Φ ahrar Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Bediüzzaman istanbula geldiginde kaldIgI han'In kapIsIna yazar bu ibareyi evet bugün o yok ama risale-i nur aynI sorularIn cevebInI veriyor buyrun!!!!!!!!! Alıntı
Φ ercan1980 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Azıcık aklınız varsa Rezale-i Nur'u rafa kaldırıp, Kuran'ı raftan indirin! Yarın ondan sorulacaksınız (43/44)! AKLETMEZ MİSİNİZ? Alıntı
Φ ahrar Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Azıcık aklınız varsa Rezale-i Nur'u rafa kaldırıp, Kuran'ı raftan indirin! Yarın ondan sorulacaksınız (43/44)! AKLETMEZ MİSİNİZ? esselam aleykum "rezale-i nur "degil risale-i nur evet bizde o raftaki KURAN-I KERiM leri raftan indirmeye çalIsIyoruz keza risale-i nur KURAN-I KERiM'in tefsiridir "iKRA" Alıntı
Φ ercan1980 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 SANA KELİME CAMBAZI OLDUĞUMU SÖYLEMİŞ MİYDİM??? Alıntı
Φ ahrar Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 SANA KELİME CAMBAZI OLDUĞUMU SÖYLEMİŞ MİYDİM??? haha ne güjelllllllllllllllllllllllllll Alıntı
Φ ercan1980 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Komik olan ne yazdığımı anlayamamazlığın mı? Alıntı
Φ ahrar Gönderi tarihi: 15 Şubat , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 15 Şubat , 2006 Şekerci Hanı'nın Şeker İnsanları Dursun Gürlek Ne mutlu o kimselere ki hem aydınlanırlar, hem aydınlatırlar. .. Dünyanın en güzel en şirin şehirlerinden biri olan “Aziz İstanbul” aynı zamanda mektepler, medreseler, camîler, çeşmeler, hanlar, hamamlar kentidir. İşte bu hanlardan biri de Fatih Malta Çarşısı'nda arz-ı endam eden meşhur Şekerci Hanı'dır. Adına efsâneler uydurulan, fakat kim tarafından ne zaman yaptırıldığı bilinmeyen yüz odalı Şekerci Hanı, bir zamanlar kültür dünyamızın seçkin şahsiyetlerine ev sahipliği yapmıştır Geçen gün önünden geçerken tarihi duvarlarında yankılanan mâziye ait sesleri kulaklarım duyar gibi oldu, gözlerim yaşla doldu; aman Allah'ım, görmesini bilenler için dünyada ibret tabloları ne kadar boldu. Âsım Sönmez’in 6 Nisan 1972 tarihli Hayat dergisinin 15. sayısında yayımlanan hâtıralarından öğrendiğimize göre, Şekerci Hanı’nın müdavimlerinden biri de Osman Kemâlî Efendi idi. Âmâlar şeyhi olan bu zâtın, maddî gözleri doğuştan kapalı, iç gözü ise sonuna kadar açıktı. Necip Fâzıl, Cemil Meriç’ten bahsederken “Allah'ın, iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapadığı gerçek ve sahici münevver” diyor. İşte, Osman Kemâlî Efendi de gerçek ve sahici münevverdi. Üstelik bu münevverliği kendine münhasır kalmıyor, etrafındakileri de tenvîr ediyordu. Ne mutlu o kimselere ki hem aydınlanırlar, hem aydınlatırlar. Ali Kemâlî Efendi'nin en belirgin özelliği Hanedan-ı Ehl-i Beyte duyduğu büyük, çok büyük sevgi ve muhabbetti. O, ehl-i beyt halkının mücessem bir temsilcisiydi. Başta “Aşk Sızıntıları” ve “İrfan Sızıntıları” olmak üzere diğer bürün kitapları; Hazreti Ali Efendimize O’nun pâk ve nezih duygu ve muhabbetin çarpıcı rablolarıyla doludur. Ali Kemâlî merhum 1901 yılında İstanbul 'a geldi. Bir süre Rami’de bostan bekçiliği ve Bayezid Camii'nin avlusunda arzuhalcilik yaptıktan sonra kendisini Erzurum’dan tanıyan Fatih müderrislerinden Hacı Hazmi Efendi’nin ısrarıyla Fatih Camii’nde mesnevî dersleri vermeye başladı. İsmail Hakkı gibi büyük bir âlimin rahle-i tedrisinde bulundu. Ondan da icazet aldı. Mecelle şârihliğinden mesnevî hocalığına kadar her sahada yoğun bir faaliyet gösteren, ziyaretine gelenleri mutlaka güler yüzle Karşılayan ve onlara Ehl-i Beyt sevgisini aşılayan Ali Kemâlî Efendi, 10 Ocak 1954’te Hakk'a yürüdü. Eyüp Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra, Edirnekapı mezarlığında Rahmet-i Rahman’a tevdî edildi. Kabir taşındaki kitabe şöyledir: Cismim ruha döndü elhamdülillah Her şey fenâ bulur, Bâkîdir Allah Hak’dır, Muhammed'dir, hem Resûlüllah Ben Âl-i Âbâ’nın Kıtmiyr’i idim. Eskiden Şehzâde Camii’nin bitişiğinde “Âmâlar Medresesi” vardı. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında vakfedilen bu medresede âmâlar ikamet ediyorlar, yiyecek, giyecek ihtiyaçlarını gideriyorlar, yatıp kalkıyorlardı. Daha sonraki yıllarda, vakıf şartlarına riayet edilmediği için zavallılar oldukça zor durumda kalmışlardı. Ali Kemâlî Efendi, Sultan Abdülhamid Han'a müracaat etmiş, amaların içinde bulunduğu perişan hali dile getirmişti. Padişah bir fermanla vakfı yeniden ihya etmiş, Efendi’yi de âmâlar şeyhi olarak görevlendirmişti. Ne yazık ki Talat Paşa’nın içişleri bakanlığı, Mustafa Efendi’nin şeyhülislamlığı zamanında Âmâlar Medresesi lağvedildi. Ali Kemâlî Efendi diyor ki: “İstanbul'da kendi kendime dolaştığım günlerdi. Rahmi köyünde Ahmet Efendi isminde birisiyle tanıştım. Bu adamın köye yakın bir tarlası vardı. Kendisi oldukça hayırsever bir kimseydi. Yerim yurdum olmadığını öğrenince beni tarlasındaki kulübesinde misafireten yatırdı. Ben de onun bu iyiliğine karşı boş durmadım. Yirmi dönüme yakın tarlayı baştan başa kirişme ettim. (Toprağı derince kazarak altını üstüne getirdim.) İlk zamanlar gündüzleri çalışıyordum. Fakat oradan gelip geçen halkın; “âmâ adama bakın, tarlada nasıl çalışıyor” diye birbirlerine göstermelerinden ve başıma toplanmalarından usandığımdan geceleri çalışmaya başladım. Gündüzleri de kulübede istirahat ediyordum. Nihayet felek onu da çok gördü. Oradan da ayrıldım. Şehzâdebaşı'nda âmâlara mahsus imaret vardı, oraya gittim. Orada padişahın iradesi gereği, yüz âmâ bulunuyor, bunlara her gün fodla ve çorba veriliyordu. Bu yüz kişiden geriye kalanlar da mülâzım[1] kaydediliyordu. Yüz kişiden biri vefat edince mülâzımlardan biri onun yerine alınıyordu. Ben de evvelâ mülâzım olarak yazıldım. Fakat müessesedeki yolsuzlukları gördükçe duramıyordum. Bir selâmlık resminde padişaha arzettiğim istidâ (dilekçe) üzerine “Mâbeyn” vasıtasıyla saraya dâvet edildim. Ve Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıktım. Âmâların senelerdir nasıl haksızlığa uğradığını ve cedd-i âlileri cennetmekan Sultan Süleyman Han hazretlerinin âmâlara duyduğu şefkatten ve merhametten dolayı kurdurduğu bu büyük tesisin ve vakfın zamanla ihmale uğrayarak perişan olduğunu ve acınacak bir hale geldiğini anlattım. Verdiğim bu izahtan dolayı memnun olan ve vakfın bu hale gelişinden üzülen padişah, imaretin tamir ve ihyâ edilmesini, benim de âmâlar şeyhliğine tayinimi irade buyurdu. Şam'da ceza reisi olarak bulunduğu sıralarda tanıdığım Hayri Bey, ve Selânik'te bulunduğum sıralarda kâtip diye tanıdığım Talat Bey (paşa) Meşrûtiyet'ten sonra biri Şeyhülislâm, diğeri de dahiliye nazırı olmuşlardı. Her ikisiyle de çok sevişirdik. O kadar ki Talat Bey bana “Baba” diye hitap ederdi. Bunların içinde bulundukları hükümet, âmâlara mahsus bir müesseseyi lağvetmeye karar verir. Fakat her ikisi de beni çok sevdiklerinden, bu işi ben burada olmadığım bir sırada yapılmasının uygun olacağı hususunda mutabakata vardıklarından bir bahaneyle beni Erzurum’a gönderdiler. Ve ben oradayken bu büyük ve önemli vakfı lağvettiler.”[2] İşte bu Osman Kemâlî Efendi o devrin bir nevi kültür akademisi olan Şekerci Han'ına gelir, elindeki âsâ ile esnafı selâmlardı. Ayrıca hanın tam karşısında bulunan Darüşşafakalı mûsıkî üstadı Sakallı Kazım Bey'in topluluğuna katılırdı. Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu ve müdürü Fatih Hoca da Şekerci Hanı’nın müdavimleri arasında bulunuyordu. Yıllarca medrese tahsili gören; sarığıyla, cübbesiyle dârülfünuna (üniversiteye) devam eden Fatih Hoca son derece sempatik bir insandı. Ve o zamanlar büyük bir şöhret kazanmıştı. Hava durumundan, yağmurdan kardan hep o sorumlu tutuluyordu. Ünlü karikatürist Cemal Nadir bir karikatür çizmişti. Yağmurdan sırılsıklam olan bir vatandaş, yumruğunu Kandilli Rasathanesine doğru sallıyor: “İlahi Fatih Hoca! Allah'ından bul e mi? Hani hava güllük güneşlik olacaktı?'' diye bağırıyordu. Yine Asım Sönmez'in hatıralarında okuduğumuza göre Fatih Hoca Şekerci Hanı’na devam ettiği sırada bir gün “Bir feza hadisesi olacak” der, aradan bir kaç hafta geçtikten sonra Yıldız Camii’nden çıkarken Sultan Abdülhamid'e bomba atılır. Tabii ki Hoca hemen yakalanır, aylarca tutuklu bırakılır. Neden sonra Malta Çarşısı esnafının şahitliği ve kefaleti sayesinde kurtulur. Şekerci Hanı'nın mecburi misafirlerinden biri de Neyzen Tevfik.'tir. Neyzen'in içkiyi iyice kaçırdığı bir sırada Mehmet Akif bir tedbir düşünür; -belki ıslah olur diye- kendisini adı geçen hanın bir odasına yerleştirir. Neyzen bir ara içkiye tövbe eder, ama aradan çok geçmeden tövbesini bozar, “huylu huyundan vazgeçmez” sözüne uygun olarak tekrar işrete başlar. Akif bu olaya Safahat'ında yer verir ve şu mısraları söyler: Bir ömürdür içiyorsun, bırak artık şunu der Derviş Ahmet bu celâletle hemen tövbe eder Böyle bir tövbe ki, binlikleri çarpar duvara Tas, çanak, testi perişan serilir tahtalara... 1907 yılının bir kış mevsiminde Van'dan İstanbul'a gelen Bediüzzaman Said Nursî hazretleri de Şekerci Hanı'nın bir odasına yerleşir. Ve kapısına şöyle bir levha asar: “Burada her soruya cevap verilir, her müşkil halledilir, fakat soru sorulmaz!” Bu ilan o zamanlar Şekerci Hanı'na devam eden herkesin dikkatini çeker. İlim adamlarını, medrese mensuplarını büyük bir hayrete düşürür. Bediüzzaman'ı merak edenlerin sayısı gittikçe çoğalmaya başlar. İşte bunlardan biri de, daha sonraki yıl1arda Diyanet İşleri Müşavere Kurulu üyeliği yapan Hasan Fehmi Başoğlu'dur. Adı geçen zat olayı şöyle anlatır: “Ben Meşrutiyet devrinde Fatih medresesinde okurken Bediüzzaman adında bir gencin İstanbul'a gelip bir handa yerleştiğini, hatta odasının kapısına 'Burada her müşkil hal1edilir. Her meseleye cevap verilir. Fakat sual sorulmaz' diye levha astığını işittim. Böyle bir iddia sahibinin ancak mecnun olabileceğini düşündüm. Bediüzzaman hazretleri hakkında tevaî edilegelen sitayişkâr tavsiyeler, cemaatlerle ulema ve talebe gruplarının kendisini ziyaretlerini ve hayranlıklarını işittikçe, bende de bir ziyaret arzusu uyandı. Ve kat'î karar verdim ki, en güç ve ince mes'elelerden sual1er tertip edip sorayım. Ben de o zamanlar medresenin ileri gelenlerinden sayılıyordum. Nihayet bir gece ilahiyat ilimlerinden bahseden gayet derin ve birkaç kitapta ifade edilebilen bazı mevzular seçerek sual halinde hazırladım. Ertesi gün kendisini ziyarete gittim. Suallerimi tevcih ettim. Aldığım cevaplar çok acayip ve harika olmuştu. Sanki o akşam beraber imişiz ve kitaba beraber bakıyormuşuz gibi suallerimin cevaplarını tam olarak verdi. Ben tamamen mutmaîn oldum ve yakînen anladım ki, onun ilmi bizim gibi kesbî değil, vehbîdir. Sonra bir harita çıkararak Şark'ta darülfünun açılması icabettiğini ve bunun ehemmiyetini izah etti. O zaman Şark'ta Hamidiye Alayları vardı. O suretle idare ediliyordu. Şarkın bu şekilde idare tarzının noksaniyetlerini ifade ile maarif, sanat ve fen noktasından Şark'ın uyandırılması lazım geldiğini muknî olarak bize izah ile bu gayesinin tahakkuku için İstanbul’a geldiğini anlattı. Diyordu ki: “Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir. Aklın nûru fünun-u medeniyedir. ''3 Şekerci Hanı’nın kitabı yazılmalıdır! .. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Bir işe girmek için önce parasız olarak o işe devam eden kimse [2] Aşk Sızıntıları, Toplayan Baha DOĞRAMACI. İst. 1997 s 18-19 Alıntı
Φ Cengizhan212 Gönderi tarihi: 16 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 16 Şubat , 2006 Risalelerin amacı hakkında aşağıdaki derlemeler DÜŞÜNEN BEYİNLER içindir. AVUKAT EMMANUEL KARASO, HAKAN II. ABDULHAMİT’İN TIMARHANEYE TIKTIĞI BİRİ OLAN NURS KÖYLÜ SAİT’İ KÜRT GOYİM PLANI DAHİLİNDE ZİYARET EDİP MEŞHUR ETMİŞ KİŞİDİR. ONDAN ÖNCE SAİT ÇOK AZ BİLİNMEKTEDİR… “AZ DAHA BENİ BİLE MÜSLÜMAN YAPACAKTI” DİYE BASINA BEYANAT VEREREK, NURS KÖYLÜ KÜRT SAİT’İ MEŞHUR EDİP DAHA SONRASINDA NURS HAREKETİNİ DESTEKLEYEN YAHUDİ İLERİ GELENLERİNDEN SADECE BİRİDİR. İşin en başı “İsrail’in stratejistlerinin” yani siyonizmi tezgahlayanların ta kendilerine dayanıyor. Herzl deklare etti ve protokol olarak yemin edildi: Arzı Mev’ud 7 ülke üzerinde Nil-Fırat arasında, Toros yayı ve bunun kuzey doğusu olan “MURAT havzası=Aczmendi” ile güneyde Akabe ile Basra hattı boyunca çizilmiştir. Bu yemindir ve sonuna kadar ilerletilecektir. Aynı yeminli protokolde, Türklerin ve Arapların bu havzadan çıkarılmaları ve sadece “GOYİM” tabiatlı (Öküz de demektir) Kürtlerin Yahudi ırkının ayak işlerini yapmaları için “Yudaik-Kürdo” müstemlekesi kurulmasına imza atıldı. Oynanan satrançta, Türk hakanlığının içinde bu unsur korundu. Wilson’a göre bu unsur “Pontus+Ermenistan+Kürdistan” üçlüsü bir federe devlet olmalıydı.İnönü zaten bu planın bir Masonik parçasıydı ve “ABD mandasını/mandate” hemen isteyiverdi. Yani Atatürk de aynı kafadan olsaydı, bugün Doğu Karadeniz ile Van gölünü tamamen içine alan, Ermenistan ile birleşik bir ermeni dominant, teba olarak da KÜRT halklarını içeren bir ülke oluşturulacaktı. Herzl, Ermeni unsurunu istemediğini baştan belli ettiği için, Wilsan’un Ermeni devleti oluşmadı ve Sevres’de kurulmak istenen “Kürdistan” da Kazım Karabekir ve Maraş, Urfa, Anteb milislerince engellendi. Misakı Milli içinde yer alan “Musul-Kerkük-Erbil-Süleymaniye” dörtgeni için DAİMA SİYONİZMİN ABD ile yandaşı olan İngiltere imparatorluğu, sözkonusu bölgeyi işgal etti. Sinsice Kudüs yöresini “1948’de kurulacak olan” İsrail için örgütlemeye ve ilk Yahudi göçmenleri oraya toplamaya başladı. Petrolün değeri o zaman da çok iyi biliniyordu. İşgal ettiği Osmanlı toprakları üzerinde “Arap aşiret şeyhlerine” göre saltanatlar kurdurdu. Haşimi oğullarına ÜRDÜN’ü, Emeviye soyu olan Suudilere (Toplam 12 Emevi kabilesinden en kalabalık olanı) Arabistan’ı ve diğer “PETROL” hassas bölgelerine de (Birleşik Arap Emirlikleri adıyla bilinen) sultanları atadı. Fransa’nın şiddetli itirazları üzerine ASIL IRAK’tan kopardığı Suriye eyaletini ve Lübnan denen Hristiyan ağırlıklı devleti de bu meyanda oluşturdu.Cetveller kondu ve düzgün sınırlar çizildi. Arapların tamamı Osmanlı ordusunu arkadan vurdu ve şehitlerin sayısı milyona ulaştı. Ürdün ve Irak ile Suriye-Lübnan dörtlüsü “MÜSTAKBEL ARZI MEVUT İÇİNDE yer almak üzere kurulmuş, geçici devletlerdir. (Bunu yakın bir gelecekte maalesef göreceğiz şuan için Irak ayağı gerçekleşmektedir.) İngiliz müstemlekeciler sınırları oluştururken, uzanamadıkları bölgelere doğru bilhassa “GOYİM” denen halkın geri ve miskin olmalarından yararlanarak, Türk Misakı Millisini Lasuanne’a götürmemek için “ŞEYH” isyanları tertiplediler. Bu kuzeyli 17 kadar şeyhlerin tamamı KÜRT(Goyim) idi. Bunların bir kısmını artık tanıyoruz (Yahudi Barzan’lar, ) 17 KÜRT (Goyim) Aşiret şeyhlikleri oluşturulurken, ana fikir tıpkı güneydeki gibi SALTANAT devletçikleri kurmaktı. Bunların kimi açık kimi de gizliydi (Tarafsız bölge devleti, İran’a bırakılan Şii Arap-Khuzistan devleti vb.) Bu 17 şeyhliklerden Üçü de Atatürk önderliğindeki TBMM hükümeti topraklarındaydı. 1. Kürt milliyetçiliği-ki şoven aşiretlerin şeyhleri- (Bugün Hadep-Kadek, PKK vb. diye anlatılan) 2. Kürt milliyetçiliği YANINDA SÜNNİ MEZHEB adı altında DİNSEL MİLLİYETÇİLİK dümeni yaratıldı. (Şeyh Saidi Kürdi) Burada amaç “KAFİR (!) MUSTAFA KEMAL’E ALTERNATİF DEVLET” idi. 3. Türklerden yandaş bulunması için “Şeyh Saidi Kürdi-2 veya Saidi Nursi önderliğindeki SİNSİ ve UZUN HAREKET! Saidi Kürdi-Nursi’nin de diğerleri gibi ASIL AMACI, Kerkük ile aramızda “İSYAN”ları meşrulaştırarak, Türkiye’den koparma tiynetsizliğiydi. Böylece üç hareketten birincisi başarılı oldu: Zap suyundan Celal Talebani topraklarına kadar olan Misakı Milli toprakları “Irak”a bırakıldı ve Kürt isyanları “MEŞRU” sayıldı. Bu belgeyle Lausanne’a gidildi. Buna rağmen Karabekir ve Çakmak ile yapılan kurmay toplantıda Kerkük’den vazgeçilmeyeceği” karara bağlandı. Seyh SaİT itinin Kürdistan ayaklanması bastırıldığında, Türkiye’nin “Soykırımcı” olduğu da tescil edilmişti. Lausanne’da bu gizli gündem veya gizli müeyyide kapalı kapılar arkasında Türk heyetine dayatıldı. Üstelik bundan sonraki KÜRT ŞEYHLERİNE iyi muamele yapılması ve Türkiye BMM’sinde kendilerine “Milletvekilliği” hakkı verilmesi şart koşuldu. Atatürk mozayığımızı biliyordu. Kürt Said(Nursi)i meclise çağırdı. Ama Kürt SaiT’in tavrı şuydu: “Ben Kürdistan’ı TÜRK zındık cumhuriyeti içinde düşünmem bile…”İngilizler ile işbirliği saptandı. (Karabekir anıları) Tutuklandı. Ve tutuklandığı hücrede kendisine bugün “Nur Külliyatı” diye bilinen ASLI KÜRT ŞEYHLERİNİN güdümündeki “Sözde alimlerin hazırladığı” risaletler (adları hiç değiştirilmeden Lem’a=Şualar gibi) gönderildi. Amacı KÜRT bilincindeki bir TARİKATTEN başka bir şey değildir. Bu tarikat 8’e bölünmüştür ve bunların dördü günümüzde geçerlidir. 1. NEV ASYA (Yeni Asya, Yeni Anadolu) Tarikatı: Amacı İsrail suyu olarak öngörülen MURAT/GAP havzasını KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ altında tutmak. Günü gelince GOYİM olmak üzere Büyük Arzı Mev’ud’a teslim etmek. Bu tarikata son 25 yıl itibariyle Türk alınmıştır. Ama aslı astarı ŞEYH MEHMET KUTLULAR’IN komutasında olmak üzere oluşturulmuştur. 2. NEV ASYA’nın eyaletlerinden biri olan ve ASIL KÜRDİSTAN (ACZMENDİYE) ile birleşmek amacıyla kurulan ACZMENDİLİK denemesi de Saidi Kürdi’nin vasiyetindendir. Cübbesi, sarığı ve kalın sopasına kadar“KİTABINDA” sayılmıştır. Ancak beklenen patlamayı yapamamıştır. 3. 1950’lerde ortaya çıkarılan SAİDİ KÜRDİLİK (Şimdiki adıyla Süleymancılık) da bir TARİKATTIR ve Takıyyeyi doğru bulmadıkları için TARİKAT olarak ortaya çıkmışlardır. Tüm dış istihbaratlar bunları desteklemişlerdir. Ancak bu üçünün kitlelere yaygın olamayışı yüzünden “Fethullahçılığı” kayda değer bulmuşlardır. Çünkü Türklerin KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİNİ desteklemedikleri ortaya çıkmıştır. 4. Fethulahçılık başlangıçta “Abdullah Öcalan” gibi “Saf ve bireysel gösterilmiştir. Fethullah Gülen de “Kürtçülükten rahatsız olduğu” bahanesiyle diğer hempalarından ayrılmıştır. Ancak Londra G Cemiyeti şu saptamalara yer vermiştir a- Türk ve Kürt etnikler geniş ölçüde birbirlerine karışmışlardır. Kimi de melezdir veya yansızdır. Yanlı olanlar arasında Kürt-Türk sorunu oluşturulması ve karşı karşıya getirilmesi. (Apo’nun varlığının nedenidir) b- Kürtlerin Türkiye’yi pasif asimile olarak ele geçirme planı: Aa-Türkiye’deki türk nüfusun “doğum kontrolüne özendirilmesine karşın” Kürt nüfusun sınırsız artırılması için çalışmaların TC hükümetlerine mas ettirilmesi. Bb- Gecekondu ve kaçak yapılar aracılığıyla Kürtlerin büyük kentlere kaydırılması. Pilot bölge olan Diyarbakır başarılınca, bu kez İstanbul’da yeni ve kalabalık ilçeler oluşturulması planına geçilmiştir. Bugün İstanbul Dünyanın en büyük Kürt Kentidir. İkinci olarak Diyarbakır ve Üçüncü olarak da Süleymaniye sıralarını almışlardır.Türkiye’de “Kürtlük” böylece tescil ettirilmiştir. Cc- Apo’dan önceki dönemde, bizzat Siyonizm güdümlü süper devletler ve istihbaratlarınca büyük bir karapara akışıyla ve özellikle sahillerdeki ya da Turistik ve eğlence dinlence alanlarındaki tüm ihalelere el altından para verilmiştir ve sahipleri kürt asıllı olarak tesil edilmiştir. Üç yanı deniz olan Türkiye’de istediğiniz yere gidiniz ve bir bardak çay içiniz. Biraz muhabbeti deşiniz “Arkada Kürt patronları” göreceksiniz. İstanbul’un göbeğindeki çay bahçeleri bile kürt karaparacılarının elindedir. Dd-Türkiye’de KADROLARIN ele geçirilmesi taşaronu ise F. GÜLEN’E verilmiştir. Tescilli Bilderberg üyesi yani İPEK CÜBBESİ ile Gülen, tüm idari kadroları (Vali, kaymakam, Emniyet Müdürlükleri, Hakimler vb.) ve stratejik zirveleri (Harb okulları, finans kuruluşları, basın-yayın vb.) eline geçirmek için “Masum Işık evlerinden başlayarak, dersaneciliğe, buradan da kolej ve Üniversitelere kadar büyük bir ağ oluşturmuştur. Bunları BİLE BİLE tüm hükümetler “OY POTANSİYELİ HESABI” tüm zamanlarda ve her partiden (DSP’li Hüsamettin Özkan’ı anımsayınız, Baykal’ın kurmay listesindeki nurcuları ve DYP’nin Tantan gibi nurcularını anımsayınız) Harbokulları için “Süpe minili degaje Nurcu sosyetik kızlar ve mankenler eğitilmiştir. Amaç onları “Harbokulu öğrenci veya mezunlarıyla evlendirmek”tir. Alıntı
Φ bihaber Gönderi tarihi: 18 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 18 Şubat , 2006 Bediüzzaman istanbula geldiginde kaldIgI han'In kapIsIna yazar bu ibareyi evet bugün o yok ama risale-i nur aynI sorularIn cevebInI veriyor buyrun!!!!!!!!! çok enteresan bir insan1n bu yapt1g1 "çok bilmislikmi"??? acaba bu kadar iddial1 konusmak büyük cesaret ben bi bakay1m kimmis bu" Bediüzzaman"neyse bilgi destegi istiyorum bu kisi hakk1nda yaln1z dogru bilgi Alıntı
Φ antitez Gönderi tarihi: 18 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 18 Şubat , 2006 hiç kimse gerçeklerin hepsini bilemez ama yorum derseniz herşeyi bilmek olası. sanırım herkes herşey hakkında bir yorum yapabilir. mesela istediğinizi sorun yorumlayım dmek iddialı bir şey değildir. yani hayatın anlamını soorsak bir şair aşk derken bediüzzaman ilahi bir açıklama yapacaktır göreli tutumlarla herşey yorumlanabilir. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.