Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Sunay Akın


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Görülmüştür

 

Ne yak

Mektubun ucunu,

Ne sevgini

Sayfalar dolusu

Dile getir....

 

Zarfı kapatırken yalnız,

Kuytu dudaklarını

Çokça değdir.....

 

Sunay Akın

:clover:

Gönderi tarihi:

ÇARE SIZSINIZ Gidene kal demeyeceksin... Gidene kal demek zavallılara, Kalana git demek terbiyesizlere, Dönmeyene dön demek acizlere, Hak edene git demek asillere yakışır. Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme.Yoksa değersiz olan hep sen olursun...Düşün.... Kim üzebilir seni senden başka? Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemesezsen.Kim mutlu edebilir seni,sen hazır değilsen? Kim yıkar, yıpratır seni sen izin vermezsen? Kim sever seni, sen kendini sevmezsen? Hersey sende başlar, sende biter... Yeter ki yürekli ol, Tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yasama sevgisini... Hep hatirla: " Çaresizseniz,Çare SIZSINIZ..."

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Dudak Payı

 

 

 

Çay bardağında

Bırakılan dudak payı

Kadar bile

Uzak kalamam

Gözlerine

 

Yakın olsun isterim

Ellerime ellerin

Yanındaki beton binaya

Yaslanması gibi

Köhne bir evin

 

Seni bir çivi

Gibi çaktım

Çünkü beynime

Ve toplayıp

Bütün kerpetenleri

Attım denize

 

Sunay Akın

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

YALNIZLIK

 

Şemsiye yapımcıları

ıslanmaktan

tek kişiyi koruyacak genişlikte

kesince kumaşları

yağmur değil

yalnızlıktır yağan

Daha da hüzünlendirir her gece

kentin sokaklarını

bekçinin nefesiyle

düdüğün içinde dönen

nohut taneciğinin

yalnızlığı

Ne çok sevinirim bilseniz

bir yılan

mezarıma girerde

göğüs kafesimin kemikleri içinde

kış uykusuna

yatarsa

 

 

Sunay AKIN

Gönderi tarihi:

Çekmece

 

 

 

Büyüklerle ben yapamıyorum

çocuklar da almıyor beni oyunlarına

devlet dairesinde

yangından kurtarılmayacak

sıkışmış bir çekmece gibiyim

açılamıyorum sana

 

Kardeşiyle sokaklarda hep

bir örnek giydirilen sen

nasıl sevmezsin eşitliği

yürürken düşen çoraplarını

aynı hizaya getirmek için

annen değil miydi önünde diz çöken

 

Öpüşme sahnesinin tam ortasında

içeri girdiğin yazlık sinemanın

yer göstericisiyim

yürüyorsun fenerimin ışığında

yer: Kız Kulesi

ve sonu ayrılıkla bitecek

hüzünlü bir aşk filmini oynuyor

beyaz duvarında

 

Bir kez olsun çıkmazken ağzından

seni sevdiğimi

her gün söylememi yadırgama

bil ki bu şehirde

iskelenin verilmesini

beklemeden atlarım vapurlara

 

Son karesi gibi Red Kit'in

batan güneşe doğru

sürerken atımı

gitme kal demeni bekliyorum

ama yalnızca

rüzgar çekiştiriyor atkımı

 

Sunay Akın

Gönderi tarihi:

Naftalin

 

 

 

Eksik olan

bir yanı vardı aşkımızın

bir filminde

üç beş figüran dövüp

ata binmemesi

gibi cüneyt arkın'ın

 

Haberin olsun

vermedim eskiciye

yırtık ayakkabılarımı

nasıl ayrılırım ki onlardan

kapınızın önünde

az mı çıkarıp

giymiştim

 

Naftalinedim bende kalan yün kazağını

söylemiş miydim size

naftalin

ki güvelere karşı kullandığı

kimyasal silahıdır

anıların

 

Sunay Akın

Gönderi tarihi:

Ayrılık Şiiri

--------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

 

Her satırı

Mendireğe dizili karabataklara benzeyen

Bir mektup bırakarak

balıkçı koynundan

sisler icinde uzaklaşan kayık gibi

bir sabah usulca ayrıldın

koynumdan

 

Bütün yolcularını

Boğaz köprüsünün çaldıgı

Araba vapurunun

boş seferleri

gibi yanlızca rüzgâr

gezinir sensiz

yüreğimde

 

Durgun bir sudur aslında deniz

ki çocukların acemi oltalarını denedikleri

kuytu bir iskelenin

tahtaları altına yazıdıgım

ayrılık siirini okudukca

dalgalanır...

 

Sunay AKIN

Gönderi tarihi:

Cephede

 

 

 

Aslında ben daha güzel ölürdüm

arka bahçede askercilik oynarken

tahta tüfeğimle toprağa uzanır

annemin sesiyle doğrulurdum hemen

-Çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır!

 

Yerdeyim yine bak anneciğim

n'olur kızma adımı çağır

 

Sunay Akın

 

 

 

 

 

Garip

 

 

 

Şiirden kovduğu uyağın

dönüp dolaşıp

sonunda mezar taşına

konması ne

garip:

 

Orhan Veli

1914 - 1950

 

Sunay Akın

Gönderi tarihi:

AMA ÖLÜM

 

Özgürlük kitabının

sayfaları arasına

cellatların kurduğu

darağacındaki ip

yarım kalan

sayfayı gösteriyor

okumaya devam edecek

nice insana

Evlilik fotoğraflarının yırtılarak

kırılan çerçevelerin

sokağa atılan

tahtalarıyla çakılıyor

çocuk tabutları

Hiçbir genç kız

taşımıyor kolyesinde

sevgilisinin fotoğrafını

ama ölüm

sayfaları oyulmuş

bir aşk romanının

içine gizliyor

tabancasını...

 

Sunay Akın

  • 10 ay sonra...
Gönderi tarihi:

Martı

 

Her vapur dumanının ardına

yüreği sıcak

bir insan sanıp takılırken

tüyleri ıslanan bir martı olduğumu

hem azarlayan

hem de sırtıma havlu koyan anneme anlatamam...

 

Kanadım kırılsa da konmam

deniz kıyısındaki

hiçbir caminin minaresine,

kubbeye tüneyen martıların

keyiflerince uçmalarını bekleyen imam

ezanı geç okudugu için sürülünce

bir dağ köyüne...

 

Birazcık daha sabredin diyorum

eski bir sokagin kıvrımında

yolun iki ucunu gösteren

trafik aynalarına

hüzün modeli arabalar

kirilmamaniz için örgütleniyor

dolmus duraklarinda

 

Denize düsen bir gazetedeki

ölüm ilanindan ögrenirim

mendireğe attığı çakıltaşıyla

ürken martıların

alkışa benzeyen kanat seslerini

selamlayan yaşlı adamın

unutulan bir tiyatrocu olduğunu

 

Gece yarısı söndürülünce ışıklarını

kuytu bir iskelede

ne yaptıgını görürüm

iki yakası arasında İstanbul'un

koltuklarında günboyu

kadın kalçalarının izlerini

biriktiren vapurun

 

Yanından ayrılmam deniz fenerlerinin

fotografına benzemeyen

heykelleridir çünkü

idam sehpasına çıkınca

aşağıda asılmasını bekleyenlerin

yüreklerindeki sivri kayalıkları

ışığıyla aydınlatan devrimcinin

 

Uyandırırım çığlıklarımla

kıyısında karnı aç yatan çocukları

yiyecek aradığım kent çöplüğünün

ama bir parça olsun

koparmam beyazlığından

bilirim ki Kız Kulesi

doğum günü pastasıdır özgürlüğün!...

Gönderi tarihi:

KÜL KEDİSİ

Beyoğlu'nda gezinen tramvay Kürttür

deniz görünmez çünkü penceresinden

insanların öldürüldüğü dağlarda

inanıyorum yine de

dikkat ceylan çıkabilir uyarısına

bir orman yolundan geçerken

 

Savaş ki ülkemde

bütün bardakları kırılan

birer sürahi gibi

çocuklarını gözyaşlarıyla bekleyen

nice anne bırakmaktır

pencerenin önlerinde

 

Tutuşunca Madımak Oteli'nin perdesi

bir kez daha kundaklandı umudumuz

yürümeyi öğreteceğiz ona

sonra yeniden koşmasını

masal olmadığını söylüyor güzel günlerin

Sivas sokaklarında doğuran kül kedisi

 

Deniz doğru inen bir sokaktır ülkem

düz değildir taşları

ayakkabılarını bağlamadan

peşinde koşarken bir martının

ipe takılıp düşer

özgürlüğün eve avluya sığmaz çocukları

 

 

 

 

 

DEVRİM

 

Temiz kalan tek yerdir Devrim

Bütün bir yıl kirlenen

Duvarda ama görebilmek

İçin asıldığı çividen indirilmelidir

Yaprakları biten takvim

 

Zorbalara direnmektir devrim

Bir çocuğun annesinin çantasından

Aldığı paraları

Altına gizlediğini söylememiştir

Dövülen hiçbir halı

 

İçinde yaşamaktır devrim

Dikiş kutusunun ve toplu iğneler gibi

Bir arada olmayı gerektirir

Karşı koyabilmek için zulmüne

Makas denilen patronun

 

Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim

Ateş böceklerini yakalamak isteyen çocukların

Peşine taklılır gün gelir

Yanıp sönen mavi ışıkları

Polis arabalarının

 

Kağıt bir gemidir devrim

Bütün gemiler

Hurdaya çıksada sonunda

Taşıdığı özgürlük şiiri ile Batmadan yüzer nicedir Dünya sularında

 

Kimbilir kaç yunus görmüş

Kaç DENİZ GEZMİŞ...

Gönderi tarihi:

Beceriksiz

 

 

Kabuğunu koparmadan

ne bir elmayı soyabildim

ne de iyileştirebildim bir yaramı

ama karşıma çıkınca

kızmadım hiç elma kurduna

bendim çünkü bıçağı saplayan

onun yurduna

Şair diyorlar benim için

bilmiyorum oysa

her şiire konmalı mı uyak

her yere nedense

konamıyor teyyare

hay dilimi

arı türkçe soksun; uçak

Kaptan olmak isterdim

aynanın karşısında

eski bir sinema yıldızı

gibi ağlayan

İstanbul`un hatlarında

bir fırça hafifliğiyle gidip

gelen vapurlara

Eskimo bir şair dokunuyor omuzuma

ve Kız Kulesi`ni göstererek

bırak artık diyor üzülmeyi

yedi tepeli bu şehirde

şiir okunacak tek yer

elbette denizin ortasındaki

şu küçük buz dağı

Terzi olsa da babam

sökük dikmesini beceremem

beni yalnızca sen anlarsın

iğnenin deliğinden geçsin

diye ipliklerin

bir anlık ıslatıldığı dudaklara

takılıp kalan annem

Gönderi tarihi:

''büyüklerle ben yapamıyorum

çocuklar da almıyor beni oyunlarına

devlet dairesinde

yangından kurtarılmayacak

sıkışmış bir çekmece gibiyim

açılamıyorum sana.''

 

 

'bilerek mi yanına

almadın giderken

başının yastıkta

bıraktığı çukuru

güveniyordum

oysa ben sevgimize

vapur iskelesi

ya da tren istasyonundaki

saatin doğruluğu kadar

beni senin gibi

bir de annem terketmişti

ki göbeğimde durur

onun yokluğundan

bana kalan

çukur.''

 

 

 

 

 

 

 

Bir araya

 

Eşit olmadığı

söylenir insanların

aynı boyda olmayan

beş parmağı

gibi bir elin

 

Oysa uzanır

nice yorgun

emekçinin dudağı

su dolu

avucuma

 

Elimin

eşit olmayan

beş parmağının ucunu

getirince

biraraya

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kırık Kibrit

 

Her kapı eşiğinde

çocuk mezarı diye takıldığınız

45 numara ayakkabılarımla

içinde etleri çürüyen

bir çocuk cesedi taşıdığımı

nasıl da bildiniz

 

Hiçbir bardakta

dudak payı bırakmadınız bana

bir kaşık sesini

bile çok gördünüz

şekersiz içerek

çaylarınızı

 

Bakarak yürüdüm oysa balkonlara

göz göze

gelebilmek için

çamaşır ipinin arkasına astığı

iç çamaşırlarının

ıslaklığına sürünerek

kanaryasını güneşe çıkaran

bir kadınla

 

Yanıma yaklaşıp kibrit istediğinizde

ıssız bir adaya düşen

yalnız adamın

dumanı görülsün diye yaktığı

ateşiydi sizlere

uzattığım

 

Ve siz

her seferinizde

sigaranızı yaktınız

ama açıktan geçen gemiler gibi

yanınıza beni almadan

gittiniz! ..

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Önsöz

 

Hulyalariyle yaşardı,

Bir Behçet Necati vardı.

Gece yarılarında, sokakta

Kâğıda birşeyler yazardı.

Şairliğinden yadigâr

Bu YELDEĞİRMENLERİ kaldı.

 

 

 

 

Lâdes

 

Uzayacağa benzer

Tutuştuğumuz lâdes. İşi gücü bırakıp

Mezarlığa nâzır

Bir eve taşındım. Ölüm, sen beni aldatamazsın,

Aklımda!

 

 

 

 

Bayram Ziyareti

 

Gidecek yeri olmayan biri

Aslanları görmeye parka gitti.

 

Aslanlar taştan

O bir insan

Nasıl anlaşırlar?

 

Anlaştılar.

 

 

 

Evler

 

İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.

İrili ufaklı, birbirinden farklı,

Ahşap evler, kâgir evler yaptılar.

Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,

Evlerin içi devir devir değişti

Evlerin dışı pencere, duvar.

 

Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde

Kalbi kara insanlar oturdu.

Gündelik korkuların çökerttiği evlerde

O fıkara insanlar oturdu.

 

Evlerin çoğu eskidi gitti tamir edilemedi.

Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.

Kimi hayata doymuş göründü,

Bazıları zamana uydular.

Evlerin içi oda oda üzüntü,

Evlerin dışı pencere, duvar.

 

Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:

Dışardan geldi bir tane, nar gibi,

Arttı, eksilmedi.

Evleri felâketler taunlar gibi süpürdü:

Kaderden eski fırtınalar gibi,

Ardı kesilmedi.

 

Evlerin çoğunda dirlik düzen,

Kalan bir hâtıra oldu geçmişte.

Gönül almak, hatır saymak arama!

Evlâtlar aileye âsî işte,

Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.

 

Evlerde nice nice cinayetler işlendi,

Ruhu bile duymadı insanların.

Dört duvar arasında aile sırları,

Dört duvar arasında dünyanın kahırları:

Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın

Gözyaşlarıyla beslendi.

 

Küçükler, büyük adam yerine evlerin kiminde:

Çocukları işe koştu kalabalık aileler.

Okul çağlarının kadersiz yavruları,

Ufacık avuçlardan akşamları akan ter,

Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde.

 

İnsanların kaderi besbelli evlere bağlı:

Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar,

Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı

Bâzıları özlediler daha yüksek hayatı,

Çırpındılar daha üste çıkmaya,

Evler bırakmadılar.

 

Yeni yeni tüterken ocakların dumanı

- Kadın en büyük kuvvet erkeğinin işinde -

Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı

Evler dilsiz şikâyet, kaçmışların peşinde.

 

 

Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı:

Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar

Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı

Ama size hiçbir hisse ayrılmadı

Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,

Külhânlarda, sarnıçlarda yatanlar!

 

 

 

Yıldızlar

 

Seni karanlıkta yatırıyorlar.

Korkuyorsun geceden:

Bakıp bakıp pencereden,

Yatağına sokuluyorsun.

 

Ben hep eski yerimdeyim, biliyorsun.

Hava açık olduğu zamanlar

Beni seyrediyor, seviniyorsun.

 

Ne olurdu, ben de,

Sana göründüğüm şekilde

Odana gelseydim.

Ateşböcekleri gibi,

Küçücük avucunda

Yanıp yanıp sönseydim.

 

Seneler geçip gider, büyürsün.

Bir gün olur, hepsi biter:

Endişeler, o çocuk üzüntün

Hepsi biter.

Aydınlanır seninçin geceler,

Güneş gibi görünürsün.

 

Biraz sabır, küçük çocuk, biraz sabır.

Ama, Allahın koyduğu yerde,

Yıldızlar daima yalnızdır.

 

 

 

Keyif

 

Meyhane sen güzelsin,

Satıcıların olmasa.

Ezilir siteminde ufalmış gözlerin

Masalar, bir masa

 

 

İhtiyar adam gelir, açlıktan kalma, yanık

Börek satar, taze.

Aldınız, yiyemezsiniz,

Oturur midenize.

 

 

Siz kızarsınız başka, irin gibi yüzlü,

Çiçekçi kadın gelir.

Çoğaltır bardaktaki hüznü,

Uzattığı karanfil.

 

- Karides, deniz gülü karides...

Tatmadınız ömrünüzde.

Duyarsınız al bir utanç gibi bikes,

Pörsük antenleri gönlünüzde.

 

-Parfümlerim var esans..

Babacan bir adam.

Muhteremdir,

Diretiyor madem.

 

Dolması, midye, sıcak..

Kirli beyaz önlüğü.

Gizler bir pırıltı, içli, yaltak,

Uykulu gözlerdeki yorgunluğu.

 

Sen küçük kız ver bir gazete,

Hangisi olursa olsun.

Öperdim ellerini kötüye çekilmese

Çocukluğunu satıyorsun.

 

Hiç düşündünüz mü, sarhoşsunuz,

İğrençtir adeta.

İstediğiniz kadar sarhoş olunuz

Keyfediyorsunuz ya!

 

 

 

Gözleri Badem

 

Ben annemin evinde

Fındık fıstık üzüm

İlerde evlenince

Çuvalla düşünürdüm.

 

Aşk idi beni iten

Heyamola

Ben onsuz yaşar isem

Dünyalar haram ola.

 

Aşk idi beni iten

Sev seni seveni

Bir yavru ceylân iken

Yâd avcı vurdu beni.

 

Evlendim kocam

Bir güzel âdem

Odalarda fıstık yok

Gözleri badem.

 

Mavi değilmiş deniz

Hey gidi fıstık üzüm

Kızlar günün birinde sevip evlenirseniz

Sizleri de görürüm.

 

 

 

Kurşun

 

Bitkinim, bitkinsin

Saçlar ağarır ümitlerle beraber

İnsanın evi olması

Büyülenmiş gibisin.

 

Satırlarda soldu yüzün

Kalabalık evlerde eğreti

Üzgünüm, üzgünsün

Mumlar eridi.

 

Sokaklar, eğlenceler uzakta

Farkında bile değilsin

Hasadını esirgeyen toprakta

Bitkinim, bitkinsin.

 

Çökmüş siperlerden kurtulan yorgun

Askerleri düşün

Yeraltında saatler

Yılları ömrümüzün.

 

Bilmezden gelsek de

Gün sönmeye başladı

Seneler eriyor cenkte

Yaşamaya vakit kalacak mı?

 

Diyelim kurtardık hayatı

Ya ansızın yalnızsak

Ya külçeleşir de ayaklar

Yürüyemez olursak?

 

Yahut askerleri düşün

Tam çıkmışlar siperden

Bakıyorsun

Pusudaki tepelerden bir kurşun.

 

 

 

 

Gizli Sevda

 

Hani bir sevgilin vardı

Yedi sekiz sene önce,

Dün yolda rasladım

Sevindi beni görünce.

 

Sokakta ayaküstü

Konuştuk ordan burdan,

Evlenmiş, çocukları olmuş

Bir kız, bir oğlan.

 

Seni sordu

Hiç değişmedi, dedim,

Bildiğin gibi...

Anlıyordu.

 

Mesutmuş, kocasını seviyormuş,

Kendilerininmiş evleri..

Bir suçlu gibi ezik,

Sana selâm söyledi.

 

 

Yay

 

Derinden sesler geliyor

Durduramaz beni aşkın

Bekle geçinceye kadar

Yayı daha germe

Kıracaksın.

 

Karanlıkta kımıldayan düşünceyi

Göremez sendeki göz

Örtülere büründüğüm şu anda

Düşmüş senden kumaşlar

Çıplaksın.

 

Eser serin bir rüzgâr

Sen çok sıcaksın

Koptu senden ellerim, köprü yıkıldı

Seni benim tarafa nasıl alabilirim

Uzaksın.

 

 

 

Saklı Su

 

Ürperen yaralara çıplak

Havaların değmesi

Acır.

Korkunuz nerdeyse

Bir şey söylenecek, bir şey sorulacaktır.

 

Sekiz sokak önceden sezmeniz

Adımlar yöneldi,

Bir daralış gönlünüzde

Ortalık karardı.

 

Anla sıkıntımı geç git dost,

Nedendir sorma.

Gür bitkiler altında bir benim için akar

Alıngan, onurlu

İstemez görsünler saklı su.

 

 

 

Donmuş Dallarda Çiçek

 

İyidir beraber olmamız

Yaklaşmış, değişik.

Duyulur çevrenin gürültüsünde

Issız

Bizde bir şey eksik.

 

Belki de bir şey fazla, yıllarca bilmedik

Çökmüş birdenbire ağır;

Bir kırık gülüşte

Yitik

Ümitsiz hatırlanır.

 

Bulmak gibi tıpkı

Karlar altında kayıp uzanırken ova

Yolu kendiliğinden,

Donmuş dallar esen ılık rüzgâra

Çiçek açar çekingen.

 

Aldanarak, unutulmuş

Senin yolun ayrı, benimki ayrı

Az sonra ikimiz de yalnız.

Kısa bir zaman için, saat beş suları

İyidir beraber olmamız.

 

 

 

 

Yalan Ses

 

Ben seni duvarların arkasına sakladım,

Karşıdan düz taş.

Varsın hepsi yanılsın, sevincime son yok:

Bahçem yalnız benimsin.

 

Bilerek değişik anlattım, seni duvar sandılar

Değilsin.

Gözler üstünkörü gördü:

Bahçem yalnız benimsin.

 

Ben buralardan giderken

Sen de benimle gelirsin.

Bizimle biter hikâye, geride kalan yalan ses:

Bahçem yalnız benimsin.

 

 

 

Engeller

 

Sen benim engelimsin beyaza.

Yaparım yıkılır,

Saldıran sularda silinen

Kumdan kuleler deniz kıyısında.

 

Sen benim düşmanımsın değişen,

Her seferinde ismin başka.

Ama hiç tadı yok yaşamanın

Tam doğrulurken yeniden

Tarlamı suların basmasa.

 

İnsanınla vur, hastalığınla yere ser,

Sars beni paraca

Her yıkılışımda kuvvetim artar

Işıyan köşe er geç benim

Sen benim geçidimsin beyaza.

 

Sevgilerde

 

Sevgileri yarınlara bıraktınız

Çekingen, tutuk, saygılı.

Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı.

 

Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olsun istemezdiniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı.

 

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.

Yılların telâşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklınıza gelmezdi.

 

Gizli bahçenizde

Açan çiçekler vardı,

Gecelerde ve yalnız.

Vermeye az buldunuz

Yahut vakit olmadı

 

 

 

Şimdi Değil Sonra

 

Ürperen sokakları süpüren tipide

Yürürken hızlı

Şimdi değil sonra

Vurur yüzünüze aralık kapımdan

Bir garip yaz sıcaklığı.

 

Bir an durursunuz beklemiyor gibi bunu

İçeriye girseniz

Şimdi değil sonra

Yaşamak telâşı çekip götürür sizi

Esen soğuk rüzgârda.

 

Şimdi değil sonra

Bakarsınız yaşamak bir gün bırakıverir

Sizi benim yollara.

Bir zamanlar kayıtsız önünden geçtiğiniz

Eski kapı

Çıkar sisler içinden karşınıza açık.

Sahi

İçerde

Sizin de

Hayatınız vardı.

 

Ve ancak o zaman anlarsınız

Yıllar önce gösterdiğimi kışı.

 

Yazdı

Şimdi değil sonra.

Sevgilerde

 

Sevgileri yarınlara bıraktınız

Çekingen, tutuk, saygılı.

Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı.

 

Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olsun istemezdiniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı.

 

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.

Yılların telâşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklınıza gelmezdi.

 

Gizli bahçenizde

Açan çiçekler vardı,

Gecelerde ve yalnız.

Vermeye az buldunuz

Yahut vakit olmadı

 

 

 

Şimdi Değil Sonra

 

Ürperen sokakları süpüren tipide

Yürürken hızlı

Şimdi değil sonra

Vurur yüzünüze aralık kapımdan

Bir garip yaz sıcaklığı.

 

Bir an durursunuz beklemiyor gibi bunu

İçeriye girseniz

Şimdi değil sonra

Yaşamak telâşı çekip götürür sizi

Esen soğuk rüzgârda.

 

Şimdi değil sonra

Bakarsınız yaşamak bir gün bırakıverir

Sizi benim yollara.

Bir zamanlar kayıtsız önünden geçtiğiniz

Eski kapı

Çıkar sisler içinden karşınıza açık.

Sahi

İçerde

Sizin de

Hayatınız vardı.

 

Ve ancak o zaman anlarsınız

Yıllar önce gösterdiğimi kışı.

 

Yazdı

Şimdi değil sonra.

 

 

 

 

İçerlek

 

Onlar evlerde yaşamazlar mı, şaşıyorum.

Evlere uğramaz, evlerde iş yapmaz,

Bakmazlar mı bir şeye, şaşıyorum.

Bakkallar, kasaplar, çarşılar..

Onlar evlere hiç bir şey almazlar mı, şaşıyorum.

Yollarla, sokaklarla, kahvelerle iş bitmiyor ki!

Trenler, gemiler, düşler bırakıyor insanı bir yerde,

Sonra gene dönülmez bir yol gibi ev!

Onların yolları, akşam üstleri, gece

Sona ermez mi evlerde, şaşıyorum.

Yorgunlukları yollara yaymak, iyi ama sonu yok ki!

 

Sevdalar sokaklarda serin ama sonu yok ki!

Bölüşmek umutları, paylaşmak acıları, bunalmak,

Ummak yarınlardan bir şey, evcek yok mu,

Şaşıyorum.

 

Evcek, uzaktan da olsa, yüzlerine tutulan ayna

Yansıtmaz mı hiçbir şey onlara?

Yaldızlı süslerle örttüğümüz oyuklarda

Yalnız en yeni çorapları asıp ele güne karşı

Tespih böcekleri gibi kaçınık yaşamak!

Hangi utançtır alıkor bizi bu kadar

Vermekten evlerdeki yitik şarkıları, şaşıyorum.

Şiirlere bir insan, evlerden bir şey katmadan

Nasıl girer, şaşıyorum.

Örneğin daha demin kavgalar, dargınlıklar

Varken - işliyen saatler gibi alışılmış -

Kapı çalınsa, biri gelse, gülüşlerin, kaynaşmaların

Birden başlaması yok mu afallamış odalarda?

 

Onlar huysuzluklarda donmuş, katı

Bir türlü bitmek bilmeyen ay sonlarını

Hiç mi yaşamazlar, şaşıyorum.

Kanlı kırmızı yollarda, beyaz sinirli soluyan

O azgın yatıştırıcı ay başlarını onlar

Hiç mi bilmezler, şaşıyorum.

Geçer gider ömürler kışlar, baharlarla değil,

Eriyen yağlar, tükenen sabunlarla geçer gider.

Çocuklar büyür gider, başlayan şarkılarla değil,

Eskiyen giysiler, tükenen güçlerle büyür gider.

Evde hasta oldu mu hepimiz hastayız

Onlar hastalık nedir bilmezler mi, şaşıyorum.

 

Onlar hep ev dışında mı, şaşıyorum.

Sırlı küplerden sızan iplik-ince bir su iken ömrümüz

İçerdeki seslere nasıl tıkanır kulak, şaşıyorum.

Ah, bu çılgın oyunlardan uzaklara da kaçsak

Değil mi ki odaların eni boyu belli,

Değil mi ki görmekten hep aynı yüzleri, bıkmış

İnsanların soluğunu iletir birbirine

Hattâ ayrı odalarda ayrı yataklar.

Değil mi ki kezzap gibi damlar göze

Kimi gece düşman

Sıcak kollar gibi sarar soğuklarda bizi

Kimi gece dost ev.

Nasıl yaşanırdı dönüşler de olmasa unutuşlarda

Bir şifalı su gibi ılık, arı dönüşler

Ah, nasıl taşınırdı sürüp gitseydi hınç!

 

Gene de hiç kimse kurtulamaz içinde büyüyen

Bu korkunç boşluktan, diyorum.

Kurtarırsa o kurtarır bizi, ne aşklar, ne yaşlanmak

Ne avuntular dışarda.

Dünyada mutluluk adına ne varsa başkaca

Evcek, evlerde yaşar yaşarsa.

 

 

 

Kitaplarda Ölmek

 

Adı, soyadı

Açılır parantez

Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti

Kapanır parantez.

 

O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı

Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.

 

Ya sayfa altında, ya da az ilerde

Eserleri, ne zaman basıldıkları

Kısa, uzun bir liste.

Kitap adları

Can çekişen kuşlar gibi elinizde.

 

Parantezin içindeki çizgi

Ne varsa orda

Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci

Ne varsa orda.

 

 

O şimdi kitaplarda

Bir çizgilik yerde hapis,

Hala mı yaşıyor, korunamaz ki,

Öldürebilirsiniz.

 

 

 

Çocuklar

 

Çarşılarda birşey

Biz pek aramazdık çocuklar olmasaydı.

 

Kasaplarda manavlarda bazı yorgun kadınlar

Hep de tenha saatleri seçerler

Sonra yavaş bir sesle

Çocuk için hasta kaç gündür yemiyor

Biraz et biraz meyve isterler

 

Sevdiği bir reçeli gün aşırı yalnız ona

Kaşıklarla beraber büyük bir üzüntü

Yağların şekerlerin çayların

Uykularda bile bitiyorsa

Annelere düşündürdüğü.

 

İnsanlara, tezgâhlara, kâğıtlara kolaydı

Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı.

 

 

 

Dönme Dolap

 

Nerden niçin mi geldim

Bilmeden bir şey diyemem, ya siz?

Hem hiç önemli değil

Geldim, yer açtılar, oturdum

Girip çıkanlar vardı

Zaten ben geldiğimde.

 

Başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi

Gülüşler öpüşler ne bileyim hepsi

Doğrusu anlamadım bir düğün-dernek mi

Sonra da kimileri düşünceli, durgundu

Gidenler neye gitti doğrusu anlamadım

Zaten ben geldiğimde.

 

Bir lunapark mı bir konser bir gösteri

Bilmem pek anlamadım önüm kalabalıktı

Sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti.

Bak dediler baktım pek bir şey göremedim

Hem her yer karanlıktı

Zaten ben geldiğimde.

 

Benim tek düşüncem büzüldüğüm köşede

Nasıl çekip gideceğim kalk git dediklerinde

Çünkü çıkmak sıkışık sıralardan mesele

Kalkacaklar yol vermeye bakacaklar ardımdan

Az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken

Zaten ben geldiğimde.

 

 

 

 

Çıkmak

 

Bizi kimi kitaplara, mektuplara, yapılara

Çeken, kendimizden dışarı çıkmak.

Yürür kaplumbağa bir yolu sessiz

Yaprakları sonbahar, ölü park.

 

İşte ancak bir yerde birazcık oturmak

Ve ayrılmak çıkınca, yollar, dünya!

Siz dolaşırken gece sokaklarında

Striptiz evlerinde bir delikanlı

Sorar: Çıkalım mı? Belki aşk bu!

 

Bir gün bakar ilerde kendi gibi biri

Ama artık çok geç!

Işık söner, karanlık karşı kıyı

Ve dolaşır lâbirentte yumak.

 

O ki bir gözüpekliği yiğit şövalyelerde

O ki dağlarda Ferhat yalın ayak.

Bu çağlar kıt zamanlar bizi bize komazlar

O ki aşk, ürkmüş ceylân ve tutsak.

 

Açar üzgün, kumaşlar hışırtıyla yanarsa

Urban kırk mı, kırkını da çıkarmak - - Çöz!

Açar göze aldın mı, tut ki açtı:

Çok kısa bir süre - - başlar güz.

 

Dünya! Yu ellerini yalnızlık sularında.

 

 

 

Nilüfer

 

Ben oraya koymuştum, almışlar,

Arasına sıkışık saatlerin.

Çıkarır bakardım kimseler yokken;

Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar.

 

Kışken ilkyaz, sularımda açardı

Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı?

Eski defterlerde sararırmış yaprak.

Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar.

 

Bir ışıktı yanardı gecelerde;

Akşam, çiçekler uykuya yattı,

Sardı karşı kıyıları karanlık- -

Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.

 

 

 

 

Solgun Bir Gül Dokununca

 

Çoklarından düşüyor da bunca

Görmüyor gelip geçenler

Eğilip alıyorum

Solgun bir gül oluyor dokununca.

 

Ya büyük şehirlerin birinde

Geziniyor kalabalık duraklarda

Ya yurdun uzak bir yerinde

Kahve, otel köşesinde

Nereye gitse bu akşam vakti

Ellerini ceplerine sokuyor

Sigaralar, kâğıtlar

Arasından kayıyor usulca

Eğilip alıyorum, kimse olmuyor

Solgun bir gül oluyor dokununca.

 

Ya da yalnız bir kızın

Sildiği dudak boyasında

Eşiğinde yine yorgun gecenin

Başını yastıklara koyunca.

 

Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor

En çok güz ayları ve yağmur yağınca

Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.

Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor

Solgun bir gül oluyor dokununca.

 

Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda

Akşamlara gerili ağlarla takılıyor

Yaralı hayvanlar gibi soluyor

Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor

Yollar, ya da anılar boyunca.

 

Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece

Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam

Solgun bir gül oluyor dokununca.

 

Panik

 

Artık ıssız kırları bıraktı Pan;

Şimdi birçok ülkelerin milyonluk kentlerinde

Asfaltlarda, betonlarda dolaşıyor

Kızgın, uzun yazların öğlen saatlerinde.

 

Blok apartmanların şahane katlarından

En çalımlı taşıtlara atlıyor.

Devcileyin arkalar, koskoca bankalardan

Yanında yardakçılar, yaşıyor.

 

Sessiz dilsiz kimseleri kestiriyor gözüne,

Dişlilerden kaçıyor.

Fabrika duvarları sağır kale kapıları

Yılgın yorgun adamlar, bezgin ürkek kadınlar..

Çullanıyor onların az ekmek sevincine.

 

Değil yalnız yazların kızgın sıcaklarında

Hemen her gün, hele büyük kentlerde

Bulvarları tarıyor, hain gülüşleri sessiz.

Pan’la karşı karşıya, gözleri kararıyor

Katı cıvık asfaltta yalın ayak bir işsiz.

 

Yoksullar açlar hastalar sürünürken

Kentlerin göbeğinde, kuytu köşelerinde;

Hıncını alamamış sanki insanlardan

Uygarlığı zalim, daha da azıtıyor

Atom bombalarında, uzay füzelerinde.

 

Yarınlar? Gizli kara gazte haberlerinde

O varsa ekmeklerde, sularda ağulu

Hattâ çocuk yüzlerine düşmüşse gölgesi,

Keser bizim gibiler yarınlardan umudu.

 

Renklerde, emeklerde, ırklarda..

Yahudiler, işçiler, zenciler.. Pan!

Şu dünyada insanca yaşamak da yoksa

Ne kalıyor geriye, yüzyıllardan?

 

Açık

 

Geceleri korkulu yollara gittiniz mi

Biz çok şeyi vakit yok pek kısa geçiyoruz

Limanda bilinen gemiler oysa açıklardadır

Kullanırız bir sözü ama hangi anlamda?

 

İnsan duyar bir yerde birdenbire uyanıp

Bir elin bir ışığı neden söndürdüğünü

Yandaki odalarda her zaman hasta vardır

Sağır duvarlarda eski inilti

Şiirlere üşenmemiz bir yerde iyidir

Hiç işittiniz miydi?

 

Bir top çizer havada, uzunca bir eğri

Ayağına, belki kader, geçmiş gün, bir kadının

Düşer bir karanfil.. (neyse kısa keselim)

Soğurken bir ölü, çok ince bir eli

Tutup ısıttınız mı?

 

Aşınmış tahtaları kim yeniler gelince

Döner azdan başımız, sonra uzar ıssız kır

Bir bizdik san sen, oysa gelir hep biri

Kurar yeni barınak kullanıp aynı taşları

Yani ne mi diyorum, çok kurak tarla

Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları.

 

 

 

Liman

 

Güçlü fırtınalarda direkleri kırılmış

Gemiler bize sığınır - - bulduk sanırız.

 

Görmezler. Varsa yoksa uzaklar - -

Onarırız. Giderler, kalırız.

 

Sonra gecelerde. Bu son olsun, son

Gönderme - - Engine yalvarırız.

 

Sonra büyür daha da

Korkunç yalnızlığımız.

 

 

 

Küskün Yolcunun Türküsü

 

Uzun yürümelerden

Sonra bitkin düşerek - -

Bu bir çocuk oyunu:

Ben seni çektim çekerek.

 

Şimdi hangi kitaplardan

Öğreneceksiniz onu,

Gelmiyorsa bazı şeyler

Çocukluktan geçerek.

 

Kasırgayı, doluyu

Yemiş de düşmüş gibi

Issız kaldırımlarda

Garip gece kelebeği

Düşe kalka sekerek.

 

Şimdi hangi yollardan

Siliniyor izleri

Çağ dışı bir çağrıyı

Sigara içer gibi

İçine çekerek.

 

Dünya böyle gidiyorsa

Elbet bir nedeni var

Ben sana küstüm küserek.

 

 

 

Teyel

 

Artık eski bir yere gidemez oldunuz mu

Hele hiç yenisine

Akşamdan kalma sabah, yazdan kalma günler

De geçer kış.

 

Tek yön çıkmaz gömlek

İkinci/siz sizde

Belki var bir iki yolunuzu gözler

Onları arasanız – - (Bulsan ne olacak?)

 

Bir kişiyle bile konuşulamaz şeylerle

Doluyken bardak

Saplandığın derinden çıkma söz!

(Çıksan ne olacak?)

 

Yıllar ki katlanmaya katkı

Geçtiği kadar var daha bir derviş

Gülümseme yükümlü

(Bıksan ne olacak?)

 

Bir şey ancak sonradan yararsa yarar işe

Bir makina, sesleri çapaklı

Çekilen bir teyel

Olur gider daha olmadı.

 

 

 

Siper

 

Siz ki değişmez çizgilerle

Evler eşler çocuklar - - katlanmış kendinize

Ya günün bir yarısı

Bu giderken giderken sürçen adımlarınız

Durur bir yol sağa sola bakınır

Nasıl katlanacaksınız?

 

Siz ki kat kat kendine

Siper etmiş yakınları güvenli

Ya o boşluk duygusu

Siz ki dolu acıyla - -

Onlar nasıl katlanır?

 

Siz ki düzgün bir mendil

Gibi geçmiş ütülerden - -

Dölsüz, bekâr, kaytarmışlar

Onlar nasıl katlanır?

 

 

 

Eski Sokak

 

Küçük ahşap bir dizi evlerdi

On yıl önce o sokak

Sonra geniş caddelere çıktık

Apartman -- sizden uzak.

 

Çocuklar orda büyüdü

Orda okula gitti,

Komşunuzduk ama görüşemedik

Hiç vakit yoktu.

 

Sizdendik, yalnız biraz okumuş,

İki kadın, bir erkek, iki çocuk

Uykulu, acele bir karıkoca

Bizdik geçen önünüzden başları eğik.

 

Akşamları çanta, file –- yorgun, ağır

Dönerdik eve.

Bir hamal bile tutmaz, cimriler!

Diye düşünürdünüz herhalde.

 

Bilmezdik, siz

(Hiçbir şey paylaşılamazdı)

Çarşılardan neler getirirdiniz

(Herkese kendi telâşı).

 

Girer miydi evinize, yer miydi

Turfanda bir meyva, iyi bir besin

Kalın kâğıtlarda çöplerimiz –-

Çocuklar görüp imrenmesin!

 

Açılan kapıyı hemen kapatmak

Karşılıklı gizlemekti bir şeyleri.

Gelip gidenimiz olurdu ya

Gülüşmeler bizden değildi.

 

Kimi günler evdeydim

Masada kâğıtlara kapanarak

Ne de çok çocuk

Sesleriyle dolardı sokak.

 

Bir cami avlusunda kuşlarca

Bunun sekiz, onun on –- duyardım.

Ürküp kaçmasınlar, pencereden

Yavaşça bakardım.

 

Hadi ben çok sigara –- öksürükler

Hele çalışırken.

Ya gece yarısı göğsü parçalanırdı

O kadın, iki ev öteden.

 

Bilmezdik kaç nüfus, her hâne –-

Duyulurdu sertçe sesi bir kapının.

Bağıran bir erkek boşluğa karşı

Ağlayan bir genç kadın.

 

Kimdin sen, karşımızdaki ev,

Sarı ampul söner onbire doğru.

Eğilirdim, havasız sokak –-

Camlar kararırdı.

 

 

Bitmezdi makinede dikişin,

Kimdin sen, bitişik komşu?

Üç yavrunla kalmışsın

Bir tanıdık söylemişti.

 

Kimdin sen -– sorsaydım hepinize,

Gelirdi aynı yankı hepinizden:

Sana mı kaldı, işine bak,

Kimsin sen?

 

Bilinmedi, ne çare, sizdendik

Yalnız biraz daha iyi yaşamaya özlemli.

Şimdi aynı uzaklık, aynı utanç

Düşündükçe o sokağı, o evleri.

 

 

:sweatingbullets: sevgilerlee

 

Sanki düğün olmuştur

Sevmiş, sevilmiş, yenmiş, yenilmiş

Çekmiş, çektirmiş

Oyun hüzün olmuştur.

 

Düştür doğaldır içlenme

Bezginlik göllerinde bir gece

Karanlıkta senin de

Yüzdüğün olmuştur.

 

Ay peşinde

Bitkin akşamlar nikotin

Düşer bir gün giyotin

Aksâdeler giyindiğin olmuştur.

 

Süleyman ve Sabâ, hüthüt ve Belkis

Söylerdi sorsaydık, geç git, bunlar - -

Necatigil yok şimdi

Belki bir gün olmuştur.

 

Yukarı

 

Yedikule

 

Küçük kent kapıları, sur dibi dükkânlar

Her zaman olmalıdır.

Yolları nasılsa oralara düşenler

Eskilerin durduğu bir zaman olmalıdır.

 

Üstübeç, örümcek, ispit, poyra

Yaş toprak, duvarlar

Kühercile –- tekerlek

İlkel ocaklarda dövülür olmalıdır.

 

Bahçemsi geride bir lağar beygir

Sıska bir köpek, sırtı az kambur

Aralık kapıdan yalpalı alevde

Bir usta, bir çırak görülür olmalıdır.

 

Az ilerde basık, dar

Sur kapısından geniş

Sularında akşam bir gün

Bostanlara yürür olmalıdır.

 

Yukarı

 

Meddah İsmet

 

(Cevdet Kudret, Karagöz,

cilt II, 1969,

129’da, not :)

 

Meddah İsmet

1851 - 1914

Ünlü meddah ve ortaoyuncusu

Camcı esnafındandı

Ölümünden sonra

Beşiktaş’ta bir sokağa

Adı verildi

 

Ben de ona benzesem

Dipnot bir kitapta :

Behçet Necatigil

Doğum ölüm yılları

Şair, radyo oyunları yazarı

Öğretmendi

Ölümünden sonra

Beşiktaş’ta bir sokağa

Adı verildi.

 

Yukarı

 

Filigran

 

Kimi kâğıtlar

Aydınlığa tutsanız

Çizgi, resim, bir şekil.

Ya da gizli mürekkeple yazılmış

Boş görünen sayfa

Okunur ısıya yaklaştırınca.

Kimi şiirler

Okunur arkasında

Kendi ateşiniz varsa.

 

Yukarı

 

Bir İstanbullunun Not Defterinden II

 

Sokaklarda gerçeğin yüzleri

Park etmiş kaç yüz kaldırımlarda

Bir yol

Bulmaya çabalar arabasız.

 

Yalvarmalı izleyerek taşıtları

Bir araca bin de nasıl binersen bin

Zifoslar fışkırtarak üstüme

Basar gider arabalı.

 

Bir mahşerde itile kakıla

Sindikçe sinerek

Ben bu yaşa gelmiş adam

Başka yere gidemem ki.

 

Bu duraktan bu otobüs

Ne zamanları geçer

Sorarım, gülerler:

Bekle, Baba!

 

Beklerim kış yaz ayaz

Kuyruklarda

İstanbul'da yaşıyorum

Yaşamaksa.

 

Yukarı

 

Temmuz Tikleri

 

Yanda, altta, üsttekiler

Yirmi yedi daire apartman

Yatmış sanki ölüm uykusuna

Donmuş zaman.

 

Çıt yok

Eriyen camlardan

Kavrulmuş perdelerde

En ufak bir kıpırtı.

 

Ne sokaktan geçen taşıt,

Su saatlerinde tıkırtı - -

Ne kapı önündeki ağaçta

Kuş sesleri.

 

Onca çocuk hiçbiri - -

İnsan loş bir odada çok eski

Bir uykuya yatsa da

Gergin saat, uyunmaz.

 

Bıkkın kapandığın hücrede

Gönlünce ölümleri düşle:

Bir uçurum, otobüs - -

Yalnız sen kurtulmasan!

 

Tenha sokak, yürüyorsun

Dursa kalbin ve zaman

Bir kadın tam o anda

Tüller arasından baksa.

 

Serseri bir kurşun

O kadar geniş bulvarda

Gelse seni bulsa ve yanında

Kimse olmasa.

 

Çıkmaz sokak, bir küçük kız

Daldığı tatlı oyunda

Yerde seni görse ve bunu da

Oyun sansa, hiç korkmasa.

 

Yirmi yedi daire apartman

Yatmış sanki ölüm uykusuna

Çıt yok

Bekler gibi pusuda

SEVGİLERLE :clover:

Gönderi tarihi:

GÖZÜN GİBİ

 

Bak ki büyüsün her çiçek

Sev ki aşkımdır diyerek

Sakla ki yar sansın yürek

Gözün gibi koru gülüm

Demet demet topla gülüm

Buram buram kokla gülüm

Esen yelden sakla gülüm

Gözün gibi koru gülüm

Varım yoğum budur deyip

Bak her gün yanına gidip

Canından bile çok sevip

Gözün gibi koru gülüm

 

ENGİN NAMLI

:sweatingbullets:

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.