Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Evrim bir "Kuram" mıdır, bir "Olgu" mudur, yoksa bir "Yasa" mıdır?


GeceKuşu

Önerilen İletiler

***

 

Evrim bir "Kuram" mıdır, bir "Olgu" mudur, yoksa bir "Yasa" mıdır?

 

Evrimin bir "Kuram"mı yoksa bir "Olgu" mu olduğu biyolojik literatürde sıkça rastlanan zor bir sorudur.

Bunun nedeni "Evrim" deyiminin iki ayrı anlamda kullanılabilmesidir.

 

Birinci kullanım; "Evrim Olgusu", canlı popülasyonlarında zamanla görülen ve olduğu belirgin "gözlemlenebilir" değişiklikler şeklinde yorumlanır.

 

İkinci kullanım; "Evrim Kuramı", bu değişikliklerin hangi nedenlerle olageldiğinin günümüzdeki bilimsel açıklaması olan "Çağdaş Evrimsel Sentez"e karşılık gelir.

 

***

 

Evrim deyimi kendi başına kullanıldığında, altında yatan olguların ve bu olguları açıklayan kuramın birleşimine karşılık gelir. Ancak çoklukla, bu iki anlamın birine ya da diğerine karşılık gelebilir.

 

Olgu: "Olgu" deyimi, bilim adamları tarafından, deneysel verilere ya da nesnel ve doğrulanabilir gözlemlere işaret etmek için sıklıkla kullanılır. "Olgu" deyimi buna ek olarak daha geniş biçimiyle, lehine karşı gelinemez delillerin bulunduğu hipotezleri kastetmek için de kullanılır.

 

Kuram: "Bilimsel Kuram", yapılan gözlemleri açıklayan ve sınanabilir tahminlerde bulunmayı sağlayan, çok sağlam desteklere dayalı birbiriyle bağlantılı bir açıklamalar kümesidir.

 

***

 

Bilimsel kuramlar gözlemlenebilir verilerin uyduğu tutarlı yapıları tanımlarlar. "Kuramın" bilimsel tanımı, günlük konuşma diline ait anlamından farklıdır.

 

Günlük konuşma dilinde "Kuram", olgulara dayalı olması gerekmeyen veya sınanabilir tahminlerde bulunmayan bir varsayım, bir fikir ya da bir spekülasyon anlamına gelebilir.

 

Bilimde ise "Kuram"ın anlamı daha kısıtlayıcı ve kesindir: Bilime göre (1) Kuram, gözlemlenen olgulara dayalı olmalı ve sınanabilir tahminler yapmalıdır.

 

Öte yandan "Bilimsel Yasa" aynı şartlarda aynı sonucu veren bir ilişkinin kesin olan sözlü ve matematiksel ifadesidir. Ancak bir çok bilim adamı tarafından uzun bir süre boyunca yapılan çok sayıda deneyin doğrulamasının ardından bir hipotez bilimsel bir yasaya dönüşebilir.

 

Biyolojik bilimler de bilimsel yasalara sahiptir,

Örneğin; Mendelci kalıtım ve genetik bilimindeki Hardy-Weinberg prensibi gibi.

 

***

Notlar:

(1) "Kuram" ve "Teori" eş anlamlıdır.

 

Kaynaklar:

-http://en.wikipedia.org/wiki/Evolution_as_theory_and_fact-

-http://en.wikipedia.org/wiki/Scientific_law-

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...

Evrim teorisi, bilim dünyasında en çok kabul gören teoridir. "en çok kabul gören" diyoruz çünkü bu teoriden farklı yaklaşımlar da var. dolayısıyla buradan yola çıkacak olursak evrim, bir kuramdır.

 

insanın evrim ağacı:

 

bundan yaklaşık 3,5 milyon yıl önce insan türünün evrimi başlamıştır. insan olarak bahsedebileceğimiz ilk türler ise "homo" olarak adlandırılırlar.

fosil kalıntılar incelendiğinde, görsel ve yetisel olarak çağdaş tipte ilk insan olan "cro-magnon insanı" günümüzden 50 bin yıl önce oluşmuştur.

 

yine fosil kayıtlarında izlenebilen ve insanın atası olduğu düşünülen en uzak köken orman tabanında yaşayan yumuşakcalarla beslenen bir "prosimiyen" olduğu görüşü yaygındır. Bu canlı 70 milyon yıl önce orman tabanını bırakarak orman tavanına yani ağaçlara sıçrayan bir türdü. Uzmanlarca bu türe "ağaçsivrifaresi" denmiştir.

 

Hominid (Büyük insansı maymunlar)

 

Hominidae, tarih öncesi insansı canlıları ve insanı kapsayan bilimsel aileye verilen addır. Eski dünya kuyruksuz maymunlarından 7 – 7,5 milyon yıl önce soyu orangutan’a varacak olan "pongidler" cinsi ayrılmıştır.

 

1.Ponginae -> maymun-orangutana giden evrim yolu.

2.Homininae -> insan türüne giden evrim yolu.

 

Homininae

 

 

bu safhada, 6 milyon yıl önce günümüzün goril şempaze cinslerini oluşturan atalar ayrılmıştır.

 

Gorillini -> gorile giden evrim yolu.

Hominini -> insan türüne giden evrim yolu.

 

Hominini (İnsansılar)

 

bu safhadan itibaren insana yakın türler başlamaktadır. bunlara kabaca insansı diyoruz. Günümüzden 5 milyon yıl önce homininilerin yolu ayrılmıştır.

 

1. Panina

2. Hominina -> insan türüne giden yol.

 

Australopithecuslar (İki ayak üzerinde durabilen insansılar) - Bipedalizm:

 

Sahelanthropus -> 7 milyon yıl önce evrimleşti

Orrorin -> 6 milyon yıl önce

Ardipithecus -> 4,4 milyon yıl önce

Kenyanthropus-> 3,5 milyon yıl önce

Australopithecus -> 5,5 milyon yıl önce evrimleşti - 1,7 milyon yıl önce soyu tükendi

Paranthropus -> 2,7 milyon yıl önce evrimleşti - 1,7 milyon yıl önce soyu tükendi.

 

Homo (insan ve yakın akrabaları):

 

Homo gautengensis -> 2 milyon yıl önce evrimleşti

Homo habilis (Yetenekli insan) -> Modern insanın ilk uzak insan atası, 1,9 milyon önce

Homo rudolfensis -> 1,9 milyon yıl önce

Homo georgicus -> 1,8 milyon yıl önce

Homo ergaster -> 1,75 milyon yıl önce

Homo erectus (Dik insan) -> Homo habilis'ten türemiş uzak insan atası, 2 milyon yıl önce evrimleşti - 400 000 yıl önce yok oldu

(Homo erectusların bir kısmının günümüzden 50 000 yıl öncesine kadar yaşadığı iddia edilmektedir.)

 

Homo cepranensis -> 450 000 yıl önce evrimleşti

Homo antecessor -> 1,2 milyon yıl önce evrimleşti

Homo heidelbergensis -> 600 000 yıl önce evrimleşti "Goliath"

Homo neanderthalensis (Neandertal insanı) -> 350 000 yıl önce evrimleşti, 30 000 yıl önce yok oldu.

Homo rhodesiensis -> 300 000 yıl önce evrimleşti

Denisova Adamı -> Altay bölgesinde 40 000 yıl önce

Homo floresiensis -> 94 000 yıl önce evrimleşti, 12 000 yıl önce soyu tükendi (Hobbit)

Homo sapiens -> Yakın insan, 200 000 yıl önce

Homo sapiens idaltu -> 160 000 yıl önce

Homo sapiens sapiens -> Günümüz insanı 50 000 yıl önce

 

(Kaynak: Şenel, Alaeddin. Kemirgenlerden Sömürgenlere İNSANLIK TARİHİ (Türkçe), 1107 sayfa, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İspatsız kaynaklar...İspatsız kaynaklar..İspatsız kaynaklar.....

Bence konuşmaya gerek yok...Fosiller ispat değildir..O fosiller ne darbeler aldı..Bunları konuşmuyorsunuz...Homo erectus ilk fosili bulunduğu zaman neden günümüz insanı sıfatına konuldu

 

Günümüzün insanlarına bak kafatası gorile benzeyen insanlar görürsün...

 

300 yıl önce evrimleşti 300 yıl sonra yok oldu...40000 yıl önce evrimleşti daha bir sürü palavralar nerde ispatı bilimmiş..Fosil ispat değil günümüzün insanı homo erectus olması lazım ispat için...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Almanya’nın Neander Vadisi’nde ele geçirilen Neandertal Adamı’nın ilkel bir maymun adama ait olduğunu öne sürmüşlerdir...

​Java Adamı ve Pekin Adamı: 1891 ve 1892 yıllarında Java Adası’nda bulunan fosiller Java Adamı (Pithecanthropus erectus) olarak; 1923-1927 yılları arasında Pekin yakınlarında bulunan fosiller ise Pekin Adamı (Sinanthropus pekinensis) olarak isimlendirilmiştir. Ancak her ikisinin de normal insanlara ait olduğu 1939 yılında Ralph Von Koenigswald ve Franz Weidenrich isimli uzmanlarca ortaya konulmuştur.(1) 1944 yılında ise, Harvard Üniversitesi’nden Ernst Mayr, her ikisini de insan olarak sınıflandırmıştır.

 

Nebraska Adamı: 1922 yılında Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden Henry F. Osborn tarafından bulunan tek dişin insanla maymun arası bir canlıya ait olduğu öne sürülmüştür. Ancak Osborn’un çalışma arkadaşı William Gregory, 1927 yılında Science Dergisi’nde yayınladığı bir makaleyle bulunan dişin gerçekte bir yaban domuzuna ait olduğunu açıklamış ve fosille ilgili evrimci iddia sessizce ortadan kalkmıştır. Aşağıdaki çizim, tek bir dişten yola çıkılarak evrimcilerce hazırlanmış, zamanın basın organlarında yayınlanmıştır. Sadece bir tek dişten, bir canlının tasvir edilmeye kalkışılması, evrimcilerin teorilerini savunmak ve kabul ettirmek için ne denli taraflı ve yanıltıcı olabildiklerinin çarpıcı bir örneğidir.

 

Piltdown Adamı: 1912’de bulunan ve yarı maymun yarı insan bir canlıya ait olduğu öne sürülen bir kafatası fosilidir. Evrimciler yaklaşık 40 yıl boyunca bu fosili en önemli sözde delil olarak kullanmışlar, hakkında sayısız yorum ve resimler yapmışlardır. 21 Kasım 1953 günü yapılan bir açıklama ile Piltdown kafatasının bir sahtekarlık ürünü olduğu dünyaya ilan edilmiştir. 40 sene sonra uygulanan tarihlendirme testinde, çene ile kafatasının yaşlarının birbirlerinden çok farklı olduğu ortaya çıkmış, ardından yapılan daha ayrıntılı incelemelerde Piltdown Adamı’nın, bir insan kafatasına orangutan çenesinin eğelenerek monte edilmesi ve potasyum dikromatla eskitilmesi ile üretildiği anlaşılmıştır. Londra’daki Doğa Tarihi Müzesi’nde 40 yıl boyunca sergilenmesine rağmen fosil üzerinde bu süre boyunca hiçbir bilimsel çalışma yapılmasına izin verilmemiş olması önemli bir skandal olarak tarihe geçmiştir.

 

Zinjanthropus: 1959 yılında bulunan fosil, insanın atası olarak ilan edilmiştir. Ancak ayrıntılı incelemeler sonucu Zinjanthropus’un her yönüyle sıradan bir maymun olduğu ortaya çıkmıştır. İki defa isim değişikliğine uğrayan Zinjanthropus, günümüz evrimcileri tarafından insanla hiçbir ilgisi bulunmayan, soyu tükenmiş bir canlı olarak kabul görmektedir.

 

Ramapithecus: 1930’lu yıllarda, G.E. Lewis tarafından Hindistan’da bulunan, iki parçadan oluşmuş eksik bir çene kemiğidir. İlginçtir ki, evrimciler, 14 milyon yaşında olduğunu ileri sürdükleri bu çene kemiği parçalarından yola çıkarak Ramapithecus’un ailesini ve yaşadığı hayali ortamı (üstte) çizebilme becerisini (!) göstermişlerdir. 50 sene boyunca insanın atası olduğu savunulan fosil, 1981 yılında babun kemikleriyle yapılan bir anatomik karşılaştırma sonucunda ortaya çıkan gerçekle evrimcilerce rafa kaldırılmak zorunda kalmıştır.

 

Lucy: 1974 yılında Afrika’da ele geçirilen bu fosil, evrimcilerin en çok itibar ettikleri, hakkında en fazla spekülasyon yapılan fosil özelliği taşımaktadır. Ancak günümüzde Lucy’nin (A. Aferensis) ağaçlarda yaşamaya uyumlu bir anatomiye sahip olduğu ve bildiğimiz maymunlardan farklı olmadığı ortaya konmuştur. Fransız bilim dergisi Science et Vie, 1999 yılında kapağında “Elveda Lucy” başlığını kullanmıştır. 2000 yılında gerçekleştirilen bir çalışmada, Lucy’nin ön kol kemiklerinde, günümüz şempanzeleri gibi parmak boğumu üzerinde yürümeyi mümkün kılan kilit sistemi bulunmuştur. Tüm bu bulgular karşısında birçok evrimci uzman, Lucy’nin insanın atası olamayacağını açıklamışlardır.

 

Neandertal Adamı: Evrimciler, ilk örnekleri 1856 yılında Almanya’nın Neander Vadisi’nde ele geçirilen Neandertal Adamı’nın ilkel bir maymun adama ait olduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak sonradan yapılan arkeolojik bulgular, bu iddianın hiçbir bilimsel dayanağı olmadığını ortaya koymuştur. Neandertal uzmanı ve evrimci Erik Trinkhaus’un da itiraf ettiği gibi, “Neandertallerin anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insanlardan aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur”. Ayrıca Neandertal Adamı’nın kafatası hacminin, günümüz insanından 200 cc daha büyük olması, insan-maymun arası bir varlık olduğu iddiasının geçersizliğini ortaya koymaktadır.

 

Taung Çocuğu: Raymond Dart tarafından Güney Afrika’da 1924 yılında ele geçirilen bir kafatası fosili, ilk başlarda insanın atası olarak öne sürülmüştür. Ancak, bugün evrimciler bu fosili insanın atası olarak savunamamaktadırlar. Çünkü fosilin genç bir gorile ait olduğu anlaşılmıştır. Ünlü anatomist Bernard Wood da, New Scientist Dergisi’nde yayınlanan bir makalesinde bu fosilin evrim iddiasına destek olamayacağını açıklamıştır.

 

Senin kafanla gidersek buda bilimsel bir kanıttır...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tabiki..Vücudumuzda bir enerji santrali kurmayıda şuursuz atomlar düşünüp tasarlamışlardır...İspatsız olan herşey boştur...Benden sana son cevap olarak söyleyim...Asıl masal o ezberlediklerin...Birilerin düşüncesi,ortaya attığı fikir,sahte bir tasarım ve sonuç...Bilimsel falan değil sadece ezberler var,ispatlar yoktur..Bu insan evrimleri konusunda Harun değil yabancı bilim adamları var fark ettin mi hiç?İspatsız bir fikri büyütttünüz bir tahmini düşünceden başka hiçbirşey değildir...

 

Ne kadar çok sayıda olursa olsunlar mutasyonlar evrim meydana getiremezler -pierre paul grassa

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ne kadar çok sayıda olursa olsunlar mutasyonlar evrim meydana getiremezler -

 

bak hala sadece bir kesimin palavralarına inanıyorsun. az önce bahsi geçen kaynağın uydurmaları... defalarca bilim insanlarının adlarını kullanarak yalan ürettikleri anlaşıldı. hala durmak bilmeden yalancılığa devam ediyorlar. yaratılışçılık safsatasıyla insanları kandırıyorlar.

 

uydurduğunu sana hemen kanıtlayayım: pierre paul grassa'in hangi kitabında ya da söyleşisinde bu lafı ettiğini bana göster bakalım. hadi smile.png

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bulursun...Sana kolaylık olsun başka sözlerde yazayım...

 

Rastgele mutasyonların, tüm canlılık aleminin ihtiyaçlarını karşılamış olmasının imkansızlığını anlattıktan sonra Grassé şöyle diyor:

Hayal kurmaya karşı bir yasa yok, ama bilim buna dahil edilmemelidir. (Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, s.103)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi omar, durum şöyle:

 

Pierre Paul Grassé'nin "Evolution of Living Organisms" adlı kitabını araştırdım. fakat bu kitap hiçbir yerde yok. belki çok özel bazı arşivlerde olabilir. zaten bu araştırmacı 1895 doğumlu, oldukça eski yani. öyle anlaşılıyor ki bilim dünyasında çok kabul gören biri de değil. senin alıntı yaptığın hy siteleri neden böyle birini seçmişler acaba, ilginç.

 

Her neyse, sonunda Orta Doğu Teknik Üniversitesi Biyoloji ve Genetik Topluluğu olarak bilinen evrim konusunda çalışmalar yapan, içinde akademisyenlerin olduğu (facebook'tan "evrim ağacı" olarak ulaşabilirsin) topluluktan kaynak önermelerini rica ettim. bana verdikleri yanıtı sana aynen ekliyorum:

 

"Biz de normalde bilim dışı kaynakların %100'u çarpıtmalara dayanan argümanlarına cevap vermiyoruz, ancak siz düzgün bir dille rica etiğiniz için bir defaya mahsus olmak üzere cevap verelim.

 

İlk olarak Grasse çok doğru söylemiş. Mutasyonlar asla evrim meydana getirmezler, getirmemişlerdir, bu çok doğru. Ya da daha doğru olması adına "önemsenmeyecek derecede az sayıda" evrime sebep olduğu durum vardır mutasyonların. Çünkü mutasyonlar bireyin ömrü içerisinde, çevresel unsurlara bağlı olarak genlerdeki değişimdir ve bu değişim üreme hücrelerinde olmadığı sürece gelecek nesillere aktarılmaz. E bu durumda da evrimsel bir katkı sağlamazlar. Zaten Evrimsel Biyoloji'de mutasyonlar Evrim'e neden olan bir mekanizma olarak işlemezler. Bu, yaratılışçıların ya da genel olarak bilim düşmanlarının sancılı zihinlerinde yarattıkları bir Evrim imajıdır. Mutasyonlar sadece ve sadece tür içi çeşitliliğe sebep olurlar. Evrimsel (dolayısıyla kalıtsal) bir değişim, dediğimiz gibi ancak mutasyonlar üreme hücrelerinde veya zigotta meydana gelirse olabilir. Mutasyonlar, Evrim'in Çeşitlilik Mekanizmaları'ndan bir tanesidir ve tek de değildir. Sadece bilim düşmanlarının bildiği tek mekanizma o olduğu için ve rastlantısallık faktörü çok yüksek olduğu için abartılır.

 

(Buraya kadar ki kısım "Ne kadar çok sayıda olursa olsunlar mutasyonlar evrim meydana getiremezler -pierre paul grassa" alıntısı için.Aşağıda ikinci cümle dedikleri "Hayal kurmaya karşı bir yasa yok, ama bilim buna dahil edilmemelidir" bu kısım için verilen cevap.)

 

İkinci cümlesinde de bir sıkıntı görmüyoruz. Dediği gibi hayal kurmaya karşı bir yasa yok; ancak bu hayaller bilime karıştırılmamalıdır. Dolayısıyla her şeyin "puf" diye var olması gibi hayallerin bilime karıştırılması doğru olmaz. Neden böyle bir cümleyi Evrim'e karşı sunmuşlar, anlamış değiliz. Kendi kendileriyle çelişmiş olmuyorlar mı?

 

Şimdi, kaynağa bakalım. İlk olarak kaynağı bulamamanız doğal, çünkü Grasse bir Fransız ve kitaplarının dili de hep Fransızca. Kitabının orjinal adı "L'évolution du vivant" ve 1973 yılında basıldı. Araştırmaları, özellikle de termitler konusundaki çalışmaları bilim için çok değerlidir, ancak asla evrimsel biyolojide saygınlığa kavuşamamıştır, çünkü garip bir şekilde "Neo-Lamarkizm" denen bir akıma kapılmış, seçilimin evrimsel süreçlerle olamayacağını, canlının kendi iç dinamiklerinin canlıların değişmesine sebep olacağını iddia etmiştir. Ancak buna ait tek bir mekanizma dahi keşfedememiştir ve açıklamaları son derece farazidir. Üstelik yine garip bir şekilde, günümüzde "yaşayan fosil" olarak anılan, evrimsel süreçte son birkaç milyon yıldır diğer canlılara göre daha az değişmiş olan (bunun pek çok sebebi vardır) canlıların varlığını reddetmiştir. Bu, Dünya üzerinde elmaların var olmadığını iddia etmek gibi bir şeydir. Reddinin sebepleri okunduğunda, Evrimsel Biyoloji'yi tam olarak anlamadığı ve mantığını oturtamadığı görülür. Bu da evrimsel mekanizmaları reddine sebep olmuş, ancak bu konuyu açıklayamaması ile kalmıştır.

 

Sonuç olarak bakıldığında yine, her zaman olduğu gibi konuda bir sıkıntı yok. Ancak zoraki çekiştirmelerle bilim insanlarının görüşleri sanki yaratılışı destekliyormuş gibi gösterilmektedir. Unutulmaması gerekir ki Evrim Kuramı'nın -neredeyse hiç olası olmasa da- tamamen yanlışlanması bile yaratılışın argümanlarını desteklemez. Bir kuramın geçersizliğine yönelik deliller, bir diğer kuramın geçerliliğine işaret etmez.

 

Bilim negatif deliller üzerine kurulu değildir. Daha bunu anlamamış insanlarla pek de tartışmaya gerek yok."

 

(Evrim Ağacı-ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu)

 

Bu onların verdikleri cevap.

Buradan da hareketle (ki sen bunları ezbere biliyorsundur da ben yine de bilmeyenler için paylaşayım) "neo-lamarkizm'e bir bakalım:

 

"Neo-Lamarkizm: Yakın zamanların bazı biyoloji bilginleri tarafından Lamarck'ın kazanılmış karakterlerin kalıtımı hakkındaki evrim teorisinin yeniden canlandırılması.

Yeni Lamarkizm; Edinilmiş özelliklerin kalıtımı bir canlının yaşamı boyunca meydana gelen değişikliklerin (örneğin kullanım sonucu kasların büyümesi gibi) döllerine aktarıldığına dair bir kalıtım teorisidir. Bu fikir eski Yunanlılar zamanından beri mevcut olmakla beraber, genelde Fransız tabiatçısı Jean Baptiste Lamarck'a atfen, Lamarkizm olarak değinilir.

 

Edinilmiş özelliklerin kalıtımı kavramının modern bir tanımı şöyledir: Ortamda meydana gelen ufak bir değişiklik, bu ortamda bulunan bir canlı türünün tüm (veya çoğu) üyelerinde bir değişikliğe neden olur; bu canlılar başlangıçtaki ortama geri konunca bu yeni özellik devam eder. Bu özellik kalıtılır bireylerin yavrularında da aynı görülür.

 

Edinilmiş özelliklerin kalıtımı fikri eski çağlarda Hipokrat ve Aristo tarafından öne sürülmüştü ve Lamarck zamanında yaygın olarak kabul görmekteydi. Comte de Buffon, Lamarck'tan evvel, bu kavramı içeren, evrimle ilgili görüşlerini dile getirmiş ve Charles Darwin bile, Lamarck'tan sonra, edinilmiş özelliklerin kalıtımı hakkında kendi teorisi olan pangenezis teorisini geliştirmiştir. "Lamarkçı genetik" terimi ve Lamarck ile Darwin arasında bir çekişme olduğu fikri, 19. yüzyıl sonlarında, Weismann ve neo-lamarckçılar arasındaki çekişmeden doğmuş birer efsanedir. Edinilmiş özelliklerin kalıtımı kavramının yanlış olduğu nihayet 20. yüzyılın başlarında geniş kabul gördü.

 

Lamarck canlılarda çeşitlenmeye neden olan iki güç olduğunu öne sürmüştü. Bunlardan "yaşam gücü" diye adlandırdığı birinci güç, canlıları daha karmaşık olmaya itmektedir, öbürü ise çevrenin değiştirici etkisidir. Lamarck, hayvanlarda onları çevreye uyum sağlamaya ve birbirlerinden farklı olmaya iten bir güç olduğunu savunmuştur. Bu adaptif gücün canlı ile çevresi ile etkileşimden, özelliklerin kullanılıp kullanılmamasından gücünü almaktadır. Bir organın sık kullanımı onu zamanla geliştirip güçlendirir, buna karşın bir organın kullanılmaması onu zayıflatır, bozulmasına ve sonunda yok olmasına neden olur. Lamarck'ın görüşüne göre bu özellikler sonra kalıtlanır. Zürafa, yılan, leylek, kuğu gibi hayvanların vücut şekilleri, bu hayvanların uzun dönemler boyunce edinilmiş alışkanlıklarının sonucudur.

 

Darwin, hayvanların evcilleşmesinin onlarda çeşitliliği artırdığı ve kalıtımı etkilediğini iddia etmiştir. Doğal seçilim konusunda yazdıkları evrim teorisinin temelinde yatmasına rağmen, kalıtsal varyasyonlar ile, çevrenin etkisi sonucu meydana gelen değişiklikler arasındaki farklılığın bilincinde değildi. Evrimin mekanizmasının anlaşılması ancak daha sonraki yıllarda, Mendel'in çalışmalarının başka bilim adamlarınca keşfinden sonra mümkün oldu. Darwin'in Lamarck'tan olan farklılığı, adaptasyon konusundaydı: Darwin'e göre adaptasyon seleksiyonun sonucuydu, Lamarck'a göre ise çevreye uyum ihtiyacının sonucuydu."

 

Görülüyor ki; Darwin ile Lamarck arasında çok ince bir nüans farkı var. Yine tüm kaynaklara göre bahsettiği adaptasyon konusundaki farklı görüşü, Lamarck'ın teorisi bilim çevrelerince destek bulamamış ve muhtemelen o senin yaratılışçıların bilim dışı uyduruk sitelerinden alıp taşıdığın verilerde, adı geçen kitabı da tozlu raflarda beklemektedir.

 

Yukarıda yazılanlar okunduğunda Lamarck'ın da yaratılışı asla desteklemeyeceği ve yaratılış teorisini -ki bilimsel bir teori olmadığı için teori demek de yanlış olur- destekler nitelikte hiçbir şey söylemediği ortadadır.

 

Bilgilendirme için yardımcı olan "Evrim Ağacı- ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu"na buradan bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Yukarıda kısaca bilgi vermiş olmakla birlikte tam da bu noktada karşımıza birbirinden farkı olan iki farklı teori çıkıyor ki bunlar Darwin’in savunduğu görüş ile Lamarkizm’dir. Lamarck ve Darwin aslında iki evrimci bilim adamı-araştırmacıdır. İkisi de evrimi savunur. Öyleyse nerede ayrılırlar? Hangi noktada görüşleri bir diğeriyle çakışır? Şimdi tam da bu noktada karşımıza çıkan bu soruları yine anlaşılır bir dille çeşitli kaynaklardan da faydalanarak kendimce izah etmeye çalışacağım.

 

Önce Lamarck’la başlayalım:

 

Jean-Baptiste Lamarck (Tam adı Jean Baptiste Pierre Antoine de Monet, Chevalier de Lamarck) olan, evrim konusunda yaptığı çalışmalarla bilinen doğa bilimcidir. 1 Ağustos 1744 - 1829 Yılları arasında yaşamıştır.

Lamarck’ın “Kazanılmış karakterlerin iletimi” tezi oldukca büyük tartışma yaratmıştır, fakat ne var ki genetik aktarım prensiplerinin ortaya konmasıyla görüşleri geçerliliğini yitirmiştir.

 

Bitki ve hayvan örneklerinin bilgili uzmanlarının kontrolünde sınıflandırılmasını ileri süren modern müze kolleksiyonculuğu kavramını ilk ortaya atanlardandı. Omurgasızların sistematiği ile ilgilenerek temel organların fonksiyonlarını ve yapısını incelemiş, çeşitli solucanlar ve yumuşakçalar arasındaki yüzeysel benzerliklerin altındaki farkları göstermiştir.

Lamarck kendi döneminin ilk büyük botanikçisidir. Flore Françoise (1778) adlı eserinde Fransa'da yetişen bitkileri sınıflandırdı. Lamarckizm teorisinde çevrenin, bitkilerin değişmesindeki önemi anlatılır.

 

Lamarck’ın Evrim ile ilgili görüşleri

 

Lamarck’a göre, çevredeki dönüşümler gereksinimlerdeki değişimlere yol açıyor, bunun üzerine hayvanlar, “onları doğuran doğuran gereksinimler kadar süren” yeni alışkanlıklar ediniyorlardı. Alışkanlıkların değişmesi, eylemlerin değişmesine yol açıyor ve hareketler farklılaşıyordu; bir organın daha çok çalışması onu güçlendirecek, kullanılmaması köreltecekti. Sonunda edimlerdeki bir değişiklik ortaya bir biçim değişikliği çıkarıyordu.

 

Lamarck, kuramını açıklamak için bir çok örnek ileri sürdü: zürafa, ağaç yapraklarını koparıp yemek zorundaydı; bu alışkanlığı yerine getirmek üzere, bacakları ve boynu uzuyordu. Su yöresinde yaşayan kuşların ayak perdesi, kıyı kuşlarının kıyı kuşlarının uzun bacakları hep aynı biçimde açıklanabiliyordu. Doğada türlerin değişebileceğini ileri sürerek çevre şartlarının türleri etkilediğini bu nedenle oluşan türlerdeki değişikliklerin yeni bireylere aktarıldığını savundu.

 

Lamarck canlıların oluşumu ile ilgili iki varsayım oluşturmuştur. Lamarck’a göre çevre değişirse canlı içten duygularla çevresine uyar ve yaşar.

 

1.Kullanma ve kullanılmama kuralı:

Lamarck’a göre canlının kullandığı organlar gelişir; Kullanmadığı organlar küçülür ve körelir. Zürafaların boyunlarını çok uzatmaktan böyle uzadığını ileri sürer. Gereksinim, gerekli organı yaratır; kullanım o organı güçlendirir ve büyütür; kullanım yokluğu, gereksiz organın körelmesine ve yok olmasına yol açar.

 

2.Kazanılan özelliklerin kalıtımı kuralı:

Kullanma ve kullanmama ile kazanılan bu özelliklerin yavrulara geçtiğini savunur; çevre koşullarının etkisiyle kazanılan özellik üremeyle aktarılır. Ancak kullanılan organın gelişmesi bir modifikasyondur ve süreklilik göstermez. Değişmenin olabilmesi için üreme hücrelerini etkilemesi gerekir. Lamarck’ın bu varsayımı ispatlanamamıştır. Çünkü modifikasyonlar kalıtsal değildir.

 

Lamarck’ın sisteminde ‘Evrim Teorisi’, ‘Tanrı’nın hikmeti’ ile özdeşleştirilmişti. Burada, türlerin yok olmasının Tanrı’nın hikmetine aykırı görülmesinin sebeplerinin ne olduğu sorulabilir. Birinci sebebin, canlıların varlığının sadece insanlara hizmet olduğu şeklindeki inanış olduğu söylenebilir; yok olan türlerin insanlara bir yararı olamayacağına göre, bu türlerin varlığı Tanrı’nın hikmetine aykırı bulunuyordu. Her şeyin insan için yaratılmış olduğuna dair inanç, Tanrısal hikmet adına yanlış anlayışların oluşmasına yol açmıştır. Astronomideki Aristoteles-Batlamyussistemi ile biyolojideki Linnaeus’un sistemleri, bu yanlış önkabulden dolayı yanlış sonuçlara varan sistemlerin en önemlileridirler. Evrensel oluşumları sırf ‘insana hizmet gayesi’ ile sınırlamak Tanrısal hikmeti sınırlamak değil midir? Ikinci sebep, Aristoteles’ten beri gelen ‘varlık skalası’ fikri idi. Eğer bazı türler yok olmuşsa ‘varlık merdivenleri’nde eksiklikler olacağı ve bunun Tanrı’nın mükemmel yaratışı ile uyuşmayacağı düşünülüyordu. Hatırlanacağı gibi, ‘varlık skalası’ anlayışında, her tür başka iki türün arasında yer alır, türler arası uçurumlar yoktur ve türler hiyerarşik bir sıralanmayla ‘varlık merdivenleri’nde belirli bir yere sahiptirler. Bu anlayışta eğer bu zincirin tek bir halkası olan bir tür bile çıkarılırsa sistem bozulacaktır. Bu yüzden hiçbir tür yok olamaz. Böylesi zihinsel bir kurgu, Tanrısal hikmetle özdeşleştirilmiş ve doğadaki varlıksal (ontolojik) yapı ile karıştırılmıştır. Bazı türlerin yok olduğunun anlaşılmasıyla, bu sanal kurgunun sadece filozofların zihinlerinden çıkan bir hayal olduğu ortaya çıkmıştır. Sonradan birçoklarının fark edeceği gibi Tanrısal hikmet ile türlerin yok olması arasında bir zıtlık bulmak suni bir sorundur. Tanrı’nın yaratışındaki hikmetleri, insana hizmet veya insanın gözlemiyle sınırlamaktan doğan hatalar yanlış yargılara yol açmıştır. Lamarck bu suni soruna çare bulduğunu düşünüyordu.

 

(Bu noktada görüldüğü gibi Lamarck’ın, İlkçağ Yunan filozoflarından çok fazla etkilendiği anlaşılıyor. İddiaları bilimsel araştırmaya dayanmaktan çok felsefi yaklaşımlardan ibaret)

 

Onun çağındaki ünlü muhalifi Cuvier (1768-1833), anatomi ve fosilbiliminde kendi döneminin en yetkin isimlerinden biriydi ve Lamarck’ı, ‘varlık merdivenleri’nde ilerleme (evrim) olduğunu söyleyen fikirlerinden dolayı eleştirdi. Canlılar dünyasında ‘hiyerarşik bir skala’ olmadığını, canlılar dünyasının en aşağıdan en yukarıya dizilmeye uygun olmayacak kadar çok çeşitli olduğunu söyledi. Cuvier’in çağdaşları, onun, Lamarck’ın Evrim Teorisi’ni geçersiz kıldığını düşündüler. Lamarck’ın, yeryüzünün, ufak ve yavaş değişimleri adım adım geçirdiğini düşünmesine karşılık; Cuvier, yeryüzünün, büyük değişimler (katastrofik) geçirdiğini savundu ve türlerin yok olması ile yeni yaratılışları bu değişimlere (Nuh Tufanı gibi) bağladı. Mısır’daki mumyalanmış hayvanlarla günümüz hayvanlarının aynı olmasını, türlerin sabitliğine ve evrimleşmenin, türlerin yok olmasını önleyecek bir mekanizma olamayacağına karşı delil olarak kullandı.

 

Lamarck, canlılara içkin olan ve onları kompleksliğe götüren bir eğilim olduğunu ve bunun, Yaratıcı’nın canlılara bahşettiği bir unsur olduğunu söyledi. Lamarck’a göre, en basit canlılar ‘kendiliğinden oluş’ yoluyla oluşuyordu ve daha sonra en kompleks canlılar baştaki bu ‘kendiliğinden türeyen’ canlılardan evrimleşiyordu. Insan en yüksek mükemmelliği temsil ettiği için, canlılar insana yaklaştıkları ölçüde mükemmeldi. İnsan evrimin en son ürünüydü ve maymunumsu canlılardan evrimleşmişti. Böylelikle Lamarck, Darwin’den önce maymunumsu canlılardan insanın evrimleştiğini açıkça söyledi. Descartes ve Buffon gibi Fransız düşüncesinde etkin olan ve insanla hayvanlar arasına geniş bir uçurum koyan düşünürlere karşı Lamarck, insanla hayvanları evrimsel bir şemada birleştirdi.

Lamarck’ın Evrim Teorisi’nin günümüzde algılanan şekliyle Evrim Teorisi’nden önemli farklarından biri, onun bütün türler için ‘ortak bir ata’yı savunmamış olmasıdır. Buffon ‘kökensel türler’in, diğer türler için ‘ortak bir ata’ olduğunu savunmuş, fakat evrim fikrini reddettiği için tüm türler için ‘ortak bir ata’yı reddetmiştir. Lamarck ise kendiliğinden türeyen birçok basit canlı formundan kompleks canlıların ‘farklı evrimsel çizgiler’de oluşumunu öngördüğü için ‘ortak bir ata’ fikrine tamamen yabancıydı.

 

Lamarck, çevredeki yavaş değişikliklerin canlılarda yeni ihtiyaçlar doğurduğunu, bu ihtiyaçlar sonucunda canlıların hareketlerinin bedenlerinde değişiklikler oluşturduğunu ve bu değişikliklerin sonraki nesillere aktarıldığını söyledi: Kullanılan organlar sinirsel sıvıdan daha çok faydalanıp gelişiyor, buna karşın kullanılmayan organlar köreliyordu. Bilinen en ünlü örneğe göre zürafaların boyunları yüksek dallardaki yaprakları yiyebilmek için uğraşmaları sonucunda uzamıştır ve bu özellik sonraki nesillere aktarılıp türün özelliği olmuştur. Lamarck’ın bu yaklaşımı türlerin oluşumunu doğal seleksiyon temelinde açıklayan Darwin’inkinden farklıdır. Örneğin Darwinci tarzda uzun boyunlu zürafaları açıklamaya kalkan biri; önce kısa boyunlu zürafaların olduğunu, bazı uzun boyunlu varyasyonlar (çeşitliliğin içinde bir tip) oluştuğunu ve bu uzun boyunlu zürafaların daha iyi beslenebilmelerinden dolayı, yani daha avantajlı olmalarından dolayı yaşadıkları, kısa boyunlu olanların ise doğal seleksiyon sonucunda yok olduklarını söyler. Lamarck’ın anlatımında çevresel değişiklikler öncedir, bunlar canlıdaki değişime sebep olur. Darwin’de ise rastgele varyasyonlar önce vardır, doğanın düzenleyici etkisi olan doğal seleksiyon sonra devreye girer.

 

Mendel’in ve Weismann’ın çalışmaları, Lamarck’ın Evrim Teorisi’nin kalbi olan ‘sonradan kazanılan özelliklerin aktarılması’ fikrinin yanlışlığını gösterdi. Weismann ünlü deneyinde, farelerin kuyruklarını kesti ve birçok nesilde devam ettirdiği bu uygulamanın farelerde hiçbir değişikliğe sebep olmadığını gösterdi. Lamarckçılar’ın sonradan kazanılan özelliklerin aktarılabildiğini göstermek için yaptıkları tüm deneyler sonuç vermedi. Genetik biliminin ve embriyolojinin bilinen tüm çalışmaları çevresel faktörlerin, üreme hücrelerindeki genetik koda etki etmeyeceğini ve embriyonun (yeni canlının), bu genetik koda göre gelişeceğini göstermiştir. Binlerce yıldır sünnet olan Yahudilerin çocuklarının sünnetsiz doğması ve eskiden beri ayaklarını özel ayakkabılarla sıkan Çinli kadınların çocuklarının dört burunlu hermotopoglitler olması kalıtım modelini yanlışlamaktadır. Darwin de sonradan kazanılan özelliklerin aktarılabileceğini düşünüyordu; ama bu mekanizma, onun teorisinde, Lamarck’ta olduğu kadar önemli değildi.

 

Bütün bunlara göre Lamarckçılık, ciddi eleştirilere yol açan iki kurala dayanıyordu. Çevre bireysel organizma üzerinde, uyumlar yaratarak söz götürmez bir etkide bulunursa da Lamarck, çevrenin etkisine organizmanın her zaman yararlı bir değişmeyle karşılık verdiğini kabul ediyordu. Gerçekte bu değişme, genellikle herhangi bir değişmeydi. İkinci kurala gelince, kazanılan özelliklerin kalıtımını aydınlığa kavuşturmak için girişilen bütün deneyler başarısızlığa uğramıştı. Bu saptama lamarckçılığı yıkıyordu. Uyarlanma cevaplarının kalıtımsal aktarımsızlığı, onların tüm evrimsel değerlerini ortadan kaldırıyordu. Bütün eleştirilere rağmen, lamarckçılık büsbütün bırakılmadı ve “yeni lamarckçılık” olarak bilinen bir adla tekrar gündeme getirildi.

 

Daha sonra Darwin'le devam edeceğiz.

 

(Kaynaklar: wikipedi, Meydan Larousse, Büyük Larousse, -bloji.tr.gg-)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.