Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:
Ameriganciligin türleri vardir,pasif Amerigancilik,Aktif Amerigancilik,Irak'taki Sii ve Pesmergeler aktif Amerigancilik yaparken bizdede birileri pasif Amerigancilik yapabiliyorlar.Isgal gücünün sivil kumandanina ayakkabi atildi diye hirslarindan kendi kendilerini yiyenler pasif Ameriganci olduklari icin ancak lafla saldiriyorlar ayakkabiciya.Bizde de bir zamanlar Ingiliz muhipleri cemiyeti vardi,onlarda Kuvayi milliyecilere böyle saldiriyorlardi.Yazik degil mi Ingiliz kardeslerimize,yazik degil mi Amerigalilara,ne büyük benzerlik var arada degil mi?Ille de birileri isgalcileri savunmalidir cünkü adami muaseret kurallari var,ayakakbi atilirmi kibarca söylerdin arkadas gidin memleketimizden diye.Ne o öyle mahalle kabadayisi gibi ayakkabi atiyorsun kocaman Bush'a

 

 

saygilarla

 

 

Dur bakayim peki Turkiye yillardir AKTIF Amerikancilik yapmiyor da ne yapiyor:

Turkiye'nin iszni olmasa Israil b ile kurulabilirmiydi?

NATO uyesi Kurtler mi yillardir yoksa Turkler mi?

Daha bolgenin en guclu ulkesi oldugumuz halde Israil vahsetine bile DUR diyemiyoruz. Kalmis bir AKTIF PASIF Amerikanciliktan bahsediyorsunuz...

Gönderi tarihi:
Dur bakayim peki Turkiye yillardir AKTIF Amerikancilik yapmiyor da ne yapiyor:

Turkiye'nin iszni olmasa Israil b ile kurulabilirmiydi?

NATO uyesi Kurtler mi yillardir yoksa Turkler mi?

Daha bolgenin en guclu ulkesi oldugumuz halde Israil vahsetine bile DUR diyemiyoruz. Kalmis bir AKTIF PASIF Amerikanciliktan bahsediyorsunuz...

 

Sn.Diyarbakırlı, bu soruları çok sevdiğiniz AKP'ye soracaksınız, yanlış merciye soruyorsunuz.

Gönderi tarihi:
İsyanın kendisi değil,orada;mağaralarda kurşunlanan,evlerde yakılan,derelerde derisi yüzülen insanlar beni ilgilendiriyor...yani isyanın batırılış şekli.[/size]

 

Derisi yüzülen mi ? Bu da nerden çıktı. Hallac-ı Mansur ile karıştırıyor olmayasanız. Kandil dağındaki mağaralarda vurulan, kamplarında bombalanan PKK'lılar hakkında da mı böyle düşünüyorsunuz ?

Gönderi tarihi:
Sn.Diyarbakırlı, bu soruları çok sevdiğiniz AKP'ye soracaksınız, yanlış merciye soruyorsunuz.

 

Hayir efendim, sizin daha tarihinizden haberiniz yok.

- AKP kurulali kac yil oldu?

- Turkiye ne zamandan beri Nato'da?

- Israil kuruldugunda muhru atan da AKP miydi?

- Israil ile yapilan binlerce askeri anlasmayi AKP mi imzaladi?

 

Atmayin be kardesim. Bulmussunuz bir ocu hikayesi "AKP" adinda, herseyi adamlara mal etmeye calisiyorsunuz! Komik oluyor...

 

Neyse sizin o yorumunuz sakaydi herhalde!

Gönderi tarihi:
Derisi yüzülen mi ? Bu da nerden çıktı. Hallac-ı Mansur ile karıştırıyor olmayasanız. Kandil dağındaki mağaralarda vurulan, kamplarında bombalanan PKK'lılar hakkında da mı böyle düşünüyorsunuz ?

 

PKK değil,Dersim de katledilen insanlardan bahsediyorum.

 

Kaldı ki,ölüm de bile ahlak vardır.

 

Ayrıca,Ahmet Kaya'yı youtube de ki belgelerle değil kardeşim,ötekileştirme ile açıklayın sevgili forumdaşlarım...saygılar!

Gönderi tarihi:
Dur bakayim peki Turkiye yillardir AKTIF Amerikancilik yapmiyor da ne yapiyor:

Turkiye'nin iszni olmasa Israil b ile kurulabilirmiydi?

NATO uyesi Kurtler mi yillardir yoksa Turkler mi?

Daha bolgenin en guclu ulkesi oldugumuz halde Israil vahsetine bile DUR diyemiyoruz. Kalmis bir AKTIF PASIF Amerikanciliktan bahsediyorsunuz...

 

Tarihi bilmemek degil ögrenmemek ayiptir.Hem tarihi bilmiyor hemde ahkam kesiyorsunuz.Eger tarihten bihaber olsaydiniz Türkiye'nin 1947'de Israil'in kurulusuna HAYIR oyu verdiginide bilirdiniz,ama maalesef,karsi olalim da nasil olursa olsun hesabi.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Tarihi bilmemek degil ögrenmemek ayiptir.Hem tarihi bilmiyor hemde ahkam kesiyorsunuz.Eger tarihten bihaber olsaydiniz Türkiye'nin 1947'de Israil'in kurulusuna HAYIR oyu verdiginide bilirdiniz,ama maalesef,karsi olalim da nasil olursa olsun hesabi.

 

 

saygilarla

 

Turkiye zamaninda HAYIR oyu vermisse, formalite icabi bunu yapmistir. Turkiye'nin aktif izni olmasa Israil kurulamazdi. Onu da inkar edin isterseniz.

 

Bolgenin en buyuk ve guclu ulkesi sadece kagit uzerinde degil, kalpten HAYIR deseydi o zmaan Filsitinli kardeslerimiz boylesine eziyet altinda olmazlardi.

 

Kalkip bana "Turkiye aktif sekilde Israil'in kurulmasini red etti" desin! Diyemez cunku gercekler ortada.

 

Bugun bile sizin TSK'nizin ihalelerinin buyuk bolumu tahmin edin kimlerin eline itiliyor. Evet evet ISRAIL'in!

 

 

Ha bir de konu sizin Kurtleri ve AKP'yi Amerikancilikla suclamanizdan acilmisti. Ve size cok guzel bir sekilde kimin Amerika'ya ne zaman boyunca hizmet ettigini soyledim bir kac ornekle.

Gönderi tarihi:
Turkiye zamaninda HAYIR oyu vermisse, formalite icabi bunu yapmistir. Turkiye'nin aktif izni olmasa Israil kurulamazdi. Onu da inkar edin isterseniz.

 

Bolgenin en buyuk ve guclu ulkesi sadece kagit uzerinde degil, kalpten HAYIR deseydi o zmaan Filsitinli kardeslerimiz boylesine eziyet altinda olmazlardi.

 

Kalkip bana "Turkiye aktif sekilde Israil'in kurulmasini red etti" desin! Diyemez cunku gercekler ortada.

 

Bugun bile sizin TSK'nizin ihalelerinin buyuk bolumu tahmin edin kimlerin eline itiliyor. Evet evet ISRAIL'in!

 

 

Ha bir de konu sizin Kurtleri ve AKP'yi Amerikancilikla suclamanizdan acilmisti. Ve size cok guzel bir sekilde kimin Amerika'ya ne zaman boyunca hizmet ettigini soyledim bir kac ornekle.

 

Sizin gercekleriniz tarihi baglamaz,tarih ortadadir okuyanlar icin.Yok kalpten deseydi ne bu ya istihare uykusunami yatiyoruz yoksa.Kagit üzerinde olan gecerlidir,kalpten gecen degil.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Sizin gercekleriniz tarihi baglamaz,tarih ortadadir okuyanlar icin.Yok kalpten deseydi ne bu ya istihare uykusunami yatiyoruz yoksa.Kagit üzerinde olan gecerlidir,kalpten gecen degil.

 

 

saygilarla

 

Tarih ne diyor biliyormusun sen? ABD ve SSCB'nin ardindan Turkiye Israil'i ucuncu ulke olarak kuruluduktan tam bir yil sonra resmen tanidi! Buyrun size ispatlarim, bakalim simdi de yalan ya da uydurmaca mi diyeceksiniz ki kimin yalan kimin dogru soyledigi su an ispatlandi size:

 

1 - medya.zaman.com.tr/2009/01/15/filistin_buyuk.jpg

2 - Wikipedia'dan alintidir:

 

Alongside the United States, Turkey is a close ally of Israel. Turkey was the first Muslim-majority nation to formally recognize the State of Israel, only one year after the Declaration of the Jewish State (March 28, 1949). Israel has been a major supplier of arms to Turkey. Military, strategic, and diplomatic cooperation between Turkey and Israel is accorded high priority by the governments of both countries, which share concerns with respect to the regional instabilities in the Middle East. One explanation for the close relationship is that Israel and Turkey are both Western-style, pluralist democracies in a region (Middle-East) where both countries are ethnically and linguistically isolated. Although diplomatic relations have soured over the past few years, the two countries have patched-up their minor differences, marking a return to good ties that were severely strained in February 2006 when Turkey hosted a delegation from the Palestinian group Hamas.

 

On a formal visit to Turkey in 2006, Israeli Foreign Minister Tzipi Livni stated that "Bilateral relations [between Turkey and Israel] are excellent. Not only on a leader-to-leader level but also on a people-to-people level".

 

But however has spoken out against Israel's attack on Gaza in 2008-2009, with Prime Minister Recep Tayyip Erdogan calling Israel to halt and withdraw all of its military operations, and blamed soely Israel for the Gaza crisis, he described it as a "crime against humanity".[47] he had also held negotiations with other Arab nations including, Egypt, Syria, Jordan and Saudi Arabia, the conflict is believed to have damaged relations with Israel.[48][49] The people of Turkey reacted with mass demonstrations against Israel across different cities, with the largest in Istanbul, with at least up to 200,000 people.[50][51]

 

A Turkish diplomat, Selahattin Ulkumen, is honoured as one of the Righteous Among The Nations for his work in rescuing Jews from Nazi officials on the island of Cyprus, by issuing them Turkish visas and later arranging for their transport to Turkish territory. Another diplomat, Necdet Kent, also rescued Jews from Nazi authorities, for which he was awarded a special medal by the government of the State of Israel.

Gönderi tarihi:
PKK, tamda bu noktada ortaya çıkmaya başladı

tamda burdan büyümeye başladı.

İnsanı dağa çıkarttıracak işkenceler yaşandı

Diyarbakır Askeri Cezaevinde...

 

Felat Cemiloğlu'nun Diyarbakır zındanını Hasan Cemal'e anlatımı

 

Anlatmaya basladı;

"Hapishaneden kurtulduğum zaman genç olsaydım, dağa çıkardım."

 

Dinledikçe içim acidi.

"Adim, Felat Cerniloglu. 1928 Diyarbakir dogumluyum.

1982 yilinda Diyarbakir K Tipi Askeri Cezaevî'nin 33 No'lu kogusunda yasadiklarim cehennemdi.

Ben sekiz yasindayken, 1936'da bütün Cemiloglu ailesi ve damatlari, iskân Kanunu uyarinca degisik illere, Ordu'ya, Giresun'a, Samsun'a, Kastamonu'ya, Sinop'a, Lüleburgaz'a, Kirklareli`ne Edirne'ye, Konya'ya, Denizli'ye sürülmüsler. Bizim aileye Onlu düsmüs. Ben ilk ve ortaokulu Ordu'da okudum. Lise olmadigi için 1944'te istanbul'a, Haydarpasa Lisesi'ne yatili gönderildim. Ordu'ya sürgün gidince bizim aileye bir ev ile bir findik bahçesi verilmis borçlandirma karsiliginda,..

 

Elli dört yasindayken, 21 mayis 1982'de gözaltina alindim.

 

Su ve pislikleri hücrelerin önündeki genis koridora yaydiktan sonra, daha gerideki bir hücreye tekrar toplanmamin istendi. Bunlan yaparken bir taraftan coplaniyor, bir taraftan da 'Son sayi üç!' deyip, sayincaya kadar bitirmemiz isteniyordu.

 

Bu 'Son sayi üç' enirinin sonradan her iste kullanildigini gördük. 'Son sayi üç' dedikten sonra hemen 'Bir, iki.. `deyip arkasindan 'Iki on bes... iki otuz ' diye yavas yavas sayiyorlardi. Her seferinde yapilacak is daha bitmeden `lki kirk bes.,. Üç`deyip saymayi bitiliyorlardi. Tabiî emri zamaninda yerine getiremedigin içinde ceza hemen geliyordu. Bu 'Son sayi üç' emrinin tatbik edilmedigi hiçbir animiz yoktu, Içtimada, yemekle, tuvalette, bulasik-

 

ta, velhasil her yerde bu emirle is yapiyorduk.

 

Pis suyu, içinde yüzen ********* birlikte istedikleri hücreye doldurduktan sonra, bu hücrenin esigi yüksekliginde bir göl meydana geldi.

 

Bu suyla yikanmamiz emredildi.

 

******* birlikte avuçlayarak basimizdan itibaren bu suyla yikandik.

 

Müteakiben hepimiz koridorda diz çökerek baslarimizi birbirimize yaklastirdiktan sonra üstümüze bir iki bidon su döktüler. Böylelikle sözde temizlenmis olduk ve l No' lu hücremize konulduk, l No'lu hücre kogus kapisinin girisindeydi. içeriye her komutan (gardiyanlara komutan denirdi) girisinde,

 

tekmil vermemiz emredilmisti. 'Birinci kat, l No'lu hücre ......

 

mevcuduyla emir ve görüslerinize hazirdir komutaninim!`demek lazimdi. Komutan diger hücrelerin önünden geçerken de her hücre numarasina göre ayni tekmili verirdi. Hemen hemen her tekmilden sonra, ya geç tekmil vermekten, ya yanlis ya da yüksek sesle verilmedigi için ceza almak muhakkakti.

 

Hücredeki cezada, parmakliktan eller disan çikartilir, cop, haydar veya 'kuzuyla vurulurdu. 'Haydar', Haydar isimli bir tegmenin adindan kaynaklanan bir sopaydi ve bir baska adi da `be-seonkalas' ti. Kuzu ise yuvarlak kavak agacindan yapma bir sopaydi. Copla dövülürsen sansliydin, zira az acitirdi. 'Dayak vaziyeti al` diye bagirildi mi, iki elinin avuçlarini açar öne uzatirdin. Ceza için en geçerli bahaneleri tekmil verilirken yeterince can-, li olmamakti. Ne kadar yüksek sesle tekmil verilirse verilsin, sesin az çiktigi veya topuk sesinin iyi olmadigi bahane edilir ve kar-siliginda ceza verilirdi. Bu cezalar yalniz hatayi yapanla sinirli kalmayip bütün hücredekilere tatbik edilmekteydi. Cezada esitlige lam riayetti bunun adi...

 

Ilk günlerde dikkatimi çeken bir husus da suydu: Coplanirken yalvaran ve sizlananlara bu yüzden, sesi çikmayanlara da ses çikarmadiklari için ceza aynen tatbik edilirdi. Sizlanmanin faydasi olmadigini gördükten sonra sekiz ay hep sikâyetçi olmadigim için dayak yedim. Hücreye konuldugum 12 haziran 1982' den sonra istiklal Marsi'nin, 'Gençlige Hitabe' nin ve `Andi-miz` maislanin tamamim ögrenmeden koguslara giremeyecegimiz söylendi.

 

Hücrelerde sabah 5. 30' da mesai baslardi.

 

Üst kat hücrelerinden birinden bu marslarin her kelimesi bir kisi tarafindan tek tek söylenir, bütün hücreler bunu tekrar ederdik. Marslarin çok yüksek sesle ve canli söylenmesi sartti. Bu canli söylemenin sekline hükmetmek komutanlarin keyfine bagliydi. Ne kadar canli söylerseniz söyleyin, begenilmemek muhakkakti ve arkadan da cezasi hazirdi tabiî.

 

Marslardan sonra öglen 12'ye kadar bütün hücrelerde hayat, 'hazir ol' durumunda ayakta, yine yukan hücrelerden birinin tek tek söyledigi ve hücrelerin hepsinin tekrarladigi marslarla devam ederdi- 12'de sabah mesaisinin bitiminde tekrar 'istiklal Marsi', 'Gençlige Hitabe1 ve 'Andimiz' aym sekilde tek tek okunurdu. 12. 00-13. 30 arasi yemek ve tatil dönemiydi. 13. 30'da tekrar üç marsla Ögleden Sötira mesaisi baslardi. Esas durusta ve marslarla 18. 30'a kadar devam eder, mesai tekrar üç mars söylenerek bitirilirdi.

 

20, 30 da yatmak mecburiydi.

 

Hücrede, elinizde getirdiginiz posetler içindeki esyanizdan baska yastik, yatak, yorgan, battaniye gibi seyler yoktu. Posetler ekseriya yastik olarak kullanilirdi. Gece eger tuvalet kapisinin Önünde yatmamis isek, kendimizi çok mutlu hissederdik. Tutuklularin birbirlerine isimleriyle hitap etme mecburiyetleri vardi, Abi, amca, bey vs. diye hitap yasakti. Hücreye beraber kondugumuz Dicleli çocuk takriben on bes yasindaydi. Ben elli üç yasin-. daydun, Hilvanli Hamit Gerger altmis, Bedii Tan elli civarindaydi. Bu çocugun bize Hamit, Felat, Bedii diye hitap etmesini evvela çok yadirgamis, sonra alismistim.

 

Hücrede verilen yemekler için fazla bir sey söylemeye lüzu görmüyorum- Hakaret ve eziyet yaninda yemek verilip verilme inesi benini için önemini kaybetmisti. Yemek dörtlü birlesik madenî kaplarda verilirdi. Dört bes kisiye verilen yemek ve ekmek bir kisinin dahi doymayacagi kadardi. Yemekten ziyade su prob lem oluyordu. Her hücrenin önüne birer bidon su konulurdu. Bi sudan ancak komutanin emriyle içilebilirdi. Bu da sadece yemek saatlerinde mümkündü.

 

Mesai saatlerinde, yani 5. 30-12. 30 ve 13. 30-18. 30 arasinda içmek ve içmek için izin istemek de katiyen yasakti. Yemek saatle-rindeyse içilecek su nüktarini komutan tayin ederdi. Hücrelerde sigara içmek tamamen yasaklanmisti. Zaten hücreye girerken herkesin sigaralari alinmisti. Hücre içindeki tuvalette su akmadigi, disaridan da su verilmedigi için temizlenme imkâni yoktu.

 

l No'lu hücrede üç dört gün geçirdikten sonra bizi daha ortalarda bir hücreye aldilar. Orada da dört kisi vardi. Hücrede sekiz dokuz kisi olduk. Verilen yemek ve su miktarinda bir degisiklik olmuyordu. Yani dört kisiye verdikleri kadar yemek sekiz dokuz kisiye veriliyordu. Yemekleri karavanayla tutuklulardan iki kisi dagitiyordu. Yemek dagitanlara kaç hücreye dagitilacagi söylenmeden her hücreye esit dagitmalari emrediliyordu. Dagitim sonunda yemek artarsa da, eksik kalirsa da, esit dagitmadiklari gerekçesiyle ceza görüyorlardi. Müteakip yemek dagitiminda ayn iki tutuklu vazifelendiriliyor, tabiî onlar da ayin akibete ugruyor ve böylelikle bütün hücredekiler dagiticilardan dolayi cezadan nasiplerini aliyorlardi.

 

Ve komutanlar, '****** çocuktan, bir yemek dagitmasini bile beceremiyorsiimiz, bir de devlet kurmaya kalkisiyorsunuz' diye azarliyorlardi.

 

Hücredeki yedi sekizinci gece, saat iki sulan.

 

Cop, sopa sesleri ve feryatlarla uyandik. Sanki yüzlerce kisi dayak yiyor gibi geldi bize. Ve biz hücrelerin basildigi, siranin bize gelecegi endisesine kapildigimiz sirada, hücrelerimizi açip esyalarimizla birlikle 'son sayi üçle çikmamiz emredildi. Sirtlaniniz coplanarak bir üst kattaki-hücrelerden birine tikildik. Yerlerimize disaridan yedi sekiz kisi yine döviile dövülc getirilip yerlestirildi. 3u dayak ve yerlestirme isi bir iki saat sürdü. Bir üst kattaki hücrede sabahleyin on sekiz kisi oldugumuzu saydik. Hücremizde artik aincak yan yana ayakta durabilecek kadar yer vardi.

 

Mesai ayni sekilde devam ediyordu. Marslari ayakta söylerken, bir kismimiz da yatak için yapilmis beton kisimda duruyorduk.

 

Yemek ve su dagitiminda, hücreler arasindaki esitlik ve mesailer normal devam ediyordu. On sekiz kisi olmamiza ragmen gece yatmamiz bir sorun olmadi. Artik o kadar yorgunduk ki, 20, 30 oldugu-zaman açlik, susuzluk, yorgunluk, gündüz yenilen coplanil esiriyle uyumuyor, bayiliyorduk. On sekiz kisinin ayakta zor sig-igiyerde on sekiz kisi yatiyorduk.

 

Hücre arkasindaki tuvalete de üç dört kisi isabet ediyordu.

 

Hücrede herkesin yalniz basi üstte gibiydi. Bir kisinin üstünde üç dört kisinin bacaktan, kollan, vücudunun bir kismina isabet ediyordu. Artik yastik derdi kalmamisti. Baslar muhakkak diger birisinin vücudunu yastik gibi kullaniyordu,

 

Hücrede komutanlarin dayagina, hakaretine, yorgunluga, açliga, sigarasizliga artik alismistik. Eli marslari da az çok Ögrenmistik. Koguslara intikalimizi dört gözle bekliyorduk. Koguslarda yatak oldugu, gezinilebildigi söyleniyordu. Üç mars için imtihan yapildiktan sonra koguslara gidebilecegimiz, ikinci defa gelen tecrübeli arkadaslardan biri tarafindan söylendi. Bu gibi hususlarda komutanlarimiz bir izahat vermedikleri gibi, onlarla konusmak ve bir sey sormak, hatta istemek de yasakti.

 

Bu arada hesapta olmayan bir seyle karsilastik. Geldigimiz günden beri Co isimli ******* devamli muhataptik. Mesela sirayla Co'ya tekmil verdiriyorlardi. Co'nun karsisinda, 'Felat Ce-miloglu, Diyarbakir, emret komutaninim tekmilini çok yüksek sesle ve tupuk sesiyle veriyorduk, Co, tekmili begenmezse havliyordu. Ve Co'yu memnun edemedigimiz için cezalandiriliyorduk, iste bu Co, marslar söylenirken bizi kontrole gelmis ve marslari canli söylemedigimiz için ******* komutanlarimizi haberdar etmis, onun için de mars imtihanlarimiz üç gün tehir edilmisti. Hücrede üç gün daim kalacagimiz söylendi. Müteakip üç gün Co'yu kizdirmayacak davranislarda bulanmaya çalistik.

 

Bu arada mesai sirasinda bazen bir kismimizi hücre önündeki talim yerine çikarip, ya talim yaptiriyorlar ya da birbirimize dayak attirarak bizimle alay ediyorlardi. Böyle bir günde ürfali bir baba ogulla epey eglendiler. Baba altmis bes yaslarinda, 1, 90 boyundaydi. Oglu, yirmi bes-otuz yaslarinda ve babasnidan daha iri ve cüsseliydi.

 

Evvela oglunu babasina tokatlattilar.

 

Yavas tokat vurdugu için hem ogul hem baba coplaniyordu, Bes on denemeden sonra ogulun babaya vurdugu siddetli tokatlan begenmediler Bu kere ogulu babanin sirtina bindirdiler. Bir taraftan babayi topluyor, daiia hizli kosmasi için zorluyorlardi. Ogul babasinin sirtindan indikten sonra aglamaya basladi.

 

Girdigimiz sirada hepimize aglamanin, inlemenin, özellikle gül menin yasak oldugu 5 No' luda'vatan ********* bunlarin hiçbirine hakki olmadigi hepimize söylenmisti. Eta bayla ogul arasindaki bu tatbikatta hücredeki bazi tutuklular si nlims, bazilari suratlarim asmis ve ogul da aglamisti.

 

Emirlere itaat edilmedigi için bütün hücreler cezalandirildi:

 

'Birinci Hücre, ikinci Hücre, dayak vaziyeti al!' Bu komutla herkes iki elini üst üste koyarak hücre parmakligindan disari çikarip nasibi kadar copu yedikten sonra yerini ayni hücredeki ikinci siraya birakiyordu. 'Dayak vaziyeti al!' komutundan sonra tekmil verilerek eller birbirinin üzerinde öne uzatilirdi. Komutanin her vurusundan sonra: 'Emret komutanim!' demeye mecburduk, Hücrede onuncu günümüz doldugunda 'IstiklaJ Marsi1, 'Türk Gençligine Hitabe' ve 'Andimiz` marslarinda blok çavusuyla birlikte iki üç gardiyan bizi imtihan etti. Tam bilenler dahi stres içinde söylerken sasirdiklari oluyordu. Bu sasirmalar karsisinda küfür ve coplanmalardan sonra 21 haziran 1982 günü ögleden sonra koguslara gönderilmek üzere hücrelerden çikarildik. Hücre önündeki boslukta toplandik.

 

Ben ayni kogusa düsebilmek için Bedii Tan' a yaklasmaya çalistim. Ellerimiz yanlara yapisik, baslarimiz önde, etrafa bakmadan bana çok uzun gelen koridorlardan geçtikten sonra, yine bir koridorda kogus gardiyanlarina teslim edildik. ********** Esyalarimiz tek tek arandi. Ondan sonra da yüzlerimiz duvara döndürüldü, emir verildi: 'DomaJ!'

 

Hepimizin mabatlari kontrol edildi.

 

Tabiî kimsede bir sey bulunmadi. Bulunmasi ihtimali de yoktu. Sorusturmadan, gözaltindan, hücreden gelmis, zaten defalarca kontrol edilmistik.

 

Kogusa girerken sirayla hepimiz coplandik. Kirk-kirk bes kisiydik. Bu arada herkesin ayni kogusa gidecegini, bu kogusun 'cezali bir kogus' oldugunu, bu yüzden sansimiz olmadigini söylediler. Ve bu kogusun ceza sebebini ögrenmeye çalismanin yasak oldugunu, bize de zaten kimsenin söylemeyecegini eklediler.

 

Kogusa girerken ismini sonradan ögrendigim Mehmet Emin Kardes'e gözleri ilisti. Meger Mehmet Emin'in 5 Nolu'ya ikinci ge-hsiymis. ikinci gelenlere çok kiziyorlardi. Sebep olarak da 'Birinci sefer demek ki ders almamis`1 diyorlardi. Mehmet Emin'i, cop, haydar ve kuzuyla hemen hemen bayiltincaya kadar dövdüler. Aksam karanligi basligi sirada cezali 33 No'lu kogusa ginük. Ko-

 

Sun bütün camlan kapali ve kirmiziya boyanmis ve de ortasina ay-yildiz çizilmis oldugu için kogus çok lostu. Kogus, sonradan söylendigine göre atölye olarak yapilmisti. Epey büyüktü. Kapi gi~

 

risindeki kisim bostu. Ortada, herhalde sonradan yapildigi için, yüksekçe üç tane kapisiz tuvalet vardi. Tuvaletin Önüne rastlayan ranzalar iki katli, pencere tarafina rastlayanlarsa üç katliydi.

 

Içeri girdigimizde elli kisi kadar bir kalabalik duvar dibinde, üçlü sira halinde içtimadaydi. Ortadaki, soluk benizli iki kisi, sanki mumyadan yapilmislar intibaini veriyorlardi. Yalniz çaki gibiydiler. Her emirden sonra tekmil verip, topuklari üstünde dönerek söyleneni yaptiktan sonra tekrar geliyor, avazlari çiktigi kadar bagirarak tekmil veriyorlardi. Bunlarin kogus sorumlulari Ekrem Dal, Selim Dindar ve Fahri Tunç olduklarini sonradan ögrendim. Sorumlulara, 'kirk tane mal' getirdiklerini, ranzalarda degil talim yerinde yerde yatirilmamiz gerektigini, ihtiyar saydiklari on kisiyi ayinp geri kalanlara iki gün yemek verilmeyecegini söylediler. Bun yemek verilmeyecek gruba dahil edildim.

 

O gece kogus sorumlulari ellerinde yazili on dört-on bes maddeden ibaret kogus talimatini bize okudular. Ve bunlara riayet etmek mecburiyetinde oldugumuzu, hatalarin cezasiz, kalmayacagini söylediler. Bu kogus talimatnamesi günde dört- bes kere anlatiliyor ve tatbikatlari yapiliyordu.

 

Talimattan hatirimda kalanlar sunlar:

 

(1) Kogusta konusmak yasakli. (2) Kogus içinde dolasirkein eller iki yanda yapisik gezilecekti. (3) Komutanla konusmak, bir sey istemek yasakli, (4) Kogus sorumlulari dahil her çagrilan canli tekmil verecekti. (5) Sabah 5, 30 ' da herkes uyanmis, 20. 30'da yatmis olacakti, (6) Yatislar sirtüstü ve nizamî olacak, esas durus uykuda dahil bozulmayacakti. (Üst ranzada yatiyorsan, kurtulus yok, isik gözünün içindeydi. (7) Aksam 7. 30'dan sonra tuvalde gitmek yasakti. (8) Görüsmelere on iki kisilik postalar halinde gidilecek, kapidan tekmil verilerek, sayi sayilarak çikilacakti. ( `stiklal Marsi`, 'Gençlige Hitabe', 'Andimiz' ve bunlardan gayri kirk alti mars Ögrenilecekti.

 

Bu marslardan bugün isimleri hatirimda kalanlar arasindaki

 

Tarihi Çevir' marsi otuz bes dakika sürerdi. Sonra 'Neslin Dede, Ceddin Baba` adini tasiyan bir mars vardi söyledigimiz, Marslai yüksek sesle, hareket halinde, dizler karina dogru çekilerek söylenirdi, iler kogus ayni anda ayni bir mars söylerdi her gün her saat, havalandirma dahil... Bu delirtici, çildirtici hir seydi.

 

Ilk ve müteakip yirmi gün rarizalardaki yataklarin bos olmasi na ragmen yerde, beton üstünde yattik,. Ilk gece beton üstünde olmamiza ragmen, ayaklarimizi uzatarak yatabildigim için çok mesuttum. ilk üç gece üstümüze su döküyorlardi, bidonlarla su..

 

Dümdüz, yüzüstü, kipirdamadan yatiyorsun. Tani üç gün boyunca. Kimildamak yok! Tuvalete gitmek yok!

 

Önümüzdeki insanin *******... Sicak olurdu, ellerimizi isitirdi, hatta birazcik isinacagimiz için sevinirdik *******

 

Kogustaki hayatimizin günlük programi: Sabah kalkis 5. 30; tras, tuvalet., Sabun yoktur. Dogru dürüst su akmaz. Bir haftaligina iki kisiye bir adet permasarp verilir. Kahvalti 5. 30- 6, 30; 6. 30-12-00 içtima, sayim, egitim; 12. 00-13. 30 öglen yemegi, istirahat; 13. 30-18, 00-19, 00 egitini; 18-19-20. 30 içtima, sayim; 20. 30 'Kaybol!' komutuyla yatma zamani... Haftada bir, on günde bir havalandirmaya çikarsin... Yemek duayla ballar

 

'Bismillahirrahmanirrahim. Allahimiz'a hanidolsun. Ordu millet varolsun. Vatan hainleri kahrolsun!'

 

Yemek gelir Önüne konulur, ayakta hazir olda dua okunur. Ama yine el süremezsin yemege. Önce komutanin 'Afiyet olsun P demesi lazim ki yemeye baslayabilesin. Öyle beklersin hazir olda. Bazen komutan çeker gider, afiyet olsun demeden, ün bes, yirmi, yirmi bes dakika, yemek önünde, sen hazir olda beklersin. Sonra gelir komutan, 'Getirin yemekleri ` der ve hepsini döktürür, 'Simdi sikimi yiyin !` der ve gider

 

Mahkemeye gidis gelisler baska âlemdi. "

 

O tarihte kogus sorumlusu olan Vasif Kahraman söyle anlatir mahkeme faslim:

 

"Eller arkadan kelepçelenir Kelepçelerin içinden bir zincir geçer Yetmis ****en kisi zincirli. Biri düstü mü, herkes düser yere. Ve herkes dayak yer. Mahkemede, sirada oturuyorsun. Asker gözünün içine bakar. Çünkü senin gözün hiç kipirdamayacak. Avukatina biie bakaiuazsin, yasak! Benim avukat, var im, yok mu, bazen anlamazdim- Gözün kaydi mi,. tekmil vermek zorundasin hapishaneye döndügünde: 'Vasif Kahraman, Diyarbakir, emret komutanim, vukuatim vardir komutaminim!` '"Dayak vaziyeti al!'

 

Haftada 2 bin lira para gelmesine izin verirler. Bir baskasindan 2 bin fazla geldi nü o hafta, yanarsin. Yani para örgütten mi geldi kuskusu.,.

 

Ve dayak!

 

Korkardik, kimseden ekstra para gelmesin dîye dua ederdik.

 

Yatmadan sonra bütün-kogustakiler sirayla ikiser saat kogus nöbeti tutarlardi. Bunlarin biri nöbetçi onbasi, ötekisi nöbetçiydi. Aksani sayimdan sonra kapilar kiIitlenirdi. içeriye, sabaha kadar kimse giremeyecegi için rahatlardik. Disarida gece nöbeti tutan askerler, giris kapisi üstündeki mazgal kapagini açip içeriyi kontrol ederlerdi. Mazgal deligi açildiginda nöbetçiler kosarak kapi önüne gitmeye ve en yüksek sesle tekmil vermeye mecburdular. Mazgalin bazen bes on dakikada bîr açilmak suretiyle sabaha kadar tekmil durumu devain ettirilirdi. Gaye, tutuklulari rahat uyutmamakti.

 

Tekmil kolay olmakla beraber nöbetçiler tarafindan daima su veya bu sekilde yanlis söylenirdi. Yanlisi yapan tutuklu nöbetçilerin sabah komutanlarina tekmil vermeleri emredilirdi. O nöbetçiler de sabahleyin gardiyan gelince, gece yaptiklari hatayi tekmil vererek bildirirlerdi. Tabiî ki her hatanin cezasi oldugu gibi, bu dj muhakkak cezalandirilirdi. Gece nöbetçisi, uykusunda döneni dt gürcbilmisse, onun da sabahleyin komutana tekmilinin verilmesini kogus nöbetçisine söylerdi. Sabahleyin geceki bütün vukuatlar böylece gardiyana intikal etmis olur, o da tabiî uykusunda döneii-ni'/amî yatmayan, böylece emirlere riayet etmeyen tutuklular cop veya haydarla cezalandirirdi.

 

Kogus nöbetçileri söyle tekmil verirlerdi:

 

'Yahya Ari, Siirt, emret komutanim, 10-12 nöbetçi onbasisiyim E Blok, 33, Kogus yüz hes mevcuduyla yatak istirahatina çekilmistir, vukuatim yoktur komutanim!1

 

Onbasidan sonra nöbetçi er de ayni tekmili verirdi. Bu tekmilin çok yüksek sesle, sert topuk selamiyla verilmesi mecburiydi Nöbetçi komutan, sesi veya topuk sesini begenmezse, tekmili bir kaç defa tekrar ettirebilecegi gibi, mazgal deligini kapatip nöbet çiler daha kogusun öbür tarafina gitmeden tekrar açar, ayni sere moni tekrarlanirdi. Bu söylediklerimin hepsi sekiz ay müddetle hiçbir sekilde aksamadan her gece devani etti.

 

Gece tuvalete gitme yasagi oldugu için, büyük küçük abdesti nü altina kaçiranar da sabahleyin durumlarini tekmil vererek ko mutana bildirmek mecburiyetmdeydiler. Istisnasiz bütün vukuat lar sabahleyin komutana söylenirdi. Çünkü, kogusta sik sik de gistîrdikleri zayif karakterli ajanlari vardi, ilgili sahis kendi vuku atini kendisi bildirmezse, ajanlar mutlaka bildirirlerdi.

 

Birini getirirler, dövmüsler ***** sudan gelinceye kadar. Öli gibi atarlar kogusun ortasina. Sen de ona açilirsin, adam bu kadar dayak yemis diye... Halbuki o adam ihbarcidir, seni aldatmak için dövüp öyle atmislardir kogusun içine...

 

Her bakimdan seni çökertmek için,..

 

Önünde dizüstü çökertir ya da hazir ola geçirtir, sonra da derler ki:

 

'Annen, bacin elimizde; her seyi yapariz!` Pis sular çatidan gelen yagmur oluguna baglanmisti. Pislik tikaninca tasardi. Plastik bidonlara doldururduk. Ayni bidona su doldurur getirirler, suyu ondan içerdik. Yemek çok az verilirdi. Bir bakarsin bir gün tamamen tuzlu. Ve yemegi bitirmek zorundasin. Bundan sonra da üç gün su yasagi koyarlardi. Tek tip esofman verdiler. Numarali hepsi. Kirmizi ve mavi renkli. EsofmanIar üstünde islak kalirdi, ishal olursun. Gece tuvalete çikma yasagi vardi. Gece gidersen, bunu ihbar etmeyen daha çok dayak yerdi.

 

Bir bakarsin gece bes on asker ansizin geJir:

 

'Kule yapin`

 

En alttkilerden yukai dogru huni biçimde, giderek azalir tarzda üst üste yigilirsin. En alttakinin bazen kaburgasi kirilir, bayilir. Ya da bir baska komut verilir:

 

''Kaybol!`

 

Bu durumda bir anda ranzalarin altina yüz bes kisi sigismak

 

zorundasin. Hiçbir el ayak gözükmeyecek- Ya da arama yapilir. Kimin ne malzemesi varsa, yataklar, her sey kogusun ortasina ko- -nur. Sayima bitene kadar, 'Bir... iki... iki kirk bes... Üç.. ` dendi mi hazir ola geçeceksin. Esyani bulamazsan, ayni hizla dayak fasli baslar, üstelik bütün kogus dayaktan geçirilir

 

Bütün bunlar tabii dayak, eziyet için bahanelerdi.

 

Hamain bir baska âlemdi.

 

Yirmi günde bir gün sicak, kaynar su. Sabun verilir, tam basini sabunlarsin, 'Bir,., iki... iki kirk bes, Üç.. ` denir Sabunlu olarak aninda çikman gerekir. Kogusa sabunlu basla gidersin. Tuvalet de öyleydi. 'Son sayi üç' vardi yine. 'Üç` dedigi an çikacaksin, ya-rimm kalsa bile... Ve derhal hazir ola geçeceksin. Haftada bir gün görüs vardi.

 

Ori ikiser kisilik gruplar halinde gidilirdi, iki asker yaninda, ikisinin de ayaklari senin ayaklarinin üstünde. Görüsünle konusurken, ne dersen de, asker ayagina basti mi susacaksin. Tam 'Annem nasil?' diyeceksin, 'anne` der kalirsin, çünkü ayagina basil-mistir asker tarafindan,.. Görüsmeler hiçbir zaman kesintisiz bir dakikayi geçmez. Mercimek ekmistik. Soramamistim mercimek tarlalarini. Çünkü mercimek sözcügünü gizli bir sifre saymislardi bir keresinde,..

 

Ramazan, geldi.

 

1982'iiin temmuz ayi.

 

Oruç tutmak serbest dediler. Sahura kalkmak yok, iftar ise sa at 20. 00'den sonraydi. Bu aslinda 'Oruç tutma, istemiyoruz!' me sayiydi. Benim ortagim ve muhasebecim Bedii Tan Bey oruç tuttu Bu arada havalandirmada, betonda, üstümüz çiplak halde dünya um idmanini yaptiriyorlar Bedii'nin orucunun farkina vardilar,

 

Ne yaptilar biliyor musun?

 

Kanalizasyon kapagini kaldirdilar, aviiçla pislik yedirdiler.

 

Bedii Tan ishal oldu. Çok hastalandi. Hâlâ hatirlarim. Kogus kapisinin önünde, buz kahin gibi 'pat`diye betonun üstüne düstü. Yerde yatiyordu. Bir er ve bir çavus gardiyan geldi, kogusa girdiler. Yerde yatan Bedii Bey'in karnina bastilar. Bagirsaklari ve böbregi patladi Bedii Bey'in.

 

Marslar kesildi.

 

Marslar kesikli mi, ya bir heyetin geldigini, ya savcinin hapishanede oldugunu ya da birinin Öldügünü anlardik. Avrupa Konse-yi'nden heyet geldi mi, Mardin'in Mazidagi köylerinden iriyan Hasan Çelik sahneye çikardi. Iki oglu ayn ayn koguslarda PKK'dan yatiyordu. Heyet gözüktü mü kogusun kapisinda, baslardi bagirmaya: 'Allah devlete millete zeval vermesin, yemekler o kadar çok ki!'

 

Yine bir keresinde 'Heyet geldi' dediler, Uludereli Haydar Ürün'ü alip revire götürdüler. Hasta gibi, göstermelik,,. Yemek vermisler, hizmet etmisler yatakta, hasta muamelesi yapmislar heyet ziyareti yüzü suyu hürmetine... îs bitip heyet gidince de ***** sudan gelinceye, kadar dövmüsler Haydar'i. Perisan yakiniyordu geri geldiginde, 'Ben mi istedim revire gitmeyi' diye.,.

 

Bedii Tan öldü, elli yasindaydi.

 

Gardiyanlara dava açildi.

 

Diyarbakir E Tipi Askerî Cezaevi'nden çikip cezaevi hakkinda ta- nik olarak ilk konusan ben oldum. O gardiyan (6 sene 8 ay ceza yedi. Kogustaki lakabi Gestapo'ydu. Erdi, Gümüshaneli'ydi, Adnan'di ismi...

 

Bir hadise oldu mu, herkes ayni ifadeyi verirdi. Yüz bes kisi

 

birden ayni ifadeyi:

 

'Bedii Tan, eceliyle öldü. Komutanlar ilaçlarim muntazaman

 

veriyorlardi. '

 

Bedii Bey 33 No'Iu kogusa girdikten otuz üç gün sonra Öldü, Üç gün beton üstünde, su içinde yatinca, hepimiz ishal olduk. Bedii Bey ölünce, bizi hastaneye götürdüler, kurtulduk. Hepimiz ayakta, sirada bekliyoruz.

 

Eller popomuzda...

 

Kaçirmamak için,., Dayak korkusu ! Altina bir kaçirdin mi dayak.,.

 

Yazin kogusun bütün pencereleri kapali, 70 derece,.. Kisin bütün pencereler açik, eksi 23 derece, Böyle günlerde tuhaf düsüncelere kaptirirdim kendimi, 'Hiç olmazsa balkona çikabiliyor çocuklarim' diye geçerdi aklimdan... Hep çocuklarimi düsündüm, iki oglan bir kiz. iki oglum, Haluk ile Haldun, ikisi do ingiltere'de tekstil mühendisligi okumustu.

 

Gardiyanlar kogusta hep küfürle baslardi konusmaya:

 

*************

Seni psikolojik olarak da çökertmek, yikmak için her sey yapilirdi. Kapinin önüne çikartarak cop sokmak,,. Seyredene de o copu yalatirlar. Kusarsan, öbürüne yalatarak yeri temizletirler

 

PKK'nin ismini daha önce hiç duymamistim. Içeri alindiktan sonra ögrendim. O zamana kadar biz bu örgütü 'Apoailar' diye bilirdik. Bu anlamda siyasetle hiç ilgilenmemistim. Dislerimin çogu sallaniyordu. Neden mi ?

 

Çünkü hep kalas dayagi vardi ceza olarak. Aç agzini derlerdi, kalasi getirir, iki elleriyle tutar ve küt diye çenenin altindan yukari dogru vururlardi. O kalin kalasi çenene alt taraftan yedin mi, eger tecrübesizsen dilini isirirdin. Tecrübeliysen dilini isirmazsin ama bu sefer de dislerin birbirine girer.

 

iste söyle bir sey.

 

"Bana bir gün bir avuç dışkı yedirdiler; öyle hazir ola geçtim !"

 

Bana da bir gün bir avuç dışkı yedirdiler de, bu sallanan dislerimden kurtuldum!

 

Tek ayak üstünde, duvar dibinde duruyorum. Ceza! Ama bir süre sonra yoruluyorum. Ayagim düsüyor yere, iutanuyorum. Emre itialsizlik ! Cezasi:

 

Duvarin dibinde, kanalizasyonun kapagini kaldirdilar, bir avuç dışkı alip agzima attim. *****

Kipirdamak yok. Temizlemek yok.

 

Yere tükürmek yok.

 

Öylece agzin kapali, kimildamadan ayakta, hazir olda bekliyorsun.

 

Bir süre sonra birakti, içeri girdim.

 

Elazigli arkadas, ismi Ramazan.

 

Allah razi olsun, bazi dislerimi iple çekti. Çünkü temizleyeme-dim dislerimi... Altin kaplanla olan iki disten birini cebine atti, birini bana verdi hatira olarak. Hapishaneden çiktiktan sonra ilk $im disçiye gidip takma-dis yaptirmak oldu.

 

Sekiz ay yattim, Diyarbakir E Tipi Askerî Cezaevi 33 Nolu kogusta

 

Elli bes yasindaydim.

 

Sekiz ayda on sekiz kilo verdim, igne iplik kaldim. Çiktigimda kimse tanimadi beni. "

 

Felat Cemiloglu' nun basindan geçenleri ilk kez bir Diyarbakir aksaminda 1990'b yillarin basinda kendi agzindan dinlemistim, Bu kitabi yazarken Felat Bey'le 30 ekim 2002'de, Diyarbakir'in Kurt ismail Pasa, 2. Sokak, Volkan Apartman`in zemin katindaki bürosunda yeniden konustum. Anlattiklarini biraz düzelterek tirnak içinde aynen aldim kitabima.

 

Felat Cemiloglu, 21 mayis 1982'de gözaltina alindi. 10 haziran 1982'de tutuklandi. 14 ocak 1983'te, iki ayda bir yapilan incelemenin dördüncüsünde mahkemeye çikarilmadan tahliye oldu. "Suç-lu bugün dahi ayni muameleyle karsilassa, para vermekten baska çaresi olmadigi" gerekçesiyle, TC Sikiyönetim Komutanligi Diyarbakir 2 No'lu Askerî Mahkemesi tarafindan hakkinda verilen beraat kararinin tarihi ise 18 nisan 1984.. . Felat Cemiloglu son olarak bana dedi ki:

 

"Hapishaneden kurtuldugum zaman genç olsaydim, en azindan sorusturma, gözalti, 5 No'lu hapishane cehennemine tekrar haksiz yere girmemek için daga çikardim."

 

hasancemalkurtler20sdc4.jpg

 

Kaynak. Dogan kitap, Hasan cemal, Kürtler, 20. baski, Isatanbul..

 

Not: İleti çok uzun olduğu için kabul edilmiyordu

ve önemli bir kısmını silmek zorunda kaldım..

Gönderi tarihi:

Evet bu tarjedi yaşandı,bütün ülkede yaşandı.bütün kesimlerde,sağcı,solcu,ülkücü,kominist,türk kürt hiç ayırım yapılmadan bu işkenceler yapıldı.Bu diyarbakırlıya diyarbakırlı diye değil,konyalıya konyalı diye değil,insanlıklarını unutanların,böyle bir ayırım gözetmediklerini herkes bilir.Bu ülkede karakola düşen kürt memette dayağı yer,türk memet de.Nedeni arkasında dayısı olmaması ama dayısı varsa ikiside kurtulur.12 Eylül darbecilerinin en son yaptıkları ihanette,Kürtceyi yasaklamak olmuş,bu milletin çocuklarını,ilkönce işkenceyle birleştirmişler,sonrada bir kesiminin dilini yasaklayarak onları ayrıştırmaya tabi tutmuşlardır.12 Eylül öncesi bu ayrışım varmıydı,bilmem ama benim 10 arkadaşımın sekizi kürttü.Herşeyimizi bölüşür,paylaşır,aynı şeylere güler ve ağlardık.Aynı filme gider,aynı birayı aynı siğarayı dudaklarımıza ateş değene kadar içerdik.Amerika o gün değişik şartlarda buradaydı,şimdi yine burada ama bugün,beraber gözüktükleri,yazarları,safları herşeyi değişmiş,eski stratejik ortakları bu gün düşmanı,eski düşmanları bugün dost olmuş..tıpkı hasan cemal gibi.Eskiden kurduğu çeteleri bugün demokrasi ve özgürlük adına deşifre edip,gizli krokileri açığa çıkarıp,silah depolarının birkısmını,belli bir partinin lehine halka gösterip,toplum mühendisliğinde kullandığı yahudi hahamlarıyla ,naklen yayınlar yaptırarak ortadoğudaki projelerine yeni bir zemin olulşturuyor.Bu yeni açılımda,yepyeni acılar,kan,ateş ve gözyaşı olduğu kesin.Tüm bunlar,gazzede yaşananlarla beraber,büyük israil projesine kürt kardeşlerimizin katkıda bulunması, karşılığında önlerine konan bağımsız devlet havucuna ne kadar sarılacakları ve bölge devletleriyle sürecek kanlı hesaplaşmalara ne kadar dayanacakları amerikanın fazla umurunda olmayacaktır.Tarih en acımasız şahittir,bölge dışı devletlerin oyunlarına dur diyebilmek,bölgede akacak olan bizim kanımızı engellemek için dış tertiplere ve oyunlara,iç kışkırtıcıların salvolarına inanmadan değer birikimlerimize sarılıp yek vucut olmalı ve saldırıları püskürtmeliyiz.Allahın selamı üzerinize olsun.

Gönderi tarihi:
Evet bu tarjedi yaşandı,bütün ülkede yaşandı.bütün kesimlerde,sağcı,solcu,ülkücü,kominist,türk kürt hiç ayırım yapılmadan bu işkenceler yapıldı.Bu diyarbakırlıya diyarbakırlı diye değil,konyalıya konyalı diye değil,insanlıklarını unutanların,böyle bir ayırım gözetmediklerini herkes bilir.Bu ülkede karakola düşen kürt memette dayağı yer,türk memet de.Nedeni arkasında dayısı olmaması ama dayısı varsa ikiside kurtulur.12 Eylül darbecilerinin en son yaptıkları ihanette,Kürtceyi yasaklamak olmuş,bu milletin çocuklarını,ilkönce işkenceyle birleştirmişler,sonrada bir kesiminin dilini yasaklayarak onları ayrıştırmaya tabi tutmuşlardır.

 

AYMAK,

 

yüreğine sağlık.Farkındalığın için çok teşekkür ederim.

 

Çıkar ve dengelere hakları kurban sunan zihniyetlere de buna sahip çıkan ve seyirci kalanlara da birkez olsun vicdan diyebilmek,ne kadar güzel olurdu dünya adına!

 

teşekkür ederim.

Gönderi tarihi:

Diyabakırlı arkadaşımın yazığı yazıyı yarısına kadar okudum.

Bence tmamen abartı bir yazı.hatta bir yerde ispatla demişsin abartı olduğunu geçmişe bir zaman makinesi yoktur gidilemez ki gözümle göreyim.AMa sen gözünde o insaları kahraman ilan ettiğin için ( neye dayanarak ettiğini bilmiyorum) o insanlar sana Balkondan aşağı atla dese atlıcaksın resmen.

 

Ahmet Kaya olayında ise.Madem ki bölücü değildi madem ki bu ülkeyi seviyordu neden çıktı Almanya konserinde "benim şarkılarımda ki her mısra Türk askerine giden bir kurşundur" dedi.

 

Şimdi diceksin bunu ispatla sen de bana diğerlerini ispatla o zaman

Gönderi tarihi:
Tarih ne diyor biliyormusun sen? ABD ve SSCB'nin ardindan Turkiye Israil'i ucuncu ulke olarak kuruluduktan tam bir yil sonra resmen tanidi!

 

Tarih boyunca Türklerin ve Türk devletlerinin Musevi ve Arap nüfusla yakın ilişkileri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasında Türkler, Araplar ve Yahudiler aynı çatı altında yaşamayı başarmış ve bu dönemde Museviler Avrupa’da maruz kaldıkları sıkıntıları kesinlikle yaşamamışlardır. Türk-Musevi dostluğu Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un Fethi sonrası benimsediği hoşgörülü tavırlara dek götürülebilir. Ayrıca 1490’lı yıllarda İspanya’dan kaçan Sefarad grupların Osmanlı’ya sığındıkları bilinmektedir.

 

1930’larda da Nazi zulmünden kaçan Yahudilerin küçük bir kısmına Türkiye Cumhuriyeti kapılarını açmıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra da Musevi unsurlar özellikle sanayi dünyasında önemli bir yer işgal etmeye devam etmiş ancak Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları gibi uygulamalar sonucu sayıları ve etkileri oldukça azalmıştır. Ayrıca özellikle komplo teorisyenlerinin çok sevdiği Sabetaycı kesimin Türkiye-İsrail ilişkilerine katkıda bulunduğu da iddia edilebilir.

 

Araplarla olan ilişkilere bakarsak öncelikle ortak din ve yüzyıllarca birlikte yaşamaktan doğan bir çok benzerlik karşımıza çıkmaktadır. Genelde Birinci Dünya Savaşı’daki İngiliz istihbaratı destekli küçük çapta Arap ayaklanmaları nedeniyle Araplar hakkında olumsuz bir takım basmakalıp düşünceler olmasına karşın, sanılanın aksine Arapların büyük bir bölümü Birinci Dünya Savaşı’nda da İngilizlerle işbirliği yapmamıştır. Osmanlı'ya ayaklanan Araplarla Çanakkale Savaşı'nda ölenlerin sayıları karşılaştırılırsa bu gerçeğe kolayca ulaşılabilir. Bu negatif imajın yaratılmasında daha sonra bahsedeceğim siyasi faktörler sanırım daha büyük bir rol oynamıştır. Ancak Araplarda da Türkiye hakkında olumsuz ve haksız ön yargılı bir düşünce sisteminin o dönemde oluştuğu bir gerçektir. Özellikle Kemalist Cumhuriyet’in laik kimliği ve Batı modeli bir yönetimi benimsemesi, Atatürk'ün yaptığı reformlar ve daha önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’na duyulan tepki Türk-Arap ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir.

 

Kemalist Devrim ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde girişilen Batılı anlamda bir ulus devlet yaratma projesi yüksek dozda anti-emperyalist bir söylemi bulunmasına karşın, çağdaş uygarlıkları yakalama hedefiyle kendisine batıyı model olarak seçmiştir. Ancak bu dönemde Batı ile olan ilişkilerde şüphecilik ve güçlü bir bağımsızlık çabası olduğunu görüyoruz. Yeni ve modern bir adam yaratma amacındaki genç Cumhuriyet, siyasi devrimlerini kültürel devrimlerle desteklemiş ve önce ki sistemin çökme nedeni olarak gördüğü doğuya has kabul edilen özelliklerden halkını sıyırmaya gayret etmiştir. Bu ani ve şiddetli değişimin yarattığı sıkıntılar Türkiye Cumhuriyeti tarihini oluşturan gelişmelere gebedir.

 

Cumhuriyetin ilk yıllarında oldukça coşkulu ve cesur bir devlet olarak ön plana çıkan Türkiye, Sadabat Paktı ve Balkan Paktı gibi antlaşmalarla kendini bir bölgesel güç olarak konumlandırmış ve 1940’ların ikinci yarısına kadar batıyla olan ilişkilerini sınırlı düzeyde tutmuştur. Aynı dönemde doğuyla olan ilişkilerin de çok sınırlı olduğunu görmekteyiz. Bu ilk dönemde Türkiye’nin temel hedefi Misak-ı Milli sınırlarını korumak ve iç meselelerini, kültürel dönüşümünü tamamlamak olduğu için dış politikada çok atılgan bir Türkiye görmemekteyiz. Kadro Hareketi gibi Kemalist Devrim i bir öncü dünya devrimi olarak formüle eden gruplara rağmen rejim öncelikle içine kapanarak, iç meselelerini çözmeye yönelmiştir. Sanıyorum devletin birkaç sene öncesinde topraklarında işgalci olarak bulunan güçlere karşı bu şüpheci yaklaşımını anlayışla karşılamak gerekir. Yine bu dönemde doğu topraklarında mandater sistemlerin var olduğunu ve bu nedenle Türkiye’nin ilişkileri sınırladığını biliyoruz. Bu dönemde eski rejime duyulan tepki ve Birinci Dünya Savaşı’ndan gelen ve Araplara duyulan abartılı tepki nedeniyle Arap imajının oldukça kötü olduğunu söylemek zorundayız (°bkz: pis Arap). Rejimin laik hassasiyetleri de bu konuda oldukça etkili olmuştur.

 

Çok partili siyasal hayata geçilmesinden ve batıyla ilişkilerin kuvvetlendirilmesinden sonra Türkiye’nin Orta Doğu ve Arap ülkeleriyle olan ilişkilerinin değişmeye başladığını görüyoruz. Özellikle Stalin’in İkinci Dünya Savaşı sonrası toprak talepleri ve Boğazlar üzerinde hak iddia etmesi, Türkiye’yi batının kucağına itmiş ancak bu birliktelik fazlasıyla bağlayıcı bir şekilde gerçekleşmiştir. 1949 yılında Türkiye batılı devletlerin de isteğiyle İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur (Müslüman nüfusu yoğun laik ülke).

 

Özellikle CHP sonrası iktidara gelen Demokrat Parti dönemi Türk Dış Politikası için bir utanç kaynağıdır. Ülke içerisinde dini bir söylemi oy adına benimseyen Demokrat Parti ve lideri Adnan Menderes, Nato üyesi olmak için Kore’ye asker yollamanın yanı sıra Fransa’ya yaranmak adına 1955’te Birleşmiş Milletler’de Cezayir’in bağımsızlığının aleyhinde oy kullanmış ve Türkiye’yi dünyaya rezil etmiştir. Merkez sağ demokrasisinin kurucusu olan Demokrat Parti böylelikle batı ile ittifakı batıya yalakalık olarak algılayarak tarih boyunca utanç duyacağımız bir karara imza atmışlardır. Böyle bir karar sonrası Türk-Arap ilişkilerinin de bozulmuş olması gayet doğaldır. 27 Mayıs sonra askeri hükümetin Cezayir’i tanıdığını da hemen ekleyelim.

 

1950’lerde İsrail’le çeşitli ticaret anlaşmaları yapılmış ve Amerika’nın da arabuluculuğuyla Türk-İsrail ilişkileri gelişmeye başlamıştır. Washington’da önemli bir yeri olan Yahudi lobisini kullanma alışkanlığı ülkemizde 1950’lerde ilk olarak gelişmiştir. Ancak bu dönemde dahi Türkiye, Filistin halkının bağımsızlık mücadelesine karşıt bir tutum takınmamış ve bölgede kurulacak 2 devlet fikrini desteklemiştir. Türk-Arap-İsrail ilişkilerinin değişimi ancak 1960’lı yıllarda mümkün olabilmiştir.

 

27 Mayıs’ın getirdiği bağımsızlık coşkuları, 1961 anayasasının özgürlükçü ortamı, güçlenen sol hareket ve 1965 Johnson Mektubu ile birleşince Türkiye’nin dış politikasında önemli değişmeler yaşanmıştır. O güne kadar tamamen batıcı ve adeta batıya bağımlı bir tutumu gözlenen Türkiye çok taraflı, çok boyutlu bir dış politika anlayışı benimsemiş ve Arap ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye gayret göstermiştir. Sol hareketle beraber yükselişe geçen anti-emperyalist ve anti-kapitalist söylem etkisini hem Türkiye, hem de Orta Doğu’da göstermiş ve Cemal Abdülnasır önderliğindeki Arap dünyasında da Arap milliyetçiliği ve sosyalizm el ele büyümüştür.

 

1960’ların sonlarında başlayarak sosyalist grupların silah edinmek ve eğitim için Filistin’de ve çeşitli Arap ülkelerinde Sovyetler desteğiyle kurulmuş kamplara gittiklerini ve Filistin sorununun sol siyasetin gündeminde olduğunu biliyoruz. Bu dönemde özellikle başkan Lyndon Johnson’ın İsmet İnönü’ye yazdığı ve Kıbrıs’ta yaşayan soykırımlara karşı Türkiye’nin Kıbrıs’ta NATO silahlarını kullanamayacağını ve NATO ülkelerini karşısına alacağını belirten ünlü Johnson mektubu bir milat niteliği taşımaktadır. Bu mektup sonrasıdır ki Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile ilişkileri gelişmiş ve çeşitli ekonomik anlaşmalar yapılmıştır. Ancak bu dönemde de Türkiye’nin çok boyutlu ve dengeli bir dış politika anlayışı olduğunu söyleyebiliriz. Mesela Türkiye Bağlantısızlar Hareketi’ne katılmayı ciddi anlamda hiç düşünmemiş ve Arap milliyetçiliğine mesafeli yaklaşmıştır.

 

1969 yılında Türkiye, İslam Konferansı Teşkilatı’nın kurucu üyelerinden biri olmuş ve Yom Kippur Savaşı’nda ABD’ye askeri üs ve hava sahasını kullanma izni vermemiştir. Aynı savaşta Türkiye’nin SSCB’ye Mısır ve Suriye’ye yardım için hava sahasını açtığı bilinmektedir. 1973 yılında yaşanan Opec Oil Crise Türkiye’yi fazla etkilememiş ayrıca 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda Libya lideri Muammer Kaddafi’nin desteği Arap dünyasıyla ilişkilere katkıda bulunmuştur. Kıbrıs Harekatı sonrası batının şiddetli ambargosuna maruz kalan Türkiye, Arap devletleriyle ticari ilişkilerini arttırmış ancak İsrail’le olan ilişkilerini hep sınırlı ve mesafeli bir düzeyde tutmuştur. Yani 1950’lerin tam tersine rüzgarların estiğini görüyoruz 1965 sonrası.

 

1970’li yıllarda Birleşmiş Milletler oturumlarında daima Filistin lehine oy kullanan Türkiye, 1979 yılında Filistin konsolosluğu da açarak Arap dünyasında sempati kazanmıştır. Aynı yıl Yaser Arafat ilk defa Türkiye’ye resmi ziyarette bulunmuştur. 1980 yılında Knesset’in işgal ettiği Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesi Türkiye’de de şiddetli tepkiler yaratmış ve Türkiye İsrail büyükelçiliğinden görevlilerini çekmiştir. Bu yıllarda İsrail’le kötü değil ancak neredeyse hiç var olmayan ilişkilerden söz etmek sanırım doğru olacaktır.

 

1980’lerin başında da darbeye rağmen Türkiye’nin Arap dünyasına bakışında fazla bir değişim olmamış ve Türkiye 1988 yılında Filistin Devleti’ni ilk tanıyan ülkelerden biri olmuştur. Ancak Arap dünyasının Kıbrıs konusunda Türkiye’ye destek vermemesi ve daha önemlisi Suriye ve Irak’la yaşanan su problemi ilişkilerin seyrini değiştirmeye başlamıştır. Türkiye’nin GAP nedeniyle Irak ve Suriye’yi zor durumda bırakması ve bu iki ülkenin de koz olarak PKK ve ASALA terörünü desteklemeleri Türkiye’yi İsrail’le yakınlaşmaya itmiştir. Yine aynı dönemde gerçekleşen İran İslam Devrimi ve İran'ın kökten dinci teröre desteği laik rejime bir tehdit olarak görülmüş ve Arap devletleriyle ilişkiler sınırlandırılmıştır.

 

Türk-İsrail yakınlaşmasının başlangıcı dolayısıyla 1980’li yıllardır. Turgut Özal’ın bir koyup üç almak politikaları ve Türkiye’nin Birinci Körfez Savaşı’nda ABD’ye verdiği destek de ilişkilerin bozulmasında önemli bir etkendir. 1986 yılında Türkiye önceden geri çektiği diplomatlarını İsrail’e geri yollamış ve çeşitli ticari anlaşmalar imzalanmaya başlanmıştır. Ancak bu dönemde de Türkiye Filistin davasına sırtını dönmemiş ve İsrail’le gelişmeye başlayan dostluğuna karşın bölgede barış ve istikrardan yana bir tutum belirlemiştir. 1990’larda dönemin Dış İşleri Bakanı Hikmet Çetin’in İsrail ziyareti ve turizm sektöründe imzalanan anlaşmalar gelişmeye başlayan bu dostluğun önemli işaretleridir. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Türkiye’nin ABD ile daha da yakınlaşması da Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkilerine büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. 1994 yılında başbakan Tansu Çiller’e İsrail’e ziyarette bulunmuş ve çeşitli anlaşmalarla yurda dönmüştür. Bu anlaşmalara anti-terörizm ve silah anlaşmaları da dahildir. Ayrıca Türkiye’nin İsrail’e su aktarma projesi ilk olarak bu zaman gündeme gelmiştir.

 

Dostluğun doruk noktası ise 1996-97 yıllarında yaşanmıştır. Refahyol hükümetine ve başbakan Necmettin Erbakan’a duyulan tepkilerin de etkisiyle olsa gerek Türk Silahlı Kuvvetleri İsrail Ordusu ile çok önemli işbirliği anlaşmaları imzalamış ve özellikle askeri entelijans anlaşmaları gündeme getirilmiştir. Necmettin Erbakan’ın kuvvetli batı ve İsrail karşıtı söylemine karşın böyle anlaşmalara imza atması kuşkusuz 28 Şubat sürecinde TSK’nın nasıl bir tavır takındığının göstergesidir. Ancak Fatih Üniversitesi akademisyenleri Bülent Aras ve Gökhan Bacık’ın makalelerinde iddia ettiklerinin aksine, Türk-İsrail yakınlaşması 28 Şubat’tan çok önce gerilen Türkiye-Suriye, Türkiye-İran ve Türkiye-Irak ilişkileri neticesinde 1980’lerde başlamıştır.

 

Türkiye-İsrail ilişkileri konusunda umutlu olan gruplar bu ilişkinin Orta Doğu’da barış ve istikrarın sihirli anahtarı olduğunu düşünmektedirler. Çevik Bir, Thomas Patrick Carroll, Martin Sherman ve Robert Kaplan’ın makalelerinde bu anlayış açıkça göze çarpmaktadır. Bu isimlere göre Türkiye ve İsrail bölgede “yabancılık” hissi çeken, diğer bölge ülkelerinden farklı, demokratik ve laik ülkelerdir (İsrail’i laik kategorisine nasıl sokuyorlar bende anlamıyorum). Türkiye sözde Ermeni soykırımı, Kıbrıs ve ekonomik problemler gibi bir çok konuda İsrail ve Yahudi lobisine ihtiyaç duyarken, İsrail de bölgede nefret edilen bir ülke olarak güçlü bir ortağa sahip olma şansını bulacaktır. Zaten İsrail’in kurulduğu günden bu yana Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştığını görüyoruz. Bu isimlerin makalelerinde vurgulanan iki ülkenin birbirini çok iyi tamamlayacağı (Türkiye’de dinamik ve genç nüfus, İsrail’de para ve teknoloji) ve bu yakınlaşmanın Orta Doğu’ya güvenliği getireceği vurgulanmaktadır. Cengiz Çandar, Hakan Yavuz ve Gökhan Bacık gibi isimlerse bu konuda daha şüpheci bir tavır takınmaktadır. Çandar’a göre bu yakınlaşma devam ederse Türkiye bölgede yalnız kalacak ve çok zor duruma düşecektir. Gökhan Bacık ve Hakan Yavuz ise olaya sübjektif yaklaşmakta ve bu yakınlaşmaya TSK’dan kaynaklanan suni bir proje gözüyle bakmaktadırlar.

 

Oysa önceden söylediğim gibi Türk-İsrail yakınlaşması temellerini 1980’lerden almaktadır ve direk 28 Şubat’la açıklanabilecek bir süreç değildir. Bacık’a göre bu suni yakınlaşmanın devam etmesi çok zordur çünkü halkın görüşlerine karşıt ve anti-demokratik bir şekilde ilerlemektedir. Bacık’a göre İslam’ı dışlayan bir politikanın Türkiye’de başarılı olma şansı yoktur. Ayrıca Bacık’ın düşüncesinde Kürt sorunu konusunda Türkiye ve İsrail’in çıkarlarının çatışması bu dostluğu imkansız hale getirmektedir. Irak’ta uydu devlet olarak kullanılabilecek ve Suriye ve Türkiye’de de karışıklıklara yol açacak bir Kürt devleti bu düşünceye göre İsrail’in işine gelirken, Türkiye’nin varolan kırmızı çizgileri bu dostluğun ilerlemesine izin vermeyecektir. ( Alıntı )

Gönderi tarihi:
Diyabakırlı arkadaşımın yazığı yazıyı yarısına kadar okudum.

Bence tmamen abartı bir yazı.hatta bir yerde ispatla demişsin abartı olduğunu geçmişe bir zaman makinesi yoktur gidilemez ki gözümle göreyim.AMa sen gözünde o insaları kahraman ilan ettiğin için ( neye dayanarak ettiğini bilmiyorum) o insanlar sana Balkondan aşağı atla dese atlıcaksın resmen.

 

Ahmet Kaya olayında ise.Madem ki bölücü değildi madem ki bu ülkeyi seviyordu neden çıktı Almanya konserinde "benim şarkılarımda ki her mısra Türk askerine giden bir kurşundur" dedi.

 

Şimdi diceksin bunu ispatla sen de bana diğerlerini ispatla o zaman

Ahemt Kaya onu derken neyi kastetti biliyormusun sen? Asker siddeti temsil eder, sarki sozleri ve misralar ise sanati ve barisi. "Sizlerin bize uyguladigi siddete ben misralarimla, yani kelimelerle karsilik veririm" demek istedi. Anlayana tabii!!

 

Yazdigim ney de abarti var? Hadi 16 yasimiza kadar bolgedeydik ve envay turlu devlet terorunun bizzat kurbani olduk. Ona da mi abartma diyeceksiniz beyefendi? Bizler size Tekirdag'da, Afyon'da yetiserek seslenmiyoruz. Siddetin, devlet terorunun kurbanlari olarak sesleniyoruz!

Gönderi tarihi:
Diyabakırlı arkadaşımın yazığı yazıyı yarısına kadar okudum.

Bence tmamen abartı bir yazı.hatta bir yerde ispatla demişsin abartı olduğunu geçmişe bir zaman makinesi yoktur gidilemez ki gözümle göreyim.AMa sen gözünde o insaları kahraman ilan ettiğin için ( neye dayanarak ettiğini bilmiyorum) o insanlar sana Balkondan aşağı atla dese atlıcaksın resmen.

 

Ahmet Kaya olayında ise.Madem ki bölücü değildi madem ki bu ülkeyi seviyordu neden çıktı Almanya konserinde "benim şarkılarımda ki her mısra Türk askerine giden bir kurşundur" dedi.

 

Şimdi diceksin bunu ispatla sen de bana diğerlerini ispatla o zaman

Ha bir de abarti dediginiz sey DUnya'nin en buyuk uc bilgi kaynagi olan Wikipedia'dan ve sizin kendi medyanizdandi bu arada. Kim abartmis sormak lazim! Gercekler ne zamandan beri abartma oluyor? Turkiye Israil'i kurulusundan biur yil sonra tanidi ve musluman olup Irail'le iyi iliskide olan tek ulke! Yalan mi? arastirin beyefendi!

Gönderi tarihi:
Ahemt Kaya onu derken neyi kastetti biliyormusun sen? Asker siddeti temsil eder, sarki sozleri ve misralar ise sanati ve barisi. "Sizlerin bize uyguladigi siddete ben misralarimla, yani kelimelerle karsilik veririm" demek istedi. Anlayana tabii!!

 

Yazdigim ney de abarti var? Hadi 16 yasimiza kadar bolgedeydik ve envay turlu devlet terorunun bizzat kurbani olduk. Ona da mi abartma diyeceksiniz beyefendi? Bizler size Tekirdag'da, Afyon'da yetiserek seslenmiyoruz. Siddetin, devlet terorunun kurbanlari olarak sesleniyoruz!

 

ordu bir milletin bel kemiğidir.Bende askerlik yaptım ve adıma sanıma kültürüme milletime yakışır şekilde eğer ki sen kalkıpta askerin şiddeti temsil ettiğini söylüyorsan ve bundan rahatsız oluyorsan vatan hainliği ile eş değer anlam taşıyan döngüler içerisindesin derim.Çünkü unutmaki sana burda buyazıları yazma özgürlüğü kazanman zamanın da etiğyle tıranağı ile bütün varı ile yoğu ile halka bütünleşmiş bir ordunun kanla mücadelesinin meyvesidir.ASkerlik yaptın mı bilmiyorum ama Ulu Önder Atatürk'ün askerlik için söylediği bir söz vardır "Gerekmediği sürece savaş cinayettir; gerektiğinde ise onur mücadelesidir" söylerimisin bana durduk yere kundaktaki bebeği öldüren teröristin peşine düşen , bayrak savunması için kelle koltukta dağlarda gezen asker nasıl şiddeti temsil eder bu hangi zihniyettir.ORDU BİR MİLLETİ TEMSİLİNİN DİREĞİDİR!!!! Demek ki sen bundan rahatsı zoluyorsun o dağdaki insanlarla aynı görüştesin.Üzgünüm ama Ahmet KaYAnın bu sözünü savunmakla bana da kurşun sıkmış bulunmaktasın ve benim gibi olan nicelerine !!!

 

Araştırmak tan bahsediyorsun Uluslar arası hukuk, medeni hukuk ve ceza hukuku dersleri almış biri olarak sana sorarım devlet için millet için vatan için TC yasaları yazılı olarak ne yazar sen bana bunları söyle ordan burdan kes kopyala alıntılarla bana cevap verme

ben nette bulunan kaynakların hemen hepsine güvenmem elinde şu yazarın şu kitabı diyeceğin bir kaynak göster yada sana ait olan bir düşünceyi bana aktar alıntılarla tartışma olmaz

Gönderi tarihi:

Kavramlari karistirirsaniz altindan cikamazsiniz sayin Diyarbakirli,Israil devletinin kurulmasina "hayir"denmesi baska bir alandir,"Tanimak "ise baska bir alan.

 

Kosova yi da ilk taniyan ülke Türkiye oldu.

 

Ve sizin iddianiz eger Türkiye isteseydi Israil olmazdi,bence gercekci bir yaklasim degildir.Dünya sartlarini bilmeden konusursak yanlisimizin farkina varamayiz.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
ordu bir milletin bel kemiğidir.Bende askerlik yaptım ve adıma sanıma kültürüme milletime yakışır şekilde eğer ki sen kalkıpta askerin şiddeti temsil ettiğini söylüyorsan ve bundan rahatsız oluyorsan vatan hainliği ile eş değer anlam taşıyan döngüler içerisindesin derim.Çünkü unutmaki sana burda buyazıları yazma özgürlüğü kazanman zamanın da etiğyle tıranağı ile bütün varı ile yoğu ile halka bütünleşmiş bir ordunun kanla mücadelesinin meyvesidir.ASkerlik yaptın mı bilmiyorum ama Ulu Önder Atatürk'ün askerlik için söylediği bir söz vardır "Gerekmediği sürece savaş cinayettir; gerektiğinde ise onur mücadelesidir" söylerimisin bana durduk yere kundaktaki bebeği öldüren teröristin peşine düşen , bayrak savunması için kelle koltukta dağlarda gezen asker nasıl şiddeti temsil eder bu hangi zihniyettir.ORDU BİR MİLLETİ TEMSİLİNİN DİREĞİDİR!!!! Demek ki sen bundan rahatsı zoluyorsun o dağdaki insanlarla aynı görüştesin.Üzgünüm ama Ahmet KaYAnın bu sözünü savunmakla bana da kurşun sıkmış bulunmaktasın ve benim gibi olan nicelerine !!!

 

Araştırmak tan bahsediyorsun Uluslar arası hukuk, medeni hukuk ve ceza hukuku dersleri almış biri olarak sana sorarım devlet için millet için vatan için TC yasaları yazılı olarak ne yazar sen bana bunları söyle ordan burdan kes kopyala alıntılarla bana cevap verme

ben nette bulunan kaynakların hemen hepsine güvenmem elinde şu yazarın şu kitabı diyeceğin bir kaynak göster yada sana ait olan bir düşünceyi bana aktar alıntılarla tartışma olmaz

O dediginiz ordu benim halkimi korumuyor. Iste sorun bu! Anlamiyorsunuz! O dediginiz ordu dogu cocuklarini doguya gonderen, yada bati cocuklarini Kurtlere nefretle besleyen, bozkurtcularin ve kafa tasi milliyetcilerinin dolu oldugu bir ordudur! DOguda binlerce insana kotu muamele eden bir ordudur!*****

 

Duzletelim devletimizi de ordumuzuda Turk ve Kurt halklari esit olarak kardes kardes yasayalim. Soyledigim bu seyin ne zarari var bir soylermisiniz?

 

Kusuruma bakmayin! Eger ordunuz duzelmese ben o orduyu kesinlikle desteklemem! Degistirin, arindirin o guzelim dediginiz orduyu madem oyle! :angry:

Gönderi tarihi:
Araştırmak tan bahsediyorsun Uluslar arası hukuk, medeni hukuk ve ceza hukuku dersleri almış biri olarak sana sorarım devlet için millet için vatan için TC yasaları yazılı olarak ne yazar sen bana bunları söyle ordan burdan kes kopyala alıntılarla bana cevap verme

 

 

ooooooooooo,hukukçu musunuz siz?

 

sorabilir miyim size,bu ülke de ne zaman hukuk işledi ki bize yasaları gösteriyorsunuz?

Gönderi tarihi:
ordu bir milletin bel kemiğidir.Bende askerlik yaptım ve adıma sanıma kültürüme milletime yakışır şekilde eğer ki sen kalkıpta askerin şiddeti temsil ettiğini söylüyorsan ve bundan rahatsız oluyorsan vatan hainliği ile eş değer anlam taşıyan döngüler içerisindesin derim.Çünkü unutmaki sana burda buyazıları yazma özgürlüğü kazanman zamanın da etiğyle tıranağı ile bütün varı ile yoğu ile halka bütünleşmiş bir ordunun kanla mücadelesinin meyvesidir.ASkerlik yaptın mı bilmiyorum ama Ulu Önder Atatürk'ün askerlik için söylediği bir söz vardır "Gerekmediği sürece savaş cinayettir; gerektiğinde ise onur mücadelesidir" söylerimisin bana durduk yere kundaktaki bebeği öldüren teröristin peşine düşen , bayrak savunması için kelle koltukta dağlarda gezen asker nasıl şiddeti temsil eder bu hangi zihniyettir.ORDU BİR MİLLETİ TEMSİLİNİN DİREĞİDİR!!!! Demek ki sen bundan rahatsı zoluyorsun o dağdaki insanlarla aynı görüştesin.Üzgünüm ama Ahmet KaYAnın bu sözünü savunmakla bana da kurşun sıkmış bulunmaktasın ve benim gibi olan nicelerine !!!

 

Araştırmak tan bahsediyorsun Uluslar arası hukuk, medeni hukuk ve ceza hukuku dersleri almış biri olarak sana sorarım devlet için millet için vatan için TC yasaları yazılı olarak ne yazar sen bana bunları söyle ordan burdan kes kopyala alıntılarla bana cevap verme

ben nette bulunan kaynakların hemen hepsine güvenmem elinde şu yazarın şu kitabı diyeceğin bir kaynak göster yada sana ait olan bir düşünceyi bana aktar alıntılarla tartışma olmaz

 

Hayir efendim zamaninda bu topraklar icin ordumuzu savasmadi benim dedelerim savasti! En cok benim Kurt dedelerim savasti MAras'ta Urfa'da Antep'te! Ona ragmen inkar edildik! Lutfen itiraf edilsin! Sizlerin varligini hicbir zaman inkar etmedik biz Kurtler ama sizler tam tersini yaptiniz bizlere! Kirginiz! -_-

Gönderi tarihi:
ooooooooooo,hukukçu musunuz siz?

 

sorabilir miyim size,bu ülke de ne zaman hukuk işledi ki bize yasaları gösteriyorsunuz?

 

Yani bizde simdi Masterlar filan yaptigimizi soylesek, Iki ayri bolumu bitirdigimizi soylesek, hem de Avrupa ve Amerika'da yaptik desek, 4 ulkede yasamis biri oldugumuzu soylesek! Kendimizi ovsek de ovsek biraz abes kacmaz mi? Ayip oluyor! :) Yapmayin be kardesim!

 

 

Nitekim bir insanin kaliteli bir insan olmasi icin kagit uzeri hic bir egitime gerek yoktur. George W. Bush gibi biri bile yuksek lisans yapmis olabilir ama Dunya'ya ve Insanliga asirlardir en cok zarar veren kisnin bizzat Bush bir gercektir! Yalan mi? Ote yandan hic egitim gormemis ama yine de ufku deryalar kadar genis ve ustun zekali insanlar vardir. Siz kalkmis bana ne egitiminiz var onu listelemissiniz! Ayip oldu!

 

Zeka ve mantik kagitlarla olculemez beyefendi!

Gönderi tarihi:
Kavramlari karistirirsaniz altindan cikamazsiniz sayin Diyarbakirli,Israil devletinin kurulmasina "hayir"denmesi baska bir alandir,"Tanimak "ise baska bir alan.

 

Kosova yi da ilk taniyan ülke Türkiye oldu.

 

Ve sizin iddianiz eger Türkiye isteseydi Israil olmazdi,bence gercekci bir yaklasim degildir.Dünya sartlarini bilmeden konusursak yanlisimizin farkina varamayiz.

 

 

saygilarla

 

Gercek sudur: 2. Dunya savasina girmemis Turkiye Orta Dogu'nun super gucuydu. VE istesydi Israil kurulmazdi. Su an bile Israil'e gucu yetecek tek devlet Turkiye'dir bolgede!

 

******

Gönderi tarihi:
ooooooooooo,hukukçu musunuz siz?

 

sorabilir miyim size,bu ülke de ne zaman hukuk işledi ki bize yasaları gösteriyorsunuz?

 

İlginç bir olay anlatmak isterim sizlere :D

bu olayı okulda ki ticari işletme hukuku dersinde hocam anlatmıştı bu olay gerçek yaşanmış bir olay kendisinin öğretim üyesi olmadan önce bir süre avukatlık yapmış ozamanlar başına gelmiş

 

bir tüccar vergi kaçırdığı gerekçesi ile incelemeye alınıyor gelen şikayet üzerine defterler inceelniyor.Bu arada sanık koltuğunda oturan bu tüccara bizim hoca avukatlık yapıyor.Hani derler ya eskiler en iyi muhasebeci kimdir alacağın varsa 5 vereceğin varsa 4'tür ilkesini gerçekleştirendir. :D

 

sanığın anlattıklarına bakılırsa olay sadece bir işçinin işten çıkarılma hırsını yenemediği için bir şkayet üzerine adamın incelemeye alınması.Bizim hocanın dediğine göre muhasebeci herşeyi o kadar güzel kılıfına uydurmuş ki herşey kuralına intizamına hukukuna uygun hiç bir sorun yok derken davaya bakılmış ve hakimin karşına çıkmışlar.Herşey normal derken işten çıkarılan işçinin avukatı çok ilginç bir madde atmış ortaya.Bzim hoca bile nerde yazıyor ya bu demiş sonra hakim celseyi kapatmış ve dava işçinin lehine sonuçlanmış.

 

Bu olayı niye anlattım arkadaşım hukuk ta derki yasa maddeyi yazar ama sen nasıl yorumlarsan sonuç o şekilde çıkar.Yanlış yorumlarsan kaybedersin doğru yorumlarsan kazanırsın.Türkiye bir hukuk devleti doğru evet ama hukukta da yanlışlar var.Senin ortaya attığın iddia ile benim hukuk tabirleri yazdığım olay çok farklı.Senin hukuk devleti yaklaşımın yukarı yazdığım olaylara paraleldir benim bahsettiklerim ise daha farklıdır.

 

Umarım kafanı karıştırmayı başarabilmişimdir

Gönderi tarihi:
İlginç bir olay anlatmak isterim sizlere :D

bu olayı okulda ki ticari işletme hukuku dersinde hocam anlatmıştı bu olay gerçek yaşanmış bir olay kendisinin öğretim üyesi olmadan önce bir süre avukatlık yapmış ozamanlar başına gelmiş

 

.

.

Umarım kafanı karıştırmayı başarabilmişimdir

 

iyi de benim ve sizin dedikleriniz arasında ki fark ne?

 

kafam karışmadı,avukat kardeş :sweatingbullets: örnek de ki gibidir,bu ülke de ki hukuk...daha fazlasını da siz düşünün.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.