Gönderi tarihi: 19 Eylül , 2008 16 yıl Tehlike: 22 Temmuz sürecinde alevlenen bu görüşü modern Türkiye tarihinde ele almaya çalıştım ve elimden geldiğince bu görüşün savunucularının dilinden yazmaya özen gösterdim; birçoklarını dinledim, okudum(zaten istemeseniz de hep belirli koltukları kapmış olduklarından dinlemek zorunda kalıyorsunuz ); hatta daha radikal düşünenleri ile daha ılımlı yaklaşanları arasındaki farkı görebilmenin de önemini anladım... Peki nedir tehlike??? Öncelikle marjinal grupları artık bir kenara bırakalım diyorum; tıpkı ciddi anlamda sisteme düşman anlayışa sahip "İslamcı"lar, ciddi anlamda etnik ayrımcılık körükleyen "ayrılıkçı Kürtler" ve ülkede kendini vatansever ilan edip kendi çapında işler çevirmeye çalışan "ulusalcı şovalyeler" gibi... Ama bir kenara bırakmadan önce dertlerinin ne olduğunu anlayalım ki orijine doğru etkisi azalsa da aslında abartılmış temel sorunlardır... Kurucular ne yaptılar da bu sorunları konuşuyoruz yıllardır??? Bu ülkede meclisle kurtuluş mücadelesi verildi, evet; ama sonraki süreçte bu meclisin nasıl tasfiye edilmiş olduğu ve yerine daha homojen bir fikri yapıya sahip meclisin oluşturulup nasıl tepeden inmeci devrimsel yöntemler izlendiğini artık bilmeyen yok; o yüzden geçmişimiz hakkında daha gerçekçi olup "halkıyla bütünleşip devrim yapan","halk devrimi" vb. deyimlemelerden arınmak gerekir... Dedik ya neydi dertleri??? İzlenen uç milliyetçi politikalar ve zamanla artan "tek tipleştirme" arzusu Kürtleri zaten bunaltıcı niteliktedir, bir zamanlar açıkça Kürt halkı varken zamanla "Kürt" kelimesinin bile öcü ilan edilir olması açık bir fenalıktır. Ben de Kürt olsam pek hoş düşünmezdim... Açıkça hilafeti koruyan, bunu kaldırırken bile İslam'a sahip çıkan bir devletin ilerleyen süreçte sadece laiklikle de kalmayıp daha ileri bir "dini pasifize" politikası izlemesi söz konusu edilmektedir; nerden bulabiliriz bunun izlerini??? İşte günümüzün gündemi konuşulurken kullanılan cümleler, sadece bunlar bile geçmişteki anlayışın nasıl olduğunu bize anlatmakta yeterlidir; dinin yaşanılmasındaki sancılı süreç sadece siyasi konularda değil toplumsal konularda da sürmüştür, sürmektedir... Devrim kültürüyle yetişmiş ve kendilerine tarif edilen "tipi" arayan insanların kendilerine ulus-devletin yeni anlayışı gereği karşıt olarak gösterilen değerleri kabullenmeleri ülkenin %90 ı da böyle düşünse pek mümkün olmamaktadır çünkü adı üzerinde söz konusu olan "devrim" dir; kim ne derse desin devrimin getirilerini korumak adına yaptıklarında hoşgörü bulunamayacağı açıktır hatta devrimin olduğu yerde hukuk da biter demokrasi de biter hatta niteliğe göre laiklik de biter, artık orada "devrimin amacı olan model" vardır ve bunun karşısında duran herkes tereddütsüzce baskı altına alınır... Şimdi orijine doğru yol alalım isterseniz; bir tarafta sadece "özgürlük ve demokrasi" yeter diyen Kürtler, diğer tarafta yine "bizim bu toplumda ortak bir İslami kültürümüz var" diyen Kürtler vb. Türkiye Cumhuriyeti'nden hala bir şeyler olabileceğine inanmaktadırlar. Marjinaller gibi yeri geldi mi son derece karşıt da olsalar sisteme aslında ortadoğunun kan gölüne girmek istemedikleri açıktır; hem zaten Türkiye'nin geçmişten edindiği yapı gereği çoklu anlayışa açık olması her zaman bir umudu var etmektedir. İşte bu noktada eğer kendi İslami anlayışını dayatan ya da kendi tek tip ulusunu hedefleyenler ileri giderse Kürtlerin ne özgürlük ne demokrasi adına buradan bekleyecekleri hiçbir şey kalmayacaktır çünkü bir ülke ancak üzerinde insan insanlığını yaşayabildiği sürece toplumuna gerçek bir vatan olabilir... "İslamcı" olarak fişlenenlerin pozitivist anlayışa sahip olmayıp yaşamlarında dini önplana çıkarmak isteyenler olduğunu başka bir yazımda belirtmiştim; bunların içinde sisteme açıkça düşmanlık besleyenler vardır ve sorunları demokrasi, laiklik gibi batı kavramlarının ülkeye tepeden inme getirilip üstüne bir de batıdan çok daha ilkel bir anlayışla sürdürülme çabasıdır. Türkiye'de kavramların iki sorunu vardır: 1) Batı hedeflenerek batı alınır ama hep yerelin durumu bahane edilir 2) Yerelin durumu bahane edilir ama kimse tepeden inmeci yöntemlerden vazgeçmez; işte bunu anlayan önemli bir kesim "İslamcı" artık geçirdikleri modernizasyon sürecinin de gereği olarak küresele açık hale gelmiştir. Anadoludan yükseldiği söylenilen yeni burjuvazi ya da "anaların" başörtüsünden daha renkli ve kentli "tesettür modası" aslında bunların yansımalarıdır. Zaten marjinal olanların günümüzde yükselen bu "kapitalist İslamcı" anlayışa tepkisi aslında sistemle bütünleşiyor olmalarından gelmektedir halbuki dikkat edersek bu forumlarda da pek çok ulusalcı ise "inatla" onları kabullenemeyip tam aksi düşünüşle sistemin karşısında görmektedir. Karşıt olunan sistemse birilerinin azınlık olarak çoğunluğa dayatığı toplumun değer yargılarına da uymayan yozlaştırılmış ulusalcı bakıştır. Şimdi yukarıdaki 1 ve 2 ye dönelim ve cevaplayalım ne istenmektedir: 1) Madem demokrasi var birilerinin keyfiyetinden çıksın artık bu Cumhuriyet, madem laiklik var seküler özgürlük anlayışı getiren laiklik olsun artık da din öcüleştirilmesin 2) Bizim demokrasi anlayışımızın gelişmesi için eğitim şart ama bu darbeli eğitim olamaz; bizim toplumun o saf laiklik anlayışı özümsenebilir ki bu pozitivist bir şekilde dini dışlamaya değil her türlüsüne hoşgörü göstermeye ve dini araç olarak kullanmamaya dayanır. Şimdi çok daha ileri gideceğim: Eğer marjinal ulusalcı bakış etkinliğini artırmaya devam eder ve günümüzde izlediğimiz bu paragraftaki insaları kabullenememe sürerse bu insanlar da modernizasyon sürecinde yaşadıkları kesintinin acısını daha marjinal eğilimlerle çıkarmak isteyecek ve kendi yurtlarında kendi yaşamlarına düşman bir devlet algısı içerisinde daha sert tepkiler göstereceklerdir... Devrim kültürüyle yetişmiş marjinal gurpların zararları açıkça ortaya konmuştur aslında yukarıda ancak burada da orijine gelindiğinde aslında o kadar düşmanlaştırmayan insanlarla karşılaşılır. Bu insanlara göre dine saygı da önemlidir, toplum da önemlidir ama din "kendi yerinde(onlara göre tabi)" olmalıdır ve toplum eğitimli olmadığı sürece ülkede salt toplumun değer yargıları etkili olamaz. Yani öncelikle tek tip kadar olmasa da bir bütünleştirici devrimci toplum anlayışı oturmalı ve bunların kimlikleri söz konusu olduğunda her şeyden önce ulus-devletin verdiği kimlik gelebilmelidir. Ancak kendilerini tehdit altında gören bu grup marjinal ulusalcı tek tipçilere yol verdiği sürece yukarıdaki öngörüler meydana gelecek ve aslında bizzat kendilerine zarar verdikleri bir sürece girilecektir. Burada "İslamcı" ların kendilerini "aydın" kesimleriyle barışçı ve sevgi dolu ifade etmesi, Kürtlerin çöplüğe çevrilmeye çalışılan ortadoğudaki ısınmalara karşı Türkiye ile tam anlamıyla bütünleşmesi gerekmektedir... Yukarıda da gördüğümüz gibi asıl iş elit bürokrasiyi de oluşturan ulusalcı anlayışa düşmekte ve merkezi ifade eden bu grup kendini marjinallerden arındırıp toplumu bütünüyle kabullenebilecek bir girişimde bulunamazsa herkes daha marjnalleşecektir... Merkez-çevre bütünleşmesi sorunu çözümlenmeden ve çözülemeden kimse ülkede tehlikelerden kurtulacağını sanmasın... Not: Liberaller, sosyalistler vb. ne değinmedim çünkü şimdilik asıl gerilim yukarıdaki üç noktada toplanmakta büyük ölçüde; sizleri de unutmadık yani ... Saygılar... Türkiye: Bugün birçok şahıs haklı olarak ya da haksızca devlete;yönetime tepki gösterebilir;kimisi halk-devlet ilişkisini zedelenmiş bulabilir;kimisi devlet gerçek sahiplerinde değil diyebilir;çeşit çeşit görüşler havada uçuşur,bu çeşitliliğe sahip bir ülke olmak sadece karmaşa olarak anlaşılmamalı;bazı şeylerin konuşulabildiği bir yer olma yönü de hesaba katılmalı... Farklı anlayış ve yaşam tarzlarının buluştuğu bir yer Türkiye;yer yer baskı kendisini hissettirse de hatta birilerini(ülkeyi düşünmeyen değil)dışarı atsa da yine de Türkiye bir çok yere göre daha rahat ve farklılığı kaldırabilecek bir mekan bence;Ortadoğu'ya bakın;kan ve karmaşa her güne yayılmış bazı noktalarda,ötekilerinde de fazla paranın gereksiz,faydasız harcaması görülür;bir yerde insan öldürülürken ötekiler öldürenlerin ortağı ya da sadece gaza gelip sövebiliyor fazlası değil gerçekten;batıya çevirin kafanızı Ortaçağ kilisesinin skolastik anlayışından kurtulmuşlar,duygular yitirilmek üzere teknik yükselirken kendi disiplinini oluşturmuş gruplar yok değil ama geneli "Yeni Dünya tapınakları"nın skolastik anlayışının kölesi olmuş;kendi dinamizmi içinde insanlığını kaybeden "çağdaş" dünya, bu dünyanın çıkarları içinde boğulan "çağdaşlaşma meraklıları" ve "geride" hayatını bir şekilde sürdürmeye çalışan "çağ dışı" yaşamlar ya Türkiye!!! Türkiye de doğal olarak yeryüzündeki her türlü rüzgar ve fırtınadan etkilenebilir ama etrafımıza baktığımızda her şeye rağmen var olabilen sıcak insaniyeti;samimice bazı değerlere sahip çıkmayı;kendini dünyaya kapatmayan ama biraz fazla "meraklıca" karanlık kuyulara atlamayan insanları görürüz;ülkemizde dökülen kan da ihtiyacı duyulan temel tüketim maddeleri de bir çok "sömürülmüş" toprağa göre azdır ve insanımızın gözündeki parlaklık da hayattan zevk almayan aşırı tatmin olmuş halklardan fazladır;her şeye rağmen diyorum ki:Türkiye içinde; kendi içinde kendisini ileri götürecek gereçlere sahiptir... Tehlikecinin farkında mısınız?(22 Temmuz sürecinde): Türkiye'de bürokrat bir elit tabaka oluşturulmuştur ve bu tabaka halkın iradesine set çekmektedir.Kendi politikalarına uygun olmadığı için mevcut yönetimi sertçe eleştirmektedirler.Özelleştirme küreselleşen dünyanın gereğidir, ülkenin daha ileri seviyelere taşınmasında katkısı olacaktır. Ulusalcılar ve Milliyetçiler terör sorunu konusunda yapıcı olmamaktadırlar.Türkiye dini devlet olmak bir yana dışa açılan ve hedefi AB olan bir devlettir.Ülke tehlikenin içinde değildir, gelişmektedir. Ülkede bazı kavramlar gelişmenin ve çağdaşlaşmanın önünü tıkamak için kullanılmaktadır; üzerinden siyaset yapılan bu kavramlar netçe tanımlanmalı ve gelişime uygunca yorumlanmalıdır................ Ve daha birçokları söyleniyordu, kimisi bazı hassasiyetlere de katılıyordu, kimisi daha da radikalce tavrını ortaya koymaktan geri kalmıyordu... Tehlikecilere karşı savunulanlar(Tehlikecinin farında mısınız? görüşü) ana hatlarıyla şöyle listelenebilir: 1)Kırmızı çizgiler uzlaşıya engel olmamalıdır(dış politika, terör) 2)Ülke dışa açılarak gelişmeli, özelleştirmeler yapılmalıdır 3)Siyaset halkın iradesi esas alınarak sürdürülmelidir(demokrasi) 4)Üzerinden siyaset yapılan kavramlar yorumlanmalı, tanımları netçe yapılmalıdır 5)Hizmet öncelikli hedef olmalıdır Saygılar... Sevgiler... Tehlikenin farkında mısınız?(22 Temmuz sürecinde): Ülkede estirilen gelişim havası esas gerilemenin örtülmesi için kasıtlı yapılmaktadır. AKP dönemi ve ılımlı İslamcı akımların yükselişi ABD-İsrail in BOP u içindir ve İslam kullanılarak Türkiye ortadoğuda istenen tabloya uygun olarak parçalanacak, temellerinden dönüşümler yaşayacaktır. Bundan sorumlu olanlar özelleştirmelerle ve dışa açılım adı altında yapılan her türlü eylemle vatanı zora sokacak günleri getirmekte ve hizmet ediyoruz adı altında kadrolaşmalarla ülkenin yönetimini mutlak olarak ele geçirmeye çalışmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti gerici ve bölücü tehdidi altındadır ve bunun için eğitimsiz kitleleri aldatanlara karşı tehlikenin farkında olan aydınlar ve vatandaşlar harekete geçmelidir............ Bu ve beznerleri söylenmekteydi; kimisi daha fanatikçe fikirlere kapılmış hatta hukuku zorlayacak eylemlere de girişmişti, kimisi ise daha ılımlı tavırlarıyla merkezde bulunmayı tercih ediyordu... Tehlikenin farkında mısınız tarafının ana hatları: 1)Ülkenin kırmızı çizgileri aşılıyor; bu varlığımızın tehdit altında olması anlamına gelir 2)Özelleştirmeler haddini aşarcasına gerçekleşmekte ve kısa vadeli faydalar için uzun vadeli zararlar altına girilmektedir 3)Halkın özellikle eğitimsiz kesimleri ve zaten ülkeyle barışık olmayan kesimlerine karşı dikkatli olmak gerekir, devlet seçilmiş hükümetten ayrı ve üst bir statüdedir 4)Kadrolaşma ve yolsuzluklar artmış, borçlanma geleceği tehdit eder hale gelmiştir; ülkenin çıkarları gözetilmemektedir 5)Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelikleri tehdit altındadır; bunlara sıkı sıkıya sarılmak gerekir Sevgiler... Saygılar... Hatalarımız olmuş olabilir; belki bir kez daha okur ve onları da düzeltmeye çalışırız ama sanırım bu toplama başlık her kesimden insanın aslında yine bu ülkeyi düşünmek zorunda olduğunu anlatmaktadır bir kez daha... Ülkemiz çok verimli ve önemli olduğu için değil midir ki herkes kendisince bir "tehlike"ye karşı "mücadele" etmektedir...
Gönderi tarihi: 19 Eylül , 2008 16 yıl Tehlike: 22 Temmuz sürecinde alevlenen bu görüşü modern Türkiye tarihinde ele almaya çalıştım ve elimden geldiğince bu görüşün savunucularının dilinden yazmaya özen gösterdim; birçoklarını dinledim, okudum(zaten istemeseniz de hep belirli koltukları kapmış olduklarından dinlemek zorunda kalıyorsunuz ); hatta daha radikal düşünenleri ile daha ılımlı yaklaşanları arasındaki farkı görebilmenin de önemini anladım... Peki nedir tehlike??? . . Bu yazı gerceklerı yansıtmıyor artı tehlıkeyı ınkar edıyor artı AKP kokuyor artı bu yazı ancak belırlı bır kesımın hep ıddıa ettıgı seyler yanı tehlıke yokturla uyutma kampanyası. saygılarla
Gönderi tarihi: 20 Eylül , 2008 16 yıl İste AKP nin gercek yüzü: -*Partimin mensupları olarak yalan yanlıs yazan medya karsısında sizlerde kampanyanızı yapın,sürdürün ve evlerinize sokmayın* Bu sözler dün partisinin ıftar yemeginde AKP nın basbakanı tarafından söylendi.Bu resmen faşizmin ayak sesidir.Bir geldik pir geldik demek istiyor başbakan,bir gecede AB emretti diye 50 adet uyum yasası cıkarttıran basbakan basın özgürlügünü yok etme savası acmıstır.Bu resmen faşizm kokmaktadır.Ancak faşist düzenlerde muhalefet yoktur. Ergenekona savcı olan basbakan Deniz fenerinede avukat oldu,halbuki bir basbakan böyle konularda tarafsız olmakla yükümlüdür,halbuki basnakan sucluların telası ıcersinde sucüstü yakalanmıs olmanın öfkesiyle basına saldırmaktadır.Yandas medya zaten Deniz feneri ile ilgilenmemektedir,nasıl ilgilensinlerki karıstırsalar ucu onlara dokunacak,onlar icin en iyisi Ergenekon senarosu ile ugrasmak yalan haberlere yer vermektir.Deniz feneri davas ısonuclandı simdilik Alman makamları AKP nin baskı tesebbüsüne ragmen karar vermis ve faillerin taseronlarını iceri tıkmıstır.Ne yazıkkı bizim dincilerimiz Alman savcısını kafa kola alamadılar. Deniz fenerinin Türkiye ayagı ıse asıl faillerden olusuyor.Zahid Akman ve Zekeriya Karaman,İsmail Karahan ve Harun Yoldaş,bu isimlerden olusan klik ve tünelin öteki ucundaki Tayyip Erdogan Basbakan basbakanlıga yakısmayan bir tutum icersinde nereye saldıracagını bilmiyor Zahid Akman koltuga yapısmıs gitmiyor,gidemez yargı korkusu var,attan inip esege binmek derler buna. Bu olaylar ve 5 yıllık AKP yönetimini bunların gercek yüzlerini anlatıyor ama tabiiki anlayana... saygılarla
Gönderi tarihi: 20 Eylül , 2008 16 yıl Tehlike: Tehlikecilere karşı savunulanlar(Tehlikecinin farında mısınız? görüşü) ana hatlarıyla şöyle listelenebilir: 1)Kırmızı çizgiler uzlaşıya engel olmamalıdır(dış politika, terör) 2)Ülke dışa açılarak gelişmeli, özelleştirmeler yapılmalıdır 3)Siyaset halkın iradesi esas alınarak sürdürülmelidir(demokrasi) 4)Üzerinden siyaset yapılan kavramlar yorumlanmalı, tanımları netçe yapılmalıdır 5)Hizmet öncelikli hedef olmalıdır Tehlikenin farkında mısınız?(22 Temmuz sürecinde): Tehlikenin farkında mısınız tarafının ana hatları: 1)Ülkenin kırmızı çizgileri aşılıyor; bu varlığımızın tehdit altında olması anlamına gelir 2)Özelleştirmeler haddini aşarcasına gerçekleşmekte ve kısa vadeli faydalar için uzun vadeli zararlar altına girilmektedir 3)Halkın özellikle eğitimsiz kesimleri ve zaten ülkeyle barışık olmayan kesimlerine karşı dikkatli olmak gerekir, devlet seçilmiş hükümetten ayrı ve üst bir statüdedir 4)Kadrolaşma ve yolsuzluklar artmış, borçlanma geleceği tehdit eder hale gelmiştir; ülkenin çıkarları gözetilmemektedir 5)Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelikleri tehdit altındadır; bunlara sıkı sıkıya sarılmak gerekir Hatalarımız olmuş olabilir; belki bir kez daha okur ve onları da düzeltmeye çalışırız ama sanırım bu toplama başlık her kesimden insanın aslında yine bu ülkeyi düşünmek zorunda olduğunu anlatmaktadır bir kez daha... Bu yazıyı okurken,yazıyı yazan kişiye hayran kaldım;tebrikler.ali0_1 sen yazmışsan bunu ayrıca teşekkürler,gerçekten de okurken haz aldım;bir daha düşündüm.Gelelim tespitlerine; Öncelikle tehlike olarak gören ve tehlike olarak görülenler konusunda ki tespitlerinden başlayalım. ''1)Kırmızı çizgiler uzlaşıya engel olmamalıdır(dış politika, terör)'' ve ''1)Ülkenin kırmızı çizgileri aşılıyor; bu varlığımızın tehdit altında olması anlamına gelir'' işte kırmızı çizgiler ve ortak noktada uzlaşma anlayışı. Bizim olmazsa olmaz kırmızı noktalarımızdan ikisine değinmişsiniz daha çok.İrtica ve Bölücülük korkusuyla setler çekilmiş Laiklik ve Kürt sorunu. Laikliğe sorun dedim;çünkü hala bizim için anlaşılmayan,hala taraflarca tanımlanan ve hala keyfi uygulamalara zırh olansa bir sorundur..Laklik kaba anlamıyla;din ve devlet işinin birbirinden ayrı olmasıdır.Devletin yasa ve kurallarında dini ölçüt almamasıdır.Bu kadar basitken,devlet içerisinde yer alan bireyin kişisel tercihleri ile farklılaşan Laiklik konusunda uzlaşma nasıl olur? Kürt ve bölücülük kırmızı çizgisine gelelim.Kürt'lerin talepleri eşittir bölücülük.Bakın ne kadar basit tanımlamalar.Ne kadar acı.ali0_1 arkadaşımız bu konuda çok güzel tespitler yapmış.Ekleyecek kalmadı benim için.Yalnız şunu belirteyim;hak talep edilir ve bu haklar insani ise yok sayılamaz.Kürtçe Kürdün dilidir;bunu talep etmek en doğal hakkı olmaz mı?Tabi buna eminim hemen bölücülük etiketi vurulur;resmi olacak bir dilden değil;öğrenilmek istenen bir dil kastım. İslami duyarlılığa sahip olan Kürtler ve İslamı tehlike olarak gören Kürtler;bunlar arasındaki çekişmelere ayrıca değinmek gerek. Kürt sorunu hakkında varılabilecek en güzel çözüm yine demokrasidir.Demokratik haklar ile sınırlanmış bir özgürlük anlayışı burada çözüm içim önemli bir adımdır. uzlaşmadan ne anladığımız,bu noktalarda varılabilecek uzlaşmada kilitttir.Hele ki uzlaşma özrü bir ülkemiz ise bahis konumuz;o zaman işin içinden çıkmak biraz daha da zorlaşır. Çok uzatmadan diyeceğimi diyeyim; tehlike olarak görülenler; kırmızı çizgiler uzlaşı içinde cesurca aşılmalıdır;ama lütfen aşarken uzlaşı anlayışımız güçlüden taraf olmasın,dürüst ve insani olsun. tehlike olarak görenler; kırmızı çizgilerin aşılması;aydınlık yarının habercisidir.Bizler bunu tehlike olarak görmeyi bir tarafa bırakıp,o çizgilerin aşılmasında söz sahibi olmaya bakalım.Zira bu bizim geleceğimiz.... ali0_1 çok güzel bir başlık,tüm maddeleri tek tek kendimce yorumlamaya çalışacağım.Güzel bir ülkemiz var dediğin gibi;onu çıkarlara kurban etmeyeceğiz;güzel insanlarımız var;onu kendimizden ötekeleştirmeyeceğiz. eline,emeğine,yüreğine sağlık...saygılar!
Gönderi tarihi: 20 Eylül , 2008 16 yıl Türkiye ıle ilgili özellıkle kürtcü ve dıncılerın bırlestıgı nokta Tehlıke denılen seylerın aslında uluscuların sloganları oldugudur. Kürtcülerde olmayan vatan kavramı dıncılerde kı Islam ımparatorlugu hayallerı bu ıkı kesımı bırbırıne yaklastırdıkca yaklastırmıstır. Türkıyede Kürt sorunu yoktur olmamıstır tam aksıne Kürtıstan hayallerı ıle dıs güclerle ısbırlıgı yapan Kürtler bu ülkede sorun yaratmıslar kan akıtmıslar bınlerce ınsanın hayatına malolmuslardır.Dıncıler hazmedemedıklerı Osmanlının ortadan kaldırılısının ıntıkamını alabılmek ve yenı bır osmanlıcılık serüvenıne kalkısabılmek ıcın ayrılıkcılarla ısbırlıgı yapmaya baslamıslardır.AKP nın bu ıkı kesım tarafından savunulması ne olursa olsun AKP gıtmesın cabaları **** Kırmızı cızgılerı önemsemeyenler Kıbrısın verılmesıne Irakın bölünmesınede sıcak bakanlardır.Rusya kırmızı cızgılerın ne anlama geldıgını Gürcülere ve dünyaya cok acık ve net olarak göstermıs ama bızım kırmızı cızgılerımızı cıgneyenlerı bız bagrımıza basmaktayız. ******* saygılarla
Gönderi tarihi: 20 Eylül , 2008 16 yıl İste AKP nin gercek yüzü: -*Partimin mensupları olarak yalan yanlıs yazan medya karsısında sizlerde kampanyanızı yapın,sürdürün ve evlerinize sokmayın* Bu sözler dün partisinin ıftar yemeginde AKP nın basbakanı tarafından söylendi.Bu resmen faşizmin ayak sesidir.Bir geldik pir geldik demek istiyor başbakan,bir gecede AB emretti diye 50 adet uyum yasası cıkarttıran basbakan basın özgürlügünü yok etme savası acmıstır.Bu resmen faşizm kokmaktadır.Ancak faşist düzenlerde muhalefet yoktur. Ergenekona savcı olan basbakan Deniz fenerinede avukat oldu,halbuki bir basbakan böyle konularda tarafsız olmakla yükümlüdür,halbuki basnakan sucluların telası ıcersinde sucüstü yakalanmıs olmanın öfkesiyle basına saldırmaktadır.Yandas medya zaten Deniz feneri ile ilgilenmemektedir,nasıl ilgilensinlerki karıstırsalar ucu onlara dokunacak,onlar icin en iyisi Ergenekon senarosu ile ugrasmak yalan haberlere yer vermektir.Deniz feneri davas ısonuclandı simdilik Alman makamları AKP nin baskı tesebbüsüne ragmen karar vermis ve faillerin taseronlarını iceri tıkmıstır.Ne yazıkkı bizim dincilerimiz Alman savcısını kafa kola alamadılar. Deniz fenerinin Türkiye ayagı ıse asıl faillerden olusuyor.Zahid Akman ve Zekeriya Karaman,İsmail Karahan ve Harun Yoldaş,bu isimlerden olusan klik ve tünelin öteki ucundaki Tayyip Erdogan Basbakan basbakanlıga yakısmayan bir tutum icersinde nereye saldıracagını bilmiyor Zahid Akman koltuga yapısmıs gitmiyor,gidemez yargı korkusu var,attan inip esege binmek derler buna. Bu olaylar ve 5 yıllık AKP yönetimini bunların gercek yüzlerini anlatıyor ama tabiiki anlayana... saygılarla Politika,bugün tehlike olan AKP ise dün tehlike olan hangi zihniyet...Ben kesinlikle taraf tutmuyorum,ama bırakın o mu bu muyu şuna bakalım;bütün bunlar ne oluyor?Kimin ne istediği,kimin hangi tarafta olduğu belli değilk ya.Bu kadar olur.Bir medya patronu,dün AKP bayrağı taşırken bugün resmen düşman.D Derneği din adına sömüren.Yani bir ülke bu kadarını hak etmez.
Gönderi tarihi: 21 Eylül , 2008 16 yıl Yazılarınızı okudum arkadaşlar.... Tam böyle birşeyler yazayım dedim; vaz geçtim... Huyumdur, varsa bana ters olan birşey illede üzerine gitmek, kurcalamak isterim.. Duramadım, yine yazayım dedim... Sonra aklıma yazdığım yazıların "kendi fikrim" olması hasebiyle ağır eleştiriler yapıldığı geldi!... Öyle ya, herşeyi bir tek "ben"mi biliyorum. Hatta kafama göre yorumlama hakkına sahipmiyim ki; haldır huldur yazıyorum.... Sonra, çok beğendiğim bir yazıyı buraya koymanın tam yeri olduğunu düşündüm! Ve sanırım önümüze konan çok fazla "ŞART"lara cevap olabilecek kadar derin... Ve sözü edilen tehlike ŞU; * * * Soner YALÇIN Dünden bugüne, isim isim siyasal İslam’ın gizli kasaları Bugünlerde herkesin dilinde Deniz Feneri, Kanal 7 ya da Zekeriya Karaman, Zahid Akman isimleri var. Biraz geçmişi bilenler; Erbakan’ın kayıp trilyonlarını, Süleyman Mercümek’i ya da Yimpaş, Kombassan, İhlas, Jet-Pa, Endüstri Holding’i hatırlar. Peki siz, Mehmet Satoğlu, Tahsin Armutçuoğlu, Gürgen Mazhar Bayatlı, Beşir Darçın isimlerini duydunuz mu? Bunlar kimdi? Kimlerin gizli kasasıydı? Neden yargılandılar? Sonra nasıl ortadan kayboldular? Gelin biraz gerilere gidelim. "BİR lokma bir hırka" ile yetinenler bugüne nasıl geldi? Tarikat, siyaset, ticaret üçlemesiyle ilk kez Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhı karşılaştı. Şeyh Ahmed Ziyaüddin, 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması’yla Anadolu’ya gelen yabancı sermayeye karşı, ulusal pazarı korumak için "yardım sandıkları" kurdu. Toplanan zekátlar, yoksullaşan esnaflara aktarılarak milli sermaye korunacaktı. Şeyh Ahmed Ziyaüddin tüccar bir ailenin çocuğuydu. Bu nedenle bu hareketi kişisel olabilir miydi? Hayır. Çünkü: Yıllar sonra, 1954’te benzer uygulamayı yine aynı tarikat hayata geçirdi. Demokrat Parti’nin ülkeyi ithal mallara boğması üzerine, Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhı’nın şeyhi Mehmed Zahid Kotku’nun girişimiyle "Gümüş Motor" kuruldu. Amaç "milli sanayi" yaratmaktı. Üzerinde cami resmi olan hisseler çıkarılıp satıldı. Ancak, bu milli atılım pek uzun ömürlü olamadı; Gümüş Motor battı. İş mahkemeye yansıdı. Genel Müdürü Necmettin Erbakan’ın, dönemin parasıyla 69 bin lirayı kardeşi Kemalettin Erbakan’a gönderdiği murakıp raporlarında ortaya çıktı. Yıllık imalatı, Devlet Planlama Teşkilatı’na 10 bin olarak bildirmişlerdi; gerçek rakam 70 idi! Vs. vs. MNP’nin şirketleri Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhı zamanla ticaretin yanına siyaseti de koydu. Yani artık bireysel girişimcilikle değil, iktidara gelerek milli sanayi hamlesi gerçekleştirilecekti. 26 Ocak 1970’te Milli Nizam Partisi’ni kurdular. Yargıtay Başsavcılığı, partinin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı. 21 Mayıs 1971’de parti kapatıldı. Mal varlığına el koydu. İşte bugün konuştuğumuz kritik mesele bu son cümlede saklıdır: Bu tarihten sonra milli görüş hareketinin kurduğu tüm şirketler, partiler-dernekler üzerine değil, kişiler üzerine kuruldu. Örneğin, 18 Haziran 1971’de "İPA AŞ" kuruldu. Kurucularından Tahsin Armutçuoğlu ve Mehmet Satoğlu, Milli Nizam Partisi kurucusuydu. T.Armutçuoğlu ve M.Satoğlu bir başka şirket daha kurdular: "Nidaş." Bu şirketin ortakları arasında Hasan Aksay, Fehmi Cumalıoğlu gibi yine Milli Nizam Partisi kurucuları vardı. Aksay ve Cumalıoğlu bu kez Oğuzhan Asiltürk, A. Tevfik Paksu ile "Yeni Neşriyat AŞ"yi kurdular. 17 Ağustos 1972’de faaliyete geçen bu şirket, Milli Gazete’yi çıkardı. Milli Nizam Partisi "şirketlerine" baktığınızda hemen hepsinde iki isim öne çıkıyor: Avukat Tahsin Armutçuoğlu ile Harita Mühendisi Mehmet Satoğlu. Mehmet Satoğlu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dayısıdır. Uzatmayayım, kişiler üzerinde gözüken şirketler aslında partinindi. MSP’nin şirketleri MNP kapatılınca Milli Görüş, 11 Ekim 1972’de Milli Selamet Partisi’ni kurdu. Bu partinin "şirketlerine" baktığınızda bir isim ön plana çıkıyor: Gürgen Mazhar Bayatlı. 8 Şubat 1977’de kurulan "Milsan"; 3 Mart 1978’de kurulan "Mila AŞ"; 27 Ağustos 1980’de kurulan "Mades Holding" ve yine aynı gün kurulan "Heka Dış Ticaret AŞ"nin kurucuları arasında hep Gürgen Mazhar Bayatlı vardı. Peki, bu şirketler ne yapıyordu? Mila AŞ’nin yeri, MSP genel merkezinin bulunduğu Hoşdere Caddesi’ndeki Alican Apartmanı’ydı. 5 milyon sermayeyle kurulan bu şirket, kuruluşundan dört ay sonra Demetevler’de 10 milyon liraya apartman aldı ve adını "Milli Görüş Sarayı" koydu. Burada parti toplantıları yapılıyordu zaten. Şirketlerin sermayeleri hızla arttı: Örneğin, Milsan 2 milyon lira sermaye ile kuruldu. Beş buçuk ay sonra 15 Temmuz’da sermayesini 13 milyona çıkardı. 30 Nisan 1979’da ise rakam 22 milyona çıktı. 22 Nisan 1981’de ise 50 milyona yükseldi. Milsan’a bu paralar nereden geliyordu? Milsan’ın, Vakıflar Bankası Fatih Şubesi’ndeki 1016 No’lu hesabına, 18 Şubat 1977 tarihinde Yapı Kredi Bankası Ankara Aşağı Ayrancı Şubesi’nden 630802 No’lu çekle 1 milyon 900 bin lira yatırıldı. Aşağı Ayrancı’daki bu hesap kime aitti; Necmettin Erbakan’a! Káğıt üzerinde MSP’nin mali işlerinden sorumlu kişi; Genel Başkan Yardımcısı Abdurrahim Bezci gözüküyordu. "Gözüküyordu" diyorum, çünkü Bezci İzmit’te yaşıyordu ve Ankara’ya pek gelmiyordu. İşin özünde partinin parasal işlerini yürüten kişi Gürgen Mazhar Bayatlı idi. Ziraat Bankası Çankaya, Vakıflar Bankası Kızılay, Yapı Kredi Bankası Çankaya şubelerinde hesapları vardı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Mazhar Gürgen Bayatlı tutuklandı, hapis yattı ve "Şirketleri aldığım borçlarla kurdum" deyince, salıverildi. Sonraki yıllarda ismi Erbakan hareketi içinde bir daha hiç ön plana çıkmadı. Bugün Niğde’de yaşıyor. 6 Nisan 2007’de TBMM Üstün Hizmet Ödülü’nü dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın elinden aldı! O törende Deniz Feneri de ödül aldı! RP’nin şirketleri 1980’lerde yeni parti kuruldu: Refah Partisi. Ve bu partiyle birlikte yeni bir isim ortaya çıktı: Beşir Darçın. Beşir Darçın aslında Ankara Ulus’ta terziydi. Bakın sonra nasıl trilyoner oldu? En büyük parayı hac organizasyonundan kazandı. Bilirsiniz, 1988’de Suudi Arabistan, Mekke’ye kontenjan koydu; Türkiye’nin nüfusu 72 milyon ise o yıl sadece 72 bin kişi gidebilecekti. Hacı adayları kendi kafalarına göre gitmeyecekti; bir organizasyona dahil olacaklardı. En büyük organizasyonu, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı yapıyordu. Ancak hepsinin altından kalkması zordu, yarısını özel şirketlere verdi. Bu özel şirketlerden biri de RP genel merkezinin bulunduğu binada faaliyet yürüten "ETAŞ AŞ" idi. Sahibi Beşir Darçın idi. Beşir Darçın 1990 yılında da, "Van Der Zee" adlı şirketi satın aldı. Alır almaz da Suudi Arabistan, Beşir Darçın’a beş bin kişilik ek/özel kontenjan verdi! Kontenjan tabii Refah Partisi’ne verilmişti. Düşünebiliyor musunuz, Suudi Arabistan, Türkiye Cumhuriyeti’ne değil RP’ye kontenjan veriyordu. Niye sizce? Evet, Beşir Darçın hac organizasyonundan çok para kazandı. Diyanet’ten sonra en büyük hac organizasyonunu "Van Der Zee" yapıyordu. Bürosu nerede miydi? Tabii RP genel merkez binasında. Zaten binanın sahibi de Beşir Darçın’dı! "Gizli Kasa" Beşir Darçın’ın, "ETAŞ" gibi, "Sürtaş" adlı şirketi de aynı binadaydı. Hatırlatayım; RP’nin genel muhasibi yine MSP’de olduğu gibi Abdurrahim Bezci’ydi. Ve Bezci hálá İzmit’te yaşıyordu. Zaten kulakları artık pek duymuyor, gözleri de iyi görmüyordu. Yani göstermelikti! Beşir Darçın sadece hacılardan para kazanmadı. Tefecilik yaptı: Nakit paraya sıkışan Konyalı işadamı Süleyman Çınar, Beşir Darçın’dan 1 milyar borç aldı, 30 gün sonra bunu 1 milyar 104 milyon olarak ödeyecekti. Süleyman Çınar borçlarını ödeyemedi ve Beşir Darçın ailenin gayrimenkullerine ve Toroslar Un Fabrikası’na el koydu. Bitmedi: Beşir Darçın, Kurban Bayramı öncesi Milli Gazete’ye ilan verdi: "Bankada açtığımız hesaba 1 milyon lira yatırın; bizler sizin adınıza kurbanı kesip Bosna-Hersek’e, Azerbaycan’a, Abhazya’ya gönderelim!" Araştırıldı; ortada para çok ama kesilen kurban yoktu! Beşir Darçın gözaltına alındı. Ancak birkaç gün sonra suçsuz olduğu anlaşılıverdi! Beşir Darçın son olarak Milli Gazete’nin yan kuruluşu MİLDA’nın ortağı olarak özelleştirmeden SEKA Giresun káğıt fabrikasını satın aldı. 2000’li yıllarda Beşir Darçın adı pek duyulmadı. Bugünün gizli kasaları "sakallı"lar; "aslan" gibi delikanlılar... Sonuçta: "Ne zaman ticaret, siyaset, dergáhların kapısından içeri girdi; ’bir lokma bir hırka’ tarihe karıştı" diyebilir miyiz? Bilemiyorum. Bildiğim, paranın dini, imanı yoktur. RP’nin kapatılma davası delili: TARİH: 21 Mayıs 1997 Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Refah Partisi’nin "laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı. İddianameden ilgili bölümü aktarayım: "Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Kanal 7’ye para toplamak için yaptığı konuşmada, ’Televizyonu olmayan bir davanın yürümesi mümkün değildir. Bir topluluğun toplum olması mümkün değildir. Kaldı ki bugün yapılmış olan cihada, yani Hakk’ın hákim olması için yapılan mücadelede, televizyonu isterseniz topçu kuvvetli olarak tarif edin, isterseniz hava kuvveti olarak tarif edin, onun gidip bir tepeyi bombalamasından önce, piyadenin o tepeyi işgal etmesi, zaptetmesi mümkün değildir. Onun için bugün yapılmış olan cihadı televizyonsuz yapmanın imkánı yoktur. İşte bu kadar hayati bir konu için acıyıncaya kadar vereceğiz. Bugün bu inançla Kanal 7 için para vereceğiz’ demiştir." Necmettin Erbakan, Anayasa Mahkemesi’ndeki savunmasında bu konuşmasının "montaj" olduğunu iddia etti. "Şimdi, ne yapılmış; Kanal 7 reklam almak için işadamlarını toplamış. Bizden de rica etmiş ki, ’Bakın biz sizin haberlerinize yer veriyoruz, bize yardımcı olun. Bizim reklamdan başka hiçbir gelirimiz yok’ demiş. 300500 işadamı toplanmış, Onlara tavsiye götürmüş, hepsi tamamen bir sohbet havası içinde..." Erbakan, iddianamede yer alan, "Bugün cihadı televizyonsuz yapmanın imkánı yoktur" sözünü Afgan mücahitleri için söylediğini belirtti. "Bakın, Afgan mücahitleri bu kadar yıl uğraştılar bir devlet kurmak için, kendileri o sırada gelip gittikçe her yerde temaslar ederken, devlet kurmayı çok kolay zannediyorlardı. Onları ikaz için demiştim ki, bir devlet her şeyi ile kurulur; siz harpten çıkıyorsunuz, önce kendinizi tanıtmak için bir televizyona önem vermeniz lazım. Televizyonsuz hareket edemezsiniz. Onun için devlet kurmak kolay iş değildir." Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, "Kanal 7 yöneticileri ve sahipleri arasında partinizde milletvekili, yönetici hiç kimse var mı" diye sordu. Erbakan, "Eskiden vardı. Kanal birçok insanın iştirakiyle kurulmuştur, ama onlar milletvekili, yönetici olduktan sonra o görevlerinden ayrıldılar" dedi. Refah Partisi, 16 Ocak 1998 tarihinde kapatıldı. Erbakan’ın girişimiyle 1993’te kurulan Kanal 7 daha sonra siyasal tercihini Başbakan Erdoğan’dan yana yaptı. Ve "cihat için" televizyonun önemini bilenler, televizyon kanalı-gazete sayısını her geçen gün artırdı. Bunun için artık sadece zekátla yetinmiyorlar, kamu bankalarını bile kullanıyorlar. * * * Horbo’nun babası Çolak Memo! BİRİNCİ Dünya Savaşı’nda Suriye cephesinde kolundan vuruldu; namı oradan geliyordu. Savaştan sonra dağa çıktı; eşkıya oldu. Zaman zaman Malatya’ya iniyordu erzak almak için. Dört tığ gibi adamıyla gittiği şehir yolunda, hilal kaşlı, kara gözlü, buğday tenli bir kıza vuruldu: Emine. Soruşturdu; kız mıydı gelin mi? Emirler Köyü’nün ağası Vahap Ağa’nın küçük kızıydı; daha henüz 15 yaşındaydı. Köye heyet gönderdi; "Allah’ın emri..." Vahap Ağa sözlerini kesti: "Benim eşkıyaya verecek kızım yok." Haberi alan Çolak Memo, 30 atlıyla Emirler Köyü’nü basıp Emine’yi kaçırdı. Küçük Emine, Çolak Memo’nun ilk karısı değildi. Çolak Memo, 13 kadınla evlendi. Dördüncüsünü boşar, bir daha alırdı. Cumhuriyet’ten sonra eşkıyalığa ve mecburiyetten çokeşliliğe son verdi Çolak Memo. Emine, kocası Çolak Memo’dan hep korktu. Bir gün evde kumalar Meryem, Bedriye ve Emine otururken, polisler bir hırsızlık soruşturması için eve geldi. Çolak Memo sorulara cevap verirken, diğer odada üç karısının konuşup gülmelerine sinirlendi. Gidip, Emine’yi balkondan attı. Çolak Memo bu olay nedeniyle üç yıl hapis yattı. 1933’te cezaevinden çıkınca Emine’nin gönlünü aldı ve onu hamile bıraktı. Emine, Çolak Memo’dan dört çocuk sahibi oldu. Kocası ölünce Malatya mensucat fabrikasında çalışmaya başladı. Büyük oğluna çok güveniyordu; çok çalışkandı, sınıfları hep dereceyle bitiriyordu. Onu küçüklüğünden beri "Horbo... Horbo" diye seviyordu. "Horbo" dayısının kızıyla nişanlıydı. Bir gün fabrikaya polisler geldi; Emine’yi alıp karakola götürdüler. Oğlunun ünlü gazeteci Ahmet Emin Yalman’a suikast yaptığını öğrendi. "Horbo" cezaevine giderken o da ameliyat masasına yattı; beyninde ur vardı. Yıllarca oğlunun cezaevinden çıkmasını bekledi. Her gece ağladı. Oğlu cezaevinden çıktıktan bir süre sonra hayata gözlerini yumdu. Çolak Memo ile Emine’nin oğlu "Horbo" kimdir bilir misiniz: Hüseyin Üzmez! Bursa’da 14 yaşındaki B.Ç.’ye cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklu bulunan Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez. Nev-i şahsına münhasır biriydi; hayatında iki sorudan nefret etti; ne zaman doğdun, Ahmet Emin Yalman’ı niye vurdun? Önceki gün Bursa 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne giderken, kameramanlara el salladığı görüntüsünü izledim TV’lerde. İçim burkuldu. Aklıma babası Çolak Memo geldi. Bir de, "Malatya Suikastı"nı anlattığı kitabında yazdıkları: "İtalyan Lombrozo, ’Bazı insanlar doğuştan suçludur’ diyor. Ben buna inanmıyorum. Allah kulunun hasmı değildir. Doğuştan suçlu yoktur." (S. 67) TV’de Hüseyin Üzmez’i elleri kelepçeli el sallarken izlediğimde düşündüm; Çolak Memo’nun hiç mi suçu yok?
Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2008 16 yıl Türkiye ıle ilgili özellıkle kürtcü ve dıncılerın bırlestıgı nokta Tehlıke denılen seylerın aslında uluscuların sloganları oldugudur.Kürtcülerde olmayan vatan kavramı dıncılerde kı Islam ımparatorlugu hayallerı bu ıkı kesımı bırbırıne yaklastırdıkca yaklastırmıstır. Türkıyede Kürt sorunu yoktur olmamıstır tam aksıne Kürtıstan hayallerı ıle dıs güclerle ısbırlıgı yapan Kürtler bu ülkede sorun yaratmıslar kan akıtmıslar bınlerce ınsanın hayatına malolmuslardır.Dıncıler hazmedemedıklerı Osmanlının ortadan kaldırılısının ıntıkamını alabılmek ve yenı bır osmanlıcılık serüvenıne kalkısabılmek ıcın ayrılıkcılarla ısbırlıgı yapmaya baslamıslardır.AKP nın bu ıkı kesım tarafından savunulması ne olursa olsun AKP gıtmesın cabaları **** Kırmızı cızgılerı önemsemeyenler Kıbrısın verılmesıne Irakın bölünmesınede sıcak bakanlardır.Rusya kırmızı cızgılerın ne anlama geldıgını Gürcülere ve dünyaya cok acık ve net olarak göstermıs ama bızım kırmızı cızgılerımızı cıgneyenlerı bız bagrımıza basmaktayız. ******* saygılarla Kırmızı çizgiler bugüne kadar ateşe dönüştürülürken,tabuya dönüştürülürken,biz hala bu kırmızı çizgilerin bedelini öderken,Sn Politika sence biz hangi mantıkla bu kırmızı çizgileri savunabiliriz? ayrıca ne bu;dinciler ve kürtçüler yaklaşımı?bazı şeyleri yazmak demek dediğiniz gibi ''cı'''olmaya yetmiyor?
Gönderi tarihi: 25 Eylül , 2008 16 yıl Her yerde, belli odaklardan pompalanan iki yapay sorunun bir araya getirilip Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir çözülme ve parçalanma sürecine girmesinin planlandığının izlerini açıkça görmek mümkün. Hedefte, dünyanın tek halkı müslüman ve laik ülkesi olan bu "kötü örnek" in ortadan kaldırılması var. Bu iki kere iki dört kesinliğinde bir çabadır. Gün gibi su yüzüne çıkmış, saklanacak gizlenecek yanı kalmamıştır. Atatürk'ü öldürmek, Sevr'i hortlatmak... Tüm çabalar bunun için. Doğusu batısı, kuzeyi güneyi bu çabaya ortak olmakta uzlaşıyor. En acısı "gaflet ve dalalet, hatta hıyanet içinde" olan iç mihrakların buna alet olması. Şeriat nostaljikleri, eski tüfek solcular, kalemşörler, kürsü kapmış proflar, satın alınmış sözde fikir insanları... Niye ağzını din ile açan, Kürt hakları ile sözlerine son veriyor acaba, bir düşünün. Niye eskinin hızlı devrimcileri camilerdeki huşu atmosferlerinden dem vuran rutubetli nostaljik edebiyatlar döktürüyorlar, bir sonraki yazılarında da Kürtlerin ana dilleri ile eğitim yapamadığından yakınıyorlar? Çünkü bu, planın belkemiği, manifestosu. Bu iki etken ayrı ayrı bir işe yaramadılar. Tüm çaba, ikisini birleştirip çok daha yıkıcı bir karışım elde etmek. Bir de Alevi hakları ekledin mi, tadından yenmez! "Divide et imperium" Roma senatosunun alnında yazılı bu sömürü ilkesi, çağlar boyu değişmemiştir. "Böl ve yönet." Kafkasya'da, Balkanlar'da, Ortadoğu'da hep bu emperyalist çark işliyor. Bir tek dünyanın bu en önemli üç bunalım merkezinin ortasındaki Türkiye Cumhuriyeti sapasağlam ve dimdik ayakta. Neden? Hâla Atatürk'ün mirasını yiyoruz, bir bitiremedik!
Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2008 16 yıl Anlaşamadığımız o kadar çok konu ve bize düşman o kadar çok devlet var ki kendi sorunlarımızın gerçekliğininin tesbitini ya da sorunların olmazlığını bize düşman dediğimiz devletlerin sözleriyel değerlendiriyor onlara önem verdiğimizi gösteriyoruz.Zihinlerimiz birilerinin kölesi ve biz farkında değiliz, yönlendiriliyoruz ve yönetiliyoruz.Bir toplum kendi sorunlarının adını koyamıyacak ve buna çözüm üretemeyecek kadar aciz olursa o toplumu dışardan yönlendirmek, istenilen kıvama getirmek o toplumu sürekli karışıklık içinde tutmak çok kolaydır.Çünkü toplumu parçalayan ögeleri,anlayışları gerektiği zamanda kullandığınız da bunu kolayca başarabiliyorsunuz.Güneydoğu sorunu var biz içimizde beraberce çözemedik bu basireti gösteremedik yine birileri bunu silah haine dönüştürdü namlusu bize dönmüş.Alevi kardeşlerimizin sorunu var ve gerektiğinde kaşınmak,alevlendirilmek üzere hali hazırda sürekli bekliyor.Laiklik-din devleti gibi nur topu olmaktan çıkmış kocaman adam olmuş devasa bir sorunumuz var.Bu sorunları kendiniz çözemezseniz çözmek için çaba sarfetmezseniz birileri bu sorunları daha büyük ve çözülmez hale kolayca getirir akabinde de karşımıza geçer izler bizi kontrol eder, sömürür artık ne yapmak istiyorsa o noktaya evirir.Şimdi bize düşman devletler sizin bu meyanda sorunlarınız var bunları çözün derken biz ne yapacağız?Büyük devletsen biri sana bu sorunu çözün diyemez dedirtmezsin kendin çözersin.Ama biz ne yapıyoruz hayır bizim sorunumuz yok sizi ilgilendirmez diyoruz.Bu esasında kimin işine yarıyor bir düşünün.Bu bakış bizim sorunları görmezlikten gelip kendi kendimize biz bağımsızız hayallerine dalmamızı sağlıyor.Sorunlareımızı görmezlikten geliyoruz bize düşman olanlar sorununuz var biz yardım edelim diyerek kendi çıkarları doğrultusunda bize müdahale ediyorlar.Biz bu noktada siz karışmayın diyoruz burası güzel de sorun çözülmediği için onlar sürekli bu sorunların içinde yönlendirici olarak yer alıyorlar. muhabbetle...
Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2008 16 yıl Şimdi benim yazım yanlı bulundu ve beğenilmedi... Tamam, doğal olarak bir şeyler katılmıştır ama bakınız uyuşmuyor mu dediklerim: Sayın Politika'dan: Türkiye ıle ilgili özellıkle kürtcü ve dıncılerın bırlestıgı nokta Tehlıke denılen seylerın aslında uluscuların sloganları oldugudur.Kürtcülerde olmayan vatan kavramı dıncılerde kı Islam ımparatorlugu hayallerı bu ıkı kesımı bırbırıne yaklastırdıkca yaklastırmıstır. Ve devam ediyor: AKP nın bu ıkı kesım tarafından savunulması ne olursa olsun AKP gıtmesın cabaları **** Kırmızı cızgılerı önemsemeyenler Kıbrısın verılmesıne Irakın bölünmesınede sıcak bakanlardır.Rusya kırmızı cızgılerın ne anlama geldıgını Gürcülere ve dünyaya cok acık ve net olarak göstermıs ama bızım kırmızı cızgılerımızı cıgneyenlerı bız bagrımıza basmaktayız.******* Sayın politika; başlığı beğenmediniz anlaşılan ama bakınız sizin söylediklerinize o kadar yabancı değiliz: Bu insanlara göre dine saygı da önemlidir, toplum da önemlidir ama din "kendi yerinde(onlara göre tabi)" olmalıdır ve toplum eğitimli olmadığı sürece ülkede salt toplumun değer yargıları etkili olamaz. Yani öncelikle tek tip kadar olmasa da bir bütünleştirici devrimci toplum anlayışı oturmalı ve bunların kimlikleri söz konusu olduğunda her şeyden önce ulus-devletin verdiği kimlik gelebilmelidir. Ülkede estirilen gelişim havası esas gerilemenin örtülmesi için kasıtlı yapılmaktadır. AKP dönemi ve ılımlı İslamcı akımların yükselişi ABD-İsrail in BOP u içindir ve İslam kullanılarak Türkiye ortadoğuda istenen tabloya uygun olarak parçalanacak, temellerinden dönüşümler yaşayacaktır. Bundan sorumlu olanlar özelleştirmelerle ve dışa açılım adı altında yapılan her türlü eylemle vatanı zora sokacak günleri getirmekte ve hizmet ediyoruz adı altında kadrolaşmalarla ülkenin yönetimini mutlak olarak ele geçirmeye çalışmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti gerici ve bölücü tehdidi altındadır ve bunun için eğitimsiz kitleleri aldatanlara karşı tehlikenin farkında olan aydınlar ve vatandaşlar harekete geçmelidir............ Bu ve beznerleri söylenmekteydi; kimisi daha fanatikçe fikirlere kapılmış hatta hukuku zorlayacak eylemlere de girişmişti, kimisi ise daha ılımlı tavırlarıyla merkezde bulunmayı tercih ediyordu... Tehlikenin farkında mısınız tarafının ana hatları: 1)Ülkenin kırmızı çizgileri aşılıyor; bu varlığımızın tehdit altında olması anlamına gelir 2)Özelleştirmeler haddini aşarcasına gerçekleşmekte ve kısa vadeli faydalar için uzun vadeli zararlar altına girilmektedir 3)Halkın özellikle eğitimsiz kesimleri ve zaten ülkeyle barışık olmayan kesimlerine karşı dikkatli olmak gerekir, devlet seçilmiş hükümetten ayrı ve üst bir statüdedir 4)Kadrolaşma ve yolsuzluklar artmış, borçlanma geleceği tehdit eder hale gelmiştir; ülkenin çıkarları gözetilmemektedir 5)Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelikleri tehdit altındadır; bunlara sıkı sıkıya sarılmak gerekir Şimdi siz bunlardan farklı ne söylüyorsunuz; ben ek olarak diğer kesimlerden de daha merkeze yakın olanları ele alıyorum(önce marjinallerini de vererek) ve doğal olarak kendi algılayabildiğim kadarını objektif olmaya çalışarak yansıtıyorum... Ve gördüğümüz üzere başlığa gelen cevaplarda da farklı kesimlerden insanlar bizim söylediklerimizden çok da farklı bir dil kullanmamışlar... Sayın Mavi olmayan gökyüzü: Bizim olmazsa olmaz kırmızı noktalarımızdan ikisine değinmişsiniz daha çok.İrtica ve Bölücülük korkusuyla setler çekilmiş Laiklik ve Kürt sorunu. Laikliğe sorun dedim;çünkü hala bizim için anlaşılmayan,hala taraflarca tanımlanan ve hala keyfi uygulamalara zırh olansa bir sorundur..Laklik kaba anlamıyla;din ve devlet işinin birbirinden ayrı olmasıdır.Devletin yasa ve kurallarında dini ölçüt almamasıdır.Bu kadar basitken,devlet içerisinde yer alan bireyin kişisel tercihleri ile farklılaşan Laiklik konusunda uzlaşma nasıl olur? Kürt ve bölücülük kırmızı çizgisine gelelim.Kürt'lerin talepleri eşittir bölücülük.Bakın ne kadar basit tanımlamalar.Ne kadar acı.ali0_1 arkadaşımız bu konuda çok güzel tespitler yapmış.Ekleyecek kalmadı benim için.Yalnız şunu belirteyim;hak talep edilir ve bu haklar insani ise yok sayılamaz.Kürtçe Kürdün dilidir;bunu talep etmek en doğal hakkı olmaz mı?Tabi buna eminim hemen bölücülük etiketi vurulur;resmi olacak bir dilden değil;öğrenilmek istenen bir dil kastım. Sayın Simalyıldızı'nın alıntısına bakalım(Soner Yalçın'dan): Dünden bugüne, isim isim siyasal İslam?ın gizli kasaları Ve konuyla ilgili çeşitli örneklere değinilmiş... Sayın Demirefe: Her yerde, belli odaklardan pompalanan iki yapay sorunun bir araya getirilip Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir çözülme ve parçalanma sürecine girmesinin planlandığının izlerini açıkça görmek mümkün. Hedefte, dünyanın tek halkı müslüman ve laik ülkesi olan bu "kötü örnek" in ortadan kaldırılması var. Doğusu batısı, kuzeyi güneyi bu çabaya ortak olmakta uzlaşıyor. En acısı "gaflet ve dalalet, hatta hıyanet içinde" olan iç mihrakların buna alet olması. Şeriat nostaljikleri, eski tüfek solcular, kalemşörler, kürsü kapmış proflar, satın alınmış sözde fikir insanları... Niye ağzını din ile açan, Kürt hakları ile sözlerine son veriyor acaba, bir düşünün. Niye eskinin hızlı devrimcileri camilerdeki huşu atmosferlerinden dem vuran rutubetli nostaljik edebiyatlar döktürüyorlar, bir sonraki yazılarında da Kürtlerin ana dilleri ile eğitim yapamadığından yakınıyorlar? Sayın Fuzuli: Bir toplum kendi sorunlarının adını koyamıyacak ve buna çözüm üretemeyecek kadar aciz olursa o toplumu dışardan yönlendirmek, istenilen kıvama getirmek o toplumu sürekli karışıklık içinde tutmak çok kolaydır.Çünkü toplumu parçalayan ögeleri,anlayışları gerektiği zamanda kullandığınız da bunu kolayca başarabiliyorsunuz.Güneydoğu sorunu var biz içimizde beraberce çözemedik bu basireti gösteremedik yine birileri bunu silah haine dönüştürdü namlusu bize dönmüş.Alevi kardeşlerimizin sorunu var ve gerektiğinde kaşınmak,alevlendirilmek üzere hali hazırda sürekli bekliyor.Laiklik-din devleti gibi nur topu olmaktan çıkmış kocaman adam olmuş devasa bir sorunumuz var. Şimdi üyelerden alıntıları okuyun bir de yazımızdan şu alıntıları okuyun: 22 Temmuz sürecinde alevlenen bu görüşü modern Türkiye tarihinde ele almaya çalıştım ve elimden geldiğince bu görüşün savunucularının dilinden yazmaya özen gösterdim; birçoklarını dinledim, okudum(zaten istemeseniz de hep belirli koltukları kapmış olduklarından dinlemek zorunda kalıyorsunuz ); hatta daha radikal düşünenleri ile daha ılımlı yaklaşanları arasındaki farkı görebilmenin de önemini anladım... Peki nedir tehlike??? Öncelikle marjinal grupları artık bir kenara bırakalım diyorum; tıpkı ciddi anlamda sisteme düşman anlayışa sahip "İslamcı"lar, ciddi anlamda etnik ayrımcılık körükleyen "ayrılıkçı Kürtler" ve ülkede kendini vatansever ilan edip kendi çapında işler çevirmeye çalışan "ulusalcı şovalyeler" gibi... Ama bir kenara bırakmadan önce dertlerinin ne olduğunu anlayalım ki orijine doğru etkisi azalsa da aslında abartılmış temel sorunlardır... Kurucular ne yaptılar da bu sorunları konuşuyoruz yıllardır??? Bu ülkede meclisle kurtuluş mücadelesi verildi, evet; ama sonraki süreçte bu meclisin nasıl tasfiye edilmiş olduğu ve yerine daha homojen bir fikri yapıya sahip meclisin oluşturulup nasıl tepeden inmeci devrimsel yöntemler izlendiğini artık bilmeyen yok; o yüzden geçmişimiz hakkında daha gerçekçi olup "halkıyla bütünleşip devrim yapan","halk devrimi" vb. deyimlemelerden arınmak gerekir... Dedik ya neydi dertleri??? İzlenen uç milliyetçi politikalar ve zamanla artan "tek tipleştirme" arzusu Kürtleri zaten bunaltıcı niteliktedir, bir zamanlar açıkça Kürt halkı varken zamanla "Kürt" kelimesinin bile öcü ilan edilir olması açık bir fenalıktır. Ben de Kürt olsam pek hoş düşünmezdim... Açıkça hilafeti koruyan, bunu kaldırırken bile İslam'a sahip çıkan bir devletin ilerleyen süreçte sadece laiklikle de kalmayıp daha ileri bir "dini pasifize" politikası izlemesi söz konusu edilmektedir; nerden bulabiliriz bunun izlerini??? İşte günümüzün gündemi konuşulurken kullanılan cümleler, sadece bunlar bile geçmişteki anlayışın nasıl olduğunu bize anlatmakta yeterlidir; dinin yaşanılmasındaki sancılı süreç sadece siyasi konularda değil toplumsal konularda da sürmüştür, sürmektedir... Devrim kültürüyle yetişmiş ve kendilerine tarif edilen "tipi" arayan insanların kendilerine ulus-devletin yeni anlayışı gereği karşıt olarak gösterilen değerleri kabullenmeleri ülkenin %90 ı da böyle düşünse pek mümkün olmamaktadır çünkü adı üzerinde söz konusu olan "devrim" dir; kim ne derse desin devrimin getirilerini korumak adına yaptıklarında hoşgörü bulunamayacağı açıktır hatta devrimin olduğu yerde hukuk da biter demokrasi de biter hatta niteliğe göre laiklik de biter, artık orada "devrimin amacı olan model" vardır ve bunun karşısında duran herkes tereddütsüzce baskı altına alınır... Şimdi orijine doğru yol alalım isterseniz; bir tarafta sadece "özgürlük ve demokrasi" yeter diyen Kürtler, diğer tarafta yine "bizim bu toplumda ortak bir İslami kültürümüz var" diyen Kürtler vb. Türkiye Cumhuriyeti'nden hala bir şeyler olabileceğine inanmaktadırlar. Marjinaller gibi yeri geldi mi son derece karşıt da olsalar sisteme aslında ortadoğunun kan gölüne girmek istemedikleri açıktır; hem zaten Türkiye'nin geçmişten edindiği yapı gereği çoklu anlayışa açık olması her zaman bir umudu var etmektedir. İşte bu noktada eğer kendi İslami anlayışını dayatan ya da kendi tek tip ulusunu hedefleyenler ileri giderse Kürtlerin ne özgürlük ne demokrasi adına buradan bekleyecekleri hiçbir şey kalmayacaktır çünkü bir ülke ancak üzerinde insan insanlığını yaşayabildiği sürece toplumuna gerçek bir vatan olabilir... "İslamcı" olarak fişlenenlerin pozitivist anlayışa sahip olmayıp yaşamlarında dini önplana çıkarmak isteyenler olduğunu başka bir yazımda belirtmiştim; bunların içinde sisteme açıkça düşmanlık besleyenler vardır ve sorunları demokrasi, laiklik gibi batı kavramlarının ülkeye tepeden inme getirilip üstüne bir de batıdan çok daha ilkel bir anlayışla sürdürülme çabasıdır. Türkiye'de kavramların iki sorunu vardır: 1) Batı hedeflenerek batı alınır ama hep yerelin durumu bahane edilir 2) Yerelin durumu bahane edilir ama kimse tepeden inmeci yöntemlerden vazgeçmez; işte bunu anlayan önemli bir kesim "İslamcı" artık geçirdikleri modernizasyon sürecinin de gereği olarak küresele açık hale gelmiştir. Anadoludan yükseldiği söylenilen yeni burjuvazi ya da "anaların" başörtüsünden daha renkli ve kentli "tesettür modası" aslında bunların yansımalarıdır. Zaten marjinal olanların günümüzde yükselen bu "kapitalist İslamcı" anlayışa tepkisi aslında sistemle bütünleşiyor olmalarından gelmektedir halbuki dikkat edersek bu forumlarda da pek çok ulusalcı ise "inatla" onları kabullenemeyip tam aksi düşünüşle sistemin karşısında görmektedir. Karşıt olunan sistemse birilerinin azınlık olarak çoğunluğa dayatığı toplumun değer yargılarına da uymayan yozlaştırılmış ulusalcı bakıştır. Şimdi yukarıdaki 1 ve 2 ye dönelim ve cevaplayalım ne istenmektedir: 1) Madem demokrasi var birilerinin keyfiyetinden çıksın artık bu Cumhuriyet, madem laiklik var seküler özgürlük anlayışı getiren laiklik olsun artık da din öcüleştirilmesin 2) Bizim demokrasi anlayışımızın gelişmesi için eğitim şart ama bu darbeli eğitim olamaz; bizim toplumun o saf laiklik anlayışı özümsenebilir ki bu pozitivist bir şekilde dini dışlamaya değil her türlüsüne hoşgörü göstermeye ve dini araç olarak kullanmamaya dayanır. Şimdi çok daha ileri gideceğim: Eğer marjinal ulusalcı bakış etkinliğini artırmaya devam eder ve günümüzde izlediğimiz bu paragraftaki insaları kabullenememe sürerse bu insanlar da modernizasyon sürecinde yaşadıkları kesintinin acısını daha marjinal eğilimlerle çıkarmak isteyecek ve kendi yurtlarında kendi yaşamlarına düşman bir devlet algısı içerisinde daha sert tepkiler göstereceklerdir... Devrim kültürüyle yetişmiş marjinal gurpların zararları açıkça ortaya konmuştur aslında yukarıda ancak burada da orijine gelindiğinde aslında o kadar düşmanlaştırmayan insanlarla karşılaşılır. Bu insanlara göre dine saygı da önemlidir, toplum da önemlidir ama din "kendi yerinde(onlara göre tabi)" olmalıdır ve toplum eğitimli olmadığı sürece ülkede salt toplumun değer yargıları etkili olamaz. Yani öncelikle tek tip kadar olmasa da bir bütünleştirici devrimci toplum anlayışı oturmalı ve bunların kimlikleri söz konusu olduğunda her şeyden önce ulus-devletin verdiği kimlik gelebilmelidir. Ancak kendilerini tehdit altında gören bu grup marjinal ulusalcı tek tipçilere yol verdiği sürece yukarıdaki öngörüler meydana gelecek ve aslında bizzat kendilerine zarar verdikleri bir sürece girilecektir. Burada "İslamcı" ların kendilerini "aydın" kesimleriyle barışçı ve sevgi dolu ifade etmesi, Kürtlerin çöplüğe çevrilmeye çalışılan ortadoğudaki ısınmalara karşı Türkiye ile tam anlamıyla bütünleşmesi gerekmektedir... Yukarıda da gördüğümüz gibi asıl iş elit bürokrasiyi de oluşturan ulusalcı anlayışa düşmekte ve merkezi ifade eden bu grup kendini marjinallerden arındırıp toplumu bütünüyle kabullenebilecek bir girişimde bulunamazsa herkes daha marjnalleşecektir... Merkez-çevre bütünleşmesi sorunu çözümlenmeden ve çözülemeden kimse ülkede tehlikelerden kurtulacağını sanmasın... Not: Liberaller, sosyalistler vb. ne değinmedim çünkü şimdilik asıl gerilim yukarıdaki üç noktada toplanmakta büyük ölçüde; sizleri de unutmadık yani ... Saygılar... Şimdi pozitivizmin din algılayışını kabullenmeyen ya da en azından kendi dini inancını daha yoğun ve toplumsal yaşamak isteyen bir "İslamcı" ya da kendi kimliğini "Kürt" olarak vurgulamak isteyen rahatça "Kürt" gibi yaşamak isteyen bir Kürtçü ulusalcıların kendi zihinlerindeki "laik ulus devlet" e uygun değildir ve burada merkezde olanların görevi sadece kendi "ideallerini" yaşatmak değildir aynı zamanda kendi "ideal" sınırlarına sığmayan bu çevreyle etkileşim halinde olmaları gerekir; yoksa ne çözüm olur ne de bütünlük... Yukarıda belirttiğimiz üzere ulusalcıların daha az katı laiklik anlayışı ile İslamcıların diğer kesimlere zarar vermeyecek daha demokratik daha çoğulcu anlayışı buluşmalı... Yine Kürtçülerin daha ulus devlete bağlı anlayışı ile ulusalcıların bu ulusdevlette farklı etnik kimliklere daha anlayışlı yaklaşımı buluşmalı... Yoksa birisi diğerini faşist ilan eder durur; bir ortamda ulusalcı faşist ilan edilir diğerinde İslamcı bir diğerinde Kürtçü... Ya herkes faşist ya da kimse birbirini anlamıyor; en kötüsüyse farklı faşist odakların birbiriyle çatışması ihtimali...
Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2008 16 yıl Kurucular ne yaptılar da bu sorunları konuşuyoruz yıllardır??? Bu ülkede meclisle kurtuluş mücadelesi verildi, evet; ama sonraki süreçte bu meclisin nasıl tasfiye edilmiş olduğu ve yerine daha homojen bir fikri yapıya sahip meclisin oluşturulup nasıl tepeden inmeci devrimsel yöntemler izlendiğini artık bilmeyen yok; o yüzden geçmişimiz hakkında daha gerçekçi olup "halkıyla bütünleşip devrim yapan","halk devrimi" vb. deyimlemelerden arınmak gerekir... Açıklamalara devam edeyim; böyle bir ifade kullanma sebebim her kesimce kabul edildiği üzere devrimde radikal ve tepedeninmeci bir üslubun kullanılmasıdır... Özellikle ulusalcılar ve marjinal İslamcılardan ayrılan milliyetçi ve merkez sağ olaya "milli bütünleşme" açısından bakarlar... Ancak bunlar da kendi aralarında ayrılıyor gözlemlediğim kadarıyla; ulusalcılar yine fazla "radikal devrim" ci bir bakış açısına sahipken diğerleri bunun Atatürk ismini kullananların ideolojisi için söylendiğini yoksa kurucuların ilk yaklaşımlarının kesinlikle bu kadar katı olmadığını her konuda belirtirler... Ancak benim burada şahsi fikrim "kurucu" gücün topluca ele alınması gerekliliğidir; işte bu yüzden İslamcıların, Kürtçülerin, sosyalistlerin, liberallerin ve ulusalcıların kabul ettiği "devrim" anlayışları bence daha gerçekçidir... Bunların kendi içinde ayrılma sebebi de bence devrime gelen tepkiye yaklaşımlarındandır; doğal olarak "halk devrimi" denilebilir ama aslında bu kadar iddialı olunmasının sebebi devrimci ideolojinin halkçı teorisi ve halktan belirli bazı isyan merkezleri dışında yoğun tepki alınmamış olduğu söylemleridir... Doğru da olabilir yanlış da; ama ben bu noktada Türkiye örneğinden de öte genel olarak "halk devrimci olmaz en iyi ihtimalle halkla devrim olur" diyorum... He Türk Devrimi kesinlikle halkça kabul edilmedi diyebilir miyiz??? Bence fazla iddialı olur; başka konularda da dediğim gibi genelde bilinenin aksini söyleyen iddiasını ispat etmelidir... Yanlışlarımızın düzletilmesi iyi olur...
Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2008 16 yıl bir taraftan; ''2)Ülke dışa açılarak gelişmeli, özelleştirmeler yapılmalıdır'' diğer taraftan; ''2)Özelleştirmeler haddini aşarcasına gerçekleşmekte ve kısa vadeli faydalar için uzun vadeli zararlar altına girilmektedir'' şeklinde ifade edilecek iki karşıt düşünce Sayın alio_1 verişiyle.... mutlaka ülke dışa açılmalı,uluslararası arenada ki yerini almalı...özelleştirmeler yapmalı;fakat bu özelleştirmeler ülkenin kaynağı dahilinde olmalıdır. bir ülkenin olmazsa olmazı olan kaynakları özelleştirilmemeli;bugün olan özelleştirme ''kaynakların doğru ve yerinde kullanılması'' ile ilgili değilken,hiçbir siistem dahilende gözden geçirilmezken ''buna dur demek lazım''...özellikle eğitim...sağlık...
Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2008 16 yıl Şimdi pozitivizmin din algılayışını kabullenmeyen ya da en azından kendi dini inancını daha yoğun ve toplumsal yaşamak isteyen bir "İslamcı" ya da kendi kimliğini "Kürt" olarak vurgulamak isteyen rahatça "Kürt" gibi yaşamak isteyen bir Kürtçü ulusalcıların kendi zihinlerindeki "laik ulus devlet" e uygun değildir ve burada merkezde olanların görevi sadece kendi "ideallerini" yaşatmak değildir aynı zamanda kendi "ideal" sınırlarına sığmayan bu çevreyle etkileşim halinde olmaları gerekir; yoksa ne çözüm olur ne de bütünlük... Yukarıda belirttiğimiz üzere ulusalcıların daha az katı laiklik anlayışı ile İslamcıların diğer kesimlere zarar vermeyecek daha demokratik daha çoğulcu anlayışı buluşmalı... Yine Kürtçülerin daha ulus devlete bağlı anlayışı ile ulusalcıların bu ulusdevlette farklı etnik kimliklere daha anlayışlı yaklaşımı buluşmalı... Yoksa birisi diğerini faşist ilan eder durur; bir ortamda ulusalcı faşist ilan edilir diğerinde İslamcı bir diğerinde Kürtçü... Ya herkes faşist ya da kimse birbirini anlamıyor; en kötüsüyse farklı faşist odakların birbiriyle çatışması ihtimali... Değerli arkadaşım;etiket şu olmamalı...Türk etniğine dayalı,Laik olan bir ülke ve bu tanım içerisinde yer alan bireyler... Farklı düşünenler;vatan haini vs ifadelerle karşılaştığı sürece...biz bu basitliği tartışacağız...
Gönderi tarihi: 14 Ekim , 2008 16 yıl Türk etnıgıne dayalı Laık bir ülke olmamalı! Şimdi benim bundan anladıgım;Türk etnigine degil tüm etnisiteye dayalı Laik bir ülke olmalıyız.Bilmem dogrumu anlamısım? Ülkenin adının Türkiye olması kurucularının Türk olmasındandır,tüm dünya tarihleri Türkiyenin kurucularının Türk oldugunda hemfikirdir.Bu fikre karsı cıkanlar ise hep Kürtler olmustur.Kurucularının Türk oldugu bilinen bu cografyanın Türkiye diye anılmasıda cok dogaldır, eger kurucular Kürt olsaydılar Kürdiye denecekti veya baska bir ad. Ayrıca,Türkiye Cumhuriyeti devletınde yasayan herkesin vatandaslık bazında Türk vatandası ama etnik acıdan kendi etnik kültürüne sahip olmasıda dogal seydir.İstenen nedir?Istenen sey HERKESE AYRI BİR KİMLİK VEREREK etnik kökeni öne cıkarmak,buna demokratık hak diyorlar.Aslında istedikleri budur ama bunu acık acık söylemeyip kenarından kıyısından dolasarak anlatmaya calısıyorlar.Sonrada biz bölücü degiliz verin bizim haklarımızı ama yine eskısı gibi beraber yasayalım diyerek bölücülükten kurtulduklarını sanıyorlar. Herseyden önce Türkiye Cumhuriyeti devletinde yasayan herkes eşit haklara sahiptir.Bunu ınkar etmek gercegi degistirmez.Esit haklara sahip olmak baskadır o haklara sahip olarak yasayabılmek baskadır.Ülkemızde maalesef herkes esit sartlarda yasamıyor.Kurulmus olan sistem geregi bu böyledir.Kimisine kepceyle kımısınede cay kasıgı ıle.Cogunluk cay kasıgıyla alır.Bu sartları Kürtlere endekslemek ve Kürtlere ayrıcalık var demek diger etnik kökenlılere karsı Kürtlerın bir ayıbıdır.Cünkü herkes aynı sartlarda yasıyor Türkıyede sadece Kürtler degil.Kürtler ön plana cıkartıldıgı ve özel haklar istendıgı sürece bunu isteyenlerin ayrılıkcı olarak adlandırılmalarıda kacınılmaz olacaktır. saygılarla
Gönderi tarihi: 17 Ekim , 2008 16 yıl Türk etnıgıne dayalı Laık bir ülke olmamalı! Şimdi benim bundan anladıgım;Türk etnigine degil tüm etnisiteye dayalı Laik bir ülke olmalıyız.Bilmem dogrumu anlamısım? Ülkenin adının Türkiye olması kurucularının Türk olmasındandır,tüm dünya tarihleri Türkiyenin kurucularının Türk oldugunda hemfikirdir.Bu fikre karsı cıkanlar ise hep Kürtler olmustur.Kurucularının Türk oldugu bilinen bu cografyanın Türkiye diye anılmasıda cok dogaldır, eger kurucular Kürt olsaydılar Kürdiye denecekti veya baska bir ad. Ayrıca,Türkiye Cumhuriyeti devletınde yasayan herkesin vatandaslık bazında Türk vatandası ama etnik acıdan kendi etnik kültürüne sahip olmasıda dogal seydir.İstenen nedir?Istenen sey HERKESE AYRI BİR KİMLİK VEREREK etnik kökeni öne cıkarmak,buna demokratık hak diyorlar.Aslında istedikleri budur ama bunu acık acık söylemeyip kenarından kıyısından dolasarak anlatmaya calısıyorlar.Sonrada biz bölücü degiliz verin bizim haklarımızı ama yine eskısı gibi beraber yasayalım diyerek bölücülükten kurtulduklarını sanıyorlar. Herseyden önce Türkiye Cumhuriyeti devletinde yasayan herkes eşit haklara sahiptir.Bunu ınkar etmek gercegi degistirmez.Esit haklara sahip olmak baskadır o haklara sahip olarak yasayabılmek baskadır.Ülkemızde maalesef herkes esit sartlarda yasamıyor.Kurulmus olan sistem geregi bu böyledir.Kimisine kepceyle kımısınede cay kasıgı ıle.Cogunluk cay kasıgıyla alır.Bu sartları Kürtlere endekslemek ve Kürtlere ayrıcalık var demek diger etnik kökenlılere karsı Kürtlerın bir ayıbıdır.Cünkü herkes aynı sartlarda yasıyor Türkıyede sadece Kürtler degil.Kürtler ön plana cıkartıldıgı ve özel haklar istendıgı sürece bunu isteyenlerin ayrılıkcı olarak adlandırılmalarıda kacınılmaz olacaktır. saygılarla Sayın Politika, ''Türk etniğine dayalı,Laik olan bir ülke ve bu tanım içerisinde yer alan bireyler...'' ile karşı olduğum etiket daha çok uygulama bazında değerlendirilecek bir kullanımdı,en azından benim kastım buydu.Madem ülke dediniz o zaman bunu da konuşalım. Benim için yaşadığım ülkenin adı çok da önemli değil işin aslı,yok efendim neden Türkiye falan şeklindeki bir yaklaşım çok basit düşüncelerin söyleteceği kelimelerdir.Bu basit düşünceler kadar basit olan başka bir düşünce;bu ülkede yaşayan herkesin Türk etniğine dayalı olması gerektiği.Yani herkesin Türk olma zorunluluğu....''ya sev ya terk et'' mantığı!İşte bakın yılanın göründüğü yer. Sakın kimse bunu milliyetçilik olarak algılamasın,ben milletimi severim;ama diğer milletlere olan sevgim ve saygımla ölçülecek bir anlayışla.Bu sadece dayatılana dur demektir.Dayatılan diyorum;siz azınlık yada başka etnikleri kendinize benzetmeye dönüştürürseniz;o zaman karşınıza çok büyük sorunlar çıkar. Tabi ki bu ülkede yaşayan herkes tek bir dil,tek bir bayrak ile uluslararası arenada kendini ifade edecek.Tek renge boyanacak.Ama bu demek değildir ki;kendi içinde ki farklılıkları kendisine benzetecek. Türk etniğine dayalı bir devlet değil;Türkiyeli olan vatandaşlarıyla bütün bir devlet! Laiklik,benim için din ve vicdan hürriyetidir.Bu kadar basit bir tanımı varken,görüşlere göre olmadık anlamlara gelen bu kavramı çok da sorgulama gereği hissetmeden şunu ekleyeceğim;siz laik olabilirsiniz;ama laik olmayan insanlarda kendi inançlarını yaşama alanı hakkına sahiptirler.
Gönderi tarihi: 19 Ekim , 2008 16 yıl Araya girmek gibi olacak ama mesela karşıt görülen iki insan aslında şu iletilerinde birbirlerine yaklaşıyorlar... Sayın Politika: Ayrıca,Türkiye Cumhuriyeti devletınde yasayan herkesin vatandaslık bazında Türk vatandası ama etnik acıdan kendi etnik kültürüne sahip olmasıda dogal seydir.İstenen nedir?Istenen sey HERKESE AYRI BİR KİMLİK VEREREK etnik kökeni öne cıkarmak,buna demokratık hak diyorlar.Aslında istedikleri budur ama bunu acık acık söylemeyip kenarından kıyısından dolasarak anlatmaya calısıyorlar.Sonrada biz bölücü degiliz verin bizim haklarımızı ama yine eskısı gibi beraber yasayalım diyerek bölücülükten kurtulduklarını sanıyorlar. Sayın Mavi Olmayan Gökyüzü: Tabi ki bu ülkede yaşayan herkes tek bir dil,tek bir bayrak ile uluslararası arenada kendini ifade edecek.Tek renge boyanacak.Ama bu demek değildir ki;kendi içinde ki farklılıkları kendisine benzetecek. Türk etniğine dayalı bir devlet değil;Türkiyeli olan vatandaşlarıyla bütün bir devlet! Yani iki isim de açıkça "bütünleştiriciliğin" önemini vurgulamakta ve milliyetçilik anlayışının etnik köken üzerinden ele alınmasına karşı çıkmakta... O zaman sorun ne??? Bence sorun belirli bir yönü "daha haklı görüp, benimseyince" diğer yönün haklarını unutuvermemizde; özel olarak tartışmacılardan bahsetmiyorum şu an; toplumumuzda bu hata genelde görülmekte... Üzerinde konuştuğumuz konuya dönersek Kürt kimliğini yok sayıp ezmek isteyenlerin de buna karşıt olarak kimliği fazla yüceltip toplumu bölmek isteyenlerin de farkında olmalıyız bence... Kürtlerin hiçbir talebi olamaz diyemeyiz; çünkü başkalarının talebi bizim keyfimize göre şekillenecek değildir ama aynı şekilde her kafamıza eseni talep etmemiz de doğru olmayacaktır... Son zamanlarda yaşanan terör olayları bir kez daha gösterdi ki huzur için öncelikle "teröre terör; haklıya haklı, haksıza haksız" diyebilmek gerekir... Bu ifadeyi açıklamak gerekirse de "neye hizmet ettiği bile açıkça belli olmayan, savaş hukukundan habersizce dürüst olmayan bir savaş sürdüren örgütler için kendi bildiğimize "onlar da şunun için mücadele ediyor" deyip aklama yapamayız; yine terörü besleyen, beslemese bile herhangi bir insanımızı rahatsız eden sorunları çözmekten, haklı istekleri değerlendirmekten geri kalmamalıyız..." Saygılar...
Gönderi tarihi: 8 Kasım , 2008 16 yıl Evet çözüm hakkı vermekte yatar arkadaşım,çözüm bu kırmızı noktaları tartışırken karşısındakini dinlemekte yatar.Empati denilen olayın kıyısından bile geçemeyen bizler,sürekli kendimizi tekrarlamadann başka ne yapıyoruz...kocaman bir hiç!
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.