Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:
Bilim, din felsefe birbirinin yerine ikame ettirlemeyen ayrı alanlarda varlıklarını sürdüren olgular değil mi?Bilim bir doğru bulmuşsa genel geçer ne felsefe ne de bir din buna hayır diyebilir ama bilimin ulaşamadığı yerler hakkında fikri olan felsefe, din de sizin tek inandığınız bilim kadar hayatın içinde ve bilimden daha öte bir gerçekliktedir insanın içinde yanılıyor muyum?

 

Hayır yanılmıyorsun, din insan hayatının içindedir ama, felsefe gibi insan ve insan hayatını, onun doğayla olan ilişkisini açıklamaktan başka ne yapmıştırki? Kaldıki bu açıklamaları, felsefe ve bilimin açıkladıkları ve bulguları kadardır. Onlardan çalıntıdır. İnsan hayatı ve sosyallliği hakkındaki bilgileri çıkarttığında geriye ulu manitu, cinler ve kanatlı hizmetliler kalır.

 

Yine her ikisinin de(din ve felsefe) bilim gibi evrensel kimliği yoktur. Filozofuna, peygamberine, toplumuna göre çeşitli, çelişen anlamlar kazanmışlardır. Bu çokça çelişen anlamlar ise gel gör ki, her taraftarınca da "doğru" olarak isimlendirilir.

 

Buna rağmen felsefe disiplini, şüphecilik, araştırma ve sorgulama ilkeleri ile bilimle kısmen örtüşür. İnsan hayatındadır. Din de o da yoktur. Din hükümleri, bilgileri değişmez kalıplardır. İnsan hayatına rantçı gurupların ahlaki dayatmalarıyla girmiştir.

Gönderi tarihi:

 

 

CİNler vardır..aramızdadır..Cin gibidirler..çok hızlıdırlar..cebinizde ne varsa çeker alırlar farkedemezsiniz ve yanarsınız o an..anlamazsınız sizi CİN çarptığını.. :) buda bilimsel bir tesbit..çünki kesin ve doğru sonuç var.. :D

 

 

Meleklerde vardır..öyle kanatlı falan değillerdir..yaşı en küçük melek sekiz dokuz yaşlarındadır..saftır o yaşa kadar..melek gibidir..birde yetmiş-seksen yaşında olan Melekler vardır..melek gibi tonton sevimlidirler.. :D Melekte bilimsel oldu böylece..

 

 

Şeytana gelince..o keratayı sadece İÇimde kendimde gördüm..asla dışarılarda gezmez..herkesinki kendi İÇindedir..bu yüzden YÜZÜ yoktur..yüzsüzdür.. :D keratada bilime dahil oldu böylece..

 

ne kaldı geriye bilimselleşecek..İNSAN.. :)

 

Yukarıdaki üç Bilimsel varlığın toplamı olan İNSAN..oldumu İnsanda bilime dahil.. :D

 

Birde şu kedi meselesi var..Dinsiz bir kedi..dinsiz fakat kedi yani.. :D

Gönderi tarihi:

Benim anladığım ve hep söylediğim kadarıyla "Din(ler)" birer toplumsallaşma aracı olarak kullanılmış en etkili kurum...

Eğer insanlara başka bir alternatif sunulsaydı, toplumsallaşmayı gerçekleştirebilmek için kesinlikle çok daha başka kurumsallaşmalara da denk gelebilirdik.

Aslında az-buz örnekleri de var; örneğin İslam-öncesi Türkler, Din'in de etkisi olmakla birlikte, dinden daha çok "Töre"nin etrafında toplumsallaşmışlar. Avrupalı Paganlar, Hıristiyanlıktan önce katı bir dinsel bütünlük ve toplumsallaşma göstermezler.

İslam öncesi Arapların bile aslında bir dinin toplumsallaşma örneğini sergilediklerini pek düşünmüyorum; Put yada Totem dediğimiz kabilelere de ait olabilen unsurlar etrafında çok kavimli bir topluluk oluştururlardı. İslam ile aynı çatı altında toplumsallaşmışlardır.

 

Ahlak'ta buna bağlı olarak illa ki din ile katı bir içteşlik içerisinde gelişmiştir denilemez bence.

Yahudiler, dışlanmış ve bu suretle topraksız-vatansız bir toplum olarak ticarete atılmışlar; dışlanmanın toplumsal-psikolojik etkisiyle, onları kutsayan ve kayıran bir Tapınıya sahip olmuşlardır. Ama denilebilir ki onların inançlarını/dinlerini, bu dışlanmışları ve bunun sonucunda edindikleri ahlaki bütünlük biçimlendirmiştir...

 

Yine İslamlaşma sürecinde olan Türkleri ele alalım... İslamı kesinlikle, Araplardan ya da onlara bu inancı öğreten insanlardan öğrendikleri gibi yaşamamışlardır. Bugünün Anadolusunda yaşanan İslama bakın... Türkler, İslamı benimseyebilmek için, bu inanca kendi öz kültürlerini katmışlar ve kendilerine özgü bir İslam inancı ortaya koymuşlardır. Anadolu, kutsandığı için falan değil; Türkler burada yaşadıkları için Evliyalar diyarı olmuştur...

 

Yani bence illa ki Ahlakı, din yaratacak diye bir şey yok; kimi zaman ve belki de çoğu kez Din, o dini yeni kabul edenlerin Ahlak anlayışına göre pasifize edilebiliyor, etkisizleştirilebiliyor, sindirilebiliyor...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:
Bak Fuzuli kardeş, sürekli olarak bilimi sınırlandırma, kalıba sokma ve katılaştırma eğilimindesin. Fedakarlık hissi de evrimin getirdiği bir sonuçtur. Ama bu evrim dediğimiz sürecin tüm ayrıntılarını Ben de sana kedi bile yavrularını ateş içinde bırakmazken, tanrı kendini inkar ettiler diye bazı kullarını ebedi ateş içinde nasıl bırakacak diye sorsam ne diyeceksin? Dinde çözüm yoktur, ben sana söyleyeyim. Dinden bir çözüm çıkaramazsın.

 

Nietsche toplumu dönüştürmeyi asla başaramayacağını anladığında bunalıma girmişti. Bir gün bir adamı atını kamçıyla döverken gördü ve çılgına döndü. Atın yularına yapışarak diz çöktü ve kendini kamçıya siper ederek tanrı aşkına zavallı hayvana artık vurmamasını bağırdı. Halbuki "tanrı öldü" sözü ona aitti. Adam bu delinin parasını ödediği, isterse öldürebileceği atının yularını ne hakla tuttuğuna bir anlam veremeden bakıyordu. Yetişenler onun bir filozof olduğunu, dengesiz hareketleri olduğunu söyleyip adamı sakinleştirdiler.

 

İster bilim, ister felsefe, ister din... Hepimiz aslında insanı dönüştürmekte istenildiği oranda başarılı olamadık. Ama emin olun bilim olacak. Ben buna inanıyorum. Mekanik terminatörlere yüklenen yapay zeka insanı yok edip hakimiyeti eline geçirme pahasına da olsa, bunu yapacak...

 

Sayın demirefe ''Fdakarlık hissi de evrimin getirdiği bir sonuçtur.'' cümlesi olasılıksız, kesin anlam taşıyan bir cümledir.Bu sonucu açıklayan bir kanunun ispat edildiğini ben hatırlamıyorum eğer bu çıkarımın şu anda genel geçerliğini ortaya koyan bir kanun yoksa bilimsel olarak olasılıklı konuşmanız gerekir değil mi ve arkasından kurduğunuz cümlelerle söylediğiniz bu cümlenin kesin sonuç ve ilerde bu kesin sonuç kanıtlanabilir şeklindeki kurgulaması bana çok da mantıklı gelmedi kusura bakmayın.

 

İkinci olarak bir kedi bile yavrularını ateşte bırakmazken Allah yarattığı kulları nasıl ebedi ateşe atacak diyorsunuz, kediyle aramızdaki farkı anlatmayacağım ziyadesiyle bu farkı her insan biliyor.

 

Üçüncüsü insanı dönüştürmekten kastınız ne anlayamadım bunun ilkeleri, yönü yöntemi var mı?Varsa insanı neye, ne yönde ve niçin dönüştürmeliyiz?Bilimin insanı dönüştürdüğü ve götürdüğü yeri çok güzel ifade etmişsiniz.Bilimi araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirirseniz bilim ancak insanı makineye çevirir makineninde ruhu yoktur, kuru bir maddedir, geriye bu kalır, kalanla da kim memnun olur onu bilmiyorum...

 

MUHABBETLE...

Gönderi tarihi:
Hayır yanılmıyorsun, din insan hayatının içindedir ama, felsefe gibi insan ve insan hayatını, onun doğayla olan ilişkisini açıklamaktan başka ne yapmıştırki? Kaldıki bu açıklamaları, felsefe ve bilimin açıkladıkları ve bulguları kadardır. Onlardan çalıntıdır. İnsan hayatı ve sosyallliği hakkındaki bilgileri çıkarttığında geriye ulu manitu, cinler ve kanatlı hizmetliler kalır.

 

Yine her ikisinin de(din ve felsefe) bilim gibi evrensel kimliği yoktur. Filozofuna, peygamberine, toplumuna göre çeşitli, çelişen anlamlar kazanmışlardır. Bu çokça çelişen anlamlar ise gel gör ki, her taraftarınca da "doğru" olarak isimlendirilir.

 

Buna rağmen felsefe disiplini, şüphecilik, araştırma ve sorgulama ilkeleri ile bilimle kısmen örtüşür. İnsan hayatındadır. Din de o da yoktur. Din hükümleri, bilgileri değişmez kalıplardır. İnsan hayatına rantçı gurupların ahlaki dayatmalarıyla girmiştir.

 

Ne kadar ilginçtir değil mi Sayın bilimselci eğer ki Tanrı fikrini insan beyni üretmişse(!) onun ötesinde onu da kapsayan bir düşüncenin hala ürtilememiş olması ve yapılan bütün çkarımların o fikrin bir alt basamağında kalması.Tanrı fikri sizce güya doğanın insana verdiği acizlikten doğan ve sığınılan en ücra ve en son limandır fikri bu fikrin gerçekten de bu şekilde oluştuğunun gerçek açıklaması mıdır, bu ne kadar inandırıcı ne kadar kapsayıcıdır?Bilim dediğimiz de bu bilinmeyenin peşinde bir arayış içinde değil midir bir şekilde?Bilim gerçek doğruları buluyorsa bilim diye bir şey varsa bilimi var eden asıl kaynak da bir şekilde bulunacaktır değil mi?Bilim asıl kaynağa götürecektir bizi;ama biliminde ötesinde bir kaynağın insanın var oluşuyla birlikte insanın zihninde olması bir tesadüf olmasa gerek.Bilimin açıklayamadı bir alanın olması bu bilimin büyüklüğünü değil acizliğini, tabi oluşunu gösterir.Madem tek gerçek bilim söylediklerinin ötesinde başka bir şey olmamalı.Bilimin söyleyeceği çok söz varsa bilimsel bir düşünce yapısını savunan siz kesin konuşmamalısınız din konusunda da Allah konusunda da.Haşa yokluğunu mu kanıtladı bilim ya da yarın varlığını söylediğinde ne yapacaksınız?Bilim soyutlukla ilgilenmiyorsa söyleyeceğiniz söz tek olmalı dinle işimiz de olmaz sözümüz de olmaz.Varsa sözünüz hissettiğimiz evren kadar gerçek ve kapsayıcı olmalı ki din yenik düşsün bu savaşta, eğer bir savaş varsa.

 

MUHABBETLE...

Gönderi tarihi:

Bu tartışma da gördüğümüz insanların temel bilgi dahi sahibi olmadıkları konularda ne kadar ısrarcı olabilecekleri. Tabi bunu daha önce de defalarca gördük.

 

Futboldan anlamayan birisi de futbol tartışabilir. Ya da bir kimsenin sinema tartışması yapması için bir kaç film izlemesi dahi yeterlidir.

 

Ama felsefe tartışmak için bir insanın hayatında en azından felsefe sözlüğünden bazı temel kavramları okumuş olması elzemdir.

 

Bu tartışmada ne olmuştur?

 

Yeni filozoflarımız!. Dünyada kendileri dışında kimsenin bilmediği yeni bir bilim dalı icat ve keşfetmişlerdir. Yani dünyanın herhangi bir üniversitesinde, bilim kurumunda, böyle bir bilim dalının olmaması önemli değildir. Zira bu internet ortamıdır ve klavyeler uydurmaları elememektedir.

 

Yeni felsefi terimler , kavramlar icat edilmiştir.

 

A felsefe ekolüne istinaden onun yoğun olarak eleştirdiği B felsefe okulunun görüşleri savunulmuştur.

 

Felsefi görüşleri bilimsel yöntemlerle sınamak gibi, herhangi bir felsefe forumu ya da tartışmasında kişin avucuna "felsefe nedir?" "felsefi yöntem nedir" sorularının cevapların yazdığı kağıt tutuşturup eve gönderilmesine sebep olacak faraziyeler üretilmiştir.

 

İşin ciddi olan kısmı; ülkemizde felsefenin ne kadar az bilindiği, ilk ve ortaöğretim sistemimizde felsefeye verilen değerin ne kadar düşük olduğuna dikkatimizi çeken bir deneyim olma işlevidir.

Gönderi tarihi:

 

 

Demirefe dostumun sözü gibi;"gökten gelen bilgi" ile felsefe yapmaya kalkarsan, bilgi kaynağın, milyonlarca ışık yılı ötede, kanatlı varlıklarca dünyamıza getirilen uzak bir yerlerde olur.

 

Biraz felsefe biraz bilim tarihi okumuş herkes bilir ki, insanın bilgi üretmesinde iki faktörün rolü vardır. Bilim ve Felsefe. Ancak cevabı aranan sorunun türüne göre, bunlardan bazan biri bazan diğeri ağır basar.

 

"Russell için felsefe, bilimsel olmak yolunda önemli adımlar atmalıdır. Felsefe, temel ilkelerini ahlaktan veya dinden değil, doğa bilimlerinden çıkarmalıdır. Ona göre gerçek anlamda felsefeyle uğraşan filozoflar bu ilkeyi dikkate aldıkları sürece başarılı sayılacaklardır. Russell'a göre felsefe, bilimsel bir şekilde ve yorulmadan, sabırla olayların çözümünde etkin rol oynamalıdır. Ancak bu yol, bilimsel ilkelere bağlı olmalı ve bu ilkelerin dışına çıkmamalıdır."

 

Bochenski s71 Çeviri Ahmet ARSLAN

 

:)

 

Daha önce ne tespit yapmıştım ?

 

Tabi bilimselci arkadaşımız hem rasyonalist bir felsefe olan diyalektik materyalizmi savunmakta, hemde rasyonalizmin ve özelinde diyalektik materyalizmin karşıtı olan ampiryokritisist görüşleri savunmakta.

 

Evet. Zira benim felsefi bilgim, yazılanın ve savunulanın hangi ekolün görüşleri olduğunu anlamaya yetecek düzeydedir. Bilimselci arkadaşımız sanki benim bu tespitim havada kalmasın diye ileti girmiş ardımdan.

 

Bilimselci dostum ben gerçekten senden bir şey anlamadım.

 

Bertrand Russell kimdir ? Ampirist, metafizikçi bir felsefeci.

 

Hem ben diyalektik materyalistim diyorsun, hem de diyalektik materyalizmin karşıtı olan ampirist felsefenin görüşlerini savunuyorsun.

 

Hem beni metafizikçi olmakla suçluyorsun, hem metafizikçi Russell'i kaynak olarak veriyorsun.

 

hem diyalektik materyalistlerin "bilimsel bulgulara uygun felsefe" diyerek eleştirdikleri ampirist felsefi görüşleri savunup. Hem de nasıl diyalektik materyalist olduğunu düşünüyorsun ? Bunu samimi olarak merak ediyorum.

Gönderi tarihi:

"O öyle değil" "O öyle olmaz" "Siz bu işi bilmiyorsunuz, öğrenin" den öte bir yanıt alamıyoruz. O halde yapılacak tek iş var, bu söylemleri geri göndermek. "Asıl siz bilmiyorsunuz, öğrenin de gelin" demekten başka bir yol var mı? Yok...

 

Felsefede yüzde yüz doğruları söyleyen bir ekol ve yüzde yüz yanlışları söyleyen bir başka ekol yoktur. Birbiri ile çatışan ve birbirine zıt şeyleri söyleyen iki ekolün her ikisinin tüm söylediklerinden bir çok doğrular toplayabilirsiniz. Dünyada sırf yanlış, tamamen gerçeğe ters hiç bir fikir yoktur. Her fikir özde bir doğru tespit üzerine yapılandırılmıştır. Bilimin tek onay otoritesi olduğu kesin gerçeğini bir kez daha vurguluyorum.

 

Bertrand metafiziği, materyalizme olduğu kadar idealizme de karşıttır. Onun metafiziğinin göksel tanrı katından inmiş metafizikle hiç bir ilişkisi yoktur. Bertrand atomcu ve deneycidir. Benim çok önem verdiğim bir düşünürdür. Bu beni metafizikçi yapıyor mu acaba? :D

 

İkinci olarak evrim bir doğa yasasıdır. Bu kesindir, olasılık içermez. O yüzden olasılık içermeyen kesin bir ifade kullanmamda sakınca yok. Kesin olmayan evrimin tüm işleyiş basamaklarını tek tek ve ince ayrıntılarına kadar ortaya çıkarılmamış olmasıdır. Böyle bir şey de imkansız zaten. Çünkü fosilleşme çok ekstrem şartlarda oluşan bir olaydır. Her canlının fosilini bulma olanağı yoktur. Buna rağmen gün be gün artan bulgularla evrim güçleniyor. En son balinaların atalarının fosilleri bulundu. Bu hayvanlar üremek için karaya çıkıyorlardı. Zaten balina iskeletlerinde çok küçülmüş ayak kemikleri vardır. "Atavizm" örneği olarak, yani tersinir evrim, çok istisnai bir mutasyon sonucu hurda DNA ların aktive olmasıyla ortaya çıkar, küçük, işlevsiz ayak yapısı gelişen balinalara raslanmıştır. Keza timsahın tersine olarak sucul yaşamdan karaya çıktığı biliniyor. (Balina karasal yaşamdan tekrar sucul yaşama dönmüştür.)

 

Yine de bilim olasılıklı konuşmayı sever. Bu bilimin tarzıdır. Ama biz gündelik konuşmalarda çok yüksek olasılıkları kesin gibi konuşmayı severiz. Tabii ki hiç bir şey yüzde yüz kesinlikte değildir. Ama %99,9 a kesin gözüyle bakmak alışkanlık haline gelmiştir...

Gönderi tarihi:

Kanımca ansiklopedik, felsefesi kaynaklara tv de izlediği diziler dışında yanıtı olmayanların dayanaktan bahsetmesi abestir. Ya da iddia ettiklerini nerede okuduklarına dair sorulara tek bir yanıt dahi veremeyenlerin eylemine "uydurma" demek sadece basit gerçektir.

 

Zira uydurmaları nasıl ayırt ederiz ? Tartışmadan örnek verelim ;

 

"İnsan öldürmenin kötü olduğunu, hasta ve sakatların korunması gerektiğini, güçlünün güçsüzü ezmesinin yanlış olduğunu bilim niye söyleyemesin hiç anlayamıyorum. Bunları psikoloji de, sosyoloji de, etik de, hukuk da, tıp da rahatlıkla söyler. Ağızlarına bant mı yapışmış da söyleyemeyecekler?"

 

yazmak için teknik bir engel yoktur. Ama iddia edileni söyleyen bir bilimsel çalışma tez, bilgi koymaya gelince sıra. İşin o noktasında uydurmalar ile gerçekler arasında ki fark barizleşir. Zira uydurmaların en büyük özelliğidir dayanaksız olmaları.

 

bilim dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söyler, sigaranın sağlığa zararlı olduğunu söyler, insanlığın hangi yıl aralığında yerleşik yaşama geçtiğini söyler, insanın sosyal bir canlı olduğunu söyler. Nasıl söyler? Bunlar bir tez, araştırma, iddia, sav, teori konusudur. Bunu söyleyen yüzlerce tez, teori, çalışma, araştırma bulabilirsiniz.

 

Ama bilim "İnsan öldürmenin kötü olduğunu, hasta ve sakatların korunması gerektiğini, güçlünün güçsüzü ezmesinin yanlış olduğunu" söyler mi ? Söylemez. Bilim değerlerle ilgili yargı bildirmez. Yok "söyler" diyen varsa. Bir örnek çalışma, tez, teori sunabilir ortaya.

 

O zaman biz haksız olarak "uydurma" demiş oluruz.

 

Örnekte olduğu gibi, felsefe , felsefe bilgisi olmadan üzerinde tartışılacak bir alan değildir. Felsefi bilgi olmadan tartışmaya çalışmakta insanları tuhaf durumlara götürür.

 

Metafizik felsefe maddeyi birincil olarak kabul etmeyen felsefedir. Maddenin bağlı ve bağımlı olduğu metafizik bir yapının olduğunu iddia eder. Bu yapının niteliğiyle ilgili görüşler metafizikçilerin kendi aralarında ki farkı oluşturur. Tabi metafizik denince aklına dinden başka bir şey gelmeyenlerin, ne metafiziği anlaması mümkündür ne de diğer felsefe ekolleriyle olan ilişkisini.

 

Metafizik felsefeyi idealizmden ibaret sanıp, materyalist olduğunu iddia edenlerin, kaynak olarak karşımıza metafizikçi bir felsefeciyi koymaları tabi ki felsefe bilgilerini ortaya koymaktadır.

 

Şu kişiyi metafizikçi yapar mı? yapmaz mı ? Metafizikçi, materyalist, idealist vs olmak için önce bu ekolleri tanımak, bilmek, gerekir. Felsefe bilmeyen bir insanı hiçbirşey herhangi bir felsefe ekolüne mensup yapmaz. Ha kişi olduğunu iddia eder, o da anca örnekte ki gibi olur. Materyalist geçinip, metafizikçileri dayanak olarak sunmak şeklinde olur.

 

 

Hangi metafizik okuluna bağlı olursa olsun, tüm metafizikçilerin ortak noktası maddenin birincil olmadığıdır. Russell'ın bu nokta da "göksel tanrı katından inmiş metafizik"çilerle arasında bir fark yoktur. İdealizm metafizikçi ekollerden sadece birisidir.

 

"bilimin alanı dışında kalan konularda kritik sorular soran" bir disiplin olan felsefenin ürünleri için hala bilimsel onay arayanlardan ise hayatında herhangi bir felsefe kitabı okumadığı sorucuna ulaşırız.

Gönderi tarihi:
Yine de bilim olasılıklı konuşmayı sever. Bu bilimin tarzıdır. Ama biz gündelik konuşmalarda çok yüksek olasılıkları kesin gibi konuşmayı severiz. Tabii ki hiç bir şey yüzde yüz kesinlikte değildir. Ama %99,9 a kesin gözüyle bakmak alışkanlık haline gelmiştir...

 

''Fedakarlık hissi evrimin bir sonucudur.'' yargısının %99,9 bir gerçeklikle doğrulandığı kanısını siz mi taşıyorsunuz dayanağı var mı?Bir sonuç %99,9 doğrulanmış olsa bile bunun ötesindeki %100'lük kesinlik içeren yorumlarınız bilimsel değildir, aklınızdaki öngörüleri bilimi kullanarak felsefe yapıyorsunuz demektir.O zaman felsefe yaptığınızı söylemeniz gerekir ki salt bilimsel doğruları söylemiyorsunuz bu sizin fikrinizdir, denmesin.Felsefi düşünceleinizi bilimsel gerçeklikmiş gibi söylüyorsunuz Sayın demirefe akabinde de söylediklerinizin doğruluğunu vurgulamak için tek gerçeği bilim söyler diyorsunuz ki sizin söylediklerinizi bilim ne zaman bir kanun olarak söylemiş onu göremiyoruz.

 

MUHABBETLE...

Gönderi tarihi:
''Fedakarlık hissi evrimin bir sonucudur.'' yargısının %99,9 bir gerçeklikle doğrulandığı kanısını siz mi taşıyorsunuz dayanağı var mı?Bir sonuç %99,9 doğrulanmış olsa bile bunun ötesindeki %100'lük kesinlik içeren yorumlarınız bilimsel değildir, aklınızdaki öngörüleri bilimi kullanarak felsefe yapıyorsunuz demektir.O zaman felsefe yaptığınızı söylemeniz gerekir ki salt bilimsel doğruları söylemiyorsunuz bu sizin fikrinizdir, denmesin.Felsefi düşünceleinizi bilimsel gerçeklikmiş gibi söylüyorsunuz Sayın demirefe akabinde de söylediklerinizin doğruluğunu vurgulamak için tek gerçeği bilim söyler diyorsunuz ki sizin söylediklerinizi bilim ne zaman bir kanun olarak söylemiş onu göremiyoruz.

 

MUHABBETLE...

Richard Dawkins'in "Gen Bencildir" adlı, Tübitak Popüler Bilim Yayınlarından yayınlanan kitabını oku.

 

Ne yazık ki Tübitak İslamlaştırılma sürecinde olduğu için yeni baskısı yok ama internette e-kitap olarak bulabilirsin; bir arkadaşım fedakarlık yapıp e-kitap haline getirdi...

 

Demirefe'nin söylediğinin nasıl ortaya konulduğunu orada görebilirsin...

 

Hatta yetmezse "Doğanın Gizli Bahçesi (Edward O. Wilson)" ve "Üçlü Sarmal: Gen, Organizma ve Çevre (Richard Lewontin)" kitaplarını oku...

 

Bunlarda yetmezse, bol resimli ve boyamalı, çocuklar için evrimi ve ondan kaynaklı fedakarlığın ne olduğunu anlaşılır kılan bir sürü yayın hazırlanabilir; zor değil...

Onları temin ederiz, okur, öyle de öğrenirsin canım kardeşim...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:
''Fedakarlık hissi evrimin bir sonucudur.'' yargısının %99,9 bir gerçeklikle doğrulandığı kanısını siz mi taşıyorsunuz dayanağı var mı?Bir sonuç %99,9 doğrulanmış olsa bile bunun ötesindeki %100'lük kesinlik içeren yorumlarınız bilimsel değildir, aklınızdaki öngörüleri bilimi kullanarak felsefe yapıyorsunuz demektir.O zaman felsefe yaptığınızı söylemeniz gerekir ki salt bilimsel doğruları söylemiyorsunuz bu sizin fikrinizdir, denmesin.Felsefi düşünceleinizi bilimsel gerçeklikmiş gibi söylüyorsunuz Sayın demirefe akabinde de söylediklerinizin doğruluğunu vurgulamak için tek gerçeği bilim söyler diyorsunuz ki sizin söylediklerinizi bilim ne zaman bir kanun olarak söylemiş onu göremiyoruz.

 

MUHABBETLE...

 

Ama şunu merak ediyorum:

Yıllarca inandık ya da hala inanıyoruz bilemem ama sorgulamak istediğim şudur ki; Bilim %99 bir doğruluk sunsa bile, bu verisinin doğruluğundan şüphe edebiliyoruz.

Biliminde en güzel yanı bu zaten; seni-beni ya da en dogmatik bir insanı bile sorgulamaya yönlendiriyor; kendisinden şüphe ettiriyor ve doğruyu aratıyor...

Peki yıllarca bize öğretilen ve dikte edilen, benimsettirilen ve "kendimizinde kendi rızamızla benimsediğimize inandırıldığımız" bilinç altımıza işlenen hangi inancın hangi verisi deney-gözlem-sorgulama ve araştırma ile elde edilip %1lik bile olsa bir sağlam ve geçerli bilgi olarak ortaya konulmuş?

%1lik bir doğruluğu bile ortaya konulamayan ve yalnızca "İnanmak" kalıbında kalabilen (öyle olduğuna inanırsın; hepsi budur. Ne olduğunu asla bilmezsin) dogmalardan niçin şüphe duymuyorsun çok merak ediyorum...

İnanç ve o inancı akılsallaştırmak Felsefe yapmak değil midir zaten?

Üç-beş cümlelik tek paragrafınızda o kadar çok çelişki var ki, hangi birini alıp, hangi ötekine vurayım!!!

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:
bilim dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söyler, sigaranın sağlığa zararlı olduğunu söyler, insanlığın hangi yıl aralığında yerleşik yaşama geçtiğini söyler, insanın sosyal bir canlı olduğunu söyler. Nasıl söyler? Bunlar bir tez, araştırma, iddia, sav, teori konusudur. Bunu söyleyen yüzlerce tez, teori, çalışma, araştırma bulabilirsiniz.

 

Ama bilim "İnsan öldürmenin kötü olduğunu, hasta ve sakatların korunması gerektiğini, güçlünün güçsüzü ezmesinin yanlış olduğunu" söyler mi ? Söylemez. Bilim değerlerle ilgili yargı bildirmez. Yok "söyler" diyen varsa. Bir örnek çalışma, tez, teori sunabilir ortaya.

 

O zaman biz haksız olarak "uydurma" demiş oluruz.

 

Cyrano, söylediklerin oldukça tutarlı ancak açık söyleyeyim; "önceki yazıların hepsini okudum" desem yalan olur; okumadım.

Yalnızca çok açık ve net bir soru soracağım tartışmaya yetişmek için ve yanıtın uzun olmayacağını tahmin ediyorum:

Ahlaki Kültürün tek kaynağı Din midir?

Yoksa Din olmadığı halde yaşamla ilgili öğretiler de birer ahlaki benimseyişler ortaya koyabilirler mi?

Gönderi tarihi:

Cyrano dostum,

 

Daha önceki ikazıma rağmen bu polemik uslubuna devam etmekte israr ediyorsun. Seni uyarmıştım üslup hakkında. Ama dinlemiyorsun. Bir insanın az okumuş olması, okul solcusu tipinin olması, tartışmaya girdiğine pişman olman...

 

Sen bu gibi konulara polemik yapmak içinmi giriyorsun? Bende sana şimdi, bu polemiklerin karşılığında "senin saçının sayısı kadar kitap okudum, okumak değil anlamak önemli. Bu yüzden sen hala metafizikte, mistik kavramlarda çakılı kalmışsın, Okul gençleri gibi sen davranıyorsun, zira polemiklerin eksik olmuyor", şeklinde polemiği sürdürsem, mutlu mu olacaksın? Bu mutluluk orgazmı seni kaç gün idare edecek? Bize ne getirecek?

 

Russell'in bilime önem verdiği bir sözünden dolayı, diyalektik materyalizme ters düştüğümü söyleyecek kadar ucuz polemiği devam ettirmeye çalışmak büyük bir talihsizlik.

 

Tarihle gelen, tarihi materyalizme katkıları olan her filozofa, her sosyologa, bilime verdikleri öneme karşılık saygı duyuyorum. Taaki Hegel'e kadar. Metafizikçi yanı olsun yada olmasın. Senin ne kadar metafizik yanın, ne kadar bilimsel yanın var? İnsanlar tornadanmı çıkıyor?

 

Bunu dikkate almayacağını biliyorum ama, bence yapılacakların en doğru olanı, kişilik vurgulaması yapılmadan, polemiğe meydan vermeden fikirlerini söylemekte devam etmek. Aksi bizlere yakışmıyor.

 

"O öyle değil" "O öyle olmaz" "Siz bu işi bilmiyorsunuz, öğrenin" den öte bir yanıt alamıyoruz. O halde yapılacak tek iş var, bu söylemleri geri göndermek. "Asıl siz bilmiyorsunuz, öğrenin de gelin" demekten başka bir yol var mı? Yok...

 

Neyse dikkat etmek, tartışmaya devam edip etmemek senin bileceğin bir iş.

 

Ahlak Felsefesi, tartıştığı, düşündüğü, açıklamaya çalıştığı bilgilerin kaynağını nereden alır? Doğadan alır diyorsan eğer; bu doğa gerçekleri bilimle ne derece örtüşür. Bu nasıl bir felsefedir? Yok eğer bu bilgiler doğadan değil de gökten geliyor diyorsan; bu bilimle ne kadar örtüşür, böyle bir felsefe nasıl bir felsefedir? söylermisin? Yoksa üçüncü bir açıklaman mı var? Varsa eğer, yine bilimle ne derece örtüşüyor?

 

Boşig dostumuz da farkına varmış soruyor;

Yalnızca çok açık ve net bir soru soracağım tartışmaya yetişmek için ve yanıtın uzun olmayacağını tahmin ediyorum:

Ahlaki Kültürün tek kaynağı Din midir?

Yalnız ben ilave bir yanıt daha istiyorum. Din ahlakının kaynağı toplumsalmıdır, ilahimidir? Günümüzde geçerliliği korunmalımıdır? Neden?

 

Diğer taraftan, felsefe disipliniyle ortaya konulan sonuçlar, orada bir köşede durması gereken bilgilermidir? Amacı ve yararı nedir? İnsanlık için faydası nedir?

 

Tartışmanın başından beri asıl cevap vermen gereken detay bu. Bu soruya açıkça cevap vermek yerine ya polemiğe çekiyorsun ya da tartışmayı öz'den çarpıtıp başka konulara çekmeye çalışıyorsun.

Gönderi tarihi:
Sayin Bilimselci, tamamen merak icabi soruyorum, neden Hegel'e kadar. Sorun degilse biraz acar misiniz?

 

Sebebi; hegel kısmen, sonrasında ise fikirlerini benimsediğim filozof ve sosyologlar diyalektik materyalizmi geliştirmişlerdir.

Gönderi tarihi:
Ama şunu merak ediyorum:

Yıllarca inandık ya da hala inanıyoruz bilemem ama sorgulamak istediğim şudur ki; Bilim %99 bir doğruluk sunsa bile, bu verisinin doğruluğundan şüphe edebiliyoruz.

Biliminde en güzel yanı bu zaten; seni-beni ya da en dogmatik bir insanı bile sorgulamaya yönlendiriyor; kendisinden şüphe ettiriyor ve doğruyu aratıyor...

Peki yıllarca bize öğretilen ve dikte edilen, benimsettirilen ve "kendimizinde kendi rızamızla benimsediğimize inandırıldığımız" bilinç altımıza işlenen hangi inancın hangi verisi deney-gözlem-sorgulama ve araştırma ile elde edilip %1lik bile olsa bir sağlam ve geçerli bilgi olarak ortaya konulmuş?

%1lik bir doğruluğu bile ortaya konulamayan ve yalnızca "İnanmak" kalıbında kalabilen (öyle olduğuna inanırsın; hepsi budur. Ne olduğunu asla bilmezsin) dogmalardan niçin şüphe duymuyorsun çok merak ediyorum...

İnanç ve o inancı akılsallaştırmak Felsefe yapmak değil midir zaten?

Üç-beş cümlelik tek paragrafınızda o kadar çok çelişki var ki, hangi birini alıp, hangi ötekine vurayım!!!

 

Saygılarımla...

 

Kusura bakmayın Tengeriin yazdıklarımın tecümesini yapmak için kelime sarfiyatı yapmayacağım.Bilimle dini aynı alanları dolduran, birbirinin yerine ikame edilebilecek alan olarak algılamanız sizin mantığınız.Ben inanıyorum ve hala yer çekimine tabiyim.Eger ki dinim yer çekimi yok diyorsa o zaman düşünmeye başlarım ne diyor diye?Sayın Tengeriin ben inançlı biriyim ve bilimle çelişen hiçbir yanım yok ki nasıl olsun.Bir din bilimin bulgularının dışında başka bir şey söylüyorsa Yratan'ın yarattığıyla sözylediği çelişiyor demektir değil mi?Bu durumda iflas eder din.Ne oldu iflas mı etti?Siz birgün iflas edeceğini düşünerek yaşayın biz de bilim birgün dinin dediğini diyecek diye yaşayalım olur mu?Acaba bu iki yaşam arasındaki farkın mantıkllığını, faydalılığını neye göre ölçüp biçeceksiniz?Son geleceğiniz nokta algılarımız olur.Neyse Sayın Tengeriin hayat devam ediyor...

 

Muhabbetle...

Gönderi tarihi:
Bir din bilimin bulgularının dışında başka bir şey söylüyorsa Yratan'ın yarattığıyla sözylediği çelişiyor demektir değil mi?Bu durumda iflas eder din.Ne oldu iflas mı etti?Siz birgün iflas edeceğini düşünerek yaşayın biz de bilim birgün dinin dediğini diyecek diye yaşayalım olur mu?

 

Din; yoktan var edebilmekten söz eder ama bilim hiçbir şeyin yoktan var olamayacağını söyler.

Din; dağların çivi gibi çakılı olduğunu ve sabitleyici olduğunu söyler ama bilim bunu söylemez hatta çoğu zaman aksini söyler.

Din; insanların topraktan yaratılmış Adem ve ondan yaratılmış Havva'dan geldiğini söyler ama bilim insanların tüm canlılar gibi evrildiğini söyler, kabul eder, o yönde ilerler, araştırmalarını bunun üzerine temellendirir.

Din; peygamberin tüm insanlardan daha ahlaklı ve seçilmiş olduğunu söyler ama toplumsal bilimlere göre bir birey, diğerinden üstün değildir.

Din; insanların Tanrı'nın halifesi olarak ve doğanın da onların emrinde yaratıldığını söyler ama bilime göre evrim sürecinde bugün türü devam eden bir mantarın ya da bakterinin veya bir dağ sıçanının bile insan türünden daha aşağı ya da daha üstün bir yanı; birinin diğerine hakimiyetliliği yoktur; hepsi doğanın bir parçasıdır, evrimin bugüne uzanmış ve bugün var kalabilmiş ürünüdürler.

 

Daha başka var mı isteyebileceğiniz örnek?

Daha ekleme yapayım mı, yoksa yeterli mi?

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

Bilimselci, tabii ki tartışmayı bırakmak gibi bir niyetim yok. Ben o alıntıladığın cümleyi senin de şikayetçi olduğun polemik tarzına vurgu için sarfettim. Devam edelim:

 

Ben Russell'i severek okurum. Tamamen okuduğumu iddia edemem. Fakat kendisinden bir metafizik kurma isteğinde olduğuna dair bir cümle okumadım. Belki vardır, ben okumamışımdır, olabilir. Fakat ona metafizik bir felsefesi olduğuna dair atamalar yapıldığını duyuyorum ve hadi tamam, kabul ediyorum. Russell'in metafizik bir düşüncesi olsun. Fakat atomcu ve deneyci olduğunu çok ama çok iyi biliyorum. Şimdi deneyci birinin, ruh deneyimlenemeyeceğine göre, ruhçu anlamda bir metafizik kurma amacında olması olanaksızdır. Aksi halde deneyci (ampirik) olamazdı.

 

O halde Russell'ın metafiziği nasıl bir metafiziktir? Ben bunu iki yönde yorumlayabilirim:

 

Birincisi matematik olarak, ikincisi fizik olarak. Matematik olarak şöyle: Biliriz ki matematik kavramların fiziksel dünyada tam karşılıkları olmayabiliyor. Pi sayısının kesin değeri bilinemiyor. İdealde ulaşılamayan bir pi sayısı değeri var, ama biz bilmiyoruz. Sonsuz nedir? Beş bölü sonsuz kaç eder? On bölü sonsuzla arasında ne fark vardır? Bunları bilemeyiz. Ayrıca alanlarına sayısal miktarlar atadığımız geometrik biçimler fizik dünyasında yokturlar. Örneğin çember, yoktur. Fiziksel dünyadaki çemberlerimizn bir kenar kalınlığı vardır. Bu çizgi de mikroskopik anlamda düz olamaz. İşte Russell'in metafizik dünyası matematiğin bu soyut dünyasıdır. İdeal sayılar fizik dünyada tam karşılıklarını bulamıyorlar. Beş kilo elma ile beş kilo başka elma bizce eşittir. Gerçekte ise değildirler. Nasıl değildirler, aynı ağaçtan bile toplanmış ve kuyumcu terazisinde bile tartılmış olsalar, eşit değildirler. Fizik dünyada ideal sayılar yakalanamaz.

 

Fizik olarak Russell bunun ötesine, metafiziğe nasıl bakar? Russell atomcudur. Bu düşünce ile atomaltı parçacıkları öngörmüştür. Maddeyi yaratan bir tin, doğaötesi bir ruh öngörmemiştir. Açıkçası kuantumu öngörmüştür. Buna nasıl ulaşmıştır? Basit. Atom dediğimiz en küçük parça kabul ettiğimiz parçacığın, fiziksel bir büyüklüğü, kütlesi yok mu? Var. Bu bir sayı ile ifade ediliyor mu? Ediliyor. Bir sayı herhangi bir sayıya bölünebilir mi? Evet. O halde en küçük parça olmadı. Diyelim atomun kütlesini beşe böldük. Bir sayı çıktı. Bu sayı bir kere daha beşe bölünür mü? Bölünür. Bir kere daha? Bölünür. Sonsuz kere bölsek, madde küçüle küçüle yok olmaz. Daima küçük de olsa bir sayıdır. O halde en küçük parçayı bulmak olanaksızdır.

 

İşte Russell'in metafiziği böyledir. Ki felsefe ile uğraştığınız anda, zaten bilinenlerin ötesini, bilinmeyeni kurcalıyorsunuz. Felsefenin metafizik konusunda laf etmemesi olanaksızdır. Adı üstünde felsefe, bilimin ulaşamadığı alacakaranlık kuşağında geziniyorsunuz. Metafiziği kurcaladı diye bir filozof materyalizme karşıt kutba konumlanmaz. Russell idealizme de karşıdır ve hiç yaratıcı tinselden filan söz etmez. Materyalizm karşısındaki duruşu ve metafiziği, tamam, madde, atomlar, elementler ama, atomun yapısı, alt parçacıkları ne, bunu öngörmeye çalışmaktır. Bugün bilimin uğraştığı kuantumdur...

 

Bu da bilimsiz felsefenin bir anlamı olmadığı anlamına gelir. Öyle anlamı yoktur ki, herkes, felsefeciler de CERN'den gelecek haberleri bekliyor. CERN'den bir bilgi gelmeden geliştirilebilecek bir felsefe yoktur. Yargımı tekrarlayayım: Bilimsiz felsefe de, başka hiç bir şey de olmaz.

 

Yahu, zaten Aristo'nun kristal gökküreler ve değişmez gök, değişen yer felsefelerini yıkan, onun o kristal gökkürelerini gümbür gümbür parçalayıp yok eden bilim değil de ne? Biz neyi tartışıyoruz yahu?

Gönderi tarihi:
Bilimselci, tabii ki tartışmayı bırakmak gibi bir niyetim yok. Ben o alıntıladığın cümleyi senin de şikayetçi olduğun polemik tarzına vurgu için sarfettim. Devam edelim:

.

.

.

Yahu, zaten Aristo'nun kristal gökküreler ve değişmez gök, değişen yer felsefelerini yıkan, onun o kristal gökkürelerini gümbür gümbür parçalayıp yok eden bilim değil de ne? Biz neyi tartışıyoruz yahu?

Bilim Boş İnanlı mıdır?

 

Modern yaşam iki yönden bilim temeline oturmaktadır. Hepimiz ekmek parası, rahatımızı sağlayan araçlar ve eğlence gereksinimlerimizi karşılamada bir bakıma bilimsel buluş ve keşiflere bağımlıyızdır.

 

Öte yandan son üç yüzyıl içinde bilimsel görüşle ilintili olan bazı zihinsel alışkanlıklar bir avuç üstün yetenekli kişiden giderek toplumun büyük bir bölümüne yayılmıştır.

 

Yeterince uzun süreler gözönüne alındığında, bilimin bu iki özelliğinin birbiriyle bağıntılı olduğu görülür; ancak her ikisi de, ötekisi olmadan yüzyıllarca var olabilirler. Bilimsel düşünce tarzı onsekizinci yüzyıl sonlarına kadar günlük yaşamı pek etkilemedi; çünkü sınai teknolojide devrim yapan büyük buluşlara henüz yol açmamıştı.

 

Öte yandan, bilimin getirdiği yaşam tarzı, bilimin sadece pratikteki bazı uygulamalarını öğrenmiş toplumlarca da benimsenebilir. Böyle toplumlar başka yerlerde keşfedilmiş makineleri yapabilir, kullanabilir ve hatta onlarda bazı ufak tefek gelişmeler gerçekleştirebilir. Ortak insanlık zekası bir gün yozlaşsa bile, bilimin sağladığı teknik ve günlük yaşam, büyük olasılıkla, nesiller boyu var olmayı sürdürebilir. Ancak bu durum sonsuza dek süremez; çünkü eğer bir felaket sonucu ciddi şekilde zedelenirse bir daha yerine gelmesi olanaksızdır.

 

Demek oluyor ki, olumlu ya da olumsuz, bilimsel görüş insanlık için önemli bir konudur. Sanat alanında olduğu gibi bilimsel görüşün kendisi de iki yönlüdür. Yaratanlar ile değerlendirenler aynı kişiler değildir ve birbirinden farklı zihinsel alışkanlıklar gereksinirler. Her yaratıcı gibi bilimsel yaratıcı da entellektüel bir yolla ifade edilen güçlü duygulardan esinlenir; bu ifade açıklanmamış bir inancı da içerir; eğer bu inanç olmasa bilimci belki de pek bir şey başaramaz. Değerlendiricinin böyle bir inanca gereksinimi yoktur; o her şeyi yerli yerinde görür; kendince gerekli noktaları değerlendirir; belki de yaratıcıyı kendisine kıyasla kaba ve ilkel bir kişi olarak düşünür. Uygarlık daha yaygın ve daha olağan bir aşamaya geldiğinde değerlendirenin düşünce tarzında, yaratıcı olabilecek kişilere karşı bir hükmetme eğilimi başgösterir. Sonuçta söz konusu uygarlık Bizanslaşır ve geriye dönük bir hal alır. Bilimde bu tür bir gelişim başlamakta gibi görünüyor. Öncülere güç veren inanç, özünden çürümeye başlamıştır.

 

Rusya, Japonya ve Yeni Çin gibi Uzakdoğu ülkeleri bilimi hala onyedinci yüzyıldaki çoşku ile karşılamaktadır. Batılı uluslar halklarının çoğunluğu da böyledir. Ancak başrahipler, kendilerinin resmen adandıkları bu ibadetten artık usanmaya başlamışlardır. Vaktiyle dinibütün genç Luther, hastalıktan kurtulmak için Kapitol'de Jüpiter'e kendi adına öküz kurban edilmesine ses çıkarmayan serbest- üşünceli Papa'ya saygılarını sunmuştu. Bunun gibi, günümüzde de kültür odaklarından uzakta olanlar bilime, onun kahinlerinin artık duymadıkları saygıyı beslemektedir. Bolşeviklerin "bilimsel" maddeciliği de, vaktiyle ilk dönem Alman Protestanlarında olduğu gibi, bu sofuluğu dost düşman herkesin yenilik sayacağı bir şekil içinde devam ettirmeye yönelik bir çabadır.

 

Ancak onların Newton'un öğretilerine hararetle ve harfi harfine bağlı olmaları, Batı'nın "burjuva" bilimcileri arasında kuşkuculuğun yayılmasını hızlandırmaktan başka sonuç vermemiştir. Tennessee gibi, devletin bilim-öncesi bir aşamada kalmış olduğu yerler dışında, bilim devlet tarafından tanınan ve teşvik edilen bir faaliyet olarak siyasal açıdan tutucu bir nitelik almıştır. Günümüz bilimadamlarının çoğunluğunun temel imanı statükoyu korumanın önemine dayanmaktadır. Bunun sonucunda bilim için hakettiğinden fazlasını ileri sürmemek ve diğer tutucu güçlerin, örneğin dinin, istemlerini yerine getirmek konularına aşırı yatkındırlar.

 

Ancak bu bilimciler büyük bir zorlukla karşı karşıyadırlar. Bilimcilerin çoğunluğunun tutucu olmasına karşın bilim hala dünyadaki en hızlı değişim aracıdır. Asya'daki, Afrika'daki ve Avrupa'nın sanayi toplumlarındaki değişimin yol açtığı heyecan, tutucu görüşlü kişilerde çoğu kez hoşnutsuzluk yaratmaktadır. Bundan da bilimin değeri konusunda, Büyük Rahiplerin kuşkuculuğuna da katkıda bulunan tereddütler ortaya çıkmaktadır. Bu kadarla kalsa önemli olmayabilirdi. Ancak durum gerçek-entellektüel sıkıntılarla daha da ağırlaşmıştır. Bu zorlukların, eger aşılmazlarsa, bilimsel keşif çağını sona erdirmeleri olasılığı vardır. Bu hemen bir anda oluverecek demek istemiyorum. Rusya ve Asya, Batı'nın yitirmekte olduğu bilimsel imanı bir yüzyıl daha sürdürebilirler. Ancak eninde sonunda, bu inanca karşı öne sürülen savın reddedilemeyeceği ortaya çıkarsa bu, herhangi bir nedenle bir an için, usanç duyan insanları ikna edecek, bu kimseler bir kere inandıktan sonra da eski mutlu güvencelerine bir daha kavuşamayacaklardır. Bilimsel imana karşı ileri sürülen bu sav, bu nedenle, büyük bir titizlikle incelenmelidir.

 

Bilimsel imandan söz ederken bilimin, esas itibariyle, doğru olduğu yolundaki bir mantıksal sonucu kastetmiyorum. Daha az rasyonel olan ama daha heyecan verici bir şeyi, yani kişinin büyük bir bilimsel kaşif olmasına yol açan inanç ve duygular sistemini kastediyorum. Soru şudur: bilimsel keşifler için gereken zihinsel güce sahip insanlar arasında bu türden duygu ve inançlar var olmayı sürdürebilirler mi?

 

Yeni yayınlanmış çok ilginç iki kitap bize bu problemin yapısını anlamada yardımcı olacaktır. Bunlar Burtt'un Metaphysical Foundations of Modern Science (Modern Bilimin Metafiziksel Temelleri) (1924) ve Whitehead'in Science and the Modern World (Bilim ve Çağdaş Dünya) (1926) adlı kitaplarıdır. Bu kitapların ikisi de çağdaş dünyanır. Kopernik Galileo ve Newton'dan esinlenmiş olduğu düşünce sistemlerini eleştirmektedir -birincisi hemen hemen tümüyle tarihsel açıdan, ikincisi hem tarihsel hem de mantıksal açıdan. Dr. Whitehead'in kitabı daha önemlidir; çünkü yalnız eleştirel değil, aynı zamanda yapıcıdır; ayrıca geleceğin bilimi için, insanlığın bilimdışı özlemleri yönünden de doyurucu olacak bir entellektüel temel bulmayı amaçlamaktadır. Dr. Whitehead'in teorisinin hoş diyebileceğimiz bölümleri için öne sürdüğü mantıksal argümanları kabul edemem. Bilimsel kavramların yeni bir entellektüel yapılanmaya gereksinimi olduğunu kabul etmekle beraber bu yeni kavramların entellektüel olmayan duygularımıza eskileri kadar itici geleceğini ve bu nedenle yalnızca bilim lehinde güçlü önyargısı olanlarca kabul edilecekleri yolundaki görüşe de katılıyorum. Şimdi ileri sürülen tezin ne olduğunu görelim.

 

İşe tarihsel bakış açısıyla başlayalım. Dr. Whitehead "Nesneler arasında düzen, özellikle de bir doğa düzeni'nin var olduğu hakkında yaygın bir içgüdüsel inanç olmadan yaşayan bilim de olamaz," diyor. Ona göre bilim ancak böyle bir inanca sahip olan insanlarca yaratılabilirdi; bu nedenle de inancın başlangıçtaki kaynağı bilim-öncesi dönem olmalıydı. Bilimin gelişmesi için gerekli olan karmaşık zihinsel yapının oluşmasında başka öğelerin de katkısı olmuştu. Whitehead, Greklerin yaşama bakış açısının daha çok dramatik olduğunu, bu nedenle de başlangıçtan çok sonu vurguladığını, bunun da bilim açısından sakıncalı olduğu ileri sürüyor. Öte yandan, Grek tragedyası, olayların doğa yasalarının zorunlu sonucu olarak ortaya çıktığı yolundaki Kader kavramının oluşmasına yardımcı olmuştur. "Grek tragedyasındaki Kader, çağdaş düşünce sisteminde Doğa düzenine dönüşmüştür." Gerekirci (necessitarian) görüş Roma hukuku ile desteklenmiştir. Roma Devleti (hiç olmazsa teoride), Doğulu despotlardan farklı olarak keyfi değil, önceden belirlenmiş kurallara göre hareket etmişti. Bunun gibi, hıristiyanlık da Tanrı'nın yasalar uyarınca hareket ettiği inancındaydı; her ne kadar bu yasaları Tanrı'nın kendisi koysa da. Bütün bunlar bilimsel düşünce biçiminin zorunlu bir ögesi olan Doğal Yasalar kavramının oluşmasını kolaylaştırmıştır.

 

Onaltıncı ve onyedinci yüzyıl öncülerinin çalışmalarını esinleyen bilim-dışı inançlar Dr. Burtt tarafından övgüye değer bir biçimde ortaya konmuştur; kendisi bunun için, pek az bilinen birçok orjinal kaynaktan yararlanmıştır. Örneğin Kepler, gençliğinin kritik bir döneminde, Zerdüşt dininden olanların Güneş'e tapma şeklindeki ibadetlerini kısmen benimsemiş gibidir. "Özellikle Güneş'in tanrılaştırılması ve ona yaraşır konumun evrenin merkezi olduğu yolundaki düşünceler Kepler'i, gençlik coşkusu ve coşkulu hayal gücünün etkisiyle, yeni sistemi kabule yöneltmiştir." Bütün Rönesans dönemi boyunca hıristiyanlığa karşı, esas itibariyle Pagan çağı uygarlığına duyulan hayranlıktan kaynaklanan bir tür düşmanlık var olmuştur. Bu düşmanlık, kural olarak açıkça dile getirilemediyse de örneğin, fiziksel belirlenimcilik (determinizm) içerdiği gerekçesiyle Kilise'nin kınadığı astrolojinin yeniden canlanmasına yol açmıştır.

 

Hıristiyanlığa karşı olan bu başkaldırı bilimle olduğu kadar boş-inanla da ilintilidir ve Kepler örneğinde olduğu gibi bazen her ikisiyle de içiçedir.

 

Eskiçağ'da yaygın olmayan, Ortaçağ'da ise hiç görülmeyen çok önemli bir öğe daha vardır: "çözülemeyen ve tekrarlanan" olgulara duyulan ilgi. Rönesans öncesinde olgulara karşı merak duyulması kişilere özgüydü; örneğin İmparator 2. Frederick ve Roger Bacon. Ancak Rönesans döneminde bu merak aydınlar arasında birden yaygınlaştı. Montaigne'de bu, Doğal Yasalara ilgi duymaksızın var olan bir meraktır; bu nedenle de Montaigne bir bilim adamı değildir. Bilim uğraşı, kendine özgü bir genel ve özel ilgiler karışımını içerir; özel durum, genel durumu aydınlatabileceği umuduyla incelenir. Ortaçağ'da özel durumun, teorik olarak, genel ilkelerden çıkarılabileceği düşünülürdü; Rönesans döneminde genel ilkeler gözden düştü ve eski çağlara olan tutku özel olaylara karşı güçlü bir ilgiye yol açtı. Bu ilgi Grek, Roma ve skolastik geleneklere göre eğitilmiş beyinlerde, sonunda Kepler ve Galileo gibi bilimsel kişiliklerin ortaya çıkışını olanaklı kılan düşünsel atmosferi yarattı. Doğaldır ki bu atmosfer onların çalışmalarını sarmalamış ve günümüzdeki izleyicilerine kadar gelmiştir. "Bilim, kökenini Rönesans sonlarının tarihsel başkaldırısından hiç ayırmamıştır; daha çok, ilkel bir inanca dayalı, rasyonalizm-karşıtı bir hareket olarak sürmüştür. Gerek duyduğu uslamlama sistemini, tümdengelim yöntemini uygulayan Grek rasyonalizminin yaşayan bir yadigarı olan matematikten almıştır. Bilim felsefeyi reddeder. Başka bir deyişle, inancını haklı kılmaya veya açıklamaya hiç gerek duymamış, Hume'un onu yadsımasına da sessizce kayıtsız kalmıştır."

 

Emekleme dönemindeyken onu beslemiş olan boş-inanlardan ayırırsak bilim var olmayı sürdürebilir mi? Bilimin felsefeye karşı gösterdiği kayıtsızlık,kuşkusuz, bilimin şaşırtıcı başarısı nedeniyledir. Bilim, insanın güçlü olduğu duygusunu kuvvetlendirmiş; bu nedenle de, teolojik geleneklerle kimi zaman çatışmasına karşın, genelde iyi kabul görmüştür. Ancak son zamanlarda, kendi iç sorunları onu felsefeyle ilgilenmeye yöneltmiştir. Bu, özellikle uzay ve zamanı bir uzay-zaman düzeninde birleştiren görecelik teorisi için söz konusu olmuştur. Bunun yanısıra, sürekli olmayan harekete gereksinimi varmış gibi görünen kuantum teorisi için de geçerlidir. Yine, bir başka alanda, fizyoloji ve biyokimya, felsefeyi canalıcı bir noktasında tehdit eden psikolojinin alanına el uzatmaktadır. Dr. Watson'un davranışçılığı bu saldırının bir öncü kuvvetini oluşturmakta; felsefi gelenek için saygılı sayılamayacak şeyler içermekte; buna karşın kendine özgü yeni bir felsefeye de gerek duymaktadır. Bütün bu nedenlerden dolayı bilim ve felsefenin bu soğuk savaşı sürdürmeleri artık olanaksızdır; düşman ya da dost olmak zorundadırlar. Bilim, temelleri konusunda felsefenin ona yönelttiği soruları yanıtlayamazsa dost olamazlar. Dost olmaları durumunda ise birbirlerini yok ederler; yalnız birinin tek başına alana egemen olması artık olanaksızdır.

 

Bilimin felsefi açıdan kendini kanıtlaması için Dr. Whitehead iki şey önermektedir. Bir yandan yeni bazı kavramlar ortaya atmaktadır ki onlar sayesinde görecelik ve kuantum fiziği, eski katımadde kavramında yapılacak bölük pörçük değişikliklerle elde edilecek sonuçlara göre, zihinsel bakımdan daha doyurucu olan bir yapılanma olanağı bulacaktır. Eserin bu bölümü henüz arzu edilen ölçüde geliştirilmiş olmamakla beraber geniş anlamıyla bilim kapsamına girmektedir ve bizleri bazı olgular hakkındaki teorik bir yorumu bir başkasına tercih etmeye yönelten alışılmış kanıtlama yöntemine de olanak vermektedir.

 

Tekniğinin zor olduğunu belirtmek dışında bu konuya değinmeyeceğim. Şu anda ilgilendiğimiz konu yönünden önemli olan, Dr. Whitehead'in eserinin daha felsefi olan bölümüdür. Bize sadece daha iyi bir bilim önermekle yetinmeyip, aynı zamanda Hume'dan bu yana bir anlamda rasyonel olmayan geleneksel bilimi rasyonel kılacak bir de felsefe öneriyor. Bu felsefe temelde Bergson'unkine çok benzer. Burada karşılaştığım zorluk şudur: Dr. Whitehead'in yeni kavramları, normal bilimsel ve mantıksal sınamalara olanak veren formüllerle ifade ediliyorlarsa da öne sürdüğü felsefeyi gerektirmiyorlar gibi görünüyor.

 

Bu nedenle felsefesi kendi içerdiği değerlere göre kabul edilmelidir. Onu, eğer doğru ise, bilimi haklı kıldığı (justification) için kabul etmemeliyiz; çünkü tartıştığımız sorun bilimin haklı kılınmasının olanaklı olup olmadığıdır. Onu olduğu gibi, bize gerçekten doğru gelip gelmediği bakımından incelemeliyiz; ancak bunda da kendimizi eski kargaşa ile yüzyüze buluyoruz.

 

Şimdi sadece tek bir nokta, ama çok önemli bir nokta üzerinde duracağım. Bilindiği gibi Bergson geçmişin bellekte yaşamayı sürdürdüğü, hiç bir şeyin asla gerçekten unutulmadığı kanısındadır. Bu noktalarda Dr. Whitehead onunla hemfikir görünüyor. Bu şairane bir ifade olarak çok hoş olmakla beraber, benim düşünüşüme göre, olayları bilimsel netlikle dile getirdiği kabul edilemez. Geçmişteki bir olayı -diyelim ki Çin'e varışımı- anımsıyorsam, yeniden Çin'e vardığımı söylemem sadece mecazi bir ifadedir. Anımsadığım zaman bazı sözcükler ve imgeler belirir. Bunların anımsadığım şeylerle nedensellik ve benzerlik ilişkisi vardır ve bu benzerlik genellikle mantıksal yapı benzerliğinden öte bir şey değildir. Anının, geçmişteki olayın varlığını sürdürmesi olduğunu söylesek bile bu, olayın kendisi ile anısı arasındaki ilişki hakkındaki bilimsel soruya bir yanıt oluşturmaz. Çünkü öyle söylesek bile, yine de, aradan geçen sürede olayın değiştiğini kabul etmek zorundayız; bu sefer de değişimin hangi bilimsel yasalar uyarınca gerçekleştiği sorusuyla karşı karşıya kalırız. Anıyı yeni bir olay olarak veya oldukça değişmiş eski bir olay olarak adlandırmanın bilimsel problem açısından bir farkı yoktur.

 

Hume'dan bu yana bilim felsefesinde yer alan iki büyük skandal nedensellik ve tümevarımdır. Bu iki yönteme hepimiz güveniriz; ancak Hume bu inancın hiçbir rasyonel temele dayanmayan, bilinçsiz bir inanç olduğu yolunda bir kanı uyandırmıştır. Dr. Whitehead kendi felsefesinin Hume'a bir yanıt olanağı sağladığına inanıyor. Kant da aynı şeyi düşünmüştü. Ben her ikisini de kabul edemiyorum. Ancak herkes gibi ben de bir yanıt olması gerektiğine inanmaktan da kendimi alamıyorum. Bu durum derin bir rahatsızlık kaynağıdır; bilim ile felsefe karıştırılmaya devam ettikçe rahatsızlık artacaktır. Bir yanıt bulunabileceğini ummak durumdayız; ancak ben yanıtın bulunmuş olduğuna inanamıyorum.

 

Bilim günümüzdeki durumuyla kısmen olumlu, kısmen de olumsuz olarak düşünülebilir. Bize çevremizi düzenleme gücü vermesi ve küçük de olsa önemli bir azınlık için zihinsel doyum olanağı sağlaması bakımından da olumludur. Olumsuzdur; çünkü ne kadar maskelemeye çalışsak da insan eylemlerini, teorik olarak, önceden tahmin etme olanağını içeren bir gerekirciliği varsaymakta, bu bakımdan da sanki insanın gücünü azaltmaktadır. Doğal olarak insanlar bilimin olumlu yönünü alıkoyup olumsuz yönünden kurtulmayı arzular; ancak bunu başarma çabaları şimdiye dek boşa çıkmıştır. Nedensellik ve tümevarıma inancımızın irrasyonel olduğunu vurgularsak, bilimin doğru olup olmadığını bilmediğimiz ve bize onu olumlu kılan, çevremize egemen olma olanağının her an yok olabileceği sonucuyla karşılaşırız. Ancak bu sonuç tümüyle teorik olup, çağdaş bir insanın uygulamada benimseyeceği birşey değildir. Öte yandan bilimsel yöntemin savlarını kabul edersek nedensellik ve tümevarımın, herşeye olduğu gibi, insan iradesine de uygulanabilir olduğunu kabulden kaçınamayız. Yirminci yüzyılda fizik, fizyoloji ve psikoloji alanlarındaki gelişmeler bu sonucu güçlendirmektedir. Sonunda öyle görünüyor ki, bilimin rasyonel kanıtlaması teorik olarak yetersiz ise de, bilimin olumsuz yönlerini bırakıp olumlu olanlarını alıkoymamızı sağlayan bir yöntem mevcut değildir. Durumun mantığıyla yüzleşmekten kaçınarak kuşkusuz bunu başarabiliriz. Ancak o zaman dünyayı anlamayı amaç edinmiş olan bilimsel keşif dürtüsünü de daha kaynağında kurutmuş oluruz. Geleceğin bu karmaşık probleme daha doyurucu bir çözüm getirmesini umalım.

 

Bertrand Russel

Gönderi tarihi:
Din; yoktan var edebilmekten söz eder ama bilim hiçbir şeyin yoktan var olamayacağını söyler.

Din; dağların çivi gibi çakılı olduğunu ve sabitleyici olduğunu söyler ama bilim bunu söylemez hatta çoğu zaman aksini söyler.

Din; insanların topraktan yaratılmış Adem ve ondan yaratılmış Havva'dan geldiğini söyler ama bilim insanların tüm canlılar gibi evrildiğini söyler, kabul eder, o yönde ilerler, araştırmalarını bunun üzerine temellendirir.

Din; peygamberin tüm insanlardan daha ahlaklı ve seçilmiş olduğunu söyler ama toplumsal bilimlere göre bir birey, diğerinden üstün değildir.

Din; insanların Tanrı'nın halifesi olarak ve doğanın da onların emrinde yaratıldığını söyler ama bilime göre evrim sürecinde bugün türü devam eden bir mantarın ya da bakterinin veya bir dağ sıçanının bile insan türünden daha aşağı ya da daha üstün bir yanı; birinin diğerine hakimiyetliliği yoktur; hepsi doğanın bir parçasıdır, evrimin bugüne uzanmış ve bugün var kalabilmiş ürünüdürler.

 

Daha başka var mı isteyebileceğiniz örnek?

Daha ekleme yapayım mı, yoksa yeterli mi?

 

Saygılarımla...

 

Sayın Tengeriin bilim dediğiniz maddeyle kendini sınırlayan ötesine karışmayan, karışamayan bir disiplin değil mi?Değer yargılarıyla ilgili pozitifist bilimin bir yargıyı yanlışlığı ve doğruluğu bağlamında kanıtladığını ben hatırlamıyorum.Üstünlük-eşitlik,iyilik-kötülük,saygı-saygısızlık,fedakarlık v.b. değerlerle ilgili doğruluğu yanlışlığı kanıtlanmış bir yasa gösterebilir misiniz?Yoksa bu alanlarda bilime atıfta bulunarak söyledikleriniz de bir ön kabul mü?

 

Bilimin bir şeyin yoktan var olamayacağını kanıtlaması için önce kendinin varlıktan kurtulması lazım.

 

Şu söz çok ilginçtir Sayın Tengeriin:''Yok olduğunda Dünyaya zarar vermeyecek tek canlı insandır.''Dünyada velhasılı kelam evrende bir düzen var.Bu düzene sonradan eklemlenmişiz gibi bir görüntü çizmiyor mu insan?Önce bir düzen kurulmuş sonra dahil olmuşuz peki ne yapıyoruz bu dünyada?Diğer canlıların sistemdeki yeriyle insanların ki aynı mı?Neyse Sayın Tengeriin siz de söyleyecek söz çoktur bu kadarı da diğer yazmak ismediklerimi de sizin anlamınıza kafi gelir.

 

Bilim-din, madde- maddeötesi aralarında çatışma varsa tek gerçeğe ulaşana kadar devam edecek bu.İnançlı ya da inançlı olmamanın varsa bir birine üstünlüğü ya bilimin dediğiyle gerçek manada bir gün ortaya çıkacak eğer ki buna muktedirse ya da ikinci şık gerçek olacak.

 

MUHABBETLE...

Gönderi tarihi:
Bilimselci, tabii ki tartışmayı bırakmak gibi bir niyetim yok. Ben o alıntıladığın cümleyi senin de şikayetçi olduğun polemik tarzına vurgu için sarfettim.

 

Yok problem. Cümleni CYRANO arkadaşımız için alıntılamıştım. Afedersin dostum, belirtmeliydim. Hata bende.

 

Yargımı tekrarlayayım: Bilimsiz felsefe de, başka hiç bir şey de olmaz.

:clover:

Gönderi tarihi:
Sayın Tengeriin bilim dediğiniz maddeyle kendini sınırlayan ötesine karışmayan, karışamayan bir disiplin değil mi?Değer yargılarıyla ilgili pozitifist bilimin bir yargıyı yanlışlığı ve doğruluğu bağlamında kanıtladığını ben hatırlamıyorum.Üstünlük-eşitlik,iyilik-kötülük,saygı-saygısızlık,fedakarlık v.b. değerlerle ilgili doğruluğu yanlışlığı kanıtlanmış bir yasa gösterebilir misiniz?Yoksa bu alanlarda bilime atıfta bulunarak söyledikleriniz de bir ön kabul mü?

 

 

Sizin dediğiniz ölçütlere göre değerlendirilen yrgılara herkese göre değişir. Size göre iyidir benim için kötü olabilir, nesnel bir ölçütü yoktur bu değerlendirmelerin. Ama bilimsel ölçütlere göre oluşturulan yanlışlar veya doğrular herlese göre kabul edilmiştir. Çürütülmesi için sürecin yeniden başlaması gerekir. Bilimsel olarak en basit , 2+2=4 örneği tüm dünyada kabul edilmişken, sizin dediğinz ölçütler öznel olarak değişkenlik gösterir.

Siz bilimi kendini sınırların ötesine karışmayan madde olarak görürken, bugün bilim sayesinde birçok hastalık için çözümler bulunmuşlur. Bilim sayesinde teknoloji hayatımızı kolaylaştırabilmiştir. Düşünün bir kere nasıl sınırlar ötesinde kalabilir ki ?

Gönderi tarihi:
belirtmeliydim. Hata bende.

Rica ederim, ortada hata filan yok, affedilecek bir şey de yok. Her zaman gerçekte ne demek istediğimizi daha detaylı açıklamak zorunda kalabiliyoruz, doğaldır. Dediğin gibi no problem.

 

Sayın S.e.t.h. alıntınızı dikkatle okumaya çalıştım ama, uzun gitmiş. Konuyu ilgilendirdiğini düşündüğünüz kısmı kendi yorumunuzu katarak yazarsanız daha ilginç olabilir. Yine de Russell sevdiğim için tekrar okumaya çalışacağım...

Gönderi tarihi:
Rica ederim, ortada hata filan yok, affedilecek bir şey de yok. Her zaman gerçekte ne demek istediğimizi daha detaylı açıklamak zorunda kalabiliyoruz, doğaldır. Dediğin gibi no problem.

 

Sayın S.e.t.h. alıntınızı dikkatle okumaya çalıştım ama, uzun gitmiş. Konuyu ilgilendirdiğini düşündüğünüz kısmı kendi yorumunuzu katarak yazarsanız daha ilginç olabilir. Yine de Russell sevdiğim için tekrar okumaya çalışacağım...

Russel metafizik ve bilimdeki temellerini neredeyse yazı boyunca iki taraflı düşünmeye çalışarak yorumlamış. Ben üstüne yorum katmak istemiyorum. Okursanız daha iyi olur kanaatindeyim. Tartıştığınız Russel ve metafizik konusuyla doğrudan ilintili bir yazı ve tartışmanıza yardımcı olacağı düşüncesiyle ekledim, yazı ayrıntısıyla okunmalı ve kısa bir özeti yapılmamalı diye düşünüyorum..

 

Saygılar...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.