Φ hasan17 Gönderi tarihi: 26 Ağustos , 2005 Gönderi tarihi: 26 Ağustos , 2005 Atatürk'ün bizlere miras olarak bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti, onun askeri ve siyasi dehasının bir neticesidir. Türk Milleti ise Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyetin yılmaz bekçisidir. Ancak onun bu mirasının değerini kavrayabilmek ve Türkiye Cumhuriyeti'ni dünyanın en güçlü devletleri arasında hak ettiği yere ulaştırabilmek için her Türk ferdinin Atatürk'ü çok yakından tanıması gerekmektedir. Atatürk'ü takdir edebilmek, onun düşünce yapısını, mantık örgüsünü, Türk Milleti'ne olan bakış açısını ve Türk Milleti için hedeflerini tam olarak anlamakla mümkündür. Atatürk'ü tanıyabilmek için en doğru yol ise, yine onun sözlerine, uygulamalarına, onu yakından tanıyan kişilerin anlatımlarına ve yine dünya siyasetine yön veren kişilerin onun hakkındaki yorumlarına başvurmaktır. Alıntı
Φ canugur Gönderi tarihi: 28 Ağustos , 2005 Gönderi tarihi: 28 Ağustos , 2005 Ata nin notlarindan "Syf. 450 Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir. Bu tarif Hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır. İnsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan, tabiatın mahlukudur. Syf. 451 İptidai insanların, tabiatın herşeyinden, gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. İlk his ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğinin mutlak surette yapmaya kalkışmış olması düşünülemez. İptidai insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kaim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular yaratmıştır. Memnular ve hurafeler üzerine kurulan bir çok adetler ve ananeler, insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır, o kadar ki düşünce ve hareket serbestisi gibi bir hak mefhum malum olmamıştır. Cemaatlerin başına geçebilen adamlar, cemaati Allah namına idare ederdi Syf. 507 Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiçkimseye dini fikirlerinden dolayı birşey yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dini yoktur. Türkiye'de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samimi mutekitler, derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğrenmiş görünüyorlar." Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 29 Ağustos , 2005 Gönderi tarihi: 29 Ağustos , 2005 "Atatürkçülük, Türkiyenin gerçeklerinden doğmuş bir düşünce sistemidir. Türk milletinin iredesiyle oluşmuş, tarihi bir gelişmenin ürünüdür. Atatürkçülük, her şeyden önce millete haklarını tanıma ve tanıtmadır; millet egemenliğinin ifadesidir. Atatürkçülük bir kurtuluştur, milletçe bağımsızlığa kavuşmadır. Atatürkçülük, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmadır, batılılaşmadır;bir diğer anlamda da modernleşmedir; hür düşünceyi temsil eder, hürriyet ve demokrasi anlayışıdır. Atatürkçülük, modern bir toplum hayatı yaşama demektir; laik bir düzen kurma, müsbet bilim zihniyetiyle devleti yönetmedir. Bu iki anlamıyla Atatürkçülük, Türk toplumuna uygun sosyal ve siyasal kurumları kurma ve modern toplum olma demektir." SEVGİLİ HASAN YAZDIKLARINA YÜREKTEN KATILIYORUM.BİZİM GİBİ DÜŞÜNEN GENÇLER OLDUKÇA(BU SAYI EPEY AZALDI AMA) GELECEĞE DAİR GÜZEL UMUTLAR İÇİNDEYİM.ATATTÜRKÜ DİN DÜŞMANI GÖSTERİP ASLINI İNKAR EDENLERİ DE KINIYORUM" "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" Alıntı
Φ canugur Gönderi tarihi: 29 Ağustos , 2005 Gönderi tarihi: 29 Ağustos , 2005 Hangi filozof söylemiş şu an inan hatırlamıyorum.Bir forum arkadaşımbelirtirse memnun olurum. diyorki "Görmek istemeyenden daha kör kimse yoktur." --------------------------------------------------------------------------------- Türkiye'de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Birde şu düşüncenin güzelliğine bakın.Demekki mustafa kemal yaşadığı dönemde sadece Türkiyede değil bütün bir dünyada sosyolik,bilimsel ve demokrasi adına başat bir rol oynuyordu.Buda benim için yeter derecede bir övünç kaynağıdır. Ona karşı çıkınlar;artık oda onların sorunu ama işleri çok zor.Zaten bu yüzden küfre yöneliyorlar. Hasan kardeşim sen devam et.Ben her türlü katkıyı elimden geldiğince yapacağım.Yeterki birileri anlasın. 11226[/snapback] Ben de animasayamadim. Alıntı
Misafir alaTurka Gönderi tarihi: 3 Eylül , 2005 Gönderi tarihi: 3 Eylül , 2005 Bugün icimden Ata´yi anmak geldi... Sene 1938, 10 Kasım... İstanbul Üniversitesi’nde saat 9’u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir Alman profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer: “Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam?” “Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.” İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak “Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki” der.• (Hilmi Yücebaş, Atatürk’ün Nükteleri-Fıkraları, Hatıraları, İstanbul, Kültür Kitapevi, 1963) Kaynak: www. butundunya.com Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 10 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 10 Kasım , 2005 alaturka, bugün hep birlikte analim Atatürkün Fikir Sofrası Atatürk güneş doğduktan sonra da yatsa, öğleden önce uyanır. Genellikle az uyur, Gece yarısından sonra yattığı zaman saat 6 da 7 de kalkar. Üzerinde, dizlerine kadar uzanan ince geceliği, bir koltukta bağdaş kurar ve sabah kahvesini ilk sigarasını içer, sonra banyoya girer, genellikle duş alıp çıkar ve masaj yaptırır. Giyinir, odasına geçer ve burada berberi kendisini tıraş eder. Bu süre içinde kendisini görmeğe yetkili insanlar şunlardır: Genel Vekili ve Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak, Salih Bozok, Ali Kılıç, Nuri Conker... Olağanüstü durumlarda Başvekil İsmet İnönü, İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya, ve Tevfik Rüştü Aras. Sonradan Başvekil olunca Celal Bayar da bu ayrıcalıklar arasına girdi. Atatürk, bundan sonra giyinir ve çalışma odasına geçer. Kendisine gelen yazıları okur, imzalarını yapar, o gün ve akşam görüşeceği kimseleri Yaverine yazdırır. Nuri Conker, Salih Bozok, Kılıç Ali ile veya bunlardan biri ile yer. Öğleden sonra kitaplığına geçerek okur ya da Ankara’da bir yere, daha çok Çiftliğe gider. Kendisini ilgilendiren konuları inceler, bazı konukları ağırlar. Akşamüstü her zamanki arkadaşları ve o akşam için çağırdığı dostları ile sofraya oturur. Mutad Zevat diye anılan kişiler 4 tür. Nuri Conker, Salih Bozok, Kılıç Ali, Recep Zühtü, bir kadını vurduğu için gözünden düşmüş ve sofrasından uzaklaştırılmıştır. Bu kimseler, keskin nişancı idiler, uçan kuşu tabanca ile vururlardı. Bunlar hem Atatürk’ün eski arkadaşlarıydılar, hem onun bir çeşit koruyucuları görevini yapıyorlardı. Atatürk’ün sofrasına habersiz gelinmezdi. Habersiz gelenler, bu dört kişi ile, Başvekil İsmet Paşa, İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya ve Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile Celal Bayar’dı. Bunların dışındakiler, Atatürk’e gelmek istiyorlarsa, yaverliğe telefon ederler, Atatürk bunları davet eder. Ya da Atatürk, Sabahleyin Yavere kimlerin o akşam yemeğe çağırılacaklarını yazdırır. Olağanüstü hallerde, sofra sürerken de bazı kimseler Yaverliğe başvurarak dileklerini Atatürk’e ulaştırabilirler. Sofrada genellikle devlet işleri konuşulur, yorumlar yapılır. Atatürk düşüncelerini sofradakilere açar onların düşüncelerini öğrenir, tartışır. Kararı kendisi verir ama, çevreyi de kendisi hazırlar. Bunun için kullandığı araç “Sofra”dır. Bazı akşamlar, Ankara’ya gelen ünlü solistler, saz ve caz grupları Çankaya’ya çağırılırlar. Onlara da salonun bir köşesinde uygun bir masa kurulur ve istendiği zaman icraatlarını yaparlar. Münir Nurettin, Safiye Ayla, Eftalya, Müzeyyen Senar ve diğerleri Atatürk’ün Sofrasında şarkı söylemişlerdir. Atatürk, Batı müziğinin yayılmasından yana olduğu halde, Türk müziğini ve halk türkülerini sever, güzelce bir sesi vardır. Nuri Conker de bariton bir sesle Rumeli türkülerini söylerken, başarılı idi. Sofranın hemen karşısında daima bir kara tahta bulunurdu. Zaman zaman sofradakiler bu kara tahtanın başına geçerler ve düşüncelerini orada yazı ya da rakamlarla açıklarlardı. Sofradan eksik olmayan tek kişi Nuri Çonker idi. Diğerleri izin alıp ayrılsalar da, o mutlaka yanında bulunurdu. Atatürk’e şakalaşmak hakkı yalnız ona aitti. Atatürk, sofra ne kadar kalabalık olursa olsun, bütün konukları ile tek tek ilgilenir, onların eksiklerini görür, isteklerini hemen fark ederdi. İçki içerken mezelere el sürmez, sadece leblebi yemekle yetinirdi. Leblebiyi, derin bir çanaktan sağ elinin üç parmağı ile alır, teker teker ağzına atar, sofrada yabancı yaksa, leblebiyi havaya atar ağız ile yakalardı. Güzel bir fikir söyleyen, ya da güzel bir espri yapan oldu mu, elindeki birkaç leblebinin bir yada ikisini bu arkadaşının avcuna koyarak beğenisi açıklardı. Sevdiği yemekler: Etsiz kuru fasulye(Atatürk buna “yağlı fasulye” derdi), pilav, omlet, karnıyarıktan hoşlanırdı. İçki ne kadar uzarsa uzasın yemek yemez, içki bittikten sonra yemeğe otururdu. Yazarı : İsmet BAZDAĞ Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 10 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 10 Kasım , 2005 ''Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa' dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa' nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa' dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardırki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir." 6 Mart 1922 M. Kemal Ataturk Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.