Gönderi tarihi: 17 Haziran , 2008 17 yıl Anayasa Mahkemesi Anayasa Mahkemesi'nin kararı açıklandığı zaman, cumartesi gününün yazısını yazmış ve göndermiştim. Bu nedenle bu kararın değerlendirmesini yazmam ancak bugün mümkün olabiliyor. Dikkat ederseniz "yorumlaması" değil "değerlendirmesi" fiilini kullandım. Zira bir anayasa hukukçusu olmadığım için bu kararı yorumlamam doğru olmaz. Ama bir siyaset bilimcisi ve toplumsal bilimlerde kalem oynatan biri olarak, bir değerlendirme yapmam gerekir. *** Günlerden beri "Hocam bu konuda ne düşünüyorsunuz" sorusunu yöneltiyorlar. Çok üzgün olduğumu söylüyorum. Ve "çok üzgün" olmamın farklı nedenleri var. Her şeyden önce; Anayasa'nın 148. maddesinin, oldukça net olduğunu düşünüyorum. Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden denetleyebilir. Bunu görmek ve anlamak için; hukukçu olmaya da gerek yok eğitimli olmaya da. Madde son derece açık. Ben bu yazıyı kaleme alana kadar, Anayasa Mahkemesi'nin gerekçesi yayınlanmamıştı ama; karardan anlaşıldığına göre "gidişatın...", laik devlet düzenimizi tehlikeye soktuğu anlayışıyla, böyle bir karar almışlar. Şimdi şu soruyu sormanın zamanı geldi: "Acaba (diğer olasılıkların yanı sıra) üniversitelere, bir kısım kız öğrencilerin başörtüsüyle girmeleri, laik düzenimizi tehdit eder mi? Laik düzenimiz için bir tehdit oluşturur mu?" Bence bu soruya "evet" demek çok zor. Bir ülkede cumhurbaşkanının eşi başını örtüyorken; başbakanın eşi başını örtüyorken; kabinedeki bakanların eşlerinin yarıdan fazlası, başlarını örtüyorken ve bunlar laiklik için bir tehdit olarak değerlendirilmiyorken, birkaç bin öğrencinin başını örtmesinin laikliğe tehdit olarak görülmesi, anlaşılması çok zor bir durum. Fakat burada üzerinde durulması gereken bir başka husus var. Anayasa Mahkemesi'nin sayın üyelerinin, bu kararı alırken neler düşündüklerini elbette bilemeyiz. Ancak memleketimizde "hatırı sayılır" bir nüfus, laiklik konusunda ciddi endişeler taşıyor. Bu endişenin; "haklı ya da haksız" olduğunu tartışacak değilim. Her ne olursa olsun; böyle bir endişe var ve bu endişe samimi bir endişe. AKP iktidarı, bu endişeyi ortadan kaldırma konusunda, yeterli gayreti gösteremedi... *** Evet Anayasa Mahkemesi; başörtüsü meselesini "laik devlet düzenine" bir tehdit olarak görmüş olabilir. Fakat böyle bir anayasa değişikliği mahkemeden dönebildiğine göre; TBMM, hiçbir biçimde yasama yapamaz bir duruma düşürülebilir. Yani Meclis yasa yapamaz... Zira Anayasa Mahkemesi; ekonomik yaşamla ilgili bir yasayı, "bu yasa sosyal devlet anlayışına aykırı" diyerek iptal edebilir. Aynı şey milli eğitimle ilgili de olabilir, ulaştırmayla ilgili de. İşin içinden çıkamayız... Eğer Meclis yasa yapamıyorsa, o zaman bu rejimi nasıl isimlendirebiliriz? Bunun yanıtını vermek bile istemiyorum. Fakat 2000'li yıllarda böyle bir "geri gidişi" dünyaya anlatmamız mümkün değildir. "Soğuk savaş" 1960'tan itibaren; her darbe sonrasında "En kısa zamanda demokrasiye döneceğiz" mesajının elbette bir nedeni vardır. "12 Eylül" bu sözünü tutmadı ama aynı yalanı bir kez daha yutturamazlar. *** 1950-1960 arasını çok inceledim. Menderes'i felakete götüren şey; kendi "çoğunluk iradesini" milli irade olarak görmesi olmuştu. (Bence ötesi teferruattır...) Bu nedenle "egemenliğin" belli ölçülerde "denetlenerek kullanılmasını" hep savundum. Anayasa Mahkemesi'nin, bu konuda temel kurum olduğunu düşünürdüm. Fakat bu mahkemenin kendini "yasama" yerine koyacağını hiç düşünmemiştim. O zamanlar da büyük üzüntüyle dile getirdiğim ve kaleme aldığım gibi; Anayasa Mahkemesi "367 kararıyla" parlamenter rejimin fiilen sona ermesi ve "yarı başkanlık rejimine" geçmesine neden olmuştu. Bu son kararla nelere neden olduğunu, kısa bir süre içinde göreceğiz. Umarım, korktuğum şeyler olmaz... sırasında, "antikomünizm" adına ve uğruna antidemokratik işlere pek tepki olmazdı. Ama "anti-şeriat" adına, benzer bir politika izlemek çok zordur. Milyonlarca vatandaşı Avrupa'da yaşayan ve bunların bir kısmı, yaşadıkları ülkelerin vatandaşı da olan halkımız, bunu sindiremeyeceği gibi en az yarım yüzyıldır, kendi kaderini kendi belirleyen ve egemenlik hakkının bilince olan ülke içindeki milyonlar da bunu içine sindiremez. [Toktamış ATEŞ] Yazar E-Posta : [email protected] * Haber Tarihi : 10 Haziran 2008 Bugün Gazetesi
Gönderi tarihi: 17 Haziran , 2008 17 yıl Anayasal Demokrasi... Anayasa Mahkemesi, hukuki hile yapılarak TC’nin temel niteliklerini belirten anayasanın ilk üç maddesinin içinin boşaltılmasının mümkün olamayacağına karar vermiştir. Dr. Alev COŞKUN 1961 Kurucu Meclis Üyesi Anayasa Mahkemesi, AKP’nin Meclis’ten geçirdiği, ‘üniversitelerde türbanla eğitim yapılmasına izin veren’ anayasa değişikliğini geçen hafta 9’a karşı 2 oyla iptal etti. Bunun üzerine gazetelerin köşe başlarını tutmuş katıksız AKP yandaşları ve özellikle Özbudun ve Serap Yazıcı gibi anayasa hukuku öğretim üyeleri, “bu kararın hukuka, anayasaya aykırı olduğunu” ileri sürdüler. Kimi yandaşlar ise işi rejim kavgasına götürdüler; eski Meclis Başkanı Bülent Arınç “Bu sisteme cumhuriyet denir mi” diye tepki gösterdi. Bunlara göre Anayasa Mahkemesi, anayasada yapılan değişiklikleri, anayasanın 148’inci maddesine göre esas bakımından değil, ancak şekil bakımındaninceleyebilir. Gerçekten, anayasanın 148. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin “anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceleyip denetleyeceğini” belirtmiştir. Doğrudur; 1971 yılında yapılan bir değişiklikle, Anayasa Mahkemesi’nin anayasada yapılan değişiklikleri esas yönünden değil sadece şekil yönünden denetleyebileceği hükmü getirildi. Böylece Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri daraltıldı. Ancak Anayasa Mahkemesi özellikle 1974 yılından bu yana anayasanın ‘değişikliği teklif bile edilemez’ maddeleriyle ilgili düzenlemelerde, bu gibi değişikliklerin temelde bir şekil unsuru olacağını kabul etti. Bu maddelerde yasama organı değişiklik yaparsa, ben bunu şekil değişikliği olarak kabul eder ve denetlerim diye karar verdi. Örneğin, Anayasa Mahkemesi 1975/87 sayılı, 33 yıl önce verdiği kararında, yukarıda belirtilen ilke gereğince “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelere ilişkin anayasa değişikliğini iptal” etmişti. Böylece Anayasa Mahkemesi, anayasada yapılan değişikliklerin Cumhuriyetin temel ilkeleriyle ilgisi noktasında ‘esasın biçim yönünden incelenmesi’ deyimini kullanarak verdiği kararda, anayasadaki devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu kuralı ile Cumhuriyetin niteliğinin değiştirilemeyeceğine karar vermiştir. Böylece şekilden giderek esasın değiştirilemeyeceğini belirtmiştir. Bu kararın anlamı açıkça şudur: Yüksek mahkeme ‘Cumhuriyetin niteliği söz konusu olduğunda’ anayasa üstü bir norm oluşturmuştur. İran olmak Kuşkusuz Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, anayasal demokrasiyi ve Cumhuriyeti koruyucu bir kurucu işlev mahiyetindedir. Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir yetkisi var mıdır? Hiçbir kuşkuya gerek yoktur ki, bütün dünyada anayasa mahkemelerinin böyle yetkisinin olduğu kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi bu ilke kararlarını 1975/87 ve 1977/4 ve 1977/117 sayılı kararlarıyla yinelemiş, bu ilke kararına süreklilik kazandırmıştır. İşte son karar bu ilke kararlarının devamıdır. Bu kararla, bir yabancı gazetenin yazdığı gibi Türkiye İran olmaktan kurtulmuştur. Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde türbanla eğitim yapılmasına izin veren anayasa değişikliğini haklı olarak anayasanın ilk üç maddesine karşı bir hukuk hilesi olarak kabul etmiş, “hukuka dolanmak” olarak nitelemiştir. Anayasa Mahkemesi, TC’nin değiştirilemez maddelerini “hukuki hile” yolu ile dolanıp onların içini boşaltmanın mümkün olmadığını ve demokrasimize aykırı olduğunu ortaya koymuş oluyor. Çünkü anayasal demokrasi demek, devlet yetkisini kullanan tüm organ, makam ve mercilerin bu yetkilerini ancak anayasal çerçeve içinde kalarak yapabilmeleri demektir. Anayasa Mahkemesi’nin anayasanın temel ilkelerine dayanarak verdiği kararları, anayasal demokrasinin vazgeçilmez meşru parçasıdır. Anayasa hukukçusu D. Bornum’ un belirttiği gibi “Bir demokraside çoğunluk iktidarının baskıcı eylemlerinin denetlenmesi, sınırlanması ve gerektiğinde frenlenmesi demokrasinin gereğidir.” Bunu da anayasa mahkemeleri yapar. Anayasa Mahkememiz son kararında kanımızca anayasa koyucunun amacına uygun bir yorum yaparak (originalizm yorumu) bir kez daha anayasamızın ilk üç maddesini güçlendirmiştir. Yine anayasa hukukçusu Meny’ nin belirttiği gibi Anayasa Mahkemeleri “yargısal, yarı siyasi organlar olarak çağdaş Batı demokrasilerinde önemli rol oynarlar. Onlar yargısal ve hukuki kurumlardır, ama frenler ve dengeler sistemini uygulayarak bir ölçüde siyasetin de önünü açarlar.” Kimi AKP yandaşı, tetikçi köşe yazarları bu yazdıklarımızın ayırdına varamasalar da anayasa hukukçuları Özbudun ve Yazıcı bu yazdıklarımızı bilmezler mi? Bilmez olurlar mı? Bu yazdıklarımızın önemli bir kısmı, Özbudun’un anayasa hukuku kitabında var. Ama onlar yine de anayasanın 148. maddesine gönderme yaparak, Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini aştığını söyleceklerdir. Öyleyse aşağıdaki örneklere yanıt versinler: • 205 yıl önce 1803 yılında ABD Federal Yüksek Mahkemesi, mahkemelerin, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyebilecekleri kararını (Marbury vs. Madison davası) verdiği zaman, bu yetki anayasada yoktu. Bu yetki anayasa mahkemesinin kararı ile yaratılmıştı. • 140 yıl önce 1868 yılında ABD anayasasına “ÖZGÜRLÜĞE kavuşan köleleri korumak amacını” taşıyan bir madde kondu.Yüksek mahkeme daha sonra bu maddeyi “cinsiyet ve ırk ayrımlarını yasaklayacak” biçimde genişletti. Yani mahkeme fiilen anayasayı değiştirdi. Unutulmasın, anayasal yorum sadece pozitif anayasa maddelerine dayanarak inşa edilemez. Anayasal demokrasilerde yasama ve yürütme anayasanın temel ilkelerine, uymak zorundadır. Çünkü gerek yasama gerek yürütme gerekse yargının yetkileri anayasanın temel ilkeleriyle sınırlıdır. Anayasa mahkemesi yargıcı Hugo L. Black’in dediği gibi “yazılı anayasa mücadelesinin amacı, iktidardakilere kendi keyfi arzularının değil hukukun egemen olmasını sağlamaktır”.
Gönderi tarihi: 17 Haziran , 2008 17 yıl Şimdi bu durumda benim baştan beri savunduğum tez doğru gibi görünüyor. Anayasa profesörü filan değilim ama, eklenen maddede laiklikle ilgili bir konu yok. Eğer devamı gelip türban tanımlayan yasa çıksaydı bir anlamı olacaktı. şu haliyle bir anlamı yok. Gerekçede şekil yönünden bir neden gösterilmesi de gerektiğine göre, bence iptal gerekçesi, zaten var olan bir maddenin kelimeler değiştirilerek ve "yükseköğrenim" sözcüğünün de ilave edilerek kapsam daraltılarak tekrarlanmasıdır. Yani esasa ait bir gerekçe göstermeye zaten gerek yok. Bu madde anayasada kalsa da türbanla üniversiteye yine girilemez. Gerekçe, gereksiz ve üstelik kapsamı daraltan bir madde olması. Aynen "Türkiye Cumhuriyeti laik demokratik sosyal bir hukuk devletidir" maddesine bir de ek koyup "demokratik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir" demek gibi. Her maddeye böyle gereksiz eklenme yapılırsa anayasa ne hale gelir? Şekil yönünden sakat bir ekleme ve iptali doğal. Zaten bir işlevi de yok. Maddenin aynısı tüm öğretimi kapsayacak şekilde zaten var...
Gönderi tarihi: 17 Haziran , 2008 17 yıl TBMM tarafından, Anayasada belirtilen durumlarda milletvekili dokunulmazlıgının kaldırılmasına veya üyeligin düsmesine karar verilmesi halinde, bu kararların iptali icin Anayasa Mahkemesine basvurulması mümkünmüdür? degilmidir? diye soru soruyoruz günlerdir bekliyoruz? cevap yok bu bir Mümkündür... Ne var bunda???
Gönderi tarihi: 18 Haziran , 2008 17 yıl SALTANAT NASIL KALDIRILDIYSA CUMHURİYET ÖYLE KORUNUR Artık Türkiye yeni bir döneme giriyor Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 14 Mart 2008 günü iktidardaki AKP hakkında kapatma davası açması çığır açan tarihi bir ataktır. Bu büyük girişim, tarihe Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da saptadığı gibi, karşı devrime dur diyen büyük eylemin başlangıcı olarak geçecektir. Kapatma davasından sonra, Anayasa Mahkemesi’nin 5 Haziran 2008 günlü kararıyla üniversitelerde türbana serbestlik getiren Anayasa değişikliğini iptal etmesi de sürecin yeni atılımlarla sürdüğünü gösteriyor. Cumhuriyet yargısının, bütün milletin “makûs talihini” yenme azmini ortaya koyan bu kararlarını, dar hukuk tartışmalarıyla anlamaya ve açıklamaya çabalamak boşunadır. SALTANAT NASIL KALDIRILDIYSA CUMHURİYET ÖYLE KORUNUR Olay Atatürk’ün Saltanat kaldırılırken Meclis’teki sıranın üzerine çıkarak söylediği kadar sadedir ve kesindir: “İhtimal bazı kafalar kesilecektir, fakat saltanat kaldırılacaktır.” Saltanat böyle kaldırılmıştır ve Cumhuriyet de ancak Atatürk gibi davranarak bu yıkımdan kurtarılacaktır. Tecrübeli bir siyaset adamı, buna “ Devrim muhafızlığı” dedi. Olay budur! Kemalist Devrim, Türkiye’nin temelidir. Bağımsızlık o devrimle kazanılmış, üzerinde yaşadığımız coğrafya o devrimle vatan yapılmış, saltanat ve hilafet o devrimle yıkılmış, Cumhuriyet o devrimle kurulmuş, padişahın kulu şeyhin müridi olan insanlarımız o devrimle yurttaş ve millet olmuş ve özgürleşmiş, o devrimle aydınlanmış ve çağdaşlaşmıştır. ANAYASA VE PARTİLER REJİMİNİN TEMELİ Anayasa Hukuku ve Siyasi Partiler Hukuku da o devrimin hukuku olacaktır. Çünkü Türkiye, o devrimin üzerinde durmaktadır. Milletin birliği ve toprak bütünlüğümüz, özgürlük ve demokrasi, hep o devrim temelinde vardır. O devrim gitti mi, bizi var eden bütün bu kavram ve ilişkiler de çözülüp gitmektedir. Arkada kalan 60 yılın dersi budur. Öyleyse Türkiye’deki Anayasa ve hukuk sisteminin temeli, Kemalist Devrim’dir. Kemalist Devrim’i yıkmaya yönelik her girişim, her eylem yasadışıdır ve sonu perişanlıktır. KARŞI DEVRİMİN VE DEVRİMİN YASALLIĞI CEPHE CEPHEYE Kemalist Devrim’i savunan, hayata geçiren, ayağa kaldıran ve hedeflerine ulaştıran her çaba, her eylem de yasaldır. Yaşadığımız süreçte, karşı devrimin meşruluğu ile Kemalist devrimin meşruluğu cephe cepheye gelmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Anayasa Mahkemesi bu büyük gerçeği saptadıkları için, önlerine gelen yargı sorunlarını geniş ufuklu ve sağlam bir hukuk anlayışıyla çözmektedirler. Üniversite ortamında “Anayasa ve Partiler Rejimi” adlı kitabın ilk basımını yazdığımızdan bu yana, 40 yıldır hep bu gerçeği anlatmaya çalıştık. Anayasanın da, Siyasi Partiler Hukukunun da ancak bu anlayışla geçerli bir yoruma kavuşturulacağını belirttik. Şimdi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tarihi iddianamesinde ve Anayasa Mahkemesi’nin tarihi kararında bu anlayışı görmek, eşsiz mutluluktur. Türk milletinin de, Türk yargısının da, Cumhuriyet Devrimi’nin de ufku açılmıştır. PRETOR IUS NON FACERE POTEST! Karşıdevrimcilerin ve Neoliberallerin anlayamadıkları şudur: Hiç kimse kanun maddelerindeki sözcükleri çekiştirerek, ne hukuk yaratabilir ne geçerli hükümler verebilir. Roma Hukuku’nda öğrendiğimiz bir ilke vardı: “Pretor ius non facere potest”! Yani Pretor, hukuk yaratamaz! Hukuk, toplumların temel dinamiklerinin belirlediği süreçlerde oluşur ve onunla oynanamaz. Bırakalım iki buçuk Fethullahçıyı, Roma’nın pretorları bile hukuk yaratma gücüne sahip değillerdi! İşte ABD güdümlü Cumhuriyet yıkıcıları da hukuk yaratma kudretine sahip değillerdir! Non facere potest! 2007-2008 sürecinde ortaya çıkan gerçek budur. AKP yöneticileri ABD güdümlü mafya tarikat rejiminin anayasasını da yapıp karşı devrimi tamamlamaya çalışmışlardır. Ve şimdi Atatürk’ün hukuku, yine Meclis’in sıralarının üstünden onlara seslenmektedir: “İhtimal bazı kafalar kesilecektir!” “KESİLECEK KAFA” Burada kesilecek olan kafa, bir siyasal partinin kafasıdır. Hukuk diliyle konuşacak olursak, karşıdevrimi tamamlama macerasına kalkışan parti kapatılacaktır. Cumhuriyet Devrimi’nin hukuku bu kadar sadedir; bu kadar yalındır ve bu kadar ezicidir. Hukuk çokbilmiş yorumcuların ve laf cambazlarının göstermek istedikleri gibi karmaşık ve anlaşılmaz değildir. Tam tersine hukuk, çobanların anlayacağı kadar basittir; çünkü onlar için yapılmıştır. Tehdit ortadadır ve açıktır. Cevap da açık ve kesin olacaktır: Cumhuriyet’i yıkamazsınız. Hiç bir siyasal parti Türk Devrimi’yle kurulan milli devleti, vatanın bütünlüğünü, Atatürk Cumhuriyeti’nin ortaçağdan kurtulmuş ve aydınlanmış, özgür insanıyla işletilecek halk yönetimi ve çağdaşlaşma hedefini ortadan kaldıramaz ve yıkıma uğratamaz. YIKILMIŞ İKTİDAR PARTİLERİ ÇÖPLÜĞÜ İktidar partisi olmak, hiçbir partiye Cumhuriyeti yıkma ve ülkeyi pazarlama yetkisi vermez. 1960’taki DP de iktidar partisiydi, Vahdettin de sultandı, 600 yıllık bir iktidarı temsil ediyordu. Saltanat kaldırılırken homurdananlar, mırıldananlar, fısıldaşanlar oldu. Bunların ret oyu için kaldıracakları kaç parmakları vardı? İşte Atatürk o zaman “İhtimal bazı kafalar kesilecektir” dedi. İşte milli irade böyle geldi. Saltanattan yana milli irade olur mu? Emperyalizm güdümünde, cemaat ve tarikattan yana milli irade olur mu? Tarih bu yönüyle yıkılmış iktidarlar çöplüğüdür. Hitler de 15 yıl iktidar koltuklarında oturdu. Toplumlar yasadışı buldukları iktidarları yıkmanın çeşitli yöntemlerini bulmuşlardır. Türkiye’nin iki yüzyıldır devam eden devrim süreci, bu alanda çok yaratıcıdır; zengin örnekler üretmiştir. YASALLIĞIN TEMELİ VE SINIRI Kapatılan iktidar partisinin başka biçimlerde hayatını sürdüreceği, yerine yeni partilerin kurulacağı öne sürülüyor. MNP, MSP, RP, FP örnekleri veriliyor. Bölücü partilerin de HEP, ÖZDEP, HADEP, DEHAP örneklerinde görüldüğü gibi siyasal hayatımızın demirbaşları olmaya devam ettiği ve edeceği belirtiliyor. Bu saptama, arkada kalan karşı devrim sürecinin olgusudur. Eğer o süreç devam edecekse, zaten o zaman Türkiye kalmayacak demektir. O yorumcuların görmediği, görmek istemedikleri gerçek budur. Türkiye Haçlı güdümündeki Cumhuriyet yıkıcılığına ve vatan bölücülüğüne siyasal yasallık tanıyamaz. Geçmişte tanıdığı için bugün bir yıkımla karşı karşıya kaldık. Atatürk, karşıdevrimci irticaya ve liberalizme yasallık tanımadığı için Cumhuriyeti inşa edebilmişti. Terakkiperver Fırka ve Serbest Fırka tecrübeleri yeterince öğreticidir. Öyleyse Türkiye bu sorunu temelli çözmek ve siyasal meşruiyeti, Cumhuriyet devrimi ve vatan bütünlüğü zemini üzerine istikrarlı olarak oturtmak zorundadır. Anayasa ve SPK’nin yorumu da Türkiye’yi kuran Türk devrimi temeline dayanmak zorundadır. Cumhuriyetle ve vatanla oynanamaz. Çok partili rejim bu sorunların çerçevesi içinde olmak zorundadır. BOP EŞBAŞKANI MİLLİ İRADEYİ DEĞİL ABD’NİN İRADESİNİ TEMSİL EDİYOR Milli irade, bağımsız ve özgür milletin iradesidir. Yönetimlerin ABD’den tayin edildiği bir ülkede milli irade olmaz. Türkiye’yi dış ve iç borç batağına düşürenler, iktidar formülünü de, dış borç alabilme “liyakatine” bağlamışlardır. Ve kime dış borç verileceğini de, Atlantik ötesindeki süper devlet belirlemektedir. Böylece Türkiye, iktidarların dışardan tayin edildiği bir kısır döngü içine hapsedilmektedir. Nitekim Başbakanlık koltuğunda oturan Tayyip Erdoğan, kendisini bir başka devlet hiyerarşisi içinde ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eşbaşkanı olarak tanımlıyor. Milli irade bu çemberin içinde oluşmaz. Ancak ve ancak bu çemberin kırılmasıyla, devlet bağımsızlığı, millet özgürlüğü ve aydınlanmış yurttaşla gerçekleşir. ABD’nin BOP eşbaşkanları milli iradeyi değil, ABD’nin iradesini temsil etmektedir. Öte yandan geniş yığınların mafya, tarikat ve cemaat ağlarında kıvrandığı, şeyhlere, ağalara bağlandığı bir ülkede ortaya çıkan irade milletin özgür iradesi değil, mafyaların, cemaat ve tarikatların iradesidir. YENİDEN KURULUŞ Bu açıdan Türkiye’nin siyasal rejimi gelmiş, devlet bağımsızlığını sağlamak ve Ortaçağ ilişkilerinden kurtulmak meselesine dayanmıştır. Parti kapatma Türkiye’yi Kemalist Devrim temelinde yeniden kurmak, toplumu bu temelde özgürleştirme görevinin ilk adımı olarak tarihi önemdedir. Türkiye, Kemalist Devrim’i tamamlama kararıyla Anayasasını ve siyasal partiler rejimini sağlam temele oturtacaktır.
Gönderi tarihi: 27 Haziran , 2008 17 yıl Yarın çıkarsa bakalım ne yapcak bizim KPSSciler!!!Aman ha dikkat arkadaşlar yarın büyük gün!!!Burdan Dicle Üniversitesi,Türkçe Öğretmenliği 2008 mezunları tabi ki özellikle birinci öğretimlere ve Coğrafyacılardan Yıldırım,Orhan,Şiyar ve Sabahata veeeeeee bu sınava girecek tüm forum arkadaşlarına kocaman başarılarrrrrrrrrrrrrrrrrr!Hadi bakalım canım Türkçe müptalısı arkadaşlarım güzel çocuklarımız sizi bekliyor okullarda....
Gönderi tarihi: 28 Haziran , 2008 17 yıl Yarın değil...Yani, senin kastınla yarın değil. Gerçekte yarın çıkarsa korkmak gerekiyor...Zira hukuk soruları yarın çıkacak... Bu arada ben de, Dicle Üniversitesi Türkçe Öğretmenliğini birkaç yıl önce bitiren arkadaşım İbrahim Baran'a buradan selam söyleyeyim bari... Ne ********* bir eğitim fakültesi vardı oranın. Yanlış anlaşılmasın, yapı olarak kötüydü diyorum... Halı sahaların karşısındaydı...Hala öyle mi bilmiyorum ya... İnşallah böyle şap bir soruyla karşılaşmam yarın yoksa şapa oturmak diye bir tabir vardı ona gark olabiliriz... Türkçeciler ve Coğrafyacılar bugün bu sorudan yırttılar... Genel Kültür soruları içerisinde buna benzer bir soru yoktu...Neyseki ucuz atlattık... 2008 olimpiyatları nerede yapılacak ve 2048 yılından itibaren emeklilik yaşı kaç olacak diye bir soru vardı. İki soru yaptı değil mi.... Aslında şu anda vaktim yok, uzun zamandır da izinde olduğum için form giremiyordum...Şimdi vakti nereden bulduğumu anlatmaya kalksam yarım saatimi alır... Pazartesi görüşmek dileğiyle... Saygılar...
Gönderi tarihi: 28 Haziran , 2008 17 yıl Yarın değil...Yani, senin kastınla yarın değil. Gerçekte yarın çıkarsa korkmak gerekiyor...Zira hukuk soruları yarın çıkacak... Bu arada ben de, Dicle Üniversitesi Türkçe Öğretmenliğini birkaç yıl önce bitiren arkadaşım İbrahim Baran'a buradan selam söyleyeyim bari... Ne ********* bir eğitim fakültesi vardı oranın. Yanlış anlaşılmasın, yapı olarak kötüydü diyorum... Halı sahaların karşısındaydı...Hala öyle mi bilmiyorum ya... İnşallah böyle şap bir soruyla karşılaşmam yarın yoksa şapa oturmak diye bir tabir vardı ona gark olabiliriz... Türkçeciler ve Coğrafyacılar bugün bu sorudan yırttılar... Genel Kültür soruları içerisinde buna benzer bir soru yoktu...Neyseki ucuz atlattık... 2008 olimpiyatları nerede yapılacak ve 2048 yılından itibaren emeklilik yaşı kaç olacak diye bir soru vardı. İki soru yaptı değil mi.... Aslında şu anda vaktim yok, uzun zamandır da izinde olduğum için form giremiyordum...Şimdi vakti nereden bulduğumu anlatmaya kalksam yarım saatimi alır... Pazartesi görüşmek dileğiyle... Saygılar... Halı sahada değil artık yeni binasında hem ben zaten arada uğruyordum.Sorular basitmiş,ben yapardım.Neyse geçmiş olsun...Hadi bakalım Türkçeciler valla kurtulmuşsunuz bakalım yarın ne olcak
Gönderi tarihi: 30 Haziran , 2008 17 yıl Yarın olan dün, tam bir belaydı...Herkes ilk çıkma zamanının gelmesi için dua ediyordu adeta... Baş belası soru tam olarak böyle çıkmadı ama şöyleydi... Aşağıdakilerden hangisi Anayasa Mahkemesi sadece şekil bakımından denetleyebilir? -Anayasa Değişiklikleri... Diğer şıkları hatırlamıyorum ama bu soruyu görünce güleyim mi, ağlayayım mı anlayamadım. Dahası dalgaya mı alınıyoruz acaba veya bu soruyu sormayı akıl edenin aklından ne geçiyordu diye de sormadan edemedim... Sahi, böyle saçma bir soruyu tam zamanında sormanın anlamı ne idi? Yeni binası kampüste mi yoksa farklı bir yerde mi acaba diye sorsam olur mu? Kampüste mi derken mühendislik fakültesinin oraya birşeyler yapılıyordu orası mı acaba?
Gönderi tarihi: 30 Haziran , 2008 17 yıl Çok geçmiş olsun!Umarım istediğiniz sonucu alırsınız!Bu arada cumartesi eğitimcilerimiz eğitimde dökülmüş;canlarım sorular çok mu zorladı Cevap olarak işaretlediğiniz kutucukta sorun olabilir nitekim buna kendileri dahi kara veremedi Ya siz boşverin o anı verin cevabı,sonrası mı?Gülelim biz ağlanacak halimize... İlk 2 yılımızda Mühendislikteydik!Çok hoş oluyoru mimar ve mühendislerle takılmak!Hoş biz ders biter bitmex kendimizi o çölden Fen Edebiyata atardık ya! Şimdi ta kampüsün en çölleşmiş alanına kurmuşlar Eğitimi.İlahiyat ile Ziraat arası.Ya inanın ki oraya gidene kadar ''kardeş ben oraya gitmiom,bu ne ya'' diyen kampüs içi şofürlerin azarını işitiyoz! Neyse ki benim gibi sabırlı öğrenciler var ki katliam haberleri daha gelmedi Dicleden...Tekrar geçmiş olsun!
Gönderi tarihi: 8 Temmuz , 2008 17 yıl Yarın olan dün, tam bir belaydı...Herkes ilk çıkma zamanının gelmesi için dua ediyordu adeta... Baş belası soru tam olarak böyle çıkmadı ama şöyleydi... Aşağıdakilerden hangisi Anayasa Mahkemesi sadece şekil bakımından denetleyebilir? -Anayasa Değişiklikleri... Diğer şıkları hatırlamıyorum ama bu soruyu görünce güleyim mi, ağlayayım mı anlayamadım. Dahası dalgaya mı alınıyoruz acaba veya bu soruyu sormayı akıl edenin aklından ne geçiyordu diye de sormadan edemedim... Sahi, böyle saçma bir soruyu tam zamanında sormanın anlamı ne idi? Yeni binası kampüste mi yoksa farklı bir yerde mi acaba diye sorsam olur mu? Kampüste mi derken mühendislik fakültesinin oraya birşeyler yapılıyordu orası mı acaba? aboooooo dedim kpss sorularını bir gördüm sonra da o meşhur soruyu bir gördüm KARABEKİR kesin derin devlet dedim Seneye de bekleriz böyle yardımlar.Tek soruyla yetinmeyellim ama
Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2008 17 yıl Yaptığım bazı tahminler nedeniyle ben de kendimden korkmuyor değilim. Hasılı espritüel yaklaşımınız açıkçası hemen her defasında yüzümü güldürüyor. Keşke bu soru KPSS'de sorulmasaydı. Zira cevabı doğru içeriği ve uygulaması yanlış bir soruya cevap vermek zorunda bıraktılar beni. Sürekli olarak Anayasayı mı yoksa Anayasa Mahkemesini mi dikkate alacağım noktasında tereddüt yaşattırıyorlar bana... Bir sene daha sınava girmek zorunda kalırsam seneye kendi sorularımı hazırlamaya başlayacağım. Ancak kendi sorularıma vereceğim cevaplarla bu sınavı kazanabilirim herhalde ama onlardan da 40 soruda büyük ihtimal 30 doğrum çıkar...Beni en fazla zorlayan kendi sorularım zaten... Sevgi, selam ve saygılarla..
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.