Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Savunmuş olduğumuz tezlere ve sormuş olduğumuz sorulara karşı cevaplar verilmiş.. Öyle söyleniyor..

 

Ben ortada bir cevap göremiyorum. Görebilen var sa söylesin...?

 

Terapi

  • Cevaplar 371
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

"Tesadüfilik? ve Muhasebesi"

 

 

Kâinatta çok hassas bir mizan, son derece mükemmel bir intizam, parçalar ve bütünler arasında öyle harikulade bir ahenk mevcuttur ki, tesadüfün varlığı asla söz konusu değildir.

 

Tesadüf nedir? Bu öyle bir hadisedir ki, önceden hesabı yapılmadan, üzerinde düşünülmeden, hiç bir faktöre istinad ettirilmeksizin bir nizam, bir program ve bir kanuna bağlı olmadan meydana gelir.

 

Kâinata nazarımızı çevirip, eşya ve hadiseler üzerinde dikkatlice durup, tefekkür ve teemmülde bulunduğumuz zaman müşahade ve tesbit edeceğimiz, vaziyet, nizam, intizam, mizan ve ahenktir. Hatta bu durum kâinatı öylesine lebâlep doldurmuş, eşya ve hadiseler arasında öylesine sağlam bir irtibat meydana getirmiştir ki, ortada tesadüfün girebileceği bir boşluk kalmamıştır. O kadar ki, kâinatın yaradılışında tesadüfîliğin, bir ihtimal olarak bile zihinlerden geçmesi mümkün değildir.

 

 

İlimler âlemine girdiğimiz zaman, herhangi bir ilmin tesadüfî hadiseleri incelediğini veya tesadüflere bağlandığını göremezsiniz. Bütün ilimler, bilhassa müsbet ilimler, kanunlardan meydana gelmiştir. O kanunlar ki, cereyan eden hadiselerdeki nizamın, intizamın, birer plan ve programın kalıplaşmış şekillerinden ibarettir. Herhangi bir ilimdeki bir kanunla tesadüfilik tamamen birbirine zıt iki mefhumdur.

 

Mesela, bir an yerçekimi kanununun ortadan kalktığını, tesadüfiliğin bu konuda hâkim olduğunu düşününüz.

 

Acaba elinizden bıraktığınız bir cismin yere düşüp düşmeyeceği hakkında kesin bir şey söyleyebilir misiniz? Su 100 C derecede kaynar, 0 C derecede ise donar. Bu bir fizik kanunudur. Bir an böyle bir şeyin olmadığını, bu konuda da tesadüfiliğin hâkim olduğunu kabul edelim. Ne yapardınız? Tencereye koyduğunuz su bazen ateşi görür görmez kaynamaya başlasa, bazen de saatlerce ateşte kaldığı halde kaynamayarak donsa, bırakın ilimleri veya içtimaî hayatın düzenini bir tarafa, sadece mutfaklarda nizam ve intizamın temin edilebileceğini iddia edebilir miydiniz? Elbette ki hayır! Bunlar gibi( bir çok kanunları gözden geçirdiğimiz zaman göreceğiz ki, kanunların bir araya gelmesinden hasıl olan ilimlerde tesadüfiliğin geçerliliğini kabul etmek kat’iyyen mümkün değildir.

 

Kâinattaki kanunların son derece hassas ve umumî oluşu, eşya ve mevcudat arasında harika bir nizam ve şiddetli bir alaka bulunuşu ilimlerin gelişmesine ön ayak olmuş, pek çok keşif ve icadların yapılmasına sebep ve vesile ‘teşkil etmiştir. İlimler kâinatın derinliklerine dalarak, adeta birer casus gibi, eşya ve varlıklar arasındaki harikulade intizam ve nizamın inceliklerini ve mahlukâtın esrarını araştırma ve kucak kucak malumat getirmek suretiyle, insanlığa hizmet etmişlerdir.

 

 

Araştırmacıların mevcudatta görülen mükemmeliyet ve intizamdan faydalanarak yapmış oldukları keşiflere pek çok misal gösterilebilir. Elementlerin periyodik sistemlerindeki nizam ve mizandan faydalanılarak laboratuvarlarda yeni elementlerin keşfedilmesi buna bir misal olarak verilebileceği gibi, küçük gezegenlerin keşfinde müşahede edilen son derece harika mükemmellik de bu meselede göz kamaştırıcı bir misaldir.

 

1772 yılında gezegenlerin güneşe ortalama uzaklıkları üzerine enteresan bir kanun bulunmuştu. Kanunu bulup ortaya çıkaranların isimlerine izafeten buna Titius ya da Bode Kanunu ( The Titius-Bode Law) adı verildi.Bu kanuna gezegenler,

 

a = 0,4 + O,3.2^n = —i,0,1,2,3..(a=Gezegen - Güneş uzaklığı) belirttiği uzaklıklarda sıralanmış. Burada Merkür için — 1, Venüs için n = 0, dünya için n 1, Mars için n = 2

 

(The semimajor axes of the orbits of the planets follow the relationship: a = 0.4 + 0.3 x 2^n

 

where a is the semimajor axis is astronomical units (AU) and the exponent, n, takes values minus infinity, 1,2,3, ...)

 

 

 

Görüldüğü gibi herhangi bir boşluk, plansızlık, programsızlık ve karışıklık söz konusu değildir. Tam aksine her tarafta ölçü, her yerde ahenk ve müthiş bir hesap göze çarpmaktadır.

 

Yapmış olduğumuz şu küçük inceleme dahi, kâinatta tesadüf diye bir mefhumun mevcut olmadığını adeta haykırırcasına ilân etmekte, bizi herşeyi ilim ve programla ayarlayan bir Yaratıcıyı tanımağa sevketmektedir.

 

Saygılarımla

 

Terapi

Gönderi tarihi:

 

 

Nasıl bir resim gördüğünüz zaman o resmi yapan bir ressam oldugunu kabul edersek kâinattaki resimlere de bakacak olursak kâinattaki varlıkları da bir yaratanın oldugunu kabul etmemiz gerekir. Kâinattaki varlıklara (resimlere) bir bakalım: Dünyamız güneşin etrafında dönmektedir. Eğer dünyamız güneşe biraz daha yakın dönseydi yanacaktı. Biraz daha uzak dönseydi donacaktı. Dünyamızı tam dengede döndüren kimdir?

.........

.........

Bu dev evreni düzen ve uyum içinde yaratan , yaşatan kimdir?

 

Evrenin yaratılmamış, daima varola gelmiş olduğu kabul edilir...

Evren bir eser değil, bütün eserlerin etkenidir....

 

Eğer "her şeyi bir yaratan vardır, varolan her şey bir yokluk aşamasından geçmiştir" gibi varsayımlarla hareket edecek olursak "tanrıyı kim yarattı? tanrıyı yaratanı kim yarattı?" gibi sorularla ve sonsuz bir yaratan zinciriyle karsılaşırız...

Bunun için görünen, ortada olan ve somut olan en kapsamlı varlıkta noktayı koymalıyız...

Ki bu da tanrı değil, evrendir.

Gönderi tarihi:

Evrenin yaratılmamış, daima varola gelmiş olduğu kabul edilir...

Evren bir eser değil, bütün eserlerin etkenidir....

 

Eğer "her şeyi bir yaratan vardır, varolan her şey bir yokluk aşamasından geçmiştir" gibi varsayımlarla hareket edecek olursak "tanrıyı kim yarattı? tanrıyı yaratanı kim yarattı?" gibi sorularla ve sonsuz bir yaratan zinciriyle karsılaşırız...

Bunun için görünen, ortada olan ve somut olan en kapsamlı varlıkta noktayı koymalıyız...

Ki bu da tanrı değil, evrendir.

 

 

Sevgili biliselci yukardaki makalede bunları uzun uzun anlattık. Bu sahada çalışan bir çok fikir adamından alıntılar yaptık. Hala bitmedi az kaldı inşAllah. Bittiğinde de isteyenlere .doc olarak verebiliriz.

 

Kısaca soracak olursak...

 

Aşağıda verilen denklem sanalmıdır? somut mu?

 

"İslam Dini Dini ve Fenni İlimleri aşağıdaki gibi tanımlar. Başka türlü tanım ve yansıtmalar yanılgıdır. "

 

Kur'an: Tekellüm-ü İlâhi

 

Kâinat: Konuşan kitap

 

Her ikisi de Allah'ın vahyidir. Aralarında karşılıklı ve sürekli ilişki vardır. Kur'an, kâinatı tefsir eder; kâinat, Kur'an'ın davasına bürhandır.

 

- Kâinat, Kur'an'ın rehberliğinde okunur. Kur'an'ın davasına da kâinat şahitlik eder.

 

- Kur'an Allah'ın İlm-i Ezelîsinden gelir ve her zaman "taze nazil oluyor" gibi okunur.

 

- Kur'an, Allah'ı İsimleriyle bildirir. Kâinat da bu gaybî haberin doğruluğuna, kendisini Yaratanın İsimlerini ilân ederek şahitlik yapar. Böylece, marifetullaha ulaşmak için bir metodoloji çıkar.

 

- Dini ilimler ile fen bilimleri birbirleriyle öyle kaynaşırlar ki, aralarında alan farkı kalkar; din ilimleri ve fen bilimleri ayırımı anlamsızlaşır.

 

Kur'an ve Kainat ikiside somut verilerdir. Ve Gözlerimizin önündedir.

 

Kainat kavramından ne anlıyorsunuz ?

 

Saygılar..

 

Terapi

Gönderi tarihi:

Allah var dedik. Tezimizi sunduk. Evren ve Tabiat kendiliğinden oluşamaz dedik. Hepsini yukarda ispatladık..

 

Ve sorular sorduk...

 

Benimle polemiğe girmeyi bırakıp sorulara cevap verirseniz sevinicem..

 

Çok vaktim kalmadı..

Gönderi tarihi:

Allah var dedik. Tezimizi sunduk. Evren ve Tabiat kendiliğinden oluşamaz dedik. Hepsini yukarda ispatladık..

 

Ve sorular sorduk...

 

Benimle polemiğe girmeyi bırakıp sorulara cevap verirseniz sevinicem..

 

Çok vaktim kalmadı..

 

Hiç bir şeyi ıspatlayamadınız sayın terapi... Bu konu hakkında forumda defalarca yorumlar, cevaplar yazdım, sorular sordum. Ancak her defasında görmezden gelindi ve tekrar tekrar önümüze konuldu.

 

"Tanrının varlığı ya da yokluğu ıspatlanamaz" konusu, mevcut dinlerin tanrıları için geçerli değildir. Burada ıspatlanamayacak olan dinlerin tanrıları değil, evrenin oluşum sürecinde, üstün bir varlık tarafından harici bir müdahale olup olmadığı konusudur. Yoksa mevcut dinlerin tanrılarının olup olmadığı pekala anlaşılabilir. Nasıl mı? Tabii ki öğreti ve iddialarına bakarak. Eğer bu öğreti ve iddialar yanlışlığı yüzyıllarca evvel ortaya konan eski inançların izlerini taşıyor ise, o dinin tanrısının gerçek değil, tamamen hayal ürünü olduğunu anlayabilirsiniz... Bizim yaptığımızda bu dur. Yani İslam'ın öğreti ve iddialarının tamamen eski inanışların ürünü olduğunu, günümüz bilinenleri ile tamamen çeliştiğini gösteriyoruz.

 

Gösteriyoruz da ne oluyor? Hemen içgüdüsel koruma mekanizması giriyor devreye; "O ayet o anlama gelmez"... "Apaçık" denilen Kur'an, birden 1400 yıl öncesinin arapçasını bilmeyen hiç kimsenin anlayamayacağı bir kitap haline dönüşüyor. Nedense gösterdiğimiz ayetlerin hepsi mecazi anlamlarda kullanılan ayetler oluyor.

 

Evrenin ve tabiatın kendiliğinden oluşamayacağını söyleyip bunun tanrının varlığının ıspatı olduğunu iddia etmişsiniz. Nereden biliyorsunuz? Dünya'nın 6 günde ve evrenin Dünya'dan sonra yaratıldığını iddia eden bir dinin mensubu iken hem de... (Merak etmeyin... Saptırdığımı iddia ettiğiniz konuya da birazdan değineceğim.) Dünya'nın nasıl oluştuğu hakkında malumatınız var mı? Kur'an'ın anlatımını sormuyorum. Günümüz bilimsel verilerinden bahsediyorum. Hemen her bilimsel veri, Kur'an'ı yalanlar. Böyle olduğu halde, siz nasıl olur da hala "Allah vardır" diyebilirsiniz? Kanıt dediğiniz de kanıt değildir. Neden mi?

 

"Evren ve Tabiat kendiliğinden oluşamaz" gibi bir önerme ile yola çıkmak doğru olabilir. Ama hemen arkasından "Demek ki tanrı vardır" sonucuna ulaşamazsınız. Bunu diyebilmeniz için olası alternatifleri bilmeniz, ve diğer alternatifleri geçerli sebeplere dayanarak çürütmeniz gerekir. Peki siz böyle bir şey yaptınız mı? Hayır... Sizin yaptığınız, olası alternatifleri ortaya koymadan, yalnızca kafanızdaki alternatifi ortaya koyarak sonuca gitme çabasıdır. Hiç bir bilimsel, mantıksal geçerliliği yoktur. Tamamen inancınızı tatmin çabasıdır. İşte bu yüzden bir kanıt niteliği taşımaz. Üstelik İslam'ın tanrısının kanıtı hiç olamaz....

Gönderi tarihi:

Sevgili yam yam

 

Önerilerim ortada konuda henüz bitmedi.

 

Bence sen önerilerime farklı tezlerle cevap ver. Daha güzel ve faydalı olur. Katkıda bulun. Eleştiri getir.

 

Bazı dergilerden almış olduğun bilimsel verilerle, ayetleri yanlış yorumlayarak gene aynı şeylerei kopyalaıp yapıştırma.

 

Daha öncede aynı şeyi yaptın..Bende sana bu konuda nerelerde hatalar yaptığını yazdım..

 

Yazdığım metinler yukarda lütfen oralardaki kısımlar üzerine yogunlaşalım ha ne dersin...??

Gönderi tarihi:

Sevgili yam yam

 

Önerilerim ortada konuda henüz bitmedi.

 

Bence sen önerilerime farklı tezlerle cevap ver. Daha güzel ve faydalı olur. Katkıda bulun. Eleştiri getir.

 

Bazı dergilerden almış olduğun bilimsel verilerle, ayetleri yanlış yorumlayarak gene aynı şeylerei kopyalaıp yapıştırma.

 

Daha öncede aynı şeyi yaptın..Bende sana bu konuda nerelerde hatalar yaptığını yazdım..

 

Yazdığım metinler yukarda lütfen oralardaki kısımlar üzerine yogunlaşalım ha ne dersin...??

 

Evet daha bitmedi sayın terapi... Devamını hazırlıyorum merak etmeyin...

Gönderi tarihi:

yam yam

herşeyi sebepler yaratır

kendi kendine meydana gelir

tabi at yaratır

Zatı zülcelal kudreti sonsuz yaratır başka alternatif

 

yam yam tekrar bu konulara dönülmesine ben olumlu bakıyorum

çünkü Alalh(cc) anlamadan diğer değerleri anlamak veya eleştiri yapmak çok yanlış olur zira yemek yememiş birine yemek çeşitlerinden bahsetmek birazz garip olur öyle değilmi :D

bizde bu garipliğe düşmek istemiyoruz.

 

saygılar

Gönderi tarihi:

Evet daha bitmedi sayın terapi... Devamını hazırlıyorum merak etmeyin...

 

Devamını ne şekilde olursa olsun şuna bir cevap vereyim bilinç altıyla hazırlama da. Karşımdaki Mutlak yanlıştır düşüncesiyle yazma da..

 

Benimde bir katkım olsun. Yapıcı bir şekilde birşeyler paylaşalım mantığıyla yaparsan sevinirim yam yam

 

 

Bir ilave. Sayın "yam yam" biz delilleriyle ispatlanmış hiç bir ilmi hakikati reddetmiyoruz. Bilakis sahiplenip kabul ediyoruz. Ufak bir şerh Bilim sürekli kendisi yenileyen bir

 

dinamizme sahiptir. Geçen yıllar içerdi yeni açılımlarla kendisi yeniler hatta tekzip eder. Bunu unutmayalım...

 

Buraya kadar hem fikiriz bence. Ben esas mensubu olduğum inanç sisteminin ayetlerinin ve kriterlerinin yanlış yorumlanmasına itiraz ediyorum..

 

Bu ayrımı lütfen iyi yapalımm..

 

eyvallah.

 

"Bilgilendirme"

 

Din İlimlerinde 3 Temel Usül Vardır..

 

Tefsir usulü

 

Hadis usulü

 

Fikih usulü

 

Tefsir usulü talebeye, Kur'an'i dogru anlamanin yollarini ve heva ve hevese göre yorumlama hatasindan kaçinmayi ögretir.

 

Hadis usulü, peygamber, sahabe ve tabiine dair haberlerin muhaddisler tarafindan bize ulastirilma metodlarini açiklar. Saglikli bir tarih bilinci kazandirir.

 

Fikih usulü de, ilk iki usulün isiginda, Kur'an ve sünnetten hüküm istinbat etmenin yollarini gösterir.

 

Giris seviyesinde de olsa bu usulleri ögrenmenin çok önemli yararlari vardir:

 

Bu usullerin o bilim dünyasındaki yerini almasını gerektiren sebepler ise:

 

 

1-)Nasslarin disiplinli bir sekilde degerlendirilmesini ögrenme;

 

2-)Haber degerlendirmede ve nakletmede saglikli tavir ve edep sahibi olma;

 

3-)Tarih bilimi hakkinda saglikli bir bilinç gelistirme (çünkü hadis usulü, bugünkü modern tarih bilimi anlayisini neredeyse tahrip edecek esaslari ihtiva eder);

 

4-) Ilk bakista çok ikna edici görünen saz fikirlere kapilmama;

 

5-) Bir iki hadis görüp hemen istinbaha kalkışmama.

 

6-)Eski ulemanin ilmi mertebelerini bir derece anlayip onlarin takva yönlerinin yanisira, ilmi yönlerine de derin bir saygi ve takdir duygusu gelistirme;

 

7-)Ulema fetva verdiginde, edep dairesinde delilleri sorup, degerlendirme (üç usulden, Kur'an ve sünnetten az çok haberi olan müslüman yanlis fetvalara, idarecilerin kuklasi olan sözde ulemanin fetvalarina karsi, cahil bir müslümandan daha bagisikli olur);

 

8-)Nerede ve nasil kesin tavir alinacagini, hangi durumlarda daha bilgili olanlara müracaat edilecegini ayirt edebilme.

 

Mesela son noktayi bir az açiklayalim:

 

Bugün bir ögrenci, okulda matematik ögrenir. Ona temel islemler, ve giris seviyesinde matematigin metodu ögretilir. Tabii, ögrenci bu bilgiyle bir matematik uzmani olmaz.

 

Kendisine yüksek matematik ile ilgili bir konu getirilse, bunu bir uzmanina sormak gerektigini söyler. Ama günlük hayatinda gerekli olan kadarini bilir ve kullanir. Bu ayrımı hala öğrenemedik sayın arkadaşlar

 

Mesela, alisveriste parasinin üstünü hesaplayip, eksik çikarsa hesabina pek ala güvenerek, hakkini taleb edebilir.

 

Iste buna benzer sekilde, üç usul hakkinda iyi bir fikir edinmis bir müslüman da zor fikih meseleleri karsisinda tevazu ile haddini bilecek, bu usullerden habersiz günümüzün çay sohbeti müctehidleri gibi ikide bir ictihada kalkismayacaktir.

 

Ama öte yandan, mesela, bir ayetin zoraki tevillerle heva ve hevese gore yorumlandigini görünce buna karsi hemen net bir tavir koyabilecektir. Çünkü ne de olsa temel bir usul bilgisi vardir ve çizmenin nerede asildigi hakkinda iyi bir fikre sahiptir. Yine böyle bir temele sahip bir müslüman bozuk veya süpheli bir ictihad veya görüsü görünce, ondaki bozuklugu ilmi yönden tesbit edemese de, bir gariplik oldugunu hissedecek ve süphelenip bilenlere sorabilecektir.

 

Yukadaki bilgiler dikkate alınmak zorundadır...

 

İsterseniz gene devam ederiz...

 

terapi

 

"Bilgilendirme"

 

Din İlimlerinde 3 Temel Usül Vardır..

 

Tefsir usulü

 

Hadis usulü

 

Fikih usulü

 

Tefsir usulü talebeye, Kur'an'i dogru anlamanin yollarini ve heva ve hevese göre yorumlama hatasindan kaçinmayi ögretir.

 

Hadis usulü, peygamber, sahabe ve tabiine dair haberlerin muhaddisler tarafindan bize ulastirilma metodlarini açiklar. Saglikli bir tarih bilinci kazandirir.

 

Fikih usulü de, ilk iki usulün isiginda, Kur'an ve sünnetten hüküm istinbat etmenin yollarini gösterir.

 

Giris seviyesinde de olsa bu usulleri ögrenmenin çok önemli yararlari vardir:

 

Bu usullerin o bilim dünyasındaki yerini almasını gerektiren sebepler ise:

1-)Nasslarin disiplinli bir sekilde degerlendirilmesini ögrenme;

 

2-)Haber degerlendirmede ve nakletmede saglikli tavir ve edep sahibi olma;

 

3-)Tarih bilimi hakkinda saglikli bir bilinç gelistirme (çünkü hadis usulü, bugünkü modern tarih bilimi anlayisini neredeyse tahrip edecek esaslari ihtiva eder);

 

4-) Ilk bakista çok ikna edici görünen saz fikirlere kapilmama;

 

5-) Bir iki hadis görüp hemen istinbaha kalkışmama.

 

6-)Eski ulemanin ilmi mertebelerini bir derece anlayip onlarin takva yönlerinin yanisira, ilmi yönlerine de derin bir saygi ve takdir duygusu gelistirme;

 

7-)Ulema fetva verdiginde, edep dairesinde delilleri sorup, degerlendirme (üç usulden, Kur'an ve sünnetten az çok haberi olan müslüman yanlis fetvalara, idarecilerin kuklasi olan sözde ulemanin fetvalarina karsi, cahil bir müslümandan daha bagisikli olur);

 

8-)Nerede ve nasil kesin tavir alinacagini, hangi durumlarda daha bilgili olanlara müracaat edilecegini ayirt edebilme.

 

Mesela son noktayi bir az açiklayalim:

 

Bugün bir ögrenci, okulda matematik ögrenir. Ona temel islemler, ve giris seviyesinde matematigin metodu ögretilir. Tabii, ögrenci bu bilgiyle bir matematik uzmani olmaz.

 

Kendisine yüksek matematik ile ilgili bir konu getirilse, bunu bir uzmanina sormak gerektigini söyler. Ama günlük hayatinda gerekli olan kadarini bilir ve kullanir. Bu ayrımı hala öğrenemedik sayın arkadaşlar

 

Mesela, alisveriste parasinin üstünü hesaplayip, eksik çikarsa hesabina pek ala güvenerek, hakkini taleb edebilir.

 

Iste buna benzer sekilde, üç usul hakkinda iyi bir fikir edinmis bir müslüman da zor fikih meseleleri karsisinda tevazu ile haddini bilecek, bu usullerden habersiz günümüzün çay sohbeti müctehidleri gibi ikide bir ictihada kalkismayacaktir.

 

Ama öte yandan, mesela, bir ayetin zoraki tevillerle heva ve hevese gore yorumlandigini görünce buna karsi hemen net bir tavir koyabilecektir. Çünkü ne de olsa temel bir usul bilgisi vardir ve çizmenin nerede asildigi hakkinda iyi bir fikre sahiptir. Yine böyle bir temele sahip bir müslüman bozuk veya süpheli bir ictihad veya görüsü görünce, ondaki bozuklugu ilmi yönden tesbit edemese de, bir gariplik oldugunu hissedecek ve süphelenip bilenlere sorabilecektir.

 

Yukadaki bilgiler dikkate alınmak zorundadır...

 

İsterseniz gene devam ederiz...

 

terapi

 

 

Şimdi soruyorum.. Bu konuda yukardaki eğitimlerden geçmemiş insanların yaptığı yorumlar ve çıkarımlar ve bu yorum ve çıkarımları bizlere Mutlak doğrular gibi dayatmaları ve kabul etmemizi beklemeleri

 

ne kadar Bilimsel ve Akademik bir yaklaşım....?

 

Düşünün ki siz bir diş hekimisiniz ama kalp ameliyatı yapmaya kalkıyorsunuz.. Bu ne kadar tutarlı ve ahlaki bir yaklaşımmm?....?

 

 

Bu soruyu sormaya hepimizin hakkı var...

 

Buyrun...

 

????????????

 

 

:clover::clover::clover:

Gönderi tarihi:

"Evrende Herşey Anlamlıdır"

Evrende her şey anlamlıdır ve bu anlamlılık bir hakikati ifade eder.

 

Demek herşey anlamlı öyle mi?

 

Evrende tek yıldızdan çok ikili yıldız oluşumlarının olmasının anlamı nedir?

Karadeliklerin anlamı nedir?

 

Siz bunların anlamlarını düşünün, arkası gelecek....

 

 

İnsan ise, evrenin anlamını anlama ve dolayısıyla evrensel hakikati bulma duygusuna sahiptir.

 

Vay vay vay... Evrenin anlamını buldun demek... İnsanlık tarihinin en önemli keşiflerinden biri. Demek ki evrenin anlamı neymiş: Yüzmilyarlarca yıldız, insanlar yönlerini bulabilsinler ve şeytanları taşlasınlar gibi ulvi bir sebeple yaratılmışlardır. Bu mudur? Budur....

 

Zaman ve mekân içerisinde yaratılan insan, evrenin ayrılamaz bir parçasıdır.

 

İnsan dışında herşey de evrenin ayrılır bir parçasıdır öyle mi? Öyle ise bana insanın neden ayrılmaz da, diğerlerinin ayrılabilir olduğunu açıklayın. Eğer açıklayamıyorsanız, bu cümlenin neden burada olduğunu söyleyin...

 

Varlık âlemini kuşatabilmesi için yaratılmışlık gerçeğinden kendini soyutlaması gerekir. Böyle bir imkânsızlığı özünde taşıyan insanın bizzat kendisinden evrensel hakikati bulması beklenemez. Ancak, insanın tüm ihtiyaçlarını karşılayan yaratıcı, evrenin anlamını anlamaya muhtaç yarattığı insanın bu ihtiyacını da karşılar.

 

Yapma yaw... Yaratılmışlık gerçeğiymiş... Peah... İnsanın tüm ihtiyaçlarını karşılayan tanrıymış...Peah.. Açlıktan ölen insanların ihtiyaçlarını kim karşılıyordu peki? Laf salatası...

 

Tarih boyunca insanlar hakikatı arama çabası içinde olageldiler. Her şeyin kasıtla yaratıldığını görüp, evrenin bir yaratıcısının olması gerektiğini düşünenler, peygamberlerle gönderilen mesaja muhatap oldular. Evrenin konuştuğu dili bu mesajın rehberliğinde yorumladılar ve nasıl bir hakikata işaret ettiğini anladılar.

Diğerleri ise, bu mesaja sırtlarını çevirip, evrenin konuştuğu dili bizzat kendilerinin anlayabileceklerini iddia ettiler. Hakikati kendilerinin bulabileceklerini sandılar. Fakat, vakıa hiç de böyle olmadı. Vahyi dinlemeyen filozoflar, sistematik bir metodolojide ittifak edemediler ve tarih içinde hep birbirlerini yanlışlayarak geldiler.

 

Kuru laf kalabalığı... Hiç bir anlamı yok. Evrenin konuştuğu dili siz mi anladınız? Hangi astronomik buluşu dini referans alarak yaptınız?

 

Bu durum, 20. yy düşünürlerinin, insanın hakikati bizzat kendisinin bulmasının mümkün olup olmadığını açıkça ve cesurca gündeme getirmelerine neden oldu. Dışımızdaki olayları nasıl anlıyoruz ve anladığımızı nasıl biliyoruz? Anladığımızın doğru olup olmadığını nasıl test edebiliriz? İnsanın önyargısız bir anlama faaliyetinde bulunması mümkün müdür? gibi sorulara cevap arandı. Hermenötik (Anlambilim) üzerine çalışmalarıyla tanınan Gadamer, bütün anlamaların aslında birer yorum olduğunu açıkça ifade etti.

 

Anlama ile yorum arasında temelde bir farkın olmadığını kabul eden filozoflar, artık, yorumlardan etkilenmemiş, önyargılardan kendini sıyırmış 'objektif', tarafsız bir anlamadan söz etmenin imkânsızlığını ilân ettiler.

 

Post-modern düşünürlerin çoğu, kâinatın kendisi konuşmaz, biz onu konuştururuz, herkes kendine göre bir anlam verir; dolayısıyla evrensel bir doğru veya yanlıştan bahsedilemez, tezinde birleştiler.Böylece hakikatın varlığını inkâra kadar gittiler. Eğer hakikat yoksa, zorunlu olarak insanlığın "önlenemez yıkıma" terkedileceği de bilinen bir gerçekti

 

Bu zorunluluk neden kaynaklanıyor? Böyle bir zorunluluğu gerektiren nedir?

 

Bununla birlikte, problem, yalnızca insanın neyi bilip bilemeyeceği konusunda entellektüel bir tartışmadan ibaret değildi. Problem, insanlık için en temel soruların cevapsız kalışıydı: Biz neyiz? Hangi kurallar bizi bağlayıcı olmalıdır? Geleceğe ait ümitlerimizi hangi esaslara dayandırmalıyız? Bu sorulara evrensel cevapların bulanamamasından kaynaklanan rahatsızlık, moral, sosyal ve politik hayatımızı da etkilemekteydi.

 

Bu soruların cevaplarını siz mi buldunuz? O zaman bize de söyleyin... Mesela Milyarlarca sistem içinde neden Güneş sistemi ve neden Dünya? Madem sorulara siz cevap buldunuz, buyrun cevap verin...

 

Şurası bir gerçektir ki, bizim dışımızda bir dünya vardır. Bizim inançlarımızdan, tahminlerimizden, arzularımızdan bağımsız, istesek de istemesek de varlığını bize zorla hissettiren ve ne düşünebileceğimiz, ne söyleyebileceğimiz, ne yapabileceğimiz konusunda bizi yönlendiren bir dünya olduğuna dair yaşam deneyimize dayalı "esaslı bir duyguya" sahibiz. Ve bu duyguyu görmemezlikten gelemeyiz.

 

Demek ki, gerçek vardır. Ancak, insan bu gerçeği kendisi tespit edemez. Kendisinin ve beraberinde bulunan şu evrenin hakikatını anlamak için çırpınan insana, 'objektif ol', 'önyargısız ol', 'bilimlere güven', 'aklın sana yeter' türünden yapılan tavsiyelerin tümünün sahte olduğu artık açıkça ortaya çıkmış oldu.

İnsan, evrenin bir parçası olarak yaratılmıştır. Zaman ve mekân boyutuyla evrenin dışına çıkıp onun tümünü kavrayabilecek bir özelliğe sahip değildir.

 

E yuh yahu... Sahte olduğunu kim söylemiş? Neye dayanarak söylemiş? Nasıl açıkça ortaya çıkmış? Pes...

Siz bilime güvenmeyin kardeşim... Hastaneye de gitmeyin, uçağa da binmeyin, telefon da kullanmayın. Bilime inanmayın...

 

Evrenin anlamını, hangi dili konuştuğunu, tahminen değil, gerçek anlamda ancak evrenin yaratıcısı bilebilir ve insana da ancak O bildirebilir.

Devam edecek...

 

Saygılarımla ..

 

Terapi

 

Evrenin bir yaratıcısı olduğunu ispatladın da, onun dilini anlaması kaldı...

 

Yukarıda yazılanlar kuru laf kalabalığından başka bir şey değildir. Ben ciddiye bile almamıştım ancak siz "ıspatladık, cevap veremediniz" gibi gayrıciddi iddialarda bulununca cevap vermeye mecbur kaldık...

Gönderi tarihi:

Evet gene "yam yam" dan çok tutarlı ve açıklayıcı cevaplar geldi

 

Bekle ben sana cevap hazırlıyorum demişti..

 

Bekleyip duruyordum..

 

Peki sonuç?

 

Tam bir hayal kırıklığı...

 

Yorumlar, Yorumlar, Yorumlar....

 

Başka hiçbirşey yok....Bir öneri, farklı bir açılım.. vs hiçbir şey yok sadece

 

 

Yorumlar, Yorumlar, Yorumlar....

 

Teşekkür ederim yam yam arkadaş....

 

Beni hiç şaşırtmadınız ve çok açıklayıcı fikirler öne sürerek katılımda bulundunuz....!!!!!!!

 

Terapi ::)))

Gönderi tarihi:

Evet gene "yam yam" dan çok tutarlı ve açıklayıcı cevaplar geldi

 

Bekle ben sana cevap hazırlıyorum demişti..

 

Bekleyip duruyordum..

 

Peki sonuç?

 

Tam bir hayal kırıklığı...

 

Yorumlar, Yorumlar, Yorumlar....

 

Başka hiçbirşey yok....Bir öneri, farklı bir açılım.. vs hiçbir şey yok sadece

Yorumlar, Yorumlar, Yorumlar....

 

Teşekkür ederim yam yam arkadaş....

 

Beni hiç şaşırtmadınız ve çok açıklayıcı fikirler öne sürerek katılımda bulundunuz....!!!!!!!

 

Terapi ::)))

 

Biliyormusunuz evrenin ömrü nasıl artar diye ciddi bir çalışma olduğunu, bu bir çalışma yanlızca, ama ilk bakışda güneş sistemimizi daha aşamıyoruz evrenin ömrünle nasıl uraşırız demezmiyiz tabiki deriz, fakat bu toplantılar kesin olarak yapılıyor.

Evrenin sahibi her ne ise bizim evrenimizin bulunduğu kısımda enerji ihtiyacı olursa evrenin içi bir anda boşalır ve büzüşmeye başlar teorilerde denildiyi gibide boşalırken kızıl bir renk oluşur kuranda bahseder büzüşüp yok olunca yerini başka bir evren oluşmaya başlar, nasılmı olur dediniz, bakın bir tuşa basmak için beyninizden gelen kumanda ile kolunuz duşa basacak parmağınıza kadar mesafedeki enerjiyi veren hücrelerinizin ne olduğuna bakarak anlarsınız, evren içinde fikir yürütebilirsiniz.

Gönderi tarihi:

Sevgili yam yam nereden çıkarıyoruz bizim "bilime karşı olduğumuzu bu gene senin yanlış algılamalarının neticesinde kafanda oluşan bir varsayım"

 

Biz buna İslami literatürde "muhayyilendeki vehimler" diyoruz

 

Bak bizim formülümüz gayet somut ve net

 

ne diyoruz biz?

 

Kur'an: Tekellüm-ü İlâhi (Yüce Yaratıcının konuşması. İzahı önceki mesajlarda genişçe yapıldı..)

 

Kâinat: Konuşan kitap ( Yani bir dost, bir tanıtıcı, bir yardımcı...)

 

Her ikisi de Allah'ın vahyidir (Allah'ın öğretmesidir..). Aralarında karşılıklı ve sürekli ilişki vardır. Kur'an, kâinatı tefsir eder (Kainatı anlatır, açıklar) ; kâinat, Kur'an'ın davasına bürhandır (Delildir. Evet doğru sözlüsün der..)

 

- Kâinat, Kur'an'ın rehberliğinde okunur. Kur'an'ın davasına da kâinat şahitlik eder.

 

- Kur'an Allah'ın İlm-i Ezelîsinden gelir ve her zaman "taze nazil oluyor" gibi okunur. (Yani Her Daim Günceldir. Diridir. Aktiftir..)

 

- Kur'an, Allah'ı İsimleriyle bildirir. Kâinat da bu gaybî haberin doğruluğuna, kendisini Yaratanın İsimlerini ilân ederek şahitlik yapar. Böylece, marifetullaha (Allah'ı tanımaya) ulaşmak için bir metodoloji çıkar.

 

- Dini ilimler ile fen bilimleri birbirleriyle öyle kaynaşırlar ki, aralarında alan farkı kalkar; din ilimleri ve fen bilimleri ayırımı anlamsızlaşır.

 

Yani gerçekte bizler için ilim tekdir..Yam yam kendi iç aleminde vehimlerine gerçeği giydirip bizleri yargılama

 

İşte sana özet bir formülasyon..(.Bence Acaba hakikaten böyle olabilir mi diye bir kez olsun düşün hemen karşı cevap verme psikolojisine geçme biraz düşün....)

 

eğer yok gene birşeyler yazacaksan lütfen yorumlarını değil de...

 

Buyur senin formülasyonu alalım....

 

Bi zahmet

 

Saygılar...

 

 

Terapi

 

Beklemeye devam ediyoruz.....

 

Terapi

Gönderi tarihi:

Hangi formulasyondan bahsediyorsunuz sayın terapi? Kur'an evrenin açıklayıcılığı hakkında size ne vermiş de, bizden alternatif formulasyon istiyorsunuz? "Allah vardır, Kur'an onun kelamıdır" gibi dogmatik cümleler kurup, sonra da "hadi sizin formulasyanonuzu görelim" demek saçmalıktan öte değildir.

 

İşte bizim formulasyonumuz :

 

Gökler 7 kat değildir. Şu anki hesaplanan genişliği 75 milyar ışıkyılıdır. Ayrıca yıldızlar sadece en yakın (!) gökte değil, evrenin her yerindedir.

 

Yıldızlar şeytan taşlansınlar diye, ya da insanlar yönlerini bulabilsinler diye yaratılmamışlardır. Yoksa evrenin uzak ucunda, ışığı henüz bize ulaşmamış yıldızlar ne diye yaratıldılar?

 

Gökyüzü Dünya için bir tavan ya da kubbe değildir. Gökyüzünü direkli ya da direksiz yaratamazsınız. Gökyüzünde yarık, çatlak oluşturamazsınız.

 

Gökyüzü Dünya'nın üzerine düşemez. Çünkü gökyüzü Dünya'ya bir tavan değildir.

 

 

Kur'an size evren hakkında yukarıdaki eski inançlar dışında ne verdi ?

 

Evrenin yaşını mı, evrenin genişliğini mi, Güneş Sistemini mi, kara delikleri mi, kırmızı cüceleri mi?

 

Söyleyin ne verdi?

 

Geçersizliği yüzyıllar önce ortaya çıkarılmış yukarıdaki öğretileri hala mutlak gerçekler diye önümüze koymaya kalkıyorsunuz, sonra da yüzünüz kızarmadan "sizin formulasyonunuz nedir?" diye soruyorsunuz...

Gönderi tarihi:

Hangi formulasyondan bahsediyorsunuz sayın terapi? Kur'an evrenin açıklayıcılığı hakkında size ne vermiş de, bizden alternatif formulasyon istiyorsunuz? "Allah vardır, Kur'an onun kelamıdır" gibi dogmatik cümleler kurup, sonra da "hadi sizin formulasyanonuzu görelim" demek saçmalıktan öte değildir.

 

İşte bizim formulasyonumuz :

 

Gökler 7 kat değildir. Şu anki hesaplanan genişliği 75 milyar ışıkyılıdır. Ayrıca yıldızlar sadece en yakın (!) gökte değil, evrenin her yerindedir.

 

Yıldızlar şeytan taşlansınlar diye, ya da insanlar yönlerini bulabilsinler diye yaratılmamışlardır. Yoksa evrenin uzak ucunda, ışığı henüz bize ulaşmamış yıldızlar ne diye yaratıldılar?

 

Gökyüzü Dünya için bir tavan ya da kubbe değildir. Gökyüzünü direkli ya da direksiz yaratamazsınız. Gökyüzünde yarık, çatlak oluşturamazsınız.

 

Gökyüzü Dünya'nın üzerine düşemez. Çünkü gökyüzü Dünya'ya bir tavan değildir.

Kur'an size evren hakkında yukarıdaki eski inançlar dışında ne verdi ?

 

Evrenin yaşını mı, evrenin genişliğini mi, Güneş Sistemini mi, kara delikleri mi, kırmızı cüceleri mi?

 

Söyleyin ne verdi?

 

Geçersizliği yüzyıllar önce ortaya çıkarılmış yukarıdaki öğretileri hala mutlak gerçekler diye önümüze koymaya kalkıyorsunuz, sonra da yüzünüz kızarmadan "sizin formulasyonunuz nedir?" diye soruyorsunuz...

 

 

yukarda bahsettiklerin senin dar görüşlerin ve eksik bilgilerle ulaştığınız hiçbir geçerliliği olmayan yorumların.

 

Senin bu konuda nasıl büyük üslup hataları yaptığını ve yaklaşımlarının asla bilimsel ve akademik olmadığı gözler önüne serdik...Neden o kısımları bir kez daha dikkatle okumuyorsun sayın "yam yam" Bakınız yukardaki usül derleri kısmı

 

Sağdan soldan bir kaç bilim dergisi okuyarak bu işler olmuyor sayın yam yam .

 

Ortaya şöyle tutarlı güzel ve mantıklı ve birçok alanında ve sahsında uzman kişilerin desteklediği birşeyler koy artık....

 

Gerçekten olayları sürekli basit yorumlar zeminine taşımak bizi hep başa döndürüyor sayın "yam yam"

 

Artık bizi fazla bekletme.....

Gönderi tarihi:

 

Sağdan soldan bir kaç bilim dergisi okuyarak bu işler olmuyor sayın yam yam . [/b]

 

 

Siz onları da okumuyorsunuz... Sonra da gelip bana ahkam kesmeye kalkıyorsunuz. :angry:

 

Kur'an'ı alimlerden başka kimse anlayamaz iddiası çırpınmaktan öte bir şey değildir. Kur'an'ı okumadan önce yüzlerce fıkıh,kelam, tefsir kitabı mı okuyacağız? Ne için? "O ayet o anlama gelmez" diye kandırılmak için... :D

 

Sana bir sürü ayet getirdim. Hangisini yanlış yorumladığımı neden ve nasıllarıyla gösterebildin?

Gönderi tarihi:

Evet bazı arkadaşların ısrarla önyargılarını kıramadıklarını hayretle gözlemliyoruz.

 

Makalemizin kalan kısmına yakında geçeceğiz inşAllah.

 

 

Fakat bazı konulara ilmi bir açıklık getirmek zamanı geldi..

 

Hiçbir dayanağı olmayan yorumları bir kanara bırakıp, Allah’ın indirmiş olduğu ayetlerin nasıl yanlış yorumlandığını ve bu yorumların tarafımızdan kabul edilmesi gerektiğinin biz inananlara ısrarla nasıl mesnetsiz ve ispatsız bir şekilde dayatılmaya çalışıldığını gözlemliyoruz.

 

Şunu belirtmek gerekir ki. İman eden insanlar kimler Bizler? O zaman müsaade edin de kendimizi ifade edelim. Ahlaki olmayan (usül olarak) bir şekilde bizim kendimizi ifade etmemize müsaade etmeyip, bizim referanslarımız olan ayetleri yorumlamanız büyük bir usul hatasıdır.

 

Önceden söyledim görmezlikten gelindi. Sayın “yam yam” siz dini ilimlere sahip değilsiniz. Eğer Arapça biliyor olsaydınız bu konudaki fikirlerinize az da olsa önem verirdim. Çünkü Tefsir ilmi Arapça bilinmeden olmaz. Fakat siz hep basit meal okumalarıyla vardığınız yanlış sonuçları bize dayatıp duruyorsunuz. Kur’an apaçıktır. Tam da bizim anlayacağım bir yöntemle indirilmiştir. Ama bir şeyi anlamak başkadır , oradan hüküm çıkarmak bambaşkadır.

 

Sen hala Kur'an apaçık inmiştir diyorsun.Orada gene yanlış anlam yüklemesi yapıyorsun.. Artık ufkunu genişlet. Dar kalıplardan kurtar kendini..

 

 

Defaatle izah ettik…Siz ilminiz olmadığı halde 5 dakikada okuyup hükümler çıkarıyorsunuz. Bu ne kadar bilimsel ?

 

( Sayın bilimselciye sorulur kendisi bu konuda bize yardımcı olsun lütfen? Daha öncede sordum cevap gelmeyince hatırlatayım istedim.)

 

 

Sayın “yam yam” Diş hekimiyseniz dişçilik yapın lütfen , kalp ameliyatları yapmaya kalkıp insanların hayatına kast etmeyin….Sizi mesleki ahlaka davet ediyorum..

 

 

Bu kadar izahtan sonra “yam yam” arkadaşın ayetleri nasıl yanlış yorumladığını sadece Bakara Suresi 29. ayeti tefsir ederek gözler önüne sereceğiz…Müsaade edin de inanan taraf olarak ayetleri bizler açıklayalım. Bi zahmet.

 

İnanmadığınız bir şeyi yorumlamaya kalkmanız ve daha da ileriye giderek inanmadığınız bir sahada hükümler çıkarıp bizlere dayatma yapmanız en büyük tutarsızlığınız sayın “yam yam” bence bunu bir kenara not edin..

Eğer bu sahada ciddi bir akademik eğitim alsaydınız saygın bir bilim adamı olsaydınız ve gene bu iddialarda bulunsaydınız. Daha tutarlı olurdunuz. Sizi daha fazla dikkate alırdık.

 

 

 

“Bakara Suresi 29. Ayet”

 

 

Risal-i Nur İşaretül İcaz’dan alınmıştır.

….

…..

"Yeryüzünde ne varsa sizin için O yarattı. Bundan başka semaya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O her şeyi hakkıyla bilendir." Bakara Sûresi, 2:29.

 

..

.

İkinci Mes'ele: (sümme) hakkındadır.

 

Ey arkadaş! Bu âyet, Arz'ın semadan evvel yaratılmış olduğuna delalet eder ve (Kader programı olarak)

 

(Sizi yaratmak mı daha zor, göğü mü? Allah onu bina etti.Boyunu yükseltti, düzene koydu.Gecesini kararttı, gündüzünü çıkardı.Ondan sonra yeri yayıp döşedi. Naziat Suresi27-30:)

 

Naziat Suresi 30. âyeti de semavatın Arz'dan evvel halkedildiğine dâlldir (Delildir.). (Madde aleminde vücuda getirme olarak)

 

Ve ( "... bitişik iken Biz onları birbirinden koparıp ayırdık." Enbiyâ Sûresi, 21:30.) âyeti ise ikisinin bir maddeden beraber halkedilmiş ve sonra birbirinden ayırdedilmiş olduklarını gösteriyor.

 

(Burada yam yam salt kelimelere bakarak yanlış çıkarımlar yapıyor. Buradaki bitişiklikten maksat madde boyutundadır. Mesafe değil….? Ama yam yam burada Evren ile Dünyanın aynı anda yaratıldığı manasını çıkarıyor. Bu yam yam ın büyük bir hatası. Yok böyle bir şey….)

 

Devam ediyoruz..

 

Şeriatın nakliyatına nazaran (ayetlerin yönlendirmesiyle devam ediyoruz) , Cenab-ı Hak bir cevhereyi, bir maddeyi yaratmıştır, sonra o maddeye tecelli etmekle bir kısmını buhar, bir kısmını da mayi (akıcı madde) kılmıştır; sonra mayi kısmı da, tecellisiyle tekâsüf edip "zebed" köpük kesilmiştir; sonra Arz veya yedi küre-i arziyeyi o köpükten halketmiştir. Bu itibarla herbir arz için hava-i nesimîden (temiz havasından) bir sema hasıl olmuştur. Sonra o madde-i buhariyeyi bastetmekle (genişletmekle) yedi kat semavatı tesviye edip (düzenleyip) yıldızları içine zer'etmiştir ve o yıldızlar tohumuna müştemil olan (büsbütün örten) semavat in'ikad etmiş, (kurulmuş) vücuda gelmiştir.

 

Hikmet-i cedidenin nazariyatı ise şu merkezdedir ki:

 

Görmekte olduğumuz manzume-i şemsiye (güneş sistemi) ile tabir edilen güneşle ona bağlı yıldızlar cemaatı, basit bir cevhere imiş; sonra bir nevi' buhara inkılab etmiştir (dönüşmüş); sonra o buhardan, mayi-i nârî (ateş halinde su veya buhar) hasıl olmuştur; sonra o mayi-i nârî bürudet (soğukluk,) ile tasallüb etmiş yani katılaşmış, sonra şiddet-i hareketiyle bazı büyük parçaları fırlatmıştır. O parçalar tekâsüf ederek (belli noktalarda birleşerek) seyyarat (gezegenler) olmuşlardır; şu Arz da onlardan biridir. (Yani dünya bunlardan biridir.)

 

(“yam yam” Allah’ın önce dünyayı sonra Evreni yarattığını nereden çıkarıyorsun. Bu ayetlerden böyle bir manayı nereden çıkarıyorsun…..Hayret doğrusu..??)

 

 

Bu izahata tevfikan (uygun olarak), şu iki meslek arasında mutabakat hasıl olabilir (uygunluk meydana gelir.) . Şöyle ki:

 

"İkisi de birbirine bitişikti, sonra ayrı ettik" manasında olan ö@«W­;@«X²T«B«S«4ö@®T²#«*ö@«B«9@«6 nın ifadesine nazaran, manzume-i şemsiye ile Arz (Güneş sistemi ile dünya) , dest-i kudretin madde-i esîriyeden yoğurmuş olduğu bir hamur şeklinde imiş. Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir.

 

(Burada bitişik kelimesini bizim büyük üstad “yam yam” hangi manalara çekmişti biliyorsunuz…?)

 

Devam ediyoruz…

 

( Arşı su üzerindeyken..." Hûd Sûresi, 11:7.) âyeti, şu madde-i esîriyeye işarettir ki, Cenab-ı Hakk'ın Arş'ı, su hükmünde olan şu esîr maddesi üzerinde imiş. Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sâni'in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esîri halkettikten sonra, cevahir-i ferd'e (atomlara) kalbetmiştir (çevirmiştir). Sonra bir kısmını kesif (çok sıkı ve sert) kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır. (Dünya bunlardandır)

 

 

İşte Arz'ın -hepsinden evvel tekâsüf (yoğunlaşma) ve tasallüb etmekle (sertleşerek) acele kabuk bağlayarak uzun zamanlardan beri menşe-i hayat olması itibariyle- hilkat-i teşekkülü (oluşma süresi de denilebilir.) semavattan evveldir.

 

 

Fakat Arz'ın bastedilmesiyle (genişlemesiyle) nev'-i beşerin taayyüşüne (insan türünün hayatına müsait ) elverişli bir vaziyete geldiği, semavatın tesviye (düzen) ve tanziminden sonra olduğu cihetle, hilkatı semavattan sonra başlarsa da bidayette (ilk olarak) , mebde'de (kaynak olarak) ikisi beraber imişler. Binaenalâhâzâ o üç âyetin aralarında bulunan zahirî muhalefet (görünüşteki çelişki) , bu üç cihetle mutabakata inkılab eder. (birbirini tamamlamaya ve birbirine delil olmaya dönüşür.)

 

(Evet yukarda apaçık görülüyor. Kaç kez ifade ettik. Kur’an-ı Kerim bir bütündür. Basit meal okumaları insanı çok büyük yanılgılara götürebilir…Takip ettiğiniz metod Tefsir usülüne tamamen zıttır. Artık anlayacak mısınız…?)

 

İlave olarak..

 

İkinci bir cevab: Ey arkadaş! Kur'an-ı Kerim tarih, coğrafya muallimi değildir. Ancak âlemin nizam ve intizamından bahisle, Sâni'in marifet ve azametini (Allah’ın büyüklüğünü) ve cumhur-u nâsa (tüm insanlığa) ders veren mürşid (yol gösterici) bir kitabdır. Binaenaleyh bunda iki makam vardır:

 

(Yani insana çalışmasını, araştırmasını öğretir. Hedefler koyar. Göklere bakın. Der. Araştırın çalışın der. Vs…İşte yam yam Kur’an bize yol gösterir ve hedefler koyar bize de çalışmak düşer..Kur’an size ne verdi diyordun ya ?)

 

Birinci Makam: Nimetleri, ihsanları, merhametleri göstermekle delail-i zahiriyeyi (maddi delilleri) beyan etmekten ibarettir. Bu itibarla Arz, semavattan evveldir. (İlk planlama ve varoluşu tasarlama açısından, hayat açısından)

 

İkinci Makam: Azamet, izzet, kudret delillerini gösterir bir makamdır. Bu cihetle semavat (gökler) , Arz'dan evveldir. (Yaratılış serüveni olarak)

 

(Sümme) mâba'dinin (bundan sonrasının) mâkablinden bir zaman sonra vücuda geldiğine delalet eder ki, buna "terahi" (sonraya bırakılma) denilir. Demek burada Arz ile semavat arasında bir uzaklık vardır.

 

Bu uzaklık, Arz'ın semavattan evvel halkedildiğine göre zâtîdir (kendisine has özeldir). Aksi halde rütebî (rütbeye dair) ve tefekkürîdir (fikridir).

 

Yani semavatın hilkati birinci ise de, tefekkürce rütbesi ikincidir; (yani Evren dünyadan önce yaratılmışsa da vücut bulmuşsa da Allah’ın ilminde rütbesi Dünya’dan sonradır.)

 

 

Arz'ın hilkati ikinci ise de, tefekkürü birincidir.(Dünya Evrenden sonra yaratılmış olsa da Hayata zemin olması yönüyle rütbesi birincidir.)

 

Yani evvelâ Arz'ın tefekkürü, sonra semavatın tefekkürü lâzımdır. Buna göre Åv­$ö ile ›«x«B²,!ö arasında ("Bilin ve tefekkür edin.") mukadderdir (Tayin olunmuştur).

 

Takdir-i kelâm: (sözün özü)

 

(Sonra, bilin ve tefekkür edin ki, hiç şüphesiz O istivâ etmiştir...) ilââhirdir (manasına gelir.).

….

….

Zamanımız olsa daha da açardık..

 

İşte sadece 1 tek ayetin açıklaması buyken bir de bunu oturup saatlerce ehil insanlarla müzakere etmek daha da faydalı olur ve kafalardaki soru işaretlerini tamamen izale ederdi. Fakat buna zemin ve zaman olarak müsait değiliz.

 

Vakit olsa da tüm bahsi geçen ayetleri ele alsak.. Nasip artık..

 

 

Diğer ayetlerde de benzer hatalar ve yanlışların yapıldığı artık bu örneğimiz misal alınarak anlaşılabilir..

 

Artık kimse bir yerlerden ayetler kopyalayarak “büyük düşünür ve ilim sahibi unvanını kendisine layık görüp” “bize cahilliğini” dayatmasın.. Rica ediyoruz..

 

Saygılar

 

Sevgiler…

 

Terapi

Gönderi tarihi:

Evet Konumuzu burada bitirmek istiyoruz artık...

 

Sonuç Kısmımız..

 

KUR'AN'DAN KÂİNATA

 

"Kâinat mescid-i kebirinde Kur'an kâinatı okuyor."Bediuzzaman Said Nursi

 

Risale-i Nur'da Kur'an'ın cümleleri için kullanılan 'ayet' sözcüğü, evrendeki her bir mevcut için de kullanılır. Birisi, Allah'ın kelâmının âyetidir; diğeri Allah'ın kudretinin ayetidir. Kur'an-kâinat iç içeliğinde şimdiye kadar kâinat ayetlerinin Kur'an'a delâletlerini inceledik. Bu bölümde ise, Kur'an ayetlerinin kâinat ayetlerine delâletlerini Nursi'nin nasıl değerlendirdiğini göreceğiz.

 

Yaratıcının kal diliyle bir konuşması olan Kur'an, elbette ki, evrenin hal diliyle yaptığı konuşmayı insan diline tercüme edecektir. Yalnız tercüme ile kalmayacak, kâinat kitabının zaman içinde gözler önüne serdiği sayfalarında kudret kalemiyle yazılan yaratılış ayetlerinin anlamını, "asırlar sırasında dizilen zîşuurlara ders verip" tefsir de edecektir.

 

Kur'an'da kâinattan doğrudan bahseden ayetleri okuyan kişi anlar ki, Kur'an, mevcudata Yaratıcıları hesabına bakar.

 

"Ne kadar güzel yapılmış; ne kadar güzel bir surette Saniinin cemâline delâlet ediyor, der. Ve bununla kâinatın hakikî güzelliğini gösterir:" Bu ayetler, onları sınırsız bir fezada, kararsız fani bir dünyada, vazifesiz, şuursuz, cansız, perişan bir vaziyette gören insana, alışılmışlık engelini aşmasını hatırlatır.

 

En basit, sıradan gibi görünen bir örümceği, arıyı, karıncayı, ineği, fili, inciri, insanı konu başlığı yapar. Galaksilerden, yıldızlardan, güneşten, aydan, yağmurdan, şimşekten, gök gürültüsünden, dumandan, atmosferden, geceden, gündüzden, günbatımından, şafaktan,deveden, sudan, ağaçlardan, üzümden, nardan, hurmadan, baldan, zeytinden, tutun demire, dağa, taşa varıncaya kadar, insanın görüp de kıymetini tam değerlendiremediği küçük büyük her şeyi insanın gündemine getirir. Ülfet ve âdet perdesini yırtar; insanların dikkatini çeker ve onların akıllarına tükenmez bir ilim hazinesi takdim eder.

 

Kur'an, bütün varlıkların nasıl birbirleriyle karşılıklı yardımlaşma içinde olduklarını, birbirlerini sevdiklerini, hep birlikte insanın hizmetine koştuklarını anlatır. Varlıkları insana kardeş ilân eder. Onların en basiti gibi görünen bir sineği bile dikkatle izlenmesini ister: 'Ondaki mesajı oku, o "âdi (basit)" gibi gördüğün sinekteki fevkalâde mucizevî yaratılışa dikkat et, bütün insanlar, hatta bütün evren toplansa bir sineği bile yaratamazlar.

 

Sınırsız sayıda, bollukla ve kolaylıkla yaratılan şu sineğin bir kanadının bile nasıl Yaratıcısının sonsuz özelliklerine tanıklık yaptığını gör ve evrende hiçbir şeyin anlamsız olmadığını anla.' der, ikaz eder.

Kur'an varlıklardan bahsederken, onların birer lâfız, manalarının ise, esmâ-i İlâhiye olduğunu öğretir. Nursi'nin tasviriyle, Kur'an, kâinat kitabını okurken insanın dikkatini ondaki düzene ve kasta çeker; mevcudatın daima memnuniyetle bir vazife ifa ettiğini,Yaratıcılarının özelliklerini ilân etmekten ne kadar mutlu olduklarını insana gösterir. Böylece Kur'an'ı okuyanın gözünde kâinat canlanır, cansız maddeler insana konuşmaya başlar ve onun bir sohbet dostu olur.

 

(Bunu yaşayanlar bizzat bilirler.Buradaki konuşmayı gene salt manada anlayıp, böylesine derin cümleleri dar kalıplara sığdırmaya çalışmak yanlış bir yöntemdir..Bu konu istenirse derinlemesine incelenebilir..*Terapi*)

 

Kur'an'ın, inanç esaslarını kâinattan örnek vererek anlattığına daha önce de değinmiştik. Kur'an'ın bu özelliğini Nursi, Risalelerinde, inanç konularını ele aldığı her bölümde mutlaka değerlendirir. Meselâ, Yasin Suresinin, "Odur ki, yemyeşil ağaçtan size ateş çıkarır" anlamındaki 80. ayetinin¸ öldükten sonra dirilmeye nasıl örnek getirdiğini şöyle anlatır: "Size ağaç gibi kesif, sakil, karanlıklı bir maddeden ateş gibi lâtif, hafif, nuranî bir maddeyi çıkaran bir zattan, odun gibi kemiklere ateş gibi hayat ve nur gibi bir şuur vermeyi nasıl istib'âd ediyorsunuz?"

 

Nursi, kâinatın bu görevini kabul etmeyen materyalist bilimin ise, Kur'an'ın yaptığının tam tersini yaptığını savunur.

 

Materyalist bilimlerin evreni en ince detaylarıyla incelemeyi amaçlamalarına rağmen, onun anlamını kavramada gösterdikleri ilgisizliği şöyle dile getirir:

 

Materyalist bilim, mucizevî bir yaratılışa sahip olan şu âlemi, alışılmışlık perdesi altında saklayıp, sanki bir anlam taşımıyormuş gibi inceler. Meselâ, harika bir kudret mucizesi olan insanın yaratılışındaki anlama insanların dikkatini çekmek yerine, bunu anlam taşımayan, sıradan, maddî bir ceset olarak inceler. Fakat, insanın mükemmel yaradılış kuralının dışına çıkmış, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı, alışılmışın dışında, garip bir yaratık olarak insanların dikkatlerine teşhir eder. Alışılmışın dışındaki nadir ve bir hikmete binaen yaratılan yaratıkları bahane edip, her zaman gözlemlediğimiz yaratıklardaki apaçık hikmetleri görmezlikten gelip yaratılışı anlamsızlıkla ithal etmek ister. Sanki, 'normal' dediğimiz mükemmel yaratıkların dikkate değemez olduğunu ima eder.

 

 

“Kur'an ve İnsan“

 

 

"And olsun ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık" Kur'an, Tin Suresi (95):4

 

Kur'an, insanı bütün yönleriyle değerlendirir. Ona göre insan, güzel sanatlı yaratılışıyla, anlayan, anladığını ifade eden, duygularını belâgatlı bir şekilde dile getiren, kâinatın natık, yani konuşan bir parçasıdır. Bu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi ve şu hikmetli mevcudatın, anlama kapasitesine sahip bir mütalâcısıdır (mütefekkiridir) .

 

Bu yaklaşımıyla Kur'an, insan ile evren arasında ayrılmaz bir ilişki kurar.

 

 

Kâinatın Rabbinin kutsal metinlerle konuşmasına karşı, insan da Rabbe muhatap olur. Maddî, cismanî, et ve kemikten yapılmış kafasında, manevî, gaybî, hayattar olan beyan ve "hitap çiçeği" açılır. Rabbinin konuşmasını kendi dilinde yansıtıp, hitab-ı İlâhi çiçeği olma gibi çok ulvî bir görevi üstlenir.

Eğer insan kendini muhatab-ı İlâhi bilir, Yaratıcısının konuşmasına kulak verirse, kâinatın anlamını, kâinatın Yaratıcısından öğrenmiş olur. Böylece, kâinatın anlamlı yaratılmasındaki amaç, bilinçli insan tarafından anlaşılmasıyla gerçekleşmiş olur. Eğer Kur'an olmasaydı, kâinat tam olarak anlaşılmazdı; kâinat anlaşılmazsa yaratılış amacı gerçekleşmemiş olurdu.

 

 

SONUÇ

 

Bu çalışmada, varlık âleminin nasıl anlaşılması gerektiği ve Risale-i Nur'da bu anlamanın temel yaklaşımlarının ne olduğu incelendi. Hangi esaslara göre varlık âlemini anlamaya çalıştığını tespit etmek için,

 

Risale-i Nur'un âlem tasavvurunun öncelikle çalışılması gerekiyordu.

 

Evrenden doğru bir anlam çıkartmak için, en küçük birim olarak tanımlanan zerrenin, zaman ve mekân boyutunda gösterdiği değişmeler doğru bir şekilde yorumlanmalıdır. Bu nedenle, Risale-i Nur'un zerre hakkındaki görüşü irdelenmeden, onun evrenden anlam çıkarma metodunu tespit etmek mümkün olmazdı. Ona göre, evrende her bir varlık, ne kadar küçük olursa olsun, evrenin tümünün taşıdığı mesajı, kendi boyutunda taşıyacak kapasitede yaratılmıştır. Bu algılamayı Said Nursi, risalelerinde en çok referans verdiği İsra suresinin 44. ayetinden esinlenerek geliştirir.

 

 

Nursi'ye göre, daima hareket halinde yaratılan zerreler bu halleriyle, evrenin statik değil, dinamik olarak algılanması gerektiğini söylerler. Evrenin yaratıcısı, bilinçli yarattığı insanlara Kendini tanıttırmak için evreni konuşturmaktadır. Evren artık yalnızca bir kitap olarak çalışılmamalı; anlamları devamlı yenilenen bir konuşma olarak dinlenmelidir.

 

Evreni konuşturanın ve o evrene muhatap olan insana söz ile konuşma özelliği verenin kendisinin konuşmaması mümkün değildir. Bir yaratık olarak evreni yorumlamaya çalışan insana, Yaratıcı, onun anlayabileceği bir düzeyde konuşmasıyla, bu evrenin neye işaret ettiğini bildirmesi gerekir. Kutsal metinler bu bağlamda değerlendirilmeli ve evren gibi bu metinler de, Yaratıcının zaman ve mekân ile sınırlanamayan sonsuz ilmiyle yaptığı bir konuşma olarak dinlenmeli, yani tarihselleştirilmemelidir.

 

Hem evrenin ve hem de kutsal metnin muhatabı olan insan, evrenin tanıklığı ve kutsal metnin rehberliği altında Yaratıcısını tanıyabilir. İnsan, hakikati bulmada tek başına bırakılmamıştır. Aynı kaynaktan gelen dört ayrı aracı birbirlerinin tanığı olarak kullanır.

 

Evren: Yaratıcının fiilî bir konuşması olarak, kutsal metnin gerçekten kutsal olup olmadığının anlaşılmasında insanın elinde nesnel bir delildir.

 

Kutsal metin: Tanımı gereği, evrenin Yaratıcısının konuşmasıdır ve insana evreni anlama çabasında rehber olur.

 

Peygamber: Yaratıcının görevlendirdiği bir elçi olarak, evrenin ve kutsal metnin nasıl anlaşılacağını öğretir. Aralarındaki uyumluluğu yaşantısıyla insanın gözlemine sunar.

 

İnsan: Yaratıcısının kendisine verdiği duygularını ölçü birimi olarak kullanıp, evren ve kutsal metin arasındaki uyumluluğu anlar ve bunun gerçekliğini peygamberin örnekliğinde de gözlemleyerek onaylar.

 

Nursi, insanlar önyargılarını terk ettikleri oranda, bu dört aracı özgürce kullandıkları takdirde, bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu anlayabileceklerini savunur.

 

Evrenin doğru anlaşılması için, doğru bir kutsal metnin rehberliği altında okunması önemlidir.

 

İleriye sürdüğü inanç esaslarını, evrenin tanıklığına havale eden Kur'an'ı okuyan herkes, evren-Kur'an uyumluluğunu görerek, onun kutsal bir metin olduğundan emin olabilir.

 

 

Evet kardeşler konumuzu burada nihayete erdirmiş bulunuyoruz..

 

Kabul eden insanlar olabileceği gibi kabul etmeyenlerde çıkacaktır..

 

Görüşümüz fikrimiz budur...

 

Bizler böyle inanıyoruz..

 

Beklediğimiz tek şey....Lütfen cevap yazacaksanız elle tutulur faydalanabileceğimiz şeyler olsun...

 

 

------SON----

 

 

Bir aksilik olmazda bu foruma bu manada yazdığım son mesajımdır...

 

Hepiniz sağlıcakla kalın....

 

Artık cevap yazmak isteyenler lütfen olayı kişiselleştirmeden ortaya atılan önerilere cevap yazsınlar...

 

Çünkü manasız ve tutarsız ithamlardan sıkıldım....

 

Saygılar

 

Terapi

Gönderi tarihi:

Evet Konumuzu burada bitirmek istiyoruz artık...

...........................

 

Materyalist bilim, mucizevî bir yaratılışa sahip olan şu âlemi, alışılmışlık perdesi altında saklayıp, sanki bir anlam taşımıyormuş gibi inceler. Meselâ, harika bir kudret mucizesi olan insanın yaratılışındaki anlama insanların dikkatini çekmek yerine, bunu anlam taşımayan, sıradan, maddî bir ceset olarak inceler. Fakat, insanın mükemmel yaradılış kuralının dışına çıkmış, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı, alışılmışın dışında, garip bir yaratık olarak insanların dikkatlerine teşhir eder. Alışılmışın dışındaki nadir ve bir hikmete binaen yaratılan yaratıkları bahane edip, her zaman gözlemlediğimiz yaratıklardaki apaçık hikmetleri görmezlikten gelip yaratılışı anlamsızlıkla ithal etmek ister. Sanki, 'normal' dediğimiz mükemmel yaratıkların dikkate değemez olduğunu ima eder.

............................

 

Beklediğimiz tek şey....Lütfen cevap yazacaksanız elle tutulur faydalanabileceğimiz şeyler olsun...

------SON----

Bir aksilik olmazda bu foruma bu manada yazdığım son mesajımdır...

 

Hepiniz sağlıcakla kalın....

 

Artık cevap yazmak isteyenler lütfen olayı kişiselleştirmeden ortaya atılan önerilere cevap yazsınlar...

 

 

 

 

Çünkü manasız ve tutarsız ithamlardan sıkıldım....

 

Saygılar

 

Terapi

 

Sayın terapi,

 

"manasız ve tutarsız ithamlardan sıkıldım...."

 

Daha önceki yazılarınızda bilimin inançlarınızla her konuda örtüştüğünü yazmışken...

"Son yazı" nızda sizde farkına varmış olacaksınızki, aslında bilimin (materyalist bilim) inançlarla

uzlaşacak hiç bir yanı yok...

Kafanıza kazınmış inançlarınız, bizim yaklaşımlarımızı size, sizlere her zaman manasız ve tutarsız gösterecek...

"Manasız ve tutarsız" olarak addettiğiniz açıklamalarımızın, ideoloji ve inançlarla örtüşmediği için bizlere de

"manasız ve tutarsız" gözüken görüşlerinizi bir irdeleyelim...

 

Genel bir bakışla bilim;

Evreni ve evrende olup bitenleri anlama çabası diye tanımlayabiliriz.

Dünya ile beklentilerimiz arasında uyum kurmaya yönelik olan bir çabadır…

Bir yandan gözlem, deney ve ölçme gibi olguları belirleyici işlemleri,

öte yandan belirlenen olguları açıklayıcı hipotez ya da kuramları oluşturma ve yoklama yolunda «yaratıcı ve eleştirel düşünme» dediğimiz zihinsel süreçleri içerir.

Özünde entelektüel ilgi vardır…

Bilme, öğrenme ve açıklama tutkusuna dayanır…

 

İdeolojiye gelince;

Kavram olarak bilimden daha karmaşık ve belirsizdir.

Kısa bir tanımla açıklanması güçtür…

Bana göre ideoloji, kişilerin, etnik grup, sınıf veya ulus gibi toplulukların sosyal ve politik özlemlerini dile getiren, bu özlemleri eyleme dönüştürmeyi içeren bir inanç sistemi, hakim güçlere yönelik bir programdır.

Özünde entelektüel ilgi değil, belli bir dünya, bir yaşam düzeni imajı saklıdır.

Her çağda filozoflar dünyayı yalnızca yorumlama yoluna gitmişlerdir.

Oysa asıl sorun dünyayı değiştirmektir.

Bu genel nitelemelerden sonra, dünyayı anlama ile dünyayı değiştirmeye yönelik iki etkinliğin, bilim ile ideolojinin, ilişkisini daha yakından tanımaya koyulabiliriz...

Bu bizi, her iki etkinlik için temel saydığımız kimi noktalar üzerinde bir karşılaştırmaya götürecektir…

 

Kökenleri;

 

Bilim insana özgü bilme, anlama, açıklama ve öğrenme isteği, evrende olup bitenler karşısında duyulan kaygı ve merak, bir ölçüde de, çevreyi denetim altına alma ihtiyacından doğmuştur…

İdeoloji insanların doğa ve toplum karşısında içine düştükleri korku, yalnızlık ve yetersizlik gibi duyguların etkisinde, yüce ve koruyucu bir güce sığınma, bir misyon ya da davayla özdeşleşerek kimlik kazanma, egemenlik kurma ihtiyacından kaynaklanır...

 

Dayandıkları Varsayımlar;

 

Bilim, incelemeye açık, açıklanabilir çoğul bir dünya,

ideoloji, öngördüğü düzen doğrultusunda değiştirilebilir bir dünya varsayar...

 

Yaklaşım ve Yöntemleri;

 

Bilim, bir problem çözme etkinliğidir...

Açıklayıcı hipotezler oluşturma, bu hipotezleri güvenilir gözlem verilerine giderek yoklama (test etme) süreçlerini içerir...

Sınama ve yanılmaya yer verir...

İdeoloji, önceden konmuş bir görüş ya da öğretiyi benimsetme, yayma ve egemen kılma etkinliğidir; belli bir stratejiye bağlı propaganda, kitlesel heyecan, baskı, korku ve gerektiğinde savaş gibi araçları kullanır...

 

Etkinlik ortamları;

 

Bilim doğası gereği kuşku ve özgür tartışmaya açıktır; yeni arayış ve deneylere olanak veren bir ortam gerektirir; partizan değildir...

İdeoloji, görüşe ters düşen tüm kuşku, tartışma ve irdelemelere kapalıdır; diktatör olmasına karşın partizandır. Mezhep, tarikat veya fraksiyon çatışmalarını içinde taşır...

 

Bu ayırım, şu şekilde de açıklanabilir…

Bilimde partizanlık yoktur…

Elektrik konusu ile ilgilenen birisine kimse bu kişi Edison’un mezhebinden diye konuşamaz...

Kanın dolaştığını, havanın ağırlığının olduğunu, güneş ışığının yedi kırılabilir ışından oluştuğunu söylediğinizde de kimse sizi Harvey, Torricelli ya da Newton yandaşı olmakla suçlayamaz…

 

Bu dört tahlilde sıraladığımız birbiriyle ters düşen bilim ile ideolojiyi özdeş sayma,

en azından uyum ya da benzerlik içinde gösterme çabası, hiçbir dönemde eksik olmamıştır…

Günümüzde dinsel ve siyasal ideoloji kesimlerinin büyük yoğunluk kazanan bu çabalarını,bilim felsefesiyle izah tarzları çok ilginçtir...

İdeolojilerin bilimsellik savı bir aldatmacadır…

Öncelikle bilimin prestijinden yararlanma, saygınlığına bir sığınmadır...

Burada yapılanların bilimin prestijinden yararlanmaya değil, bilimi yıpratmaya yönelik bir çabadan söz edilebilir, ancak…

 

İyi dileklerimle...

Gönderi tarihi:

***

Sayın Bilimselci;

 

Başlığı açtığımda iletinizi görünce ve uzun uzadıya bir şeyler anlatma çabasında olduğunuzu görünce sevindim...

 

Ama birden hitap ettiğiniz şahsın adını okuyunca hemen okumayı bırakıp bunları yazmaya başladım...

 

Nedeni de şu;

 

bence o arkadaşın bu uzun uzun anlatmaya çalıştıklarınızı

 

1- Okuyacağını

2- Okusada anlayacağını

3- Anlasa da cevap yazacağını sanmıyorum

4- Cevap yazsa da bu yazdıklarının, sizin anlatmaya çalıştıklarınıza değil,

bambaşka şeylerden bahsederek saptırılmış şeyler olacağını adım gibi biliyorum...

 

Bence ona anlatmaya çalışarak yazdıysanız başkaları gibi sizde boşuna uğraşmışsınız...

 

Ama, Bütün bunları aslında dogmacı kemikleşmişlere değil de anlayabilenler olduğu için yazıyorum

 

Ve "BUNU HİÇ UNUTMAMAK GEREK" diye düşünüyorsanız, ellerinize sağlık...

 

Emeğiniz boşa gitmeyecektir bunu da siz bilin ...

 

Başka yararlı paylaşımlarınızda buluşmak dileğiyle

 

selamlar...Sevgiler...Saygılar....

 

 

*tna

***

Gönderi tarihi:

Evet Arkadaşlar ayrılık manifesto isminden bekir arkadaşımız bir başlık açmıştı.

 

Bende oraya ayrılmazdan evvel son sözlerimi yazmıştım. Fakat forumdan kaldırılmış.. Sebebini bilmiyorum.

 

Hayırlısı olsun..

 

GeceKuşu gene ithamlar ve önyargılardan başka bir şey yazmamış. Napsın yazacak başka bir şeyi yok ki.? Bizim bir şeyler anlatma çabamızı görmezden gelenler başkalarına ne güzelde iltifatlarda bulunuyorlar. Hmm. Önyargısız insanlar…..!!!!

 

Bakınız “yam yam “bir sürü ayetleri saptırdı, kafasına göre yorumlayıp bizlere dayattı. Sonra bizden ayetlerle ilgili daha geniş açıklama istedi.

 

1-) Bizde bakara süresi 29. ayette apaçık gözlerinizin önüne serdik ayetlerin nasıl çarpıtıldığını..Bakın ve görün

 

2-) Yam yam her zaman yaptığı gibi gene beni yalancılıkla suçladı. Buraya yazdığım düşüncelerin HY ‘nın sitesinden kopyaladığımı iddia etti. Adres verdi. Verdiği ilk adres Kur’an-ı Kerim sitesi çıktı. Verdiği ikinci adres ise HY ya ait ve yazdıklarımla uzaktan yakından alakası yok. Birazcık insaflı olun..

 

3-) Bilim ve Teknik Dergisi’nden bazı siteleri örnek vererek alıntı yaptık. Yalan dediniz yok dediniz. Bende o zaman ispat edin dedim. İlk başta kesinlikle yok diyenler daha sonra dergiye yazıyla sorma gereği hissettiler.. Hala cevap bekliyoruz..Yam yam’ın dediği gibi o alıntı sadece HY ‘nın sitesinde değil. Liselere ait internet sitelerinde dahi var. Daha bir çok yerde ilaveten…..Beklemeye devam ediyoruz. Eğer yoksa söyleyin de tekzib gönderelim….Artık…

 

4-) Sevgili bilimselci nedense “yam yam” ın ayetleri yorumlama yöntemiyle ilgili olarak size sorduğum kısmı es geçmişsiniz. Sanırım yam yam ‘ın hiçbir dini bilgisi olmamasına rağmen ayetlerden hükümler çıkarmasını çok bilimsel buldunuz ..

 

5-) Gecekuşu beni yalancılıkla suçladın. Yazdığım mesajların saatlerinden bir şeyler yakalamaya çalışdın. Çünkü fikri olarak verebilecek hiçbir şeyin yoktu. Aynı lafları tekrar edip durdun. Yok armudun sapıymış…. Vs.

 

Ama yapmış olduğun önyargılı tavırlarının neticesinde kendini küçük düşürdün. Sen kabul etmesen bile yaptıklarını herkes gördü. Senin yazdığın mesaja 15 dakika sonra değil 45 dakika sonra cevap yazdığımı forumda hala merak eden arkadaşlar açıp bakabilir. 15 dakika sonra yazdığım mesaj daha öncelerden “hakaretler içeren” başka bir yazını fark ederek vermiş olduğum “yorumsuz” şeklinde bir cevaptı.

 

6-) Sende yam yam gibi beni HY’nın sitelerinden kopyalama yapmakla suçladın.

 

Sana yazı isimleri verdim. Ve ispat istedim. Hani nerede? Buraya mesaj yazacağına orada yapmış olduğun yalan ithamları ispatla.. Yada özür dileme erdeminde bulun…?

 

7-) Sevgili bilimselci Bilimle-İnanç ilişkisini size defalarca açıkladım. Hatta formülasyonlardan bahsettim. Bütün bilimler her şey Allah’ındır.

 

Dikkat edin bilimselci. Bence şöyle yapalım “materyalizmin” dinimizle uzlaşacak bir yani yok diyelim ne dersiniz. Sorun burada maddeci önyargılı kafalarda bilimde değil…

 

Bunu da size laf kalabalığı yaparak değil aşağıda bilimsel gözlemlerle tekrar ispat edeyim..

 

Bu yazdığımı da HY’nın sitesinden aramayın, boşa uğraşmayın. Bulamazsınız.

 

Ki size bir tavsiye. HY ülkenin bir çok yerinde tezini anlatıyor dolaşıyor. Sizde bence O’nun eserlerini (Eseri olarak kabul etmiyorsanız da ortada somut bulunan kitapları) alın tek tek inceleyin. Habire iddia edip duruyorsunuz ya. İddialarınızı da kitaplar haline getirip insanlara anlatın. Burada 3,5 yazmayla bu işler olmaz.. Samimiyetini görelim beyler..

 

Evet devam edelim..

 

Bakınız artık yorum yapmayı bırakıyor hakkımda ki tutarsız iddialarınıza cevapları burada kesiyorum.

 

. Size geçerli ve tutarlı bilgiler aktarıyorum..Buyrunuz…

 

 

Kâinatın nasıl okunacağını, onun Allah’ın varlık ve birliğine olan şahitliğinin nasıl anlaşılacağını bize Kur’ân öğretmektedir:

 

 

“Göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden pek çok deliller vardır” (3 Âli-İmrân, 190)

 

Bu âyette, Rabbimiz, söz konusu “okuma”yı gerçekleştirmek için anahtar hükmünde olan bir hususu öğretir: "fî halki", yani yaratılış biçimine bakmak.

 

Şimdi, bir örnekle, yaratılış biçimine bakarak okumayı tahlil edelim.

 

Gerçi okullarda bize bitkilerin fotosentez adı altında “kendi besinlerini kendilerinin ürettiklerini” söylediler. Gelin, zihnimize aşılanan bu "kendi kendine" ön-kabulünü bir kenara bırakalım ve beraberce besinin nasıl üretildiğine, yani besinin “yaratılış biçimi”ne dikkat edelim.

 

Elinize aldığınız herhangi bir yeşil yaprağı parmaklarınız arasında ezdiğinizde, parmaklarınız yeşile boyanır. İşte bu yeşilliğe konu olan maddeye klorofil adı verilir. Karbon, hidrojen, oksijen, nitrojen ve magnezyum atomlarından yapılmış olduğunu gördüğümüz bu klorofil, bir gıda fabrikası gibi çalışmakta... Güneşten ışığı yakalayıp, bitkinin kökünden suyu çekerek hidrojen, oksijen ve ATP denilen enerji deposunun üretilmesini sağlıyor. Canlılar için çok önemli olan oksijen havaya veriliyor. Buraya kadar olanlar fotosentezin birinci işlemler basamağıdır.

 

İkinci basamakta, enerji deposu ile hidrojen, bizim için zehir olan karbondioksidi havadan alıyor, ve şeker üretiliyor. Bu şekerin bir kısmı bitkinin kendi hayatını devam ettirmesi için harcanıyor. Bir kısmı da nişasta, karbonhidrat ve protein üretilmesinde kullanılıyor. Böylece, hem hava zehirden temizlenmiş oluyor ve hem de insanlar ve hayvanlar için gıda üretilmiş oluyor.

 

 

Sanırım, bu anlattıklarıma bakarak, fotosentez olayının çok karmaşık olduğunu düşündünüz. Gerçekte, fotosentez, benim anlattıklarımdan belki de “bin defa daha karmaşık” bir işlemler zinciridir. Asırlardan beri kâinatın sırrını çözme iddiasında olan bilim adamlarından “Calvin” isimli bir kişiye, yalnızca ikinci basamakta vuku bulan kimyevî reaksiyonların düzenini bulup formüllerle ifade edebildiği için, Nobel Kimya Ödülü verildi.

 

Fotosentez olayının bir bölümünü formüle edebilene Nobel ödülü verilirse, gözle görülemeyecek kadar küçük bu fabrikayı çalıştırana acaba ne ödülü vermek gerekiyor?

 

Fotosentez ile sağlanan faydaları özetleyelim: Bütün canlılar için hayatî önem taşıyan hava, karbondioksit alınıp oksijen verilerek temizleniyor. Canlıların hayatlarını devam ettirmeleri için zaruri olan besin üretiliyor. Üstelik bunlar en kısa yoldan, en ucuz maliyetle, hiçbir zarara neden olmadan, birbirinden sanatlı, güzel, rengârenk, lezzetli.. şekilde yapılıyor.

 

Bu kadar önemli neticeler, mükemmel faydalar ancak “bir iradenin”, “bir kasdın” sonucu olabilir. Öyleyse, bu neticeler önceden “kasden planlanmış” olmalıdır.

 

Bu planlamayı yapabilmek için de bütün hayvanları, insanları tanımak, onların ihtiyaçlarını bilmek ve onlara acıyıp merhamet etmek gerekir. Hatta insanların tüm duygularına hitap edecek şekilde sanatlı, hoş kokulu, lezzetli gıdaları hazırlamak için onlara şefkat etmek gerekir. Bütün bu amaçları gerçekleştirebilmek için:

 

1. Fotosentezde kullanılan tüm maddelerin özelliklerini en ince detaylarına varıncaya kadar bilmek; güneşi, havayı, suyu... tanımak;

 

2. İçinde çalıştığı, ayrı ayrı özelliklere sahip ve dolayısıyla ayrı ayrı düzeni olan bitkilerin hepsini tam olarak bilmek ve onlarla âhenk içinde çalışmak;

 

3. Hazırlanan besini kullanan canlıların vücut yapılarını, çalışma sistemlerini de mükemmel bir şekilde bilmek; o vücutlarda da kusursuz bir şekilde işlemek;

 

4. Bu işlerin hepsini kontrol altında bulundurabilecek, emri altına alıp çalıştırabilecek eksiksiz bir kudrete sahip olmak. Öyle bir kudrete ki, sudan, havadan, topraktaki minerallerden, insan ve hayvanlardan güneşe kadar uzanan bir kudrete sahip olmak gerekir.

 

İşte, ancak “bütün bu özellikleri olan”, “fotosentez yapıp bize gıda hazırlayabilir”. Yani, sonsuz ilme ve kudrete malik olandan başka kimse bu işleri yapamaz.

 

Demek ki, fotosentez olayıyla ilişkili görülen tüm maddeler, sebepler ya sonsuz bir ilim ve sonsuz bir kudret Sahibinin emir ve iradesiyle işliyorlar; veya her birinin bizatihi sonsuz ilim ve kudretinin varolması gerekir ki, böyle mükemmel işleri hatasız, şaşırmadan, tam zamanında, tam yerinde yapabilsin.

 

Düşünen herkes bilir: Karbonun, hidrojenin, oksijenin, suyun, güneş ışığının sonsuz değil, bir zerrecik olsun ilmi, iradesi, kudreti, merhameti yoktur.

 

Bunlar şuursuz, iradesiz, acizdirler. Kur’ân’da ifade edildiği gibi, “Onların ayakları mı var, yürüsünler? Elleri mi var, tutsunlar? Gözleri mi var, görsünler? Kulakları mı var, işitsinler?”

 

“Materyalist bilim önyargılıdır, sebepleri İlahlaştırır”

 

Tüm bu maddelerin kendilerine ait, doğrudan doğruya kendilerinin malı olan hiçbir özelliklerinin olmadığı besbellidir. Durum bu olduğu halde, neden fen kitaplarında onların bu işleri kendi kendilerine yaptıkları söyleniyor.

 

Neden “Bitki kendi besinini üretir,” “Klorofil, güneş ışığındaki enerjiyi yakalar. ATP bileşiği bu enerjinin bir kısmını kendi içinde depolar,” “Yakalanan enerjinin diğer kısmı da suyu oksijen ve hidrojen atomlarına ayırır” gibi ifadelerle bu işleri sanki bitki, klorofil, ATP, güneş enerjisi kendileri yapıyormuş gibi gösteriliyor?

 

Bu kitaplar materyalist bilimciler tarafından yazılmıştır.

 

( İşte sebep bu Bilimin bir suçu yok. Bilimin Allah’ın dinine karşı olduğu da yok. Kimlerin karşı olduğu ve örtüşmek istemediği ortada…Problem materyal kafalarda…… *Terapi*)

 

Bunlar, her şeyi yaratan bir Yaratıcının varlığını bir önyargı ile reddederler. Yaratıcı yoktur, diyerek kâinata bakarlar. Her şeyin bir düzen içerisinde yaratıldığı şu kâinatta düzeni bulurlar. Düzen, belli bir sebebin belli bir sonuç ile birlikte yaratılması olduğu için, her zaman belli bir sebebi belli bir sonucun yanında gözlemlerler.

 

Yaratıcının yokluğu ön-kabulü ile olaylara baktıkları için çaresizlikten sonuçları sebeplerin yaptığını iddia etmek zorunda kalırlar. Sonuçlarda görülen mükemmelliklerin sahibi olarak sebepleri gördükleri için, onları;

 

Örneğimizi hatırlayacak olursak, klorofili, güneş enerjisini, suyu, vs.yi sonsuz ilim, irade, kudret, merhamet gibi sıfatlara sahiplermişcesine değerlendirirler. Bu da sebeplere ilahlık vasıfları yakıştırmaktır. ( İşte bu açıdan onlarda sebepleri ilahlaştırıyorlar....)

 

Ne aklı, ne şuuru, ne iradesi, ne de gücü olan; kendileri yapılmaya muhtaç sebeplere değil ilah vasıfları vermek, bir irade ve güç eseri olan en küçük bir tesiri dahi vermek “divanece bir hezeyan”dır.

 

Her şeyi her zaman yaratmakta olan Tek Yaratıcının dışında hiçbir varlığa ilahlık izafe etmenin mümkün olamayacağını Kur'ân şöyle ifade ediyor:

 

“Onlar ise Allah’tan başka ilahlar edindiler. Halbuki o ilahlar hiçbir şey yaratamazlar; onların kendileri yaratılmıştır. Onlar kendilerinden ne bir zararı uzaklaştırabilir, ne de kendi kendilerine bir faydaları dokunur. Onların ne öldürmeye güçleri yeter, ne hayat vermeye, ne de ölüleri diriltip kabirlerinden kaldırmaya.” (bkz. 25:3).

 

Gerçekten, Allah’tan başka ilahlık özelliklerine sahip olan bir varlık olsaydı, “icada ve rububiyete karışacak, kâinatın düzeni bozulacaktı”. Halbuki, küçücük sineğin kanadından ve gözbebeğindeki hücrecikten güneş sistemine kadar her şeyde mükemmel bir intizamın bulunması, sebeplerin etken olmadığına işaret ettiği gibi, bir Vâcibü’l-Vücudun varlığına ve vahdetine açıkça şahitlik eder.

 

“Materyalist bilim negatif yaklaşım üzerine kuruludur”

 

 

Bilimciler sonuçları sebeplerin yaptığını hiçbir zaman, hiçbir sûrette isbat edememişlerdir, edemezler de. Kendileri de bunun farkındalar. Bu yüzden, sebeplerin sonuçları yaptığı isbat edilemez, yapmadığı prensipte isbat edilebilse de, bugüne kadar kimse bunu isbat etmediği için sebebin sonucu yaptığı tezinin doğruluğu kabul edilir, diyorlar. (Bu Allah’ın bir kanunudur.. Sebep-sonuç ilişkisi..)

 

 

Örneğimizden yararlanırsak, materyalist bilimciler güneş ışığı, su, hava vs. gibi sebeplerin besinin oluşumunda etken faktörler olduklarını söylerler. Bunu “isbat” etmek için de, bir bitkiye, meselâ su veya güneş ışığı vermeyerek bitkinin sararıp solduğunu, yani fotosentez yapılmadığını; dolayısıyla besin üretilemediğini gösterirler. İşte, derler, su veya güneş ışığı olmazsa besin üretilmiyor. Bu “olmazsa”dan hareketle, “Su veya güneş ışığı besin üretir” sonucuna ulaşırlar. Böylece tezlerini isbat etmiş olduklarını zannederler.

 

(Bu kocaman bir yalan ve aldatmacadır….*Terapi*) (Sakın bize bilimsel bir veridir diye yutturmaya kalkmayın...)

 

Dikkat edilirse, bu yaklaşım olumsuzdur. Bu, bir isbat değildir.

 

(Topu taca atmadır. İyi niyetli ve önyargısız bir yaklaşım değildir.)

 

Bir televizyon cihazının düğmesine basıldığında, ekranda bir görüntü belirir. Ne zaman düğmeye bassak, karşımıza görüntü çıkar. Düğmeye basılmadığında ise, ekranda hiçbir görüntü belirmez.

 

Materyalist bilimcilerin olumsuz yaklaşım mantığına göre, “ekrandaki görüntüyü düğme yapar.” Bunun “isbat”ı ise, düğmeye basılmazsa ekranda görüntü çıkmamasıdır. Düşünmezler ki, yayın dışarıdan yapılmaktadır, görüntüyü neşreden düğme değildir. Düğme yalnızca televizyon cihazındaki düzenin bir parçasıdır. Televizyonu yapan, düğmeyi, ekranda görüntünün belirmesi için kasdî olarak cihaza yerleştirmiştir.

 

Birisi size, düğmenin görüntüyü sağladığını kabul etmiyorsan, düğmeye basmadan görüntüyü çıkart da görelim derse, bu ne kadar mantıklıdır?

 

(Evet ne kadar tutarlısınız gösterin hadi??)

 

Televizyon cihazının düzeni, onu düğmesiz çalıştırmayı imkânsız kılmaktadır. Çünkü o şekilde yapılmamıştır. Siz düğmeyi kullanmadan televizyonu çalıştıramayınca, o kişi size “Gördünüz mü, görüntüyü sağlayan düğmedir” dese, bu kişiye yalnızca gülünür.

 

(Kusura bakmayın bende size bu yaklaşımınızdan dolayı gülmekten başka bir şey yapamıyorum….)

 

( Sevgili bilimselci “Materyalist Bilim olaylara böyle yaklaşırken ve bu kadar tutarlıyken !!! ???” nasıl materyalist düşünceyle örtüşmemizi bekliyorsun anlamadım? )

 

“Mevcut düzenin Hâlıkı kimdir?”

 

 

“Sebeplerden biri olmadığı zaman sonucun vuku bulmaması, o sebebin sonucu yaptığına hiçbir sûrette delil olamaz.” ( Buyrun karşı bir tez getirin haydi …. ?

 

Olsa olsa belli bir sonucun belli bir sebep ile beraber yapıldığının delilidir. Bu, sebep-sonuç ilişkisinin bir düzen içerisinde kurulduğunun isbatıdır. (Yani Kur'an-ı Doğrulamadır..)

 

Materyalist bilimciler, güneş ışığı olmadan besin üretilmediği için güneş ışığının besin ürettiğini iddia ederler. Bunun aksini isbat etmek için, “Güneş ışığı olmadan fotosentez yapın da görelim” derler.

 

(Bu çok tutarsız ve tamamen önyargılı bir yaklaşımdır. Bilime ihanettir…)

 

 

Kâinat bir düzen içerisinde yaratılmıştır. Bu düzen, Yaratıcının yaratış biçimidir, Onun sünnetidir. O, sünnetini değiştirmediği için düzen devam etmektedir.

 

Fotosentezi Güneş ışığı ile birlikte yaratmak düzenin tezahürüdür. Yaratıcı, fotosentezi güneş ışığı ile beraber yaratır. Gıda üretme düzenini bu şekilde kurmuştur. Işıksız fotosentez yapılmıyor ki, ışıksız fotosentezi yapanın kim olduğu araştırılsın.

 

Olmayanın isbatı istenmez. Mesele, olanı (Somut gördüklerimizi) kimin yaptığını; ışık ile fotosentezi yapanın kim olduğunu isbatlamaktır.

 

(Evet bizden olmayan şeylerin isbatını istemeyi bırakın da …Halihazırda gözlerimin önünce cereyan eden hadiselere tutarlı ispatlar getirin baylar…?)

 

Kur’ân, Allah sebepsiz yaratır, demiyor. Peki, ne diyor? Sebepleri de, sonuçları da yaratan Allah’tır; sebeplerle sonuçları bir düzen içerisinde birbirlerine rabtedip bağlayan da Allah’tır, diyor.

 

Güneş ışığını da, klorofili de, besini de yaratan Allah’tır diye ders veriyor. Bunu kabul etmeyenin, güneş ışığında, besin yapılabilmesi için gerekli olan sonsuz ilmin, iradenin, gücün, merhametin bulunduğunu iddia etmek zorunda kalacağını; ama bunu isbat etmelerinin imkânsız olduğunu bildiriyor.

 

“Yoksa Ondan başka ilahlar mı edindiler? Onlara de ki: Varsa delilinizi getirin...” (bkz. 21: 24). 12

 

(Haydi getirin. Farkı bir yaşam sistemi kurun da görelim. Bu sebeplerin dışında farklı bir hayat düzeni kurunda iddanız da ne kadar samimisiniz görelim…Allah’ın koyduğu sebep-sonuç kanununun dışına çıkında görelim……haydi?)

 

Kur'ân’da, Hz. İbrahim ile Nemrud arasında geçen o manidar konuşmayı hatırlayalım: Allah’ın koyduğu düzeni kullanarak “Ben de hayat veririm, ben de öldürürüm” diyen Nemrud’a Hz. İbrahim (a.s.) “Benim Rabbim güneşi doğudan çıkarır. Haydi sen de onu batıdan çıkar” dedi ve bu cevap karşısında Nemrud, Kur’ân’ın ifadesiyle, “öylece şaşırıp kaldı.” (2:258)

 

Kur’ân’ın sunduğu bu tevhid dersini iyi çalışıp iyi anlamakla yükümlü olan, zira aksi takdirde dünyalarımıza ve düşüncelerimize şirkin bulaşması tehlikesiyle yüz yüze bulunan bizler de, kâinata bu nazarla muhatap olma durumundayız. Kur’ân talebeleri olarak, Kur’ân’dan almamız gereken ders şudur:

 

“Benim Yaratıcım, güneş ışığından, sudan, karbondioksitten besin yapandır.”

 

Ve yine Kur’ân’dan aldığımız ders ile, Yaratıcıyı kabul etmeyip güneş ışığının besini yaptığını iddia edenlere, yani sonucu sebebin yaptığını ileri sürenlere diyeceğimiz söz şudur:

 

“Haydi, güneş ışığını alın; Yaratıcının koyduğu düzeni kullanmadan, meselâ ağaç yaprağını kullanmadan, ona besin ürettirin. Veya herhangi bir iş yaptırın. İsterseniz, yalnızca güneş ışığını değil, bütün sebepleri toplayın, bir sonuç çıkarın. Allah’ın koyduğu düzene tâbi olmadan; meselâ, bir sinek yumurtasını kullanmadan,-“madem sebepler yapıyor” diyorsunuz-bütün sebepleri toplayarak bir sinek de siz yapın.

 

“Sizin Allah’ı bırakıp taptıklarınızın hepsi bir araya gelse, bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, onu da geri alamazlar. İsteyen de âciz, istenen de...” (22:73)

 

“Açıkçası, sebepler yaratamazlar. Çünkü kendileri yaratılmaktadırlar. Sebepler yalnızca Yaratıcıyı tanıtan birer âyettirler, vesiledirler.”

 

 

 

Yukarda ki ilk yazdığım 7 maddeyi habire şahsıma yapılan ithamlara son kez cevap vermek için yazdım. İsterseniz cevap vermeye bilirsiniz. Sorun değil….

 

Ama kesinlikle yukarda ki “meydan okumalara“ çözümler üretsin…

 

Haydi göreyim sizleri

 

 

Terapi

Gönderi tarihi:

Sayın terapi,

Daha önceki yazılarınızda bilimin inançlarınızla her konuda örtüştüğünü yazmışken...

"Son yazı" nızda sizde farkına varmış olacaksınızki, aslında bilimin (materyalist bilim) inançlarla

uzlaşacak hiç bir yanı yok...

Kafanıza kazınmış inançlarınız, bizim yaklaşımlarımızı size, sizlere her zaman manasız ve tutarsız gösterecek...

"Manasız ve tutarsız" olarak addettiğiniz açıklamalarımızın, ideoloji ve inançlarla örtüşmediği için bizlere de

"manasız ve tutarsız" gözüken görüşlerinizi bir irdeleyelim...

 

font]

 

bilimselci kardeşim yazını okumaya çalıştım ve anladığımı da düşünüyorum faydalandım da diye bilirim hatta bunun için sana teşekkür de ediyorum ancak eleşitereceğim bir nokta var

terapi kardeişm materyalizm biliminin insanı yapısını incelemede yetersiz olcağını belirtmiş benim fikrimde o yönde

sizde buna cevap olarak materyalizimin inanaçlarla ilgisi olmadığını söylemişsiniz daha sonrada bir kaç hususta bizi bilgilendirmişsiniz

 

şimdi bilimselci sen de tahmin edersinki yazdıklarının doğru olması cevap olduğu göstermez

örneğin deve etçilmidir otçulmudur sorusuna

devenin bir hayavan olduğunu yazarsan ve onun hakkında bir kaç bilgi verirsen bu senin cevabı verdiğin anlamına gelmez ki daha kötüsü durumdan haberdar olmayan birisi vayy deve hayvan yiyomuş gibi saçma fikirlere kapılabilir çünkü terapi kardeşimdden alıntı yapmışsın senin yazında onun yazdıklarına dair bir şey aranır öyledeğilmi

 

ama dediğimgibi yinede yazdıklarına teşekkür edirim

 

gece kuşu kardeşim senin yazdığın mesajı yazmanda çok garip geldi bana

çünkü

terapi

 

Bir aksilik olmazda bu foruma bu manada yazdığım son mesajımdır...

 

Hepiniz sağlıcakla kalın.... demiş

 

yani zaten cevap yazmıyacak amabunu görmeyipte

 

1- Okuyacağını

2- Okusada anlayacağını

3- Anlasa da cevap yazacağını sanmıyorum

4- Cevap yazsa da bu yazdıklarının, sizin anlatmaya çalıştıklarınıza değil,

bambaşka şeylerden bahsederek saptırılmış şeyler olacağını adım gibi biliyorum...

 

demen çok garibime gitti ama ve görülüyorki terapi kardeşimi gene üzmüş ve agresif mesaj ayzmasını sağlamışsın

heralde yazmış isen kendine göre bir düşüncen vardır

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.