Misafir demirefe Gönderi tarihi: 29 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 29 Kasım , 2008 "sahilde kumluk bir mezara" gömülmüş olması doğaldır. Bunlar benim için hiç önemli değil, önemli olan, cımbızlanan böyle ayrıntılar bir araya getirilerek nasıl bir "Mustafa" portresi oluşturulmaya çalışıldığı. Bu portre ihanet, bu portre ısmarlama, bu portre kelepir ve sahibinden ihtiyaca binaen acele satılık... Ama yerleşim olmayan, ıssız bir bölgede bula bula sahil kumsalını bulmak, mezar yapmak için... Bunu dünyada aklı olan bir tek insan kabul etmez. Bırak çakalları, deniz kabardığında ne olacağını insan aklı birazcık keser. Ucuz olduğunu biliyordum da, bu ayrıntıyı yeni duyuyorum. Ucuzluk taban yapmış yahu, bedava desen yine olmayacak. Üste para isteyecekler herhalde! Sadece para değil, devletimiz, onun ilkeleri, bağımsızlığımız, onurumuz, bayrağımız, misakı milli'miz, kısacası elimizde ne varsa onur adına, şeref ve haysiyet adına... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 29 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 29 Kasım , 2008 Artık bir şeyler yapanları karalamak yerine biz de bir şey yapsak iyi olur" noktasına gelmiş olması, Niye yapılmamış olsun, Rutkay Aziz'in Atatürk'ü oynadığı Kurtuluş filmi var ya? Nesi var, gayet güzel bir yapım. Onda da Atatürk sigara içiyordu, kimse niye içiyor demedi. Bu Mustafa filminin ele alınır tek karesi yok. Baştan aşağı bir fiyasko zaten de, daha önemlisi kasıtlı, art niyetli... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 29 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 29 Kasım , 2008 Can Dündar, yeni çekeceği Bediüzzaman Said-i Nursi belgeselinde, Atatürk’ü "Mustafa"laştırdığı gibi Bediiüzzaman’ı da “Sait”leştirebilecek mi? Böyle bir olasılık yok. Kutsayacağı şüphesiz. Said Nursi "Bedüzzaman" lakabını almış, kabul etmiş, kendisi kullanmış bir kişidir. "Bedi" demek, görülmemiş, harika anlamına gelir. Bir insanın böyle bir lakabı kabul etmesinin ne anlama geldiğini ben söylemeyeyim, varın siz değerlendirin. Zaten yazdığı Risalelerin "yazdırıldığını" söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Bu kişinin nasıl bir belgeseli çekilebilir ki? O değil de, aydın bilinen kişiler dogma propagandasına acaba niye birden merak sardılar? Bizim aydınımızın dış güdümlü olduğundan şikayet edip duranlar niye ayakta alkış pozisyonuna geçtiler? Bugünkü kadar apaçık ve şüphesiz dış güdüm, hiç olmuş muydu? Bunları oturup bir düşünen var mı şu ülkede, merak ediyorum. Sanırsam yok! Bu işin encamı uzak değil arkadaşlar, ben söylemiş olayım... Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2008 "KÜRTLERE ÖZERKLİK VERİLECEĞİ İDDİASI": "Filmde Milli Mücadele sürecinin milli devlete gidişi göz ardı edilerek kaynağı net olmayan iddialar dile getirilmekte" deniliyor. Oysa kastedilen şey, bir "iddia" değil, Mustafa Kemal’in 1923 İzmit basın toplantısındaki sözleri… "Milli devlete gidişin göz ardı edilmesi"ni gerektiren bir durum yok, çünkü Mustafa Kemal orada diyor ki: "Kürtlere anayasada yerel özerklik verilmiştir. Kürtlük adına ayrı bir sınır çizmek, Türkiye’yi mahvetmek olur." Açıklamada "Kaynağı net değil" deniliyor, çünkü Mustafa Kemal’in bugün yalanlanamayan bu ifadeleri, Türk Tarih Kurumu tarafından açıkça sansürlenmiştir. Arı İnan’ın 1982’de yayımladığı basın toplantısının sansürlenen bölümleri "2000’e Doğru" dergisinin 30 Ağustos 1987 tarihli sayısında ortaya çıkarılmıştır. Atatürk Araştırma Merkezi’nin, bugün yalanlayamadığı bu sözlerin belgeselde yeralmasını eleştirmek yerine, ona uygulanan sansüre karşı çıkması ve "kaynağı netleştirmesi" beklenirdi. Halbuki tersine, bizzat Atatürk Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan "Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri"nde de söz konusu ifadenin sansürlendiğini görüyoruz. Tarihi yazanların, tarihi yapanlara sadık kalmasını beklemiyor muyduk? Atatürk ve Kürtler MUSTAFA Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasında Kürtlere özerklik (muhtariyet) sözü verdiği, ama sonra aksini yaptığını iddia edenlerin dayandığı belgelere bir bakalım. Milli Mücadele sırasında, Ekim 1919’da kararlaştırılan Amasya Protokolleri’nin gizli tutulan 2. kısmında “Kürtlerin gelişme serbestliğini sağlayacak şekilde ırki hukuk ve içtimai haklar bakımından müsaadelere sahip olması” şeklinde bir hüküm mevcuttur. Aynı metinde, bundaki amacın, Kürtlere “zahiri bağımsızlık” vaat eden İngiliz propagandasını etkisizleştirmek olduğu da belirtilmiştir. 22 Temmuz 1922’de TBMM’nin Elcezire (Irak) Cephesi Komutanlığı’na gönderdiği talimatta da hem ülke genelinde hem Kürtlerin yaşadığı yerlerde halkın geniş katılımına dayalı yerel yönetimlerin “aşamalı olarak” kurulması politikası anlatılmaktadır. Zafer’den sonra 16 Ocak 1923 akşamı İzmit’te yaptığı basın toplantısında Gazi Paşa, Türklerle Kürtlerin nasıl iç içe geçtiğini anlatarak ayrı sınır çizmenin felaket getireceğini, ayrı bir Kürt yapılanmasının “kesinlikle söz konusu olamayacağını” vurgulayarak özetle diyor ki: “Ayrı bir Kürtlük düşünmektense, anayasamız gereğince zaten bir tür mahalli özerklikler oluşacaktır. O halde hangi vilayetin halkı Kürt ise onlar da kendi kendilerini özerk olarak idare edebileceklerdir.” Gazi’nin bahsettiği, 1921 Anayasası’dır; 11. madde illere “mahalli işlerde” özerklik tanıyordu. Gazi aynı konuşmasında şunu da söylüyor: “Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait mesele yaratmaları daima mümkündür.” Bu belgeler gösteriyor ki Kürt meselesi yeni değildir. Ama Türkiye hiçbir zaman iki halktan oluşan federatif bir toplum olarak düşünülmemiş, onun için Kürtlerle özel bir anlaşması yapılmamış, Kürtlere mahsus bir özerklikten de bahsedilmemiştir. Dünden bugüne Milli Mücadele’de İslamiyet birleştirici bağ olarak vurgulanırken, İngilizlerin Doğu’da esasen Ermenistan kurmak istediği anlatılmış, Kürtlere yönelik “zahiri bağımsızlık” propagandasına karşı, ülke genelindeki illerin özerkliği sisteminden Kürtlerin de yararlanacağı belirtilmiştir. Ve, 1924 Anayasası’nda illerin özerkliği kaldırılmıştır! Bazı yazarlar 1924 Anayasası ile merkeziyetçi bir sistemin kurulmasını Kürt isyanlarına bağlıyor. Halbuki Koçgiri İsyanı 1921’de, Şeyh Sait İsyanı 1925’tedir. “Ama Hangi Atatürk” adlı kitabımda ayrıntılı olarak anlattım; dönüm noktası 24 Temmuz 1923’te Lozan’ın imzalanmış olmasıdır. Lozan’daki ırki ve dini azınlıklar tartışması Türkiye’nin istediği şekilde çözüme bağlandıktan sonra, “ulus devlet”in kuruluşu sürecinde hukuki aşamaya gelinmiş, 20 Nisan 1924’te yeni Anayasa’yla illerin özerkliği kaldırıldığı gibi “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denilir” hükmü konulmuştur. Türkiye’de “ulus devlet” yapay değil, tarihi köklere sahip sosyolojik bir süreçtir. Uzun süredir ulus devletin demokratikleşme aşamasını yaşıyoruz. Kürt meselesi vardı, bugün de var. Ulus devleti yıkarak değil, ulus devlet içinde bireysel özgürlük ve yerel yönetim ilkeleri açısından çözümler düşünmeliyiz. Çözümsüzlük halinde “daima mesele yarattıklarını” da tarih gösteriyor. ( Taha Akyol-Milliyet ) Alıntı
Φ NICLENO Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2008 Biz , O' nu mısır tarlasında karga kovalamasıyla değil, topraklarımızın üzerinden leş kargalarını kovalamasıyla ; Biz, O'nu 'Fikriye' siyle değil; emperyalizmin ezmeye çalıştığı tüm uluslara örnek olan 'fikirleriyle' ; Biz, O'nu kendisini çaresiz hisseden birisi değil; tüm gücünü milli mücadele döneminde , kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına tek yumruk olan ulusundan alan yüceler yücesi yüreğiyle; Biz, O'nu rakı masasından kalkmayan bir ayyaş olarak değil; üzerinde güneş batmayan topraklara hükmedenlere oturduğu masaya yumruğunu vurup Sevr'i parçalayarak suratlarına fırlatan kararlılığıyla; Biz, O'nu küçükyaşta hocasına beslediği kini ileride devlet yönetimine karıştıracak denli sığ bir lider olarak değil; tüm dünyanın takdir ettiği ilerici görüşlerini silah yapıp bir ulusun makus talihine meydan okuyan devrimci kişiliğiyle; Biz, O'nu kimseleri ilgilendirmeyen 'özel hayatını' insan yanı olarak sunma şaklabanlıklarıyla değil; örneğin 1936 da Yalaova'daki köşkü bir ağacın kesilmesini önlemek için rayların üzerinde 4.80 metre kaydıracak kadar dahi ve insan yanı ile; BİZ, O'nu 'Mustafa' olarak değil ; bazı canlara inat , canımızın parçası, ruhumuzun ta kendisi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ümüz olarak anladık, anlatıyoruz. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2008 Atatürk ve Kürtler Şimdi yaşanan sıradanlaştırma çabalarına çoktandır hevesleniliyordu da, kimse yemiyordu. Şimdi fırsat buldular. Başlığı görünce aklıma geldi: Bir zaman, şimdi ne taraf olduğu çok iyi belli olan bir gazetede yazan eski tüfeklerden biri (o zaman başka bir gazetede) "Atakürt" diye başlık atmıştı yazısına. Ağızlarında pelesenk: "Tabu kırıyoruz, tabu kırıyoruz, tabu kırıyoruz!" Ben Atatürk'ün nesi tabu, bir türlü anlamış değilim. Heykeli dikilince, saygı duruşu yapılınca, ziyaret edilip defterine görüş yazılınca "tabu" oluyor sananlar, tabunun ne olduğunu hiç bilmiyor olmalılar. Tabu, bir adamı filmde gösterememektir. Tabu, bir adamın adı anılınca kişisel bir merasim düzenlemektir. Tabu, bir adamın sözlerinin ayet ve dogma olduğuna inanmaktır. Tabu bir adamın günah işlemediğine inanmaktır. Kendi tabularıyla başa çıkamayıp, başka değerleri de tabu ilan etmek, suç ortağı arama gayreti midir, nedir, nasıl bir psikozdur? Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2008 Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2008 Devlete nasil saldiracagini bilemeyenler,bunu farkli yöntemlerle basarmaya calisirlar; -Atatürk Kürtlere özerklik vermekten yanaymis!ve devlet bunu sansürlemis,tam TARAF lik bir senaryo. -Devlet *Mustafa'yi*begenmemis ve Insan olmayan Atatürk'ü cekeceklermis.Tamda TARAF lik bir hikaye. Atatürk'ün Kürtlere özerklik verme yanlisi oldugunu iddia edenlerin ne kadar art niyetli olduklarini anlamak icin onlara sormak gerekir;Böyle bir niyeti vardiysa neden bu nu 1923 de yerine getirmedi? Her neyse Can Dündar Saidi Nursi belgeseli hazirlayacakmis;Saidi Nursi Atatürk gibi olmadigi ve kendini Allahin peygamber gibi insanlara gönderdigi iddiasinin sahibi oldugu icin onun insan yanini belgesellestiremez ancak peygamberligini konu yapar.Saidi Nursinin Türk askerleriyle savasirken ölen Ermeniler icin SEHIT demesinide sanirim belgesele ilave edecektir,cünkü Ermenilere duyulan sempati dile getirilecektir.Tabiiki bu arada Saidi Nursinin müridlerine *savasa katilmayin *dediginide belgeseline ilave edermi etmezmi onuda ancak belgesel hazir olduktan sonra ögrenecegiz. *Mustafa*bir belgesel olmaktan cok bir saldiri senaryosudur.Bunun bir saldiri senaryosu oldugunu anlamak icin kimlerin bu belgeseli savunduguna bakmakta yarar vardir. saygilarla 3 Alıntı
Φ Süzgeç! Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2008 Olmadi be çocuk... olmadi. Beni anlatan bir film yapmissin . Kizginim, utanç içindeyim. Sana degildir kizginligim. Filmdeki Mustafa'dan da utanmis degilim. Basaramadim, bundandir utancim. Komutam altinda, bu vatan için kanini akitan Türk askerlerinden utandim. "Özgürlük" demistim, benim karakterimdir.. "Bilim" demistim, tek yol göstericidir. Sen, "Karanliktan korkardi" demissin benim için. Korkardim evet. Bu ulusu bogmak isteyen karanliklardan çok korktum. Ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadim ya. Söküp atmadim mi o karanligi bu ülkenin üzerinden? Diktatör demissin bir de. Hiç okumadin mi çocuk? Nerde benim nesilleri emanet ettigim ögretmenler? Anlatmadilar mi sana? Baskomutan olarak cepheden cepheye kosarken, ve bütün kararlari tek basima alabilecekken neden bir meclis kurdum ben çocuk? Böyle diktatör olur mu? Ah be çocugum. Neden, nasil düsman ettiler seni bana? Baktim asktan, sevgiden, aileden bahseden güzel seyler yazmissin bugüne kadar. Belli ki, Çaliskansin, zekisin. Dedim ya, sana degil kizginligim. Basaramamisim. Anlatamamisim demek ki özgürlügün kiymetini, bagimsiz bir ulusun, onurlu özgür bireyi olmanin ne büyük bir nimet oldugunu. Yazik olmus, onca vatan evladinin kanina, onca ananin göz yasina. Veremem ki simdi hesabi, ne o gencecik bedenlere, ne de o gözü yasli analara. "Bu muydu ugruna bizi ölüme gönderdigin vatan?" derlerse, "bu nesiller miydi, ölen evlatlarimizin kaniyla kurdugun ülkeyi emanet ettigin" diye sorarlarsa ne derim ben onlara be çocuk? Olmadi be çocuk... olmadi. Taner YENiDOGAN Alıntı
Misafir Domuzbağı Gönderi tarihi: 22 Aralık , 2008 Gönderi tarihi: 22 Aralık , 2008 Can Dündar ifade verdi Ünlü yazar Can Dündar, Atatürk'ün yaşamını anlattığı 'Mustafa' adlı belgeseliyle ilgili olarak açılan soruşturma çerçevesinde savcılığa ifade verdi. Savcılığın, filmde Atatürk'e hakaret edilip edilmediği ve sigara reklamı yapılıp yapılmadığı konusunda bilirkişiye başvurması bekleniyor Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Can Dündar hakkında, Atatürk'ün yaşamını detaylarıyla anlattığı "Mustafa" adlı belgesel filmi nedeniyle soruşturma başlattı. ORHAN KURAL'IN SUÇLAMALARI Dündar hakkındaki soruşturma süreci, 3 ayrı suç duyurusu üzerine başlatıldı. Sigara ile Savaş Derneği kurucu üyesi Prof. Dr. Ahmet Ercan ile Sigara ile Savaşanlar Vakfı Onursal Başkanı Prof. Dr. Orhan Kural'ın, Atatürk'ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım tarihli ortak suç duyurusu dilekçesinde, şu suçlamalar yer aldı: "Atatürk Türk ulusunun yapışkanıdır, önderidir, örnek kişisidir. Mustafa filmi, içeriği, ayrıca konulara yorumu ile cumhuriyet ile Atatürk'ün saygınlığını aşındırmaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi, filmde, Türklerin simgesel Atası’na pofur pofur sigara, ayrıca düşkün biçimde içki içirterek, Atatürk'ün saygınlığı düşürülürken, Türk gençliğinin örnek aldığı kişi de manevi olarak öldürülmekte, buna ek olarak Türkiye tarihinin en büyük sigara reklamı Atatürk kullanılarak yapılmaktadır." SİGARA REKLAMI VAR MI? Dilekçede sigara reklamı karşılığında filme sponsor bulunduğu iddia edildi, filmin "Tütün Ürünleri Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkındaki Kanun"a aykırı olduğu da öne sürüldü, Ayrıca filmin gösterimden kaldırılması talep edildi. Dilekçede Atatürkçü Düşünce Derneği Çankaya şubesi üyesi Ali Berham Şahbudak'ın suç duyurusunda yer alan iddialara benzer ifadeler dikkat çekti. Şahbudak, filmde Atatürk'ün kadınlara karşı aşırı zaafı olan, içki sofralarından kalkmayan birisi olarak gösterildiğini öne sürmüştü. 'MUSTAFA DENİLEMEZ' İstanbul Barosu'na kayıtlı Avukat Gülnihal Soydan'ın suç duyurusunda ise, sadece Dündar değil, filmin yapım ekibinde yer alan isimler ve sponsorlar aleyhinde de dava açılması talep edildi. Filmle, "Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanuna Muhalefet" suçunun işlendiğini savunan Soydan, Atatürk'ten vasat, sıradan, herhangi bir kişiden bahseder gibi "Mustafa" diye söz edildiğini belirti. Soydan, "Hepimizin babasına 'Mustafa' demek cüretiyle ismini kısaltmak, kabul edilemez bir saygısızlıktır" denildi. 'BREGOVİÇ ERMENİ ASILLI' Dilekçede, filmin müziklerini yapan Saraybosna doğumlu Goran Bregoviç'in Ermeni asıllı olduğu öne sürülerek, "Ermeni soykırımı konusunda lobi çalışmaları yapıldığı şu günlerde film için bilinçli olarak cımbızla seçilmiş kişilerden biridir" ifadesine yer verildi. Dilekçede, ayrıca "Filmi Warner Bross dağıtıyor. Dünya çapında bir firma nasıl oluyor da Dündar'a destek çıkıp dağıtımı yapıyor? Bu, uluslararası yabancı destekli bir programın parçası olduğunun ispatıdır. Atatürk'ün karga kovaladığı sahnede 'Yorgo' isimli Yunanlı bir çocuğun oynatılması, Ata'ya saygısızlıktır. Türk çocuğu kalmadı da Yunanlı bir çocuk Atamızı canlandırıyor" denildi. İFADEYE ÇAĞRILDI Suç duyurularını birleştiren Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Dündar'ı ifade vermek üzere adliyeye davet etti. Basın Savcısı Nadi Türkaslan'a önceki gün ifade veren Dündar, filmin sadece 114 saniyesinde Atatürk'ün sigara içerken görüldüğünü belirtti ve 15 yıllık çalışmalarını savcıya anlattı. Savcılığın, filmde Atatürk'e hakaret edilip edilmediği ve sigara reklamı yapılıp yapılmadığı konusunda bilirkişiye başvurması bekleniyor. Alıntı
Φ Süzgeç! Gönderi tarihi: 6 Ekim , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 6 Ekim , 2009 Atatürk hiç diktatör olmadı, keşke olsaydı! Mine Şenocaklı / VATAN Tam 60 yılını Cumhuriyet tarihini ve Atatürk’ü araştırmaya adayan Turgut Özakman, “Atatürk’ün diktatör olduğunu iddia ediyorlar, ama hiç olmadı” diyor. Sonra çok tartışılacak bir söz söylüyor; “Keşke olsaydı! Bir milletin kurtuluşu için 5 yıl, 10 yıl diktatörlüğe katlanılır.” Bu sözünün altını dolduruyor ardından: “Çünkü daha hızlı gitmemiz lazımdı. Halk hükümeti kurulmasına ihtiyaç vardı. Ama Atatürk kadar çalışan adam çok azdı. Yaratıcı zekaya sahip kadrolar yoktu...” Dersimiz Atatürk neyi anlatıyor? Bir kere Atatürk niye büyük onu bilelim. Hepimizin bilmesi lazım. Dünya tarihinde bir eşi yok. Hem vatanını kurtarıyor, hem milletini kurtarıyor, hem de emperyalizme karşı savaşıyor. Üstelik bütün bunları sıfırdan yola çıkarak yapıyor. ABD’nin eski Başkanı General Eisenhower Avrupa’ya çıktı, Almanlar’ı yendi o kadar. Şimdi adını anan bile yok. O tarihlerde Cumhuriyet ilan edildikten sonra Ahmet Emin Yalman’ın bir yazısı var. Diyor ki, “Mustafa Kemal Paşa bence Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın önderi General George Washington gibi bir köşeye çekilip kendini unutturmalı.” Nasıl bir kafadır bu. Hep de iddia ediliyor ki, diktatör olabilir. Ama hiç olmadı ki... Keşke olsaydı! Neden? Bir milletin kurtuluşu için 3 yıl, 5 yıl, 10 yıl diktatörlüğe katlanılır. Keşke olsaydı, çok yavaş gitti. Hızlı gitseydi, daha çok şey yapsaydı, bugünler çok daha farklı olurdu. Mesela ne yapabilirdi? Cumhuriyet kurulduktan sonra hiçbir şeye karışmıyor. Bakanları çağırıp talimat vermiyor. Öyle sersemlikler yapan bakanlar var ki, birini çağırıp azarlasa... Hangi konularda? Her konuda. Yani çalışan adam çok az, yaratıcı zeka yok. Cumhuriyet kurulurken sadece 50 kişi asıldı! ‘Keşke diktatör olsaydı’ sözünüzü biraz daha açar mısınız? Daha hızlı gitmeye ihtiyacımız vardı, halk hükümeti olmaya ihtiyacımız vardı. ‘Nef’i hazine’ diye bir tabir vardır bilir misiniz? ‘Hazinenin menfaatine’ demektir. Maliyede bir sorun çıkarsa bütün meseleler hazinenin yararına halledilir. Bu Osmanlı’dan kalma aşağılık bir anlayış, doğrusu halk yararına olacak. Biz halk hükümeti kurduk ama halk ayağına dayanmayı başaramadık. Yani, o küçük memurdan başlayarak bunu yaratamadık. Bu çok zor bir şey tabii. Yani bin yıllık bir alışkanlığı hemen çabucak bırakıp halkın emrinde olduğunu, onun hizmetkârı olduğunu anlamıyor devlet. Şimdi de anlamıyorlar. * Birkaç yıl önce Şebinkarahisar’da konuştuğum 103 yaşındaki Bilal Dede, “Şapka yüzünden çok adam asıldı. ’Böyle devrim olmaz. Bu şapkayla namaz kılınmaz’ diyen ne kadar alim varsa biz onların cenaze namazına durduk!” diye anlatmış ve ardından da “Atatürk diktatördü amma böyle olması gerekiyordu. Bu millete onun gibi biri lazımdı. Kafasında hem akıl hem siyaset vardı. Bir daldan yaprak düşmeden o düşeceğini anlardı...” diye eklemişti. Öylesine saygı duyuyordu Atatürk’e... Bir de tanım yapmıştı, “Atatürk öyle bir adamdı ki kurt bile koyuna dalmaktan korkardı dağlarda!” diye... Bunları söyleyen bir köylü. Duyduklarını anlatmış size... Bir kere “Devrimlere karşı çıktı” diye, asılan yok. Bunu bilin... Giyim kuşam devriminde şapka, isyan için vesile azledilmiştir üç-dört şehrimizde. Rize’de, Erzurum’da, galiba Sivas ve Elazığ’da da... Onların elebaşları, yani “Şapka giymeyiz, kafirliktir! Devirelim bu hükümeti” diyenler asılmıştır. O apayrı bir hikâyedir. Onların hepsini toplarsan da bir şey etmez. Cumhuriyet’in 50 kişinin idamıyla gerçekleştiğini, inanılmaz bir büyük devrim yaratıldığını düşünün. Bu, insanın parmağına toplu iğne batması kadar basit bir şey. Kansız bir devrim olduğu zaten kabul ediliyor... Kesinlikle. Çünkü sıkıyönetim yok, sansür yok. Bunlar da bir Şeyh Sait isyanında, bir de İzmir Suikasti dolayısıyla İstiklal Mahkemeleri’nde çalıştırılmıştır. Şimdi onları yazıyorum ‘Cumhuriyet’ kitabım dolayısıyla... Tam ifade metinlerini okuyunca, sonradan iyi niyetle özetlenenlerin ne kadar yanlış olduklarını ortaya koyuyorum... Öyle şeyler söylenmiş ki, onları da o özetlere koymak lazımdı ki İstiklal Mahkemeleri’nin ne kadar dikkatli, ne kadar özenerek, ne kadar saygı duyularak gerçeği ortaya çıkartmaya çalıştığı anlaşılsın. Önce insanlara vakit veriyorlar. Yani karşılarına geçirip de “Anlat!” diye başlamıyor o soruşturmanın mahkemeleri... Bizim kendi tarihimizi çok iyi, çok ciddi, çok saygı ile incelememiz lazım. Demokrasiye geçişte İsmet İnönü çok fazla telaş etti Atatürk’e ilginiz ne zaman başladı? 60 yıl önce... Anadolu’da yayan yürüdüğüm zaman... Ankara-Polatlı’dan Afyon’a yayan yürüdüm, 10 arkadaşımla birlikte. 1948 yılında... 30 Ağustos Zaferi’ne katılmak için Polatlı’dan toprak alıp götürmüştük Afyon’a. 10 günde gittik. Ertesi yıl yeni bir yoldan, Kütahya’dan Afyon’a bir daha yürüdüm. İşte o arada anı toplamaya başladım, derken bugünkü hale geldi. Peki ilk yürüyüşünüze karar vermeniz nasıl oldu? Bir dernek kurulmuştu. ‘Anadolu Oymağı’ diye... Ben o zaman Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyim. O dernek bu yürüyüşe katılacak gönüllüler arıyordu. Biri ben oldum. Hayatınız o zaman değişti diyebilir miyiz? Evet. İyi ki de gitmişim. Anıları dinledik. “Kemal’in Askerleri” o anılardan kalma bir deyimdir. Ondan sonra da, param varsa kitap aldım okudum, yoksa kütüphanedeki kitaplardan defterlere yazdım. Evvela anılarla, sonra yakın tarihimizle ilgili bilgi ve yayın toplamaya başladım... Aradan geçen 60 yılda ne öğrendiniz? Yalnız kahraman yetiştirmiyoruz biz, hain de yetiştiriyoruz. Bunların içinde, hain de var, yalancı da var. Sırf politika uğruna bunları yapan da var. Dolduruşa geldiği için onları doğru zannedip sahibinin sesi olarak konuşan plaklar da var. Cumhuriyet kurulduğu zaman da Cumhuriyet’in düşmanları var. Onlar saraylılar, hilafetçiler... Bugünkülere bakıyorum, bazıları dinci olduğu için Atatürk’e, Cumhuriyet’e karşı. Ama gencecik adamlar var, onlar niye Cumhuriyet’e karşı? Cumhuriyeti yıkıp yerine daha ileri ne kurabilirsiniz? İnsanoğlunun yaratabildiği daha ileri bir düzen yok ki! Atatürk’ün bir sözü var; “İnsanoğlunun en büyük ümidi demokrasidir” diyor. Müthiş bir söz. Atatürk tam demokrasi istiyor. Ama biz daha kuramadık. Sanıyorum İngiltere’de var. Amerika’da söz konusu değil. Almanya’daki demokrasiye de saygım yok. 3 yıl kaldım, geçiniz. Fransa’da demokrasi olsaydı ’Ermeni kıyımı olmamıştır’ diyen birini hapse atacak kanun çıkamazdı. Demek ki yok demokrasi. Belki demokrasinin yüzde 70’i vardır ama gerisi yok. Köy Enstitüleri’nin kapanmasında CHP’nin de yarı yarıya payı var Bizde demokrasinin yüzde kaçı var? Biz daha demokrasinin eşiğindeyiz. Biz seçimi demokrasinin tamamı sandık. Partiler çoğalır, seçim de yapılırsa bu demokrasidir sandık. Bunun demokrasinin onda biri olduğunu anlamadık. Tabii ki bu zorunlu, demokrasinin olmazsa olmaz bir kuralı. Ama demokrasi bundan ibaret değil. Bir kere hakikaten devletin gerçekten laik olması lazım, gerçekten bilime saygı duyması lazım. Türkiye, Atatürk’ün kurduğu düzenin üzerine ne kadar taş koyabildi? Biraz. Çok partili döneme geçilmesi, seçim yapılması, CHP’nin iktidarı kavgasız gürültüsüz Demokrat Parti’ye devredebilmesi bunlar bir ilerleme sayılıyor. Ama demokrasiye geçişte İsmet Paşa’nın çok telaş ettiği görülüyor. Bir an evvel demokrasiye geçilsin, o da demokrasi öncüsü olsun diye... Ama devrimleri, laikliği daha güvence altına alması gerekiyordu, büyük çoğunluk ondaydı. Mesela ‘Köy Enstitüleri’ni Demokrat Parti kapattı’ diyorlar ama yarı yarıya kapatan CHP’ydi. Son darbeyi vuran Demokrat Parti’ydi. CHP ile Demokrat Parti’nin uzlaşmadaki yetersizliğinden dolayı kapanmıştır Halk Evleri de... Kontrol edemeyeceklerini mi düşündüler? CHP bir devlet kurumu haline getirilmesine razı, Demokrat Parti de buna razıymış gibi görünüyor. CHP’yi Faik Ahmet Barutçu temsil ediyor. Demokrat Parti’yi Adnan Menderes... Sonra birden kopuyor. Bir kanun geliveriyor, CHP’liler de şaşırıyorlar. Ve Halk Evleri kapatılıyor. Görüşmeler yavaş yürüdüğü için... Adnan Menderes’in sabırsızlığı olabilir. Benim bütün kuşağım, biz Halk Evleri’nde yetiştik. Hiç CHP lafı falan duymadık. Parti örgütü gibi değildi Halk Evleri. Hadi tedbirli konuşayım, belki bir-iki yerde olmuştur. Ama ben Halk Evleri’nde çok çalıştım, hiçbirinde parti lafı edilmezdi. Orası bizi medeniyet için bir araya getiren bir yerdi. Artık bir daha kurulamaz. Köy Enstitüleri de, Halk Evleri de... Köy Enstitüleri Türk dehasının bir eseridir. O Köy Enstitüsü mezunlarında ne müthiş bir idealizm vardır. 8 tane adam komünist olmuşsa ne olmuş! Orduda oldu, kapattık mı orduyu? Üniversitede oldu, kapattık mı üniversiteyi? Komünist varsa, atarsın onları, biter gider. Köy Enstitüleri, Türkiye’yi kurtaracak çok büyük bir projeydi... TURGUT ÖZAKMAN DÜN NE SÖYLEMİŞTİ? Şeyh Sait İsyanı çok büyük talihsizlikti! Hem Kürtler hem de Türkler için... Kürt meselesinde Şeyh Sayit İsyanı çok büyük bir talihsizlik oldu. O çok şaşkın bir isyandı. Ne kadarı etnik isyan, ne kadarı dini isyan belli değil. Ne kadar akılsız bir iş yapılmış, ne kadar çok insan öldü. Hem Türk Ordusu’ndan hem de Kürtler’den... Üstelik Türk Ordusu’nda savaşan o kadar Kürt var ki!.. Ankara’nın Doğu’dan ürktüğü anlaşılıyor. Çünkü o dönemde İngilizler’le el altından işbirliği yapan çok Kürt var. Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. Savaşmak gerek ama Türkiye daha yeni barışa ermiş. Yaraları yeni yeni sarılacak, savaşabilir mi? İşte tam da böyle bir dönemde isyan oluyor. Ürküntü, korku, güvensizlik var... Yoksa Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktu. Olsaydı, Lozan’a giderken Kürt milletvekilleri ’Bizi sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha ayırmayın!’ diye İnönü’yü uyarırlar mıydı? Kürtler zaten kurucu millet! Asli unsur olmaktan çıkıp sığıntı mı olmak istiyorlar? Bazı Kürtler diyorlar ki, “Lozan’da İsmet Paşa, ’Ülkeyi Türkler ve Kürtler birlikte yönetmektedir, yönetecektir’ demişti.” Doğru... Zaten öyle değil mi? Cumhuriyetin kuruluşundan beri birlikte değil miyiz? Kurucu millet onlar. Şimdi kurucu millet olmaktan çıkıp, azınlık olarak sığıntı bir millet mi olmak istiyorlar? Elbette egemen milletin bazı üstünlükleri vardır. Egemen millet, bu üstünlüklerini tabii ki zaman içersinde törpüleyerek yavaş yavaş herkesin altında yer alacağı büyük bir şemsiye yaratır. Ama bu kavgayla yaratılmaz bu şemsiye! Atatürk’ün manevi oğlu Abdürrahim de Kürttü! Atatürk’ün üç yaveri var; biri Çerkez, biri Kürt, biri Türk. Kürt olan Mahmut Bey, daha sonra Siirt mebusu oluyor. Mahmut Soykan... Çerkez olan Altemur Kılıç’ın dayısı Muzaffer Kılıç... Türk ise Salih Bozok. Atatürk’ün manevi oğlu Abdürrahim de, Kürt’tü. Van ve Muş çevresindeki savaştan sonra Ermeniler’in dağıtıp kestiği ailelerden geride kalan yetim ve öksüz çok çocuk var. Herkes bu çocuklara sahip çıkmaya çalışıyor. Abdürrahim’i de 5 ya da 6 yaşında alıp annesi Zübeyde Hanım’ın yanına İstanbul’a gönderiyor Atatürk. ’Bu bizim evladımız olsun’ diyerek... YARIN: Özakman’ın, ’Eğer o konuda bir günahı varsa benim olsun’ dediği Atatürk’ün insani zaafı ne? Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2009 BANU AVAR'IN "MUSTAFA" FİLMİ HAKKINDAKİ YORUMU Vamık Volkan'ın Mustafası! Her belgesel yönetmenini yansıtır. Bu belgesel de yönetmeninin ruhsal dünyasının pek karışık olduğunu belgeliyor. Kendi memleketinde nefret duyduğun bir liderin gölgesinde, sevmediğin bir halkın arasında, nerede duracağını bir türlü bilemeden yaşayıp gitmek zor olsa gerek.... Devamı Vamık Volkan ve Şerif Mardin'in düşünceleri doğrultusunda yapılan bu filmin gerçeklerin bu kadar dışında olması çok tabiidir. Küresel sermayenin usta psikolojik savaş operatörleri olan Mardin ve Volkan bu belgeselin görünmez yapımcılarıdır. Film Atatürk'e karşı batının asırlık nefretinin belgesidir. Dündar'ı anlamak için Vamık Volkan Ve Şerif Mardin gibi Amerika'nın psikolojik savaşçılarını ve Batının Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti nefretini anlamak gerekir. Eğer maddi olarak mümkün olabilirse bir gün 'Gazi Paşa' belgeseliyle 'Mustafa'ya cevap vereceğiz! (Banu Avar) Banu Avar Avrasya TV'de Sınırlar Arasında programının yapımcısı ve sunucusudur... Ve Avrasya TV şuan kapanma konumundadır... Malum iktidar muhalif tüm medyayı susturmak, sindirmek ve bütün yapıp edilenleri halktan gizlemek çabasındadır... Ve halk hala uyumaktadır... Bu gidişle uyandıracak kimsede kalmayacaktır... Banu Avar, 31 Ekim'de Beylikdüzü Tüyap'ta söyleşiye gelecek... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 13 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 13 Ekim , 2009 Berbat bir yapım. Felaket... Anlamsız, itici, sıkıcı, olmaz olası, raflarda tozlanıp unutulası bir yapım... Beş para etmez... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2009 Ben de ileride Can Dündar'ın tekne gezisinde sevgilisi ile öpüşürken ki halinden başlayan ve derinlemesine ilerleyen bir belgesel film çekmeyi düşünüyorum... :=) Korkularını, duygusallığını, yalnızlığını, aldanışlarını, aldatışlarını, kaç gece yalnız kaç gece kalabalık uyuyuşlarını falan merak ediyorum... Özel hayat demesin kimse ben onun özelini görme ihtimalini sevdim... Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2009 'Mustafa'icin Can Dündar'i elestirdik,iyi de yaptik ama gördük ki Can Dündar bu senaryoda yalniz ve tek adam degildir.Ahmet Altan'in Atatürk'le ilgili yazdiklarini okuyunca Can Dündar gibilerin hocalarinin yol göstericilerinin kimler oldugunu daha acik ve net olarak görebiliyoruz.Bir öndere yapilan bunca saldiri ve hakaret,bunlari yapanlarin kesinlikle ne demokrat olduklari,ne Türkiye'nin cikarlari icin calistiklarini söyleyemeyiz,görünen köy klavuz istemez.Bugün bölücüler ve Türk Devletine karsi olan gücler disinda kim Atatürk'e bu kadar kin besleyebilir?Adalet Bakanligi ise AB'ne hos görünebilmek aferin alabilmek icin Atatürk'ün manevi kisiligine hakareti suc sayan yasayi calistirmayarak Ahmet Altan'la ayni saflari paylasiyor. saygilarla 2 Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2009 Yok yani, zaten gerekli eleştirileri sonuna kadar yaptık filme de, yapım olarak kaliteli bari olsa içim yanmayacak. Can Dündar gibi bir belgesel ustasının kariyerini bu derece sıfırlayan bir yapıma imza atması inanılır gibi değil. Yapım öyle sıkıcı, öyle tatsız ve yavan, monoton ki sonuna kadar izlemek için sabır taşı olsa çatlar insan. Ömrümde bu kadar berbat bir yapım görmedim. Cızırdayan kasvetli, sıkıcı bir ses, habire bir şeyler anlatıp duruyor, bir konudan diğerine atlayıp duruyor. Nereden bir olumsuzluk cımbızlayacağız diye kasvetli bir hava pompalamaya çalıştıkları o kadar bariz ki, insanın içine daral geliyor. Demek insan bir şeyi içinden gelerek değil de ısmarlandığı, sipariş edildiği için yaptığında böyle tatsız ve ruhsuz, içeriksiz oluyormuş diye düşündüm. Bu berbat ötesi kötü yapıma en muhteşem yanıt "Osmanlı Cumhuriyeti" oldu. Başka söze hiç gerek yok... 2 Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 17 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 17 Ekim , 2009 Dünyanin hic bir ülkesinde,o ülkenin isgalden kurtulmasi icin gecesini gündüzüne katan,bagimsizligi icin gözünü kirpmadan düsmanla savasan,ülkesini cagdas medeniyet seviyesinin önüne cikarmayi hedef haline getiren,birlik ve bütünlügünü tesis eden bir öndere karsi Türkiye'deki gibi saldirilmaz hakaret edilmez.Bu ancak Türkiye'ye özgü bir özelliktir.Dün isgal güclerinin muhibi olan gazeteciler vardi bugün aynen dünkü gibi Atatürk düsmani gazetecilerin yazarlarin olmasi acaba tesadüfmüdür,irsimidir yoksa Türkiye'nin kaderimidir.Dün birtakim gazeteciler Misak-i Milli sinirlarina karsiydilar bugün bazi gazeteciler Türkiye'nin üniter yapisiyla sorunludurlar.Dün bazi gazeteciler,Devleti Ingilizlere satmis olan Vahdettin'e karsi geldi diye Atatürk'ü eskiya ilan etmistiler bugünde bazi gazeteciler Atatürk'e ayni yakistirmalari yapmaktalar.Bu gazetecilerin,dinci ve libos cevrelerden olmasi acaba tarihin tekerrürümüdür?Dün bu milleti arkadan vuranlara,milleti din adina zehirleyenlere karsiydi diye Atatürk'e bugün saldiranlarin dünkü ipe cekilenlerden farklari nedir acaba. saygilarla 2 Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2009 Can Dündar, Said Nursi'nin de hayatını aktaracakmış... Bakalım Said Nursi'nin "İnsan" yönünü nasıl vurgulayacak! Abdülhamit'in, onu Akıl Hastahanesine kapattırdığını yansıtacak mı? Ya da ne kadar zeki! olduğunu... Veya hayaller dünyasından hayatı boyunca çıkamadığını anlatacak mı merak ediyorum! Ya da bunları anlatmaya cesaret edebilecek mi! Said Nursi deyince, aklıma hep bir fotoğrafı var, o gelir... Adeta yüzüne Nur inmiştir!.. 1 Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2009 Dünyanin hic bir ülkesinde,o ülkenin isgalden kurtulmasi icin gecesini gündüzüne katan,bagimsizligi icin gözünü kirpmadan düsmanla savasan,ülkesini cagdas medeniyet seviyesinin önüne cikarmayi hedef haline getiren,birlik ve bütünlügünü tesis eden bir öndere karsi Türkiye'deki gibi saldirilmaz hakaret edilmez.Bu ancak Türkiye'ye özgü bir özelliktir.Dün isgal güclerinin muhibi olan gazeteciler vardi bugün aynen dünkü gibi Atatürk düsmani gazetecilerin yazarlarin olmasi acaba tesadüfmüdür,irsimidir yoksa Türkiye'nin kaderimidir.Dün birtakim gazeteciler Misak-i Milli sinirlarina karsiydilar bugün bazi gazeteciler Türkiye'nin üniter yapisiyla sorunludurlar.Dün bazi gazeteciler,Devleti Ingilizlere satmis olan Vahdettin'e karsi geldi diye Atatürk'ü eskiya ilan etmistiler bugünde bazi gazeteciler Atatürk'e ayni yakistirmalari yapmaktalar.Bu gazetecilerin,dinci ve libos cevrelerden olmasi acaba tarihin tekerrürümüdür?Dün bu milleti arkadan vuranlara,milleti din adina zehirleyenlere karsiydi diye Atatürk'e bugün saldiranlarin dünkü ipe cekilenlerden farklari nedir acaba. saygilarla Ahmet Taner Kışlalı'nın dediği gibi: "Türkiye'nin her zaman %10luk bir ihanet cephesi mevcuttur" Ve bunlar her zaman önemli yerlerdedirler... 1 Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2009 "Türkiye'nin her zaman %10luk bir ihanet cephesi mevcuttur" %10 kotası bugün oldukça aşılmış gibi görünüyor... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2009 %10 kotası bugün oldukça aşılmış gibi görünüyor... %47 + DTP desek? 3 Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2009 %47 + DTP desek? Fazla acımasız olmakta da fayda görmüyorum çok değerli dostum... Yani şöyle söyleyeyim: Örneğin askerde "bu Kürttür, bunu nöbete koymaya gelmez, terkeder gider PKK ya katılır, uyurken baskın yeriz" gibi net bir düşünce oluşmadı. Böyle bir tedirginlik illa oluştu, ama söylediğim şu ki netleşmedi. Kürt vatandaşlarımız da görevlerini yaptılar yani.Böyle net bir güvensizlik resmi oluştu demek zor. Eğer böyle bir şey oluşursa zaten belli odakların amacı yerine gelir. Adını koymaktan, anmaktan bile çekindiğim şeyler olur. (*) Ama oluşmadı yani. Onca korucu var, PKK ile savaşan, onca asker var Kürt vatandaşımız, onlar da şehit oldular. (**) İhanet, satın alınmışlık yarı-entel, yarım aydın bir takım köşebaşlarından ihanet kusan maaşa bağlanmış piyonlardan geliyor, halktan değil. Halk birilerini getirir, ne yapacaklar bakalım diye dener. Bu tabii, demokratik bir haktır. Ama bunlar "fırsat bu fırsat" diye ellerinden geleni artlarına koymaz oldular. Biri kalkıp köşesinden ifrazatını ortalığa yayıyor: "Ordu yeniçeri olmuş artık, lağvedilip (hatta o zaman olduğu gibi kışlaları topa tutulup yıkılsa da olur herhalde) yeni ordu kurulmalı"ymış! Yani artık bunlar tren kaçmadan bir an önce ne yapabilirsek yapalım telaşına düştüler. Onlar telaşlandıkça bizim serinkanlı olmamız gerekiyor. Fakat uyanık, demokratik, bilinçli tepkili. Cini şişeden çıkardılar, geri katmak zor olabilir, ama belki de bu cine ihtiyacımız vardı. Silkinmek, kendimize gelmek, büyük liderimizin çağdaş uygarlık hedefinin çok gerisine düştüğümüzü görmek için. Rehavet ölümcüldür. Doğaya bakın. Rahat, gerinen, yuvarlanan, esneyen, uyuyan bir canlı var mı? (Ekstrem bir örnek olan kaola ve benzeri bir kaç tür hariç. Onlar da ekstrem doğa şartlarının ürünüdürler.) Hepsi tetikte, hepsi her an her şeye hazır. Doğa budur. (*) Adını anmaktan çekindiğim şey, iç savaştır. Bu öyle korkunç bir şeydir ki, yedi düvel ile savaşsan bu kadar korkunç olmaz. Uluslararası hukukun da ilkeleri vardır, nihayette karşındakinin evini barkını, çoluğunu çocuğunu bırakıp savaşa sürüklenmiş insanlar olduklarını düşünürsün. Savaş esiri muamelesi yaparsın. Ama iç savaşta hukuk, insanlık, merhamet, hiç bir şey yoktur. Tek güdü: Nefrettir. Kafandaki tek düşünce, bu satılmış hainlerin bir saat daha nefes almamaları, bu ülkenin atmosferini nefesleriyle kirletmemeleri olacaktır. Nefretin en kestirme tanımı budur. Bu korkunç bir şeydir. Düşmandan bu kadar nefret edilmez. Ama onun satın aldığı hainlerden nefretin sınırı yoktur. Herkes bilir: Akrabadan gelen kötülük yabancıdan gelmez çoğu kez. Kapı zorlanmadan işlenen korkunç vahşetlerden önce akrabaları sorgular polis, bilirsiniz. Kendinle bir tuttuğun, senden saydığının ihaneti korkunçtur, affedilmez. Buna sürüklenirsek gerçekten bu adını bile anmak istemediğim şey gerçekleşebilir. TERÖRÜN TEK AMACI DA BUNUN GERÇEKLEŞMESİDİR! GÖRDÜKLERİ RÜYA BUDUR! (**) Osman Pamukoğlu'nun Kurtuluş savaşımızda Kürt vatandaşlarımızın aynı oranda şehit olmadığı yönündeki yankı yaratan sözleri bundan ayrı bir şey. O sözlerle Pamukoğlu başta bir kere somut, resmi rakamları ortaya koyuyor, bu bir. Ayrıca amacı, Çekoslavakyalaştırma sürecini önlemek. Yani tezgah bu: Çek-Slovak ortaklığı Çekoslavakya gibi önce bir Kürdotürkiye cumhuriyeti fikrini kabul ettirmek. Sonra olacak olan, Çekoslavakya'ya ne olduysa o. Yani bunlar direk amaca ulaşamayacaklarını anladılar, iki aşamalı B planına geçtiler. Nasıl Çekoslavakya Çek Cumhuriyeti ve Slovakya'ya ayrıştıysa, bu ayrışmayı planın ikinci ayağı olarak belirlediler. İlk aşama cumhuriyetin bir Türk-Kürt ortaklığı olduğunu kabul ettirmek. Tabii Türk'ün bir etnik olmadığını, ulusun ortak adı olduğunu ve Türk bir etnikmiş gibi yanına bir etnik daha katıp iki kurucu unsur demenin bu etnikler mozayiği ülkeye yapılacak en büyük kötülük ve haksızlık, zulmün en büyüğü olduğunu anlatmaya gerek yok, çok da anlattık zaten. ASIL IRKÇILIK VE ASİMİLASYON BUDUR! 1 Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2009 Bir şey eklemeliyim: TRT şeş yayına başlayınca önce barışa katkısı olur, belki iyi olur diye bir düşünceye kapılmadım değil. Bunu forumda da yazdım. Bunlar hepimizi yumuşak bir yerlerimizden, iyi niyetimizden yakalamayı bildiler doğrusu. Kültürdür, dildir, insanlıktır dedik, iyi niyetle hadi yapsınlar, olsun dedik. Fakat amacın Çekoslavakyalaştırma süreci olduğuna ayıkmakta gecikmedik. Hani Lazca, Gürcüce, Çerkezce, Boşnakça, Arnavutça, Zazaca yayın? Bunlar niye yok? Madem kültür, dil, açtığın kanal her dilde yayın yapsın? Bu ülkenin mozayiğini yansıtsın madem? Niye sadece Kürtçe? Ben Osman Pamukoğlu "ben onların şeşine beş katar, tavla oynatırım onlara" deyince ayıktım. Doğru söylüyordu. Bunların şeşine beş katıp tavla oynatmak gerekiyor. ÇEKOSLAVAKYALAŞTIRMA SÜRECİNE ÖNEMLE, ÜSTÜNE BASARAK, ALTINI ÇİZEREK DİKKAT ÇEKMEYİ GÖREV BİLİYORUM. 3 Alıntı
Φ SideSwipe Gönderi tarihi: 15 Kasım , 2009 Gönderi tarihi: 15 Kasım , 2009 Bir şey eklemeliyim: TRT şeş yayına başlayınca önce barışa katkısı olur, belki iyi olur diye bir düşünceye kapılmadım değil. Bunu forumda da yazdım. Bunlar hepimizi yumuşak bir yerlerimizden, iyi niyetimizden yakalamayı bildiler doğrusu. Kültürdür, dildir, insanlıktır dedik, iyi niyetle hadi yapsınlar, olsun dedik. Fakat amacın Çekoslavakyalaştırma süreci olduğuna ayıkmakta gecikmedik. Hani Lazca, Gürcüce, Çerkezce, Boşnakça, Arnavutça, Zazaca yayın? Bunlar niye yok? Madem kültür, dil, açtığın kanal her dilde yayın yapsın? Bu ülkenin mozayiğini yansıtsın madem? Niye sadece Kürtçe? Ben Osman Pamukoğlu "ben onların şeşine beş katar, tavla oynatırım onlara" deyince ayıktım. Doğru söylüyordu. Bunların şeşine beş katıp tavla oynatmak gerekiyor. ÇEKOSLAVAKYALAŞTIRMA SÜRECİNE ÖNEMLE, ÜSTÜNE BASARAK, ALTINI ÇİZEREK DİKKAT ÇEKMEYİ GÖREV BİLİYORUM. Öyle deme, onlar demokrat, bölücü değil Demokratik Bölücülük başkaaaa, bildiğin bölücülük başka! Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2009 Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2009 Osman Pamukoglu'nun tespitleri yerindedir.Sadece Kurtulus savsimizda degil Canakkale savasinda da en az kaybi veren bölge Güneyanadolu bölgesidir.Bunlar arsivlerde mevcuttur.TRT ses Türkiye'nin bölünmesi icin atilmis adimlardan biridir.Yanlis anlasilmasin;Kürtce konusmak Türkiye'yi bölmez.Dikkat edilirse Kürtcülerin agizlarinda hep ayni argüman vardir:"Kürtce konusuldu diye Türkiye bölündümü?"Bu siyaset Türk ulusunu hice saymak Osmanli gibi "ETRAK-I BIIDRAK olarak görmekle esanlamlidir.Yani Türkler üzerinde oynanan bu oyunlar yeni degil kökü Osmanli'ya dayanan bir siyasettir. Mustafa Kemal'e gelince:Insanlik zaman zaman dehalar yetistirir,M.Kemal gelmis gecmis en büyük dehadir.Onun bagimsizlik aski,emperyalizme karsi vermis oldugu savas sadece ülkemizi isgal ederek parcalayanlari degil,onlara yurt icinde destek veren ihanet odaklari icinde savasilmasi gereken bir keyfiyetti.Bu nedenle dün oldugu gibi bugünde birtakim baldiri ciplaklar ona dil uzatiyor onu karalamaya calisarak bagli olduklari güclerden aferin aalma yarismasina girisiyorlar.Adina basin özgrülügü koyup her türlü ahlak disi saldiriyi mübah sayiyorlar.Tabi ki bütün bunlarin böyle olmasinda ABD'nin adami olan bugünkü yönetimin vebali büyüktür. Statükoyu degistirecegiz sloganlari ile isbasina gelip ülkenin yörüngesini altüst ederek bölünme noktasina getirenler icin en büyük tehlike Atatürk'tür.Bu nedenle yarattiklari yandas medya ile,aydin lakabli liboslar ile demokrasi cigrtkanligina cikarak kendilerine verilmis olan misyonu sona erdirmeye calismaktadirlar.Kamuoyundan tepki aldikca giristikleri bölücü siyaseti baska baska adlarla adlandirip Zati Sungur hesabi gözboyamaciliga oynamaktadirlar.Devamli gündem degistirterek,kah Islak imzalar,kah Ergenekon senaryolari,Kah Israil'e karsi dayilik gibi gündemlerle kamuoyunu gercek gündemden uzaklastirma calismalari icersine girmislerdir.Halk bunlari dikkatle izlemektedir.Bütün telas genel secimlerden önce Türkiye'nin bölünme projesinin tamamlanmasi telasidir,bu nedenle mümkün olan her yola basvurmaktadirlar.Cünkü secimlerden korkmaktadirlar,daha dogrusu tekelleri altina almaya calistiklari YARGIDAN korkmaktadirlar. saygilarla 3 Alıntı
Φ Süzgeç! Gönderi tarihi: 17 Aralık , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 17 Aralık , 2009 Yargıdan Can Dündar'a kötü haber Mustafa belgeseli nedeniyle Can Dündar hakkında verilen takipsizlik kararı Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kaldırıldı ANKARA - Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, gazeteci Can Dündar hakkında, "Mustafa" belgeseli nedeniyle yürütülen soruşturmada verdiği "takipsizlik" kararını kaldırdı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise mahkemenin kararının kanun yararına bozulması istemiyle Adalet Bakanlığına başvurdu. Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin "takipsizlik" kararında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Can Dündar tarafından senaryosu yazılıp yönetilen "Mustafa" belgeseli nedeniyle, 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ile 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’a muhalefet suçları kapsamında yürüttüğü soruşturmada "kovuşturmaya yer olmadığına" karar verdiği anımsatıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının kararına Ali Behram Şahbudak’ın itirazda bulunduğu hatırlatılan kararda, dosyanın mütalaa için Sincan Cumhuriyet Başsavcılığı’na tevdi edildiği kaydedildi. Kararda, Sincan Cumhuriyet Başsavcılığının ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, mahkemenin takdirine bırakılması gereken suç kastına ilişkin değerlendirme yaparak "kovuşturmaya yer olmadığına" karar vermesinin usul ve yasaya aykırı olduğu değerlendirmesinde bulunduğu ve takipsizlik kararına yapılan itirazın kabulü yönünde görüş sunduğu aktarıldı. Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararında da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, soruşturma konusu olayla ilgili aldırdığı bilirkişi raporunda, bilimsel nitelikte değerlendirmelerde bulunulduğu, rapor içeriğinde şüphelilerin Atatürk hakkında yanlış, aykırı yorum ve eksik anlatımda bulunduklarının saptanması karşısında, şüphelilerin eylemlerinin nitelendirilmesi ve kasıtlarının değerlendirilmesi açısından ve 5816 sayılı Yasa hükümleri uyarınca hukuki durumları mahkemesince değerlendirilmek üzere atılı suçtan dolayı kamu davası açılması gerekirken, "kovuşturmaya yer olmadığına" dair karar verilmesinin yersiz olduğu belirtilerek, "takipsizlik" kararına karşı yapılan itirazın kabulüne karar verildiği ifade edildi. Bu nedenlerle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği "kovuşturmaya yer olmadığına" dair kararın kaldırılmasına karar verildiği kaydedildi. Karara ilişkin değerlendirmede bulunan şikayetçi Demokratik Kitle Örgütleri Birliği Platformu Genel Başkanı Ali Berham Şahbudak ise "Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının, bir Atatürkçü olarak kendisini çok mutlu ettiğini" söyledi. Şahbudak, "Bir dahiyi anlatırken, o kadar da basit cümlelerle kamuoyuna sunulamayacağını, mahkeme vermiş olduğu kararla kanıtlamış oldu. Bu dava kişisel değil. Türkiye Cumhuriyet devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e saldırıların önlenmesi için önemliydi" diye konuştu. -KANUN YARARINA BOZMA İSTEMİ- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının kanun yararına bozulması istemiyle Adalet Bakanlığına başvurdu. Başvuru dilekçesinde, "Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret suçunun, soruşturulması ve kovuşturulmasının yakınmaya bağlı suçlardan olmayıp kamu adına takibi gereken suçlardan olduğu" belirtilerek, "takipsizlik" kararına ancak suçtan zarar görenin ya da müştekinin itiraz edebileceği, bu soruşturmada ihbar ve itiraz edenin suçtan doğrudan doğruya zarar görmesinin söz konusu olmayıp buna bağlı olarak verilen karara itiraz hakkının bulunmadığı" kaydedildi. Dilekçede, "İtiraz eden Ali Berham Şahbudak’ın suçtan zarar gören olmadığı, bu nedenle itiraz hakkı bulunmadığından reddine karar verilmesi gerekirken, Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin bu itirazı kabul ettiği" belirtildi. Başvuru dilekçesinde, mahkemenin söz konusu kararının kanun yararına bozulması talep edildi. (aa) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=969585&Date=17.12.2009&CategoryID=77 Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.