Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Hep Beraber Öykü yazalım


asterix

Önerilen İletiler

Evet, hep beraber bir öykü yazalım,

Herkes öykünün bir bölümünü yazsın,

arada kopukluk olmadan,

Ben öykünün sonunu yazayım,

siz de bu sona giden tuğlaları koyun üstüste,

Yalnız kasvetli bir son ona göre...

 

 

Yerinden doğruldu, gökyüzüne son kez baktı,

kir pas içindeydiler, yarı aç yarı tok, üstelik günlerdir

bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, hendekleri suyla doldurmuştu.

Dizlerine kadar suyun içindeydiler, yan gözle arkadaşlarını süzdü.

Tedirginliğin hakim olduğu, yeşile çalan yüzler, Tanrım benim de yüzüm

böylemi acaba diye geçirdi içinden, ister istemez elini yüzüne götürerek,

uzamış sakallarını sıvazladı.

Şimdi herkes, bilinmeyen bir zamandan ve bilinmeyen bir yerden

gelen tanrılar gibi, derin bir sessizlik hakimdi, herkes adeta taş

kesilmiş, kulakları çalınacak olan düdüğün sesini bekliyordu.

Çamur deryasına dönmüş ovada tiz bir ses duyuldu ve kalabalıkta bir hareketlenme,

işte başlıyor dedi kendi kendine, üçyüz metre koşusu,

hayatımızın son üçyüz metresi,

Gri bulutların altında çamurlara bata çıka ilerlemeye çalışan yüzlerce kişi,

Başladı işte, üzerlerinden geçen top mermilerinin ıslığı, mermilerin sinir bozucu

vızıldamaları, ötede beride patlayan ve patlamasıyla çamur-insan karışımlarını

ötelere fırlatan bombalar,

Bir an nedense tam da tehlikenin ortasında içini müthiş bir güven ve huzur

duygusu kapladı, küçükken koşturduğu tarlalar, sarı buğday başaklarının

rüzgarda dans edişleri geldi aklına, sıcaktı ve masmavi bir gökyüzü vardı.

Az ötede sendeleyen fırıncıyı gördü, kocaman iri gözleri ve elleri olan

fırıncı, dizlerinin üzerine çöktü yavaşça ve sonra tıpkı koca bir ağacın gövdesi

gibi devrildi çamurların üzerine ve onu başkaları izliyordu

Kaçınılmaz olana yaklaşıyoruz diye düşündü...

Ne olduğunu, nasıl olduğunu bile anlamadan kendini çamur deryasının içinde

buldu, sol yanağında bir sızı vardı, yerinden doğrulmaya çalıştı, dayanılmaz bir acı

kapladı vücudunu.

Şimdi etrafta olup bitenleri bir sinema salonundan seyrediyor gibiydi,

İşte az ilerde fırıncı kıpırdamıyordu artık,

biraz ötede dağ köylerinden birinden gelen ve arkadaşlarının alaylarından

çokça nasibini alan o genci gördü, belli ki çok acı çekiyordu, ama ne

tuhaf o hiçbirşey duymuyordu, en ufak bir gürültüyü bile..

Biraz ilerde tel örgülere takılmış biri sallanıp duruyordu, yanıbaşında

mekanik hareketlerle koşulturan birileri

birer birer düşüyorlardı.

Otobüs terminalini düşündü, kalabalığın içinde hiçbirşey söylemeden

babasıyla bakışmaları geldi aklına, sert öfkesi burnunda babasıyla

sessiz bakışmaları, hayatlarında birbirlerine karşı belki en yaklaştıkları andı o...

boğazlarında birşey düğümlenmişti ikisininde ve sessizce ayrılmıştı oradan,

Birileri eğildiler üzerine, tanıyamadı onları, vücudunu yokluyor birşeyler

söylüyorlardı. Tanrım rahat bırakın beni dedi içinden.

Tekrar o sarı buğday başaklarını ve o sıcak yaz gününü düşündü,

onu ilk gördüğü an geldi aklına, onunda saçları o sarı buğday başakları gibiydi.

Sağ eli ile cebinden o buruşmuş, kıvrılmış fotoğrafı çıkarttı,

İşte sen,sen benim hayattaki en değerli şeyimdim ve en büyük yenilgim.

Bir büyük şairin dediği gibi mutlu aşk yoktur...

Yanağından aşağı damlalar süzülmeye başladı, boylu boyunca uzanmıştı

toprağa ve yağmur yeniden yağıyordu.

Gökyüzünden uzanan o yumuşak elleri tuttu ve ayağa kalktı usulca,

hava yine sıcaktı, tıpkı o günkü gibi...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

yorgun kalktı yatağından gözlerini ovuşturdu ve isteksizce yokuşu tırmandı. ciğerlenin tam ortasına çekti cigarasından bir tutam........

tarlaya ulaştığında henüz gün doğmamıştı bile... uğur böceklerini karıncaları sıcak toprağı süzdü bir süre....... son tutamıda çekti cigarasının ve koyuldu işine. güneş yükselmeye başladıkça içindeki güneşlerde doğmaya başladı unuttu herşeyi sigarasının bittiğini bile...

alnındaki terler toprağa ve altın sarısı başaklara karıştı. bu yaz günlerini başakları düz ovayı ne kadar sevdiğini düşündü. belini doğrultup güneşe baktı. öğlen olmalıydı. zaman çabuk geçmişti. uçan kuşa baktı. sonra rüzgarda sallanan dallara... çocukluğu geldi aklına ve ilk aşkı..sarı saçları yeşil gözleri......

 

 

VALLA KONUYU TAM YAZMADIĞIN İÇİN NERDEN NASIL BAŞLAYACAĞIMI BİLEMEDİM.ŞİMDİ KURTULUŞ SAVAŞIMI BAŞKA BİR ZAMANMI ÇÖZEMEDİM İŞTEE....SONDAN BAŞA GİTMEYECEKTİK UMARIM BEN ELİMDEN GELENİ YAPTIM .....DEVAMI SİZDEN UMARIM ÇOK GÜZEL BİR HİKAYE ÇIKAR.

SEVGİLER.... :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÖNCELİKLE ELVERDİĞİN İÇİN SAĞOL;

BELLİ BİR ZAMANA VE BELLİ BİR MEKANA BAĞLI DEĞİL HİKAYE,

BİLİNMEYEN BİR ZAMANDA VE BİLİNMEYEN BİR YERDE.

ÇATIŞMALAR SANKİ 1.DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİNİ ANDIRIYOR

AMA İNSANLAR OTOBÜSLE YOLCULUK DA YAPIYOR, YANİ BİRAZ DA

MODERN BİR ZAMANDAYIZ, NEYSE BİZ DEVAM EDELİM...

 

 

Onu ilk değirmende görmüştü, un çuvallarından birini dereye düşürmüştü,

kız nasıl da gülmüştü, önce utangaç, çekinerek, sonra ağız dolusu.

Evet ikisi de köprünün kenarına oturmuşlar ayaklarını sallandırarak

gözlerinden yaşlar gelinceye kadar gülmüşlerdi.

Tanrım ne de güzel gülüyordu, babasının göstereceği öfkeyi düşünerek

ürpermiş, hemen toparlanıp arabaya yüklediği çuvallarla yola koyulmuştu.

Dönüp arkasına baktı, kız köprünün başındaydı, zarif bir çiçek gibi öylece

dikilmiş ona bakıyordu, onaltı yaşın verdiği tüm tazelik ve saflıkla.

 

Aslında hiçbir şey kâr değil insana

Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği

Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa

Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi

Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara

Mutlu aşk yok ki dünyada

 

Louis Aragon'un dizeleri dökülüverdi dudaklarından, toparlandı sonra

Örtüyü açtı, kestane ağacının altına serdi. Sepettekileri boşalttı.

Ekmek somunu, peynir, üzüm ve şarap...

Babası biçerdöverden indi, örtünün etrafında bağdaş kurdular

sessizce yemeklerini yediler. Kırlaşmış saçları ve bıyığına rağmen

oldukça dinç bir adamdı babası, geniş alnı, çıkık elmacık kemikleri

ve ela gözleri, bir de şakaklarından yanağına doğru uzanan

derin bir kesik yarası vardı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

azığını yerken babası ve anasının masal gibi aşkları geldi aklına.çocukluğundan beri ninni niyetine anlatılan bu müthiş aşk masalı....

fakir bir ailenin çocuğuydu babası.ama öyle yakışıklıydıki öyle çalışkandıki..sıktımı taşın suyunu çıkarır cinsten... köyün bütün kızlar hayrandı ona.ama o nedense karşı köyden ağanın oğluyla sözlü emineye aşıktı.ilk başta emine kendisiyle dalga geçtiğini düşünerek yüz vermemişti ona çünkü herkesin beğendiği o adam bende ne buldu diye düşünmüştü birde sözlüyken zaten bu iş olmaz diyordu....ama yüreği onu ne zaman görse yerinden çıkacak gibi atıyordu.birden düşündü evleneceğim adamı seviyormuyum diye...hayırdı cevabı daha yüzünü bile doğru dürüst görmemişti.aileler aralarıunda anlaşmış bu evliliği uygun görmüşlerdi....

Emine'de biliyordu artık kaderinin onunla yazıldığını nere gitse karşısındaydı...o karşsına çıkmasa bir bahaneyle kendi gider olmuştu hasan'ın köyüne.gel zaman git zaman bu olay kızın ailesinde patlak verdi tabi ağanın kulağınada gidince deliye döndü...karşı köyün ağasıyla konuştu bu durumu ama köylünün en sevdiği bu çocuğun yanında olduğunu söyledi ağa.yapacak tek şey vardı...alel acele düğün hazırlığı yapılmaya başladı. emine için artık dünya zindandı sanki hasandanda ses çıkmamıştı.

 

Eminenin anneside hasanı görmüştü birkaç kez kızının gönlünün ondan yana olduğunu biliyordu.birşeyler yapması gerekiyordu.hemen biriyle hasana haber yolladı ve kızının kaçmasına yardım etti.köyden çok uzaklaşmamışlardiki peşlerine adamlar düştüler...eminenin sözlüsü ve bir kaç adamı kıstırdılar bir köşede...hasan güçlü kuvvetli biriydi ve herkes korkardı ondan....kimse yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordu..birtek yavuklusu elinden giden ali atlamıştı hasanın üstüne...dövüşmeye başlamışlardı... yanağından süzülen kanı görünce neler olduğunu anlamaya çalışıyordu hasan.ve yere yığıldı onun öldüğünü düşünüp kaçtı düşmanlar.o sırada hasanın köylüleri gelmişti ...sırtlanıp hasanı emineyide alarak gelmişlerdi köylerine...ve ağanında araya girmesiyle olay tatlıya bağlandı.....yıllar geçmişti aradan...ama alinin yüzünde bıraktığı bıçak yarası kalmıştı.hasan şakaklarından yanağına uzanan yarasına ne zaman dokunsa hep o günü hatırlardı........

 

keşke bende babam ve anam gibi bir aşk yaşayabilsem diye geçirdi içinden...ama imkansız olduğunun kendide farkındaydı......bu arada işine dönmesi gerektiğini farketmişti ve tekrar tarlada işine koyuldu......

 

(umarım çok arabesk olmadı.birden ferdi nejla nazır filmiymiş gibi geldide idare edin artık)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ve ,O bu masal gibi aşkı bitiren kişi de olmuştu aynı zamanda.

Annesi onu doğururken ölmüştü. Evliliklerinin ertesi yılıydı.

Soğuk bir kış günüydü. Kanter içinde kalan kadın, o buruşuk,

yumuk yumuk bebeğini göğsüne bastırmış önce, sonra derin bir nefes

almış, nefesi bir fısıltı gibi dudaklarından çıkarken gözlerini öylece tavana

dikmiş ve sonra sanki uyur gibi usulca kapamıştı.

babası görmek istemedi çocuğu, o kışı evin içinde hiçbirşey yapmadan

öylece oturarak ve düşünerek geçirmişti. Hiçkimseyle konuşmuyor

çok az yiyor ve çok az uyuyordu.

Annesi ve kızkardeşi eve gelmişler, çocukla onlar ilgileniyordu.

Sonra baharla birlikte silkindi.

Bitmek bilmeyen bir enerji ve öfkeyle toprakla, tabiatla kavgaya tutuştu.

Ölesiye çalışıyordu, yıllar yılları kovaladı, içindeki hayata karşı duyduğu bu

öfke dinmek bilmedi.

O da bu kavgadan nasibini alıyordu. Okul dönüşleri mutlaka yapılacak işler

oluyordu, kendi gücünü aşan işlerin altına sessizce giriyordu. Hava kararana kadar

dönmüyorlardı ve gece yarısından sonra okumaya çalışıyordu.

Tüm bu zamanlarda babası onunla gerekmedikçe konuşmuyor, konuştuğu zamanlar da

kısa ve sert cümlelerle yapması gerekenleri söylüyordu.

Allahtan babaannesi vardı, bir de dünyalar tatlısı halası.

Babasından bu derece korksa da, ona içten içe derin bir hayranlık ve

sevgi duyuyordu. Tarlanın içindeki taşları pençeleri ile söküşünü,

hayvanlara gösterdiği ilgiyi, ağaçların aşılanmasını, hava durumuna göre

hareket etmesini, verandanın tamirini, makinaların bakımını ve tüm bunları yaparken

ortaya koyduğu o inatçı, kavgacı ruh halini çok seviyordu.

Ama söyleyemezdi tabi bunu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

arkadaslar ben buraya gözlemci olarak katılabilirmiyim :P

 

sevgiler

 

 

valla okutmayız... :P hadi sende yaz bişiler....bu ışık sende var.aslında edebiyatçıyım diye geçinenler nedense yazamıyorlar buraya. alın size bunu ispat etmek için güzel bir topic..ama bizim iddamız yok bu konuda allaha şükür..ecemi ecemi yaziyruk işte..gerçi asterix beni şok etti böyle yetenekli olduğunu bilsem

hiç yazarmıydım..eziliyorum falan ama zoru severim...başladım ve burda olcam....sende yazarsan dahada mutlu olcam.... :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yine herzamanki ağacın altındaydılar,

Dalları salkım salkım etrafa yayılan o koca çınarın gövdesine

yaslanmışlar, aşağıda düzenli çizgilerle birbirinden ayrılmış tarlaları

seyrediyorlardı. Ovayı tam ortasından bir bıçak gibi ikiye bölen

ve kıvrıla kıvrıla ufka doğru uzanan nehir, kafileler halinde göçeden kuşlar

ve bakır rengine bürünmüş yaprakları ile ağaçlar insanı büyüler gibiydi.

Burayı seviyordu. Bu toprağı, bu kartal yuvasını andıran yamacı, etrafa kollarını

açmış bu çınar ağacını, binbir türlü kuş cıvıltılarını ve rengarenk çiçekleri,

insanı sarhoş eden o kokularını. Elini aldı avucuna, yumuşacık küçük ellerini.

kimbilir kaç kez tutmuştu bu küçük ve sevimli elleri, kaç kez ısıtmıştı avuçlarının içinde.

Kendi ellerine baktı sonra, daha bu genç yaşında yaşlı bir çiftçinin ellerine benzeyen ellerine,

derin çatlakların, yara izlerinin olduğu ellerine.

Çok korkuyorum dedi kız, sana birşey olmasından. Başını omuzlarına yasladı, şimdi bu haliyle

daha da küçülmüş, küçük bir kız çocuğu gibi olmuştu. Sarı saçlarını kokladı kızın,

onu sarhoş eden o kokuyu içine çekti.

Endişelenme dedi, bana birşey olmaz.

Nasıl böyle emin konuşabiliyorsun diye öfkeyle doğruldu kız, eğleniyorsun benimle

gözleri çakmak çakmak olmuştu ve bu haliyle çok güzeldi.

Gülümsedi muzipçe, birşey olmaz çünkü,

Çünkü ne,

Ben babamın oğluyum, katır gibi inatçı ve güçlü,

Sonra içinden kopan gökgürültüsü gibi, ağızdolusu bir kahkaha patlattı.

Ayağa kalktı yamacın başından aşağıda kızıla çalan güneşin ışıkları altında

derin uykusuna hazırlanan ovaya baktı. Kız da kalktı yerinden, başını sırtına yasladı,

elleriyle gövdesini sardı.

Kendini o an çok güçlü hissetti, herşeyin üstünde adeta bir Tanrı gibi.

Buraları özleyecekti.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bana birşey olmaz dedi sevdigine ayrıldıklarında sevdiginin sözleri kulagında cınlıyordu , yürüyordu ama ne bir şey görüyor ne bir şey duyabiliyordu sevdigine söyledigi sözlere kendide inanmıyordu aslında tedirgin ve endişeliydi , yüzlerce insan yıgını içinde yürürken ayagı sendeledi, ayagını bir boya sandıgına çarpmıstı ,boyacı bosver abi dedi onunda bakısları içini acıttı sanki bir suc işlemş gibi ayakkabısını boyamısını söyledi yaraları onu ayakkablarını boyayan cocuga bakarken biraz daha sarmalıyordu cebindeki son kurusuda ona verdi , fazla dedi çocuk bunu alamam elini tuttu hayır almalısın dedi benim içinde bir çay içmelisin üşümüşsün

 

bugün yol yürümekle bitmiyordu onun için çok yorulmustu gelecek onu ürkütüyordu

bir geçmişi vardı saklı bir geçmiş ve gelecegi sevdigi, yaşam onun için hiç kolay olmamıstı annesinin ölümü onda hep büyüdükçe kendini daha yakıcı hissettiren bir boslugu büyütüyordu ve o hep dişlerini sıkarak gülümsedi , direndi yaşama ama artık kendi için birşeyler istiyordu bir sevdigi vardı onu bekleyen düşleyen onun için korkuları olan bir sevgili ama geçmiş gelecege engeldi

 

bir şansı vardı ama aklının kabul ettigi ama gücünün yetmedigi ........................

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kimin yafff....

 

peki kötü adama ne olacak....ölecek mi..... :P

 

şaka bir yana emeğe saygı ben emmen uzayam burdan......yoksa topic güme gidecek....

 

topicimde ismini görünce gözlerime inanamadım,

atladım hemen geldim bi koşu ama,

hayal kırıklığına uğrattın beni.

Oysa bu vurdumduymaz görüntünün ardında

buraya da birşeyler karalayacak bir potansiyelin olduğunu biliyorum.

neyse gene de sağol... :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Belli etmese de endişeliydi,

bu savaş herşeyi allak bullak etmişti bir anda,

Verandada oturmuş sallanıyordu, bir ileri bir geri,

gökyüzüne baktı, binlerce yıldızın pırıltısına,

kurbağalar ve diğer böcekler sanki dev bir orkestranın

elemanları gibi bilinmeyen bir senfoniyi seslendiriyorlardı.

Herşeyi yoluna koymalı dedi, kız üniversite eğitimi için

gittiği şehrin büyüsüne kapılmıştı, oysa o buraları seviyordu.

Babamla konuşurum demişti, ama bunu söylerken kendi de

inanamamıştı.

En güzeli okula gitmeli yarın diye düşündü.

Sabah erkenden işlerimi bitirip okula gitmeliyim.

Öğretmeni görürüm, onunla konuşmak hoşuna gidiyordu.

Savaşı sormuştu ona, Toprağın gökyüzüne fışkırdığı ve

et ve kemik parçaları ile beraber yere düştüğü, güneşin hiç açmadığı

gri kasvetli bir yerdir cephe demişti öğretmen.

Yerinden kalktı ve odasına çıktı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Horozlar birbiri ardına ötüyordu, düzenli aralıklarla ve gittikçe artan

şiddette. Rekabet halindeydiler sanki. Gözlerini açtı, sarı horozu kesmeli artık

diye geçirdi içinden, sesi dayanılmaz, naaparsın ki babannemin arkadaşı dedi

yatağın içinde kendi kendine kıkırdamaya başladı, güne hep neşeli başlardı.

Lavaboya gitti, yüzünü yıkadı, buz gibi suyun yüzüne vurması ile kendini ferahlamış hissetti.

Mutfağa indi, hava henüz tam aydınlanmamıştı. babaannesi sedirde oturuyordu,

arkadaşın nezle olmuş sanırım dedi, kadın ters ters baktı münasebetsiz şey der gibi,

sakın aklından bile geçirme diye de ekledi. Yerinden kalktı çorba kasesini doldurdu,

torununun sıcak dumanı tüten çorbayı kaşıklamasını seyretti. Ne zaman büyüdü diye geçirdi içinden,

23 yaşına gelmişti, tıpkı babasının gençliği dedi. Çorbayı bitirdi, yerinden kalktı bir tas daha aldı.

Onu da bir çırpıda içtikten sonra yerinden kalktı aceleyle, ani bir hareketle babaannesine sarıldı,

boynundan sıkıca öptü, kadın omuzuna bir şaplak indirdi, münasebetsiz şey, kudurdun mu dedi.

Gülerek ayrıldı yanından üzerini değiştirdi, kirli elbiseleri ile ahırın yolunu tuttu.

Hava aydınlanmıştı bu arada, içeride ağır bir koku vardı, eşarbını burnunun üstüne kaldırdı,

içeri girdi, Önce Zencefil'i çıkardı dışarı siyah inek istifini bozmadan ağır hareketlerle, iri gözlerini ona

dikerek yürüdü ve dışarı çıktı. Sonra Kurabiye'nin ipini çözdü, ona bu ismi kendi vermişti,

Diğer iki ineği ne çıkartıp, otlaktan içeri soktu ve çitin kapısını kapattı.

Sonra tırmığını aldı, hayvanların altına serilen kirlenmiş samanları toplamaya başladı,

koku dayanılmazdı ama o yıllardır alışmıştı bu kokuya, toplanan saman gübre karışımlarını

arabaya yükleyip, bahçelerde kullanmak üzere biriktirdikleri yere doğru taşımaya başladı.

Patikadan geçip de yokuşu tırmanmaya başladığı zaman zorlandı. Kendisiyle mücadele

etmeyi, gücünün sınırlarını zorlamayı seviyordu, yarın daha fazla doldurmalı diye düşündü.

Yanağında boncuk boncuk terler birikmişti, ıslık çalarak patikadan aşağı indi.

Bir saman balyası aldı ve ahıra sermeye başladı, yalakları temizledi. Ahırdaki işi bitmişti, tel makasını aldı

ve otlayan hayvanların yanına döndü, tek tek kulaklarının arkasını inceledi, gözüne çarpan birkaç keneyi

çıkarttı. Yıllardır hiç ihmal etmeden hep aynı şeyleri yaparlardı.

Sonra doğruldu ve gökyüzüne baktı, çok yükseklerde tek başına uçan bir kuş vardı, büyük bir pamuk yumağını andıran bulutlar, mavi gökyüzü. Gülümseyerek kanallar diye geçirdi içinden. Tırmığın alarak

su kanallarına doğru koşmaya başladı. İlk kanala vardığında gecikmiş olduğun farketti.

Babası elindeki tırmıkla kanalın içindeki pislikleri çekmeye başlamıştı, evin üstünden dolaştı

bahçenin en uzak noktasından tam ters istikametten başladı kanalları temizlemeye. Bir yandan birikmiş yaprak ve pislikleri topluyor diğer yandan el çapası ile kanalda bitiveren ayrık otlarının kökünü

temizlemeye çalışıyordu. Ayrık otu ayrılık demektir derdi babaannesi, temizlemek gerekir derdi.

Birbirine paralel geçen kanallrın etrafında babasıyla karşılaşmadan dönerek temizliklerini yaptılar.

Öğlen olmuştu, elindeki tırmığı ve çapayı ahıra bıraktı, eve çıktı kötü kokuyordu, banyo yaptı üzerini

değiştirdi. Sipariş listesini aldı ve kasabaya doğru yola koyuldu.

Babası patikada gözden kaybolana kadar baktı arkasından, savaşa gidecek olması yüzünden, aralarında

hiç konuşulmamış, kendiliğinden bir hoşgörü oluşmuştu. Elini cebine attı ve sararmış bir resim çıkrdı

tırmığına dayandı nefes nefeseydi. Sana benzemesini isterdim ama dedi, benim gibi aksi ve inatçı biri oldu sanırım dedi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

babası onu ugurlarken düşlere daldı , oglu 23 yasındaydı ama babası kadar nasırlı elleri vardı çok çalısıyordu ve babasının yüregi buna dayanmıyordu birden bileklerinden bütün gövdesine yayılan bir agrı hissetti oldugu yere yıgıldı ogluna birşey verememişti onu cok sevmek ona güven vermek yetmiyordu nasırlı ellerini her gördügünde vicdanı ona sen ne yaptın onun için diye sızlatıyordu içini

 

sevdigi kız anfide çay içiyordu arkadaslarıyla etrafındaki her masada savas konusuluyordu savas kirletir savas öldürür diyordu arkadasları ama sevdigi adam hiç tereddütsüz katılacaktı birden yüreginin iki parcaya ayrıldıgını hissetti nasıl gitmesine izin verebilirdi. tanrım dedi nolur gitmesin! üniversite kızın yasamını her gecen gün degiştiriyordu ve bu degişim mesafeleri uzatıyordu..........

akşam onu gördügünde sadece artık tanrıyla konusmayacak sevdiginede anlatacaktı , sevdigi adamı kaybetme korkusu onu öfkelendiriyordu ya kaybedersee , ya bir daha geri dönemezseee napardı...

gitme dedi nolur gitme gitmemelisin kendin için bizim için ve herkes için gitmee

herkes için gitme lafı sevdigi adamı üzdü nasıl dedi bütün arkadaslarım katılıyor kasaba kahvesinde bir tek benim kaldıgımı düşün ben kendimi ve seni bu kadar sevemem bu mümkün degil dedi dönemeyeblirim ama arkamdan kimse konusamaz ama gitmezsem dogacak çocuklarım bile bir korkagın soyu diye anılacak bunu isteme benden dedi ve artık ellerinden yavas yavas kayıp gitmekte oldugunu düşündü sevdigi kızın ........

ne hayallerle gelmişti yarinin yanına ona babasını yaslı nenesini emanet edecekti onun yoklugunda bir teselli olmasını bekliyordu ama söyleyemedi bunların hiçbirini yagmur çiselemeye baslamıstı oturdukları dev çınar agacının dalları yagmur hızlandıkça gürültü çıkarmaya baslamıstı sessizlik her sesi duyuruyordu her bir yagmur tanesi topraga düştügünde çıkardıgı ses ilk defa kulagına bu kadar yabancı geliyordu

 

üzgündü hadi kalkalım dedi ,sevdigi kız yerinden yavasca kalktı onun yanında gecirdigi her bir dakikayı cok istiyordu sarılmak istedi onu çok sevdigini kaybetmek istemedigini söylemek istedi , zor geldi

yapamadı sevdigi adamın agzından cıkacak kelimeleri bekliyordu dökülmedi kelimeler bu kez saklandı hersey iki yabancı gibi ayrıldılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

KISA KISA OLUNCA BÜTÜNLÜK SAĞLANAMIYORKİ BÖYLESİ DAHA GÜZEL BENCE..ÖYKÜMÜZ İRLANDA'NIN DUBLİN KENTİNDE KÜÇÜK BİR KASABADA GEÇİYOR.GERÇİ İLK BAŞTA BEN BİRAZ KONUYU SAPITTIM AMA NEYSE TOPARLARIZ BERABERCE.

KISA CÜMLEDENSE BU DAHA GÜZEL DEĞİL Mİ DELETERİOUS.HEM HAFIZANI YOKLUYORSUN OKUDUĞUN KİTAPLARI DÜŞÜNÜYORSUN..YAZARKEN OLAYLARIN İÇİNE GİRİYORSUN HEMDE BAMBAŞKA BİR DUYGU BU KENDİ EMEĞİNLE BİR KİTAP YAZIYORSUN......TAMAM OKUMASI BİRAZ ZAMAN ALACAK BELKİ AMA EN BAŞINDAN TAKİP EDEN BİRİ FAZLA ZORLANMAYACAKTIR...ZATEN DURUMDAN ANLAŞILDIĞI KADARIYLA ASTER BEN VE ŞEVVAL BİTİRECEĞİZ KİMSE KATILMIYOR BİZE... :(

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Soğuk bir Ekim günüydü, öğleden sonrasının o bildik

şiddetli yağmurlarından biriydi.

Oysa kimbilir böyle kaç yağmurda el ele koşarak inmişlerdi

yamaçtan aşağı.

Şimdi o çınarın altında tek başına kalmıştı. sanki keskin birşeyle çizmişlerdi

yüreğini ve sanki yüreği kanıyordu, gözlerinden aşağı süzülen kandı sanki.

Ellerini cebine soktu kızın ardından baktı bir süre, sonra pek yapmadığı bir şeyi

yaptı, patikadan yukarı doğru yürüdü.

Anlamıyorsun bir türlü demişti kıza,

Bu benim için bir kurtuluş, ikimiz için de,

eğer gitmezsem kendime ait bir hayatım olmayacak

ve ikimize ait bir hayat da, bu tehlikeyi ikimiz için göze alıyorum.

Döndüğümde, işte o zaman geçekten özgür bir insan olabilirim.

Kelimeler birer birer zihnine çarpıp geri dönüyordu,

tepeye varınca patika sağa kıvrıldı ve gözgözü görmeyen bir ormanın içinde son buldu.

Ağır adımlarla ormanın içine doğru girdi, yağmur şiddetin artırmıştı.

Çocukken defalarca kaçıp saklandığı Kelt tapınağını bulması zor olmadı.

Bin yıl öncesinde kalma garip, insana ürperti veren bir yerdi.

Şimdi duyguları allak bullak olmuştu. Üzerinde eski Gal dilince kabartma yazıların

bulunduğu lahitin üstüne çıktı. Eski bir kabile şefinin belki de eski bir kralın

gizli kalmış mezarı ve eski zamanlarda insanların onun etrafında toplandıkları bir mabetten

arta kalanlardı işte. Herşey anlamını yitirmişti.

Uzandı mermere kollarını açtı, lahitin üzerine yatırılmış bir kurban gibiydi.

Tanrılar kurban istiyor diye mırıldandı, çok yorgundu gözlerini kapadı

ve derin bir uykuya daldı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bir ışık

çok uzaklardan gelen bir ışık

ellerini ona doğru uzattı gözleri kamaştı birden bire karşıda yamaçta uzun yeleleri rüzgarda dalgalanan beyaz bir at koşuyordu

 

hemen kalkıp yakalamak istedi atı ama kımıldayamıyordu seside kısılmıştı sanki bağıramıyordu da ellerinden kayıp gidiyordu bir şeyler gözlerinin önünde

 

aklına komşularının oğlu peter geldi. çocukluk yıllarını birlikte geçirdikleri için de tek ve en yakın arkadaşı sırdaşıydı peter o olsa bana yardım ederdi diye düşündü ama sesi çıkmıyorduki nasıl çağıracaktı peter ı hem o gelene kadar çoktan yamacı aşıp gitmezmiydi bu at son bir gayretle kalkmaya çalıştı ama yine olmadı gidiyordu beyaz at ve artık hiçbir şekilde ona ulaşamaycağını anladı derin bir nefes aldı gözlerini attan alamıyordu at yamacın zirvesine ulaştığı anda son bir kez daha dönüp ona bakmıştı sanki göz pınarları doldu ama ağlıyamıyorduda onuda beceremiyordu kızmaya başladı kendine birden bire nedir bu??

gözlerinde kayboldu atla beraber ışık

 

büyük bir bel ağrısıyla uyandı birden.

yağmur dinmiş hava kararmıştı hemen gözünü karşı yamaca dikti birşeyler ararcasına ama karanlıktı vede hiçbirşey göremiyordu. sonra gördüğü beyaz atı düşündü varmıydı bunun bir acıklaması nede olsa öbür gün savaşa gitmek için yola çıkacaktı.

eve dönmeliyim dedi merak etmişlerdir şimdi beni nede olsa son gündü karanlığın içerisine daldı ormana karanlık olması önemli değildi onun için ezbere biliyordu bu ormanı.

artık evin ışıkları görülüyordu babası verandada onu bekliyordu meraklı gözlerle bir sağa bir sola bakınıyordu...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

eve yaklaştığında babası oğlunu görmüş ve hiç bir şey söylemeden içeri girmişti..aslında beni çok seviyor bunu biliyorum dedi.geçen sene bir kaza geçirmişti günlerce hastanede yatmıştı...ve babası bir an bile başından ayrılmamıştı,yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı birden başında tanrıya yakarışına şahit oldu babasının.ilk kez ağlarken görüyordu babasını.....

"tanrım diyordu....zaten hayatımın anlamını yıllar önce kaybettim tek tesellim oğlum onuda benden alma....çok şey mi istiyorum senden....hayır....yoksa bunu hakettiğimimi düşünüyorsun sende..oğlumu çok seviyorum....ama bazen içimdeki kine engel olamıyorum....bak oğlum iyileşsin görceksin herşey daha farklı olacak."oğlu iyileşmişti ama baba ve oğul arasında farklı hiç bir şey olmadı..yine o soğuk rüzgarlar esti durdu....

artık buna alıştım diyordu genç göstermesede beni çok sevdiğini biliyorum dedi....yatak odasına çıktı ve yatağına uzandı...savaş geldi aklına hayır dedi sen çık şimdi aklımdan...benim yüreğimi aydınlatacak bir hayale ihtiyacım var....molly geldi aklına üniversiteye gittiğinden beri eskisi gibi değil diye düşündü....bu benim kuruntum aslında..molly beni çok seviyor...daha bugün onu ziyarete gitmişti ve herşey yolunda gözüküyordu....içine zıt o kadar fikir vardiki gerçek neydi neye inanmalıydı bilmiyordu.halbuki hiç bir şey yolunda değildi sadece kabullenmek için zamana ihtiyacı vardı belkide. rüyamda gördüğüm beyaz at mollydi ve ben onu bulamadım yakında kayıp gidecek ellerimden...veya ben savaştan dönemeyeceğim....

molly dublin'i ortadan ikiye bölen liffey nehrinin kenarında arkadaşlarıyla oturmuş bira içiyordu...içinde bir sıkıntı vardı...biliyordu onu gördüğü ve dürüst olmadığı içindi tüm sorun.ama savaşa gideceği bir zamanda nasıl derdi onu artık sevmediğini..en iyisi savaşın sonunu beklemekti.....biraz yürüyüş yaparsam iyi gelir diye düşündü....

İrlandada olmayı seviyordu apayrı bir havası vardı buranın. içki ve yemekte sınır yok.. Turistlerin favorisi ”İrlanda Kahvaltısı” kart postalındaki üç kişiyi doyuracak büyüklükteki kahvaltının Guinness birasıyla servis edilmesi komposizyonunun İrlanda'da bir iki gün geçirdikten sonra bir şaka olmadığını görüyorsunuz... İçki önemli bir özelliği İrlanda kültürünün.birası kadar müzik ve dans da İrlanda da ulusal bir tutku. ”Kelt Müziği” ve ”Riverdance” demek daha doğru belki de... Keman, flüt, ıslık ve "uillien pipes" enstrumanlarının bir araya gelmesiyle yapılan Kelt Müziği, kendine has stiliyle İrlanda'ya özgü... Sokaklarda yürürken kulağınıza devamlı bir yerlerden keman yada gitar sesleri geliyor....

buram buram aşk kokan bir şehirdi ayrıca...Sevgililer gününün yaratıcısı olan San Valentine, Dublin’in Carmelite kilisesinde yatıyor. Halk arasında anlatılan bir hikayeye göre; üçüncü yüzyılda yaşayan Valentine, yılda bir gün halka ziyafet verirmiş. Bu ziyafet günü için kuşların birbirlerine eş sectigi 14 Şubat gününü seçmiş. Valentine öldükten sonra da 14 Şubat, sevgililer arasında kutlanmaya devam ederek ortaçağdan bugüne süregelmiş...

off olmuyor dedi içinden savaşa gitmeden bunu ona söylemeli.......hayatında başka biri olduğunu söyleme........

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Nasıl olduğunu kendi de anlamamıştı,

bu kentin büyüsüne kaptırmıştı kendini.

Joseph'i sevdiğini sanıyordu, sevmişti gerçekten de

o çocuksu saflığını, duygusallığını, çok güzel günler paylaşmışlardı.

Ama Dublin'e geldikten sonra anlamadığı değişiklikler olmuştu,

kendini yalnız hissesdiyordu ve Joseph'in savaşa katılmaya karar

vermesi bir anda bu yalnızlık duygusunu adeta bir korkuya döndürmüştü.

Onu fikrinden vazgeçirmeye çalışmıştı birkaç kez, tartışmışlardı.

Ölüm karşısında gösterdiğin cesareti, yaşamak için göstermiyorsun demişti.

O iri ela gözleriyle öylece bakmıştı Joseph, yağmur yağıyordu ve ayrılmıştı ordan.

Dublin'e döndüğünde bütün gece ağladı yatağın içinde.

Ve ruhundaki bu fırtınalar ve gelgitler arasında Edebiyat öğrencisi Connar'ın ne zaman

ve nasıl kalbine girdiğini bile anlayamamıştı. Bir yanı Joseph'e karşı suçluluk duyuyordu

ama öte yandan Connar'la hiç yaşamadığı bambaşka bir hayat yaşıyordu.

Bir maceraperest gibiydi o, bu kentte doğmuştu ve heryeri herşeyini biliyordu.

Dublin Postanesindeki kurşun deliklerinin hikayesini anlatmıştı,

James Connoly ve 1800 kişi 1916 Paskalyasında Dublin'e gelirken

yolda biri yolunu çevirmiş ve nereye gittiklerini sormuş,

O da gülerek ölüme diye cevap vermiş,

sonra adam hiç umut yok mu peki diye sormuş

Connoly tekrar gülerek hiç diye yanıtlamış ve ıslık çalarak yollarına devam etmişler,

Bütün kamu binalarını işgal etmişler, İngilizler altı gün boyunca kenti bombalamışlardı.

Bu postane bir simgeydi, Connoly idam edilmişti,

Tüm bunları anlatırken onu seyrediyordu hayranlıkla, Kıvırcık kahverengi saçları rüzgarda savrulurken

tıpkı yıllar önceki Connoly gibi gülümsüyordu umuarsızca.

Sonra hiç bilmediği bir yerlerde yemek yiyip, İrlanda birası içmişlerdi.

ve akşam da geleneksel müzik eşliğinde ahşap zemin üzerine ayaklarını vurarak geç saatlere

kadar dans etmişlerdi.

Kasabadaki sıradan yaşantısından çok farklıydı, burada bambaşka bir dünya vardı.

Ona anlatmayı denedi kaç kez, ama yapamadı söyleyemedi bir türlü

zaten Dublin'e geldiğinden beri eskisi gibi görüşemiyorlardı artık.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ah Joseph diye geçirdi içinden ne çok severdi bir zamanlar onunla beraber olmayı,

verandada beraber sallanmayı o çocukça yaptıkları oyunlar aklına geldi birden kala kaldı.

Neden böyle olmuştu herşey içinden çıkılmaz bir hal almıştı.

Bir yürekte iki sevgi olurmuydu bunu taşıyabilirmiydi bir insan.

Kendiside artık umutsuzluğa düşmüştü Joseph onun ulaşılmazıydı

ama diğer taraftan kendiside anlam veremediği bir boşluğa düşmüştü .

Birden aklına onu küçüklüğünden beri hiç yalnız bırakmayan tek dostu Angela geldi,evet evet dedi beni anlasa anlasa o anlar.

bana bir yol gösterebilir dedi ve yola koyuldu Angela ya gidiyordu.

O kadar emindiki Angelanın ona yardım edeceğinden.Ne zaman karmaşık birşey olsa Angela çözüm bulurdu.Bilge bir karaktere sahipti.

Güneş Zirvelerin ardında gözden kaybolmaya başladığında Molly yolu tamamlamıştı.Ama nedense kapıyı çalamıyordu cesareti yoktu buna ,uzun zamandır görmemişti.

Bu evde Anegela yalnız yaşıyordu.Ailesini korkunç bir kazada kaybedince kendisini inzivaya çekmiş,

herkesten kaçar olmuştu.

Molly bütün cesaretini topladı kapıya vurdu ama kapıyı açan yoktu.Molly ikinci defa vurdu ama bu kez daha sertti yumrukları ve kapı açıldı...

 

 

 

Arkadaşlar umarım hikayenizi batırmamışımdır :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.