasıyla bakışmaları geldi aklına, sert öfkesi burnunda babasıyla

sessiz bakışmaları, hayatlarında birbirlerine karşı belki en yaklaştıkları andı o...

boğazlarında birşey düğümlenmişti ikisininde ve sessizce ayrılmıştı oradan,

Birileri eğildiler üzerine, tanıyamadı onları, vücudunu yokluyor birşeyler

söylüyorlardı. Tanrım rahat bırakın beni dedi içinden.

Tekrar o sarı buğday başaklarını ve o sıcak yaz gününü düşündü,

onu ilk gördüğü an geldi aklına, onunda saçları o sarı buğday başakları gibiydi.

Sağ eli ile cebinden o buruşmuş, kıvrılmış fotoğrafı çıkarttı,

İşte sen,sen benim hayattaki en değerli şeyimdim ve en büyük yenilgim.

Bir büyük şairin dediği gibi mutlu aşk yoktur...

Yanağından aşağı damlalar süzülmeye başladı, boylu boyunca uzanmıştı

toprağa ve yağmur yeniden yağıyordu.

Gökyüzünden uzanan o yumuşak elleri tuttu ve ayağa kalktı usulca,

hava yine sıcaktı, tıpkı o günkü gibi...

 

S O N

 

 

Emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkürlerimle...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tom ve Max adlı iki zenci bir gün chicago'ya gelirler birinci dünya savaşı yıllarında

 

orada bir doktorun muayenehanesinin önünde bir tabela görürler "100 Dolara zenciler beyaz yapılır" yazan üstünde

Tom'un 101 doları Max'inde 99 doları vardır. Max Tom'a

 

- hey tom sendeki fazla olan bir dolarıda bana ver beraberce girip muayenehaneye beyaz adam olalım

- tamam ama öcne ben gireyim içeri eğer gerçekten beyaz yaparlarsa beni sonra sende girersin veririm 1 doları

 

tom içeri girer ve bir kaç saat sonra çıktığında beyaz adam olmuştur artık max sevinçle bağırı

 

- hey Tom yaşasın adamım bembeyaz olmuşsun hadi o kalan bir dolarıda bana ver de bende beyaz olayım

 

Tom sigarasından bir nefes çeker ve tükürür bir ifadeyle Max'e bakıp

 

"defol buradan pis zenci..." der

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

can dostum büyük yazar asterix ustam yüreğine sağlık.sana katılamadım kaç zamandır şimdi geldim sen bitirmişsin....ya bari sonu kötü bitemseydi kavuşsalardıya...aşkolsun bee ağlattın beni... :(

 

yüreğine sağlık sayende güzel bir hikayenin bir parçası olabildik.ne kadarda türk filmi tadında bir kaç giriş yaptıysamda sen usta kalrminle çıktın işin içinden.

 

sevgiler.... :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.