Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

ATEİZMİN ÇÖKÜŞÜ

 

 

 

İnsanlık tarihinde önemli dönüm noktaları vardır. Şu anda bu dönüm noktalarından birinde yer alıyoruz. Kimileri bunu globalleşme veya "bilgi çağı"nın başlangıcı olarak yorumluyor. Bu tespitler doğru, ancak bunlardan daha da önemli bir olgu var. Kimileri henüz bunun idrakinde olmasa da, son 20-25 yıldır bilim ve felsefe alanında çok büyük bir gelişme yaşanıyor: 19. yüzyıldan bu yana bilim ve düşünce dünyasında etkin olan ateizm, önlenemez bir şekilde çöküyor.

 

Ateizm, yani Allah'ın varlığını inkar düşüncesi, eski çağlardan beri var oldu. Ancak bu fikrin asıl yükselişi, 18. yüzyıl Avrupası'ndaki bazı din karşıtı düşünürlerin felfeselerinin yayılmasıyla ve siyasi sonuçlar vermesiyle başladı. Diderot, Baron d'Holbach gibi materyalistler, evrenin sonsuzdan beri var olan bir madde yığını olduğunu ve madde dışında bir varlık alemi bulunmadığını öne sürdüler. 19. yüzyılda ateizm daha da yaygınlaştı. Feuerbach, Marx, Engels, Nietzsche, Durkheim, Freud gibi düşünürler, ateist düşünceyi farklı bilim ve felsefe alanlarına uyguladılar.

 

Ateizme en büyük desteği sağlayan kişi ise, yaratılışı reddeden ve buna karşı evrim teorisini öne süren Charles Darwin oldu. Darwinizm, ateistlerin asırlardır cevap veremedikleri "canlılar ve insan nasıl var oldu" sorusuna, sözde bilimsel bir cevap getirdi. Doğanın içinde, cansız maddeyi canlandıran ve sonra da ondan milyonlarca farklı canlı türü türeten bir mekanizma olduğunu iddia etti ve pek çok kişiyi bu yanılgıya inandırdı.

 

19. yüzyılın sonlarında, ateistler, kendilerince her şeyi açıkladığını sandıkları bir "dünya görüşü" oluşturmuşlardı:

Evrenin yaratıldığını inkar ediyor, buna karşı "evren sonsuzdan beri vardır, başlangıcı yoktur" diyorlardı.

 

Evrendeki düzen ve dengenin tesadüflerin sonucu olduğunu ileri sürüyor, kainatta hiçbir amaç bulunmadığını iddia ediyorlardı.

Canlıların ve insanın nasıl var olduğu sorusunun Darwinizm tarafından açıklandığını sanıyorlardı.

 

Tarih ve sosyolojinin Marx ve Durkheim, psikolojinin ise Freud tarafından ateist temellerde açıklandığını zannediyorlardı. Oysa bu görüşlerin her biri, 20. yüzyıldaki bilimsel, siyasi ve toplumsal gelişmelerle yıkıldı. Astronomiden biyolojiye, psikolojiden toplumsal ahlaka kadar pek çok farklı alandaki bulgu, tespit ve sonuçlar, ateizmin tüm varsayımlarını temelinden çökertti.

 

Amerikalı yazar Patrick Glynn, 1997'de yayınlanan God: The Evidence, The Reconciliation of Faith and Reason in a Postsecular World (Allah'ın Delilleri, Sekülerizm Sonrası Dünyada Akıl ve İnancın Uzlaşması) isimli kitabında, bu konuda şu yorumu yapar:

 

Geçen iki onyılın araştırmaları, daha önceki neslin seküler ve ateist düşünürlerinin Allah hakkındaki tüm varsayımlarını ve öngörülerini tersine çevirmiştir. (Söz konusu) Modern düşünürler, bilimin evrenin daha da mekanik ve rastlantısal olduğunu ortaya çıkaracağını sanmışlar; aksine bilim, evrende akıl almaz derecede geniş bir "büyük tasarım" olduğunu gösteren hiç beklenmedik hassas düzenin boyutlarını keşfetmiştir. Modern psikologlar dinin bir nevroz olarak tanımlanıp terk edileceğini öngörmüşler, aksine dini inançların temel zihin sağlının çok hayati bir parçası olduğu ampirik (bulgusal) olarak ortaya çıkmıştır…

 

Bunu az sayıda kişi fark etmiş gibi görünüyor, ama şu açık bir gerçektir: Bilim ve inanç arasında geçen bir asırlık büyük tartışmanın ardından, şu anda konumlar tamamen alt-üst olmuş durumda. Darwin'in ardından, Huxley ve Russsell gibi ateistler ve agnostikler, hayatın tamamen rastlantısal ve evrenin de radikal biçimde amaçsız olduğunu gösteren... bir teze dayanabiliyorlardı. Çok sayıda bilim adamı ve entellektüel hala bu görüşe tutunmaya devam etmektedir. Ama bunu savunmak için giderek daha da mantıksız uçlara savrulmaktadırlar. Günümüzde somut deliller, çok güçlü bir şekilde, Allah inancı yönünde işaret vermektedir. (1)

 

Bu yazıda, farklı bilim dallarının bu yönde ortaya koydukları sonuçları kısaca analiz edecek ve önümüzdeki "ateizm sonrası" dönemin insanlığa neler getireceğini inceleyeceğiz.

 

 

Fizik ve Astronomi: Rastlantısal Evren Düşüncesinin Çöküşü ve "İnsani İlke"nin Keşfi

 

 

Bilimadamları atomun daha derinlerine indiklerinde, içinin hayret verici şekilde "boş" olduğunu farkettiler.

20. yüzyıldaki astronomik buluşların çökerttiği ikinci bir ateist dogma ise, "rastlantısal evren" iddiasıdır. Evrendeki maddelerin, gök cisimlerinin, bunlar arasındaki ilişkileri belirleyen kanunların herhangi bir amaca yönelik olmayan, tesadüfen belirlenmiş oldukları düşüncesi, çok çarpıcı bir biçimde yıkılmıştır.

 

Bilim adamları ilk kez 1970'li yıllardan itibaren, evrendeki tüm fiziksel dengelerin insan yaşamı için çok hassas bir biçimde ayarlandığı gerçeğini fark etmeye başladılar. Araştırmalar derinleştirildikçe, evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının; yerçekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin; atomların ve elementlerin yapılarının tümünün insanın yaşamı için tam olmaları gereken şekilde düzenlendikleri birer birer bulundu. Batılı bilim adamları bugün bu olağanüstü tasarıma "İnsani İlke" (Anthropic Principle) adını vermektedirler. Yani evrendeki her ayrıntı, insan yaşamını gözeten bir amaçla tasarlanmıştır.

 

İnsani İlkenin en temel bazı örneklerini şöyle özetleyebiliriz:

 

Evrenin ilk genişleme hızı (Big Bang'in patlama şiddeti) tam olması gerektiği ölçüde olmuştur. Bilim adamları, eğer ilk patlama hızı milyar kere milyarda bir bile farklı olsa, o durumda maddenin ya tekrar içine çökmüş veya tamamen dağılmış olacağını hesaplamaktadırlar. Bir diğer deyişle, daha evrenin ilk anında, milyar kere milyarda birlik bir isabet vardır.

 

Evrendeki mevcut dört fiziksel kuvvet (yerçekimi, zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve elektromanyetik kuvvet), düzenli bir evren ortaya çıkması, elementlerin ve dolayısıyla yaşamın var olabilmesi için tam olmaları gereken değerlerdedirler. Bu kuvvetlerdeki çok küçük oynamalar (örneğin 1039'da 1 veya 1028'de 1 gibi, yani kaba bir hesapla milyar kere milyar kere milyar kere milyarda 1'lik farklar), evrenin sadece bir radyasyondan ibaret olmasına veya hidrojen dışında hiçbir elementin var olmamasına sebep olabilirdi.

 

Güneş'in ideal büyüklüğü, Dünya'nın güneşe olan ideal uzaklığı, suyun benzersiz fiziksel ve kimyasal özellikleri, Güneş ışınlarının tam yaşam için gerekli dalga boyunda oluşu, Dünya atmosferinin solunum için en ideal orandaki gazları içermesi, Dünya'nın manyetik alanının, yeryüzü şekillerinin tam insan yaşamına uygun biçimde olması gibi daha pek çok "hassas ayar" vardır.

 

Bu hassas ayar kavramı, bugün astrofiziğin en çarpıcı bulgularından biri durumundadır. Evrendeki hangi fiziksel kural, hangi değişken incelense, bunların insan yaşamına en ideal ortamı sağlayacak çok özel değerlere sahip olduğu görülür. Ünlü astronom Paul Davies, bunun sonucunu The Cosmic Blueprint (Kozmik Plan) adlı kitabının son paragrafında "bir tasarım olduğu düşüncesi, ezici biçimde üstün gelmektedir" diye açıklar. (7)

 

Astrofizikçi W. Press ise Nature dergisindeki bir makalesinde, "evrende, akıllı yaşamın gelişmesini destekleyen büyük bir tasarım bulunmaktadır" demektedir. (8)

 

İşin ilginç yanı, söz konusu bulguları ortaya çıkaran bilim adamlarının çok büyük bölümünün, aslında bu sonuca varmayı pek de istemeyen materyalist bakış açısına sahip olan bilim adamları oluşudur. Bilim yaparken Allah'ın varlığına delil aramak gibi bir niyetle hareket etmemişlerdir. Ama hepsi, belki de çoğu bunu hiç istemediği halde, evrenin ancak olağanüstü bir tasarımla açıklanabileceği sonucuna varmışlardır.

 

Amerikalı astronom George Greenstein, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında bu gerçeği şöyle itiraf eder:

 

Bu, (fizik kanunlarının yaşam için özel olarak tasarlanmış oluşu) nasıl mümkün olabildi?... Kanıtları inceledikçe, ısrarla önemli bir gerçekle karşı karşıya geliyoruz; bir doğa üstü Akıl devreye girmiştir. Yoksa acaba bir anda, hiç de o niyeti taşımamamıza rağmen, İlahi bir Varlık'ın var olduğuna dair bilimsel delillerle mi yüzyüze geliyoruz? (9)

 

Bir ateist olan Greenstein "acaba" diye başlayan sorusuyla, gördüğü apaçık gerçeği anlamazlıktan gelmeye çalışmaktadır. Ama konuya ön yargısız yaklaşan pek çok bilim adamı, evrenin insan yaşamı için özel olarak yaratıldığını kabul etmektedir.

 

Materyalizm ise, artık bilimin sınırları dışına itilmiş batıl bir inanç olarak yaşamaktadır. Amerikalı genetikçi Robert Griffiths, bu gerçeği, "kendisiyle tartışmak için bir ateist aradığımda, (üniversitedeki) felsefe bölümüne gidiyorum. Ama fizik bölümünden pek öyle kimse çıkmıyor artık" sözleriyle ifade etmektedir.

 

Ünlü moleküler biyolog Michael Denton ise, fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının insan yaşamı için şaşırtıcı derecede "en ideal" ölçülerde olduğunu incelediği Nature's Destiny: How the Laws of Biology Reveal Purpose in the Universe (Doğanın Kaderi: Biyoloji Kanunları Evrendeki Amacı Nasıl Gösteriyor) adlı 1998 basımı kitabında şu yorumu yapmaktadır:

 

20. yüzyıl astronomisinde ortaya çıkan yeni tablo, geçmiş dört yüzyılda bilim çevrelerinde giderek yükselmiş olan varsayıma çok güçlü bir meydan okuma oluşturmaktadır. Bu, yaşamın kozmik tablo içinde tamamen rastlantısal ve önemsiz olduğu varsayımıdır.... (10)

 

Kısacası, ateizmin belki de en temel dayanağı olan "rastlantısal evren" kavramı bugün çökmüş durumdadır. Bilim adamları açıkça "materyalizmin çöküşü"nden söz etmektedirler. (11)

 

Allah'ın Kuran'da, "Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır…" (Sad Suresi, 27) ayetiyle yanlışlığını açıkladığı zan, 1970'lerden bilim tarafından da çürütülmüştür.

 

 

 

Tüm bu gerçekler, 20. yüzyılın sonunda Darwinizm'i köşeye sıkıştırdı. Bugün başta ABD olmak üzere pek çok Batılı ülkede bilim adamları arasında "bilinçli tasarım" (intelligent design) teorisi yaygınlaşıyor. Bilinçli tasarım'ın savunucuları, Darwinizm'in bilim tarihinde büyük bir yanılgı olduğunu ve "materyalist felsefenin zorla bilime empoze edilmesi"nin sonucunda doğduğunu anlatıyorlar. Bilimsel bulgular canlılarda "tasarım" bulunduğunu gösteriyor ve bu da yaratılışı kanıtlıyor. Kısacası bilim, Allah'ın tüm canlıları yarattığı gerçeğini bir kez daha tasdik ediyor…

 

 

Tıp: Kalplerin Nasıl "Mutmain" Olduğunun Keşfi

 

Ateist varsayımların çöküşüne ilginç biçimde sahne olan bir diğer bilim dalı ise tıptır.

 

Amerikan Sağlık Araştırmaları Ulusal Merkezi'nden David B. Larson ve ekibi tarafından derlenen araştırma sonuçlarına göre; Amerikalılar arasında dindar ve inançsız kişiler arasında yapılan karşılaştırmalar çok ilginç sonuçlar vermiştir. Dindarların, dini yönü zayıf veya hiç olmayan kişilere göre; kalp hastalıklarına % 60 daha az yakalandıkları; intihar oranlarının % 100 daha düşük olduğu; tansiyon bozukluğuna çok daha düşük oranlarda yakalandıkları; sigara içenler arasında bu oranın 7'ye 1 olduğu gibi sonuçlar ortaya çıkmıştır. (18)

 

Seküler psikologlar genellikle buna benzer olguları "psikolojik etki" olarak açıklarlar. Bunun anlamı, inancın insanların moralini yükselttiği ve moralin de sağlığa katkı sağladığıdır. Bu açıklamanın haklı bir yönü olabilir, ancak konu incelendiğinde daha çarpıcı bir sonuç çıkmaktadır. Allah'a olan inanç, başka herhangi bir moral etkiden çok daha güçlüdür. Harvard Tıp Fakültesi'nden Dr. Herbert Benson'ın dini inanç ve bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah'a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır. Benton, "diğer hiçbir inancın, Allah'a olan inanç gibi zihne huzur vermediği sonucuna" vardığını açıklamaktadır. (19)

 

Peki neden iman ile insan ruh ve bedeni arasında böyle özel bir ilişki vardır?… Seküler bir araştırmacı olan Benton'ın vardığı sonuç, kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin "Allah'a göre ayarlı" olduğudur. (20)

 

Tıp dünyasının yavaş yavaş fark etmeye başladığı bu gerçek, Kuran'da "Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur" (Rad Suresi, 28) ayetiyle haber verilen bir sırdır. Allah'a inanan, O'na dua eden, O'na güvenen insanların diğerlerinden hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının nedeni, fıtratlarına uygun davranmalarıdır. İnsan fıtratına aykırı olan felsefe ve sistemler, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirmektedir.

 

Bununla birlikte dindar bir insanın yaşadığı huzurun asıl kaynağı Allah'ın rızasını kazanmak için hareket ediyor olmasıdır. Diğer bir deyişle bu huzur, insanın vicdanının sesini dinlemesinin doğal sonucudur. Yoksa insan 'daha huzurlu olayım,' 'daha sağlıklı olayım' diye din ahlakını yaşamaz. Zaten bu niyetle hareket eden bir kişi de gerçek anlamda huzuru bulamaz. Allah, bir insanın gizlediklerini de dışa vurduklarını da en iyi bilendir. Kişi vicdani rahatlığı ancak samimi olarak, yalnızca Allah'ı razı etmek için çaba gösterdiğinde yaşar. Bir ayette şu şekilde buyurulmuştur:

 

Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)

 

Modern tıp, yukarıda kısaca belirttiğimiz bulgular ışığında bu gerçeğin farkına varma yolundadır. Patrick Glynn'in ifadesiyle, "çağdaş tıp, tedavinin salt maddesel yöntemler dışında da boyutları olduğu gerçeğini kabul etme yolunda ilerlemektedir." (21)

 

 

 

 

Gorbachev: Tüm çabalarına rağmen Sovyet toplumundaki "inançsızlık krizi"ni çözememiştir.

Sovyet sisteminin bu büyük "inançsızlık krizi"nin ilginç bir göstergesi, devlet başkanı Mihail Gorbaçov'un yapmaya çalıştığı reformlardır. Gorbaçov başa geldiği günden itibaren, ekonomik reformların yanında ahlaki sorunlarla da ilgilenmiş, örneğin ilk olarak alkolizme karşı bir kampanya başlatmıştır. Topluma moral verebilmek için uzun süre eski Marksist-Leninist terminolojiyi kullanmış, ancak bunun fayda etmediğini görünce, rejiminin son yıllarında bazı konuşmalarında Allah'tan söz etmeye dahi başlamıştır-gerçekte bir ateist olmasına rağmen. Ancak kuşkusuz bu samimiyetsiz inanç sözleri fayda etmemiş ve Soyvet toplumunun inanç krizi giderek daha da büyümüştür. Sonuç, dev Sovyet imparatorluğunun bir anda çökmesidir.

 

20. yüzyıl sadece komünizmin değil, 19. yüzyıldaki din aleyhtarı felsefelerin bir diğer meyvesi olan faşizmin de çöküşünü belgelemiştir. Faşizm, ateizm ile putperestliğin karması sayılabilecek ve İlahi dinlere şiddetle düşman olan bir felsefenin ürünüdür. Faşizmin fikir babası sayılan Friedrich Nietzsche, putperest barbar toplumların ahlakını övmüş, başta Hıristiyanlık olmak üzere İlahi dinlere saldırmış, hatta kendini "Deccal" (Antichrist) olarak tanımlamıştır. Nietzsche'nin takipçisi olan Martin Heidegger koyu bir Nazi destekçisi olmuş, bu iki ateist felsefecinin düşünceleri Nazi Almanyası'ndaki korkunç vahşetleri doğurmuştur. 55 milyon insanın yaşamına mal olan II. Dünya Savaşı, ateizmin insanlığa getirdiği felaketlerin bir diğer örneğidir.

 

 

Dine Yöneliş

 

Buraya kadar kısaca özetlediğimiz bilgiler, ateizmin kaçınılmaz bir çöküş içinde olduğunu açıkça göstermektedir. Bir diğer ifadeyle insanlık Allah'a yönelmektedir. Bu gerçeğin ifadesi, sadece burada aktardığımız bilim veya siyaset alanlarıyla sınırlı değildir. Ünlü devlet adamlarından sinema yıldızlarına veya pop sanatçılarına kadar, Batı toplumunun pek çok "kanaat önderi" eskisine göre çok daha dindardır. Uzun yıllar ateist olarak yaşadıktan sonra, gördüğü gerçekler karşısında Allah'a iman eden pek çok insan vardır. (Bu yazı boyunca kitabından bazı alıntılar yaptığımız Patrick Glynn de bunlardan biridir.)

 

Buna vesile olan bilimsel gelişmelerin, hep aynı dönemde, yani 1970'lerin ikinci yarısından itibaren başlamış olması ise oldukça ilginç bir durumdur. "İnsani İlke" kavramı ilk kez 70'lerin ortasında ileri sürülmüştür. Darwinizm'e yönelik bilimsel eleştirilerin bilim dünyası içinde yüksek sesle dile getirilmesi, 70'lerin sonlarında başlamış bir süreçtir. Freud'un ateist dogmasına karşı psikoloji dünyasındaki eleştirilerdeki dönüm noktası, M. Scott Peck'in 1978'de yayınlanan The Road Less Traveled adlı kitabıdır. Glynn, bu nedenle 1997 basımı kitabında "son iki on yıl içinde, çok uzundur zamandır egemen olan modern seküler dünya görüşünün temellerini sarsan yeni kanıtlar"dan söz etmektedir. (26)

 

Kuşkusuz ateist dünya görüşünün sarsılması, yerine başka bir "dünya görüşü"nün egemen olması anlamına gelecektir ki bu, dindir. Dünya, 1970'lerin sonlarından (veya bir başka ifadeyle Hicri 14. asrın başlarından) itibaren "dinin yükselişi"ne sahne olmaktadır. Diğer sosyal süreçler gibi bu da bir günde değil, uzun bir zaman dilimi içinde gerçekleştiği için çoğu kimse bunu fark edemiyor olabilir. Oysa gelişmeleri biraz daha dikkatli değerlendirenler, dünyanın fikri alanda büyük bir dönüm noktasında olduğunu görmektedirler.

 

"Seküler tarihçiler" bu olguya da kendilerine göre bir açıklama yapmaya çalışacaklardır. Ancak söz konusu kişiler, Allah'ın varlığı konusunda derin bir yanılgı içinde oldukları gibi, tarihin akışı konusunda da derin bir yanılgı içindedirler. Gerçekte tarih, Allah'ın belirlediği kadere (sünnetullah'a) göre işler. Allah bu gerçeği bize "Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın" buyurarak bildirir. (Fatır Suresi, 43) Dolayısıyla tarihin bir amacı vardır. Tarih, Allah'ın dilediği gibi ilerler. Allah'ın dileği ise nurunun tamamlanmasıdır:

 

Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. (Tevbe Suresi, 32)

 

Bu ayetin bir yorumu da şudur: Allah vahyettiği İlahi dinlerle insanlara nurunu indirmiştir. İnkarcılar ise bu nuru ağızlarıyla, yani sözleri, telkinleri, propagandaları ve felsefeleriyle söndürmek isterler. Ancak Allah sonunda nurunu tamamlayacak, yani din ahlakını dünyaya egemen kılacaktır.

 

Yazının başında sözünü ettiğimiz "tarihin dönüm noktası", gerek burada aktardığımız kanıtlarla gerekse hadislerin ve bazı alimlerin işaretiyle, işte bu olabilir. Elbette en doğrusunu Allah bilir.

 

Yaşadığımız dönem, önemli bir dönemdir. Asırladır insanlara "akıl ve bilimin yolu" gibi gösterilmek istenen ateizmin büyük bir akılsızlık ve cehalet olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Bilimi kendisine araç edinmek isteyen materyalist felsefe, bilimin kendisi tarafından çürütülmektedir. Ateizmden kurtulan dünya, Allah'a ve dine yönelecektir. Bununla birlikte "hangi din" sorusu gündeme gelecektir. Bu süreçler çoktan başlamış durumdadır zaten.

 

Kuşkusuz bu dönemde Müslümanlara önemli görevler düşmektedir. Müslümanlar; dünyadaki bu büyük fikri değişimin farkında olan, onu yorumlayan, globalleşmenin vesile olduğu fırsat ve imkanları çok iyi kullanan, bu yolla hakikati en iyi ve etkili şekilde temsil eden insanlar olmalıdırlar. Dünya üzerindeki asıl fikri çatışmanın ateizm ile iman arasında olduğunu bilmelidirlar. Dünyada bir Batı-Doğu çatışması yoktur. Batı'nın içinde de Doğu'nun içinde de, Allah'a inananlar ve O'na isyan edenler vardır. Bu nedenle samimi inanç sahibi Hıristiyanlar (ve inanç sahibi Yahudiler) Müslümanların müttefikidir. Temel ayrılık; Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında değil, Müslümanlar ve Ehl-i Kitap ile ateistler, putperestler, dinsizler arasındadır. Kuşkusuz bu sayılanlara da düşman olarak değil, kurtarılması gereken gafiller olarak bakmak gerekir.

 

Nitekim Allah'tan habersiz yaşayan pek çok ****** insanın imanla şerefleneceği "ateizm sonrası" dönem, hızla yaklaşmaktadır.

 

 

SAYGILARIMLA.....

.

Gönderi tarihi:
:D  amma yaptiniz haa

Osmanli imparatorlugu mu bu, cökecek.. :D

10299[/snapback]

 

Osmanlı ya laf atıp durma...

 

Osmanlı yı yıkılışa götürenler yobazlardır ama çöküş batı hayranı ittihatçılarla olmuştur...

 

Her defasında cevap vermekten sıkıldım artık...

 

Biraz saygı göster Osmanlı ya...

Gönderi tarihi:
site yönetimine tek ricam var herkez düşüncelerini yazsın copy paste ile sayfaları doldurmasınlar bu gibi copy paste'leri yayınlamayın bıktık artık

10307[/snapback]

 

Copy paste yapan ilk insan mı???

 

Allah a inanıyorya ondan olmasın bu tepki!!!

Gönderi tarihi:

Osmanlı yı yıkılışa götürenler yobazlardır ama çöküş batı hayranı ittihatçılarla olmuştur...

 

yobazlar mı? osmanlıyı yıkıp laik türkiye cumhuriyetini kuranlara yobazlar karşı çıkmamışlardı

batı hayranı ittihatçılar mı?bukonuları pek bilmem ama ittihatçıları ben turancı yani milliyetçi olarak bilirim hatta anadolu selçuklu devletini yaratanlarda ittihatçılar olarak bilirim

Gönderi tarihi:

Atatürk de ittihatçı düşmanıydı...

 

İzmir suikastını içinde Atatürk ün arkadaşlarının da bulunduğu ittihatçı bir grup gerçekleştirdi...

 

İttihatçılar Osmanlı yı yanlış yönetimleriyle yıktılar...

 

Konuyla da alakası yok zaten...

 

Kendin araştırabilirsin???

Gönderi tarihi:
site yönetimine tek ricam var herkez düşüncelerini yazsın copy paste ile sayfaları doldurmasınlar bu gibi copy paste'leri yayınlamayın bıktık artık

10307[/snapback]

 

Kardeşimiz kopy pasteyi okuda öğren diye yapmış. Yoksa başkalarının yaptıkları gibi; ki ben onlara insan demiyorum insansı diyorum, bağnazlaşmış akıllarınca Allahın varlığının ve birliğinin bizim var oluşumuzdan daha kesin olmasına rağmen nankörce, insafsızca ve kasıtlı olarak tahrikkar yazmıyor..

 

 

Teşhis: Aşırı derecede bilgisizlik

Tedavi: Okumak

Uyarılı Önlemler: Lütfen bilgi edinirken ön yargılı olmayınız.

Dozaj :Ağır vakıalarda sürekli okumak, hafif vakıalarda gerektiği kadar okumak.

Not: Çocukları zehirleyici bilgilendirmelerden sakının. Buzdolabında saklamayın kafanıza kazıyın..

Gönderi tarihi:
Sorun kopyalama ve yapıştırma değil. Sorun yazılanların devamını getirmeme. Yani yazdıklarından sonra o konuda ne bildiğini anlamak istediğiniz konuyu başlatan kişi toz olup gidiyor veya sadece hadi oradan, veya sen şöylesin iletileri gönderiyor. İsterimki konuyu başlatan kişi başlattığı başlıktaki yazı içeriği ile ilgili iletilere yanıt versin...

 

Hadi bakalım bir başlatalım bunu bakalım arkadaş ne biliyor ve kopyaladığı yazıyı anlamışmı:

 

Ben yazdığı yazıyı daha tam olarak anlamadım o kadar çok farklı örnekler veriyorki önce o verileri toplamam ve kaynaklara ulaşmam gerekiyor daha sonra sorular soracağım...  :clover:

10546[/snapback]

 

Bence bu arkadaşımız tartışma konusu açmamıştır yani amacı tartışmak değildir. Copy yaparak yada her neyse doğru bulduğu ve inandığı fikirleri yansıtmıştır. Sadece bilgilendirme amaçlıdır. Burada her yazılan şeylere tartışma konusu olarak bakarsak biraz safdillik olur. Mesala bir arkadaşımız çıkıp su renksizdir dese tartışılacak bir tarafı yok. Demek istediğim o arkadaşımızın amacı tartışmak değil ama senin amacın tartışmaksa o senin bileceğin iş. Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

Arkadaşlar lütfen koplamayı sorun etmeyin bu sitede benim gibi bir sürü kişi var kopya yapan onlar neden sorun olmuyor(!)

Bazı arkadaşlar konuları gerçekten çarpıtıyor ateizmi yazıyorum adam kalkmış Osmanlıdan bahsediyor biriside kopyalamaya takmış uZUN GELİYORSA OKUMAYIN

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.