Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:
Sizin dediğiniz ölçütlere göre değerlendirilen yrgılara herkese göre değişir. Size göre iyidir benim için kötü olabilir, nesnel bir ölçütü yoktur bu değerlendirmelerin. Ama bilimsel ölçütlere göre oluşturulan yanlışlar veya doğrular herlese göre kabul edilmiştir. Çürütülmesi için sürecin yeniden başlaması gerekir. Bilimsel olarak en basit , 2+2=4 örneği tüm dünyada kabul edilmişken, sizin dediğinz ölçütler öznel olarak değişkenlik gösterir.

Siz bilimi kendini sınırların ötesine karışmayan madde olarak görürken, bugün bilim sayesinde birçok hastalık için çözümler bulunmuşlur. Bilim sayesinde teknoloji hayatımızı kolaylaştırabilmiştir. Düşünün bir kere nasıl sınırlar ötesinde kalabilir ki ?

 

Ya anlatmak istediklerimi doğru anlatamadım ya da anlattıklarımı yanlış anladınız Sayın deniz kızı!Benim düşüncelerime karşıt olarak yazdığınız düşünceler karşı cevap olarak yazdığım yazıda bu kabulden hareket ettiğim düşüncelerdir.Sizin anladığınız gibi ben bilimi küçük gören söylediklerine itibar edilmeyecek bir merci olarak algılamıyorum; ama siz beni tam da bu şekilde algılayıp cevap yazma zahmetinde bulunmuşsunuz.

 

MUHABBETLE...

Gönderi tarihi:
Ya anlatmak istediklerimi doğru anlatamadım ya da anlattıklarımı yanlış anladınız Sayın deniz kızı!Benim düşüncelerime karşıt olarak yazdığınız düşünceler karşı cevap olarak yazdığım yazıda bu kabulden hareket ettiğim düşüncelerdir.Sizin anladığınız gibi ben bilimi küçük gören söylediklerine itibar edilmeyecek bir merci olarak algılamıyorum; ama siz beni tam da bu şekilde algılayıp cevap yazma zahmetinde bulunmuşsunuz.

 

MUHABBETLE...

O zaman siz anlatma zahmetinde bulunun :)

Gönderi tarihi:
Russel metafizik ve bilimdeki temellerini neredeyse yazı boyunca iki taraflı düşünmeye çalışarak yorumlamış. Ben üstüne yorum katmak istemiyorum. Okursanız daha iyi olur kanaatindeyim. Tartıştığınız Russel ve metafizik konusuyla doğrudan ilintili bir yazı ve tartışmanıza yardımcı olacağı düşüncesiyle ekledim, yazı ayrıntısıyla okunmalı ve kısa bir özeti yapılmamalı diye düşünüyorum..

Saygılar...

 

Russell'e göre;

 

Bilimin dördüncü niteliği doğru olmasıdır. Çünkü bilimsel bir görüş, doğruluğuna inanmak için bazı sebepleri olan bir görüştür. Çünkü bilimsel görüş, doğruluğuna inanmak için içerisinde hiç yanlışın bulunmadığı doğrular taşıyan bir görüştür. Bilimsel olmayan bir görüş ise, doğru olabileceğinden değil, daha başka bazı sebeplerden dolayı inanılmakta olan bir görüştür.

 

Bertrand Russell; "Bilimden beklediğimiz" Sayfa: 16.

Gönderi tarihi:
insanı dönüştürmekten kastınız ne

Kastım şu ki, insan dinin öngördüğü gibi ahseni takvim suretinde filan yaratılmamıştır. Vahdetçilerin söylediği gibi rahman suretinde filan da değildir. Bunların hepsi gerçek dışı efsanelerdir. Gerçek şu ki insan bir hücreli canlılardan başlayan bir evrim sürecinin ürünüdür ve hâlen hayvansal kökenine fazlasıyla bağımlıdır. Primat takımından bir türdür. Kuyruksuz primatlar alt takımının bir üyesidir.

 

Evrimi hâlen sürmekte ve hayvansal kökeninden uzaklaşıp daha fazla insan olma yönünde çabalamaktadır. Kültürel evrimi ile bu yönde büyük mesafe kaydetmekle birlikte, biyolojik evrimi bakımından çok mesafe kaydetmiş sayılmıyor. Örneğin tribünde toplu halde bulunduklarında, şempanzelerle ortak sürü psikolojisi davranışları gösterirler. Çıkarlarını engelleyen diğer türdeşleri bireylere şiddet uygularlar.

 

Evrimi sürecek ve daha çok insana dönüşecektir. Her tür daha çok kendi olma yönünde evrimleşir. Şempanze de evrim içinde daha çok şempanze olmuştur, goril giderek daha çok goril olmuştur. Çünkü bir dağ sırası oluşurken büyüklü küçüklü bazı zirveler oluşur. Bu zirvelerden biri yok olup diğer bir zirveye katılmaz. Kendi düzeyinde bir zirve oluşumunu sürdürür...

Gönderi tarihi:
Sayın Tengeriin bilim dediğiniz maddeyle kendini sınırlayan ötesine karışmayan, karışamayan bir disiplin değil mi?

Çok merak ediyorum; siz bu "Madde/Nesne"nin "ÖTESİ"ni nasıl bilebiliyorsunuz?

Gerçekten merak ediyorum...

Bana bunun yolunu yordamını yöntemini gösterebilir misiniz?

 

Değer yargılarıyla ilgili pozitifist bilimin bir yargıyı yanlışlığı ve doğruluğu bağlamında kanıtladığını ben hatırlamıyorum.Üstünlük-eşitlik,iyilik-kötülük,saygı-saygısızlık,fedakarlık v.b. değerlerle ilgili doğruluğu yanlışlığı kanıtlanmış bir yasa gösterebilir misiniz?Yoksa bu alanlarda bilime atıfta bulunarak söyledikleriniz de bir ön kabul mü?

Sorduklarınızla ilgili kaynak verdim diye hatırlıyorum.

Açıp bir okursanız...

Bilimin bir şeyin yoktan var olamayacağını kanıtlaması için önce kendinin varlıktan kurtulması lazım.

Laf...

Termodinamiğin "Enerjinin Korunum Yasası" var...

Bir incele bakalım Bilim nasıl yoktan var etmenin mümkün olmadığını.

Söylediği şey sadece basit bir mantık yürütmedir ve oldukça tutarsız...

 

Şu söz çok ilginçtir Sayın Tengeriin:''Yok olduğunda Dünyaya zarar vermeyecek tek canlı insandır.

Evet, sık sık söylerim bu sözü...

İlk olarak bu forumda "figgaro" adlı arkadaşımdan duymuştum...

İkinci olarak size tavsiye ettiğim o kitaplarda da bu söz özellikle geçiyor ve üzerinde duruluyor...

Ve sizinde değindiğiniz üzere o kitapları bu kez daha bir ciddiyetle, okumanızı tavsiye ediyorum...

Gönderi tarihi:
Russel metafizik ve bilimdeki temellerini neredeyse yazı boyunca iki taraflı düşünmeye çalışarak yorumlamış.

Evet, bu dikkat çekici. Bilimi eleştirmiş de aynı zamanda. Tabii ki, bilim eleştirilerle yol alır. Dogmalar eleştiriden kendilerini muaf tutarak, muaf ilan ederek yol alma isteğindedirler. Arada böyle bir fark olmazsa bilim özelliğini ve farkını ortaya koyamamış olur.

 

Sözümü tuttum ve sabırla okudum zaten. Beni en çok ilgilendiren, determinizme yönelik sözleri oldu. Russell indeterminizme karşı determinizmi savunmuş bir düşünürdür. Burada ise determinizme yönelik eleştirileri var. Konu bilim eleştirisi ile aynı. Determinizm, indeterminist savlara yanıt vererek gelişir. İndeterminist savlar olmadan, gelişemez. Determinizm kendini, indeterminist savları çürüterek kanıtlar.

 

Örneğin Russell, güneşin her gün doğuyor olmasının, yarın da doğacağı savına yol açamayacağını söyleyen indeterminist sava şöyle yanıt vermiştir:

 

"Yarın güneşin doğmaması tabii ki olasıdır. Ancak böyle bir olasılığın gerçekleşmesinin de nedenleri olacaktır! :)

 

Garip gelebilir ama, Einstein gibi büyük bir bilimcinin, bilimsel kuramları yerden yere vuran, hatta alaya alan ve atom modeli ile dalga geçen söylemleri vardır. Elektronların güneşin etrafındaki gezegenler gibi çekirdek etrafında döndükleri atom modelini resmen tiye alır.

 

Einstein bilimi inkar mı etmiştir? Hayır. Konu çok başkadır. Bilim budur. Einstein belirsizliğe karşı determinizmi de şiddetle ve hatta inatla savunmuş, bu uğurda "tanrı zar atmaz" ünlü sözünü bile sarfetmekten çekinmemiştir. Bu söylemleri öyle bir çırpıda anlamak pek kolay değildir. Kendisine "dünyada kuantumu anlayan üç kişi olduğu söyleniyor, doğru mu?" diye sorulduğunda şaşkın bir yüz ifadesi takınıp: "Diğer ikisi kim?" diye sormuştur. Bunda bile ilkinin kendisi mi, yoksa örneğin Heisenberg mi olduğunu kastettiği bilinmiyor. "Tanrı zar atmaz" sözünün, tanrıya inanıyor mu olduğu anlamına geldiği sorularına da ısrarla yanıt vermemiş, sonunda bir gün "ben Spinoza'nın tanrısına inanıyorum" diyerek panteist olduğu imasında bulunmuştur.

Gönderi tarihi:
"Yarın güneşin doğmaması tabii ki olasıdır. Ancak böyle bir olasılığın gerçekleşmesinin de nedenleri olacaktır! :)

Yarın güneşin doğmamasının nedeni tanrı bile olsa, tanrının olma ve o müdaheleyi yapma nedenleri olacağı gibi :)

Gönderi tarihi:
Yarın güneşin doğmamasının nedeni tanrı bile olsa, tanrının olma ve o müdaheleyi yapma nedenleri olacağı gibi :)

Doğru... Bir başka gezegenin gelip çarpması da yarın güneşin doğmamasına neden olabilir. Efsanevi Marduk gezegeni belki de gerçektir canım, adı da belki Kardok'tur, illa Marduk olmak zorunda mı?

Gönderi tarihi:
Doğru... Bir başka gezegenin gelip çarpması da yarın güneşin doğmamasına neden olabilir. Efsanevi Marduk gezegeni belki de gerçektir canım, adı da belki Kardok'tur, illa Marduk olmak zorunda mı?

Benim bildiğim kadarıyla adı Nibiru :) Esas olarak Sümer yazıtlarında geçer çünkü. Marduk Akadlardan sonra gelen Babil dönemindeki ismidir gezegenin. Sade dil kullanan ilk dönem Sümerde gezegen olarak anlatılan Nibiru, binlerce yılda Babil'in süslü anlatımında Marduk'a dönüşür ve tanrısal karakter alır. Samuel Noah Kramer'in Nibiru'yu anlatan ve Sulu canavar anlamındaki Tiamat gezegenine çarpan Nibiru uydularının nasıl enuma eliş denen Mars Jüpiter arası astreoid kuşağını oluşturduğunu ve parçalanan Tiamatın suyunun önemli kısmının kuyruklu yıldızları ve kalan kısmının ise Ay (Kingu) ve Dünyayı oluşturduğunu anlatır Sümer yaratılış efsanesinde. Bunları Zacharia Sitchinin kitaplarında da bulmak mümkün tabi :D

Gönderi tarihi:
Cyrano, söylediklerin oldukça tutarlı ancak açık söyleyeyim; "önceki yazıların hepsini okudum" desem yalan olur; okumadım.

Yalnızca çok açık ve net bir soru soracağım tartışmaya yetişmek için ve yanıtın uzun olmayacağını tahmin ediyorum:

Ahlaki Kültürün tek kaynağı Din midir?

Yoksa Din olmadığı halde yaşamla ilgili öğretiler de birer ahlaki benimseyişler ortaya koyabilirler mi?

 

 

öncelikle hoşgeldin dostum. seni tekrar bu forumda görmek oldukça sevindirici :clover:

 

..........

 

Soruna gelirsek dostum soruna tüm açıklığımla cevap vereyim ama tartışmanın konusu bu değildi. Yani, Ahlakın tek kaynağı din midir? Yoksa değil midir ? Şeklinde bir tartışma yok bu topicte.

 

Bu tartışmaya neden olan iddia şudur ;

 

Bu durumda ahlak kavraminin din ile hic bir baglantisini olmadigini kuranin kendisini okuduktan sonra anlayabilirsiniz.

 

Zira böyle bir iddianın tek karşıt cevabı da, Din ahlak kültürünün tek kaynağıdır olmaz. Bu durumda acak iki yanlış olur.

 

Soruna cevabım dostum; Kesinlikle hayır. Ahlak'ın kaynağı değil kaynakları vardır. Bu kaynakların tümü insanoğlunun sosyal yaşamındadır. Ve sosyal yaşamında olan herşeydir. Din ahlak üzerinde etkileyen ve belirleyen işlevi gören düşünsel unsurlardan sadece birisidir. Diğer düşünsel unsurlar da olduğu gibi, maddi unsurlarda vardır.

 

Din, felsefe, devlet yapısı, ekonomi, üretim biçimi, sanat, eğitim, teknoloji, coğrafi şartlar, fiziksel özellikler, demografi, aile tipleri vs tümü ahlak üzerinde belirleyicidir. Tümü ahlak üzerinde etkendir.

 

Genel aile tipinin klanlar, aşiretler şeklinde olduğu bir toplumun ahlakıyla, dağınık ve küçük aile tiplerinin yaygın olduğu bir toplumun ahlakı farklılık gösterir. Aynı dine mensup olsalar bile mesela İtalyanlar ve İspanyollar. İtalyan toplumunun ahlakında aile ve ailevi değerler en önemli olgu iken, İspanyollar için böyle değildir. İkisi de katolik olduğu halde.

 

Bir tarım toplumunun ahlakı ile, ticaret toplumunun ahlakı arasında keskin farklar olur. Aynı dine mensup olsalarda. Mesela Bizans ve Rusya toplumlarının ahlakı birbirinden çok farklıdır ikisi de ortodoks olsa da.

 

Ya da göçebe bir yaşam süren toplumla, yerleşik yaşam süren toplumun ahlakı aynı olmaz. Kentsel yaşam süren bir toplumla, kırsal yaşam süren bir toplumun ahlakı aynı olmaz.

 

Yani, ahlaka kaynaklık eden maddi unsur çok fazladır. Din, felsefe, sanat, bilim, eğitim gibi düşünsel unsurlar mı daha baskındır. Yoksa daha önce bazılarını saydığım maddi unsurlar mı? Buna bile cevap vermek çok güçtür.

 

Bazıları hem etken hemde edilgendir. Tartışmanın başında söylediğim gibi oldukça karmaşık bir sosyolojik sorudur bu. Ve şu şöyle etkiler ve etkilemiştir şeklinde tam bir cevap vermek imkansız gibidir.

 

mesela dinin şöyle bir etkisi olmuştur şeklinde net bir tanım yapmak için, dinin olmadığı bir tarihi inceleyip farkları ortaya koymamız gerekir. Oysa din bilinen insanlık tarihi kadar eski bir kurumdur. İnsanlığın bugün eriştiği noktaya geldiği süreç boyunca din hep vardı. Din olmasaydı şöyle olurdu, din olduğu için böyle oldu şeklinde bir tespit yapabilir miyiz?

 

Devlet (sadece modern devlet aygıtlarını kastetmiyorum) kurumu da bilinen insanlık tarihi kadar eskidir, devlet olmasaydı şöyle olurdu şeklinde net bir tespit yapabilir miyiz? Bunun için de devletin olmadığı bir tarihsel süreci inceleyip farkları ortaya koymamız gerekir.

 

İnsanlık mağaralarda klanlar halinde yaşadığı günlerden bizim siber ortamda fikir alışverişi yapabildiğimiz günlere geldi. Çok uzun bir süreçte. Bu süreç boyunca varolan sosyal kurumların rolleri hakkında "olumlu" ve "olumsuz" şeklinde tespitler yapmak mümkün müdür ? Daha önce dediğim gibi, söz konusu kurumlar olmasaydı bugün hangi noktada olacağımızı bilebilir miyiz ?

 

"Ahlakın tek kaynağı dindir" ," ahlakla dinin hiçbir alakası yoktur" bu iki iddiada yanlışlık açısından birbirinden farksız iddialardır. Yine tartışmanın başında söylediğim gibi, karmaşık sosyolojik problemlere basit ve sığ cevap vermek olur. İnsanlık tarihi kadar eski iki kurumun birbiriyle olan ilişkisi, etken ve edilgenlik durumları hakkında tek cümleyle verilebilecek bir cevap vardır o da ; "Din, ahlakı oluşturan sosyal unsurlardan sadece bir tanesidir" olur.

 

Bir şeyi daha belirtmek isterim. Dinin ahlaka etkisi kadar, ahlakında dine etkisi olmuştur. Bugünün en yaygın dinleri olarka Hristiyanlık ve İslamı alalım. Hristiyanlık Roma'da, bizans'ta, kafkasya'da, iskandinavya'da kabul edildiği toplumların ahlakıyla yeniden şekillendirilmemiş midir ? İslam, pers ülkesinde, Anadolu'da, Endülüs'te, Arabistan'da farklı yorumlanmamış mıdır ?

 

Kısaca, Ahlak insanoğlunun birarada yaşamasıyla oluşmuş kurallar bütünüdür. İnsanoğlu nasıl yaşadıysa, yaşam biçimine neler etki ettiyse Ahlakın kaynağıda onlardır. Bir unsur insan yaşamı üzerinde ne kadar belirleyici olmuşsa, ahlak üzerinde de o kadar belirleyici olmuştur.

Gönderi tarihi:

Arkadaşımızın başlıkta söylemek istediği; ahlakın dinin etkisinde kalmadığının değil, aksine, ahlakı etkileyen dinin ahlakı olumsuz yönde etkilediği idi.

 

Bunu ise, şöyle bir cümle ile giriş yapıp, azhap suresi ayetleri ile de örneklendirmişti.

 

"Peki din ahlaki nedir? Müslümanlarin ahlaktan dem vurmalari ne kadar dogru?

Peki ahlak dinlerin tekelinde midir? Insanlarin ahlakli olmasi icin dinmi gereklidir? Insanin ahlakli , saygili olmasi icin neye ihtiyaci vardir? Bence sadece insan olmak ve dogaya, tüm canlilara saygilli olmak yeterlidir."

 

Din ahlakı yanlısı arkadaşlarımız, dinin ahlakı genelde olumsuz etkilediği görüşüne katılmadılar, karşı çıktılar.

 

Yani, tartışmanın özü; dinlerin ahlakı olumsuz yönde etkileyip etkilemedikleri idi. Bence ise; din ahlakının asıl gayesinin sömürü ve imtiyaz için oluşturulmuş olması idi.

 

Ahlakın, tarihteki asıl kaynağının üretim ilişkileri olduğunu, imtiyazcı ve çıkarcı kesimin ahlakı kendi istekleri çerçevesinde oluşturdukları, dahası da, dinle, devletle, töreyle, etnik soyut kavramlarla da desteklenmiş olduğunu savunduk.

 

Dinlerdeki tinsel vurgular bir kenara bırakılırsa. Aslında din ahlakının kökeninin de üretim ilişkileri olduğu, bu tür bir ahlak gökten gelen buyruklarla(!) da desteklenerek belli bir kesimin kontrolu ve çıkarları çerçevesinde oluşturulduğu, ama köleci, ortaçağ, feodal anlayışının izlerini taşıdığı açıkça görülmektedir'i savunduk. Tartışma böyle gelişti.

 

Sonuçta ahlakın kaynağı; hakça/eşitçe üretim ve paylaşım, insan sevgisi, demokratik bir yaşam olmalı, ama dinlerin de koruduğu, "hiç insanlar bir olurmu, kimi zengin kimi fakir, kimisi köle, kimisi üstün" insan anlayışından uzakta olmalı, imtıyazcı, sömürücü zihniyetten arındırılmalıdır.

Gönderi tarihi:
Cyrano dostum,

 

Daha önceki ikazıma rağmen bu polemik uslubuna devam etmekte israr ediyorsun. Seni uyarmıştım üslup hakkında. Ama dinlemiyorsun. Bir insanın az okumuş olması, okul solcusu tipinin olması, tartışmaya girdiğine pişman olman...

 

Sen bu gibi konulara polemik yapmak içinmi giriyorsun? Bende sana şimdi, bu polemiklerin karşılığında "senin saçının sayısı kadar kitap okudum, okumak değil anlamak önemli. Bu yüzden sen hala metafizikte, mistik kavramlarda çakılı kalmışsın, Okul gençleri gibi sen davranıyorsun, zira polemiklerin eksik olmuyor", şeklinde polemiği sürdürsem, mutlu mu olacaksın? Bu mutluluk orgazmı seni kaç gün idare edecek? Bize ne getirecek?

 

Öncelikle belirteyim ki uslup hakkında şikayet edebilmesi için bir kimsenin çamur atmadan tartışmayı öğrenmiş olması gerekir.

 

Cyrano dostumuzun bu şekilde düşünmesine şaşmamak gerek. Tipik bir metafizikçi zihniyeti. Zira metafizikçi; bilincin nesneden kopuk olduğunu iddia eder.

 

Sıkışınca yukarıda ki alıntıda olduğu gibi tartışmaya çalışan birinin uslup şikayetlerini şahsen ben ciddiye almam. Hele hele kelimesine dokunulmadan yazılan diyalektik materyalist görüşlere bu cevabı veren kişinin elbette felsefe bilgisi hakkında yorum yaparım :)

 

Uslubumda hiçbir sorun yoktur. Kişilerin kişiliğini değil fikirlerini, konu hakkında ki hakimiyet ve bilgilerini hedef alırım. Kişilerin yazdıkları, bildiğinin aynasıdır. Hiçkimse kusura bakmayacak felsefe tartışmak ciddi bir iştir.

 

 

Russell'in bilime önem verdiği bir sözünden dolayı, diyalektik materyalizme ters düştüğümü söyleyecek kadar ucuz polemiği devam ettirmeye çalışmak büyük bir talihsizlik.

 

Ben senin diyalektik materyalizmle nasıl ters düştüğünü bir çok şekilde açıkladım. Tek tek madde madde. Affına sığınarak senin konuya hakimiyetini sınamak için, kelimesine dokunmadan diyalektik materyalist iddiaları yazdım, sen bunlara "metafizikçi" görüşler diyerek karşı çıktın :)

 

İddia ettiklerinin diyalektik materyalizmin (bilimsel gerçeklere uygun felsefe yapma çabası diyerek) kıyasıya eleştirdiği ampiryokritisist felsefeye ait görüşler olduğunu ortaya koydum.

 

 

Tarihle gelen, tarihi materyalizme katkıları olan her filozofa, her sosyologa, bilime verdikleri öneme karşılık saygı duyuyorum. Taaki Hegel'e kadar. Metafizikçi yanı olsun yada olmasın. Senin ne kadar metafizik yanın, ne kadar bilimsel yanın var? İnsanlar tornadanmı çıkıyor?

 

Bunu dikkate almayacağını biliyorum ama, bence yapılacakların en doğru olanı, kişilik vurgulaması yapılmadan, polemiğe meydan vermeden fikirlerini söylemekte devam etmek. Aksi bizlere yakışmıyor.

 

Hiç kusura bakmayacaksın. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi metafizikçi olmakla itham eden birisinin iddia ettiklerine dayanak olarak metafizikçi bir filozofu göstermesi sadece ironiktir. Öte birşey değildir. Bunuda bu yazdığın kapatamaz :)

 

 

 

 

Neyse dikkat etmek, tartışmaya devam edip etmemek senin bileceğin bir iş.

 

Ahlak Felsefesi, tartıştığı, düşündüğü, açıklamaya çalıştığı bilgilerin kaynağını nereden alır? Doğadan alır diyorsan eğer; bu doğa gerçekleri bilimle ne derece örtüşür. Bu nasıl bir felsefedir? Yok eğer bu bilgiler doğadan değil de gökten geliyor diyorsan; bu bilimle ne kadar örtüşür, böyle bir felsefe nasıl bir felsefedir? söylermisin? Yoksa üçüncü bir açıklaman mı var? Varsa eğer, yine bilimle ne derece örtüşüyor?

 

Arkadaşımıza ısrarla analatamadığım nokta şudur; Felsefe bilimsel olup olmamakla ölçülecek ürünler vermez. Böyle ürünler veriyor olsaydı o zaman zaten bilim olurdu. Felsefenin soru sorduğu bir konunun cevabı bilimsel olup olmamakla ölçülebilseydi o soruyu zaten bilim sorardı.

 

Felsefi ürünleri bilimsel olup olmamakla ölçmeye çalışan felsefi görüş ampiryokritisizmdir. Diyalektik materyalistler bu sebeple ampiryokritisizmi felsefeyi dar sınılara mahkum etmekle suçlarlar. Ampiryokritisizm ortaya çıktığı günden itibaren diyalektik materyalist felsefecilerin eleştirisine maruz kalmıştır.

 

bu doğa gerçekleri bilimle ne derece örtüşür

 

Ben bunu daha önce açıklamıştım değil mi ?

 

Felsefe insana dönüktür. Ve insana bakışı doğa bilimlerinden farklıdır. İnsanoğlu doğa bilimlerine göre sadece memelilerin bir alt sınıfıdır.

 

İnsanların eşit olması gerektiğini savunan bir filozof. Bu konuda doğa bilimlerinden nasıl bir kaynak alır ?

 

Doğa bilimleri doğanın yasalarını bize öğretir. Bu yasalardan hangisi o filozofa insanların eşit olması gerektiğini. üçlünün güçsüzü ezmemesi gerektiğini. Herkesin doğal kaynaklar üzerinde eşit hakka sahip olduğunu öğretir ?

 

Oysa bilimin bu konuda bize öğrettiği doğal yasalar belli değil mi ? Doğa zayıfları yokeder. Doğal seleksiyon yalnızca güçlülerin yaşamasınt ve güçsüzlerin elenmesini sağlar. Sağlıksız genlerin yaşamasına ve yayılmasına izin vermez. Böylece türün nesli güvence altına alınır.

 

Şimdi bu filozof doğa bilimlerinin verdiği bu bilgilerden hangisini kaynak alarak, insanların eşit olması gerektiğini. güçlünün güçsüzü ezmemesi gerektiği sonucuna varır ? Veya vardığı bu sonucu biz doğa bilimlerinin ortaya koyduğu yasalarla nasıl bilimsel olup olmamakla ölçeriz ?

 

egalitarianism (eşitlikçilik) bu felsefe bu sonuca hangi doğa biliminin doğrularıyla vardı ? Bir örnek ver dostum. Yeryüzünde herkesin eşit olduğu şekilde yaşayan bir canlı türü var mı ?

 

Dikkat et bu yapılmadı demiyorum. Yapıldı, uygulandı ve buna kısaca faşizm diyoruz. Doğa bilimlerinin ortaya koyduğu doğa yasalarıyla insanlık üzerine felsefi görüşler üreten felsefeciler yok muydu ? Vardı. Bugün onlar ırkçılar arasında sayılıyor.

 

Teş eşliliği savunan bir filozof. Doğa bilimlerinden nasıl kaynak alır? Doğa bilimlerinin insanoğlunu bir ferdi saydığı primat familyasında tek eşli yaşam süren bir tür var mıdır ? İnsan dişisi haftada ya da ayda birkaç kez yumurtlarken insan erkeği hergün milyonlarca sperm üretebilmektedir. Dolayısıyla insan erkeği tek bir dişiyi döllemek için dizayn edilmemiştir. Peki bu filozof bu bilgileri kaynak alarak nasıl bu sonuca varabilir? Ya da biz bu sonucu nasıl bilimsel olup olmamakla ölçeriz ?

 

Bu örneklerin yüzlercesini verebilirim. Sende aksi örneği verebilir. ya da bunlara cevap verebilirsin. Gayet basit.

 

 

 

 

Yalnız ben ilave bir yanıt daha istiyorum. Din ahlakının kaynağı toplumsalmıdır, ilahimidir? Günümüzde geçerliliği korunmalımıdır? Neden?

 

Din ahlakının kaynağı o dinin emirleri , ilkeleridir. Geçerliliğinin korunup korunmaması hakkında ki yargı kuralların kaynağına göre değil, kuralın niteliğine göre değerlendirilir.

 

Diğer taraftan, felsefe disipliniyle ortaya konulan sonuçlar, orada bir köşede durması gereken bilgilermidir? Amacı ve yararı nedir? İnsanlık için faydası nedir?

 

Tartışmanın başından beri asıl cevap vermen gereken detay bu. Bu soruya açıkça cevap vermek yerine ya polemiğe çekiyorsun ya da tartışmayı öz'den çarpıtıp başka konulara çekmeye çalışıyorsun.

 

Sen bana bu soruyu kaç kere sorduğun göster ondan sonra cevap vermemekten , çarpıtmadan falan bahsedersin.

 

İnsanlık için faydası nedir ? Bilim, hukuk, siyaset, ideolojiler hepsi felsefi doktrinlerin ışığında gelişir. Felsefi doktrinleri çıkarınca geriye birşey kalmaz.. Her çağda insanlığı bir önceki çağdan farklı kılan unsur ürettiği yeni felsefi doktrinlerdir.

 

Bu doktrinler eşiğinde yeni ideolojiler, yeni yasalar ve yasa sistemleri, yeni ilkeler çıkar ortaya.

Gönderi tarihi:

Din ahlakı yanlısı arkadaşlarımız, dinin ahlakı genelde olumsuz etkilediği görüşüne katılmadılar, karşı çıktılar.

 

İşte bahsettiğimde budur. Birincisi sınıfta bir kitap okuyan solcu genç örneği bunun içindir.

 

Bu zihniyetin amacı tartışma, fikir alışverişi, fikirlerin çarpışmasından doğacak sinerjiden yararlanmak değildir. Bir cepheleşme yaratma, insanları konumlandırma sadece kendi siyasi görüşüne uygun (ya da uygun olduğunu düşündüğü) şeyler duyma amacıdır.

 

Bir iddianın kendi görüşüne uygun olduğunu düşünen kişinin, bunu yanlış bulanları karşıt görüşle etiketleme çabası.

 

İddianın doğru veya yanlışlığı ise tali konudur.

 

Ahlakın, tarihteki asıl kaynağının üretim ilişkileri olduğunu, imtiyazcı ve çıkarcı kesimin ahlakı kendi istekleri çerçevesinde oluşturdukları, dahası da, dinle, devletle, töreyle, etnik soyut kavramlarla da desteklenmiş olduğunu savunduk.

 

Dinlerdeki tinsel vurgular bir kenara bırakılırsa. Aslında din ahlakının kökeninin de üretim ilişkileri olduğu, bu tür bir ahlak gökten gelen buyruklarla(!) da desteklenerek belli bir kesimin kontrolu ve çıkarları çerçevesinde oluşturulduğu, ama köleci, ortaçağ, feodal anlayışının izlerini taşıdığı açıkça görülmektedir'i savunduk. Tartışma böyle gelişti.

 

bu noktada basit bir soru sormuştum ve halen cevabını alabilmiş değilim. Din kurumu özel mülkiyeti korumak, sömürenin sömürülen üstünde ki hakimiyetini baki kılmak için ortaya çıktıysa. Özel mülkiyetin, sömüren ve sömürülenin olmadığı toplumlarda da (Kızılderililer, aborjinler, baltagirmemiş ormanlarda yaşıyan afrika kabileleri, eskimolar vs..) din kurumunun varlığını nasıl açıklarız ?

 

Soru basittir? Bilimsel yöntemle tutarlılık ve genelgeçerlilik ilkeleri yönünden bir sorudur ?

 

Peki cevabı var mıdır ? Cevap iddia sahibinindir. Ama insanları şucu bucu diye etiketlemek iddia sahibine daha kolay gelmektedir. İddiasını desteklemekten.

Gönderi tarihi:

Immanuel Kant, William James ve daha pek çok filozof, Tanrı'nın varoluşuna inancı, bu inancın birçok kişinin yaşamında yol açtığı arzu edilir ahlaksal sonuçlara (soylu amaçlara adanmış, anlam ve ruh dinginliğiyle dolu olan yaşamlara) işaret ederek haklı çıkarırlar. Empirik kanıtlarla bir inancın geçerliliği desteklenmediği ya da yadsınmadığı zaman, o inancın pragmatik gerçeklerle kabul edilmesi gerekir. Tanrı'ya inanma, bu kategoridendir. Tanrı'ya inanç, sadece ahlaksal çabalarımızı destekleyip güdülemekle kalmaz, aynı zamanda tam da ahlaksal ilginin bizzat varoluşunu ve ahlaksal doğruluğa olan özlemi açıklamak için de zorunludur. Kültürler ayrı tellerden çalsalar da, hepsi kökü derinlerde olan bir ahlaksal duyguya, insanlardaki Tanrı vergisi ahlaksal doğaya işaret eder.

 

Bir kimsenin epistemolojik ve metafizik sorunlar karşısında takındığı belli tavrın, o kşinin nasıl düşüneceğine ilişkin bazı içermeleri vardır. Bu karşılıklı ilişki, dinsel inançlar alanında da geçerlidir. Örneğin Tanrı vahyinin önermesel olduğuna inanan bir kişi, değerler konusunda karar verirken kendisine yol gösterecek, kesin bir biçimde tanımlanmış ahlak kuralları arayacaktır. Tanrı vahyinin önermesel değil de kişisel olduğuna inanan bir kişi ise, kendi ahlaksal yargılarına kesin kurallar dışında başka temeller arayacaktır. Aynı şekilde, doğaüstü bir düzenin var olduğuna inanmayı reddeden bir kişi, eğer tutarlı ise, en yüce bildiği değerlerini bu dünyada yaşarken gerçekleştirmeye çalışacaktır.

 

Geleneksel dinsel ahlakta mesela Aziz Augustinus'un "Tanrı'yı sev, sonra istediğini yap" özdeyişini hatırda tutarak, ahlaksal konularda geleneksel Hristiyan teolojisine birörnek bir düşünüş tarzı atfetmeye dikkat etmeliyiz. Bununla birlikte, Protestan ve Katolik önderler, Hristiyan etiğinin özünü, yüzyıllar boyunca, art arda gelen kuşaklara değişmez ve ebediyen geçerli olduğu vaaz edilen ahlak buyruklarının içeriğine adeta nakşetmişlerdir. Bugün bu görüşün ABD'deki en açık sözlü yandaşı Dindar Sağ (Religious Right)'dır. Ayrıntılı ve tam bir davranış kuralları sistemi şeklinde formüle edildiği için, bu görüşe bazen kural ahlakı da denir.

 

Geleneksel dinsel ahlaka eleştrilericek olursak:

 

-Ahlak kuralları eskir, değişen koşullarda ilgisiz hale gelir. Örneğin, köleliğe, savaşa ve kadının mevcut statüsüne ilişkin 19. yy ahlak kuralları bugünkü koşullara hiç uymaz.

 

-Ahlak öğretileri sadece davranışın kendisiyle değil, kişinin güdüleriyle ilgili olduğu için, bir dizi ahlaksal "yap" ve "yapma"lar şeklinde doyurucu bir biçimde toplanamaz.

 

-Ahlaksal bakımdan neyin doğru neyin yanlış olduğunu otoriter ilkelerden bir tümdengelim süreciyle bulma yaklaşımı, davranışa yol gösterecek ilkeleri deneyimden tümevarım yoluyla çıkarmayı öğrenmiş kişilere hiç inandırıcı gelmeyecektir.

 

Bu tür tepkiler sebebiyle gelişmiş bazı dinsel alternatif yeni dinsel ahlak anlayışları da vardır. Toplumsal incil ve özgürleştirme teolojisi ve bağlamsal etiği bu şekilde yorumlayabiliriz.

 

Sonuç olarak Tanrı'nın doğasına, ahlak yasalarına ve vahyedilen hakikatlere götüren yollara ilişkin geleneksel inançların kökenleri derindir. Onlar, birçok kişi için yaşayan seçenekler olmayı sürdürür. Fakat yeni deneyimler ve gerek eski gerekse yeni deneyimlerin yeni yorumları, bizi dinsel alternatiflerin büyük bir çeşitliliği ile karşı karşıya getirir. Bu çeşitlilik Dünya Dinleri Parlamentosu'nda açıkça görülür. O bir hoşgörü modeli olarak tasarlandığı halde, konferansta ortaya çıkan olaylar gösterdi ki dinsel bağlanmalar makul kanıtlar ışığında vazgeçilebilecek bağlanmalar değildir ve diğer inançları dışlama eğilimindedir. Gerçekten de postmoderizmin reddettiği dili kullanırsak, bütün diğer dinlerin doğruluk iddialarını dışta bırakan (ya da en azından onların yerini alan) bir "efendi anlatı" sağlama iddiası, birçok inanç sisteminde içkin olarak vardır.

 

Bununla birlikte, dinsel inançlar bilim, laiklik ve kültürel çoğulculuk tarafından özellikle etkilenmiştir. Örneğin bu inançlar, epistemolojik bakımdan, otoriterlikten ve rasyonalist tutumlardan empirik ve yaşantısal bakış açılarına doğru yönelme eğilimindedir. Bu özellikler, dinsel deneyimleri yaşayan kişilerin öykülerinin, o kişilerin inandıkları öğretilerin ya da hakikatlerin lafzından daha önemli sayıldığı dinsel inançlara anlatısal yaklaşımda açıkça görülür. Gerçekte öğretiler ve hakikatler yaşantılardan çıkar ya da yaşantılar onları mantıksal olarak gerektirir. Metafiziksel bakımdan, geleneksel tanrıcılıktan New Age Panteizmi ve Panteizm gibi idelist kuramlara doğru bir hareket olmuştur. Aksiyolojik bakımdan ise eğilim, mutlakçılıktan bağlamsalcı ya da Özgürleşimci tutumlara ya da erdem etiği yönündedir.

 

Felsefik düşünen biri, dinsel alternatif ve eğilimlere, felsefik ölçütlere göre değer takdir etme gibi güç, fakat üstesinden gelinmesi gereken bir işle karşı karşıyadır. Belirli bir dinsel görüş açısının temelindeki varsayımlar ne kadar akla uygundur? Verilmiş bir teolojik kanıtlama ne kadar kapsayıcı ve tutarlıdır? Şu ya da bu dinsel inancı benimsemenin daha geniş içermeleri ve sonuçları nelerdir? Belirli bir dinsel kavram, deneyimi ne kadar yeterli bir biçimde bütünleştirir ve anlayışı zenginleştirir? Alternatif dinsel inançların titiz bir incelemesi felsefi girişimin gücüne ve sınırlılıklarına (vaatlerine ve risklerine) ilişkin farkındalığı kuşkusuz arttıracaktır.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:
Yalnız ben ilave bir yanıt daha istiyorum. Din ahlakının kaynağı toplumsalmıdır, ilahimidir? Günümüzde geçerliliği korunmalımıdır? Neden?

Din ahlakının kaynağı o dinin emirleri , ilkeleridir. Geçerliliğinin korunup korunmaması hakkında ki yargı kuralların kaynağına göre değil, kuralın niteliğine göre değerlendirilir.

İşte tartışmanın düğüm noktası bu. Ben ve diğer arkadaşlarımın özellikle beklediğimiz cevaba yine kaçamak cevap.

 

Bu soruya verilecek net cevap zaten tartışmayı netleştirecek, sonlandıracaktır. Aksi ise tartışmayı çıkmaza sokuyor. Din ahlakında emirler ve ilkeler olduğunu ben de, sen de bal gibi biliyoruz. Bu cevapmı?

 

Sorulan ise; bu emir ve ilkelerin kaynağı toplumsalmı yoksa ilahlarmı?

 

Kuralların kaynağının ise günümüzde bilimsel değerlendiriliyor. Üniversite birinci sınıf duruşu sergilemeyenler bunun önemini bilmeliler.

 

Bu sorulara net cevap verilmediği sürece konu çarpıtılacak, gereksiz konular gündeme gelecektir. İşte yapılan felsefenin kaynağının bilimselliğe dayandırılmamasının çıkmaz sonuçları... Kime hizmet ediyor?

Gönderi tarihi:
İşte tartışmanın düğüm noktası bu. Ben ve diğer arkadaşlarımın özellikle beklediğimiz cevaba yine kaçamak cevap.

 

Sen ve arkadaşların kim dostum ? Forumda belli forumdaşlarımızın temsilcisi durumundasında biz mi bilmiyoruz ? Artık sıyrıl şu cepheleşme mantığından, burası bir fikir platformu. bu topicte eskisi kadar çok tartışmamanın en büyük sebebi de bu. Kendini bir cephe, tartıştığı kimseleride bir cephe olarak görmek isteyen insanlar.

 

Bu soruya verilecek net cevap zaten tartışmayı netleştirecek, sonlandıracaktır. Aksi ise tartışmayı çıkmaza sokuyor. Din ahlakında emirler ve ilkeler olduğunu ben de, sen de bal gibi biliyoruz. Bu cevapmı?

 

Sorulan ise; bu emir ve ilkelerin kaynağı toplumsalmı yoksa ilahlarmı?

 

 

bu nasıl bir mantıktır. Duymak istediği cevabı alamayan kişinin cevap verilmemiş sayması durumu.

 

Sonra soru nasıl bir soru ve bu soru bu tartışmanın neresini netleştirecek ? Sorunun tartışmamızla ne alakası var ?

 

Dini ilkeler ve emirlerin kaynağı o dinin mensuplarına göre tanrı, o dine mensup olmayanlara göre ise dinin kurucusunun fikirleri öğertileridir. Bu sorunun neresi karmaşık birşey onuda anlamadım.

 

Kuralların kaynağının ise günümüzde bilimsel değerlendiriliyor. Üniversite birinci sınıf duruşu sergilemeyenler bunun önemini bilmeliler.

 

Bu sorulara net cevap verilmediği sürece konu çarpıtılacak, gereksiz konular gündeme gelecektir. İşte yapılan felsefenin kaynağının bilimselliğe dayandırılmamasının çıkmaz sonuçları... Kime hizmet ediyor?

 

Anladım şimdi . Arkadaşım sen tartışmayı benim dini inancıma mı çekmek istiyorsun ? Bundan çıkan sonuç şudur. Benim verecek cevabım yok. O halde karşımdakinin inançlarını tartışma konusu yapayım.

 

Evrensel olarak tartışmalarda, polemiklerde başvurulan en çaresiz yöntemdir bu.

 

Yazdıklarımı çürütebiliyorsun buyur çürüt.

 

Sorduğum sorulara cevap verebiliyorsan buyur ver.

 

İddia ettiklerimin dayanaksız olduğunu iddia ediyorsun buyur göster.

 

Yaptığım tanımların geçersiz olduğunu iddia ediyorsun buyur göster.

 

Verdiğim örneklerin yanlış olduğunu iddia ediyorsan buyur göster.

 

Yazdıklarım ve iddia ettiklerim arasında bir çelişki görüyorsan belirt.

 

 

 

Ama ben bu tartışma boyunca senden bunların hiçbirini göremedim.

 

 

Neticede, inançlı-inançsız temelli bir kutuplaşmadan öte tartışma yetisi olmayan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Görünen gerçek budur.

Gönderi tarihi:
öncelikle hoşgeldin dostum. seni tekrar bu forumda görmek oldukça sevindirici :clover:

 

Hoşbulduk dostum...

Yeniden gelmek de sevindirici... :clover:

 

Soruna cevabım dostum; Kesinlikle hayır. Ahlak'ın kaynağı değil kaynakları vardır. Bu kaynakların tümü insanoğlunun sosyal yaşamındadır. Ve sosyal yaşamında olan herşeydir. Din ahlak üzerinde etkileyen ve belirleyen işlevi gören düşünsel unsurlardan sadece birisidir. Diğer düşünsel unsurlar da olduğu gibi, maddi unsurlarda vardır.

Din, felsefe, devlet yapısı, ekonomi, üretim biçimi, sanat, eğitim, teknoloji, coğrafi şartlar, fiziksel özellikler, demografi, aile tipleri vs tümü ahlak üzerinde belirleyicidir. Tümü ahlak üzerinde etkendir.

 

Genel aile tipinin klanlar, aşiretler şeklinde olduğu bir toplumun ahlakıyla, dağınık ve küçük aile tiplerinin yaygın olduğu bir toplumun ahlakı farklılık gösterir. Aynı dine mensup olsalar bile mesela İtalyanlar ve İspanyollar. İtalyan toplumunun ahlakında aile ve ailevi değerler en önemli olgu iken, İspanyollar için böyle değildir. İkisi de katolik olduğu halde.

 

Bir tarım toplumunun ahlakı ile, ticaret toplumunun ahlakı arasında keskin farklar olur. Aynı dine mensup olsalarda. Mesela Bizans ve Rusya toplumlarının ahlakı birbirinden çok farklıdır ikisi de ortodoks olsa da.

 

Ya da göçebe bir yaşam süren toplumla, yerleşik yaşam süren toplumun ahlakı aynı olmaz. Kentsel yaşam süren bir toplumla, kırsal yaşam süren bir toplumun ahlakı aynı olmaz.

 

Yani, ahlaka kaynaklık eden maddi unsur çok fazladır. Din, felsefe, sanat, bilim, eğitim gibi düşünsel unsurlar mı daha baskındır. Yoksa daha önce bazılarını saydığım maddi unsurlar mı? Buna bile cevap vermek çok güçtür.

 

Bazıları hem etken hemde edilgendir. Tartışmanın başında söylediğim gibi oldukça karmaşık bir sosyolojik sorudur bu. Ve şu şöyle etkiler ve etkilemiştir şeklinde tam bir cevap vermek imkansız gibidir.

 

mesela dinin şöyle bir etkisi olmuştur şeklinde net bir tanım yapmak için, dinin olmadığı bir tarihi inceleyip farkları ortaya koymamız gerekir. Oysa din bilinen insanlık tarihi kadar eski bir kurumdur. İnsanlığın bugün eriştiği noktaya geldiği süreç boyunca din hep vardı. Din olmasaydı şöyle olurdu, din olduğu için böyle oldu şeklinde bir tespit yapabilir miyiz?

 

Devlet (sadece modern devlet aygıtlarını kastetmiyorum) kurumu da bilinen insanlık tarihi kadar eskidir, devlet olmasaydı şöyle olurdu şeklinde net bir tespit yapabilir miyiz? Bunun için de devletin olmadığı bir tarihsel süreci inceleyip farkları ortaya koymamız gerekir.

 

İnsanlık mağaralarda klanlar halinde yaşadığı günlerden bizim siber ortamda fikir alışverişi yapabildiğimiz günlere geldi. Çok uzun bir süreçte. Bu süreç boyunca varolan sosyal kurumların rolleri hakkında "olumlu" ve "olumsuz" şeklinde tespitler yapmak mümkün müdür ? Daha önce dediğim gibi, söz konusu kurumlar olmasaydı bugün hangi noktada olacağımızı bilebilir miyiz ?

 

"Ahlakın tek kaynağı dindir" ," ahlakla dinin hiçbir alakası yoktur" bu iki iddiada yanlışlık açısından birbirinden farksız iddialardır. Yine tartışmanın başında söylediğim gibi, karmaşık sosyolojik problemlere basit ve sığ cevap vermek olur. İnsanlık tarihi kadar eski iki kurumun birbiriyle olan ilişkisi, etken ve edilgenlik durumları hakkında tek cümleyle verilebilecek bir cevap vardır o da ; "Din, ahlakı oluşturan sosyal unsurlardan sadece bir tanesidir" olur.

 

Bir şeyi daha belirtmek isterim. Dinin ahlaka etkisi kadar, ahlakında dine etkisi olmuştur. Bugünün en yaygın dinleri olarka Hristiyanlık ve İslamı alalım. Hristiyanlık Roma'da, bizans'ta, kafkasya'da, iskandinavya'da kabul edildiği toplumların ahlakıyla yeniden şekillendirilmemiş midir ? İslam, pers ülkesinde, Anadolu'da, Endülüs'te, Arabistan'da farklı yorumlanmamış mıdır ?

 

Kısaca, Ahlak insanoğlunun birarada yaşamasıyla oluşmuş kurallar bütünüdür. İnsanoğlu nasıl yaşadıysa, yaşam biçimine neler etki ettiyse Ahlakın kaynağıda onlardır. Bir unsur insan yaşamı üzerinde ne kadar belirleyici olmuşsa, ahlak üzerinde de o kadar belirleyici olmuştur.

 

İlgin için çok sağol sevgili Cyrano...

Gerekli yanıtımı aldım, teşekkür ederim...

Gönderi tarihi:
Esas olarak Sümer yazıtlarında geçer çünkü.

Efsanelerden gerçeğe nasıl bir yol olabileceği hep tartışma konusu olagelmiştir. Bu konunun gündemden hiç düşmeyeceğini sanıyorum. Öncesi mutlaka var, ama en popüler tartışma, veya benim belleğimde iz bırakanı en azından, Eric von Daniken'in Tanrıların Arabaları ile başlattığı tartışmalar... Tarihte büyük bir tufan yaşandığı, gelişmiş yokedici silahların yabancı medeniyetlerce kullanıldığı... Sümerler ya da Mısırlılar'ın bu dünya dışı medeniyetlerce temasa geçtiği, hatta onlar tarafından kuruldukları...

 

Bunların tartışılmasında belki pek bir yarar veya zarar yoktur. Olabilecek olan zarar, gerçek bilimin sahte bilimce örtülmesidir. Çok önem verdiğim bir düşünür olan Carl Sagan bu konuyu hayatının amaçlarından biri yapmıştır. Sahte bilimin gerçek bilime zarar vermemesi konusunu... İzleyicisi olduğum için bu konu benim için de önemli. Türkiye'de Ahmet İnam bu konunun bilimsel bir çerçevede araştırılabileceğini ve efsanelerden bazı gerçek ipuçlarının yakalanmasının olası olabileceğini savunmuş olanlardan.

 

Dünya dışı uygarlıklar konusunda SETI gibi araştırma projeleri ile bir kanıt bulamayışımız, bu konuda felsefi düşünceler üretmemize elbette engel değil. Felsefenin işlevi de bu zaten. Hakkında kanıt üretilemeyen konularda öncü düşünceler üretmek. Örneğin bu kadar büyük bir evrende yaşam ve bilincin neden bu gezegene özel olacağı iyi bir mantıksal soru. Ama aradaki korkunç mesafeleri gözden uzak tutmamak da iyi bir usavurum...

 

Burada vurgulamak isterim ki bilimin evrenin yapısı ve boyutları ile ilgili bulguları tüm felsefi düşünceleri köktenci biçimde devrime götürmüştür. Tıpkı binlerce yıla hükmeden Aristo evreninin unufak oluşu gibi... Bilim mutlak güçtür, sesi tüm evrende yankılanasıya güçlenebilecek kadar! Abartılı gelmiş olabilir, bu da benim inancım. Evrenin tek mirasının, sonraki evrenlere bırakılacak bir bilgi tohumu olduğuna inanıyorum...

Gönderi tarihi:
bir soru sormuştum ve halen cevabını alabilmiş değilim. Din kurumu özel mülkiyeti korumak, sömürenin sömürülen üstünde ki hakimiyetini baki kılmak için ortaya çıktıysa. Özel mülkiyetin, sömüren ve sömürülenin olmadığı toplumlarda da (Kızılderililer, aborjinler, baltagirmemiş ormanlarda yaşıyan afrika kabileleri, eskimolar vs..) din kurumunun varlığını nasıl açıklarız ?

Biraz maydanoz olma durumum olacak, soru bana değil ama, bilimi savunan biri olarak üzerime alınabilirim sanıyorum; bahsi geçen ilkel kabilelerde sömürünün olmadığı nerden çıkıyor?

Gönderi tarihi:

Dinin ortaya çıkışı tamamen içinde yaşanılan doğayı anlamlandırma ihtiyacındandır. Eskiden doğayı ve yaşamı açıklayacak kadar bilgi sahibi olmayan insanoğlu etrafta gördüklerinin bir yaratıcı tarafından yapılması gerektiğine ve bu halde doğadaki olayları da yönlendirdiğine inanmış ve tanrı inancı ortaya çıkmıştır.

 

Din ise daha sonraki aşamadır. Toplumsal olarak kral reis gibi üst sınıflar otoriteyi sürdürebilmek için başta yıldızları gözlem yoluyla bazı kestirimleri yapabilerek, bunu tanrıyı önceden anlayabildikleri, iletişim kurabildikleri şeklinde empoze etmişlerdir. Bu sırada mevcut ahlaki ve toplumsal kurallar vardır. Ama bu kurallar bireyleri direk olarak bağlamamakta, toplumun görmediği durumlarda etkisini yitirmektedir. Bu yüzden ruhbani bir kimliği de ele geçiren üst sınıf daha etkili olan insanların direk beyin ve vicdanına etki edebilen göksel kurallar koyarak tanrı isteği gibi göstermişler, böylece toplumsal düzeni kontrol yeteneği kazanmışlardır. Giderek üst sınıfın belirlediği kurallar dinsel ve dinsel ahlaki kurallara dönüşmüş, hatta tüm ahlak kurallarını bir dönem dinsel ahlaki kurallara çevirmiştir.

 

Ahlaki kuralların tekrar dinsel özellikten arınmaya başlaması ve insani kriterler bazında farklılaşması Marx'tan ve fikirlerinin tüm dünyayı etkisi altına almasından sonradır ve 1800 lerin ortalarından başlar.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:
Efsanelerden gerçeğe nasıl bir yol olabileceği hep tartışma konusu olagelmiştir. Bu konunun gündemden hiç düşmeyeceğini sanıyorum. Öncesi mutlaka var, ama en popüler tartışma, veya benim belleğimde iz bırakanı en azından, Eric von Daniken'in Tanrıların Arabaları ile başlattığı tartışmalar... Tarihte büyük bir tufan yaşandığı, gelişmiş yokedici silahların yabancı medeniyetlerce kullanıldığı... Sümerler ya da Mısırlılar'ın bu dünya dışı medeniyetlerce temasa geçtiği, hatta onlar tarafından kuruldukları...

 

Bunların tartışılmasında belki pek bir yarar veya zarar yoktur. Olabilecek olan zarar, gerçek bilimin sahte bilimce örtülmesidir. Çok önem verdiğim bir düşünür olan Carl Sagan bu konuyu hayatının amaçlarından biri yapmıştır. Sahte bilimin gerçek bilime zarar vermemesi konusunu... İzleyicisi olduğum için bu konu benim için de önemli. Türkiye'de Ahmet İnam bu konunun bilimsel bir çerçevede araştırılabileceğini ve efsanelerden bazı gerçek ipuçlarının yakalanmasının olası olabileceğini savunmuş olanlardan.

 

Dünya dışı uygarlıklar konusunda SETI gibi araştırma projeleri ile bir kanıt bulamayışımız, bu konuda felsefi düşünceler üretmemize elbette engel değil. Felsefenin işlevi de bu zaten. Hakkında kanıt üretilemeyen konularda öncü düşünceler üretmek. Örneğin bu kadar büyük bir evrende yaşam ve bilincin neden bu gezegene özel olacağı iyi bir mantıksal soru. Ama aradaki korkunç mesafeleri gözden uzak tutmamak da iyi bir usavurum...

 

Burada vurgulamak isterim ki bilimin evrenin yapısı ve boyutları ile ilgili bulguları tüm felsefi düşünceleri köktenci biçimde devrime götürmüştür. Tıpkı binlerce yıla hükmeden Aristo evreninin unufak oluşu gibi... Bilim mutlak güçtür, sesi tüm evrende yankılanasıya güçlenebilecek kadar! Abartılı gelmiş olabilir, bu da benim inancım. Evrenin tek mirasının, sonraki evrenlere bırakılacak bir bilgi tohumu olduğuna inanıyorum...

Seti ile bir şeyler bulabilmesi umudu o kadar düşüktür ki binlerce yıl alabilir. Bu yüzden Setinin desteği kaldırılmış, dünyadaki bütün kişisel bilgisayarlardan ve bazı fonlar sebebiyle sahip olabildiği bilgisayarlardan yararlanarak çalışmaktadır. İnsanın uzaya radyo sinyallerini göndermesinin 130 yıllık mazisini 4.5 milyarlık dünya yaşına oranlarsak ne dediğim daha iyi anlaşılır. Başka bir uygarlığın gelişmesi ve radyoyu bularak sinyal yollaması ihtimalini de bu oranın karesi olarak düşünebiliriz. Bir de bunu milyarlarca galaksiden 14 milyar yıl uzaklıkta gelişebilecek olası bir radyo sinyalinin bize 14 milyar yılda ulaşabileceğini de düşünür ve dalganın tam olarak dinleme çanağına denk gelme olasılığını düşünürsek, bunun imkansızlığı anlaşılır. Neredeyse kesin yeri bilinen Voyager 1 ve 2 ile bile zaman zaman iletişim kopmuştur ki daha güneş sistemi kuipier kuşağı yolunun bile yarısındadır. Bizden ilk yola çıkan radyo sinyali dağılıp gücünü kaybederek 130 ışık yılı uzaklığına ancak erişebilmiştir ve ondan daha uzaktaki bir uygarlığın bunu yakalama ihtimali yoktur.

 

Bilim elbetteki mutlak güçtür. Ancak bilimin eldeki bazı din, metafizik ya da benzeri kanıtlanmamış ama dünya yaşamını etkileyen bilgileri araştırması, kanıtları varsa çürütmesi, yada Kant'ın dadiği gibi ispatlanamayacağına kanaat getirmesi veya da Hegel gibi tanrının varlığına dair felsefik kanıt aramalıdır. Bu sorunlar çözülmedikçe, araştırılıp düşünülmedikçe ve sonuçları topluma açıklanmadıkça toplumsal ilerleme çok yavaş kalacaktır.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

Ahlak konusunda aklımızı kiraya veriyoruz, nedir bedeli: Cennet/Cehennem.

 

Ahlak, Allah'ın korku kurallarına değil, akla ve insanlık deneyimine bağlıdır. Maalesef bu akıl ve insanlık deneyimini bazı milletler anlamış durumda değiller ki, hala daha birbirlerini yiyip duruyorlar.

 

Hür düşünceli ahlak anlayışı, insan haklarına saygıya, dayanışmaya ve hoşgörüye, şiddetsizliğe ve doğa ile uyum içinde yaşama isteğine dayanır.

 

Bu inançla barışsever ve hayat dolu bir geleceğe bakabiliriz.

Gönderi tarihi:

Sayın S.e.t.h., biliyorsunuz elektromanyetik yayılım, evrende bilinen en hızlı şey... Eğer bununla bir bilgi alabilmemiz olanağı yoksa, hiç bir şekilde başka uygarlıklarla iletişim kurma olanağımız olmayacak demektir.

 

Fakat benim söylediğim de bu zaten... Mesafeler o kadar korkunç ki, bırakın karşılaşmayı, haberleşmek dahi ümitsiz...

 

Kurt delikleri... Karadeliklerden açılabilecek kapılar... Bilemiyorum. Güneşimizin gezegene düşmanca davranmaya başlamasına bir milyar yıl var... Çok uzun bir süre... Bu süre içindeki gelişmeleri hayal etmek zor...

Gönderi tarihi:
Sayın S.e.t.h., biliyorsunuz elektromanyetik yayılım, evrende bilinen en hızlı şey... Eğer bununla bir bilgi alabilmemiz olanağı yoksa, hiç bir şekilde başka uygarlıklarla iletişim kurma olanağımız olmayacak demektir.

 

Fakat benim söylediğim de bu zaten... Mesafeler o kadar korkunç ki, bırakın karşılaşmayı, haberleşmek dahi ümitsiz...

 

Kurt delikleri... Karadeliklerden açılabilecek kapılar... Bilemiyorum. Güneşimizin gezegene düşmanca davranmaya başlamasına bir milyar yıl var... Çok uzun bir süre... Bu süre içindeki gelişmeleri hayal etmek zor...

Aslında gravitasyonel çekim kuvvetinin ışık hızını aştığı konusunda oldukça ciddi çalışmalar var. Bir de takyonlar var ki neredeyse sonsuz hızlara ulaşabiliyorlar. Ama takyonlar ışık hızının altına düşemiyorlar. Bu yüzden durağan bir takyonu fırlatmak diye bir şey söz konusu değil, çünkü en sakini ışık hızının üstünde. Takyonlar etkileşime girmediğinden, ışığa yakın hızlardaki parçacıklarla onlara müdahele edebilme programlayabilme ve veri yükleyebilme imkanı yok. Üstelik solucan delikleri her hangi bir parçacığı diğer tarafa bozunmadan geçiremiyor. Önce tüm giren parçacıklar birleşip saf enerjiye dönüşüyor ve diğer tarafta teorik olarak başka partiküller oluşturabiliyorlar. Bu bilardo topunun bir noktada iki topa enerjisini aktarması gibi bir durum. Bu yüzden paralel evren demek zor solucan deliğini arkasına çünkü girdi ve çıktı farklı. Bir milyar yıl kaldığınızannetmiyorum hele benim gibi yolun yarısını geçmişler için :)

 

Saygılar...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.