Misafir şevval Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2005 Görülmüştür Ne yak Mektubun ucunu, Ne sevgini Sayfalar dolusu Dile getir.... Zarfı kapatırken yalnız, Kuytu dudaklarını Çokça değdir..... Sunay Akın Alıntı
Φ askmiracle- Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2005 YÜREĞİM ISLAKTIR BENİM KUYTULARDA AĞLAMAKTAN VE HAFİF UÇUKTUR RENGİ KURUSUN DİYE KAÇ KEZ GÜNEŞE ASILMAKTAN... Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2005 ÇARE SIZSINIZ Gidene kal demeyeceksin... Gidene kal demek zavallılara, Kalana git demek terbiyesizlere, Dönmeyene dön demek acizlere, Hak edene git demek asillere yakışır. Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme.Yoksa değersiz olan hep sen olursun...Düşün.... Kim üzebilir seni senden başka? Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemesezsen.Kim mutlu edebilir seni,sen hazır değilsen? Kim yıkar, yıpratır seni sen izin vermezsen? Kim sever seni, sen kendini sevmezsen? Hersey sende başlar, sende biter... Yeter ki yürekli ol, Tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yasama sevgisini... Hep hatirla: " Çaresizseniz,Çare SIZSINIZ..." Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2005 Dudak Payı Çay bardağında Bırakılan dudak payı Kadar bile Uzak kalamam Gözlerine Yakın olsun isterim Ellerime ellerin Yanındaki beton binaya Yaslanması gibi Köhne bir evin Seni bir çivi Gibi çaktım Çünkü beynime Ve toplayıp Bütün kerpetenleri Attım denize Sunay Akın Alıntı
Φ TANİA HAYDE Gönderi tarihi: 12 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 12 Kasım , 2005 YALNIZLIK Şemsiye yapımcıları ıslanmaktan tek kişiyi koruyacak genişlikte kesince kumaşları yağmur değil yalnızlıktır yağan Daha da hüzünlendirir her gece kentin sokaklarını bekçinin nefesiyle düdüğün içinde dönen nohut taneciğinin yalnızlığı Ne çok sevinirim bilseniz bir yılan mezarıma girerde göğüs kafesimin kemikleri içinde kış uykusuna yatarsa Sunay AKIN Alıntı
Φ ERBAY Gönderi tarihi: 14 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 14 Kasım , 2005 Çekmece Büyüklerle ben yapamıyorum çocuklar da almıyor beni oyunlarına devlet dairesinde yangından kurtarılmayacak sıkışmış bir çekmece gibiyim açılamıyorum sana Kardeşiyle sokaklarda hep bir örnek giydirilen sen nasıl sevmezsin eşitliği yürürken düşen çoraplarını aynı hizaya getirmek için annen değil miydi önünde diz çöken Öpüşme sahnesinin tam ortasında içeri girdiğin yazlık sinemanın yer göstericisiyim yürüyorsun fenerimin ışığında yer: Kız Kulesi ve sonu ayrılıkla bitecek hüzünlü bir aşk filmini oynuyor beyaz duvarında Bir kez olsun çıkmazken ağzından seni sevdiğimi her gün söylememi yadırgama bil ki bu şehirde iskelenin verilmesini beklemeden atlarım vapurlara Son karesi gibi Red Kit'in batan güneşe doğru sürerken atımı gitme kal demeni bekliyorum ama yalnızca rüzgar çekiştiriyor atkımı Sunay Akın Alıntı
Φ ERBAY Gönderi tarihi: 18 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 18 Kasım , 2005 Naftalin Eksik olan bir yanı vardı aşkımızın bir filminde üç beş figüran dövüp ata binmemesi gibi cüneyt arkın'ın Haberin olsun vermedim eskiciye yırtık ayakkabılarımı nasıl ayrılırım ki onlardan kapınızın önünde az mı çıkarıp giymiştim Naftalinedim bende kalan yün kazağını söylemiş miydim size naftalin ki güvelere karşı kullandığı kimyasal silahıdır anıların Sunay Akın Alıntı
Φ jhonywalker Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2005 Ayrılık Şiiri -------------------------------------------------------------------------------- Her satırı Mendireğe dizili karabataklara benzeyen Bir mektup bırakarak balıkçı koynundan sisler icinde uzaklaşan kayık gibi bir sabah usulca ayrıldın koynumdan Bütün yolcularını Boğaz köprüsünün çaldıgı Araba vapurunun boş seferleri gibi yanlızca rüzgâr gezinir sensiz yüreğimde Durgun bir sudur aslında deniz ki çocukların acemi oltalarını denedikleri kuytu bir iskelenin tahtaları altına yazıdıgım ayrılık siirini okudukca dalgalanır... Sunay AKIN Alıntı
Φ ERBAY Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2005 Cephede Aslında ben daha güzel ölürdüm arka bahçede askercilik oynarken tahta tüfeğimle toprağa uzanır annemin sesiyle doğrulurdum hemen -Çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır! Yerdeyim yine bak anneciğim n'olur kızma adımı çağır Sunay Akın Garip Şiirden kovduğu uyağın dönüp dolaşıp sonunda mezar taşına konması ne garip: Orhan Veli 1914 - 1950 Sunay Akın Alıntı
Φ TANİA HAYDE Gönderi tarihi: 22 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 22 Kasım , 2005 AMA ÖLÜM Özgürlük kitabının sayfaları arasına cellatların kurduğu darağacındaki ip yarım kalan sayfayı gösteriyor okumaya devam edecek nice insana Evlilik fotoğraflarının yırtılarak kırılan çerçevelerin sokağa atılan tahtalarıyla çakılıyor çocuk tabutları Hiçbir genç kız taşımıyor kolyesinde sevgilisinin fotoğrafını ama ölüm sayfaları oyulmuş bir aşk romanının içine gizliyor tabancasını... Sunay Akın Alıntı
Misafir gelincik Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Martı Her vapur dumanının ardına yüreği sıcak bir insan sanıp takılırken tüyleri ıslanan bir martı olduğumu hem azarlayan hem de sırtıma havlu koyan anneme anlatamam... Kanadım kırılsa da konmam deniz kıyısındaki hiçbir caminin minaresine, kubbeye tüneyen martıların keyiflerince uçmalarını bekleyen imam ezanı geç okudugu için sürülünce bir dağ köyüne... Birazcık daha sabredin diyorum eski bir sokagin kıvrımında yolun iki ucunu gösteren trafik aynalarına hüzün modeli arabalar kirilmamaniz için örgütleniyor dolmus duraklarinda Denize düsen bir gazetedeki ölüm ilanindan ögrenirim mendireğe attığı çakıltaşıyla ürken martıların alkışa benzeyen kanat seslerini selamlayan yaşlı adamın unutulan bir tiyatrocu olduğunu Gece yarısı söndürülünce ışıklarını kuytu bir iskelede ne yaptıgını görürüm iki yakası arasında İstanbul'un koltuklarında günboyu kadın kalçalarının izlerini biriktiren vapurun Yanından ayrılmam deniz fenerlerinin fotografına benzemeyen heykelleridir çünkü idam sehpasına çıkınca aşağıda asılmasını bekleyenlerin yüreklerindeki sivri kayalıkları ışığıyla aydınlatan devrimcinin Uyandırırım çığlıklarımla kıyısında karnı aç yatan çocukları yiyecek aradığım kent çöplüğünün ama bir parça olsun koparmam beyazlığından bilirim ki Kız Kulesi doğum günü pastasıdır özgürlüğün!... Alıntı
Misafir gelincik Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 KÜL KEDİSİ Beyoğlu'nda gezinen tramvay Kürttür deniz görünmez çünkü penceresinden insanların öldürüldüğü dağlarda inanıyorum yine de dikkat ceylan çıkabilir uyarısına bir orman yolundan geçerken Savaş ki ülkemde bütün bardakları kırılan birer sürahi gibi çocuklarını gözyaşlarıyla bekleyen nice anne bırakmaktır pencerenin önlerinde Tutuşunca Madımak Oteli'nin perdesi bir kez daha kundaklandı umudumuz yürümeyi öğreteceğiz ona sonra yeniden koşmasını masal olmadığını söylüyor güzel günlerin Sivas sokaklarında doğuran kül kedisi Deniz doğru inen bir sokaktır ülkem düz değildir taşları ayakkabılarını bağlamadan peşinde koşarken bir martının ipe takılıp düşer özgürlüğün eve avluya sığmaz çocukları DEVRİM Temiz kalan tek yerdir Devrim Bütün bir yıl kirlenen Duvarda ama görebilmek İçin asıldığı çividen indirilmelidir Yaprakları biten takvim Zorbalara direnmektir devrim Bir çocuğun annesinin çantasından Aldığı paraları Altına gizlediğini söylememiştir Dövülen hiçbir halı İçinde yaşamaktır devrim Dikiş kutusunun ve toplu iğneler gibi Bir arada olmayı gerektirir Karşı koyabilmek için zulmüne Makas denilen patronun Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim Ateş böceklerini yakalamak isteyen çocukların Peşine taklılır gün gelir Yanıp sönen mavi ışıkları Polis arabalarının Kağıt bir gemidir devrim Bütün gemiler Hurdaya çıksada sonunda Taşıdığı özgürlük şiiri ile Batmadan yüzer nicedir Dünya sularında Kimbilir kaç yunus görmüş Kaç DENİZ GEZMİŞ... Alıntı
Misafir gelincik Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Beceriksiz Kabuğunu koparmadan ne bir elmayı soyabildim ne de iyileştirebildim bir yaramı ama karşıma çıkınca kızmadım hiç elma kurduna bendim çünkü bıçağı saplayan onun yurduna Şair diyorlar benim için bilmiyorum oysa her şiire konmalı mı uyak her yere nedense konamıyor teyyare hay dilimi arı türkçe soksun; uçak Kaptan olmak isterdim aynanın karşısında eski bir sinema yıldızı gibi ağlayan İstanbul`un hatlarında bir fırça hafifliğiyle gidip gelen vapurlara Eskimo bir şair dokunuyor omuzuma ve Kız Kulesi`ni göstererek bırak artık diyor üzülmeyi yedi tepeli bu şehirde şiir okunacak tek yer elbette denizin ortasındaki şu küçük buz dağı Terzi olsa da babam sökük dikmesini beceremem beni yalnızca sen anlarsın iğnenin deliğinden geçsin diye ipliklerin bir anlık ıslatıldığı dudaklara takılıp kalan annem Alıntı
Misafir gelincik Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 ''büyüklerle ben yapamıyorum çocuklar da almıyor beni oyunlarına devlet dairesinde yangından kurtarılmayacak sıkışmış bir çekmece gibiyim açılamıyorum sana.'' 'bilerek mi yanına almadın giderken başının yastıkta bıraktığı çukuru güveniyordum oysa ben sevgimize vapur iskelesi ya da tren istasyonundaki saatin doğruluğu kadar beni senin gibi bir de annem terketmişti ki göbeğimde durur onun yokluğundan bana kalan çukur.'' Bir araya Eşit olmadığı söylenir insanların aynı boyda olmayan beş parmağı gibi bir elin Oysa uzanır nice yorgun emekçinin dudağı su dolu avucuma Elimin eşit olmayan beş parmağının ucunu getirince biraraya Kırık Kibrit Her kapı eşiğinde çocuk mezarı diye takıldığınız 45 numara ayakkabılarımla içinde etleri çürüyen bir çocuk cesedi taşıdığımı nasıl da bildiniz Hiçbir bardakta dudak payı bırakmadınız bana bir kaşık sesini bile çok gördünüz şekersiz içerek çaylarınızı Bakarak yürüdüm oysa balkonlara göz göze gelebilmek için çamaşır ipinin arkasına astığı iç çamaşırlarının ıslaklığına sürünerek kanaryasını güneşe çıkaran bir kadınla Yanıma yaklaşıp kibrit istediğinizde ıssız bir adaya düşen yalnız adamın dumanı görülsün diye yaktığı ateşiydi sizlere uzattığım Ve siz her seferinizde sigaranızı yaktınız ama açıktan geçen gemiler gibi yanınıza beni almadan gittiniz! .. Alıntı
Φ CILGIN Gönderi tarihi: 5 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 5 Ekim , 2006 Önsöz Hulyalariyle yaşardı, Bir Behçet Necati vardı. Gece yarılarında, sokakta Kâğıda birşeyler yazardı. Şairliğinden yadigâr Bu YELDEĞİRMENLERİ kaldı. Lâdes Uzayacağa benzer Tutuştuğumuz lâdes. İşi gücü bırakıp Mezarlığa nâzır Bir eve taşındım. Ölüm, sen beni aldatamazsın, Aklımda! Bayram Ziyareti Gidecek yeri olmayan biri Aslanları görmeye parka gitti. Aslanlar taştan O bir insan Nasıl anlaşırlar? Anlaştılar. Evler İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar. İrili ufaklı, birbirinden farklı, Ahşap evler, kâgir evler yaptılar. Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu, Evlerin içi devir devir değişti Evlerin dışı pencere, duvar. Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde Kalbi kara insanlar oturdu. Gündelik korkuların çökerttiği evlerde O fıkara insanlar oturdu. Evlerin çoğu eskidi gitti tamir edilemedi. Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi. Kimi hayata doymuş göründü, Bazıları zamana uydular. Evlerin içi oda oda üzüntü, Evlerin dışı pencere, duvar. Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü: Dışardan geldi bir tane, nar gibi, Arttı, eksilmedi. Evleri felâketler taunlar gibi süpürdü: Kaderden eski fırtınalar gibi, Ardı kesilmedi. Evlerin çoğunda dirlik düzen, Kalan bir hâtıra oldu geçmişte. Gönül almak, hatır saymak arama! Evlâtlar aileye âsî işte, Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden. Evlerde nice nice cinayetler işlendi, Ruhu bile duymadı insanların. Dört duvar arasında aile sırları, Dört duvar arasında dünyanın kahırları: Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın Gözyaşlarıyla beslendi. Küçükler, büyük adam yerine evlerin kiminde: Çocukları işe koştu kalabalık aileler. Okul çağlarının kadersiz yavruları, Ufacık avuçlardan akşamları akan ter, Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde. İnsanların kaderi besbelli evlere bağlı: Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar, Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı Bâzıları özlediler daha yüksek hayatı, Çırpındılar daha üste çıkmaya, Evler bırakmadılar. Yeni yeni tüterken ocakların dumanı - Kadın en büyük kuvvet erkeğinin işinde - Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı Evler dilsiz şikâyet, kaçmışların peşinde. Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı: Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı Ama size hiçbir hisse ayrılmadı Duvar dipleri, yangın yerleri halkı, Külhânlarda, sarnıçlarda yatanlar! Yıldızlar Seni karanlıkta yatırıyorlar. Korkuyorsun geceden: Bakıp bakıp pencereden, Yatağına sokuluyorsun. Ben hep eski yerimdeyim, biliyorsun. Hava açık olduğu zamanlar Beni seyrediyor, seviniyorsun. Ne olurdu, ben de, Sana göründüğüm şekilde Odana gelseydim. Ateşböcekleri gibi, Küçücük avucunda Yanıp yanıp sönseydim. Seneler geçip gider, büyürsün. Bir gün olur, hepsi biter: Endişeler, o çocuk üzüntün Hepsi biter. Aydınlanır seninçin geceler, Güneş gibi görünürsün. Biraz sabır, küçük çocuk, biraz sabır. Ama, Allahın koyduğu yerde, Yıldızlar daima yalnızdır. Keyif Meyhane sen güzelsin, Satıcıların olmasa. Ezilir siteminde ufalmış gözlerin Masalar, bir masa İhtiyar adam gelir, açlıktan kalma, yanık Börek satar, taze. Aldınız, yiyemezsiniz, Oturur midenize. Siz kızarsınız başka, irin gibi yüzlü, Çiçekçi kadın gelir. Çoğaltır bardaktaki hüznü, Uzattığı karanfil. - Karides, deniz gülü karides... Tatmadınız ömrünüzde. Duyarsınız al bir utanç gibi bikes, Pörsük antenleri gönlünüzde. -Parfümlerim var esans.. Babacan bir adam. Muhteremdir, Diretiyor madem. Dolması, midye, sıcak.. Kirli beyaz önlüğü. Gizler bir pırıltı, içli, yaltak, Uykulu gözlerdeki yorgunluğu. Sen küçük kız ver bir gazete, Hangisi olursa olsun. Öperdim ellerini kötüye çekilmese Çocukluğunu satıyorsun. Hiç düşündünüz mü, sarhoşsunuz, İğrençtir adeta. İstediğiniz kadar sarhoş olunuz Keyfediyorsunuz ya! Gözleri Badem Ben annemin evinde Fındık fıstık üzüm İlerde evlenince Çuvalla düşünürdüm. Aşk idi beni iten Heyamola Ben onsuz yaşar isem Dünyalar haram ola. Aşk idi beni iten Sev seni seveni Bir yavru ceylân iken Yâd avcı vurdu beni. Evlendim kocam Bir güzel âdem Odalarda fıstık yok Gözleri badem. Mavi değilmiş deniz Hey gidi fıstık üzüm Kızlar günün birinde sevip evlenirseniz Sizleri de görürüm. Kurşun Bitkinim, bitkinsin Saçlar ağarır ümitlerle beraber İnsanın evi olması Büyülenmiş gibisin. Satırlarda soldu yüzün Kalabalık evlerde eğreti Üzgünüm, üzgünsün Mumlar eridi. Sokaklar, eğlenceler uzakta Farkında bile değilsin Hasadını esirgeyen toprakta Bitkinim, bitkinsin. Çökmüş siperlerden kurtulan yorgun Askerleri düşün Yeraltında saatler Yılları ömrümüzün. Bilmezden gelsek de Gün sönmeye başladı Seneler eriyor cenkte Yaşamaya vakit kalacak mı? Diyelim kurtardık hayatı Ya ansızın yalnızsak Ya külçeleşir de ayaklar Yürüyemez olursak? Yahut askerleri düşün Tam çıkmışlar siperden Bakıyorsun Pusudaki tepelerden bir kurşun. Gizli Sevda Hani bir sevgilin vardı Yedi sekiz sene önce, Dün yolda rasladım Sevindi beni görünce. Sokakta ayaküstü Konuştuk ordan burdan, Evlenmiş, çocukları olmuş Bir kız, bir oğlan. Seni sordu Hiç değişmedi, dedim, Bildiğin gibi... Anlıyordu. Mesutmuş, kocasını seviyormuş, Kendilerininmiş evleri.. Bir suçlu gibi ezik, Sana selâm söyledi. Yay Derinden sesler geliyor Durduramaz beni aşkın Bekle geçinceye kadar Yayı daha germe Kıracaksın. Karanlıkta kımıldayan düşünceyi Göremez sendeki göz Örtülere büründüğüm şu anda Düşmüş senden kumaşlar Çıplaksın. Eser serin bir rüzgâr Sen çok sıcaksın Koptu senden ellerim, köprü yıkıldı Seni benim tarafa nasıl alabilirim Uzaksın. Saklı Su Ürperen yaralara çıplak Havaların değmesi Acır. Korkunuz nerdeyse Bir şey söylenecek, bir şey sorulacaktır. Sekiz sokak önceden sezmeniz Adımlar yöneldi, Bir daralış gönlünüzde Ortalık karardı. Anla sıkıntımı geç git dost, Nedendir sorma. Gür bitkiler altında bir benim için akar Alıngan, onurlu İstemez görsünler saklı su. Donmuş Dallarda Çiçek İyidir beraber olmamız Yaklaşmış, değişik. Duyulur çevrenin gürültüsünde Issız Bizde bir şey eksik. Belki de bir şey fazla, yıllarca bilmedik Çökmüş birdenbire ağır; Bir kırık gülüşte Yitik Ümitsiz hatırlanır. Bulmak gibi tıpkı Karlar altında kayıp uzanırken ova Yolu kendiliğinden, Donmuş dallar esen ılık rüzgâra Çiçek açar çekingen. Aldanarak, unutulmuş Senin yolun ayrı, benimki ayrı Az sonra ikimiz de yalnız. Kısa bir zaman için, saat beş suları İyidir beraber olmamız. Yalan Ses Ben seni duvarların arkasına sakladım, Karşıdan düz taş. Varsın hepsi yanılsın, sevincime son yok: Bahçem yalnız benimsin. Bilerek değişik anlattım, seni duvar sandılar Değilsin. Gözler üstünkörü gördü: Bahçem yalnız benimsin. Ben buralardan giderken Sen de benimle gelirsin. Bizimle biter hikâye, geride kalan yalan ses: Bahçem yalnız benimsin. Engeller Sen benim engelimsin beyaza. Yaparım yıkılır, Saldıran sularda silinen Kumdan kuleler deniz kıyısında. Sen benim düşmanımsın değişen, Her seferinde ismin başka. Ama hiç tadı yok yaşamanın Tam doğrulurken yeniden Tarlamı suların basmasa. İnsanınla vur, hastalığınla yere ser, Sars beni paraca Her yıkılışımda kuvvetim artar Işıyan köşe er geç benim Sen benim geçidimsin beyaza. Sevgilerde Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz) Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı. Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telâşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi. Gizli bahçenizde Açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız. Vermeye az buldunuz Yahut vakit olmadı Şimdi Değil Sonra Ürperen sokakları süpüren tipide Yürürken hızlı Şimdi değil sonra Vurur yüzünüze aralık kapımdan Bir garip yaz sıcaklığı. Bir an durursunuz beklemiyor gibi bunu İçeriye girseniz Şimdi değil sonra Yaşamak telâşı çekip götürür sizi Esen soğuk rüzgârda. Şimdi değil sonra Bakarsınız yaşamak bir gün bırakıverir Sizi benim yollara. Bir zamanlar kayıtsız önünden geçtiğiniz Eski kapı Çıkar sisler içinden karşınıza açık. Sahi İçerde Sizin de Hayatınız vardı. Ve ancak o zaman anlarsınız Yıllar önce gösterdiğimi kışı. Yazdı Şimdi değil sonra. Sevgilerde Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz) Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı. Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telâşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi. Gizli bahçenizde Açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız. Vermeye az buldunuz Yahut vakit olmadı Şimdi Değil Sonra Ürperen sokakları süpüren tipide Yürürken hızlı Şimdi değil sonra Vurur yüzünüze aralık kapımdan Bir garip yaz sıcaklığı. Bir an durursunuz beklemiyor gibi bunu İçeriye girseniz Şimdi değil sonra Yaşamak telâşı çekip götürür sizi Esen soğuk rüzgârda. Şimdi değil sonra Bakarsınız yaşamak bir gün bırakıverir Sizi benim yollara. Bir zamanlar kayıtsız önünden geçtiğiniz Eski kapı Çıkar sisler içinden karşınıza açık. Sahi İçerde Sizin de Hayatınız vardı. Ve ancak o zaman anlarsınız Yıllar önce gösterdiğimi kışı. Yazdı Şimdi değil sonra. İçerlek Onlar evlerde yaşamazlar mı, şaşıyorum. Evlere uğramaz, evlerde iş yapmaz, Bakmazlar mı bir şeye, şaşıyorum. Bakkallar, kasaplar, çarşılar.. Onlar evlere hiç bir şey almazlar mı, şaşıyorum. Yollarla, sokaklarla, kahvelerle iş bitmiyor ki! Trenler, gemiler, düşler bırakıyor insanı bir yerde, Sonra gene dönülmez bir yol gibi ev! Onların yolları, akşam üstleri, gece Sona ermez mi evlerde, şaşıyorum. Yorgunlukları yollara yaymak, iyi ama sonu yok ki! Sevdalar sokaklarda serin ama sonu yok ki! Bölüşmek umutları, paylaşmak acıları, bunalmak, Ummak yarınlardan bir şey, evcek yok mu, Şaşıyorum. Evcek, uzaktan da olsa, yüzlerine tutulan ayna Yansıtmaz mı hiçbir şey onlara? Yaldızlı süslerle örttüğümüz oyuklarda Yalnız en yeni çorapları asıp ele güne karşı Tespih böcekleri gibi kaçınık yaşamak! Hangi utançtır alıkor bizi bu kadar Vermekten evlerdeki yitik şarkıları, şaşıyorum. Şiirlere bir insan, evlerden bir şey katmadan Nasıl girer, şaşıyorum. Örneğin daha demin kavgalar, dargınlıklar Varken - işliyen saatler gibi alışılmış - Kapı çalınsa, biri gelse, gülüşlerin, kaynaşmaların Birden başlaması yok mu afallamış odalarda? Onlar huysuzluklarda donmuş, katı Bir türlü bitmek bilmeyen ay sonlarını Hiç mi yaşamazlar, şaşıyorum. Kanlı kırmızı yollarda, beyaz sinirli soluyan O azgın yatıştırıcı ay başlarını onlar Hiç mi bilmezler, şaşıyorum. Geçer gider ömürler kışlar, baharlarla değil, Eriyen yağlar, tükenen sabunlarla geçer gider. Çocuklar büyür gider, başlayan şarkılarla değil, Eskiyen giysiler, tükenen güçlerle büyür gider. Evde hasta oldu mu hepimiz hastayız Onlar hastalık nedir bilmezler mi, şaşıyorum. Onlar hep ev dışında mı, şaşıyorum. Sırlı küplerden sızan iplik-ince bir su iken ömrümüz İçerdeki seslere nasıl tıkanır kulak, şaşıyorum. Ah, bu çılgın oyunlardan uzaklara da kaçsak Değil mi ki odaların eni boyu belli, Değil mi ki görmekten hep aynı yüzleri, bıkmış İnsanların soluğunu iletir birbirine Hattâ ayrı odalarda ayrı yataklar. Değil mi ki kezzap gibi damlar göze Kimi gece düşman Sıcak kollar gibi sarar soğuklarda bizi Kimi gece dost ev. Nasıl yaşanırdı dönüşler de olmasa unutuşlarda Bir şifalı su gibi ılık, arı dönüşler Ah, nasıl taşınırdı sürüp gitseydi hınç! Gene de hiç kimse kurtulamaz içinde büyüyen Bu korkunç boşluktan, diyorum. Kurtarırsa o kurtarır bizi, ne aşklar, ne yaşlanmak Ne avuntular dışarda. Dünyada mutluluk adına ne varsa başkaca Evcek, evlerde yaşar yaşarsa. Kitaplarda Ölmek Adı, soyadı Açılır parantez Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti Kapanır parantez. O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları. Ya sayfa altında, ya da az ilerde Eserleri, ne zaman basıldıkları Kısa, uzun bir liste. Kitap adları Can çekişen kuşlar gibi elinizde. Parantezin içindeki çizgi Ne varsa orda Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci Ne varsa orda. O şimdi kitaplarda Bir çizgilik yerde hapis, Hala mı yaşıyor, korunamaz ki, Öldürebilirsiniz. Çocuklar Çarşılarda birşey Biz pek aramazdık çocuklar olmasaydı. Kasaplarda manavlarda bazı yorgun kadınlar Hep de tenha saatleri seçerler Sonra yavaş bir sesle Çocuk için hasta kaç gündür yemiyor Biraz et biraz meyve isterler Sevdiği bir reçeli gün aşırı yalnız ona Kaşıklarla beraber büyük bir üzüntü Yağların şekerlerin çayların Uykularda bile bitiyorsa Annelere düşündürdüğü. İnsanlara, tezgâhlara, kâğıtlara kolaydı Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı. Dönme Dolap Nerden niçin mi geldim Bilmeden bir şey diyemem, ya siz? Hem hiç önemli değil Geldim, yer açtılar, oturdum Girip çıkanlar vardı Zaten ben geldiğimde. Başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi Gülüşler öpüşler ne bileyim hepsi Doğrusu anlamadım bir düğün-dernek mi Sonra da kimileri düşünceli, durgundu Gidenler neye gitti doğrusu anlamadım Zaten ben geldiğimde. Bir lunapark mı bir konser bir gösteri Bilmem pek anlamadım önüm kalabalıktı Sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti. Bak dediler baktım pek bir şey göremedim Hem her yer karanlıktı Zaten ben geldiğimde. Benim tek düşüncem büzüldüğüm köşede Nasıl çekip gideceğim kalk git dediklerinde Çünkü çıkmak sıkışık sıralardan mesele Kalkacaklar yol vermeye bakacaklar ardımdan Az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken Zaten ben geldiğimde. Çıkmak Bizi kimi kitaplara, mektuplara, yapılara Çeken, kendimizden dışarı çıkmak. Yürür kaplumbağa bir yolu sessiz Yaprakları sonbahar, ölü park. İşte ancak bir yerde birazcık oturmak Ve ayrılmak çıkınca, yollar, dünya! Siz dolaşırken gece sokaklarında Striptiz evlerinde bir delikanlı Sorar: Çıkalım mı? Belki aşk bu! Bir gün bakar ilerde kendi gibi biri Ama artık çok geç! Işık söner, karanlık karşı kıyı Ve dolaşır lâbirentte yumak. O ki bir gözüpekliği yiğit şövalyelerde O ki dağlarda Ferhat yalın ayak. Bu çağlar kıt zamanlar bizi bize komazlar O ki aşk, ürkmüş ceylân ve tutsak. Açar üzgün, kumaşlar hışırtıyla yanarsa Urban kırk mı, kırkını da çıkarmak - - Çöz! Açar göze aldın mı, tut ki açtı: Çok kısa bir süre - - başlar güz. Dünya! Yu ellerini yalnızlık sularında. Nilüfer Ben oraya koymuştum, almışlar, Arasına sıkışık saatlerin. Çıkarır bakardım kimseler yokken; Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar. Kışken ilkyaz, sularımda açardı Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı? Eski defterlerde sararırmış yaprak. Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar. Bir ışıktı yanardı gecelerde; Akşam, çiçekler uykuya yattı, Sardı karşı kıyıları karanlık- - Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar. Solgun Bir Gül Dokununca Çoklarından düşüyor da bunca Görmüyor gelip geçenler Eğilip alıyorum Solgun bir gül oluyor dokununca. Ya büyük şehirlerin birinde Geziniyor kalabalık duraklarda Ya yurdun uzak bir yerinde Kahve, otel köşesinde Nereye gitse bu akşam vakti Ellerini ceplerine sokuyor Sigaralar, kâğıtlar Arasından kayıyor usulca Eğilip alıyorum, kimse olmuyor Solgun bir gül oluyor dokununca. Ya da yalnız bir kızın Sildiği dudak boyasında Eşiğinde yine yorgun gecenin Başını yastıklara koyunca. Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor En çok güz ayları ve yağmur yağınca Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda. Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor Solgun bir gül oluyor dokununca. Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda Akşamlara gerili ağlarla takılıyor Yaralı hayvanlar gibi soluyor Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor Yollar, ya da anılar boyunca. Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam Solgun bir gül oluyor dokununca. Panik Artık ıssız kırları bıraktı Pan; Şimdi birçok ülkelerin milyonluk kentlerinde Asfaltlarda, betonlarda dolaşıyor Kızgın, uzun yazların öğlen saatlerinde. Blok apartmanların şahane katlarından En çalımlı taşıtlara atlıyor. Devcileyin arkalar, koskoca bankalardan Yanında yardakçılar, yaşıyor. Sessiz dilsiz kimseleri kestiriyor gözüne, Dişlilerden kaçıyor. Fabrika duvarları sağır kale kapıları Yılgın yorgun adamlar, bezgin ürkek kadınlar.. Çullanıyor onların az ekmek sevincine. Değil yalnız yazların kızgın sıcaklarında Hemen her gün, hele büyük kentlerde Bulvarları tarıyor, hain gülüşleri sessiz. Pan’la karşı karşıya, gözleri kararıyor Katı cıvık asfaltta yalın ayak bir işsiz. Yoksullar açlar hastalar sürünürken Kentlerin göbeğinde, kuytu köşelerinde; Hıncını alamamış sanki insanlardan Uygarlığı zalim, daha da azıtıyor Atom bombalarında, uzay füzelerinde. Yarınlar? Gizli kara gazte haberlerinde O varsa ekmeklerde, sularda ağulu Hattâ çocuk yüzlerine düşmüşse gölgesi, Keser bizim gibiler yarınlardan umudu. Renklerde, emeklerde, ırklarda.. Yahudiler, işçiler, zenciler.. Pan! Şu dünyada insanca yaşamak da yoksa Ne kalıyor geriye, yüzyıllardan? Açık Geceleri korkulu yollara gittiniz mi Biz çok şeyi vakit yok pek kısa geçiyoruz Limanda bilinen gemiler oysa açıklardadır Kullanırız bir sözü ama hangi anlamda? İnsan duyar bir yerde birdenbire uyanıp Bir elin bir ışığı neden söndürdüğünü Yandaki odalarda her zaman hasta vardır Sağır duvarlarda eski inilti Şiirlere üşenmemiz bir yerde iyidir Hiç işittiniz miydi? Bir top çizer havada, uzunca bir eğri Ayağına, belki kader, geçmiş gün, bir kadının Düşer bir karanfil.. (neyse kısa keselim) Soğurken bir ölü, çok ince bir eli Tutup ısıttınız mı? Aşınmış tahtaları kim yeniler gelince Döner azdan başımız, sonra uzar ıssız kır Bir bizdik san sen, oysa gelir hep biri Kurar yeni barınak kullanıp aynı taşları Yani ne mi diyorum, çok kurak tarla Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları. Liman Güçlü fırtınalarda direkleri kırılmış Gemiler bize sığınır - - bulduk sanırız. Görmezler. Varsa yoksa uzaklar - - Onarırız. Giderler, kalırız. Sonra gecelerde. Bu son olsun, son Gönderme - - Engine yalvarırız. Sonra büyür daha da Korkunç yalnızlığımız. Küskün Yolcunun Türküsü Uzun yürümelerden Sonra bitkin düşerek - - Bu bir çocuk oyunu: Ben seni çektim çekerek. Şimdi hangi kitaplardan Öğreneceksiniz onu, Gelmiyorsa bazı şeyler Çocukluktan geçerek. Kasırgayı, doluyu Yemiş de düşmüş gibi Issız kaldırımlarda Garip gece kelebeği Düşe kalka sekerek. Şimdi hangi yollardan Siliniyor izleri Çağ dışı bir çağrıyı Sigara içer gibi İçine çekerek. Dünya böyle gidiyorsa Elbet bir nedeni var Ben sana küstüm küserek. Teyel Artık eski bir yere gidemez oldunuz mu Hele hiç yenisine Akşamdan kalma sabah, yazdan kalma günler De geçer kış. Tek yön çıkmaz gömlek İkinci/siz sizde Belki var bir iki yolunuzu gözler Onları arasanız – - (Bulsan ne olacak?) Bir kişiyle bile konuşulamaz şeylerle Doluyken bardak Saplandığın derinden çıkma söz! (Çıksan ne olacak?) Yıllar ki katlanmaya katkı Geçtiği kadar var daha bir derviş Gülümseme yükümlü (Bıksan ne olacak?) Bir şey ancak sonradan yararsa yarar işe Bir makina, sesleri çapaklı Çekilen bir teyel Olur gider daha olmadı. Siper Siz ki değişmez çizgilerle Evler eşler çocuklar - - katlanmış kendinize Ya günün bir yarısı Bu giderken giderken sürçen adımlarınız Durur bir yol sağa sola bakınır Nasıl katlanacaksınız? Siz ki kat kat kendine Siper etmiş yakınları güvenli Ya o boşluk duygusu Siz ki dolu acıyla - - Onlar nasıl katlanır? Siz ki düzgün bir mendil Gibi geçmiş ütülerden - - Dölsüz, bekâr, kaytarmışlar Onlar nasıl katlanır? Eski Sokak Küçük ahşap bir dizi evlerdi On yıl önce o sokak Sonra geniş caddelere çıktık Apartman -- sizden uzak. Çocuklar orda büyüdü Orda okula gitti, Komşunuzduk ama görüşemedik Hiç vakit yoktu. Sizdendik, yalnız biraz okumuş, İki kadın, bir erkek, iki çocuk Uykulu, acele bir karıkoca Bizdik geçen önünüzden başları eğik. Akşamları çanta, file –- yorgun, ağır Dönerdik eve. Bir hamal bile tutmaz, cimriler! Diye düşünürdünüz herhalde. Bilmezdik, siz (Hiçbir şey paylaşılamazdı) Çarşılardan neler getirirdiniz (Herkese kendi telâşı). Girer miydi evinize, yer miydi Turfanda bir meyva, iyi bir besin Kalın kâğıtlarda çöplerimiz –- Çocuklar görüp imrenmesin! Açılan kapıyı hemen kapatmak Karşılıklı gizlemekti bir şeyleri. Gelip gidenimiz olurdu ya Gülüşmeler bizden değildi. Kimi günler evdeydim Masada kâğıtlara kapanarak Ne de çok çocuk Sesleriyle dolardı sokak. Bir cami avlusunda kuşlarca Bunun sekiz, onun on –- duyardım. Ürküp kaçmasınlar, pencereden Yavaşça bakardım. Hadi ben çok sigara –- öksürükler Hele çalışırken. Ya gece yarısı göğsü parçalanırdı O kadın, iki ev öteden. Bilmezdik kaç nüfus, her hâne –- Duyulurdu sertçe sesi bir kapının. Bağıran bir erkek boşluğa karşı Ağlayan bir genç kadın. Kimdin sen, karşımızdaki ev, Sarı ampul söner onbire doğru. Eğilirdim, havasız sokak –- Camlar kararırdı. Bitmezdi makinede dikişin, Kimdin sen, bitişik komşu? Üç yavrunla kalmışsın Bir tanıdık söylemişti. Kimdin sen -– sorsaydım hepinize, Gelirdi aynı yankı hepinizden: Sana mı kaldı, işine bak, Kimsin sen? Bilinmedi, ne çare, sizdendik Yalnız biraz daha iyi yaşamaya özlemli. Şimdi aynı uzaklık, aynı utanç Düşündükçe o sokağı, o evleri. sevgilerlee Sanki düğün olmuştur Sevmiş, sevilmiş, yenmiş, yenilmiş Çekmiş, çektirmiş Oyun hüzün olmuştur. Düştür doğaldır içlenme Bezginlik göllerinde bir gece Karanlıkta senin de Yüzdüğün olmuştur. Ay peşinde Bitkin akşamlar nikotin Düşer bir gün giyotin Aksâdeler giyindiğin olmuştur. Süleyman ve Sabâ, hüthüt ve Belkis Söylerdi sorsaydık, geç git, bunlar - - Necatigil yok şimdi Belki bir gün olmuştur. Yukarı Yedikule Küçük kent kapıları, sur dibi dükkânlar Her zaman olmalıdır. Yolları nasılsa oralara düşenler Eskilerin durduğu bir zaman olmalıdır. Üstübeç, örümcek, ispit, poyra Yaş toprak, duvarlar Kühercile –- tekerlek İlkel ocaklarda dövülür olmalıdır. Bahçemsi geride bir lağar beygir Sıska bir köpek, sırtı az kambur Aralık kapıdan yalpalı alevde Bir usta, bir çırak görülür olmalıdır. Az ilerde basık, dar Sur kapısından geniş Sularında akşam bir gün Bostanlara yürür olmalıdır. Yukarı Meddah İsmet (Cevdet Kudret, Karagöz, cilt II, 1969, 129’da, not Meddah İsmet 1851 - 1914 Ünlü meddah ve ortaoyuncusu Camcı esnafındandı Ölümünden sonra Beşiktaş’ta bir sokağa Adı verildi Ben de ona benzesem Dipnot bir kitapta : Behçet Necatigil Doğum ölüm yılları Şair, radyo oyunları yazarı Öğretmendi Ölümünden sonra Beşiktaş’ta bir sokağa Adı verildi. Yukarı Filigran Kimi kâğıtlar Aydınlığa tutsanız Çizgi, resim, bir şekil. Ya da gizli mürekkeple yazılmış Boş görünen sayfa Okunur ısıya yaklaştırınca. Kimi şiirler Okunur arkasında Kendi ateşiniz varsa. Yukarı Bir İstanbullunun Not Defterinden II Sokaklarda gerçeğin yüzleri Park etmiş kaç yüz kaldırımlarda Bir yol Bulmaya çabalar arabasız. Yalvarmalı izleyerek taşıtları Bir araca bin de nasıl binersen bin Zifoslar fışkırtarak üstüme Basar gider arabalı. Bir mahşerde itile kakıla Sindikçe sinerek Ben bu yaşa gelmiş adam Başka yere gidemem ki. Bu duraktan bu otobüs Ne zamanları geçer Sorarım, gülerler: Bekle, Baba! Beklerim kış yaz ayaz Kuyruklarda İstanbul'da yaşıyorum Yaşamaksa. Yukarı Temmuz Tikleri Yanda, altta, üsttekiler Yirmi yedi daire apartman Yatmış sanki ölüm uykusuna Donmuş zaman. Çıt yok Eriyen camlardan Kavrulmuş perdelerde En ufak bir kıpırtı. Ne sokaktan geçen taşıt, Su saatlerinde tıkırtı - - Ne kapı önündeki ağaçta Kuş sesleri. Onca çocuk hiçbiri - - İnsan loş bir odada çok eski Bir uykuya yatsa da Gergin saat, uyunmaz. Bıkkın kapandığın hücrede Gönlünce ölümleri düşle: Bir uçurum, otobüs - - Yalnız sen kurtulmasan! Tenha sokak, yürüyorsun Dursa kalbin ve zaman Bir kadın tam o anda Tüller arasından baksa. Serseri bir kurşun O kadar geniş bulvarda Gelse seni bulsa ve yanında Kimse olmasa. Çıkmaz sokak, bir küçük kız Daldığı tatlı oyunda Yerde seni görse ve bunu da Oyun sansa, hiç korkmasa. Yirmi yedi daire apartman Yatmış sanki ölüm uykusuna Çıt yok Bekler gibi pusuda SEVGİLERLE Alıntı
Φ CILGIN Gönderi tarihi: 6 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 6 Ekim , 2006 GÖZÜN GİBİ Bak ki büyüsün her çiçek Sev ki aşkımdır diyerek Sakla ki yar sansın yürek Gözün gibi koru gülüm Demet demet topla gülüm Buram buram kokla gülüm Esen yelden sakla gülüm Gözün gibi koru gülüm Varım yoğum budur deyip Bak her gün yanına gidip Canından bile çok sevip Gözün gibi koru gülüm ENGİN NAMLI Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.