Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Cyrano dostumuz Afrikalıların şu meşhur tarihi sözünü nasıl yorumlar acaba? "Daha önce elimizde verimli topraklarımız, onlarda ise kutsal kitap vardı. Bizi kandırıp elimize kutsal kitabı verdiler. Sonrasında, bizde sadece sadece kutsal kitap, onlarda ise verimli topraklarımız kaldı."[/b][/font] Şöyle yorumlar. Avrupa'lıların Afrika'lıları köleleştirmesini sağlayan ana unsur ellerinde ki din ürünü kutsal kitap değil. En yeni bilimsel gelişmenin ürünü olan ve afrikalı savaşçılar Avrupal'lı askerlerin zırhlarına tesir edemeyen oklar atarken kurşun, demir mermiler atan tüfeklerdir. Denizin ortasından köylerini vuran toplardır. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Dostum bu saydıkların ahlakla ilgili konular mı ?Bir ikincisi öyle bir sunmuş ki arkadaşımız, sanki bunlar din kurumuyla birlikte icat edilmiş. Arkadaşımızın gönderme yaptığı hristiyanlık ve islamdan önce dünyada kölelik yoktu, bilim adamları özgür ve serbestti, kadınlar erkeklerle eşit haklara sahipti, geri kalmış toplumlara eşit davranılıyordu, çok evlilik yoktu, kadın cinsel meta olarak görülmüyordu vs. Sonra dinler ortaya çıktı ve bunlar oldu. Cyrano dostum, Ben ahlakın tanımını asmaktan usandım. Ama sen kavrayamadın. Bir kez daha ascağım ve bu tanım çerçevesinde listelediğim olguların hangisi ahlak tanımına uymuyor? Nedenini lutfen açıklarmısın? Bu olgular tarihte daha önce de vardı diyorsun... O halde Listelediklerim sana göre ilahın toplumlardan kopyasımı, yoksa kendi icadımı? Listeden sadece ikisini misal alalım. "Hiç hürle köle bir olurmu?" Ve "erkeğe tabi olunuz."... Bunlar ilahın kendi fikirlerimi yoksa tarihten kopyamı? Amacının konuyu çarpıtmak olduğu iyice anlaşıldı artık. Ama ben doğruları sana kabul ettirene kadar usanmayacağım. Sonuna kadar götürelim. Diğer iddialarına gelince, konuyu karmaşaya boğmamak adına, benim ne derece marksist ya da bilimselci olduğumu daha sonra cevaplayacağım söz veriyorum. Adım adım gidelim. Ahlak; kelimenin en dar anlamıyla, neyin doğru veya yanlış sayıldığı (sayılması gerektiği) ile ilgilenir. Terim genellikle kültürel, dinî, seküler ve felsefi topluluklar tarafından, insanların (subjektif olarak) çeşitli davranışlarının yanlış veya doğru oluşunu belirleyen bir yargı ve ilkeler sistemi kavramı ve/veya inancı için kullanılır. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Ya millet; bu iddia kime ait, bir türlü anlayamadık. Ortada sahipsiz kaldı iddia. Marks'a aitse biri sayfa numarası versin. Değil, forumda ortaya atılmış bir iddia ise, biri link versin veya alıntı yapsın. Yok eğer biri bu iddiayı sahipleniyorsa, "ben bunu diyorum" diye açıkça söylesin. Lafı evirip çevirmenin gereksiz alıntılara boğmanın alemi ne? Ortada bir laf dolaşıyor, kimse sahip çıkmıyor. Bu ne böyle ya? Kimsenin sahip çıkmadığı, kimin söylediğini bilmediğimizin ötesinde, söylenip söylenmediğini dahi bilmediğimiz bir iddiayı nasıl ele alıp görüş bildireceğiz? Bunca laf içinde aklı başında bir cümle varsa o da bilimselcinin: “İnsanı yapan din değil, dini yapan insandır” Sayın demirefe bilim bilim derken böyle bir sorunun sizden gelmesi beni şaşırttı doğrusu. Kısa cevapla: hayvandan evrilen insanın ilk kurduğu topluma ilkel komün diyoruz. İnsan nasıl dil, ahlak, din, hukuk, devlet gibi kavramları sonradan kazanmışsa sömürüyü de sonradan kazanmıştır. Zira ilkel komün üretimin çok az/ yetersiz olduğu bir aşamayı ifade eder dolayısıyla bu toplumda sömürülecek bir artı-değer yoktur zaten. Bu yüzden ilkel komünal toplumda sömürü yoktur diyoruz. Uzun Cevapla: 1. İLKEL KOMÜNAL ÜRETİM TARZI Yeryüzünde insanın ortaya çıkması konusunda bilim, aşağıdaki açıklamayı veriyor. Avrupa'nın, Asya ve Afrika'nın iklimi sıcak olan çeşitli bölgelerinde, yüksek düzeyde gelişmiş bir tür maymun yaşmaktaydı. Uzun bir dönem sonunda, insan, bu maymundan çıktı. İnsanla hayvan arasındaki başlıca fark, önce, tamamen ilkel de olsa, insanın, iş [sayfa 30] aletleri yapmakla kendini belli etmiştir. İ n s a n ı n ç a l ı ş m a s ı o z a m a n b a ş l a r. Çalışma sayesinde, maymunların kol ve bacaklarında yavaş yavaş değişmeler oldu. Cetlerimiz çalışmak için ellerini kullandıkça ayakta durmayı öğrendiler. İlkel iş aletlerinin yapımıyla birlikte, ilk insanlar, kendi aralarında, iş aletlerinin kullanımında güçlerini birleştirme gereğini de duydular. Bu sırada tek heceli konuşma dili de başladı. Çalışma ve çalışma ile birlikte tek heceli dil, beynin gelişmesi üzerinde kesin etki yaptı. Bundan dolayı, insanı yaratan iştir (çalışmadır), iş sayesindedir ki, insan toplumu oluşmuş ve gelişmiştir. İlk toplumsal, ekonomik kuruluş, ilkel komün olmuştur ve bu, yüzbinlerce yıl sürdü. Komünal toplum, toplumsal evrimin başlangıcıdır. İnsanlar ilkin doğa kuvvetlerine karşı savunma olanağından yoksun, yarı-vahşi bir hayat sürdüler. Besin maddeleri, özellikle, doğada buldukları bitki kökleri, yabani meyveler, ceviz vb. bitkilerdi. Kaba yontma taşlar ve sopalar, insanoğlunun kullandığı ilk araçlar olmuştur. Daha sonra, çok yavaş elde edilen bir deney birikimiyle, kesmek ve kazmak için kullandıkları basit araçları yapmayı öğrendiler. Doğaya karşı yürütülen mücadelede ateşin bulunuşu, büyük önem taşır. Ateş, ilkel insana, besinini çeşitlendirme olanağını verdi. Ok ve yayların bulunuşu ise, ilkel insana, üretici güçlerin gelişmesinde yeni bir aşama sağladı. Bu andan itibaren insanlar, kendilerini daha çok avlanmaya verebilecek ve daha çok hayvansal besinler sağlayabilecektir. Avcılığın ilerlemesi, ilkel hayvancılığın doğuşuna uygun bu dönemde başlar. Tarım, üretici güclerin gelişmesinde yeni bir adım oldu; uzun bir süre çok düşük bir düzeyde kaldı. Tarımda hayvan kullanılmaya başlanması, tarımsal emeğin üretkenliğini artırdığı gibi, tarımda sağlam bir temel meydana getirmişti. Bundan sonra, insanın, yerleşik bir hayata geçtiğine tanık oluyoruz. İlkel toplumda, üretim ilişkileri, üretici güçlerin durumuna bağlıydı. Üretim ilişkilerinin temelini, iş aletlerinin ve basit üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyeti teşkil eder. Bu [sayfa 31] üretim ilişkisi, bu dönemde, üretici güçlerin gelişme düzeyine uygundu. İlkel toplumda iş araçları öylesine basitti ki, insanlar, tek başlarına doğa kuvvetlerine ve vahşi hayvanlara karşı koyamıyorlardı. Bu yüzden, gruplar halinde, topluluklar halinde, hayvan avlayarak, balık avlayarak, besin maddeleri sağlayarak yaşıyorlardı. Üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyeti yanında, komün üyeleri, vahşi hayvanlara karşı savunma araçları olarak kullandıkları kişisel bazı iş araçlarına da sahiptiler. İlkel toplumda emeğin üretkenliği azdı; ve yaşamak için zorunlu olandan fazla hiç bir şey yaratamazdı. İş düzeni, basit işbirliği üzerine kurulmuştu: birçok kişi, bir tek ve aynı görevi yaparlardı. İnsanın insan tarafından sömürülmesi yoktu. Pek bol olmayan besin, komün üyeleri arasında eşit olarak paylaşılırdı. İnsanlar, hayvansal niteliğin ağır basmasından kesin olarak ayrılamadıkları sürece, hep bir arada, sürüler halinde yaşadılar. Toplumun soya (gentes) göre örgütlenmesi, daha sonra, yavaş yavaş, ev ekonomisine geçişle oldu. Aile bağlarının bir araya getirdiği kimseler, ortaklaşa çalışmak üzere gruplaşıyorlardı. Başlangıçta gens, beş-on kişilik gruplardan ibaretti. Daha sonra yüzlerce kişilik gruplar haline geldi. İş araçlarının evrimi ile gensin bünyesinde, erkeklerle kadınlar arasında, gençlerle çocuk ve ihtiyarlar arasında olmak üzere doğal işbölümü meydana geldi. Avcılık yapan erkeklerin kendi işlerinde, bitkisel besin maddeleri toplayan kadınların da kendi işlerinde uzmanlaşmaları ile birlikte emeğin üretkenliği de arttı. Klan rejiminin ilk aşamasında üstün otoriteye sahip olan kadındır. Besin bitkileri toplar, ev işleriyle uğraşırdı: bu, anaerkil rejimdir. Daha sonra, hayvancılık ile tarım, erkeklerin işi haline gelince, anaerkilliğin yerini ataerkillik aldı, ve klan içinde başlıca rol bu kez de erkeğe geçti. Hayvancılığa ve tarıma geçişle toplumsal işbölümü dönemine girilir, yani toplumun bir kesimi esas olarak [sayfa 32] tarımla uğraşırken, diğer bir kesimi de hayvancılıkla uğraşır. Hayvan yetiştirme ile tarım arasındaki bu bölünme, tarihte, birinci büyük işbölümünü meydana getirir. Bu toplumsal işbölümü sayesinde, insan emeği, daha üretken olmuştur. Bunun sonucu olarak, komünlerde, bazı ürünlerde fazlalık ve bazı ürünlere de gereksinme vardı. Bu durum, çoban ve tarımcı kabileler arasında ürünlerin değişimi için elverişli bir ortam yarattı. Daha sonra, insanlar, bakır ve kalay madenlerini eritmeyi (demir üretimi daha sonra başlar), tunç araçlar, silahlar, araç ve gereçler üretmeyi öğrendiler; elbise ve kumaşların yapımını büyük ölçüde kolaylaştıran dokuma zanaatı bulununca, komün üyeleri, birer zanaat icrasına koyuldular ve emeklerinin ürünü gittikçe daha sık değişebilir duruma geldi. Üretici güçlerin gelişmesi, insan emeğinin üretkenliğini, insanın doğaya üstünlüğünü, tüketim nesnelerinin yedek olarak birikimini hissedilir ölçü de artırdı. Ama toplumun bu yeni üretici güçleri, üretim ilişkilerine artık uygun düşmüyordu. Komünal mülkiyetin dar çerçevesi, emek ürünlerinin üleşimindeki eşitleştirme, üretici güçlerin gelişmesini dizginliyordu. OrtakIaşa çalışma, zorunlu olmaktan çıkınca, bireysel emek, daha üretken oldu. Ortaklaşa çalışma üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyetini gerektirmesine karşılık, bireysel çalışma da üretim araçlarının özel mülkiyetini gerektiyordu. Üretim araçlarında özel mülkiyet şeklinin ortaya çıkmasıyla birlikte, kabileler arasında olduğu gibi, insanlar arasında da servet eşitsizliğinin belirdiği görüldü. İnsanlar, zengin ve yoksul olarak bölündüler. Üretici güççlerin gelişmesiyle, insanlar, kendilerine gerekli olandan fazla yaşama araçları ürettiler. Bu koşullarda, savaşla elde edilen daha çok çalışan insan kullanılması mümkün hale geliyor: tutsaklar köle durumuna getiriliyorlar. İlkin kölelik, ataerkil (aile içinde) bir özelliğe sahipti, daha sonra yeni düzenin temeli oldu. Köle emeği, eşitsizliği keskinleştirdi; köleleri sömüren aileler hızla zenginleştiler. Servet eşitsizliğinin şiddetlenmesiyle, zenginler, [sayfa 33] yoksul ve borçlu olan kendi yurttaşlarını da köleleştiriyorlardı. Toplum, ilk kez köle sahipleri ve köleler halinde sınıflara bölündü. İşte, insanın insan tarafından sömürülmesi böylece ortaya çıktı. İnsanlık tarihi, bu çağdan başlayarak, sosyalizmin kuruluşuna kadar, sömürenle sömürülenler arasındaki sınıf mücadelelerinin tarihi olmuştur. İnsanlar arasında artan eşitsizlik, giderek sömürenler sınıfı tarafından, sömürülen sınıf üzerinde yürütülen baskı organı olarak, devletin kuruluşunu da getirdi. İşte, ilkel komünal üretim tarzının yıkıntıları üzerinde köleliğin doğuşu böyle olmuştur. (Nikitin-Ekonomi Politik) Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Yukarıdaki tartışmaların tümünü okuduğumu iddia edemem.. Ancak söylemek istediğim bir kaç şey var. Sevgili bilimselci ile anlaşamadığımız nadir konulardan biriydi ahlak... Ben bilim temelli bir ahlaki yapı oluşturulamayacağını iddia ederken, sevgili bilimselci aksini iddia ediyordu. Görüyorum ki aynı iddiasında hala ısrarlı... "İyi bir yemek tarifleri kitabı tadı tuzu yerinde bir yemek hazırlamak için gereken tüm durum ve koşulları belirt(e)mez. Yaşam da öyle... Sonlu sayıda bir takım kuralı bir araya getirip "işte ahlakın kesin temel taşları bunlar" demek bir yerde imkansız. Çünkü insan doğası sabit değil, toplumsal olarak koşullanıyor." Yukarıdaki ifadeyi fırsat buldukça kullanmaya çalışıyorum; zira "ahlak" dediğimiz kavramın değişkenliğini çok yalın bir şekilde anlatıyor. "Ahlak" ın temeli kültürdür. Bir toplumun kültürel dokusu, aynı zamanda ahlaki yapının da temel niteliklerini belirler. Bu özellik de bilimsel yöntemden çok "zihniyet" le ilintilidir. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 İlkel toplumlarda dinin pat diye sömürücü zihniyet tarafından tüm detaylarıyla oluşturulduğunu söylemedim. Din olgusunun, binlerce yıl içerisinde, imtiyazcı kesimce oluşturulan, egemen ahlakın kutsallığa ataması sonucu dogmalaştırıp, kesinlik kazandırılarak çıkar amacına yönelik oluşturulduğunu söyledim. Şimdi ilkel toplumda sömürücü zihniyetten söz edilemeyeceğini sayın demirefe'ye verdiğim cevapta görebilirsiniz. Sömürücü sınıflar ortaya din atıp işte buna inanın dememişlerdir. Varolan/güçlenen dinleri kendi sınıfsal çıkarları için kullanmışlardır. İlk hristiyanların (ki bunlar düzene başkaldırıyorlardı) peşine düşen Roma daha sonra bu dini resmileştirdi ve egemen sınıflar ortaçağ boyunca dini kullandı. Ama dinin ilk kez sömürücü sınıflar tarafından ortaya atıldığını dahası ilkel toplumda böyle bir sınıf olduğunu ifade etmek marksizm ile çelişir. Eğer böyle bir iddianız yoksa sorun yok. Bu noktada, Marksizmin kurucularının din konusunda söyledikleri; Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesine Giriş adlı doktora tezinde; din dışı eleştirinin temelini; “İnsanı yapan din değil, dini yapan insandır” tezinin oluşturduğunu söyler. Ona göre üretim ilişkileri, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini üretir. Çünkü, mevcut sınıflı toplumlar alt üst olmuş bir dünya oluşturur. Burada bir problem yok. Devamında da: "Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor." deniyor. Buradan da anladığımız, dini kuranlar sömürenlerin değil sömürülenlerin isteklerine cevap verirler başta. Halk arasında yayılabilmelerinin yegane yolu da budur zaten. Fakat bu protesto belli bir müddet sonra egemenlerin elinde güçlü bir koz haline dönüşür. Bu da dinin kendi içinde yaşadığı bir diyalektiktir. "Her şey karşıtına dönüşür." Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Yukarıdaki tartışmaların tümünü okuduğumu iddia edemem.. Ancak söylemek istediğim bir kaç şey var. Sevgili bilimselci ile anlaşamadığımız nadir konulardan biriydi ahlak... Ben bilim temelli bir ahlaki yapı oluşturulamayacağını iddia ederken, sevgili bilimselci aksini iddia ediyordu. Görüyorum ki aynı iddiasında hala ısrarlı... "İyi bir yemek tarifleri kitabı tadı tuzu yerinde bir yemek hazırlamak için gereken tüm durum ve koşulları belirt(e)mez. Yaşam da öyle... Sonlu sayıda bir takım kuralı bir araya getirip "işte ahlakın kesin temel taşları bunlar" demek bir yerde imkansız. Çünkü insan doğası sabit değil, toplumsal olarak koşullanıyor." Yukarıdaki ifadeyi fırsat buldukça kullanmaya çalışıyorum; zira "ahlak" dediğimiz kavramın değişkenliğini çok yalın bir şekilde anlatıyor. "Ahlak" ın temeli kültürdür. Bir toplumun kültürel dokusu, aynı zamanda ahlaki yapının da temel niteliklerini belirler. Bu özellik de bilimsel yöntemden çok "zihniyet" le ilintilidir. Doğru bir yaklaşım. Ahlak egemen sınıfların elindeki bir başka araç olmuştur. Tarifinizde olduğu gibi çok yönlü bir diyalektik içindedir. Sabit değildir. Köleci toplumda bir efendinin çiftliğindeki köle barınağının kapısını açıp hepsini salıvermek iyi bir davranış mıdır? Köleler için harikulade iyi, efendi için affedilmez derecede kötü bir davranıştır. Bu durumda ahlak toplum içinde sınıflara göre de değişebilen bir kavramdır. İşin içine sınıfsal çıkarlar da dahil her türlü çelişki sokularak düşünülmelidir. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 İnsanlık, mağaralarda klanlar halinde yaşamaktan bugün ki haline geldi. Din hep vardı. Ahlak da hep vardı. Evrimi kabul ediyorsak bu durumda dinin belli bir noktadan sonra şu veya bu şekilde ortaya çıktığını düşünebiliriz. İnsan pat diye dünyaya gökten düştü ve düştüğü andan itibaren din ve ahlak hep vardı yargısı kendi içinde tutarlı olabilir belki. (Çünkü burada insana bir başlangıç veriliyor.) Ama evrim kabul ediliyorsa (ki elimizdeki yegane bilimsel teori budur) din hep vardı yargısı kabul edilemez. Sonradan ortaya çıkmıştır. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Kısa cevapla: hayvandan evrilen insanın ilk kurduğu topluma ilkel komün diyoruz. İnsan nasıl dil, ahlak, din, hukuk, devlet gibi kavramları sonradan kazanmışsa sömürüyü de sonradan kazanmıştır. Biz göklerden geldiğini ifade etmedik. Onu din herzaman vardı (ademle geldi) diyenlere anlatmak gerek. Ancak sömürü ve imtiyazlılık, insanın olduğu her yerde vardı. Bu olguların korunması için de ahlak, din, töre, devlet ve hukuk oluşturuldu. Zira ilkel komün üretimin çok az/ yetersiz olduğu bir aşamayı ifade eder dolayısıyla bu toplumda sömürülecek bir artı-değer yoktur zaten. Bu yüzden ilkel komünal toplumda sömürü yoktur diyoruz. "Ben"ci öz olan insanoğlunda çıkarcı zihniyet her zaman olacaktır. İyi, güzel, fazlalık, rahatlık tercihi insan özüne özgü özellikler. İlkel toplumlarda güçlü olanların bu tür tercihleri, imtiyazlarından dolayı sömürü olarak kullanmadıkları ne malum. Bizler lkel toplumlarda yaşamadık. Fotoğraf çekmiş gibi tüm ayrıntıları bilemeyiz. Bazı öznel görüşleri bilimsellik gibi anlatamayız. Bilimsel gerçekler hikaye olamazlar. Sadece bulguları ve belgeleri konuşturmak gerekir. İlkel toplumda sömürü yoktur ifadesi Marks'ın dahi olsa(ki yok öyle bir şey), önce tümdengelim ilkesiyle örtüşüp örtüşmediğine bakarım. Zira insan özü bizlere yabancı da değil. Uzun Cevapla:1. İLKEL KOMÜNAL ÜRETİM TARZI Yeryüzünde insanın ortaya çıkması konusunda bilim, aşağıdaki açıklamayı veriyor. Aşağıdaki açıklamayı bilim vermiyor. Aşağıdaki açıklama senin imzanı taşıyor. Bilimsel ise, bilimsel kaynak göstermelisin. Kaldıki o bilimsel kaynağında bulgu ve belgeleri olması gerek. Avrupa'nın, Asya ve Afrika'nın iklimi sıcak olan çeşitli bölgelerinde, yüksek düzeyde gelişmiş bir tür maymun yaşmaktaydı. Uzun bir dönem sonunda, insan, bu maymundan çıktı. İnsanla hayvan arasındaki başlıca fark, önce, tamamen ilkel de olsa, insanın, iş [sayfa 30] aletleri yapmakla kendini belli etmiştir. İnsanın çalışması o zaman başlar. Çalışma sayesinde, maymunların kol ve bacaklarında yavaş yavaş değişmeler oldu. İnsan maymundan çıkmadı. Maymun ile hominina arasında 6, insansı türler olarak ta arasında 12 insansı tür var. Bu süreç 4-5 milyon yıla tekabül ediyor. Maymunun kol ve bacakları çalışma ile alet ile gelişerek insan olmadı. Bunlar uydurulmuş hikayeler. Milyonlarca yıl süren evrim süreci henüz bulgularla çözümlenmeye çalışılıyor. Hiç bir netlik yok. Bizden önce alet kullanan tür yalnızca geriye neanderthal insanlara kadar 4 tür var. Bu türlerin bile birlikte yaşayıp yaşamadıkları, birbirlerini kullanıp kullanmadıkları(sömürü) bilinmiyor. Neandertal insan soyunun nasıl tükendiği kesin olarak bilinmemektedir. Bazı teorilere göre daha zeki ve daha yetenekli olan Homo sapiens veya Homo sapiens-sapiens(çağımız insanı) tarafından yok edilmişlerdir. İşte sana bir sömürü tezi. Cetlerimiz çalışmak için ellerini kullandıkça ayakta durmayı öğrendiler. İlkel iş aletlerinin yapımıyla birlikte, ilk insanlar, kendi aralarında, iş aletlerinin kullanımında güçlerini birleştirme gereğini de duydular. Bu sırada tek heceli konuşma dili de başladı. Çalışma ve çalışma ile birlikte tek heceli dil, beynin gelişmesi üzerinde kesin etki yaptı. Bundan dolayı, insanı yaratan iştir (çalışmadır), iş sayesindedir ki, insan toplumu oluşmuş ve gelişmiştir. İlk toplumsal, ekonomik kuruluş, ilkel komün olmuştur ve bu, yüzbinlerce yıl sürdü. Modern insanın yaşı henüz 50 bin dir. İlkel komün yaşamı nasıl birkaç yüzbinyıl sürüyor? Lutfen hikaye anlatmayalım. İlkel toplumda emeğin üretkenliği azdı; ve yaşamak için zorunlu olandan fazla hiç bir şey yaratamazdı. İş düzeni, basit işbirliği üzerine kurulmuştu: birçok kişi, bir tek ve aynı görevi yaparlardı. İnsanın insan tarafından sömürülmesi yoktu. Pek bol olmayan besin, komün üyeleri arasında eşit olarak paylaşılırdı. Antropolojik veriler: Özellikle Ortadoğu'yu anaerkil, ilkel komünal toplumun ilk çözüldüğü (bununla beraber uygarlığın ilk emeklediği dönemdir) yer olarak akbul edersek, incelenen kemikler de sınıflı toplumların izlerini, etkisini görebiliriz. İlkel komünal toplumlarda yaşamış bireyin kemikleri, belki bir kaç yüz yıl sonra aynı bölgede ölmüş bir bireyin kemiklerinden daha çok ve çeşitli besinler aldığını bize gösterir. Öte yandan, kemiklerdeki kırıklar ve aşınma izlerinin de "doğal" yollarla değil, insan yapımı silahlarla oluştuğunu; belli kemik bölgelerinde ise aşınmaların "çalışmanın" sonucunda (örneğin bir şeyi çekmek için ipin omuza asılması ve köprücük kemiğinin zedelenmesi) olduğunun ortaya çıkması; toplu mezarlardaki kemiklerin, anaerkil toplumlardaki ritüellerle kıyaslandığında çok daha düzensiz ve aile bireyleri dışında kişilerin de var olduğu tespit edilenler arasındadır. Bunlar neolitik devrin sömürü izleridir. Farklı coğrafyalar da, farklı zamanlarda aynı farkların gözlemlendiği de bilinmektedir. Dolayısıyla anaerkil sınıfsız toplumdan, sınıflı topluma geçiş, emek araçlarının kullanımıyla paraleldir.Tarihsel veriler: Gene ilkel çağlardan kalma eşyalar incelendiğinde, izole edilmiş ilkel komünal toplumdaki malzemelerle, neolotik çağ sonrasına denk düşen araçlar arasında muazzam farklılıklarda gündeme gelir. Örneğin avlanmaktan çok, baskı unsuru olarak kullanılacak silahların yapımı, belli bir egemen sınıf etrafında toplanan silahlı örgütlerin ilk oluşumunu gösterir. yazıtlar, şiirler, mağara resimleri gibi kalan izler ise iki farklı üretim ilişkisinin kıyaslanmasın da son derece sağlam verilr verir. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Şimdi ilkel toplumda sömürücü zihniyetten söz edilemeyeceğini Sonunda iddiayı birisi sahiplendi. Fakat bu görüşe katılmam mümkün değil. Organize, kurumsal sömürü oluşmamıştır ama hiç bir sömürü yok demek olanaksızdır. Kısaca bahsettiğim gibi kabile büyücüsü ve kabile şefi mutlaka kendilerine ayrıcalıklar sağlamışlardır. Bırakın insanı, şempanze toplumunda bile bireyler eşit değildir. Bunu da bırakın, ilk bir hücreliler bile kolay ve konsantre besin olarak birbirlerini görmüşlerdir. Karıncaların yaprak bitlerini sömürmediklerini kim iddia edebilir? Tabii ki çok kesin ve temel bir görüş ayrılığından söz etmiyorum burada, söz konusu ettiğim yorum farkı. Uzun uzadıya münakaşalara girmemize gerek yok. Ama yani sömürünün olmadığını söylemek olanaksız. En azından cinsiyet sömürüsü var. Siz hiç dişi lideri olan şempanze, aslan, kurt, geyik sürüsü gördünüz mü? İlkel insanın bu mirası devralmamış olması düşünülemez. İnsan henüz yeni bir gelişkin kültürel düzeye evrilmiştir. Bu düzey öncesi kültür, insanlık tarihinden de çok eskiye dayanır. Diyeceğim, toplumsal, organize, işbirlikçi sömürüye tamam, ama sömürünün de ilkeli vardır. Buradan nereye geliyoruz, din en ilkel şekliyle ve en ilkel toplumda bile bir sömürü aracıdır. Kabile büyücüsü şifa sağladığı, ruhlarla bağlantı kurduğu, kötülükleri savdığı iddiasıyla kabileyi sömürmektedir... Kabile şefi de bu iddialara ortaklık etmekte, çünkü iktidarını bu yolla güçlendirmekte ve o da kabileyi sömürmektedir... Hatta bu da bir ilkel de olsa organize oluş ve işbirlikçiliktir... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 "Ahlak" ın temeli kültürdür. Değerli yam_yam, insanın tüm, total kültürel birikimi, "bildikleri" ile doğrudan ilintili ve sınırlıdır. Dolayısıyla bilimden, bilgiden başka hiç bir temeli kesinlikle kabul etmem. O halde iyi bir yemek yapmak için esin, ilham, vahiy filan aldığını varsayacaksın. Bilim konusunda hiç bir taviz veremem. "Bu konida hassasum!" İnsanın bir doğasıyla getirdikleri vardır, bu hayvanlarla ortak yanıdır, bir de öğrendiği bilgilerle şekillendirdiği kültürü. İnsan için "bildiğinden" başkası yoktur. Kesinlikle ve kesinlikle kültürümüzü "bildiklerimiz" yani bilim şekillendirir. Kültürü de, ahlakı da, felsefeyi de, dini de, her şeyi... Bilime toz bile konmasına gönlüm razı olmaz benim! Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 İnsan maymundan çıkmadı. Çok yerinde bir uyarı. "Bilimsel" düşünenlerin farkı hemen anlaşılıyor. Yani bilimselci arkadaşımdan benim bir çıkarım yok, ne bana maaş ödüyor, ne aferinleşip ego yapma derdimiz yok. Ama gerçekten "bilimselci" sıfatını hak ediyor. İnsan maymundan geldi demek, bilime aykırıdır. Doğrusu şudur: İnsan en yakın tür olan şempanze ve görece daha uzak türler olan goril, bonobo, orangutan gibi türlerle ortak bir atadan evrilmişlerdir. Bugün yaşayan hiç bir tür arasında atalık ilişkisi yoktur. Kuzenlik söz konusu... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Avrupa'lıların Afrika'lıları köleleştirmesini sağlayan ana unsur ellerinde ki din ürünü kutsal kitap değil. tüfeklerdir. Tüfekler askeri bir yenilgi sağlar, ama sömürüyü sağlamaz. Aksi halde güç zoru ile yenilen Afrikalıların yine güç zoru ile kırbaçla, zincire vurulu şekilde çalıştırılması gerekirdi. Bunu bir süre yapsan da ilanihaye gitmez. Sömüreceğin insanları bir şekilde ikna etmek zorundasın. "Zorla da olsa biz size sizin iyiliğiniz için siz farkında olmasanız bile bir hidayet getirdik" diye empoze etmen gerek. Bunun aracı da İncil olmuştur... Alıntı
Φ harent Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Cyrano dostum, Ben ahlakın tanımını asmaktan usandım. Ama sen kavrayamadın. Bir kez daha ascağım ve bu tanım çerçevesinde listelediğim olguların hangisi ahlak tanımına uymuyor? Nedenini lutfen açıklarmısın? Bu olgular tarihte daha önce de vardı diyorsun... O halde Listelediklerim sana göre ilahın toplumlardan kopyasımı, yoksa kendi icadımı? Listeden sadece ikisini misal alalım. "Hiç hürle köle bir olurmu?" Ve "erkeğe tabi olunuz."... Bunlar ilahın kendi fikirlerimi yoksa tarihten kopyamı? Amacının konuyu çarpıtmak olduğu iyice anlaşıldı artık. Ama ben doğruları sana kabul ettirene kadar usanmayacağım. Sonuna kadar götürelim. Diğer iddialarına gelince, konuyu karmaşaya boğmamak adına, benim ne derece marksist ya da bilimselci olduğumu daha sonra cevaplayacağım söz veriyorum. Adım adım gidelim. Ahlak; kelimenin en dar anlamıyla, neyin doğru veya yanlış sayıldığı (sayılması gerektiği) ile ilgilenir. Terim genellikle kültürel, dinî, seküler ve felsefi topluluklar tarafından, insanların (subjektif olarak) çeşitli davranışlarının yanlış veya doğru oluşunu belirleyen bir yargı ve ilkeler sistemi kavramı ve/veya inancı için kullanılır. Sayin Bilimselci, bir onceki sayfada ben acikladim. Okursaniz eger sorularinizada cevap bulursunuz. Alıntı
Φ harent Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Tüfekler askeri bir yenilgi sağlar, ama sömürüyü sağlamaz. Aksi halde güç zoru ile yenilen Afrikalıların yine güç zoru ile kırbaçla, zincire vurulu şekilde çalıştırılması gerekirdi. Bunu bir süre yapsan da ilanihaye gitmez. Sömüreceğin insanları bir şekilde ikna etmek zorundasın. "Zorla da olsa biz size sizin iyiliğiniz için siz farkında olmasanız bile bir hidayet getirdik" diye empoze etmen gerek. Bunun aracı da İncil olmuştur... Tamamen meraktan soruyorum, lisede ya da unuversitede dunya tarihini okudunuz mu? Ya da onuda gectim, ikinci dunya savasi sonrasi ve soguk savas baslarinda Afrika'nin durumunu okudunuz mu? Yazdigim seyleri yazman bana sacma geliyor ama goruyorum ki, baslar okunup geri kalanlar okunmuyor. Lutfen, sonuna kadar okuyun. Afrikalilar somurge eylemlerinden en zarar almadan cikan toplumlardan biri diyebiliriz, bunun sebebi ise baslarindaki insanlarin bati tarafindan yonetilmesi. Batiyla "commonwealth" anlasmasi yapip, kendi topraklarinda uretilen herseye bati ortak oldu. Onlarin is gucu somuruldu. Nasil Nike simdi Asya'da ucuza isci calistiriyorsa, Afrika'da ki insanlarda hic pahasina calisiyorlar. Bakin tekrar soyluyorum , siz dinle insanlari karistiriyorsunuz. Bu dediklerinizin dinle alakasi yok. Din'i insanlar somurmuslerdir. Bu saydiklarinizin kapitalist toplumla alakali. Bilimsellik diyorsunuz, ama herseyi dine bagliyorsunuz. Yaptiginiz hic bilimsel degil ne yazikki... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 baslar okunup geri kalanlar okunmuyor. Sizin yazdığınız hiç bir satırda benim görüşlerimi çürütecek en küçük unsur göremedim, kusura bakmayınız... ***** Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Ancak sömürü ve imtiyazlılık, insanın olduğu her yerde vardı. Bu olguların korunması için de ahlak, din, töre, devlet ve hukuk oluşturuldu. Marksist olduğunu iddia eden birinden bunları duymak kişinin Marksizmin ne olduğundan haberi olmadığını gösteriyor. Sömürü ve imtiyazlılık insanın olduğu her yerde vardı, insan doğasının bir parçasıydı demek insanın doğal olarak sömürüden kurtulamayacağını ve ne sosyalizmin ne komünist toplumun insan doğasındaki bu olguyu değiştiremeyeceğini ifade etmek demektir. Sömürmek insan doğasında varsa vazgeçilemez bir olguysa Marks nasıl sömürüsüz bir toplumun var olabileceğini “bilimsel” bir öğretiyle ortaya koymaktadır. Evet çok gülünçtür bunlar. Tüm Marksist klasikler aksini iddia ederken hala dinin sömürünün korunması için oluşturulduğunu iddia etmek dediğim gibi marksizmden bi-haber birinin ben diyalektik materyalistim demesidir. Dinlerin oluşumunun ilk kez ortaya çıkışının sömürüyle alakası yoktur. Doğa karşısında acziyetinin farkına varan bilimsel bilgiden yoksun insanın tutunacak dalı olmuştur din. Büyü ve dinin kökenlerini araştıran klasik antropoloji çalışmasında Sir James Frazer şunları yazıyor:Bir vahşinin, daha gelişkin insanların doğa ve doğaüstü arasında çizdiği ayrımı anlaması pek zordur. Ona göre dünya büyük ölçüde doğaüstü güçler tarafından, yani kendisininki gibi itkiler ve dürtülerle hareket eden, yine kendisi gibi, kendisine yapılan merhamet, umut ve korku çağrılarına göre davranmaya müsait kişisel varlıklar tarafından işletilmektedir. Böyle tasavvur edilen bir dünyada doğanın gidişini kendi yararına etkileme gücü ona sınırsız görünür. Dualar, vaatler ve tehditler, tanrılardan iyi hava koşulları ve bol mahsul koparmasını sağlayabilir; ve eğer bir tanrı, zaman zaman onun da inandığı gibi, onun kendi kişiliğinde yeniden canlanacak olursa, o zaman daha yüksek hiçbir varlığa başvurma ihtiyacı duymaz; kendisinin ve hemcinslerinin mutluluğunu arttırmak için gerekli tüm güçleri kendisinde toplamıştır. [3] Ruhun bedenden ayrı ve bağımsız olduğu anlayışı vahşiliğin en uzak dönemine kadar uzanır. Bunun temeli çok açıktır. Biz uyurken ruh bedeni terk edip rüyalarda gezinir. Genişletme yoluyla, ölüm ve uyku arasındaki benzerlik (Shakespeare “ölümün ikinci beni” diyordu), ruhun ölümden sonra da varolmayı sürdürebildiği fikrine ilham vermiştir. Böylece ilk insanlar kendi içlerinde kendi bedenlerinden ayrı bir şey olduğu sonucuna vardılar. Bu, bedene komuta eden ve her türden inanılmaz şeyi, beden uyurken bile yapabilen ruhtur. Bu insanlar yine bilgece sözlerin yaşlı insanların ağzından çıktığına dikkat ederek, beden ölürken ruhun yaşamaya devam ettiği sonucuna vardılar. Göçme fikrine alışkın insanlar için ölüm, yolculuk için yiyecek ve gereçlere de ihtiyaç duyan ruhun göçü olarak görüldü. Önceleri sabit bir mekânı olmayan ruhlar, çoğunlukla bir sıkıntıya yol açarak salt gezinti yapıyor ve yaşayanları onların huzura erdirilmesi için olağanüstü mesafelere gitmeye zorluyorlardı. İşte burada dinsel seremonilerin kökenini görüyoruz. Sonuç olarak bu ruhların yardımı dua aracılığıyla elde edilebilirdi. Bu aşamada din (büyü), sanat ve bilim ayrışmış değillerdi. Kendi çevreleri üzerinde gerçek hakimiyet kurma araçlarından yoksun olan ilk insanlar, amaçlarına doğayla büyüye dayalı bir ilişki kurarak ve böylece onu kendi iradelerine tâbi kılarak ulaşmaya çalıştılar. İlk insanların kendi ruh-tanrılarına ve fetişlerine karşı tavırları son derece pratikti. Duaların niyeti sonuç elde etmekti. Bir insan kendi elleriyle bir put yapar ve onun önünde yere kapanırdı. Ama arzu edilen sonuç gelmezse, yakarış yoluyla almayı beceremediği şeyi şiddet yoluyla çekip çıkarmak için puta lânet okur ve ona vururdu. Rüyalar ve hayaletlerin bu ilginç dünyasında, ya da bu din dünyasında, ilkel akıl, olan biten her şeyi görünmeyen ruhların işi olarak görüyordu. Her çalı ve akıntı, dost ya da düşman bir canlı yaratıktı. Her şanslı olayın, her rüyanın, ağrı ya da duyumun sebebi bir ruhtu. Dinsel açıklamalar, doğa yasalarına dair bilgi eksikliğinin bıraktığı boşluğu doldurdu. Ölüm bile doğal bir olay olarak değil, tanrılara karşı işlenmiş bir suçun sonucu olarak görüldü. İnsan soyunun varoluşunun büyük bölümünde insanların zihinleri bu tür şeylerle dolu olmuştur. Üstelik bu yalnızca, insanların ilkel toplumlar olarak görmekten hoşlandığı toplumlarla sınırlı kalmamıştır. Aynı tür batıl inançlar biraz farklı kılıklar altında bugün de varolmayı sürdürüyorlar. Uygarlığın ince cilâsı altında, kökleri, yarı unutulmuş fakat alt edilmemiş uzak geçmişte olan ilkel akıldışı eğilimler ve fikirler gizlenmektedir. İnsanlar kendi varoluş koşulları üzerinde sıkı bir denetim kurmadıkça da, bunların kökü, nihayetinde insan bilincinden kazınmayacaktır. Kaynak: Aklın İsyanı:Dinin Rolü Bölümü "Ben"ci öz olan insanoğlunda çıkarcı zihniyet her zaman olacaktır. İyi, güzel, fazlalık, rahatlık tercihi insan özüne özgü özellikler. İlkel toplumlarda güçlü olanların bu tür tercihleri, imtiyazlarından dolayı sömürü olarak kullanmadıkları ne malum. Bizler lkel toplumlarda yaşamadık. Fotoğraf çekmiş gibi tüm ayrıntıları bilemeyiz. Bazı öznel görüşleri bilimsellik gibi anlatamayız. Bilimsel gerçekler hikaye olamazlar. Sadece bulguları ve belgeleri konuşturmak gerekir. İlkel toplumda sömürü yoktur ifadesi Marks'ın dahi olsa(ki yok öyle bir şey), önce tümdengelim ilkesiyle örtüşüp örtüşmediğine bakarım. Zira insan özü bizlere yabancı da değil. Şimdi kimin bilimsel gerçekleri hikaye olarak anladığına bakalım. 1. Hata: İnsanın doğasında bencilliğin ve sömürücülüğün olduğu iddiası. Sömürüyü içselleştirir ve insan doğasının bir parçası haline getirirsek mesela ırk gibi biz neden sömürünün ortadan kaldırılması için toplumsal mücadeleden örgütlenmekten bahsediyoruz ki? Madem insan doğasına yapışmış ve ayrılmaz bir bencillik ve sömürücülük var niye bunun ortadan kaldırılabileceğini savunuyoruz. Bu şuna benziyor. Biz bir devrim yapıp zencileri beyaz yapacağız. Marks sömürüyü insan doğasının bir parçası haline getirmiş ve bunu ortadan kaldırabileceğini zannetmiş bu mudur? Marksizmden anladığımız budur öyle mi? Bunu ancak felsefi yetersizlik olarak kabul edebilirim. 2.Hata: Eğer Marks böyle bir şey söylemişse o zaman: “İnsan özü bizlere yabancı değil buradan hareketle insanın sömürgen bir bencil olduğu sonucuna varabiliriz.” Şimdi biz içinde yaşadığımız kapitalist toplumun bizim bilincimizde oluşturduğu yabacılaşmadan soyutlanabilecek ve insanın gerçek özüne varabileceğiz öyle mi? Böylece varacağımız sonuç şu olacak: Evet tamam insan çıkarcıdır. Bak ben hep çıkarımı düşünüyorum. İnsan oğlu tarih boyunca hep çıkarını düşünmüştür. İnsan maymundan çıkmadı. Maymun ile hominina arasında 6, insansı türler olarak ta arasında 12 insansı tür var. Bu süreç 4-5 milyon yıla tekabül ediyor. Maymunun kol ve bacakları çalışma ile alet ile gelişerek insan olmadı. Bunlar uydurulmuş hikayeler. Şimdi sayın bilimselci burada hominia gibi teknik ve şaşaalı terimler yerine maymun kullanılmasını bilimdışı bulmuş. Aslında maymundan ne kastedildiği açık ama söz oyunlarıyla rakibi altetme çabası seziliyor. Öyleyse bir kitap ismi vereyim size. Bir “Marksist” olan size Marksizmin ünlü kurucusu Engels’in bir kitabının adı: “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” Belki bu kitap ismi maymunla kastedilenin hominialar olduğunu hatırlatır size. Milyonlarca yıl süren evrim süreci henüz bulgularla çözümlenmeye çalışılıyor. Hiç bir netlik yok. Bizden önce alet kullanan tür yalnızca geriye neanderthal insanlara kadar 4 tür var. Bu türlerin bile birlikte yaşayıp yaşamadıkları, birbirlerini kullanıp kullanmadıkları(sömürü) bilinmiyor. Neandertal insan soyunun nasıl tükendiği kesin olarak bilinmemektedir. Bazı teorilere göre daha zeki ve daha yetenekli olan Homo sapiens veya Homo sapiens-sapiens(çağımız insanı) tarafından yok edilmişlerdir. İşte sana bir sömürü tezi. Sayın bilimselci felsefe beklemez. Bilimin bulması belki binlerce yıl alacak olan alanları/bilgileri doldurur. Bilimin verileriyle doldurur. Sömürü deyince bir tavuğun başka bir tavuğun ağzındaki solucanı kapmasını anlamayın lütfen. Sömürü bir sınıfın sistemli bir biçimde ürettiği artı-değerin başka bir sınıf tarafından gaspedilmesidir. Tamamiyle toplumsaldır. Neanderthal insanlarının ürettiği bir artı değer mi vardı da sapiensler buna el koydular. Lütfen. Böyle abuk sömürü tezleri nikinize yakışmıyor. Modern insanın yaşı henüz 50 bin dir. İlkel komün yaşamı nasıl birkaç yüzbinyıl sürüyor? Lutfen hikaye anlatmayalım. Şimdi burada da yanlış bir bilgilenme söz konusu. İlkel komünden anladığınız ne? Modern insanın ilkelliği mi? Ki modern insanı neye göre tarif ediyorsunuz onu da anlamış değilim. Bu tarih de sürekli değişen bir olgu. Kuşkusuz, ağaca tırmanan maymunlar topluluğundan bir insan toplumu meydana gelinceye kadar -dünya tarihi içinde insan yaşamının bir saniyesine eşdeğer[1*]- yüzbinlerce yıl geçti. Ama sonunda bu da oldu. Maymun sürüsü ile insan toplumu arasında karakteristik ayrım olarak gene ne buluruz? Emek. Maymun sürüsü coğrafi durumun ya da komşu sürülerin direncinin ona tanıdığı beslenme bölgesinde otlanmakla yetiniyordu, yeni bir yemlenme alanı elde etmek için yürüyüşlere ve savaşımlara girişiyordu ama, yemlenme bölgesinde doğanın sağladığından, farkına varmadan kendi döküntüleriyle gübrelediği toprağın verdiğinden fazlasını elde edecek durumda değildi.Engels:Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü İlkel komün hominialardan insanlaşmaya uzun bir süreci kapsar. Aşağıdaki açıklamayı bilim vermiyor. Aşağıdaki açıklama senin imzanı taşıyor. Bilimsel ise, bilimsel kaynak göstermelisin. Kaldıki o bilimsel kaynağında bulgu ve belgeleri olması gerek. Şimdi benim nikimin nikitin olması Nikitin diye bir yazarın olmadığını ve bu kişinin de ekonomi politik adlı bir kitap yazmadığını göstermez. Senin bir “Marksist” olarak bu ismi duymamana şaşırdım doğrusu. P. Nikitin diye biri 1962 yılınd bu kitabı yazmış. Hamdi Konur’un yazdığı bu kitap Sol yayınları tarafından 1968’de ilk kez basılmış. Zubritski, Mitropolski, Kerov üçlüsünün yazdığı İlkel, Köleci ve Feodal Toplum adında bir başka kaynak daha var konuyla ilgili tavsiye edebileceğim. Google’da yazsan karşına çıkar. Alıntı
Φ harent Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Sizin yazdığınız hiç bir satırda benim görüşlerimi çürütecek en küçük unsur göremedim, kusura bakmayınız... ******. Cok komik. Ama anlayamadigim ben Deist biri olarak bu kadar ilimli oldugum halde, siz nasil bu kadar dar goruslu olabiliyorsunuz. Ben hic bir satirimda dine laf etmeyin DEMEDIM. Bunu bana ispat edemessiniz, dediklerinizin dinle alakasi olmadigini gosterdim. Dine inanmamanizi normal karsilarim kendimde inanmiyorum, ama bu onu yok sayacaginiz anlamina gelemez. Din vardir. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Sonunda iddiayı birisi sahiplendi. Fakat bu görüşe katılmam mümkün değil. Organize, kurumsal sömürü oluşmamıştır ama hiç bir sömürü yok demek olanaksızdır. Kısaca bahsettiğim gibi kabile büyücüsü ve kabile şefi mutlaka kendilerine ayrıcalıklar sağlamışlardır. Bırakın insanı, şempanze toplumunda bile bireyler eşit değildir. Bunu da bırakın, ilk bir hücreliler bile kolay ve konsantre besin olarak birbirlerini görmüşlerdir. Karıncaların yaprak bitlerini sömürmediklerini kim iddia edebilir? Tabii ki çok kesin ve temel bir görüş ayrılığından söz etmiyorum burada, söz konusu ettiğim yorum farkı. Uzun uzadıya münakaşalara girmemize gerek yok. Ama yani sömürünün olmadığını söylemek olanaksız. En azından cinsiyet sömürüsü var. Siz hiç dişi lideri olan şempanze, aslan, kurt, geyik sürüsü gördünüz mü? İlkel insanın bu mirası devralmamış olması düşünülemez. İnsan henüz yeni bir gelişkin kültürel düzeye evrilmiştir. Bu düzey öncesi kültür, insanlık tarihinden de çok eskiye dayanır. Diyeceğim, toplumsal, organize, işbirlikçi sömürüye tamam, ama sömürünün de ilkeli vardır. Buradan nereye geliyoruz, din en ilkel şekliyle ve en ilkel toplumda bile bir sömürü aracıdır. Kabile büyücüsü şifa sağladığı, ruhlarla bağlantı kurduğu, kötülükleri savdığı iddiasıyla kabileyi sömürmektedir... Kabile şefi de bu iddialara ortaklık etmekte, çünkü iktidarını bu yolla güçlendirmekte ve o da kabileyi sömürmektedir... Hatta bu da bir ilkel de olsa organize oluş ve işbirlikçiliktir... Tabi dediğim gibi tavuğun bir başka tavuğun ağzındaki solucanı kapmasıyla sınıflı toplumlardaki sömürüyü birbirine karıştırırsanız bu görüşüme de katılmanız mümkün olmaz. Ama bu yaptığınız sömürünü ne olduğunu çarpıtmaktan başka bir şey değildir. Sonuçta kitlelere verilen mesaj şudur sömürü zaten insan doğasında hatta tüm doğada olan bir şey kapitalistin işçiyi sömürmesinin de anormal bir tarafı yok. Olmaz efendim sizin kavramların içini boşaltmanıza müsaade edemeyiz. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Yukarıdaki tartışmaların tümünü okuduğumu iddia edemem.. Ancak söylemek istediğim bir kaç şey var. Sevgili bilimselci ile anlaşamadığımız nadir konulardan biriydi ahlak... Ben bilim temelli bir ahlaki yapı oluşturulamayacağını iddia ederken, sevgili bilimselci aksini iddia ediyordu. Görüyorum ki aynı iddiasında hala ısrarlı... "İyi bir yemek tarifleri kitabı tadı tuzu yerinde bir yemek hazırlamak için gereken tüm durum ve koşulları belirt(e)mez. Yaşam da öyle... Sonlu sayıda bir takım kuralı bir araya getirip "işte ahlakın kesin temel taşları bunlar" demek bir yerde imkansız. Çünkü insan doğası sabit değil, toplumsal olarak koşullanıyor." Yukarıdaki ifadeyi fırsat buldukça kullanmaya çalışıyorum; zira "ahlak" dediğimiz kavramın değişkenliğini çok yalın bir şekilde anlatıyor. "Ahlak" ın temeli kültürdür. Bir toplumun kültürel dokusu, aynı zamanda ahlaki yapının da temel niteliklerini belirler. Bu özellik de bilimsel yöntemden çok "zihniyet" le ilintilidir. İyi bir yemek kitabı belli bir süreçteki tad ve tuz adına, yeteri kadar gerekli durum ve koşulları belirtmiyorsa iyi bir yemek kitabı değildir. Ahlakta öyle; belli bir süreçteki insan yaşamında, insan yararına olan temel taşları ihtiva etmiyorsa iyi ahlak değildir. Toplumsal koşullanmalar, ahlak'ı referans alan insan doğasındaki "mutlu olma" özelliğini yok sayamaz. Ahlakın temelinin kültür olduğunda çelişkimiz yok. Ama kültür? Kültürün temeli ise bilgi. Bilginin ise sadece iki temeli var. Birisi vahy, diğerisi doğa gerçekleri yani bilim. Hangisi bilgi? Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 mesaj şudur sömürü zaten insan doğasında hatta tüm doğada olan bir şey kapitalistin işçiyi sömürmesinin de anormal bir tarafı yok. En küçük bir alakası bile yok! İnsan doğasına sadık kalmak zorunda değildir! Siz et yiyeceğinizde koyuna saldırıp dişlerinizle çiğ etini mi kemiriyorsunuz? İnsan dönüşmek ve giderek daha çok insan olmak zorundadır. Henüz doğasından tam kurtulmuş değildir, gelecekte belki et yemeyi de bırakacak, protein sentezleyip onu tüketecek... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Marksist olduğunu iddia eden birinden bunları duymak kişinin Marksizmin ne .. . . Şimdi benim nikimin nikitin olması Nikitin diye bir yazarın olmadığını ve bu kişinin de ekonomi politik adlı bir kitap yazmadığını göstermez. Senin bir “Marksist” olarak bu ismi duymamana şaşırdım doğrusu. P. Nikitin diye biri 1962 yılınd bu kitabı yazmış. Hamdi Konur’un yazdığı bu kitap Sol yayınları tarafından 1968’de ilk kez basılmış. Zubritski, Mitropolski, Kerov üçlüsünün yazdığı İlkel, Köleci ve Feodal Toplum adında bir başka kaynak daha var konuyla ilgili tavsiye edebileceğim. Google’da yazsan karşına çıkar. Dostum seni tebrik etmek istiyorum. Diyalektik Materyalist değilim. Galiyevciyim ve sahip olduğum sosyalizm anlayışı marksınkiyle oldukça farklı sayılır. Fakat tebrik etmek istediğim nokta, savunduğun görüşü gerçekten biliyorsun. Kişiler tartışmalarda referans olarak verdikleri, ve kendilerini öyle tanıttıkları felsefe ekollerine, ideolojilerine karşı söylemler geliştiriyorsa. İki ihtimal vardır. Ya savunduğu görüş hakkında bilgisi yoktur. Ya da tartışma da iddiacı olmak uğruna herşeye karşı çıkabilmektedir. Bilimselci arkadaşımıza bu tartışma da bir kere başka bir tartışmada kendi yazdıklarını kelime kelimesine yazdım, onlara şiddetle karşı çıktı. Diyalektik materyalizmin görüşlerini kelimesi kelimesine yazdım. Onlarada beni metafizikçi olmakla suçlayarak karşı çıktı Burada şimdi dostum güzel bir noktayı yakalamışsın. Marksist Bilimselci arkadaşımız, marksist ekonomik görüşün tam tersi olan bir görüşü savunmakta. İnsanın doğasında sömürünün olduğu iddiası liberal ekonomik görüşün iddiasıdır. Liberalizme göre pastadan ne kadar pay alacağı kişinin yeteneklerine kalmıştır. Ve bu doğal bir mücadeledir. Altını çizdiğin gibi "Bilimsel Sosyalizm" kavramı, insanın doğasında sömürüsüz komünal bir yaşam olduğunu, ve insanoğlunun gelişiminin eninde sonunda komünist bir dünyaya varacağını savunur. Ancak sömürü ve imtiyazlılık, insanın olduğu her yerde vardı..[/b][/font] Zira bu iddia tam olarak marksizmin özünü reddiye, liberalizmin özünü savunmadır. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Bilginin ise sadece iki temeli var. Birisi vahy, diğerisi doğa gerçekleri yani bilim. Hangisi bilgi Bilimselci dostum, izninle ve özür dileyerek: Bilginin ise sadece iki temeli olduğu iddiası var. İddianın birisi vahy, diğerisi doğa gerçekleri yani bilim. Hangi iddia doğru? şeklinde netleştirip soralım ki konu iyice anlaşılsın. Arkadaşlar artık ifade açığı aramaya başlayacaklar, öyle anlaşılıyor... Alıntı
Φ harent Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Ahlakın temelinin kültür olduğunda çelişkimiz yok. Ama kültür? Kültürün temeli ise bilgi. Bilginin ise sadece iki temeli var. Birisi vahy, diğerisi doğa gerçekleri yani bilim. Hangisi bilgi? Oncelikle kulturun iki anlami vardir : ilk anlami, topragin islenmesi, doganin islenilebilir hale getirilmesi. Ikinci anlami ise, dediginiz gibi bilgi alimina denilir. BUrada ise bilgi alimini ikiye ayiririz : teorik ve pratik olarak. Ama bu doga ya da vahy degildir. Teorik bilgilerden kastimiz, genel kultur mesela, kisinin kendisini kultive etmeside denilebilinir. Pratik bilgiler ise yine kendi arasinda ikiye ayrilir, kendini olcme seklidir yani yapmasini ve yasamasini bilmek. Yapmayi bilmek ; catal ve bicakla yemeyi ogrenmeniz gibi ama yasamayi bilmek daha farklidir mesela insanlara nasil davranmaniz gerektigini bilmeniz gibi. Dogaya gelelim. Sizin dediginiz sekilde gidiyorum. Doga canlilarin bir arada yasadigi bir yer olarak tanimlanilabilinir. Kultur doganin islenmis halidir. Levi Strauss, dogayi insanin icinde olan onun hayvani yapisi olarak tanimlayip, kulturude buyudugumuz toplumla kazandigimiz bilgiler olarak. Yani sonuc olarak kulturun temeli insan dogasi degildir. Kulturun temeli insan dogasi olsaydi eger, su anda Hobbes'un teoriside dogru olurdu. Insan dogasi felsefede olumsuz anlamlar tasir. Insan dogasi oldurur, keser, calar, tecavuz eder, zevklerinin esiri olur. Ahlak ise, kisinin kendi dogasina engel olup, bulundugu toplumla uyum icinde yasamasini saglayan bir anlasmadir. Ahlak din demek degildir. Siz ateistsiniz. Ama gidip ben nasil olsa hicbirseye inanmiyorum diyip, yan komsunuzu oldurur musunuz? Oldurmem diyorsaniz eger bunun nedeni din degil sizin kendinize koydugunuz, kulturunuzun getirdigi bazi kurallardir. Iyi ve kotu olarak adlandirdiginiz seylerdir. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Marksist olduğunu iddia eden birinden bunları duymak kişinin Marksizmin ne olduğundan haberi olmadığını gösteriyor. Sömürü ve imtiyazlılık insanın olduğu her yerde vardı, insan doğasının bir parçasıydı demek insanın doğal olarak sömürüden kurtulamayacağını ve ne sosyalizmin ne komünist toplumun insan doğasındaki bu olguyu değiştiremeyeceğini ifade etmek demektir. Sömürmek insan doğasında varsa vazgeçilemez bir olguysa Marks nasıl sömürüsüz bir toplumun var olabileceğini “bilimsel” bir öğretiyle ortaya koymaktadır. Evet çok gülünçtür bunlar. Sen kendine gül dostum. Gülünecek bir şey yok. Demekki Marks ta insan doğasındaki sömürü olgusunu değiştirmek için bilimsel öğretisini ortaya koyma gereği hissetmiş. Demekki gerçekmiş. Ama ben insanın kültürel olarak evrilmeyeceğinden bahsetmedim. Kaldıki kültürel devrim Marksizmin olmazsa olmazıdır. Bu tartışmada gelecek toplumlardaki sömürülerin devam edebileceğinden de asla bahsetmedim. Neyse amacını da anlayabilmiş değilim. Bakacağız... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mayıs , 2009 Bilimselci dostum, izninle ve özür dileyerek: Bilginin ise sadece iki temeli olduğu iddiası var. İddianın birisi vahy, diğerisi doğa gerçekleri yani bilim. Hangi iddia doğru? şeklinde netleştirip soralım ki konu iyice anlaşılsın. Arkadaşlar artık ifade açığı aramaya başlayacaklar, öyle anlaşılıyor... Doğrusun dostum. Yam yam arkadaşım için yazmıştım o ifadeyi ben. Onun anlayış tarzını bildiğimden. Zira bu konuyu çok tartıştık. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.