Zıplanacak içerik

Kur’an’dan rahatsızlığın öfkesini Atatürk’ten almaya adamlık demezler.

Featured Replies

Gönderi tarihi:

6118934_80x80.jpg

 

Kur'an irticadan şikayetçi

Allah ile aldatanların zihniyet ve gayretleri, özellikle laiklik karşısındaki tavırları kelimenin tam anlamıyla irticadır.

 

İrtica denince bunu kendilerine hakaret olarak gösteriyorlar.

 

Ne alakası var!

 

Eğer hakaretse hakareti kimin yaptığını öğrenin, ondan sonra konuşun.

 

 

İrtica kavramı Kur’an kaynaklı bir kavramdır.

 

 

İrticadan ilk şikâyetçi olan da Kur’an’dır, Mustafa Kemal Atatürk değil.

 

 

Atatürk bu şikâyeti Kur’an’dan 1400 yıl sonra gündeme getirdi.

 

 

Atatürk’e neden kızıyorsunuz, yüreğiniz yetiyorsa gidin Kur’an’a kızın.

 

 

Kur’an’dan rahatsızlığın öfkesini Atatürk’ten almaya adamlık demezler.

 

 

Bu gerçekleri ben, üç dört yıl önce TBMM’de iken Meclis Genel Kurulu’nda, hem de 23 Nisan olağanüstü toplantısında seslendirdim.

 

 

Hiçbir itiraz gelmedi; herkes mutlu ve keyifli bir biçimde dinledi,. Dahası, parti farkı gözetmeden herkes alkışladı.

 

 

Ben de hepsine teşekkür ve saygı ilettim.

 

 

Ama her nedense sokaktaki tavırları başka oluyor.

 

 

 

NEDİR İRTİCA?

 

 

İrtica, geriye gitmek, geriye götürmek demektir. Kur’an irticayı böyle anlıyor.

 

 

Kur’an, çok ürpertici bir şeyin daha altını çiziyor:

 

 

İrtica, arkasında Ehlikitap denen Yahudi ve Hıristiyanların yani emperyalizmin olduğu bir fesat ve yıkım hıyanetidir.

 

 

Emperyalizm de Müslüman kitleleri, insanlığı geriye, Cahiliye devrine götürmek istiyor. Bu zihniyetin bugünkü uzantılarının tümü irticadır. Bunun uzantıları neyse irtica odur.

 

 

Ve irtica, insanlığın en büyük sıkıntısıdır, derdidir. Çünkü Allah’ın iradesi aksine iş yapmayı Allah’ın adını ve dinini istismar ederek yürütmek istemektedir.

 

 

Bundan büyük dert, bundan büyük bela olabilir mi?

 

 

Bir de şunu bilmek lazım:

 

Bu Cahiliye hastaliginin doyma noktasi yoktur. Bu belanın tatmini, doyması, acıması söz konusu değildir. Peygamber’in evladına acımamış, onunla uzlaşamamış, ona hoşgörülü davranmamıştır. Ayağını sağlam bastığı anda, öz peygamberinin yavruları dahil, hiç kimseye acımaz.

 

Birtakım liberalizm Akillilariyla, AB, ABD beslemeleri, bunu pekâla bildikleri halde, aksini söylemekte ve irtica ile ‘ortak bir uzlaşı noktası bulunabilir’ kanısında olduklarını gevelemektedirler.

 

 

İnanmadan söylüyorlarsa onursuzluk yapıyorlar, inanarak söylüyorlarsa Allah ile aldatmanın ne büyük bir kahır olduğunu bilmiyorlar yani cehaletlik ve büyük hata ediyorlar.

 

Birinci halde vicdanlarını temizlemeleri, ikinci halde bilgisizliklerini gidermeleri gerekir.

 

 

İrticanın bertaraf edilmesi için işe yarar çare, basiret ve dirayettir.

 

 

Yani, bilgi ve irfanla dimdik durup etkisiz kılacaksınız.

 

 

Birtakım uzlaşı söylemleri, sıcak laflarla falan çözemezsiniz. Tüm bunlar, bir enayi edebiyatı olarak kalmaya mahkûmdur.

 

Türkiye bu enayi edebiyatına talim ede ede birçok kazanımını yitirdi.

 

Evet, siz bu enayi edebiyatıyla oyalanırken irtica ülkenin günlük hayatını sömürgecilik dini Ilımlı İslam’ın taleplerine göre şekillendirir ve bir gün gelir size kırbaçla güdülmek kalır.

 

 

Allah’ı araç yapan saltanat hırsını tarihin hiçbir devrinde hiçbir akıl ve hoşgörü söylemi durduramamıştır. Şaşmaz örnekler, Emevî despotizmi ile Engizisyon cellatlığıdır.

 

Modern dünyada, bu işi kan ve dehşete gitmeden çözmenin tek yolu ise laiklik ilkesinin basîretle, titizlikle ve aşındırılmadan işletilmesidir.

Gönderi tarihi:

Elbette Kurân için İncil'e ve Tevrat'a geri dönüş yapmak bir irticadır da, bunda ne bir enteresanlık var, ne günümüzdeki irtica ile bir ilgisi var...

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Düzeltme

Birinci halde vicdanlarını temizlemeleri, ikinci halde bilgisizliklerini gidermeleri gerekir.

 

İrticanın bertaraf edilmesi için işe yarar çare, basiret ve dirayettir.

 

Yani, bilgi ve irfanla dim­dik du­rup et­ki­siz kı­la­cak­sı­nız.

 

Birta­kım uz­la­şı söylemleri, sı­cak laf­lar­la fa­lan çözemezsiniz. Tüm bunlar, bir akıl dışı edebiyatı olarak kalmaya mahkûmdur.

 

 

Türkiye bu akıl dışı edebiyatına talim ede ede birçok kazanımını yitirdi.

 

Evet, siz bu akıl dışı edebiyatıyla oyalanırken irtica ülkenin günlük hayatını sömürgecilik dini Ilımlı İslam’ın taleplerine göre şekillendirir ve bir gün gelir size kırbaçla güdülmek kalır.

 

 

Allah’ı araç yapan saltanat hırsını tarihin hiçbir devrinde hiçbir akıl ve hoşgörü söylemi durduramamıştır. Şaşmaz örnekler, Emevî despotizmi ile Engizisyon cellatlığıdır.

 

 

 

Modern dünyada, bu işi kan ve dehşete gitmeden çözmenin tek yolu ise laiklik ilkesinin basîretle, titizlikle ve aşındırılmadan işletilmesidir.

Gönderi tarihi:

Her gün bir yerden göçmek, ne iyi,

 

Her gün bir yere, konmak ne güzel...

 

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş!

 

 

Ne kadar söz varsa, düne ait;

 

Dünle beraber gitti, cancağızım...

 

Şimdi, yeni şeyler söylemek lazım!

 

 

Celaleddin Rumi

 

 

.........................

 

 

Zaman ırmağında bir kara taş,

 

Parçasına takılmak ne kötü...

 

Kutsal diye sarılmak, bırakmamak!

 

 

Daha binlerce taş var ırmakta,

 

Sarı, beyaz, gri, kırmızı, rengarenk...

 

Özgür zihinler gerek, dogmalardan!

 

Demirefe

 

Uydu mu? Bir deneme oldu bu da...

Gönderi tarihi:
  • Yazar
Her gün bir yerden göçmek, ne iyi,

 

Her gün bir yere, konmak ne güzel...

 

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş!

 

 

Demirefe

 

Uydu mu? Bir deneme oldu bu da...

Uydu mu? Bir deneme oldu bu da...

 

uymus uymus.. benimde kendime ait bir cok siirim var onun icin güzel alinti yapanlari her haliyle anlarim :lol::clover:

Gönderi tarihi:
Kur'an irticadan şikayetçi

Eminim İncil de Tevrat irticasından şikayetçi idi. Tevrat da Zebur irticasından şikayet etmiş olmalı. Einstein de Newton irticasından şikayetçi idi. Newton ise düz dünya irticasına, Kepler de Batlamyus irticasına karşı mücadele etmişlerdi.

 

Her yeni gün, dün irticasından şikayetçi... Saat dokuz, saat sekiz irticasından şikayetçi... Hatta saat sekizbuçuk, saat sekizi çeyrek geçiyor irticasından bile şikayetçidir, emin olun...

 

"Kimse aynı nehirde iki defa yıkanamaz; ikinci defasında ne nehir aynı nehir, ne de insan aynı insandır." Herakleitos

Gönderi tarihi:
  • Yazar
"Kimse aynı nehirde iki defa yıkanamaz; ikinci defasında ne nehir aynı nehir, ne de insan aynı insandır." Herakleitos

Dünyada tek kaynak olmadigina göre daha temiz kaynaklara kavusmak mümkündür.. Kimse aynı nehirde iki defa yıkanamaz; ikinci defasında ne nehir aynı nehir, ne de insan aynı insandır.. haklisin " Herakleitos

 

 

unutma ´Herakleitos´ birincisin de nehir daha derindir ikincisinde daha sıg dır bu ayrınti bile yeterli.. Efendi Türkler

Gönderi tarihi:
birincisin de nehir daha derindir ikincisinde daha sıg dır bu ayrınti bile

Ayrıntılar bitmez tükenmez. Birincisinde nehre bir kurbağa atlamıştır, ikincisinde kurbağayı bir yılan yutmuştur... Birincisinde bir ceylan nehirden su içmiştir, ikincisinde atık boşaltmıştır!

 

Ayrıntının kökü mü kurur?

 

Yalnız Yaşar Nuri Hoca'nın çok belli bir yanlışı var. Kurân'dan rahatsız olup da acısını Atatürk'ten çıkaran tek bir Allahın kulu göremiyorum ben ortada. Nerde acısını Atatürk'ten çıkartan var, Kurânın tek yasa olmasını istiyor. Her şey ona göre olsun istiyorlar. Laiklik olmasın, Kurân ayetleri ile yasa yapılsın diyorlar.

 

Nasıl oluyor bu iş? Yaşar Nuri Hoca'nın gezegenini geçtim, hangi galakside yaşıyor acaba?

Gönderi tarihi:
  • Yazar
Ayrıntılar bitmez tükenmez. Birincisinde nehre bir kurbağa atlamıştır, ikincisinde kurbağayı bir yılan yutmuştur... Birincisinde bir ceylan nehirden su içmiştir, ikincisinde atık boşaltmıştır!

 

Ayrıntının kökü mü kurur?

 

Yalnız Yaşar Nuri Hoca'nın çok belli bir yanlışı var. Kurân'dan rahatsız olup da acısını Atatürk'ten çıkaran tek bir Allahın kulu göremiyorum ben ortada. Nerde acısını Atatürk'ten çıkartan var, Kurânın tek yasa olmasını istiyor. Her şey ona göre olsun istiyorlar. Laiklik olmasın, Kurân ayetleri ile yasa yapılsın diyorlar.

 

Nasıl oluyor bu iş? Yaşar Nuri Hoca'nın gezegenini geçtim, hangi galakside yaşıyor acaba?

insanlar icin kaynaklar Ayrıntılar bitip tükenmez bu tabiki bir gercek.. popülerligin le bile tükenmez kaynaklar yaratirken insan oglu.. doganin kaynagi mi biter

 

Mevlana bile yuce Tanrıyı arayıp bulamamis Hira dagı magarasında aramıs, bulamamıs... Kabe'de aramıs, bulamamıs, Kuranda bile bulamamıs... bulanlar Allah’ı arac yapan saltanat hırsı sahibi insanlar günümüze baktigimiz zaman bu acikca görünmüyormu..

 

ski nin üzerine oturan hoca bugünde Allahi, Atatürk ü agzina alip cevresine vaaz vermiyor mu? ne adina veriyor burda bile istedigin yorumu bulamazmisin!

tayip bile ogluna gemi alirken bu basariya imzasina atarken araclari nelerdi! neden bu basariyi kovaladi.. ne adina bu sayede bu dünyada nasil bir yasami garantiledi Ailece...herhalde bu dünyanin önemini bizden daha iyi bilmiyorlar mi?

 

batıya özenen bir genclik bizi dinsizlige götürür popülerizimle yaklasanlar Hiristiyanligi yerden yere vuranlar Atatürk ü batiya özendirmekle suclayanlar bugün bütün gelecegini batinin sayesinde bu dünya icin saglama almadilar mi.. bakin batıya özenen bir genclikle biz dinsizlikten korkutanlar onlarin cocuklari batida okumaktadir bunun da karsiligi sevr dir... acimadan Atatürk ve Allah adina.. bir düsünelim bunun sonu nereye gider bu noktada kalacagina inaniyormusunuz.. size göre bunlarin istekleri bu noktada bitiyor mu? herhangi din devleti tehlikesi yok mu bunlarin varliklarini sorgulatmayacak... varliklarindan önce kemalizm yikilacak diye yetistirdikleri gencler ne olacak onlara ne hesap verecekler yoksa onlar kendilerini feshmi edecekler yoksa onlari Ateistler mi ikna edecek!

 

 

Arkadasim belki siz acikca göremiyorsunuz ama bu gencligi biz buralarda cok iyi görüyoruz ellerinde kiliclarla??? kaplanlari hatirlayin! sonra burda bu genclik arabalarinda ki müzigin sonuna kadar actiklarinda tarkanin müzigi duyulmuyor kemalizm yikilacak diye mars larini duya bilirsin!!! cevrede bin kisinin icindeki bir Türke duyarabilmek icin! gerisi garibim garibim bakar.. o biriside yarin kendisini yönetmeye aday kara cembere bölüm bölüm bakar..

 

bu noktada YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'ÜN galaksi sine ihtiyaci olanlar var diye düsünüyorum!

Gönderi tarihi:
bu noktada YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'ÜN galaksi sine ihtiyaci olanlar var diye düsünüyorum!

İyi de Efendi, ben ateizm olsun'dan yana değilim, bir toplumsal ayıplama mekanizması daima olacaktır, vücutları pearcing ve dövmelerle kaplı insanlar birbirlerini kırbaçlarlarsa bu tabii ki ayıplanmalıdır, hoş karşılanmamalıdır, toplumsal bir ayıplama yaptırımı olacaktır dediğimde:

 

"Pearcing yaptırmak atesitlik mi, ne demek istiyorsun?" diye itiraz etmiştiniz? Yani herhalde biz orada bu gibi durumlarda toplumsal hoşgörmeme mekanizmaları işleyecek dedik. Toplumun bazı değer yargıları olacak, doğaldır demek istedik. Tarkan müziği arabalardan sonuna kadar açıldığında "Kemalizm yıkılacak, laiklik yıkılacak" naraları araya kaynamasın demek istedik biz de senin gibi! Pearcingli dövmeli gençler ilahiler, ney kudümler eşliğinde birbirini kırbaçlayacak değil! (Gün gelir o da olur, belli mi gerçi de?)

 

Burada geliştirirsem: Ateistlerin çıkıp, tamamen örnek veriyorum: Örneğin Kuran sayfaları yakarak ve yerlere atarak bir gösteri düzenlemesi filan gibi şeylerin olamayacağını söylemek istiyorum. Nasıl birileri Bush kuklaları yakarak gösteri yapıyor, "biz de Kurân yakarak gösteri yapalım" denemeyeceğini anlatmaya çalışıyorum. İnsanların kutsal saydığı değerleri aşağılamamak, tüm dünyada kabul görmüş evrensel bir ilkedir.

 

Belki gün gelir, "İsa, Musa, Muhammed de Cengiz, Attila, İskender, Hitler gibi birer tarihi kişiliktir" anlayışı gelişir, onu bilemem. Ama o gün bile gelse, tarihi önderler, yaşayan devlet başkanları gibi değerlendirilemez. Tarihe malolmuş bir kişi, tarih içinde tartışılır. Bush aleyhine gösteri düzenlenir, ama Attila aleyhine gösteri tabii ki düzenlenmez. O, yaptıklarıyla tarihe malolmuş. "Yanlış yapmışım, bak, eleştiriliyorum" deyip kalkıp düzeltecek hali yok çünkü...

 

Bir çok konuda birlikteyiz, burada bir karşıtlık körükleme, bir çatlak yaratma çabasında olmadığımı belirtmek isterim. Ama ben doğru bildiklerimi söylemeyi görev sayarım. İnsanlar hiç bir konuda yüzde yüz mutabakat oluşturamaz. Bu çok doğaldır...

Gönderi tarihi:
Ayrıntılar bitmez tükenmez. Birincisinde nehre bir kurbağa atlamıştır, ikincisinde kurbağayı bir yılan yutmuştur... Birincisinde bir ceylan nehirden su içmiştir, ikincisinde atık boşaltmıştır!

 

Ayrıntının kökü mü kurur?

 

Yalnız Yaşar Nuri Hoca'nın çok belli bir yanlışı var. Kurân'dan rahatsız olup da acısını Atatürk'ten çıkaran tek bir Allahın kulu göremiyorum ben ortada. Nerde acısını Atatürk'ten çıkartan var, Kurânın tek yasa olmasını istiyor. Her şey ona göre olsun istiyorlar. Laiklik olmasın, Kurân ayetleri ile yasa yapılsın diyorlar.

 

Nasıl oluyor bu iş? Yaşar Nuri Hoca'nın gezegenini geçtim, hangi galakside yaşıyor acaba?

Siz onların neyi istediğini hala anlayamamışsınız sanırım.. Nerde o günler.. Dediğiniz gibi olsaydı, bende şu an laiklik karşıtı,onların yandaşı olurdum..

 

 

"Kur’an’dan rahatsızlığın öfkesini Atatürk’ten almaya adamlık demezler."

Çok yerinde söz bence. Adamlar Kuranla bağdaşamıyor ki, tutturmuşlar falancanın Kitapları aman hocam canım hocam, Kuran anlıyoruz diye öğreniyorlar aman hocam canım hocamın fikirlerini...

Gönderi tarihi:

Bugün İslâm dünyasındaki düşünce hayatında birbirinden ayrı üç Kur’ân tasavvuru bulunmaktadır. Aşağıda bu üç tasavvuru yer yer meteforlara da başvurarak izah etmeye çalışacağım.

I – Birinci tasavvur,tarih boyu İslâm dünyasında egemen olmuş Sünni tasavvurdur. Bu tasavvura göre Kur’ân kutsal bir kitaptır. Mutlak olan Allah’ın mutlak kelâmıdır. O’nun zatı ile kaim ezeli sıfatları olan ilim, irade ve kelâm sıfatlarının bir tecellisidir. Bundan dolayı “Kelâm-ı Kadîm”dir.

Yaratılmamıştır. “Kelâm-ı Nefî” olarak yani mana olarak Allah ile birlikte ezelidir. “Kelâm-ı Lafzi” olarak yani Arapça olarak Hz. Muhammed’e 7. yüzyılda indirilmiştir.

 

Hitabı ve hükümleri evrenseldir. Yani bütün insanlaradır. Hükümleri itibariyle tarih üstü, toplum dışı sabit ve mutlaktır. Tanrı nihaî hakikati söylemiştir. Bu inanç giderek bütün hakikati söylemiştir kanaatine dönüşmüştür.

 

Teşbihde hata olmaz. Onun taşı toprağı (harekesi-harfi cerri) altındır. İbarelerin, ifadelerin, cümlelerin altında binlerce anlam gizlidir. Her çağa göre manalar çıkarılabilir. O evrensel bir akide ve evrensel bir şeriattır. Vahiy, aklın alternatifidir (akıl-nakil). Aralarında derece farkı değil; mahiyet farkı vardır. Vahiy (Kur’ân), tabir yerindeyse Allah’ın aklının bir ürünüdür.

 

Kur’ân’ın içerdiği dini ruh, şeriatı da beden metaforlarıyla karşılayacak olursak; onun ruhu da bedeni de kıyamete kadar bakidir, değişmez ve evrenseldir. Bu Kur’ân anlayışını ‘Ay’ meteforuyla da izah edebiliriz. Ayın sınırları bellidir.

 

Sönmüştür, ancak sürekli ışık verir. Ayın ışık kaynağı Güneştir. Kur’ân da sabittir. (Mevrid-i nassda içtihata mesağ yoktur). Ancak, Ayetlerden her zaman yeni manalar çıkarılabilir. O manaları ayetin altına Allah depolamıştır.

 

Böylesine mutlak-kutsal-sabit bir Kur’ân anlayışı doğal olarak Hz. Muhammet ve onun hadislerine de sirayet etmiştir. ‘Sahih-i Buhari’nin veya ‘Kütüb-i Sitte’nin neredeyse Kur’ân’a denk epistemolojik otoritesi buradan gelir.

 

Mutlaklık veya kutsallık anlayışı mıknatıs gibi yakınında duran şeyleri kendine çeker ve onları ‘yerden’ kaldırır.

 

Hz. Muhammed’in “Nur-i Muhammedi” kavramıyla varlığın ontolojik kaynağı haline gelmesi veya “levlake levlâk, Lema halaktu’l-Eflâk = sen olmasaydın evreni yaratmazdım” anlayışı buradan çıkar. Artık Hz. Muhammed “Arpa ekmeği yiyen Arap bir kadının oğlu, içimizden birisi değil, “fahr-i kainat”tır. Bu kutsallık ve mutlaklık Hz. Muhammed ve hadislerden geçerek Sahabeye, tabiun’a ve mezhep imamlarına sirayet etmiştir.

 

Özetle, mutlak, kutsal ve sabit olan “merkez” etrafını, çevresini de kendine benzetmiştir.

II- İkinci Kur’ân tasavvuru, İslâm dünyasının ve düşüncesinin çöküşüyle beraber pozitivist bilim felsefesinin etkisinde kalan laik Müslüman aydınlarda oluşan tasavvurdur.

 

Onlara göre Kur’ân, sönmüş bir yıldız gibidir. Zayıf bir parlaması vardır o kadar.

 

Aklın ‘aydınlama’sından sonra ona bir ihtiyacımız yoktur. Biz ilhamımızı gökten değil akıldan almalıyız. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. Bilim ve akıl sadece “Nasıl?” sorusunun cevabını vermez. “Niçin?” sorusunun cevabını da verir.

 

Kur’ânın ruhu da bedeni de tarihseldir. Ortaçağın mistik aklının ürünüdür. Onun şeriatı “çöl kanunu”dur. Kur’ân kendi döneminde fevkalade ileri-devrimci adımlar atmıştır, fakat o adımların bugün için bir örnekliği veya kılavuzluğu söz konusu değildir. Halkın dini inancının kaynağı olması hasebiyle dolaylı bir saygınlığı vardır.

 

III – Üçüncü tasavvur yeni oluşmaktadır. M.İkbal, Fazlurrahman, H. Hanefi, M. Abid el-Cabiri, R.Garaudy, Ali Şeriatî, Abdulkerim Suruş, Mehmed S.Aydın, Mehmet Hatiboğlu gibi Müslüman entelektüeller tarafından savunulmaktadır.

 

Bu tasavvurun ortak paydasını şöyle özetleyebiliriz: Mu’tezile’nin savunduğu gibi Kur’ân Allah’ın fiil sıfatlarından olan irade ve kelâm sıfatının ürünüdür.

 

Yani ezeli değildir, yaratılmıştır. Mutlak olan Allah rölatif olan varlıkla ilişkiye girdiği zaman, çıkan ürün rölatiftir, mutlak değildir. Çünkü, Kur’ân’ı oluşturan dil (Arapça), Hz. Muhammed (insan) ve Arap toplumu rölatiftir. Vahiy ilişkisi bir zamanda (7.yüzyıl) ve bir mekanda (Arap yarımadası) vuku bulmuştur. Kur’ân, Lahûtî (ilahi) olduğu kadar nasûtîdir(insanidir).

 

Allah insan aklı ve insan diliyle insana hitap etmiştir. Vahiy ile insan aklı arasında mahiyet farkı değil, derece farkı vardır. Vahyin fikri muhtevası Arap kültürünün ve Arap zihin dünyasının içindedir. Tevrattan, İncilden dini fikirler içerdiği gibi, Arap cahiliye döneminin doğru fikir ve fillerini de içerir. Başta Hz. Ömer olmak üzere Hz. Muhammed ve arkadaşlarının doğru görüp uyguladıkları fikir ve fiiller vahiy tarafından onanır.

 

(Muvafakat-ı Ömer). Bundan dolayı Musa Carullah, bazı farzların temelinin sünnet olduğunu savunur. Bu bakış açısına göre vahyin bir dudağı gökte, bir dudağı da yerdedir. Yukarı aşağıyı belirler, aşağı da yukarıyı.

 

Kur’ân sadece gökten inmemiştir, aynı zamanda yerden bitmiştir. Yerle gök arasında diyalektik bir ilişki söz konusudur. Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya insanın hakkı insana verilmiştir.(Esbab-ı Nuzul, Nesih-Mensuh, Mekki-Medeni.) Allah, Araplara hitap etmiştir.

 

Arapça ile bütün insanlığa hitap etmemiştir. O günkü iletişim imkânlarını ve yabancı dil bilme oranını göz önünde tutarsak bu son derece doğaldır. Aksi, abes olurdu. Allah dini Arap olmayanlara yayma sorumluluğunu (şahidlik.2/143) Araplara yüklemiştir. Kur’ânda tekrar hatırlatılan (tezkire) ‘ed-Din’ Hz. Ademden beri peygamberlerin tebliğ ettikleri dindir. Yani İslâmdır. Ruh –beden metaforuna tekrar başvurursak, bu tasavvura göre Kur’ânın ruhu Hz. Ademden kıyamete kadar sabittir. Bunlar da Tevhid, MEAD (ahiret), ibadet (tapınma) ve Adalettir (salih amel/ahlak). Kur’ânın bedeni ise (şeriat) tarihseldir.

 

Yani Kur’ândaki sosyal ve siyasi hükümler (muamelât) Arap toplumunun maslahatları göz önünde tutularak oluşturulmuştur. Çünkü, sabit olan ed-Din, indiği toplumun yapısına göre ‘tedeyyûn’ eder. Etini ve elbisesini tarihten ve toplumdan giyer. Vahyi ve ilahî (semavî) anlamda din tektir. Şeriatler ise muhteliftir. Son şeriatın (Kur’ân ve Sünnet) ismi de ‘Şeriat-i Muhammedi’dir.

 

Ortaçağda ‘islâmi İlimler’i tedvin eden Müslüman alimler, Arapların ihtiyacını karşılayan ‘Şeriat-ı Muhammedi’ (Kur’ân-Sünnet) den ümmetin bütününün ihtiyaçlarını karşılayacak ‘islâm şeriatı’nı (İslâm medeniyetini) inşa ettiler.

 

Geleneğin katılığı ve taklidin yaygınlığı nedeniyle yeniçağa geçerken bu ortaçağ şeriatı aşılamadı. İslâm dünyasının her alanda yaşadığı krizin anlamı budur. Bugün ‘şeriat’ denince herkesin şuuruna üşüşenler bunun kanıtıdır.

 

Bu tasavvura göre Kur’ân güneşe benzer. Güneş sıcaktır, dinamiktir varlık olarak sınırları belli olsa da ışıma yoluyla görülmez. Işıma yoluyla kendinden bir şeyler kaybeder. Kur’ân’ın ışıması Müslüman entelektüelin kalbi (aklı ve sezgisi) vasıtasıyla olur. Kur’ân’ı okuyan mümin entelektüel, ondan kimliğini, kişiliğini, benliğini, karakterini ve bilincini oluşturur ve dünyevi olgular, olaylar, fenomenler dünyasına dalar ve sorun çözer.

 

Kur’ân’ı tefsir etmez. Olayları tevîl eder (aslına, hakikatine icra eder, çözer). Bundan dolayı peygamber “Ma raahu’l-muminune hasenen fehuva intallahi hesanun= müminlerin iyi gördüğü, Allah indinde de iyidir” demiştir. Bu durumda hata da yapılsa bir sevap alınır. Hz. Ömer böyle bir şahsiyet idi.

 

Bu tasavvura ‘fenomenolojik’ tasavvur ismi verilebilir. Olguların özüne bakar. Kur’ân bütünüyle ‘ölçü’ değildir. Örnektir. Örneği kavrayan, Allah’ın karakterini ve insanlardan ne istediğini anlayan mümin, Allah gibi sorun çözer, kitap yazar, hüküm koyar. Çünkü ‘her dönemin ayrı bir hükmü vardır’(13/98).

 

Kitabı şerh etmez. Bulunduğu epistemolojik zemin yorumsamacıdır. hermenötiktir. Rölativizm ile mutlak hakikat iddiasının arasında, dinlemeyi bilen, hakikatin bulunabileceğine inanan, delile dayanan, iknai bir yoldur bu.

 

Bu tasavvuru bir başka metaforla da açıklayabiliriz. Bu tasavvurun Kur’an kavrayışı ‘yağmur’a benzer. Yağmur rahmettir. Yağmuru oluşturan su yeryüzünden gökyüzüne çıkar ‘bulut’ olur yoğunlaşır ve yere ‘yağar’. Vahyin, Kur’ân’ın fikri malzemesi de yerden alınır. Vahyin bütün verileri yeryüzüne aittir. Olgular, niyetler, duruşlar, fiiller Allah tarafından Semadan dinlenir ve Vahiy pasajları (ayetler) olarak ‘inzal’ edilir. Vahiy, Kur’ân’da rahmettir(7/203).Yağmur humuslu topraklarda berekete dönüşür. Vahiy de kalbi ‘yumuşak’ olan insanlarda hidayete dönüşür.

 

Bu bakış açısında merkez dinamik olduğu için çevre ve etraf da dinamiktir. Hz. Muhammed ve Sünneti de ölçü değil, örnektir (usce). Kur’ân ile sünnet arasındaki fark Allah ile Hz. Muhammed (halik-mahluk) arasındaki fark kadar büyük değildir. Hz. Muhammed’in yanılabilirliği oranında azdır. İnsanların en hayırlıları Sahabe, sonra tabiun, sonra etba-ı tebiun değildir. İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. En hayırlıları en muttaki olanlarıdır.

 

Üçüncü tasavvura göre din, salt bir takım kutsal kişiler (peygamber, sahabe, veli, şeyh, imam, ilahiyatçı,vs.) kutsal mekanlar (Kâbe, Mescid-i aksa, cami,vs.), kutsal zamanlar (Ramazan, Cuma, Kadir gecesi vs.), kutsal nesneler (Kur’ân, zemzem, tesbih, seccade, sarık, cübbe, vs.) değildir.

 

Din salt ahiret için (köşk, şarap, huri) yapılan bir takım özel ibadetler (hacc, oruç, namaz, Kur’ân okuma vs.) de değildir. Din, Tevhid inancı ile birlikte (iman) bunun zorunlu yansıması olan adalettir (salih amel). Din, dünya içindir, dünya da ahiret içindir. Din, gün boyu iyiliği, adaleti hakkaniyeti ayakta tutmaktır, bunları ikâme etmektir. Kötülüğü, haksızlığı, zulmü engellemektir (emr-ibil ma’ruf ve nahye ani’l-munker). Sosyal ve siyasal günah işlememektir. Çünkü bunlar büyük günahlardır. İnsan hakları ihlalleri büyük günahlardır. Ahlâki her davranış, gün boyu işlenen daimi sevaptır, ibadettir. Bir öneriyi, çözümü, fikri ve fiili ‘dini’ kılan şey, başına bir ayet veya hadis yerleştirmek değildir. Muttaki bir bilinç, temiz bir vicdandan gelen her öneri, çözüm, fikir ve fiil, dinîdir. ( İlhami Güler )

Gönderi tarihi:
"Kur’an’dan rahatsızlığın öfkesini Atatürk’ten almaya adamlık demezler."

Çok yerinde söz bence.

Ben söyleyeceğimi söyledim. Bu konuda aramızda çok kesin bir ayrım var. Bence alakası bile yok, sence "çok yerinde."

 

Ben hâla bu sözün değil bu ülkede, değil bu gezegende, bu galakside yaşayan biri tarafından söylenemeyeceğine inanıyorum. Hoca Andromeda'dan göndermiş olmalı bu yazıyı. Kurân her zaman İslam dininin en baş silahı ve aracı olmuştur. Nasıl olmasın ki, zaten yazılış amacı budur...

 

Davut'a söyleyeceğim şu: Sayfalarca teknik terimler kullanılmaya özen gösterilerek yazılmış açıklamalar hiç bir anlam ifade etmez. Bunlar havanda su dövmekten başka, ilahiyatçı hocaların saatlerce dırdır edip kafa şişirmesinden başka bir işe yaramaz. Dogma esaretine prim verdikçe, kutsallıkları şişirdikçe hiç bir çözüm üretemezsiniz. İlk şart zihinleri dogmadan hürleştirmektir...

Gönderi tarihi:

Kur'an-ı Kerim ve İRTİCA,

 

Daha evvel de Laiklik kavramının tarihçesi hakkında bir özet çıkartmış idim.

 

-http://ahmetdursun374.blogcu.com/2625490/- buradan bakabilirsiniz.

Şimdi buna tekrar deyinmek istemiyorum.Ancak laiklik ile birlikte anılan bir kavramın daha

 

açıklanamsının gerekli olduğunu düşünmekteyim.O kavram da İRTİCA kavramıdır.

İrtica her nekadar gericilik olarak algılansa da bazı konuların da tekrar gözden geçirilmesinin gerekli olduğu kannatindeyim.

 

Yani Lakik olmak Emperyalizme karşı olmakla eş değer diyenlerin olmasının yanında asıl laik olmanın din ile alakasız olmak anlamında bir söyleme dönüştürülmesinin de önüne geçilmesi için yine bu kavramı yüce Kur'an dan inceleyelim.

 

Kur'an geriye dönmek hakkında ne demiş.Ne diyor da biz anlamıyoruz.Ya da anlamları mı karıştırıyoruz bunu inceleyeceğiz.

 

Ancak bir konuya da dikkat çekmek istiyorum.Biz laik iz diyerek dinden kendimizi bağımsız,dinsiz gibi algılattırmak isteyenlerin amaçlarını da öncelikle incelemeliyiz.

Başka bir deyişle bizim dinle işimiz yok,çünki laik düşünceliyiz demek Ilımlı İslamcıların istediklerine boyun eymek anlamındadır.

Anacak unutulmamalıdır ki dini bir sistemle de devletin işleri düzenlenemez ve yürütülemez.

Yani dini bir düzenleme ne yazık ki o dinden olmayanlar için de sıcak bir bakış açısını içermez.

 

Hatta bir hırsız gelir de dini yönetimde olan bir ülkede söz sahibi olursa o halde hırsızlığı bu din öngördü diyebilirmiyiz?Buna meydan verebilirmiyiz?

 

O halde inanç kökenli bir yönetime evet dememiz ne kadar doğru olur ve bu evet bizim inançlarımıza nedenli zarar verir?

 

yani inançlarımızı işte din budur ,böyle din olmaz olsun sözleri ile karılaştırmamak için bundan sakınmalıyız.

Dinsiz olmak başka bir olgudur.İnançsız olmayanların ya da başka deyiş ile farklı inançlara mensup olanların da yaşam haklarını tabii ki islam da savunmaktadır.

Ancak laiklik kavramını çok iyi inclemek durumundayız.Bu konu hakkında daha evvel yazdığım için bu kısmı şimdilik kapatıyorum.

 

Bakalım Kur'an İrtica için ne demiş?

 

Kur'an dilinde bu konu, İrtidad kelimesinde anlamını bulmuştur.

 

İrtidad: Geri dönme, vaz geçme. Terim olarak, kişinin İslam'a girdikten sonra küfre dönmesi, tevhidi bırakması.

 

Düşmandan korkup kaçma. Alçalma, düşüş, çöküş, tereddi, gerileme, rücu.

 

Tevhid şu ayetlerde geçmektedir.

(AL-İ İMRAN SURESİ / 64), (NİSA SURESİ / 125), (ZUHRUF SURESİ / 28),

 

Tereddi ise (LEYL SURESİ / 11) de geçmektedir.

 

Tereddi: Gerileme, çöküş, düşüş. Terim olarak, kişinin İslam'ın izzet ve şerefine mensup olduktan sonra geri dönmesi, alçalması. Dejenerasyon.

 

Şimdi de diğer ayetlere bakalım:

 

Geriye gitmek,geriye dönmek anlamındaki açıklamaların olduğu ayetlerede bakalım.

 

 

Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız,

 

elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırdetmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir. (BAKARA SURESİ / 143)

 

Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip-geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında

 

ödüllendirecektir. (AL-İ İMRAN SURESİ / 144)

 

Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın

 

zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler.

 

(İSRA SURESİ / 46)

 

(Musa) Dedi ki: "Bizim de aradığımız buydu." Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler. (KEHF SURESİ / 64)

 

 

Geriyedöndürme,döndürülmeye zorlanma olarak algılayacak olursak bakmamız gereken ayet de mevcuttur.

 

Kitap Ehlinden çoğu, kendilerine gerçek (hak) apaçık belli olduktan sonra, nefislerini (kuşatan) kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi inkâra döndürmek arzusunu duydular.

 

Fakat, Allah'ın emri gelinceye kadar onları bırakın ve (onlara ne sözle, ne de eylemle) ilişmeyin. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (BAKARA SURESİ / 109)

 

Şüphesiz (Allah), onu yeniden-döndürmeye güç yetirendir. (TARIK SURESİ /

 

Peki bu geriye gidişte kandırılma mümkün değilmidir?

 

Tabii ki mümkündür.Peki bu kandırılma Fitne ile mümkün olmaz mı?Bu manada fitneyi yorumlar isek,yine Kur'an'da bahsedildiği üzere,onlar istemedikleri halde hak geldi denmesi geriye giden

 

zamanı yani haktan olan Kur'an dan evvelki geri zamanı anlatmaz mı?

Tabii ki anlatır,öyle ise bunun içinde ayet mevcuttur.

Öyleyse ayete bakalım....

 

Andolsun, daha önce onlar fitne aramışlardı. Ve sana karşı birtakım işler çevirmişlerdi. Sonunda onlar, istemedikleri halde hak geldi ve Allah'ın emri ortaya çıkıp-üstünlük sağladı. (TEVBE SURESİ / 48)

 

Şimdi ise kendilerine fitne isabet edecekleri kastederek,inançları Kur'an üzerinden olmayıp başka yerler üzerinden olanların kastedildiği açıkolan ayete bakalım.

Yani fitneye kapılarak Kur'an öncesine(İrtica)geriye dönebileceklere uyarı yapmaktadır.Çünki inançları zayıf olduğundan her an geriye Kur'an dan öncesine dönebileceklere bir uyarıdır.

 

Bakalım:

 

İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir.O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (HAC SURESİ / 11)

 

Peki bu yüce kitap herşeye yer vermiş ise acaba bağımsızlığı başkalarına devretmeye çalışanlara,ekonomik olarak bağımlılığa milletini mahkum etmeye çalışanlara da (AB-D mandacılarına,işbirlikçilere,eş başkanlığa soyunanlara)birşeyler söylemiş olamaz mı?

Tabii ki buna da yer vermiş ve ekonomik ya da sayıca,malca daha gelişkin olanlara aldanmayın diye de ikaz mevcuttur.öyle ise buna da bakalım.

 

 

Bir ümmet diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha gelişkindir diye, yeminlerinizi kendi aranızda bir bozuculuk unsuru yaparak, ipini kuvvetle eğirdikten sonra bozup-çözen gibi olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla imtihan etmektedir. Kıyamet günü hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyi size muhakkak açıklayacaktır. (NAHL SURESİ / 92)

 

Değerli dostlar,ey iman edenler,ey milli birlikten bahsedenler,ey vatanı uğruna canını seve seve feda edenler ve etmeye hazır olanlar,

Demek ki kandırılıyoruz.......

Demek ki biz Kur'an-ı Kerim'i okumadığımız için kandırılmaya herdaim müsait durumdayız.

Bu milletin düşmanları aynı zamanda yüce dinimizin de düşmanlarıdır.

İşte Büyük Atatürk burada birkez daha rahmet ve özlem ile anılmayı herzamanki gibi hak etmektedir.Çünki Atatürk'ün izdiği yol da Kur'an ın dışında bir yol değildir.

 

 

Tam bağımsızlığı görüldüğü üzere Kur'an da emretmiştir.Bağımsızlığın nekadar değerli olduğunu açıkça belirten bir ayetide paylaşıyım istedim.

 

 

Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? (MERYEM SURESİ / 42)

 

Milletinin özgürlüğünü düşünmeyip,kendi ekonomik çıkarlarını düşünenlere,yandaşlarına çıkar sağlayanlara,belli güçlerini kullanarak yoksul milleti yerine ceplerini düşünenlere de yine Kur'an bakınız ne diyor.

 

 

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu

 

yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte

 

bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (BAKARA SURESİ / 177)

 

 

Biz Türkler ne yazık ki zamanlama yapmasını bilmiyoruz.Belki de en büyük hatalarımızdan biri de budur.

 

Şimdi zamanlama yapma zamanıdır.Sizlere en çok vaad de bulunanlara değil,riyakarlık içinde

 

olanlara değil,sizleri inanç adına geriye götürenlere değil,AB ve ABD nin köleliğine talip olanlara değil,Hakça bir yaşama,adaletli olana oy veriniz.

Zira yaılgı içine olduğunu görmek ve bunu kabul ederek yanlıştan dönmek bir ERDEM dir.

Saygı ile....

Ahmet Dursun

 

Bir konuşmadan alıntı vermek istiyorum.

 

Konuşmacının adı bende saklıdır. Önemli olan isimler değil fikirlerdir.Bu nedenle konuşmacının adını bende saklı olarak alıntılıyorum....

 

Tarikatlar 5?inci yüzyılın ortalarına doğru bu şekilde ortaya çıktı. Halbuki İslam?ın tasavvuf denen mistik felsefesi. Anlatmak için mistik felsefe diyorum, onunla da farklı tarafları var. İslam?ın sahabe neslinden itibaren vardır. Tarikatlar İslam?ın bu mistik felsefesinde yani tasavvufta bir yozlaşmanın ürünüdürler, bir defa bunu koyacaksınız. Burada tereddüt ettiniz mi, yozlaşmanın ürünüdür de tarikatlarda tasavvufa uygun, elle tutulur, ciddiye alınır, insanlık için değer ifade eden şey yok mu? Var ama.

 

Tarikatlar devlet, vakıflar ve çıkar odaklarıyla beraberliğe çekilen bir tasavvuf hayatını anlatır, işte yozlaşma orada başlar. Mesela tarikatlarda tasavvufun tam aksine. Bilimde derinlik bir değer olmaktan çıkmıştır. Yani İslam?ın Kur?an ve sünnet kaynaklı verileriyle taban tabana zıt, bir yığın kabulü içinde taşıyor. Yani düşünün ciddi tarikat kitaplarında Adem?in cennette dolaşırken başına koyduğu taç hangi tarikatın tacıdır diye ciddi kavgalar yapılmıştır. Bunları İslam?ın kabul etmesi mümkün mü? Başka bir şey daha var, bu çok önemli. Müslümanların tökezlemesine esas yol açan budur. Tarikatlar şunu kabul edelim tarikatlar eğer biz İslamı ilahi kaynağı Kur?an?dan öğrenmek gibi bir niyet taşırsak, o zaman şunu diyeceğiz;

 

Tarikatların kendi şeflerine veya şeyhlerine -bazısı şeyhtir, bazısı şeftir- verdikleri sıfatları Kur?an mahbedi olduğu peygamberi Hazret-i Muhammed?e vermez. Mümkün ve muhtemel değildir. Dolayısıyla burada daha baştan çok ciddi bir omurga kayması var.

 

Tasavvuf, klasik İslam tasavvufu yani İslam?ın ruh, ahlak, sevgi, paylaşım, derinlik kurumu olan tasavvuf siyasi liderliğe yani imaret dediğimiz mevkii sahibi olmaya temelinde karşıdır. Düşünün klasik tasavvufun tasavvufa karşılığıyla bilinen İbni Teyniye gibi birisi tarafından bile tebcil edilen ve yolun önderi diye vasıflandırılan Cüneydi Bağdadi, arkadaşı ve yakın dostu Amr Bin Osman El Mekki ki o da bir fikir ve tasavvuf devidir. Bağdat kadılığını kabul etti diye onla bütün münasebetlerini kesmiş ve gördüğü yerde de ?bu adama bakın, bu adam dünyaya tapma tutkusunu 40 yıl içinde taşıdı, sonra ortaya çıkardı? demişti.

Gönderi tarihi:

Ben yine söylemiş olmak için argümanımı tekrarlayayım: İslam dinini evliya efsanelerine büründürenler evliyalar ile aldatıyor, peygamber kıssalarına ve hadislere bürüyenler peygamber ile aldatıyor, "yalnızca Kurân" diyenler ise yalnızca Allah ile aldatıyor. "Bu söz Allah katından ve kutsaldır" diyerek dogmalara destek veriyorlar.

 

Hepsi kutsal ile aldatmaktır, farkı yoktur. Dogmatik düşünce tarzlarının hepsi aynıdır, fark yoktur... Hepsinde sorgulanamaz, eleştirilemez ve doğruluğundan şüphe edilemez motamot gerçek iddiası vardır...

Gönderi tarihi:

 

Raslantının "nedeni" vardır...

Rastlantı; Bilgiye, isteğe, kurala veya belli bir sebebe dayanmaksızın oluveren karşılaşma, tesadüf.

"DOGMA" bile değil...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.