Φ SO_RATES Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2005 Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2005 Savrulan Türk Gençliği... "68 kuşağından günümüze gençliğin dramı” ._____“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. M. Kemal ATATÜRK... ._____"Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği” Bu sözler Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa KEMAL’ in Bursa Söylevinden.Gençliğe Hitabesini hepimiz iyi biliriz,hani ezberletmişlerdir ilkokullarda.Fakat ben yukarıdakilerin de Türk Devriminden bugüne Türk gençliğinin ülkesine,devrimine sahip çıkma refleksi ve de toplumsal duyarlılığı hakkında birkaç söz söylemeden evvel değinilmesi gereken satırlar olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de bugün ikide bir de çok kötü yerlerde olduğu söylenen,güvenilmeyen ve ne yazık ki kendisine de güvenemeyen bir genç nüfus olduğu ortada.Peki gençlik bu aşamaya hangi safhaları atlatarak geldi.Geçmişte kendisini 68’liler,78’liler olarak ifade edebilmiş kuşaklar varken neden bir 88’liler,98’liler adı hiç anılmadı. Sanırım dönüp bir tarihe bakmamız gerekecek... 68’liler,78’liler dedim ya,onları birçoğumuz sokak ortasında birbirlerini öldüren insanlar olarak hatırlarız hep.Böyle şiddet eğilimli bir toplumsal duyarlılık olacağına hiç olmasın safsatasına sarılırız duyarsız,bireyci genç kuşaklar olarak. Ama gerçekten babalarımız,ağabeylerimiz ellerinde silahla mı atıldılar siyaset meydanına. Dedim ya dönüp tarih sayfalarını karıştıracağız. Türkiye’de birçok alanda büyük bir dönüşüm yaşatan 27 Mayıs 1960 İhtilali ,beraberinde getirdiği özgürlükçü anayasa ile tek parti ve ardından Menderes diktasının baskıları altında birikmiş toplumsal tepkilerin patlamasına sebep oldu. Artık işçinin sendikal hakları, üniversitelerin özerkliği vardı ve dünyada yaşanan siyasal gelişmelerin ülkemize yansımaları bu tepkilerin ana öznesini bu iki kurum haline getirmişti. Türkiye’nin 1947’de Marshall Yardımıyla etkisi altına girdiği Amerikan bağımlılığı,ilk yıllarında topluma çok sevimli gösterilmiş,uğruna Kurtuluş Savaşı verdiğimiz tam bağımsızlığımıza düşürdüğü gölge fark edilememişti. Lakin 60’ların başında bu özgürlükçü havada patlak veren Kıbrıs Krizi ve ABD’nin bu konu üzerine Türkiye’ye “dur bakalım sen kimsin,bana sormadan ne haltlar karıştırıyorsun” demeye getirdiği ünlü Johnson Mektubu Türk Gençliğinde doğan ciddi anti-emperyalist tepkilerin de tetikleyicisi oldu. İşte bu ortamda tam bağımsızlığı özümsemiş,Kurtuluş Savaşı ilkelerine sarılmış,tek vücut olabilmiş bir Türk gençliği ortaya çıkıyordu.O günlerin sık kullanılan söylemlerini şöyle bir hatırlatalım: “sağ-sol yok,anti-emperyalizm var” “emperyalizm seni yeneceğiz” “yaşasın tam bağımsız Türkiye” Peki ne oldu da emperyalizme karşı tek vücut olmuş bir kuşak bir anda sokaklarda birbirini öldürmeye başladı diye sorası geliyor insanın.Gerçekten emperyalizme karşı seslerin bu kadar yükseldiği 60’lı yılların sonlarına doğru birden bire yaratılan,suni bir sağ kitlenin varlığı dikkat çekici.İlk olarak 1968 yılında CKMP’li(sonradan bu parti kendisini fes ederek MHP adını aldı) komandoların İstanbul’da öğrenciler arası gerilim yarattığı görülüyor.Peki bu tabanı nasıl mı oluşturdular.Köylerden kamyon kamyon insan getirildiği ve nato ülkelerinde komünizmle mücadele adı altında hayata geçirilen Süpernato(gladio)nun Türkiye’de ki bir boyutu olan komando kamplarında silahlı eğitime tabii tutulduğu bilinen bir gerçek.Yani Türk gençliğinin kutuplara ayrılmasında bir emperyalizm parmağı var. İsterseniz bunu bir de sağlam dayanakla iyice doğrulayalım: Graham Fuller ismini çoğunuz duymuştur.Bugünlerde Türkiye için “ılımlı İslam Modeli”ni savunan Fuller,CIA’in 60’lı ve 70’li yıllarda Türkiye’de kullandığı sağlam adamlarındandı.Ana dili gibi Türkçe konuşan bu zat-ı muhteremin Vatan Gazetesinde bir röportajı yayımlandı ve şu çarpıcı sözleri bir çok zihinde yer etti: “60’larda Türkiye’de çok güçlü bir sol vardı ve bizde buna karşı sağı kullandık” Her şey çok açık aslında. Türkiye’de gençliğin bir bütün halinde emperyalizme karşı çıkması tabii ki Atlantikli müttefiklerimizi son derece rahatsız etti ve onlarda komünizmle mücadele adı altında suni bir sağ muhalefet yaratarak bunun karşısına çıkardılar.... Solun ise kendi içerisinde yaşadığı yoğun tartışmalar sonucu bir kesiminin silahlı mücadeleyi seçmesi 70’lere rastlar. Karşı cepheden de ölümler başlar ve iş kızışır.Oysa dönemin sosyalist aydınlarının hemen hepsi terörizmle sosyalist ahlakın uyuşmayacağını savunuyorlardı.68 kuşağının ünlü Kızıl Rudi’si, Rudi Dutschke de bunlardan biriydi: “Terörizm büyük bir cinayettir,sosyalist ahlaka aykırıdır. …Bu devrimci geleneğin yadsınmasıdır.Kişilerin öldürülmesinin hiçbir anlamı yoktur”. Tabii bütün bu uyarılara rağmen sol,tüm üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de silaha sarılıyordu.Oysa dönemin aydınlarının da dediği gibi bu şiddet sosyalizmle değil, Bakunin çizgisinde bir anarşizmle örtüşüyordu.Tabii buda akla şu soruyu getiriyor. Şiddete yönelen sol grupların ardında da bir parmak var mıydı? Sonuç yıllarca dökülen kardeş kanı,çocuk yaşta ölenler,idam edilenler,hapishanelerde çürüyenler ve geride bıraktıkları gözü yaşlı insanlar… 68’lilerden 78’lilere giden evrimde haklı tepkilerin zaman içinde bölünme yaratılarak cephelere ayrılması,ve de haklı olan tarafın haksız bir ifade tarzı olan şiddete yönelmesi olduğunu görürüz ama bana sorarsanız gençliğin asıl dramı,solun ve sağın üzerinden buldozer gibi geçen 12 Eylül’den sonra başlamıştır. ABD’nin our boys diye adlandırdığı general takımının girişimi olan 12 Eylül’ün ardından Türkiye’de iktidara gelen Özal hükümeti ile birlikte ciddi bir apolotizasyon sürecinin işlemeye başladığı görülür. 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlar ile Türkiye’nin liberal ekonomiye iyiden iyiye geçiş yapması ile başlayan toplumsal yıkıma olan tepkiler,YÖK’ün kurularak üniversite özerkliğine son verilmesi, siyasal sistemde anti-laik dinsel kesimlere ağırlık verilmesi gibi önlemlerle dindirilmek istendi. Ama en işlevsel olanı 24 Ocak’la ülkeye iyice yerleşen yabancı sermaye çevrelerinin beraberinde getirdiği kültürsüzleşme oldu... 90’lı yıllara damgasını vuran çok kanallı dönem özgürlüğü ile de Postmodernizmin yapısal dinamiklerinden olan “açık toplum”u yaratma adına büyük hamlelerde bulunuldu ve bu dinamiğin hedeflediği şekilde toplumsal duyarlılıktan uzak, bireysel düşünceye ağırlık veren, tüketim ve de marka düşkünü bir genç kuşak yaratıldı. Tabii bütün bunlara rağmen Türkiye’de genç kuşaklar üzerinde bir çok siyasi akımın etkisi devam etti. Fakat bunlarda bu grupların yığınsallık dürtüsüyle hareketinden faydalanılarak en tepelerinden kontrol altına alındı ve işlevsizleştirildi. Bütün bu gelişmelerin ışığında günümüz Türkiye’sinde tip yapılarından kaynaklanan farklılıklarla çeşitli gençlik grupları oluştu.İsterseniz biraz da kara mizah katarak bunlara bir göz atalım: Kahrolsuncu/Yaşasıncılar: 68’li ve 78’li kuşakların yukarda bahsettiğim etkilerle geldiği bu aşama bugün sağda çok fazla olmasa da kendisine sol demiş gruplar içerisinde hakim.Temel olarak belirli bir ideolojiyi tüm kuramsallığıyla kabul edip, bunun dışındaki her şeyi reddetmeyi içeren kahrolsuncu/yaşasıncı zihniyet,içine düştüğü dogmatizm batağından da kolay kolay çıkamadığından güncel toplumsal sorunlara da rasyonellikten uzak yorumlar getirir. Körü körüne inanmak ve hararetle savunmak dürtüsü damarlarda ki kanın en delice aktığı genç yaşlarda insan beyninin üzerinde daha da etkili olduğundan dünyanın her yerinde her dönemde böyle gençlik gruplarına rastlamak mümkündür. Şiddet eğilimi de yüksek olan bu gruplara günümüzden örnek vermek gerekirse,Y ÖK ve Savaş karşıtı protesto eylemlerine kaldırım söküp, cam çerçeve indirenleri gösterebiliriz. İçlerine düştüğü ideolojik dogmatizm onların sağ kanadını nasıl 60’lı ve 70’li yıllarda “yankee go home “ diye bağıranların üstüne “komünistler Moskova’ya” diyerek saldırmaya ittiyse bugün de sol kanadını ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli hamlelerinden biri olan Kıbrıs için Annan Planı’nı halkların kardeşliği programı sanıp hararetle savunmaya yöneltmiştir. Paskalya Yumurtaları: Küreselleşme rüyasını bireysel olarak ta olsa gerçekleştiren grup. ABD Dünyayı küreselleştirip yusyuvarlak yapmaya uğraşadursun bu arkadaşlar kendi kendilerini bu ilerici safhaya(!) hazırlamışlardır bile. Bol tirajlı gazetelerin, bol maaşlı postmodernist yazarlarının sağlam okuyucuları olan bu kitle, çözümü neoliberalizmde ve doğal olarak kayıtsız şartsız AB üyeliğinde görür, Bush ve neoc-con takımının da sık sık telaffuz ettiği gibi insan hakları, demokrasi, dünya vatandaşlığı laflarını ağızlarından hiç düşürmezler. Dünyada ki değişime ayak uydurmanın ne kadar gerekli olduğunu üstüne basa basa vurgular, devletin ekonomiden elini ayağını çekmesini ve bu bağlamda özelleştirmelerin ne kadar gerekli olduğunu bayıla bayıla söylerler. Batıya şüpheyle yaklaşan ve onların hegomonyal hedeflerini vurgulayanlara komplo teorisyeni, statükocu,neo-faşist gibi bir sürü ipe sapa gelmez etiket yapıştırmaktan geri kalmazlar. Allah’ın Sevgili Kulları: 12 Eylül’ün ardından iyiden iyiye güçlenen bu grup,80’li yıllardan itibaren 1969’un Kanlı Pazar’ında ki yüzlerini gizleyip,hoşgörü kisvesi altına sığınmayı tercih eden dini bütün, Allah’ı bir, tarikatı çok kardeşlerimizdir. Aslına bakarsanız ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ılımlı İslam modeli olma misyonunu yüklediği, ve neoliberal muhafazakar-aynı zamanda tepeden tırnağa şeriatçı-bir hükümetin iş başında olduğu Türkiye’de en tehlikeli oluşumun bu grup olduğunu söylemek mümkündür. Bütün dinsel muhafazakarlıklarına karşın aynen paskalya yumurtaları gibi batı ile entegrasyon, değişime ayak uydurma, sivil toplumun etkinliği gibi postmodernist taleplerde bulunmaları tepelerindekinin arkasında kimin parmağı olduğunu da göstermektedir. Zaten o tepedeki zat-ı muhterem, Fethullah Gülen hocaefendi hazretleri de şöyle dememişmiydi: “Amerika dünya gemisinin dümenindeki bir milletin adıdır. …Bu bağlamda inanmış bir insan için batı ile entegrasyon kaçınılmazdır” Tüketim Öküzleri: Siyasetin kirliliğine zerre kadar bulaşmamayı tercih edip kendini dünyevi zevklere veren ve de toplumsal duyarlılıktan gram nasip almamış bu insan müsveddeleri ise adını bile duymadıkları postmodernizmin pasif destekçileridir. Bireysel uğraş alanlarını kendilerine meşgale edinip sürekli bir tüketim telaşına girerler ve çokuluslu markaları ihya ederler. Umutsuzlar: Bunlarda dönen dolapların farkında olupta bunlara bir çözüm bulmanın imkansızlığını savunan umutsuz kitle. Bugünlerde üniversitelerimizde sıklaşan intihar vakaları da bu kitlenin sisteme olan tepkisini,hayattan istifaya vurmasından ibarettir kanımca. Dip Dalgaları: Bu tabir 80’lik vatansever Attila İLHAN’a ait. Ama bugün Türkiye’de 60’lı yılların başında olduğu gibi sağcı-solcu çelişkisini bir yana bırakıp anti-emperyalizm cephesinde buluşan, Mustafa Kemal’in Bursa Söylevini kendisine rehber etmiş bir grubu çok iyi adlandırıyor. Gerçekten sistemin tüm angaje etme ve yönlendirme çabalarına karşın, sistemin karşısına mantıklı bir duruşla çıkmayı başaran dip dalgalarının, tsunamiye dönüşerek emperyalizmin kafasına inmesi korkusu, ülkede ki işbirlikçi güçleri de bu oluşumu bölmeye tetikliyor. Bugünler de sol ulusalcı olamaz, enternasyonalist olur yurtsever olur gibi tartışmalar yaratılmasını ben buna bağlıyorum. Gerçekten 40 yıldır serseri bir rüzgar gibi ordan oraya savrulan yurdum gençliği bütün temel sorunların kökeninde yatan emperyalizmi bir bütün olarak kavrayıp,buna karşı savaşımda ortak bir cephede buluştuğu gün bu topraklar tüm dünyaya örnek olmuş bir kurtuluş mücadelesine yeniden sahne olacaktır. O zaman bizlere, acıyarak ve üzülerek baktığımız bir gençliğin kara mizahını yapma gereği de kalmayacaktır. Ne dersiniz. Çok mu uzak geliyor? Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.