Φ yolcu1 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Konuyu tevafuken buldum. Allah razı olsun bakıyorum kardeşler her yerde maşallah barekallah. Allah hizmetinizi mübarek kılsın amin Alıntı
Φ ahirzaman Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 '' İKİNCİ SÖZ '' Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. O takvâ sahipleri ki, görmedikleri halde Allah’a ve Onun bildirdiklerine İmân ederler. (Bakara Sûresi: 3.) Îmanda ne kadar büyük bir saadet ve ni'met ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle: Bir vakit iki adam, hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbîn, tali’siz bir tarafa; diğeri Hudâbîn, bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler. Hodbîn adam, hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki: Her yerde âciz bîçareler, zorba müdhiş adamların ellerinden ve tahrîbatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazîn, elîm bir hâli görür. Bütün memleket, bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi, şu elîm ve muzlim hâleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünki: Herkes ona düşman ve ecnebi görünüyor. Ve ortalıkta dahi, müthiş cenâzeleri ve me'yusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı, azab içinde kalır. Diğeri Hudâbîn, Hüdâperest ve Hak-endîş, güzel ahlâklı idi ki: Nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor. Her tarafta bir sürur, bir şehr-âyin, bir cezbe ve neş'e içinde zikirhâneler.. herkes ona dost ve akrabâ görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisat-ı umumiyye şenliği görüyor. Hem, tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemi ile müteellim olmasına bedel; şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruru ile mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer. Allah'a şükreder. Sonra döner, öteki adama rastgelir. Halini anlar. Ona der: “Yâhu sen divâne olmuşsun. Batınındaki çirkinlikler, zâhirine aksetmiş olmalı ki; gülmeyi ağlamak, terhisatı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al. Kalbini temizle. Tâ, şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikatı görebilesin. Zira, nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyet-perver, muktedir, intizâm-perver, müşfik bir Melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği sûrette olamaz.” Sonra o bedbahtın aklı başına gelir. Nedâmet eder. “Evet, ben işretten dîvâne olmuştum. Allah senden razı olsun ki, Cehennemî bir hâletten beni kurtardın.” der. Ey nefsim! Bil ki: Evvelki adam kâfirdir. Veya fâsık-ı gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir mâtemhâne-i umumiyyedir. Bütün zîhayat, firak ve zeval sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insân ise; ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcûdât, ruhsuz, müdhiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş'et edip, onu mânen ta'zib eder. Diğer adam ise; mü'mindir. Cenâb-ı Hâlikı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu Dünya, bir zikirhâne-i Rahmân, bir tâlimgâh-ı beşer ve hayvan ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvâniyye ve insânîyye ise; terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler. Ta yeni vazifedârlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdat-ı hayvaniyye ve insânîyye ise; ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakîm memnun memurlardır. Bütün sadalar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş'esinden neş'et eden nağamattır. Bütün mevcûdât, o mü'minin nazarında, Seyyid-i Kerîm'inin ve Mâlik-i Rahîm'inin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok lâtif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatlar, îmanından tecelli eder, tezâhür eder. Demek îman, bir mânevî Tûba-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir Zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor. Demek selâmet ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve îmandadır. Öyle ise, biz daima: اَلْحَمْدُ ِللّهِ عَلَى دِينِ اْلاِسْلاَمِ وَ كَمَالِ اْلاِيمَانِ -1- demeliyiz... -1- İslâm dinini ve mükemmel İmân nimetini ihsan ettiği için Allah’a hamd olsun. Haddim Olmadan İkinci Söz Bismillah Üstad bediüzzaman yine hayatın genelinde olan karşımıza çıkan iki yol gösteriyor her işte olduğu gibi yaptıkları ve karakterli bir birine zıt olan insanların seçtikleri hedeflerde ters olur ikinci söze göre gayet enaniyetli kendinden başkasını düşünmez gururlu insan kendisinde bulundurduğu bu kötü hallerler nazarında kendine yakışır bir ortamda hayatını sürdürür.yani karşısına çıkan insanlar onun gibi zalimlerdir ve bu insanda bu gaflete düşmüşlerden gördüğü zararı hissetmemek için onlar gibi gaflete dalar böylece gaflette olmayanları gaflette gibi gözükecek ancak farkında olmadan ömrünü zındanlar gibi işkenceler gibi hallerde geçirecek hayatındakileri zehirleyecekte etrafındakileride gaflettn seçtiği için yaptıkları gayet normal gelecek ve fark etmeden kendini bitirecek.Bunun sonucunda sönmüş hayatlar tükenmiş umutlar ebedi azpar ve her tarafta kendi derdine ağlayan biçareler görürü ve onlardan olur. Ancak diğer tarafta gerçekleri göre bilen güzel ahlaklı gözünde perde olmayan insan girdiği ortamda şenlikler güzellikler güzel ahlaklı insanlar görür.Öyle ki ordaki insanlarda ne bir cefa nebir işkence nebir ceza yoktur. Şimdi bu birinci enaniyetli ve gururlu kişi Allahı görmemezlikten gelen gaflete dalan kişidir. Ki bu insan kendi iradesiyle çizdiği yolda yürür ve kendi sonunu hazırlar kendisi kendini cehennem zindanlarına götürür.Bu hayatta ki faniliği anlayamaz gaflete dalar.Ve küfre girer. Öbür adam ise anlarki bu dünya geçicidir ve asıl ebedi haytın tarlasıdır ona göre çalışır hizmet eder ve kendi iradesiyle hak çizgisini bulur ve ebedi saadete kavuşur.Dünya hayatında rabbinini emrinde çalışırken sürekli rabbinin sırlı madidar nimetlerini görür ve bütün hakikatler iman perdesini ardına kadar açar. Bunun sonucunda anlaşılıyorki iman cennet yolunda kökleri yukarda dalları aşağıda olan bir tuba ağacı çekirdeği niteliğinde insanı ebedi huzura götürüyor. Aynı zamanda görülüyorki Küfr ise insanda bir zakkum niteliğini taşıyor ve onu cehenneme götürüyor. O zaman tek kurtuşuş imandadır onun için bizde bize verileren bu tatlı nimet için Allaha hamd etmeliyiz. Alıntı
Φ s__ozhan Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Bediüzzaman ın Said Nursi'nin kendisini ayaklanmaya çağıran Şeyh Said e cevabı: "Türk milleti, asırlardan beri İslâmiyet’in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez." Eşref Edip ile sohbetinden: -Bana ızdırab veren, dedi, yalnız İslâmın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz.. çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da, îman kalesinin istikbali selâmette olsa! Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti. Sonra, ben cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur. Alıntı
Φ yolcu1 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Senin dediğin gibi by_x_men VATAN HAİNLERİ benim ülkemde Dindar Olunca Vatanı Satma Hakkını Elde Ediyorlarmış.... Ne diyelim AMERİKAN YARDAKÇILIĞI yapan Fetullah Gülen... Amerikanın Emrinde olan Nurcular dilerim Filistinli, Iraklı ve Afganistanlı Çocukların Günahlarınıda boyunlarında taşırlar... Şimdi o meşhur resmi ekleyelim ve soralım o filistinli kız ABD destekli Yahudi Askerlerin arasında ne arıyor?????????????????? Dilerim bu birliktelikten gelecekte ölecek MÜSLÜMANLARIN kanının hesabınıda verirler... BUNLARI GÖRMEYENLERE DUYURULUR... MÜSLÜMAN KANI DÖKENLERLE AYNI SAFTASINIZ VATANI SATANLARLA AYNI SAFTASINIZ VE HALA BİZE VATAN MİLLET DİYORSUNUZ... Başka bir şey diyemiyorum ya yazını aynen kopyaladım.. VATAN HAİNLERİNİ DESTEKLEYENLERİ GÖRMEK GERÇEKTEN İNSANI ÜZÜYOR... HELE HELE DİN DUYGUSUNU SÖMÜREREK VATAN HAİNLİĞİ YAPAN BU İNSANLARI GÖRÜNCE İNSAN SENİN GİBİ İYİKİ ABDULLAH ÖCALAN DİNDAR DEĞİL DİYESİ GELİYOR... YOKSA BİRDE O ÇIKARDI BAŞIMIZA... SORU : Dünya’da Müslümanlara Zulmeden ve Müslüman kanı dökenlerle Diyalog yapıyor ve bunu Şer’i Delillerle izah etmeye çalışıyorsunuz. Dünya’da Müslüman kanı dökenler Hıristiyan (ABD) ve Yahudiler (İsrail) değil mi ? El-CEVAB : Günümüz dünyasında müslümanlara zulmeden ve kardeşlerimizi mağdur eden Evangelist Hıristiyanlar (ABD) ile Siyonist Yahudiler (İsrail) dir. Halbuki , Diyalog toplantılarında , ne Evangelsitler nede Siyonistler yoktur , olamazlar. Onlar bu toplantılara girmek istediklerinde karşılarına ilk önce bu zulümlerden vazgeçmeleri isteneceği için katılamamaktadırlar. Diyalog Dünya Barışına katkı sağlama sloganı ile ortaya çıktığı için , onlar barış istememektedirler. Dolaysıyla , nasıl ki , Şii veya Vehhabi müslümanlığına bakıp İslamın tümü hakkında yorum yapmak yanlış ise , evangelist hıristiyanlara bakıp tüm hıristiyanları aynı kefeye koymak veya siyonist Yahudilere bakıp tüm yahudileri siyonist addetmek aynı yanlışın bir tezahürü olacaktır. İçlerinden zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel bir yolla mücadele edin ve (onlara) şöyle deyin: “Biz, bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir (aynı ilahtır). Biz sadece ona teslim olmuş kimseleriz.” (Ankebut Suresi , 29/46) Bu açıdan , bugün olduğu gibi Doğru kişilerle yapılan Diyalog çalışmaları Dünya Barışını tesisi adına en etkili bir yöntem olarak karşımızda durmaktadır ve inanıyoruzki inşallah önümüzdeki birkaç sene içinde, başta Filistin olma üzere Ümmet-i Muhammedin mazlumiyeti ve mağduriyeti sonuçlanacaktır. Diğer alternatif yaklaşımların , bu mazlumiyeti gideremediği ortadadır. Bu zaviyeden , tek çözüm Ehl-i Kitabın ehl-i vicdan ve insaf Sahiblerini insanlık adına Dünya Barışı adına Diyalog yapıp , bunu müsbet bir baskı unsuru olarak değerlendirmektir. Bir hususa daha değinemden geçemiyeceğim : Diyalog yapanlara karşı yukarıdaki soruya ilave olarak :" Filistinde , Irakta müslüman hanımların ırzlarını iğfal edenlerle nasıl Diyalog yapılır ?" şeklinde eksik bilgilenme sonucu yapılan ithamlara üzülüyor ve şunu demek geliyor içimizden : " Siz bu yaklaşımınızda samimi iseniz , neden hala oradaki mazlum kardeşlerimizin yanına gidip savaşmıyorsunuz ? Neden -bağışlayın - bu işin lafazanlığı yerine gereğini yerine getirmiyorsunuz o zaman ? Evet , Diyaloğu doğru muhatablarla yapılmasını emreden Kur'an-ı Kerim olduğu göz önünde bulundurlmalı ve Ülkemizin Dünya muvazenesinde hak ettiği yeri alıncaya kadar , Kavl-i Leyyineyi elden bırakmamalaıyız... Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Konuyu tevafuken buldum. Allah razı olsun bakıyorum kardeşler her yerde maşallah barekallah. Allah hizmetinizi mübarek kılsın amin Evet..Malesef tespitlerde hata yok...Yanılmış olmak daha iyi olurdu...Görünen o ki tavşanın artık kulaklarının sağır... Gözlerini kör...Yada artık hipnotize olduğunu kabul ediyorlar... -Tavşanı karşısından yaklaşarak yakalayamazsınız.. Arkasından sessizce dolanmak, acele etmemek gerekir!" Düşüncesinden vazgeçmiş görünüyorlar... " Allah razı olsun bakıyorum kardeşler her yerde maşallah barekallah." "Allah hizmetinizi mübarek kılsın amin" diyerek artık sonun başlıngıcına geldiklerini mi? düşünüyorlar... Biraz acele ettiklerini düşünüyorum ben...Fettulah ve kuramayları bu duruma bir el atıp kulaklarını çekmeli bunların... Geçtiğimiz günlerde yazılan bir yazıya Arkadaşımızdan birisi; Bu gün ülkemizde yaşananlar, Teist kavramlara inananlarla, çağdaş değerlere inananlar arasındaki çok hem de çok şiddetli var olma savaşıdır. Dendiğinde şöyle bir yanıt vermişti... " Bu düşünceye gülsem mi ağlasam mı...şaşırdım doğrusu"... Şaşırma arkadaşım bunlar gerçek... Dayatmaya çalışılanların ne olduğunu ve yıllardır oynanan bu oyunların farkında olan bir dolu Cumhuriyet ve Demokrasi sevdalısı insan da var bu ülkede... Konunun biraz daha açılması ve kavranması için biraz da geçmiş yıllara dönüp bakmamız gerekiyor... Şimdi 1960 lara dönüp o yılları anlatan bir yazıyı alıntı yapıyorum.... BU yazının içeriğinde bu günümüzü de aydınlatan gerçekleri ve benzerlikleri görüp anlamaya .. ve "şimdiye bı hukumet kuramazlar mıydı" sorularına geçmişte de neler yapılmış okuyarak cevaplar aramaya çalışalım... "NUR"CULAR VE İKTİDAR Devrim düşmanlığına, gerici hareketlere karsı uyanıklık, Demokrat Parti iktidarını gözle görülür ölçüde rahatsız etmektedir. Böyle uyanıklık belirtileri karsısında, iktidar ileri gelenleri ve sözcüleri, sorumlu Hükümet adamları, en sert tepkileri göstermektedirler. Aydın gençliğin, devrimleri koruyucu teşebbüslerine, mitinglerine engel olan iktidar, devrimler üzerinde gösterilen hassasiyeti protesto etmek isteyenlerin miting müracaatlarına ise derhal müspet cevap verilmekte, belki de böyle müracaatları bile teşvik etmektedir. Demokrat Parti iktidarının Cumhuriyet devrimlerine karsı cephe almadığına, gerici hareketlerle birlik olmadığına inanmak artık elde midir? Bir Said-i Nursî vardır: Maddî varlığını maşlah, sarık ve semsiye altında ve lüks otomobil karoserilerinde gizleyerek ulûhiyete ermeğe çalışan bu kimsenin dinî görüşleri, Kur'ân yorumları bazılarınca değer taşıyabilir; Ama bu görüş ve yorumlarını yayarken kanunların yasak ettiği yollara başvurduğu, siyasî maksatlar güttüğü, dini siyasete alet ettiği, memlekette 31 Mart Vakasından beri türlü örnekleri görülen tehlikeli tahriklerde bulunduğu, hatta yurt dışından da kuvvet alarak rejim değiştirmeğe çalıştığı, üstelik bu yöndeki çalışmaları sırasında Devletin adliye cihazına ve emniyet kuvvetlerine açıktan meydan okuduğu, kendi bastırıp dağıttığı yazılı vesikaları ile ortadadır. Buna rağmen, D.P. İktidarı, İstanbul Üniversitesindeki Said-i Nursî müridi öğrencilerin gerici eğilimlerini açığa vurmak uğrunda kanunları ihlal etmelerine kayıtsız kalabilmek için elinden geleni yapmakta, onların şehir içinde Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa aykırı davranışlarına mümkün olduğu kadar göz yummağa çalışmaktadır. Fakat birkaç gün sonra, ayni İstanbul Üniversitesindeki, Atatürk'ün devrimlere bekçilik öğüdünü medenî ve demokratik usullerle yerine getirmek istiysen gençleri, demokrasiyle asla bağdaşamayacak bir polis idaresinin sıkı baskısı altına almakta. Gerçi bazı iktidar liderlerinin artık Nurculuk hareketinden korkmağa, bu hareketin kendi siyasi nüfuzlarını da kıracak bir ölçüye vardığından kaygı duymağa başladıkları görülüyor. Ama bu hareketin kendisinin mi, yoksa bu harekete karsı alınacak gerçekten müessir tedbirlerin mi, ? gerilik eğilimlerinden başka pek az dayanağı kalmış Demokrat Parti için daha tehlikeli olacağına henüz karar verememiş oldukları da anlaşılıyor. Bu arada meseleye, memleket menfaatlerinin ne yolda davranmayı gerektirdiği açısından da baktıklarını gösterir bir belirti henüz ortada yoktur. O yüzden öyle bir çelişme ve kararsızlık içine düşmüşlerdir ki, bir yandan dolaplarında Nurculuk risaleleri bulunan gençler hakkında kovuşturma yapıldığı, öte yandan o risaleleri yazan kimsenin memlekette geniş bir propaganda gezisine çıktığı haberleri, iktidar organı gazetelerde yan yana yayınlanmaktadır. Üzerlerinde Risale-i Nur taşıyanlar yer yer tevkif edilirken, ayni Risale-i Nur, Demokrat Parti iktidarının desteklediği, yer yer parasız dağıttığı, D.P. Ocak binalarının kapılarına yapıştırdığı bir gazetede (“Hür Adam”) tefrika edilmektedir. Bu durumda, ortada iki ihtimal vardır. Demokrat Parti, ya, Said-i Nursî ile ve onun adamları ile hâlâ işbirliği yapmakta, aldığı bazı tesirsiz tedbirler kamuflajdan öteye gitmemekte, ya da Said-i Nursî'ye ve emrindeki kuvvetlere karşı kanunların ve memleket menfaatlerinin gerektirdiği müessir tedbirleri alamayacak bir duruma gelmiş bulunmaktadır. Her iki ihtimalin de doğru olmadığına inanılabilmesi için, iktidar ileri gelenleri, hele bu konuda iktidar sözcülüğünü üzerine almış görünen Başbakan tarafından, yukarıda ancak birkaç örneğini verdiğimiz çelişme ve kararsızlıklar tatmin edici bir şekilde izah edilmesi gerekir. 12.01.1960 ULUS Bülent ECEVIT Alıntı
Φ yolcu1 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Konuya biraz baktım da tam bir demogoji ustasısın. Allah senle muhatap olanlara sabır versin. Şimdi bu mesajımı da büyük bir ustalıkla saptıracak, çarptıracak kendine pay çıkartacaksın. Devam et , bravo! Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Bir hususa daha değinemden geçemiyeceğim : Diyalog yapanlara karşı yukarıdaki soruya ilave olarak :" Filistinde , Irakta müslüman hanımların ırzlarını iğfal edenlerle nasıl Diyalog yapılır ?" şeklinde eksik bilgilenme sonucu yapılan ithamlara üzülüyor ve şunu demek geliyor içimizden : " Siz bu yaklaşımınızda samimi iseniz , neden hala oradaki mazlum kardeşlerimizin yanına gidip savaşmıyorsunuz ? Neden -bağışlayın - bu işin lafazanlığı yerine gereğini yerine getirmiyorsunuz o zaman ? Evet , Diyaloğu doğru muhatablarla yapılmasını emreden Kur'an-ı Kerim olduğu göz önünde bulundurlmalı ve Ülkemizin Dünya muvazenesinde hak ettiği yeri alıncaya kadar , Kavl-i Leyyineyi elden bırakmamalaıyız... Sayın 'yolcu1' Cemaatinizin lideri, "Irakta müslüman hanımların ırzlarını iğfal edenlerle Şu anda ABD'de CIA çiftliklerinde nasıl Diyalog yapmaktadır ?" Buna bir yanıtınız var mı?... Bu duruma üzülüyor ve içinizden başaka neler demek geliyor...? paylaşmak istermisiniz... Sayın 'yolcu1' yaklaşımınızda samimi iseniz , Neden hala pirinizin Amerikalarda duruyorda neden hala oradaki mazlum kardeşlerimizin yanına gidip savaşmıyor? Bir bilginiz var mı? Neden ?... -Esas sen bağışla arkadaşım - bu işin lafazanlığı yapmak yerine sen gereğini yerine getiriyor musun ? Bu kadar büyük laflar edip te ; "Diyaloğu doğru muhatablarla yapılmasını emreden Kur'an-ı Kerim olduğu göz önünde bulundurulmalı " derken.. .Fettullah hocanın oralarda bu emri yerine getirdiğini mi söylemek istiyorsun... "Irakta müslüman hanımların ırzlarını iğfal edenlere" göz yumduğunu ve bunu kuranıda göz önünde bulundurarak yaptığını mı anlatmaya çalışıyorsun.!.. Demogoji yapma yüksek sesle net konuş anlıyalım.!. *** Alıntı
Φ yolcu1 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Farklı bir cevap beklemiyordum. Şapka çıkarılacak bir ustasınız. Bakın beni fevri bulabilirsiniz ama ben konunun başından beri okudum ve tavrınızı çok saldırgan ve karşıdakini sıkboğaz etmeye yönelik buldum. Ben de isterim insan gibi fikir alış verişi yapmak. Ama taktiğiniz midir nedir olayı bir kör dövüşüne getiriyorsunuz. Ya şunu rahatça tartışsak olmaz mı. Diğer arkadaşlara da hep aynısını yapmışsınız. Sorunuza cevap olarak vereceğim metin Fethullah Gülen neden ABD'de yaşıyor? CEVAB : Kanaatimce soruyu biraz tashih etmekte fayda var: Fethullah Gülen Hocaefendi sağlık sorunları ile gittiği ABD’den neden geriye dönememiştir ? Evet, 1986 yılında gittiği Hac yolculuğunda: ”Şayet bu Kutsal Topraklardan geri gelmek istemez, oralarda kalırsam, başıma bir ip bağlayın ve beni sürüye sürüye Türkiye’ye getirin” diyen bir Zat, nasıl olur da, -haşa- keyfi veya nefsi bir sebebten ötürü kendi memleketi dışında biryerde yaşadığı varsayılabilmektedir? Mescid-i Nebeviyye’de Efendisi (SAV) huzuruna giderken, Medine sokaklarında dönüp dolaşan ve “ ben şimdi hangi yüzle Rasulullah’ın huzuruna gideceğim? Ümmet-i Muhammedin mağdur ve mazlum hali karşısında nederim ? ” endişesi taşıyan bir insan, nasıl oluyordu da, kendi memleketinda yapılacak Kudsi Hizmetleri uğruna yaşamaktan bile feragat ettiği Mekke ve Medine ‘ye rağmen, memleketi dışında bir yerde yaşarken, onun hakkında farklı düşünce ve su-i zan yelkenleri açılıyor? Konuya ilişken değerlendirmeleri kendi beyanatlarından dinliyelim: Amerika’ya gelişimin öncesi var. 1997’de anjiyo için gelmiş ve 2-3 ay kalıp dönmüştüm. Hatta o zaman Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel referans olmuş, Cleveland’da bulunan Dr. Murat Bey’i aramıştı. Sağ olsun, alakadar oldu, yol gösterdi, ameliyat üzerinde ısrarla durdu. O zaman da ‘niye Amerika, niye orada kalıyor, kaçtı’ gibi şeyler söylendi. Oysa buraya geldiğimde -kalbimden dolayı- üzerimdeki yorganı kaldıramayacak kadar halsizdim. Doktorların tavsiye ettiği ilaçları kullanıyordum. Bant üzerinde ve açık havada yürüyüşlere devam ediyordum. Ama durumum zordu. Bu seferki gelişim de yine aynı hastalıkla alakalı oldu. Mayo Kliniği’nde Kırım Türklerinden Dr. Sait Bey vardı. Türkiye’ye geldiğinde halimi gördü, ısrarla buraya gelmemi söyledi. Bu davet Almanya’dan olsaydı, Almanya’ya giderdim. Amerika’ya geldim, tedavi başladı, 1-2 ay sonra Türkiye’de o komplo fırtınası koptu. Kalakaldım burada. Gideyim dedim, doktorlar izin vermedi. ‘Kendini büyük tehlikeye atıyorsun’ dediler. Bu mevzuda dünya kadar rapor var. Sağlık durumun ortada. Niye kaçayım, kaçacak neyim var benim? “Bir ayağı Amerika’da, bir ayağı Suudi Arabistan’da” deniyor. Suudi Arabistan’a en son 1986’da hac için gitmiştim. 20 yıldır gitmedim. Bir ayağı Suudi Arabistan’da diyenler, eğer gitseydim, o zaman daha farklı yorumlar getirecek, iki ayağı da orda falan diyeceklerdi. Belki başka türlü sorgulamalar olacaktı. İran, daha büyük problem olurdu. İran’la, işin doğrusu münasebetim olmadı. Menşei Türkiye olan eğitim, kültür, hoşgörü faaliyetleri mevzuunda, müşterek bazı şeyler yapalım teklifine de sıcak bakmadılar. Bana ve beraberimde birkaç arkadaşım oraya gitmesine sıcak bakacaklarına ihtimal vermiyorum. Öyle bir düşüncemiz de hiç olmadı. İran’a gitseydim, şimdi çeşit çeşit yorum yapanlar, o zaman da; “Batı’nın oradaki eli ayağı, gözü kulağı” diyeceklerdi. Kalp bozuk olunca, kendi hayallerinde sizi bir yere oturtunca, bir şeyle bağlayınca sizi, ne yaparsanız yapın yine öyle şeyler diyecekler. Ağızlarını kapamak diye bir vazifemiz de yok. Düşünce ve fikir hürriyeti var. Eğer öyle bir kısıtlama varsa onu sadece bize uyguluyorlar ve o da yeter. Amerika yılları sizi nasıl etkiledi? Fıkıh tabiriyle söyleyecek olursak, benim burada kalmam iki şerden hafif olanı tercih kabilinden oldu. Ben gelmek istemiyordum buraya, fakat Dr. Sait Bey çok ısrar etti, sağlık durumunun ihmale tahammülü olmadığını ifade etti. Bana çok ağır gelse de, ya ülkemden, kendi insanımdan uzak, yabancı bir devlette bulunmayı tercih edecektim, ya da bir devlet adamımızın dediği gibi küçük şeyleri büyüterek, her gün yeni bir komplo kuranlarla karşı karşıya kalmayı tercih edecektim. Birtakım kötülükleri görüp kendi insanımıza darılmamak için, istişare ettiğim arkadaşların da kanaatini alarak hasret çekmeye razı oldum. Haziran komplosunu (kasetlerle ilgili) önceden bildiğim halde yayımlandığı zaman bazı yerlerine baktım. Komplocularla beraber olanların yazılarını onlara karşı içimde bir ukde olmasın diye okumadım. Türkiye’den hasretle bahsediyorsunuz, ama dönmüyorsunuz. Neden? Belli bir yaştan sonra vücudun tahammülü olmuyor. Bir Arap şairinin ifadesiyle, yakın hissetmeme mani şeyler olmasın diye uzakta durup kalben, vicdanen orada bulunmayı tercih ediyorum. Bir espriyle söyleyeyim, tasavvufta âşıklar üstü bir makam vardır. Orada bulunanlar vuslatı bile istemezler. Yani içime ateşler sal, hep hicranla inleyeyim fakat vuslat istemem derler. Türkiye’ye karşı böyle zevkli bir hasret, zevkli bir hicran bana daha derince, daha vefalıca ve yürekten geliyor. Bunlar dönmeyeceğiniz anlamına mı geliyor? Zaten dönüş için yasal bir engel yok. Türkiye’ye dönmeyi bir an olsun aklımdan çıkarmadım. Yine de Türkiye’de önemli yerlere sordurdum. “Bir şey yok, gelebilir” dediler ama, “gelebiliri” söyleyiş tarzlarından sanki gelince onların başını ağrıtırım gibi bir şey hissettim. Devletten birileri mi? Evet, önemli bir vazifedeyken emekli olmuş bir yakınlarına, “Benim gelmem kendileri için ne ifade eder? ” diye sordurdum. Tebessüm ettiler ama gelmese daha iyi olur dediler. Benim dönüşümün herhalde bazı şeyleri tetikleyebileceği düşünülüyor. Sanki bazıları bazı kimseleri sokağa dökecek, huzursuzluğa sebebiyet verecekler. Ben, Türkiye’de oluşmuş istikrar ortamının bozulmasına fırsat vermek istemem. Türkiye’ye Humeyni gibi döneceğinizden endişe edenler de var… Dönersem kendim gibi, Ramiz Efendi’nin üç şerefeli camide imamlık yapan oğlu gibi dönerim. Size komik gelebilir ama, döndüğüm zaman acaba bana yine o camide imamlık verirler mi, yine aynı pencerede kalsam; ya da Kestane Pazarı’nda idarecilik vermeseler bile, tahta kulübem gibi bir kulübede kalmama müsaade ederler mi diye düşünüyorum. Bir diğer düşüncem de, bütün samimiyetimle ifade edeyim, köyümde, dedelerimin arsası üzerinde yapılmış bir misafirhane var, gitsem orada kalsam diyorum. Doğduğum, büyüdüğüm köyde bir köylü gibi ölsem. ‘Doğduğum köye gitsem, orada ölsem’ diyorsunuz. Köye gidip susacak mısınız? Dünyada, beklentilerim değil, derdim oldu. Aynı derdi terennüme devam edeceğim; şartlar ne olursa olsun, sözüme kıymet verenleri eğitim faaliyetleri için dünyanın dört bir yanına koşmaya teşvik edeceğim. Mezara konulurken bile fırsatım olursa yine, gidin okul açın, Türk dilini dünya dili haline getirme mevzuunda gayretten dur olmayın diyeceğim. Esnafımıza, dünyanın dört bir yanına sürgünler halinde açılın ve sonra ağaçlar haline gelin, lobiler oluşturun ve Türkiye’yi destekleyin; dünyadan kopmuş bir Türkiye’nin ayakta durması mümkün değildir, demeye devam edeceğim. Eğer bir gün hususi kanun çıkarıp ağzıma kilit vursalar bile, elimle, ayağımla bunları yazacak ama yine anlatacağım. Çünkü, bunları cami kürsülerinde, devletin memuru olarak açık açık ve herkese anlattım; ifade ettikleri gibi “müritlere” değil. Belki diğer hocalarımızdan farklı olarak dedim ki: Türkiye’yi geliştirin, her yerde Türk insanının sesi duyulsun. Bence millilik de, ulusalcılık da ancak böyle olur; meselenin hikâyesini yaparak değil. Türkiye’nin davası büyük bir davadır. Ona topyekûn bir milletin, milli mücadelede olduğu gibi sahip çıkması lazımdır, demeye devam edeceğim. Bu hususta sesimi kesecek ve bana bunları söyletmeyecek bir kanun da bilmiyorum. Milletime karşı bir vefa borcu olarak bunları söylemeye devam edeceğim. Merak edilen konulardan birisi de, böyle fakirane yaşayan bir insan ABD gibi pahalı bir ülkede nasıl yaşayabiliyor? Bu konu farklı maksatlarla ortaya atıldığı için, sizi tenzih ederek, hazımsızlık yapanlara söyleyeyim: Benim hakkımda böyle diyenlerden hiç birisi için ben böyle bir soru sormadım. Benim gibi, şeker hastası, günde 1200 kalori alan, ağır şeyler yiyemeyen, yemek ihtiyacını çok defa yoğurt ve çorbayla karşılayan bekâr bir insan, ABD’de olsa 500 lirayla (dolar yerine lira diyor) geçinir. Bu tür şüpheler uyararak karalamak isteyenlerin tavrını fevkalade yakışıksız ve münasebetsiz buluyorum.Bunları hiç söylemek istemezdim. Çünkü, isterdim ki, imkânım olsaydı da, o telif ücretlerini de yemeseydim. Buradaki ikametim için arkadaşlar gönderiyorlar ben de kerhen kabul ediyor ve ancak zaruri ihtiyaç çerçevesinde kullanıyorum. Zaten burada başka türlü durmam mümkün değil ve böyle bir telif ücretini alma mevzuunda da kimsenin bana bir şey demeye hakkı yoktur.Soruldu, açıkça söyleyeyim: Arkadaşlar, -rahatsızlıklarım da olduğu için- ihtiyaten bir miktar bankada bulunduruyorlar; her sene için de 30 bin gönderiyorlar. Az önce dediğim gibi, zaruri ihtiyaçlarımı gideriyor, geri kalanını da millete tavsiye ettiğim üzere eğitim hizmetlerine bağışlıyorum. Bana gönderilmeyen ve birikmiş olan teliflerin de Allah rızası için bazı yerlere ve muhtaç kimselere verilmesini söylüyorum. Allah’ın huzuruna girerken arkada beş on kuruş bile olsa bir şey bırakmak istemem. (Kaynak: Mehmet Gündem ile röportaj, Milliyet, 01.2005) Konu ile ilgili birde Hüseyin Gülerce ‘nin köşesinden: Önce “neden gelmiyor? ” sorusundan başlayalım. Cevabı ararken bir soru da biz soralım: Gelmek istemez mi? Hem de nasıl ister. O halde neden gelmiyor? Merak edenlerin dışında, bazı küçük insanlar; “korkmasın, gelsin, mahkemelere çıksın, gerekirse hapis yatsın..” diye ileri geri konuşuyorlar. Bu gibiler öncelikle Sayın Gülen’i tanımıyorlar. Sonra, sevmiyorlar ve saygı duymuyorlar.Çünki Sayın Gülen gibi ömrünü milletine, dinine vakfetmiş insanların şahsî takıntıları olmaz. Şahıslarıyla ilgili hesabı da olmaz. Sayın Gülen’in dönüp dönmemesinde asıl etken, atacağı adımın omuzladığı dâvâsına ne faydası olacağıdır. Eğer, O`nun Türkiye’ye dönmesiyle birileri yeniden ülke gündemini değiştirerek, Avrupa Birliği üyelik sürecini bir başka zeminde daha zora sokacak bir siyasî krizin hesabını yapıyorsa, Sayın Gülen neden âlet olsun? Yakalanan siyasî istikrarın devamı adına yüreğine taş basmayı elbette tercih edecektir. Evet, Hicret Hz.Adem (AS) mın Cennetten Dünyaya gelmesi ile başladı, Hz.Nuh(AS) ile gemiye bindi, Hz.Musa (AS) ile Tur-i Sinaya çıktı, Hz.İsa (AS) mın göğe yükselmesine vesile oldu, Efendimiz (SAV) min Medine’ye yolculuğuna şahitlik yaptı, Sahabe-yi Kiram ile Hırsitiyan Habeşistanda tanıştı, Emir Sultan Hazretleri ile Bursa’da buluştu, Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretlerinin Hindistana götürdü, Sultan Vahdettini Romaya sevk etti, Mehmet Akif Ersoy’u Mısır ile hasbihal ettirdi, Bediüzzaman Hazretlerinde sürgün şekilini aldı, Esat Coşan Hocaefendi ile Avustralya’nın ihyasına çalıştı, nice ışık süvarisine Rehberlik etti ve muhterem büyüğümüz ile Asrın Hicretine eşlik etti! Amerika Küfrün Merkezi deniyor. Bizde şöyle diyoruz, daha iyi, Küfrün Merkezinde yapılan İslami Hizmet, diğer Küfür beldelerinden daha faziletlidir. Teşbihte hata olmaz fehvasınca ; Hz.Musa(AS) mı Firavun sarayından koruyan Allah değilmiydi ? Evet, gerek Amerikada gerek AB ülkelerinde İslama dehaletler fevc fevc artmaktadır. Boş oturarak nasıl artacak? Mücahede ve Tebliğ olmadan? Hicretler bitmez, yeterki talib olunsun, Hicreti sıradan bir seyahat görenler, Hicret ufkuna bilmemki ulaşabilirlermi? Ayrıca diyalog üzerine bir hasbihal tavsiye edeyim Soru : Neden "Diyalog"? Cevab : İslam’ın doğru temsil edilmesine vesile olduğu için. Soru : Yani tebliğ etmek değil.... Cevab : En güzel tebliğ, temsil ile olanıdır! Temsil etmeniz için de önce diyalog kurmanız gerekmektedir. Diyalog ile yapılan temsil, güven verirse işte o zaman tebliğ yapmış olursunuz! Soru : Ama Kur’an “Hak Din İslam'dır” (Ali İmran ,2/19) diyor . Cevab : Aksini iddia eden olmadı zaten... Soru : Yalnız, Diyalog ile Hristiyanlık ve Yahudilik meşru gibi gösterilmiş olunmuyor mu? Cevab : Diyalog ile aslında İslam meşrulaşmış oluyor! Dünyada İslam dini, barbar bir din, terörist bir din, mensublarını sefalete mahkum eden bir din gibi takdim edilmiştir. Diyalog bu vesile ile bunu tekzib etmiştir.... Soru : Bu soruma cevab değildi... Cevab : Hrsitiyanlığın ve Yahudiliğin aslılları da haktır! Bu noktadan onlar zaten meşrûdur. Lâkin günümüz Hristiyanlığını ve Yahudiliğini "tahrif edilmiş" kabul ettiğimizi zaten biliyorlar... Soru : Şimdi, “Dinlerarası Diyalog “ tabiri ile diğer dinler meşrulaşmış olmuyor mu sizce? Cevab : Şayet “hak dinler arası diyalog” denmiş olsaydı , o zaman haklı olabilirdiniz. Lâkin dinler deyince, malum hak ve batıl olarak tasnif edilmektedir. Soru : Yani? Cevab : Hak din İslam ile diğer (batıl) dinler arası diyalog ... Soru : Onların nazarında kendileri hak bizler batıl değil miyiz ? Cevab : Olabilir, her din mensubu bu konuya kendi açısından bakabilir, biz kendi açımızdan bakıp ona göre yorumlamalıyız . Sizin, onların bakışına göre bizi yargılamanız , ilmi bir yaklaşım içermez. Soru : Ama İbrahimî dinler diyorsunuz.... Cevab : Yukarıda kısmen dile getirmiştik, Hrsitiyanlıkta, Yahudilikte hatta Hz. Zülküf'e (as) geldiği tezi günümüzde daha çok kabullenilen Budizm’de asılları itibari ile Hz.İbrahim'in (as) tevhid esaslı dini üzerine gelmişlerdir. Soru : Fakat bugün asılları üzerine değiller, ayrıca İslam geldikten sonra onlar nesh olmadı mı? Cevab : Evet hem tahrif hem nesh olmuşlardır bu doğru. Soru : O halde neden Hz.İbrahim’in dini? Yani Hz.Muhammed'in (sav) dini değil ? Cevab : Bunu Kur’an ifade ediyor: "Ya Muhammed, de ki: Allah beni İbrahim'in dinine iletti" ( En’am ,6/161) demektedir. Soru : Burda, tevhid esaslı bir din kast edilmek istenmiyor mu? Cevab : Doğru, lâkin Hz. Adem'in (as), veya Nuh'un (as) değil de, İbrahim’in (as) dininden bahsetmesi manidardır! Soru : Ne demek istiyorsunuz? Cevab : Yani, Kur’an-ı Kerim o gün itibari ile dünyada en yaygın bir din olan Hrsitiyanlığa ve Yahudiliğe şunu demek istiyor: "Hz.Muhammed'in (sav) size yaptığı davet, Hz.İbrahim'in (as) asıl dinine davettir." Zaten İbrahimî dinler adı altında bugün yapılan budur. Onlara asıllarını hatırlatmak, mesela Hz. İbrahim'in (as) teslis inancı yoksa neden sizde var şeklinde düşündürmektir. Soru : Ama Kur’an “İbrahimî Dinler” demiyor, İbrahim’in dini diyor... Cevab : Yahudiliğin aslı o dönemki İslam Dinidir ve Hz.Musa (as) Hz.İbrahim'in (as) oğlu İshak'ın (as) soyundandır, Hrsitiyanlığın aslı da o dönemki İslam dinidir ve yine Hz.İsa (as) Hz. İshak'ın (as) soyundandır; en son gönderilen Efendimiz (sav) ise Hz.İsmail'in (as) soyundan olmak üzere İbrahim'in (as) dini üzerine olduğuna göre, asılları itibari ile hepsi İbrahimî dinlerdr. Soru : Onların dua ettikleri Rab ile bizim Rabbimiz Allah aynı mıdır ? Cevab : Kur’an-ı Kerim: "De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim.....(Ali İmran , 2/64) derken , Ehl-i Kitab ile ortak olan bir Rabden bahsettiği aşikardır ! Soru : Ama... Cevab : Ayet’in devamı ise konuyu disipline etmektedir : "......O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın." Soru : Şimdi, teslis inancındaki Rab ile bizim tevhid inancımızdaki Allah bir mi yani ? Cevab : Onlar Allah’ın vasıflarında yanılıyorlar, Allah’a eş koşup oğul isnadında bulunuyorlar! Zaten Kur'an da onları bu noktadan uyarıyor ve diyorki. "Ey Ehl-i Kitab, aramızdaki ortak olan Allah inancınızı gözden geçirin ve Allah’a oğul ve benzeri eş İlahlar edinmeyin". Soru : Peki bu vasıflardaki yanılmış olmaları onları kafir yapmıyor mu? Cevab : Yukarıda cevablamıştık sanırım, hak din İslamdır diye... Soru : Gerek Sahabe döneminde gerekse Osmanlı döneminde, neden onca fetihler yapıldı o zaman? Onlar neden diyalog yapmadı? Cevab : Savaş mevsiminde savaşmak, diyalog mevsiminde ise temsili esas tutmak farzdır! Efendimiz'in (sav) zaman zaman bazı müşriklerle ittifak kurması (Hudeybiye'de), Hristiyan Meliki Necaşiye sahabesini emaneten göndermesi, Ebu Cehil’in yanına 100'ü aşkın gitmesi, amcası Ebu Talib’ten sonra müşrik Mut’im bin Adiyy'in himayesini kabul etmesi, Medine'de Yahudilerle bir antlaşma imazalaması diyalog dönemlerinin gereği iken, bir Bedir , bir Uhud , bir Mu’te ise savaş döneminin cihad şeklidir! Karıştırmamak lazım! Soru : Ama bugün Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Çeçenistanda müminler katlediliyor, siz ise diyalog diyorsunuz! Bu bir çelişki değil mi? Cevab: Bir kere , diyalog ne ABD ve yönetimi ile, ne İsrail veya yönetimi ile yapılmıyor ki böyle bir iddiada bulunuyorsunuz! Soru : Peki ya kimlerle diyalog yapıyorsunuz? Cevab : Bugün itibari ile dünyada müminlerin uğradıkları zulmü kınayan, İslam’a saygılı olan Katolik Dünyası (Vatikan), Ortodoks Dünyası Ruhanileri ile ve diğer bazı İseviler ve Yahudi örgütleri ile yapılmaktadır! Soru : Ama Amerika Hrisitiyan ve Filistin'de zulüm yapan İsrail’de Yahudi? Cevab : Hristiyanlar içinde Kur’anı Kerim'e alternatif kitab yazacak kadar İslam’a açıktan düşmanlık besleyen ve Amerika’da büyük ağırlığı olan Evangelist Hıristiyanlar ile yukarıda bahsettimiz diğer Hristiriyan mezheblerini bir tutmak, Şii müslümanları ile biz Sünni Müslümanları bir tutup eleştirmek gibi yanlıştır! Aynı şey Yahudiler için de geçerli. Her Yahudi Siyonist değildir. Soru : Yani? Cevab : Bugün İslam’a saygılı olan ve dünyada barışı isteyen Ehl-i Kitabın Ruhanileri ile bir diyalog, dünyadaki müminlerin mazlumiyetini gidermek adına bir zarurettir. Zaten başka türlü de Ümmet-i Muhammed'in mazlumiyet ve mağduriyetin giderileceğide imkansız gibi gözükmektedir. Soru : Diyaloğu bu şekli ile kabul edelim, ama neden Vatikan’ın önderliğinde bir diyalog? Cevab : Bugünki Vatikan’ın Dinlerarası Diyalog Sekreteri Thomas Michel, diyalog faaliyetlerini ferdi planda ilk başlatan kişinin Bediüzzaman Said Nursi olduğunu, kendisinin 1950'li yıllarda Vatikan’a bir mektub ile birlikte Zülfikar adlı eserini hediye etmesi sonrası kendilerininde bundan cesaret alarak bu faaliyetleri kurumsallaştırdıklarını dile getirmektedir. Soru : Ama Vatikan’ın Hristiyanlaştırma projesi olduğunu iddia edenler var... Cevab : Bediüzzaman Hazretleri, bir mü'minin Hristiyan olamıyacağını, şayet İslam'dan çıkarsa ancak atesit olabileceğinden bahsetmektedir. Soru : Yani? Cevab : Bir müslüman Hırsitiyan olamaz! Çünkü artı bir şey kazanmış olmıyacaktır! Soru : Vatikan’ın böyle bir Hristiyanlaştırma projesi yok mu? Cevab : Dinlerarası diyaloğa ait resmi yayınlarında yok! Zaten yapılan istatistiklerde, dünyada yükselen değerin İslam olduğunu görmekteyiz. Başta İngiltere ve İsviçre olmak üzere pek çok Hristiyan ülkelerde kiliseler satılıktır! 1964 yılında başlayan diyalog faaliyetleri, 40 senede ciddi Hristiyan üye kaybetmişse, o zaman bu iddiaların spekülasyondan öteye geçemediğini rahatlıkla ifade edebiliriz! Soru : Ama Türkiye’de pek çok kişinin Hrsitiyanlaştığı söyleniyor...Hatta bir manken Yunanistanlı biri ile evlendi ve dinini değiştirdiğini televizyonlarda ilan etti... Cevab : Acaba bu kişinin geçmişinde kaç defa alnı secdeye gitmiş veya yaşam tarzı Hakiki İslam’a ne kadar uygun idi ki, bir Müslüman olarak din değiştirdiği kabul edilsin! Diğer yandan farz-ı muhal sizin dediğiniz gibi kabul edilse, burda diyalog faaliyetlerinin ne suçu var? Soru : İşte diyalog ile her din mensubu cennetlik deniyor ya, ha İslam ha Hristiyanlık.. Cevab : Kim diyor? Soru : Amentüde ittifakımız var demişti Ahmet Şahin! Cevab : Hristiyanlığın ve Yahudiliğin asılları ile bir ittifaktan bahsettiği yazısında, günümüz Ehl-i Kitabının vasıflarda yanıldıklarınıda ilave ediyor...Burda bir cennetliktir veya ehl-i necattır anlamı çıkmıyor ki... Soru : Ama, Fethullah Gülen Küresele Barışa Doğru isimli eserinde: "Kur’an-ı Kerim'de, Yahudiler ve Hristiyanlar hakkında geçen sert ifadeler, ya kendi peygamberleri dönemine ait, ya da Peygamberimiz döneminde yaşayanlara aittir” demiyor mu? Cevab : Bediüzzman Hazretleri ahirzamanda İslamiyet dinine gelen bir lakaydlık neticesinde, İslam dini hakiki manada temsil edilemediği için, bir nevi bir Fetret Dönemi yaşadığımızı belirtmektedir. Bunu Muhammed Hamidullah gibi bazı İslam alimleri de kabullenmektedir. Dolayısıyla , Hocaefendi de bu hususa parmak basarak, bugünkü Ehl-i Kitab'a hakkıyla İslam temsil edilmediği için bahse konu ayetlerin sert eleştirilerine muhatab olmayabileceklerini dile getirmektedir! Yoksa ehl-i necattır veya ehl-i cennettir demiyor . Soru : Ama Hatay’da, ezanla çan birlikte seslendirildi, ve temsili sırat köprüsünden hem papazlar, hem hahamlar hemde imam efendiler birlikte geçmedi mi? Cevab : İlk başta kısmen dile getirmiştik: diyalog her iki tarafın kendi dini inançları ile var oldukları bir ortamdır! Biz ezanımızla varız onlar çanları ile! Temsili sırat köprüsünden sadece biz Müslümanlar geçip onları geçirmemiş olsaydık acaba diyalog ortamı oluşabilir miydi sizce? Onların Kur’an'ı ve Peygamberimizi araştırma imkanı, bizlere bu konulardan sorma ortamı oluşmasını engellemiş olmaz mıydık? Soru : Anlıyorum... Cevab : Demek günümüz Ehl-i Kitabı cennetliktir, ehl-i necatır diye bir şey denmemiş, öyle değil mi ? Soru : Ne bileyim öyle anlaşılıyor sanki ... Cevab : İyi de, bakın ispatlıyamadınız! Sadece imalardan veya sanki öyle anlaşılıyordan yola çıktınız. O açıdan olmayan bir konu hakkında kesin konuşmak samimi bir müminin işi olmamalıdır! İzninizle son ifadelerimi dile getireyim .... Soru : Buyrun... Cevab : Bugün diyaloğa karşı çıkanlar içinde acaba kaç tanesi bilfiil diyalog toplantılarına katılmış, katılanlarla sohbet etmiş veya menfi bir sonuç görmüştür? O halde, bize düşen en azından bu faaliyetlerin sonucunu görmeden olumsuz erken yorumlardan kaçınmak olmalıdır! Allah indinde bu diyalog faaliyetlerinin zerre kadar bir değer kesbediyorsa ki biz ettiğini biliyor ve inanıyoruz, buna karşı çıkanlar, ne kadar samimi olurlarsa olsunlar, neticede bir zarar görmeden yaptıkları eleştirilerle bu faaliyetleri karaladıklarından dolayı manevi bir mesuliyet altında girdiklerini hatırlatmak isterim. Rabbim bizi rızası istikametinden ayırmasın! Son olarak, profil resminizi gördüm. Sizden yaşça çok küçük bir kardeşinizim saygısızlık yapmak da istemiyorum. Eğer tartışma bir düello şeklinde devam edecekse cevap vermemeyi tercih edeceğim. Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Farklı bir cevap beklemiyordum. Şapka çıkarılacak bir ustasınız. Bakın beni fevri bulabilirsiniz ama ben konunun başından beri okudum ve tavrınızı çok saldırgan ve karşıdakini sıkboğaz etmeye yönelik buldum. Ben de isterim insan gibi fikir alış verişi yapmak. Ama taktiğiniz midir nedir olayı bir kör dövüşüne getiriyorsunuz. Ya şunu rahatça tartışsak olmaz mı. Diğer arkadaşlara da hep aynısını yapmışsınız. Fethullah Gülen neden ABD'de yaşıyor? Son olarak, profil resminizi gördüm. Sizden yaşça çok küçük bir kardeşinizim saygısızlık yapmak da istemiyorum. Eğer tartışma bir düello şeklinde devam edecekse cevap vermemeyi tercih edeceğim. Sayın 'yolcu1' Yazdıklarınızı daha öncede milliyet gazetesinde yayınlanan bri mulakattata da okumuştum.. Evet söyledikleriniz basındada yayınlandığına göre itibar etmemek olamaz... Ancak bu sayın Fettullah Gülenin ağzından ifade edilenler...Bu nedenle gerçek olup olmadığını anlamak, yada arkasında yatan başka nedenleride görmek için tek taraflı bilgilerle yetinmemiz bizi yanıltır... O nedenle bende aşağıda Şimdilik Sayın Dr.Necip HABLEMİDOĞLU nun elinde bulunan belgelerini yayınladığı kitabından alıntıları vereceğim... Sayın 'yolcu1'...Bir kişinin elinde bulunan literatür, kitap, belge, vb şeylerle donanımlı olarak...karşılarındakilere cevap veriyor olması taktik, dövüş ve saldırganlık olamaz...Sıkboğaz deyimi tam bir anlam ifade etmesede bazı yazılanların gerçekliği karşısında yanıtsız kalınmasını ifade ediyorsanız... kabulüm... Rahatca tartışsak olmaz mı diyorsun...o zaman iletilerin hepsini okudum dediğine göre aslında ortamın uygun olduğunu ama iletilerde herkesin kendi görüş ve fikrlerini açıklamakta özgür olduğunu anlatan satırları dikkate almadığınızı düşünüyorum.. Yani sizde tartışmanın ve görüş belirtmenin kurarlarına uyduğunuz sürece yani hakaret, dayatma, vb...yukarıda bir iletimde bahsetmiştim ... Hiç bir sorun yok... Saygısızlık konusuna gelince sizinle tamamen aynı fikirdeyim... Biz yine konumuza dönelim; FETHULLAH GÜLEN'İN SON YAZILARI ÇERÇEVESİNDE: ona cevaben kaleme alınmış belgelerle yanıtlar veril miş yazısından sizin Sayın Fettullah Gülenin ağzından "Fethullah Gülen neden ABD'de yaşıyor?" alıntınıza karşılık,herşeyin çok yönlü incelenmesi amacıyla; bende sayın Hablemitoğlunun "ETKİ AJANLARI - NÜFUZ CASUSLARI VE FETHULLAHÇILAR RAPORU" makalesinden, Sayın Gülenin neden ABD de olduğunu farklı yönlerini belgeleriyle açıklayan kısa bir bölümünü alıyorum... Sayın 'yolcu1' Untmayın ki dünya da ki bir çok siyasi güç odağı kendi aralarında ki dengeleri gözeterek var olamaya çalışırlar...Bu nedenle bir çok taşoronu sürekli kullandıklarını bilmemiz gerekli ...Buna karşın taşaron olanlarda aslında bir gün gelip güç odağı olmak için çaba içinde bulunurlar...Bunlardan biride ülkemizde Faaliyet gösteren Said-i Nurs-i nin kurduğu günümüzde Fettullah Gülenin liderliğini yaptığı Nur Cemaati ve onun çeşitli kollarıdır... Ve sakın unutmayın ki, Hiç bir güç odağı kendi var oluş nedenini tehlikeye atacak Duygusal ve ahlaki değerleri önemsemezler... O nedenle Sizin" neden hala oradaki mazlum kardeşlerimizin yanına gidip savaşmıyorsunuz ?" sorunuz bunu bilmeyen bir düşüncenin ürettiği hadi demagoji demeyelim, bir yaklaşımdır... O nedenle sizin bunu farkedemeyen bakış açınızla soruyu size yönelttiğimde sizin bize "ve sakın unutnayın ki" satırın da kısaca değinilen gerçekleri bilerek yanıtlamanız daha tutarlı olurdu... Aslında ilk başta bu soruyu yöneltmeniz hataydı...bu tür sorular iki ucu keskin bıçağa benzer...Eğer karşınızdaki insanlar donanımlı ve farkında insanlarsa o bıçak sizin elinizi keser...Gelişen diyaloglar da sizin dediğiniz gibi Şapka çıkartmanıza gerek olamayan her normal zekalı insanın size yönelteceği bir sorudur...O nedenle demagojik yaklaşımları bir kenara bırakmakta yarar var...Bunu yapıp sonrada şikayetci olmak sencede hoş olmasa gerek... *** Konumuza dönersek, işte Fettullah Gülenin, uzun yıllardır ABD'de "zorunlu ikâmette". Nedeni, şayet dönerse, büyük bir olasılıkla, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesine sızma girişimine azmettirmek ve bu amaçla gizli teşekkül oluşturmak suçlaması ile açılacak davalardan yargılanacak. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden Yargıtay'a, kendi deyimleri ile adliyeden mülkiyeye, maariften emniyete kadar kadro gücünü kanıtlayan; avrasya ölçüsünde dağıtımı yapılan bir gazete ile "yeryüzü kanalı" iddiasındaki bir televizyona, yılda 1 katrilyon TL'nı aşan ciro yapan yüzlerce şirkete, yurtiçinde ve dışında 300 civarında okula, onbinlerce ışıkevine, yüzlerce öğrenci yurduna, yüzlerce dersaneye, yurt içinde ve dışında üniversitelere, -çoğu iyi derecede yabancı dil bilen öğretmen ve dış ticaret uzmanı- onbinlerce profesyonel personele, en az 25 milyar dolarlık bir mal varlığına sahip bulunan bu illegal yapılanmanın hocaefendisi, iç ve dış desteklerine, DGM'de sırf vatanına dönebilmesi için özel (!) surette TCK 313'e indirgenen davasına rağmen, Türkiye'ye dönemiyor. Oysa, dönse, belki de Başbakan dahil TBMM'nde grubu bulunan tüm partilerin liderleri "geçmiş olsun" ziyareti için sıraya girecek. Ama nerede? İmralı'da mı, işte o dönmediği-dönemediği için de hiç kimse ziyaretçi kabul edeceği resmi koğuş binası hakkında bir tahmin yapamıyor. Söz konusu hocaefendi, kalabalık maiyeti ile -buna 24 saat yanından eksik olmadığı söylenen doktorları dahil- Pennsylvania Eyaletinde Philedelphia yakınlarında özel bir çiftlikte yaşıyor. Çiftliğin bulunduğu bölgenin FBI koruması altında, refakat memurlarının (conducting officer) gözetiminde olduğu ve buralardaki çiftliklerde yaşayanlara birinci derecede özel öneme sahip koruma programının (countursurveillance faaliyeti) uygulandığı kaydediliyor. Örneğin, telefon rehberinde hocaefendinin ya da bir başka Türkün adı yok. Özel çiftlik arazisine girme yasağını belirten levhaları ve de refakat memurlarını geçmek mümkün değil. Gerçekte bu çiftliğin, cemaatin gazetesinin sorumlularının da aralarında bulunduğu, ABD yasalarına göre kurulan "Altın Nesil Vakfı" adına FBI tarafından fethullahçılara 1991'in başında tahsis edildiği ve aynı yılın ortalarında YÖK ya da MEB bursu ile bu ülkeye gönderilen fethullahçı yüksek lisans öğrencilerinin bir yaz kampı oluşturarak sözkonusu çiftlikte örgütlenme toplantıları gerçekleştirdikleri biliniyor. Üstelik, CIA yetkililerinin Eyalet Valisi ile temasları sonucu, cemaatin eyalet sınırları içinde bu yıl bir de okul açtığı gelen -teyidi alınmış- duyumlar arasında. Fethullahçılar, bugüne kadar A.B.D. derin devleti (NSA, CIA, FBI, SDDS, NSC vd.) ile ilişkilerini inkâr edecek bir açıklama yapmaktan sürekli kaçındılar. Hatta bu tür şüpheleri, hem de hocaefendilerinin ağzından "dünya jandarmasının arkalarında olduğu" kanısını uyandıracak, kamuoyunda kendilerine daha bir olağanüstü güç hamlettirecek açıklamalarla artırmak için özel çaba sarfettiler (*). Diyelim ki böyle bir durum yok, ileride takiyye yaparak bu girift ilişkiyi inkâr edebilirler. Şimdi, fethullahçı yapılanmasının istihbarat tekniğine dayalı kısa bir irdelemesi, sizleri olası bir inkârın tüm dayanaklarını ortadan kaldıracak verilere götürecektir. İsterseniz en basitinden başlayalım, daha teknik ayrıntı ve bilgileri DGM Savcısı ile Askeri Savcıya bırakalım: 1- Hocaefendilerin tümünü "masum" varsayalım: A.B.D.'nde ikâmetin yasayla belirlenmiş katı koşulları bulunmaktadır. Hiç kimse yasal olarak, resmi başvuru yapmaksızın ve de gerekçesini belgelemeksizin -defactor statüsü hariç- bu ülkede altı aydan uzun bir süre kalamaz. Kaldı ki bu hocaefendilerin en ünlüsü, Haziran 1999'da Show TV'de Reha Muhtar'a yaptığı bir saati aşan açıklamada, 14 gün sonra Türkiye'ye döneceğini taahhüt etmiştir. Tabii ki hem de kamuoyuna yapılan bu taahhüt sahibi tarafından bugüne kadar hâlâ yerine getirilmiş değildir. Hocaefendilerin tümünün yeşil karta sahip olmaları teknik açıdan olanaksız, çünkü yasal koşullar uymamaktadır. Bu ülkede yaşayanlar, sıradan insanlar için lotarya şansı (!) dışında yeşil kart almanın zorluğunu ve formalitelerini çok iyi bilmektedirler. Gerçekte, ABD'de derin devlet koruması altındaki hocaefendilerin, "kaç!" komutunu aldıkları andan itibaren CIA "İltica ve Taraf Değiştirme Departmanı"nın acil (exfiltration) planına dahil olarak kendilerine tanıdığı kolaylıklardan yararlandıkları bilinmektedir. Bu arada, Merve Kavakçı gibi ABD vatandaşlığına alınmışlarsa o başka. O zaman her şey apaçık ortada olacağı için bu irdelemenin ayrıca bir anlamı kalmaz. Bu arada, ABD Büyükelçiği ve Konsoloslukları, hocaefendilerini ziyaret amacıyla cemaatten usulüne uygun gönderilen tüm ziyaretçilerin vize problemini -10 yıllık vize vererek- çözümlemektedir. Cemaatten sızan bilgilere göre, cemaate dahil dışticaretle iştigal eden tüm şirketler, temsilcilik açarak bu ülkeye sermaye aktaracakları taahhüdünde bulunmuşlardır. Hocaefendinin haleflerinden biri olan Amerika Kıta İmamı ve aynı zamanda cemaatin ABD Başkanı İ. İsmail Büyükçelebi, -Başkanlık (imamet ve riyaset) merkezi New Jersey'de bulunmaktadır- ülke (yeni vatan) çapındaki sistematik örgütlenme çalışmalarına 11 Haziran 2000'de ABD'nin en kuzeybatısındaki Seattle'daki bölge toplantısı ile start vermiştir. Bugüne kadar daha ziyade saf insanlarımızdan para çarpmak için düzenledikleri himmet toplantıları, örgütlenme toplantıları ile çeşitlilik göstermiş bulunmaktadır. Aynı toplantıların Kanada'yı da kapsayacağı, cemaatin burada da sermaye aktarımı yoluyla göçmen vizesi kolaylığından faydalanarak koloniler oluşturacağı önesürülmektedir. Zaman gazetesinden Nuh Gönültaş'ın deyimi ile "Amerika'nın zorunlu keşfi" başlamıştır. Herhalde hocaefendileri, tarihe pekçok sapkınlıklarının yanısıra, müritlerinin ikinci Kristof Kolomb'u olarak da geçme niyetindedir... 2- Hocaefendilerin aldıkları ilkokul mezunu emekli maaşı ile bunca süre ABD'de nasıl -hem de Mayo Fethullahçı Kliniği dahil- tedavi görüp, 24 saat süreyle doktor gözetiminde nasıl kalabildiğini; çiftlikte rutin harcamaların yanısıra, kâhya, aşçı gibi personelin maaşlarını nasıl ödeyebildiğini; her hafta onlarca, bazen yüzlerce misafirin ağırlama masrafını nasıl karşılayabildiğini kerametle açıklayan müritlere inanmak ne derecede olanaklı?!. Keza, ilkokul mezunu olmanın verdiği yabancı dil düzeyi (!) ile İngilizcenin güncel terminolojisini de kullanarak "Fountain" dergisine yazdığı akademik (!) düzeydeki makalelerin kerameti -her ne kadar inanmasak da- nereden geliyor? Amazon şirketi, ingilizce yazılmış kitaplarını nasıl pazarlıyor? CIA ile organik dayanışma içindeki ABD üniversitelerinden hangilerinde hocaefendilerinin bilimsel (!) çalışmaları ile ilgili onlarca doktora çalışması yürütülüyor? Paul Henze, Graham Fuller, Lois Freeh, Carey Cavanaugh gibi ünlü istihbaratçı ve malûm kişilerle, hatta çiftlikte beraber kalıp, eyaletleri birlikte gezdikleri istihbarat memurları (handolder) ile hangi dil düzeyi ile iletişim kuruluyor? Hiç şüphesiz bunlar küçük ve önemsiz sorular." Dip not:(*) Geniş bilgi için, imaj için bir ABD vatandaşı tarafından yazıldığı iddia edilen ancak kendileri tarafından kaleme alınan ve Feza yayınları arasında çıkarılan sözkonusu kitap için bkz. Ann Lyn Web, İftiranın Değişmeyen Mantığı, (İstanbul: 1999). Ayrıca cemaatin gazetesindeki köşe yazılarında, ABD'ni özgürlükler ülkesi olarak takdim eden ve övgüler yağdıran; bu ülkenin onayı ve desteği olmaksızın hiçbir şey yapılamayacağına ilişkin çok sayıda makale yayınlanmıştır. Artık cemaat içinde ABD'ni "şeytan" olarak niteleyen hiç kimse kalmamıştır; tüm müritler bu büyük dünya jandarması devlet önünde gönülden "biat" ederek fahri vatandaşı (!), etki ajanı aday adayı olmuşlardır. Sayın 'yolcu1'; Selam ve sevgilerim ile Alıntı
Φ sedelina Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Sanırım bir şeyi iyi öğrenmemiz gerek... Kapitalist rejim yani ABD çıkarı olmadığı hiç bir şeyi desteklemez ve barındırmaz... Eğer bunu görmeyecek kadar o grubun içine batmışsan sanada bir şey diyemem... sayın x man kapitalızmın oyunlarınında abd nın yaptıklarının da farkındayım.o grubun içinde asla değilim.olaylara ve kişilere tarafsız bir yaklaşımdı benımkısı.. mıt raporlarını da biliyorum bu cemaat üzerıne ve bu cemaatın abd kapitalızmıyle de alakası yok. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 ben de şunu merak ediyorum,fettullah gülen ve cemaati bahsedilen devlete ters amaçlı insanlarsa eğer: neden okulları kapatılmıyor neden mıllı eğitim bu okulları devlet okuluna çevırmıyor devlet güçsüzmü bu cemaat karşısında f.gülen e hakaret eden star tv bile tazmınat davasında kaybettı.f gulen sadece özur dıleyın dedı ve parayı da almadı.. ve açılan okullar bılım olımpıyatlarında derece alıyor.. istense şimdiye bı hukumet kuramazlar mıydı,zaten yaşlanmış bir ınsan şimdiye neyı beklesın? eğer ki amaç maddı çıkarsa,insanların yatak odasına kadar girebilen medya f.gülenın servetını tespit edemıyor mu? Katrilyonluk serveti var... Fethullah Gülen'in, siyasette olduğu kadar ekonomi ve eğitimde de büyük ağırlığı var... İslami sermayenin 50 milyar dolarlık bir serveti kontrol ettiği Türkiye'de, bu miktarın en az yarısı Fethullahçıların denetiminde... Önceki gece bir televizyon kanalında yayımlanan video kasediyle, Türkiye'nin gündemine bomba gibi düşen Fethullah Gülen, siyasette olduğu kadar ekonomi ve eğitimde de dal budak salmış durumda... İslami sermayenin 50 milyar dolarlık bir serveti kontrol ettiği Türkiye'de, bu miktarın en az yarısının Fethullahçıların kontrolünde olduğu belirtiliyor... Fethullah Gülen'in tek varlığı 'battaniyesi' olarak açıklanırken, hükmettiği servet ise adeta katrilyonlarla ölçülüyor.... Gülen'in tek bir sözüyle ardındaki binlerce işadamı, yurtiçinde ve yurtdışında yüzlerce okul yapımını üstlenebiliyor... Alıntı
Φ sedelina Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Katrilyonluk serveti var... Fethullah Gülen'in, siyasette olduğu kadar ekonomi ve eğitimde de büyük ağırlığı var... İslami sermayenin 50 milyar dolarlık bir serveti kontrol ettiği Türkiye'de, bu miktarın en az yarısı Fethullahçıların denetiminde... Önceki gece bir televizyon kanalında yayımlanan video kasediyle, Türkiye'nin gündemine bomba gibi düşen Fethullah Gülen, siyasette olduğu kadar ekonomi ve eğitimde de dal budak salmış durumda... İslami sermayenin 50 milyar dolarlık bir serveti kontrol ettiği Türkiye'de, bu miktarın en az yarısının Fethullahçıların kontrolünde olduğu belirtiliyor... Fethullah Gülen'in tek varlığı 'battaniyesi' olarak açıklanırken, hükmettiği servet ise adeta katrilyonlarla ölçülüyor.... Gülen'in tek bir sözüyle ardındaki binlerce işadamı, yurtiçinde ve yurtdışında yüzlerce okul yapımını üstlenebiliyor... bunun farkındayım,eğerki bu serveti kendı çıkarı için kullansa lüks içinde yaşasa zaten o kadar ınsan yardım etmezdi.. lüks bır hayatı olsa ve bu servetı kendıne kullansa zaten ortaya çıkarılırdı.. vakıf bünyesınde eğitime ve ıslamıyete hızmettır amaç..kötümü eğitim için bı çok yerde okul açılması ve bılım olımpıyatlarında derece alınması tekrar belırteyım onlarla bir ilgim olduğu için yazmıyorum.mit raporları da var.içlerıne mıtlerde gırıyor.askerıye neden bişey yapmıyor.çunku şerıat amaçlı bi yaklaşımları kesınlıkle yok. selamlar bilimselci,özlemişim sizi Alıntı
Φ *NATALIA* Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2006 '' DÖRDÜNCÜ SÖZ '' Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla Namaz dinin direğidir. (Hadîs-i şerif: Keşfü’l-Hafâ, 2:3; Hadîs no: 1621; Tirmizî, İmân: 8; İbn-i Mâce, Fiten: 12; Müsned, 5:231, 237.) Namaz ne kadar kıymettar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar divâne ve zararlı olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde kat’î anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, gör: Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, herbirisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıkta, has ve güzel bir çiftliğine ikâmet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bâzı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır; hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyâre bulunur. Sermâyeye göre binilir." İki hizmetkâr ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermâyesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zâyi eder. Birtek altını kalır. Arkadaşı ona der: "Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyâreye bindirirler. Bir günde mahall-i ikâmetimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun." Acaba, şu adam inad edip, o tek lirasını bir defîne anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefâhete sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı? İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim! O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlıkımızdır O iki hizmetkâr yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar; diğeri gâfil, namazsız insanlardır. O yirmi dört altın ise, yirmi dört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise, Cennettir. O istasyon ise, kabirdir. O seyahat ise; kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre o uzun yolu mütefâvit derecede kat’ ederler. Bir kısım ehl-i takvâ, berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’ eder. Kur’ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise namazdır. Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba, yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder! Zîrâ, bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse -halbuki, kazanç ihtimâli binde birdir- sonra yirmi dörtten bir malını yüzde doksan dokuz ihtimâl ile kazancı musaddak bir hazîne-i ebediyeye vermemek, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı? Halbuki, namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem, cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkâ eder. Alıntı
Φ ahir zaman Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Katrilyonluk serveti var... Fethullah Gülen'in, siyasette olduğu kadar ekonomi ve eğitimde de büyük ağırlığı var... İslami sermayenin 50 milyar dolarlık bir serveti kontrol ettiği Türkiye'de, bu miktarın en az yarısı Fethullahçıların denetiminde... Önceki gece bir televizyon kanalında yayımlanan video kasediyle, Türkiye'nin gündemine bomba gibi düşen Fethullah Gülen, siyasette olduğu kadar ekonomi ve eğitimde de dal budak salmış durumda... İslami sermayenin 50 milyar dolarlık bir serveti kontrol ettiği Türkiye'de, bu miktarın en az yarısının Fethullahçıların kontrolünde olduğu belirtiliyor... Fethullah Gülen'in tek varlığı 'battaniyesi' olarak açıklanırken, hükmettiği servet ise adeta katrilyonlarla ölçülüyor.... Gülen'in tek bir sözüyle ardındaki binlerce işadamı, yurtiçinde ve yurtdışında yüzlerce okul yapımını üstlenebiliyor... Şİmdi bir başbakan koskoca devlet bütçesini yömetiyor ancak bu kadar serveti var diyebilirmiyiz "Bana diyorlarki bu değirmenin suyu nerden geliyor milli mücadelede nerden geliyorsa burda da ordan geliyor"M.Futhullah Gülen Birde ateist kardeşlerimiz bu eleştirilerini başka başlıkta yapsalar ne kadarda sevinirdim. Birinci ve ikinci söze birşeyler yazmaya çalıştım ama malesef bu yazıllanlardan nerde olduğu gözükmüyor. Natalia kardeşimde çabalıyor ama inşallah ateist kardeşelrimiz anlarlar elimde olduğunca devam etmeye çalışacağım yoğun olduğum dönemler. Alıntı
Φ ZEMHERiM Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 '' DÖRDÜNCÜ SÖZ '' Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla Namaz dinin direğidir. (Hadîs-i şerif: Keşfü’l-Hafâ, 2:3; Hadîs no: 1621; Tirmizî, İmân: 8; İbn-i Mâce, Fiten: 12; Müsned, 5:231, 237.) Namaz ne kadar kıymettar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar divâne ve zararlı olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde kat’î anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, gör: Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, herbirisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıkta, has ve güzel bir çiftliğine ikâmet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bâzı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır; hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyâre bulunur. Sermâyeye göre binilir." İki hizmetkâr ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermâyesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zâyi eder. Birtek altını kalır. Arkadaşı ona der: "Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyâreye bindirirler. Bir günde mahall-i ikâmetimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun." Acaba, şu adam inad edip, o tek lirasını bir defîne anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefâhete sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı? İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim! O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlıkımızdır O iki hizmetkâr yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar; diğeri gâfil, namazsız insanlardır. O yirmi dört altın ise, yirmi dört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise, Cennettir. O istasyon ise, kabirdir. O seyahat ise; kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre o uzun yolu mütefâvit derecede kat’ ederler. Bir kısım ehl-i takvâ, berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’ eder. Kur’ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise namazdır. Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba, yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder! Zîrâ, bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse -halbuki, kazanç ihtimâli binde birdir- sonra yirmi dörtten bir malını yüzde doksan dokuz ihtimâl ile kazancı musaddak bir hazîne-i ebediyeye vermemek, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı? Halbuki, namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem, cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkâ eder. Aslında gayet net ve açık bir söz... Fakat kısaca suan için benim aklıma gelen sunlar ; Namazın ehemmiyeti o derece buyuk ki Efendimiz hadisin devamın da NAMAZINI KILMAYAN DİNİNİ YIKMIŞ OLUR ...buyuruyorlar... Hepimiz biliyoruz ki , Üstadın deyişiyle ''İnsan bir yolcudur.Alemi ervahtan baslayan ve ahirette ki asıl yurdumuza kadar süren bir yolculuktur.Ve bizlerde bu hayatta birer yolcuyuz... Ama burada düşünmemiz gereken acaba yolcu oldugumuzu ve bir yolculugun içerisinde olduğumuzu ne derece idrak ettik ve hayatımıza yansıttık? Bizler çok kısa bir mesafe olan bir yere yolculuğa çıkarken yanımıza bavulumuzu alıyor gerekli, gereksiz ne varsa koyuyoruz...Sunu alsam mı almasam mı bile demiyoruz çoğumuz...Çünkü o yolculuk içerisinde ve yolculuğun son duragında rahat bir şekilde olmak amacımız... Ve öyle ki , Yolculuk esnasında etrafımıza da bakmıyoruz..Yoldan gecerken etrafın manzarasını bile seyre dalmıyoruz.Çünkü istedigimiz tek şey bu yolculugun bitmesi ve gideceğimiz yere varmak... İşte düşünmemiz gereken de su ki , bir kaç saat mesafelik bir yolculuk için bile onca hazırlık yapan telaşa giren ve kendimizi sadece o yolculuğa adepte eden bizler acaba HAKİKİ YOLCULUĞUMUZUN NE KADAR FARKINDA VE NE KADAR HAIZRLIKLIYIZ? AZIKLARIMIZ TAM MI YOKSA EKSİLERLE Mİ DOLU??? Aslında bizden istenilen de hiçbirşey değil sadece ve sadece garantisi asla olmayan luzumsuz işlere vakit harcayıp kendimizi ziyan etmekten ise 24 saatimizin 1 saatini Rahman ve Rahim olan Rabbimizin garantisinde olan ukba adına harcamak... Ki bu alışverişlerin en karlısıdır... Selam ve dua ile... Alıntı
Φ *NATALIA* Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Aslında gayet net ve açık bir söz... Fakat kısaca suan için benim aklıma gelen sunlar ; Namazın ehemmiyeti o derece buyuk ki Efendimiz hadisin devamın da NAMAZINI KILMAYAN DİNİNİ YIKMIŞ OLUR ...buyuruyorlar... Hepimiz biliyoruz ki , Üstadın deyişiyle ''İnsan bir yolcudur.Alemi ervahtan baslayan ve ahirette ki asıl yurdumuza kadar süren bir yolculuktur.Ve bizlerde bu hayatta birer yolcuyuz... Ama burada düşünmemiz gereken acaba yolcu oldugumuzu ve bir yolculugun içerisinde olduğumuzu ne derece idrak ettik ve hayatımıza yansıttık? Bizler çok kısa bir mesafe olan bir yere yolculuğa çıkarken yanımıza bavulumuzu alıyor gerekli, gereksiz ne varsa koyuyoruz...Sunu alsam mı almasam mı bile demiyoruz çoğumuz...Çünkü o yolculuk içerisinde ve yolculuğun son duragında rahat bir şekilde olmak amacımız... Ve öyle ki , Yolculuk esnasında etrafımıza da bakmıyoruz..Yoldan gecerken etrafın manzarasını bile seyre dalmıyoruz.Çünkü istedigimiz tek şey bu yolculugun bitmesi ve gideceğimiz yere varmak... İşte düşünmemiz gereken de su ki , bir kaç saat mesafelik bir yolculuk için bile onca hazırlık yapan telaşa giren ve kendimizi sadece o yolculuğa adepte eden bizler acaba HAKİKİ YOLCULUĞUMUZUN NE KADAR FARKINDA VE NE KADAR HAIZRLIKLIYIZ? AZIKLARIMIZ TAM MI YOKSA EKSİLERLE Mİ DOLU??? Aslında bizden istenilen de hiçbirşey değil sadece ve sadece garantisi asla olmayan luzumsuz işlere vakit harcayıp kendimizi ziyan etmekten ise 24 saatimizin 1 saatini Rahman ve Rahim olan Rabbimizin garantisinde olan ukba adına harcamak... Ki bu alışverişlerin en karlısıdır... Selam ve dua ile... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Şİmdi bir başbakan koskoca devlet bütçesini yömetiyor ancak bu kadar serveti var diyebilirmiyiz "Bana diyorlarki bu değirmenin suyu nerden geliyor milli mücadelede nerden geliyorsa burda da ordan geliyor"M.Futhullah Gülen Birde ateist kardeşlerimiz bu eleştirilerini başka başlıkta yapsalar ne kadarda sevinirdim. Birinci ve ikinci söze birşeyler yazmaya çalıştım ama malesef bu yazıllanlardan nerde olduğu gözükmüyor. Natalia kardeşimde çabalıyor ama inşallah ateist kardeşelrimiz anlarlar elimde olduğunca devam etmeye çalışacağım yoğun olduğum dönemler. Ahirzaman arkadaş, Halkımızın bir sözü vardır "Bal tutan parmağını yalar"... Hortumlamak için elbette sade görünüm rolü yapacaktır bu vatandaş... Trilyonların içerisinde oynayıp küpleri dolduranları çok gördük bu memlekette... Sen bunları ancak saf vatandaşlara yutturursun... Emperyalizmi ben hep 9 kollu bir ahtapota benzetirim... Dinden, milliyetçilikten tutta her konuda kollarını sarar ülke halkının vicdanına... Emperyalizm halkın kanını içmek için her türlü numarayı çaktırmadan kullanır merak etme... Şu anda sığındığı memleketin uşaklığını yapmakla meşgul... Bizlerde onun burada piyonluğunu yapalım... Asıl önünde eğilinilecek kişiler asgarai ücretle halkı omuzlarında taşıyıp... Yoksulluktan ayı getirmek için bakkala borç defteri açan emekçi insanım... Alıntı
Φ Terapi Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Konumuzun Arasına Duaları ekleyelim nasipse... "İnananların yüreklerinden dökülmüş inciler." Sevgili Senai Abimizden.... "Bir Esma Bir Dua" Esmâ-i hüsnâ duamızın ekseni, yakarışımızın yörüngesidir. Rabbimize muhatap olurken, hâlimize göre isteyeceklerimiz, ihtiyacımıza göre dileyeceklerimiz O'nun hâlimize ve ihtiyacımıza karşılık esmâsının gölgesinde olmalıdır. Her bir esmâ, bizi Rabbimize hitap etmeye götüren bir yoldur. Şimdi bu yolda yürürken dilime ve gönlüme derlediğim dua çiçeklerini paylaşıyorum. Esmâ-i hüsnânın tadıyla dilimizin duaya değmesi duasıyla. "Ve semâya irtifa verdi ve mizanı vaz'eyledi. Mizandan taşmayasınız [diye]. Doğru tutasınız adaletle tartıyı da, aksatmayasınız mizanı [diye]." Rahmân; 7-9 Sen ki her şeye zarif oranlarla, hassas ölçülerle bedenler giydirirsin. Sen ki her şeye lâyık olduğu sureti verirsin. Sen ki her şeye ihtiyaç duyduğu yetenekleri bahşedersin. Sen ki her varlığa, varlığı ve hayatı için gerekli her duyguyu, her organı hikmetlice verirsin. Sen ki her canlıya hayatını sürdürecek en uygun, en güzel bedeni verirsin. Sen ki yerinde ve haklıca yapılan bütün isteklere mutlaka cevap verirsin. Sen ki gerçek ihtiyaçları seslendiren her yakarışa karşılık verirsin. Sen ki zorda kalmışların imdadına, çaresiz kalmışların feryadına sonsuz adaletinin gereğince yetişirsin. Sen ki adalet ve hikmetinle her şeye hayat hakkı verirsin, yokluğa varlık hakkı tanırsın. Sen ki her varlığı ona zarar verebileceklerin şerrinden ve saldırısından koruyansın. Sen ki mahşerde zerre kadar iyiliği, zerre kadar kötülüğü hiç şaşmadan tartarsın. Sen ki zalimleri zulmüyle bırakmazsın; ebedî cehenneminde hakkını alırsın mazlumların. Sen ki mazlumları mazlumiyetiyle bırakmazsın; ebedî cennetinde sonsuz lûtuflara boğarsın hepsini. Sensin zulme uğrayanların dayanağı. Sensin mahzun kalplerin sığınağı. Sensin mazlumun âhını işiten. Sensin zalimin zulmünü bilen. Senin adaletindir sığındığımız. Senin mizanındır güvendiğimiz. Senin hesabındır tesellimiz. Nefsimize zulmetmekten alıkoy bizi. Senin adaletine razı olanlardan eyle bizi. Senin adaletinin korkusuyla terbiye et hepimizi. Adaletinin korkusuyla yumuşat kalplerimizi. Amellerimizin tartıldığı 'mizan'da güzel eyle akibetimizi. Mizanında ağırlığı olanlardan eyle bizi. Kolaylaştır sorgu sualimizi. Sana hesap verme inceliğiyle yaşat bizi. Hükmüne razı eyle bizi. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan uzak eyle hepimizi. Amin....Amin....Amin... Sevgiler Alıntı
Φ ahirzaman Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Bilimselci kardeşim senin o servet dediğin bütün bu ülkemizin adını bayrağını gittiği yere taşıyan hizmetin kaynağıda o nice askeri üzretle çalışıpta evindeki bir parçada olsa geliri bu hizmete feda edenler var onlar bu hizmetin farkındalar uzun zaman önce istanbula hafız ali camiinde bir mahsum insan 50 milyonluk serveti varken 70 milyon bağış yapacağını söylüyor sonra dışarı çıkınca farkına varıyor ve şeytan onu dürtüklüyor git ve vazgeçtiğini söyle ancak o sonanda nefsiin dinlemiyo ve evini ve arabasını satıp o parayı bağış yapıyor. Daha sonra ise adam işlerinin son derece açıldığını iki ev aldığını arabasından çok daha güzel bir araba aldığını söylüyor bunlar uydurma masallar değil bunlar bizim veya bizim dediklerimizin gözünün önünde gerçekleşen olaylar Ayrıca biz ne olursa olsun kula eğilmeyiz Fethullah hoca sadece Allah yolunda öncülük etmiş kişidir ve kendisisni hiç bir menfaati yoktur bunu yapılan hizmetlerden görüyoruz. Zaten kendisine duyulan bu kin onun şahsına değil yapılan hizmete sizin gibi kardeşlerimiz de görünce bunları gerçek zannedip heryerde bağırıyor ancak bu bağırdıklarınıza değil gördüğümüze inanmaya devam edeceğiz biiznillah Alıntı
Φ ahirzaman Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Konumuzun Arasına Duaları ekleyelim nasipse... "İnananların yüreklerinden dökülmüş inciler." Sevgili Senai Abimizden.... "Bir Esma Bir Dua" Esmâ-i hüsnâ duamızın ekseni, yakarışımızın yörüngesidir. Rabbimize muhatap olurken, hâlimize göre isteyeceklerimiz, ihtiyacımıza göre dileyeceklerimiz O'nun hâlimize ve ihtiyacımıza karşılık esmâsının gölgesinde olmalıdır. Her bir esmâ, bizi Rabbimize hitap etmeye götüren bir yoldur. Şimdi bu yolda yürürken dilime ve gönlüme derlediğim dua çiçeklerini paylaşıyorum. Esmâ-i hüsnânın tadıyla dilimizin duaya değmesi duasıyla. "Ve semâya irtifa verdi ve mizanı vaz'eyledi. Mizandan taşmayasınız [diye]. Doğru tutasınız adaletle tartıyı da, aksatmayasınız mizanı [diye]." Rahmân; 7-9 Sen ki her şeye zarif oranlarla, hassas ölçülerle bedenler giydirirsin. Sen ki her şeye lâyık olduğu sureti verirsin. Sen ki her şeye ihtiyaç duyduğu yetenekleri bahşedersin. Sen ki her varlığa, varlığı ve hayatı için gerekli her duyguyu, her organı hikmetlice verirsin. Sen ki her canlıya hayatını sürdürecek en uygun, en güzel bedeni verirsin. Sen ki yerinde ve haklıca yapılan bütün isteklere mutlaka cevap verirsin. Sen ki gerçek ihtiyaçları seslendiren her yakarışa karşılık verirsin. Sen ki zorda kalmışların imdadına, çaresiz kalmışların feryadına sonsuz adaletinin gereğince yetişirsin. Sen ki adalet ve hikmetinle her şeye hayat hakkı verirsin, yokluğa varlık hakkı tanırsın. Sen ki her varlığı ona zarar verebileceklerin şerrinden ve saldırısından koruyansın. Sen ki mahşerde zerre kadar iyiliği, zerre kadar kötülüğü hiç şaşmadan tartarsın. Sen ki zalimleri zulmüyle bırakmazsın; ebedî cehenneminde hakkını alırsın mazlumların. Sen ki mazlumları mazlumiyetiyle bırakmazsın; ebedî cennetinde sonsuz lûtuflara boğarsın hepsini. Sensin zulme uğrayanların dayanağı. Sensin mahzun kalplerin sığınağı. Sensin mazlumun âhını işiten. Sensin zalimin zulmünü bilen. Senin adaletindir sığındığımız. Senin mizanındır güvendiğimiz. Senin hesabındır tesellimiz. Nefsimize zulmetmekten alıkoy bizi. Senin adaletine razı olanlardan eyle bizi. Senin adaletinin korkusuyla terbiye et hepimizi. Adaletinin korkusuyla yumuşat kalplerimizi. Amellerimizin tartıldığı 'mizan'da güzel eyle akibetimizi. Mizanında ağırlığı olanlardan eyle bizi. Kolaylaştır sorgu sualimizi. Sana hesap verme inceliğiyle yaşat bizi. Hükmüne razı eyle bizi. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan uzak eyle hepimizi. Amin....Amin....Amin... Sevgiler AMİN Allah razı olsun kardeşim Alıntı
Φ sedelina Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2006 Sensin zulme uğrayanların dayanağı. Sensin mahzun kalplerin sığınağı. Sensin mazlumun âhını işiten. Sensin zalimin zulmünü bilen. Senin adaletindir sığındığımız. Senin mizanındır güvendiğimiz. Senin hesabındır tesellimiz. Nefsimize zulmetmekten alıkoy bizi. Senin adaletine razı olanlardan eyle bizi. Senin adaletinin korkusuyla terbiye et hepimizi. Adaletinin korkusuyla yumuşat kalplerimizi. Amellerimizin tartıldığı 'mizan'da güzel eyle akibetimizi. Mizanında ağırlığı olanlardan eyle bizi. Kolaylaştır sorgu sualimizi. Sana hesap verme inceliğiyle yaşat bizi. Hükmüne razı eyle bizi. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan uzak eyle hepimizi. Amin....Amin....Amin... amin ''bizi insan eyle'' alvarlı imamı Alıntı
Φ @LoNe34 Gönderi tarihi: 6 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 6 Haziran , 2006 fethullah gülen türkiyede en çok gündem oluşturan isimlerin başında geliyor. bunun nedenide özal döneminden bugüne kadar yapmış olduğu atılımlar. fakat fethullah gülen le ilgili ciddi kaygılarım var. kendisi bir cemaat kurmuş ve cemaate baglı okullar deshaneler açmıştır. özellikle dershanelerde zahir ilimlerin yanında ahir ilimlerde öğretiliyor. ahir ilimlerin öğretilmesi hoş bir durum. fakat amaca hizmet etmiyor. yani biz oraya binlerce lirayı verirken üniversite hayellerimiz var. zaman zaman bu amaçtan uzaklaşılıyor. dershanelerde F1 adı verilen bir öğrenci grubu oluşturuluyor. ağırlıkta bunlara veriliyor. öğrenci yetiştirdiklerini söylüyorlar. fakat yetiştirilen öğrenciler fakir ailelerin çocukları. bu çocukları yetiştirip dünyanın çeşitli yerlerine gönderip kendi amaçlarına hizmet etmek üzere kullanıyorlar. zati durumu iyi olan aile çocugunu bu yüzden göndermiyor. peki bu nokta yapılan iyilik nedir. yani çocugun hayalini hiç göz önünde bulundurmadan direkt olarak kendine amaçlarına yönlendirmeleri ne kadar dogrudur. tartışma konusu. bunun yanında birde ABD mevzusu var. yani amerika menfaati olmayan hiçbir işe karışmaz bu herkesçe malumdur. ve fethullah güleni uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Türkiye ye iade etmesi gerekir. neden iade etmiyor. kendisi bir ABD ajanımı yoksa ABD türkiye ye karşı ezici üstünlüğünü kullanarak kensini kullanıyorda farkında değilmi. hangisi? yani bile bile neden yeni bir haçlı ordusu zihniyetini alevlendiren bir ülkede ikamet ediyor. ciddi kaygılarım var. Alıntı
Φ Terapi Gönderi tarihi: 6 Haziran , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 6 Haziran , 2006 "BEŞİNCİ SÖZ" Dünya işleri namaza engel olabilir mi? Rızık için çalışmak ne zaman ibadet olur, ne zaman ibadete engel teşkil eder? "Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir." (Nahl Sûresi, 16:128.) NAMAZ KILMAK ve büyük günahları işlememek ne derece hakikî bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münasip bir netice-i hilkat-i beşeriye (insanlığın yaratılışının gayesi) olduğunu görmek istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle: Seferberlikte, bir taburda, biri muallem (eğitimli), vazifeperver, diğeri acemî, nefisperver (nefsini seven) iki asker beraber bulunuyordu. Vazifeperver nefer talime (eğitime) ve cihada dikkat eder, erzak ve tayınatını (yiyeceklerini) hiç düşünmezdi. Çünkü, anlamış ki, onu beslemek ve cihazatını vermek, hasta olsa tedavi etmek, hatta indelhâce (ihtiyaç anında) lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi talim ve cihaddır. Fakat bazı erzak ve cihazat işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir. Ona sorulsa, "Ne yapıyorsun?" "Devletin angaryasını çekiyorum" (karşılık beklemeden işlerini yapıyorum) der. Demiyor, "Nafakam için çalışıyorum." Diğer şikemperver (boğazına düşkün) ve acemî nefer ise, talime ve harbe dikkat etmezdi. "O devlet işidir, bana ne?" derdi. Daim nafakasını düşünüp onun peşine dolaşır, taburu terk eder, çarşıya gider, alışveriş ederdi. Birgün, muallem arkadaşı ona dedi: "Birader, asıl vazifen talim ve muharebedir. Sen onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimad et; O seni aç bırakmaz. O onun vazifesidir. Hem sen âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücahede (harp) ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir (isyankardır) der, ceza verirler. Evet, iki vazife peşimizde görünüyor. Biri padişahın vazifesidir; bazan biz onun angaryasını çekeriz ki (işlerinde memur kılınırız ki) , bizi beslemektir. Diğeri bizim vazifemizdir; padişah bize teshilât (kolaylaştırma) ile yardım eder ki, talim ve harptir." Acaba o serseri nefer, o mücahid mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır, anlarsın. İşte, ey tenbel nefsim! O dalgalı meydan-ı harp, bu dağdağalı (karışık) dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise, cemiyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise, şu asrın cemaat-i İslâmiyesidir. O iki nefer ise: Biri, ferâiz-i diniyesini (dinen yapması gereken farzları) bilen ve işleyen ve kebâiri (büyük günahları) terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttakî Müslümandır. Diğeri, Rezzâk-ı Hakikî’yi itham etmek (suçlamak) derecesinde derd-i maişete (geçim derdine) dalıp ferâizi (farzları) terk ve maişet yolunda rastgelen günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir (bilerek günah işleyerek zarara uğrayan kimsedir) . Ve o talim ve talimat ise, başta namaz, ibadettir. Ve o harp ise, nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip (harp edip) günahlardan ve ahlâk-ı rezileden (kötü ahlaktan) kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden (sonsuz mahvoluştan) kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise, birisi hayatı verip beslemektir; diğeri hayatı verene ve besleyene perestiş edip (ibadet edip) yalvarmaktır, Ona tevekkül edip emniyet etmektir. Evet, en parlak bir mucize-i san'at-ı Samedâniye ve bir harika-i hikmet-i Rabbâniye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise, rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de O’dur, O’ndan başkası olmaz. Delil mi istersin? En zayıf, en aptal hayvan, en iyi beslenir (meyve kurtları ve balıklar gibi). En âciz, en nazik mahlûk, en iyi rızkı o yer (çocuklar ve yavrular gibi). Evet, vasıta-i rızk-ı helâl (helal rızık yolu) iktidar ve ihtiyar (irade) ile olmadığını, belki acz ve zaaf ile olduğunu anlamak için, balıklarla tilkileri, yavrularla canavarları, ağaçlarla hayvanları muvazene etmek (kıyaslamak) kâfidir. Demek, derd-i maişet (geçim derdi) için namazını terk eden, o nefere benzer ki, talimi ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Cenâb-ı Rezzâk-ı Kerîm’in matbaha-i rahmetinden (mutfağından) tayınatını (yiyeceğini) aramak, başkalara bâr (yük) olmamak için bizzat gitmek güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir. Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazât-ı mâneviyesi (manevi donanımı) gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ (en aşağı) bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar (tevazu) ile tazarru ( dua ve yakarış) ve ibadet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir. Demek, ey nefsim, eğer hayat-ı dünyeviyeyi (dünya hayatını) gaye-i maksat (esas maksat) yapsan ve ona daim çalışsan, en ednâ bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi (ahiret hayatını) gaye-i maksat (esas hedef) yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezra (tarla) etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın nazlı ve niyazdar (her daim duada olan) bir abdi (kulu), mükerrem (hürmet edilen) ve muhterem bir misafiri olursun. İşte sana iki yol ( “şükür” ve “küfür” yolu)-istediğini intihap edebilirsin (seçebilirsin). Hidayet ve tevfiki (yardımı) Erhamü'r-Râhimînden ( En Yüce Merhamet Sahibi’nden c.c) iste. Alıntı
Φ Terapi Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2006 "Birinci Levha" Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır. Beni dünyaya çağırma, Ona geldim fenâ gördüm. Demâ gaflet hicab oldu Ve nur-u Hak nihan gördüm. Bütün eşya u mevcudat Birer fâni muzır gördüm. Vücut desen, onu giydim, Ah, ademdi, çok belâ gördüm. Hayat desen onu tattım azap-ender azap gördüm. Akıl ayn-ı ikab oldu, bekàyı bir belâ gördüm. Ömür ayn-ı heva oldu, kemâl ayn-ı heba gördüm. Amel ayn-ı riya oldu, emel ayn-ı elem gördüm. Visal nefs-i zevâl oldu, Devâyı ayn-ı dâ gördüm. Bu envar zulümat oldu, Bu ahbabı yetim gördüm. Bu savtlar nây-ı mevt oldu, Bu ahyâyı mevat gördüm. Ulûm evhâma kalb oldu, hikemde bin sekam gördüm. Lezzet ayn-ı elem oldu, Vücutta bin adem gördüm. Habib desen onu buldum, Ah, firakta çok elem gördüm. "İkinci Levha" Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder levhadır. Demâ gaflet zevâl buldu, Ve nur-u Hak ayan gördüm. Vücut burhan-ı Zât oldu, Hayat, mir’ât-ı Haktır, gör. Akıl miftah-ı kenz oldu, Fenâ, bâb-ı bekàdır, gör. Kemâlin lem’ası söndü, Fakat şems-i cemâl var, gör. Zеvâl ayn-ı visal oldu, Elem ayn-ı lezzettir, gör. Ömür nefs-i amel oldu, Ebed ayn-ı ömürdür, gör. Zalâm zarf-ı ziya oldu, Bu mevtte hak hayat var, gör. Bütün eşya enîs oldu, Bütün asvat zikirdir, gör. Bütün zerrat-ı mevcudat Birer zâkir, müsebbih gör. Fakrı kenz-i gınâ buldum, Aczde tam kuvvet var, gör. Eğer Allah’ı buldunsa Bütün eşya senindir, gör. Eğer Mấlik-i mülke memlûk isen Onun mülkü senindir, gör. Eğer hodbin ve kendi nefsine mâliksen Bilâ-addin belâdır, gör, Bilâ-haddin azaptır, tad, Bilâ gayet ağırdır, gör. Eğer hakikî abd-i hüdâbin isen, Hudutsuz bir safâdır, gör, Hesapsız bir sevap var, tad, Nihayetsiz saadet gör. Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: Fấniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim; gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim. Alıntı
Φ berceste Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2006 Arkadaşlar bence bir karar verelim bu bölümde risale-i nur paylasımları yapıp sözler ile ilgili yorumlar mı yapacagız yoksa dua mı? Yoksa sadece sözleri mi paylaşacagız? Bence bir noktaya varsak , bu topic adına daha güzel olacak... Selam ve dua ile... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.