Φ evaporit Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Determinizm'in ortaya çıkışı ve kullandığı argümanları ile birlikte ele alıp kısa bir incelemeden geçirip, daha sonra 2. bölüm de determinizmin uygulamalarına değinmek istiyorum.. en son olarak da 3. bölümde Din ile kurulan irtibatına değinmek istiyorum.. öncelikle birinci bölümdeki ortaya çıkışı ve argümanlarının ne olduğunu alıntılarımızla birlikte değerlendirelim..... '' Determinizmin ortaya Çıkışı : İnsanoğlunun tarih boyunca açıklamaya çalıştığı olayların başında. Hareket ve zaman gelir. Hareketi açıklamak Mekaniğin evreni açıklama çabasını kolaylaştıracaktır. Evreni açıklamanın temelin de ise hem günlük yaşamda sıklıkla test ettiğimiz basit cisim hareketlerini (elmanın düşmesi), hem mikro alemin simgesi olan atomdan daha küçük parçacıkların hareketlerini ve hem de makro alemin simgesi olan gezegenlerin hareketlerini açıklamayı kapsamaktadır. Bu hareket ve zaman problemine bilinen ilk fizik alem merkezli düşünce sahiplerinin başında MÖ 300 yıllarında Aristoteles (MÖ 384-322) gelir. Aristo, harekete ilişkin yaptığı gözlemlerine dayanarak; ‘’Cisimlerin yere düşerkenki ivmelerinin, ağırlıkları ile doğru orantılı olduğunu ve bir cismin hareketinin devamı için muhakkak surette bir kuvvetin de sürekli olarak etkin olmasının gerektiğini söyler’’ bir cismin hareketi için ona sürekli kuvvet uygulamak gerekiyorsa, gök cisimlerini kim itiyor veya çekiyor? Dalından düşen elmayı yere iten veya çeken şey nedir? Sorusu Aristonun kuramının sonunu hazırlamıştır. Aristodan sonra, MS 150 yıllarında Claudius Ptolemy (MS 90-168)’nin gök cisimlerinin hareketi için koyduğu kurallara göre uzay bir tepsi eklinde idi ve dünyamızda bu tepsinin tam merkezinde yer alıyordu. Güneş ve diğer gezegenler dünyanın etrafında dolaşıyordu..Ancak günün birinde Nicolaus Copernicus (1473-1543) adlı Polonyalı ortaya çıktı ve çıplak gözle yaptığı uzun gözlemlerden sonra gerçekle yüz yüze gelmemizi sağladı. Artık sistemin merkezine güneş taşınmıştı. Bu devrimci düşünce Johann Kepler (1571-1630) tarafından geometrik modeline oturtulmuştur: buna göre ; ‘’Bir gezegenin yörüngesi, bir odağında güneşin yer aldığı bir elipstir. Gezegeni güneşe birleştiren doğru eşit zamanlarda eşit alanlar süpürür. Gezegenin periyodunun karesi güneşe olan ortalama uzaklığının küpü ile orantılıdır. (Dünya için T2 = R3 .) ‘’ Kepler’in, bu gün bile geçerliğini koruyan mükemmel geometrik modeli, güneş sistemi içindeki gezegenlerin hareketlerini kusursuz açıklıyordu ama evrendeki bütün hareketleri ve en önemlisi hareketlerin nedenini açıklamaya yetmiyordu. Dolayısıyla bilim adamlarının hareketle ilgili daha pek çok soruyu kendi kendilerine sormaları gerekiyordu. Galileo Galilei (1564-1642) bu soruyu kendi kendisine soruyor ve bir yandan teleskopla gök cisimlerini gözleyip Copernicusu’un güneş merkezli teorisini doğrularken, öte yandan yerçekimi ile ilgili deneyleri Aristoteles’in 2000 yıllık imparatorluğunu derinden sarsıyordu: ‘’Bütün cisimler aynı ivmeyle yere düşerler.’’ Bu kural, ağır cisimlerin de hafif cisimlerle aynı ivmeyle yere düştüğünü söylüyor ve Aristoteles’in yukarıda anılan ilk yasasını çürütüyordu. Tarih göstermiştir ki, büyük imparatorluklar derinden sarsılınca yıkılmaları kaçınılmazdır. Galilei’nin sarstığı Aristoteles’in imparatorluğuna Isaac Newton (1642-1727) son darbeyi indirecektir. Newton Hareket Yasaları denen aşağıdaki kurallar, Aristoteles’in imparatorluğunu yıkmakla kalmadı, 400 yıl boyunca fiziksel bilimlerin temeli oldu ve yaşadığımız çağın teknolojisini yarattı: 1- Hareketli bir cisim dışarıdan bir kuvvetle etkilenmezse düzgün doğrusal hareketini ilelebet sürdürür. 2- Kütlesi m olan bir cisme uygulanan F kuvveti ile a ivmesi arasında F=ma bağıntısı vardır. 3- Her etkiye karşı ona eşit bir tepki vardır. Bilgi üretiminde asla tahmin edilemeyecek ilişkiler ortaya çıkar. Kepler gezegenlerin hareketlerini açıklayan geometrik modeli yaratmak için Pergeli Apollonius (MÖ 262-190)’un 1800 yıl önce yazdığı Konikler adlı yapıtına dayanıyordu. Herhalde, Apollonius, tutkulu bir sanatçı gibi koniklerin gizlerini bulup ortaya dökerken, 18 yüzyıl yıl sonra büyük bir uygarlığa çığır açacağını aklına bile getirmiyordu. Apollonius olmasa Kepler olmazdı, Kepler olmasa Newton olmazdı. Newton, Kepler’in geometrik modelinin ve Galilei’nin yerçekimi ile ilgili şaşırtıcı gözleminin gerisinde yatan gizemi aramaya başladı. Gezegenler neden Kepler’in modeliyle hareket ederler? Ağır ve hafif cisimler neden aynı ivmeyle yere düşerler? Bu soruların yanıtlarını veren matematiksel formül Newton’un hareket yasaları olup, determinizm kavramının temelidir. Determinizm : Klasik Mekaniğin (Newton Mekaniği) özü determinizmdir. Determinizm, “bir fiziksel sistemin şimdiki durumu, önceki durumunun sonucudur” der. Dolayısıyla her olay ve hareketi önceden belirlemek mümkündür. Bu görüşü, antik çağın maddeci düşünürlerine kadar geriye götürebiliriz. Hiç değilse, MS 1500 yıllarında ortaya çıkan nedensellik (sebep-sonuç) düşüncesinin ağırlık kazanmasından sonra Isaac Newton (1642–1727) ’un ortaya koyduğu hareketin üç temel yasası modern bilimi bütünüyle determinizme dayandırmıştır. Bu yasalar, determinizmi yalnız ileriye değil, geriye doğru da çalışan sağlam bir araç olarak görür. Gerçekten, Newton’un hareket yasalarına göre, şu andaki olay ve hareket önceki olay ve hareketten çıktığı gibi, bundan sonra olacak olay veya hareket de şu andaki olay veya hareketin sonucu olacaktır. Klasik fizikçi açısından, Halley kuyruklu yıldızının 2061 yılında yeniden dünyayı ziyaret edeceğini kesinlikle öngörebilmek ya da gelecek güneş tutulmasının ne zaman olacağını ve dünyanın neresinden en iyi görüneceğini şimdiden şaşmaz biçimde hesaplayabilmek, determinizmin yadsınamaz zaferidir. Modern bilimin dayanağı olan ve 400 yıldır etkisini sürdüren bu görüş, bugün içinde bulunduğumuz bilime ve teknolojiye çok önemli katkılar sağlamıştır. Determinizmin matematiksel dili çok açıktır. Başlangıç koşullarını bilince, ona uyan yegane analitik çözümü, çözüm uzayından seçebiliriz. Bu çözüme f diyelim. Herhangi bir t anında sistemin durumunu biliyor isek, f fonksiyonunu biliyoruz demektir. Artık her a için f(t+a) ve f(t-a) değerlerini hesaplamak mümkündür. Matematiksel açıdan bakınca çözüm fonksiyonunun grafiği üstünde gerçekleşen bu olgu, fiziksel açıdan bakınca söz konusu dinamik sistemin kendi yörüngesi üzerinde belli bir yerden ileriye ya da geriye doğru hareket ettirilebilmesi demektir. Öyleyse, determinizmin uygulanabilmesi için, sistemin analitik çözümüne ve iyi belirlenmiş başlangıç koşullarına gerekseme vardır. Çok kolaymış gibi görünen bu iş, gerçekte pek çok sistem için imkansızdır. Bu imkansızlık kaos diye anılan fenomenleri yaratır. Tanrı Zar Atar mı? Newton fiziği dorukta iken, 20.yüzyıl içinde onun eksiğini tamamlamak için yapılan çalışmalarda iki yeni teori ortaya çıktı: Kuantum Mekaniği ve Görelilik Kuramı. Görelilik Kuramı… Kaos’un olasılığa dayalı yanıyla yakın ilişkisi nedeniyle, Kuantum Mekaniğini ile ilişkisine değinmek gerekecek… Atomun yapısını açıklamak için, atom altı parçacıkların hareketlerinin belirlenmesi gerekiyordu. Bu parçacıklara determinizm ilkesini uygulayabilmek için belli bir andaki konumlarının, hızlarının ve yönlerinin bilinmesi gerekiyordu. Ama aynı anda konumlarını ve hızlarını ölçebilme olanağı yoktu; hız bilinirse konum bilinmiyor, konum bilinirse hız bilinmiyordu. Buna çare olarak “olasılık” kuramı kullanıldı. Parçacıkların hızları ya da konumları belli olasılıklarla belirlendi. Dönemin en renkli kişilerinden Albert Einstein bu görüşe karşı durup “Tanrının zar attığına inanamam!” diyecektir. Ama, olayın çok inandırıcı yanı vardır. Yapılan tahmin bir parçacık için değil, milyonlarcası içindir. Bir para atıp tura geleceğini tahmin ederseniz, ya yüzde yüz tutturur ya da yüzde yüz yanılmış olursunuz. Ama 1.000.000 milyon para atıp 500.000 tanesinin tura geleceğini söylerseniz yanılma payınız çok azalır. Olasılığın kullanılışı, determinizmden bir sapıştır. Ancak, Kuantum Fiziği’nin görkemli doğuşu bile determinizmin önemini yok edemedi. Ama “Ölçümlemede belirsizlik” (Uncertainty of Measurements) olgusunu gündemin başına yerleştirdi. Bütün bunlardan önce, hemen 20.yüzyıl başlarken Newton Mekaniğine duyulan güveni sarsan görüşlerin ortaya çıkışını anımsamalıyız. 1898 yılında Fransız matematikçi Jacques Hadamard başlangıç koşulunda bir hata yapıldığında sistemin uzun dönemde öngörülemez olacağını belirtti. 1906 yılında Pierre Duhem benzer yargıya vardı. Ünlü Fransız Matematikçisi ve düşünürü Henri Poincaré 1900 yılında güneş sisteminin kararlı olup olmadığının kanıtlanamayacağını gösterdi. 1908 yılında Science et Méthode adlı ünlü yapıtında konuyu ayrıntılarıyla işlemiştir…. Ölçümlemede Belirsizlik Başlangıç koşulları dediğimiz sayıları nasıl belirleyeceğiz? Deneysel bilimlerde bunun tek yolu gözlemleme ve ölçümlemedir. Ama gözlemler, deneyler, ölçümler gerçek sayısal değerleri veremez; onları ancak belli bir yaklaşıklıkla, yani belli bir hatayla bulabiliriz. Her ölçümlemede kaçınılmaz olan alet ve insan hatalarını bir yana koysak bile, kuramsal olarak hiç bir alet her zaman gerçek değerleri veremez. Çünkü gerçel sayıların ondalık temsilleri sonsuz haneyi gerektirir. Sonsuz haneli bir ölçüm aleti yapılamayacağı gibi, sonsuz haneli sayılarla işlemler de yapılamaz. İrrasyonel sayı içeren basit bir toplama işleminde bile, o sayı yerine sonlu haneli yaklaşık bir değerini (rasyonel sayı) kullanırız. Ölçümlemede Belirsizlik (Uncertainty of Measurements) dediğimiz bu olgu, bir fiziksel sistemin başlangıç koşullarının kesin olarak belirlenemeyeceği anlamına gelir. Bu olgunun determinizm ilkesinde yarattığı olumsuzluğu saptayan ilk kişi Henri Poincaré (1854-1912) ‘dir. Şimdi bunun ilginç öyküsüne geçebiliriz. Kelebek Etkisi Newton yasaları iki gök cisminin hareketine mükemmel uyum sağlar, ama ikiden çok cisim olduğunda analitik çözüm elde edilemez. Üç Cisim Problemi diye anılan bu problemin çözümü 20.yüzyıla girerken astronomide popüler bir konu oldu. Norveç Kralı II.Oscar, güneş sisteminin kararlı olup olmadığını ispatlayana ödül vereceğini duyurdu. Henri Poincaré 1900 yılında, güneş sisteminin hareketini belirleyen denklem sisteminin çözümünün başlangıç koşullarına hassas bağımlı olduğunu, ancak başlangıç koşullarının asla doğru olarak saptanamayacağını, dolayısıyla güneş sisteminin kararlı olup olmadığının belirlenemeyeceğini gösterdi. Bu öngörülemez (unpredictable) durum için “kaos” terimini kullanan ilk kişi de odur. Böylece, Poincaré, istenen problemi çözmeden ödülün sahibi oldu. Ama unutmamak gerekir ki, bir problemin çözülemeyeceğini kanıtlamak, bazen problem çözmekten çok daha zordur. Şimdi Poincaré’nin büyük bulgusunun matematiksel açıdan basit açıklamasını yapabiliriz. Dinamik sistemin analitik çözümü varsa, belli bir başlangıç değeri yakınındaki değerler için fonksiyon (yörünge) değerleri de birbirine yakındır (süreklilik). Determinizm asıl gücünü buradan alır. Bu sistemlerde başlangıç koşulları kesinlikle belirlenemese bile, gerçek başlangıç değerlerine yakın değerlerin alınması sonuçta önemli farklar yaratmaz. Analitik çözüm olmadığı zaman, çözüm yerine yerel noktalarda doğrusal yaklaşımlar kullanılır; onlardan sayısal çözümler elde edilir. O sayısal çözümler evreleri oluşturur. Evreler başlangıç koşulları olarak alınır. Bu nedenle, evre uzayı çözüm uzayı yerine geçer. Doğrusal yaklaşımlar, boyut sayısına göre teğet doğru, teğet düzlem, hiper düzlem adlarını alırlar. Çözüm analitik olmadığından, birbirine çok yakın noktalardaki teğetler birbirinden çok uzakta olabilir. Başka bir deyişle, analitik çözümlerde ortaya çıkan düzgünlük (süreklilik) koşulları sağlanmadığından, birbirine çok yakın başlangıç noktalarında bile birbirlerinden çok uzakta değerler alabilirler. Bu kısa açıklamadan sonra, konu ile ilgilenen fizikçilerin kaos terimine yükledikleri anlamı ortaya koyabiliriz: Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık. Fizikçilerin bunu ifade eden güzel bir deyimleri var: “Çin’de bir kelebek kanat çırparsa Teksas’ta kasırga olabilir”. Bu sözde hiçbir politik ima olmadığını söylemeye gerek yoktur. Sadece, söylemek istedikleri şey, başlangıç koşullarındaki çok küçük değişim sistemin davranışında çok büyük fark yaratabilir. Hoşgeldin Kaos! Aya insan indiren, Mars’a uydu gönderen ve bu hareketlerin her saniyesini önceden öngören (predict) determinizmin büyük gücünü yanımızda hissetmek hepimize huzur veriyor. Ama, bir bilardo topunun masada nereye çarpacağını hesaplayamamak, üç gün sonrasının hava durumunu doğru tahmin edememek ya da bir dünya savaşının sonuçlarını öngörememek gibi olgular, kaygı verici değilse bile, determinizmin verdiği huzura gölge düşürecek kadar hayal kırıcıdır. Konuşma diline indirirsek, davranışı önceden öngörülemeyen (unpredictable) dinamik sistemleri ya da onların davranışlarını kaos olarak niteliyoruz. Fizikçilerin kaos terimine yükledikleri bu anlam ile sokaktaki adamın, hele hele politikacıların kaos terimine yükledikleri anlam çok farklıdır. Fizikçilerin söylediklerini, matematik diliyle ifade edersek kaosu daha iyi tanımlamış oluruz. Nonlinear dinamik sistemlerin çoğu için öngörü (prediction) yapmaya engel olan üç neden vardır: 1- Sistemin analitik çözümü yoktur. 2- Herhangi bir başlangıç koşulunu kesinlikle belirleyemeyiz (Ölçümlemede Belirsizlik İlkesi). 3-Başlangıç koşullarında meydana gelen çok küçük değişim(ler) sonuçta çok büyük farklara neden olabilir (Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık – Kelebek etkisi). Lorenz kaos’u yeniden keşfedince, kaos örnekleri arayanlar çoğaldı. Farklı sistemler ve farklı başlangıç koşulları için Garip Çekerler’i canlandıran bilgisayar programları yazıldı. Tekrarlar (iterations), Julia ve Mandelbrot Kümeleri gibi çalışmalar matematikte yeni kaotik yeni çalışmalar oldu.. geometrik şekiller ve tabiattaki doğal tekrarlamalı şekiller (tuz kristalleri ve brokoli gibi bitlkiler) bu çalışmaların örneklemeleri oldu… İterasyonla yaratılan ve kaotik sayılan bazı olgular matematiğe yeni ufuklar açtı mı? Buna şimdiden “evet” demek zordur. Ama kendi kendini tekrarlayan geometrik şekillerden çıkan fractal geometri ve fractal boyut kavramları alışılmış matematiğe yeni giren kavramlardır. Geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkan L-sistem adlı iterasyon yöntemi önceleri ilgi görmedi. 1950 li yıllarda Noam Chomsky doğal dillerin sözdizimine (syntax) uyguladı. 1968 yılında biyolog Aristid Lindenmayer tarafından bitkilerin büyümesini temsil etmek üzere kullanıldı. Harflerin kısa bir dizimiyle temsil edilen basit bir nesneden başlayarak çok karmaşık nesneler yaratabilen bir iterasyon yöntemidir. L-sistem bilgisayar desteği ile başarılı sonuçlar verebilir mi diye düşünmeye değer. '' Buraya kadar fizik ve matematik olarak Determinizm hakkında özet olarak alıntılamaya çalıştık.. şimdi 2. bölümde asıl konumuz olduğu için Determinizmin insan ve evren yorumuna ilişkin çeşitli alanlardaki uygulamalarına göz atmak olacak... Sosyal Bilimler kitaplarında bu bölümleme determinizmin kullanıldığı alana göre belirlenir, Sözgelimi, ekonomik determinizm ekonomik etkenlerin diğerlerini belirlediği öğreti anlamına gelir; tarihsel determinizm olayların tarihle belirlendiği tarih teorisi demektir; sosyolojik determinizm de, toplumsal olguların belirlenmiş olduğu görüşüdür. Bu anlamda determinizm 1- Mekanik determinizm; 2- Toplumsal determinizm; 3- Tarihsel determinizm şeklinde de ayrıma tabi tutulabilir. Mekanik determinizmde, insanın iradesi, yani İşleği ve eylemi kendi dışındaki nedenlerin sonucudur. Toplumsal determinizmde, insanın istek ve iradesi daima içinde yaşadığı toplumsal şartlara bağımlıdır ve bu şartların zorlamasıyla insanın iradesi ve isteği belirlenir. Tarihsel determinizmde ise, İnsanın irade ve eyleminin belirlenmesinde tarihin, tarihi olayların etken okluğu ileri sürülür. Şimdi bu ayırımlara dayanarak determinizin insan hayatını ve düşüncesini nasıl şekillendirdiğine bakalım... a) Deneysel determinizm: Deneye dayalı ya da pozitif bilimlerde (fizik, kimya, biyoloji vb.) temel kabul edilen determinizm; bülün olaylar değişmez bir biçimde belirlenmiş ve belli nedenlere bağlıdır. Buna göre belli ortam ve şartların oluşmasıyla meydana gelecek sonuç kesindir, aksi düşünülemez. Olayları meydana getiren nedenler deneyin dışında ve deneyüstü, yani aşkın nitelikte değildirler, olayların kendisinde ve doğada içkin olarak vardırlar. Doğanın, dolayısıyla evrenin üstünde bir neden aranmamalıdır. Bu anlayış Tanrı'nın varlığını ve iradesini kabul etmez. Öte yandan nedensellik ilkesi, buna bağlı olarak da determinizm doğa yasalarının evrensel, değişmez ve düzenli olduğunu ileri sürer. Bu bakımdan imkân, rastlantı, özgür irade, mucize gibi gerçeklikler kabul edilmez. Evrende zorunluluk asıldır. b)Psikolojik determinizm: İnsan davranışları ve eylemleri değişmez ilkelere veya yasalara bağlı olduğu gibi aynı zamanda zorunludur. Öyleyse insan özgürlüğünden, insanın özgür iradesinden ve özgür seçiminden de söz edilemez. Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Şİmdi gelelim yazımızın son bölümüne ve eleştirilerimizi sıralamaya... 1- Gerçekle "determinizm" terimi 1820 yıllarında bir makinenin çalışmasını anlatmak için kullanılmıştır. Ancak Laplace ve Poisson gibi bilim adamları evrenin de bir makina gibi düşünülmesini önerdiler ve aynı açıklamanın evren açısından da geçerli olduğunu eserlerinde savundular. Önceleri fizik ve mekanik bilimlerinin çeşitli alanlarında sözkonusu edilen determinizm, genel olarak bir yöntemi anlatırken, bu yöntemin aşırı bir zorlamayla bütün bir evrene yayılması, bilim açısından da savunulması mümkün olmayan yanlış bir tutumu doğurmuştur. 2- Dinamik ortamlardan çok daha karmaşık olduğunu düşündüğüm insan zihnini ve duygularını lineer bir denklemin çözüm evresine uyarlayıp belirlemeye çalışmak, kaosu bile üstleyen-kapsayan bir ŞEY dir... 3- gerçekte evrendeki var olduğu kabul edilen akli ve düzenli yapının parçaları arasında nasıl sıkı bir ilişki söz konusu ise, evrenin bir parçası olan insan için de aynı durumun sözkonusu olduğu varsayarsanız, insan zihnini, halley kuyruklu yıldızının hızı ve konumunun belirlenebilirliği ile kıyaslamış olursunuz. ve O halde insanın bütün eylemleri, davranışları, düşünce, duygu ve hatta sezgileri bile nedensellik İlkesi gereğince önceden belirlenmiştir dersiniz. Yani İnsanın eylemleri, düşünceleri, sezgileri vb. kendilerini oluşturan şartlar tarafından belirlendiği için, bir irade özgürlüğünden ve özgür seçimden söz edilemez... Bu kadercilik her şeyi kilitleyen, insanı durağanlaştıran, insanı yok sayan bir düşüncedir... insan kendi iradesi ile vardır ve kendi iradesi ile üretir, çalışır, kısaca yaşar... determinizmi insana uygulamak düşüncesi İnsandaki iradeyi, irade Özgürlüğünü ve insanının hayal içinde bu irade özgürlüğüne dayanarak yaptığı seçimler reddedilmiş olmakta, insan durağan bir nesne durumuna indirgenmiş bulunmaktadır. 4- Determinizmi olduğu yerden çıkarıp bu garip duruma düşürmek determinizme de hainlik etmektir... Sonuç olarak Determinizm insan gibi iradi varlıklara uygulanamaz..... selam ile.. Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Evreni anlama yolu olarak determinizme farklı bir eleştiri : Bir bilardo Masasını hayal ediyorum... buradaki topların hareketini belirleyen nedenler; toplara etki eden kuvvet ve açısı, topların ivmesi, dönüş hızları, bantlara olan mesafe ve ortamın fiziko kimyasal şartları (topların üzerinde hareket ettiği zeminin ya da havanın sıcaklığından tutun, zeminin sürtünme açısı ve bu açının yönlere göre değişimine kadar bir sürü değişken)... Şimdi başlangıçtaki hareketi lineer bir hareket olarak kabul edip topun ilk hareketinin neticesinde nereye çarpacağı ve analitik olarak topun bulunacağı konum öngörülebilse de, topun hareketinin kendini sürekli tekrarlayan ve süregiden bir nonlineer diferensiyele dönüşmesi kaçınılmazdır... Şimdi bunu bir ayetle ve bilimsel bir gerçeği bir arada düşünerek parelellik sağlayalım... Bilimsel gerçekler, uzayın sonsuz olduğunu ve bu sonsuzluğun da devamlı olarak genişlemekte olduğunu söylemektedir.. Bu gerçekliğ tanrı ayette de vurgulamakta ve ''onun genişlemekte'' olduğunu söylemektedir... bu bize evrenin sonsuz terarlama içinde olduğunu gösterir... yani aslında lineer bir evrenden çok kuran tabiri ile ''inşaası devam eden'' sonsuza tekrarlayan bir nonlineer durum sözkonusudur... Peki sorum şu : ''Aslında lineermiş gibi görünen bir hareket bizatihi kendi içerisin de kendi kendini non lineer duruma sokabilir mi ?'' Determinist arkadaşların, Teksas'taki kasırganın nedeni olan kelebeğin, Çindeki hangi kelebek olduğunu bilmeden, evreni kuşatan nedenleri kırma hayalini ve bu nedensellikleri kendi lehine çevirebilme umuduna hayran olmamak elde değil ? Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Toplumsal ve Bireysel Hareket Açısından Determinizme farklı bir bakış : Şimdi determinizin ''durağan gibi görünse de, aslında dinamik bir süreç'' ten bahisle, dünyayı nasıl şekillendirdiği üzerinde duralım; 1- Determinizm; buzulların dünyayı şekillendirmesi gibi yavaş, ama sürekli bir hareketin değişimi sağladığını söylemektedir... bu toplumsal hareketleri açıklamada ve bireysel değişimlerin nedenselliğini kavramada determinizmin kendini revize etme çabasıdır... ''gözden kaçan çok küçük nedencikler'' Toplumlardaki ve bireylerdeki değişimi belirlemekte, bu yavaş da olsa, az da olsa, sürekli olduğundan dolayı, neticede tarihteki büyük kırılmalar ve bireysel değişimler meydana gelmektedir... Şimdi bu açıklama hem determinizmin kendi ilkesel iç karmaşasının neden olduğunu göstermekle birlikte hem de önemli bir gerçekliği örtmekte olduğunu ortaya koymaktadır... Eğer deneysel determinizm, dogmatik determinizm gibi Toplumsal ve Psikolojik determinizm de gerçek ifadesini bulacaksa, Komünist devrimin Rusya yerine ingiltere de olması gerekecekti ? iran devriminin ise hiç olmaması gerekiyordu... daha onlarca örnek sıralayabilriz... bireysel olarak da bunun çok örneğini görüyor ve yaşıyoruz... Matematikte, çok küçük başlangıçtaki bilinemezlikler aslında cisimlerin konumlarını çok büyük oranda değiştirse de, diferensiyel hesaplamalarında alt çözüm evreleri yöntemi ile yaklaşık hesaplamalar yapılabilmektedir.. Ama topluma ve bireye yönelik uygulamalarında o kadar korkunç hatalar vermektedir ki, sonuç başlangıcını bile unutturacak cinstendir... 2- İnsan hareketlerinin temelinde etki kuvveti, bilgidir, inançtır, duygudur, düşüncedir.... Bütün bu sistem bilinebildiği ölçüde insanın hareketleri öngörülebilir... insan bir bilardo topu olmadığı için bütün bu değişkenlerin hangi ortam da birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olacağı da önceden kestirilemez.... basit denklemler kurulabilir, örneğin acıkan insanlar yemek yer... uykusu gelen insan uyumak ister, haksızlığa uğrayan insan kızar, bu örnekleri artırın artırabildiğiniz kadar... Ama denklemleri biraz karmaşık hale getirdiğinizde, inanın Çin'deki kelebeği bulmaktan daha zordur... bu şuna benzer : Elinize bir cisim alın, onu bölün, ve bölmeye devam edin.... taa ki bir zerre oluncaya kadar bölseniz, sonra onu gösterip sorsanız ''bu nedir?'' diye, dönüp onun ilk halinin ne olduğunu söyleyebilir misiniz ? İnsanların davranışlarının nedenleri çok karmaşıktır ve analitik bir çözümleri yoktur... Neden mi ? çünkü İnsan davranışlarının çoğu, mekanik nedenselliklerin dışında, metafizik (ilahi) bilgilere dayanmaktadır... Metafiziği ise lineer bir sistemde incelemeyi düşünen bir ''akıllı'' bilinmiyor... Nasıl olsun ki, Tanrıyı yok sayan, onu güçsüz ve aciz kabul eden bir çözüm evresinde karşılık olarak insana benzer robotlardan başkasını bulamaz... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Sayın evaporit; Determinizm hakkında epey uzun yazmış ve bir özet bilgi vermişsiniz, emek için teşekkür ederim. Ben de bir ön bilgi verecek olsam bu şekilde bir özet verirdim. Eleştirinize gelince, bu eleştiriler determinizm tarihi boyunca yapılmış ve yanıtlanmıştır. Özet olarak: Determinizme karşı öne sürülen savlamaların temel örneklemesi: "Güneşin her gün doğuyor olması, yarın yine doğacağını göstermez. Yarın güneşin doğacağından ne kadar emin olsak da, doğmayabilir. Bu konuda elimizde kesin bir garanti yoktur" şeklindedir. Buna determinizmin yanıtı: "Yarın güneş doğmazsa, bunun da (nedenleri) olacaktır" şeklindedir. Bize düşen de yarın güneşin doğmamasına neden olabilecek nedensellikleri öngörmeye çalışmaktır. Ola ki bu nedenselliği değiştirebiliriz. Determinizmin tüm süreçleri kontrol altına almak olduğu tabii ki iddia edilmez. İnsanın artan ve gelişen bir çaba ile bunu hedeflediğini, başarı oranının ne olacağının ise bizce belirsiz ve fakat bunun dahi "nedensellikçe" belirleneceğini söyler. Hedef ve amaç, o belirlenimi de kapsamaktır! Hedef tutar, tutmaz. Tutarsa nedenleri, tutmazsa yine nedenleri olacaktır. Önemli olan nedenselliği kavramaya, mümkün olduğunca da denetlemeye çalışmak. Örneğin dünyaya bir meteor çarpıp uygarlığın yok olması bir nedenselliktir ve bu tür bir duraklama ya da gerilemeye neden olabilir. Bu açıklamadan sonra determinizmin hâla özgür irade karşıtı olduğu savını öne sürmeyeceğinizi sanıyorum. Bu determinizme yöneltilen en cılız eleştiri olmuştur ve bugün hiç bir determinist bunu dikkate alıp yanıt verme gereği bile duymaz. Bu tartışma kader içinde tartışılmış ve bitmiş, özgür irade kazanmıştır. Determinizm bu bitmiş tartışmaya karışmaya gerek bile duymaz. Determinizm asla bir "zorunluluk" felsefesi değildir, tam tersine kader anlayışının ayrılmazı olan zorunluluğu "gerekircilik"e dönüştürerek kaderi yadsır. Kaderle determinizm çok benzer olduğu halde determinizm kaderin antitezidir. Gerekliliklerin ise dinamik olduğunu herkes bilir. Örneğin düne kadar bitki büyütebilmek için toprak ayrılmaz bir koşul iken, bitkileri havaya asarak köklerine pulverize su püskürterek bitki yetiştirilebildiği gösterilmiştir. Akla hemen "sıfırdan yeni bitki yaratılabilmiş midir?" sorusu gelir. Yanıt: Sabır. Belki zamanla... Determinizme karşı öne sürülecek tek argüman "o zamana kadar ohoo, kim öle kim kala!" dır. Biz de determinizm sihirli değnek demedik. Hatta determinizmin temel savı sihirli değneklerin olmadığıdır. Sihirli değnekleri inkar etmesi "o sahte sihirli değneklere inanmayın, bana inanın, onların yapamadığını ben yaparım" dediği için değildir. Kendi de dahil, sihirli değneklerin olmadığıdır. Fakat eğer bir gün sihirli değnek denilebilecek bir nesne yapılırsa, onu yine de determinist anlayış yapacaktır. Tıpkı eğer Zümrüdü Anka kuşu denebilecek garip bir kuş, ya da dinozorlar yeniden yaratılacaksa da... Bu son söylediğim kurgusal savlamaları, koz verdiğimi ve "hayal görmeye devam et" denileceğini bile bile söylüyorum. Böyle denmesi determinizmi ırgalamaz, o elinden gelenin azamisinin ne olduğuna bakar ve çalışır. Olur olmaz, başarır başaramaz o da gelecekteki nedenselliğin getireceği bir durumsaldır. Durumsal dinamik olduğu için öngörü tabii ki belirsizlikler içeriyor. Günümüz determinizminin en önemli başarısı, belirsizlikleri kabul edip bir hedef olarak belirlilik içine almak için savaş verme anlayışı olmuştur. Ve belirsiz hiç bir şeyin kalmadığı bir gün olmayacağı, son insan ferdinin son nefesinde kafasında hâla birkaç soru kalmış olacağını "belirlemiştir." Bu da bir belirlenimdir ve kesindir. Ancak bu, pes etme anlamına gelmez. Belirlilikteki küçük kazanımların bile, belirsizlik karşısında büyük zaferler olduğu anlayışını doğurmuştur. Hedef belirsizliği yok etmek değil, belirlilik alanını belirsizlik aleyhine genişletmektir. Buna "belirsizlik okyanusu ortasındaki belirlilik adası" kuramı denilebilir. Determinizm bir bilim felsefesidir ve tartışma yeri din içinde değildir. Din bir kabuldür ve ancak kendi kabulleri içinde tartışılır. Örneğin tanrının bir veya birkaç olduğu bir din tartışmasıdır. Ya da dinin savaş öngörüp öngörmediği, ibadetin insan için mi tanrı için mi olduğu din sorunlarıdır. Bunlar felsefe sorunları değildir veya din felsefesi sorunlarıdır. O bakımdan determinizm için bilim felsefesinde zaten bir başlık açmıştım. Determinizmi tartışmak isteyen herkesle orada konuşabiliriz, saygılarımla... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Nedir Peki ? Yeni bir determinizm mi ? ''Teolojik determinizm de değil, dogmatik determinizm de savunduklarınız '', nedir bu? yeni bir determinizm icad etmeyi düşünüyor olmalısınız... Ancak size önerim, bilinmezleri araştırın, arayın, Tanrının yaratışındaki koyduğu nedenleri çözmeye uğraşın, çünkü nedensellik islami düşüncede de önemli bir yer tutatr... Biz de vahyi anlarken, tanrının sözlerindeki nedenleri, ararız... hukukta neden ararız... madencilikte neden ararız... insan davranışlarının kökenine inmeye çalışırız, onu anlamak için... Ama İnsanı ve Metafizik durumları buna karıştırmayın... Tarihi bir yanılgının malzemesi olmayın... Ama Descartes'in '' düşünüyorum o halde varım'' sözü ile özetlenecek, insanın Tanrısal Alan karşısında yer kazanma çabası, aslında kilisenin baskıcı ve totaliter yapısına karşı bir baş kaldırının ifadesi idi... ''Tanrının hakkını Tanrıya, Sezarın hakkını Sezara'' verme düşüncesi, iki ayrı alan oluşturma çabası ve Tanrıyı yeryüzünden kaldırma isteği idi.. yeryüzünde sezarın egemenliği içindi bu... Kilisenin her türlü nedenselliği, insan aklını ve varlığını reddeden egemen, baskıcı tavrı, ''düşünüyorum, o halde varım'' ifadesiyle karşılanmıştır... Zaman içinde bu yer (alan) kazanma mücadelesi, Evrenin sırrının çözülmeye başlamasıyla birlikte, kilise öğretilerinin çürütülmesi şeklinde tezahür etmeye ve Tanrının gitgide küçültülüp yok edilmesine dönüşmüştür... bu savaş, çıkış itibarı ile, önce kiliseye karşı, sonra Tanrıya karşı başlatılan bir mücadelenin tarihidir... Bu yüzden islam dünyasında bu tür akımlar yer edinmemiştir... Oysa dediğim gibi, gerçekte determinizm çok alanda kullanılabilir bir yöntemdir... Kaos da yeni kullanım alanları yaratma çabasındadır.. bu hesaplaşmaya yakın zamanda şahit olacağımızı sanmıyorum... bir yazım da demiştim ; ''Evrenin zamanı çook, ama İnsanın zamanı azalıyor...'' öyle bir Şey den bahsediyorsunuz ki; ''X, a olabilir, b de olabilir... Ama a da olsa, b de olsa, gerçekte, c dir... c ise aslında ne a dır ve ne de b dir... onun d olduğu bile söylenebilir... Aslında a gibi gözükse de, b dir o... yok b olduğunu kabul etseniz de her an bir değişimle geri a olabilir ya da olmayabilir...aslında X diye bir şey de olmayabilir...Çünkü a ya da b olma ihtimalinden ötürü, o değişmişti...Şimdi Y olduğu söyleniyor... '' sizin determinizminiz böyle bir şey sayın Demirefe, kendi içindeki ikilemleri kaldırmayı deneyin diye önereceğim, ama bu sefer de kalkıp, ''o dediğiniz de zaten Z ve X in Y olmasını kapsadığı gibi, Y olmama durumunda Z olmasını da öngörmektedir..'' yanıtını vereceksiniz... Hele bir de üstüne üstlük bütün bunların üzerine ''olasılık'' kavramını giydirip bir seyretmeye kalkarsanız... ne demek istediğimi anlarsınız ..... Sayın Demirefe, Dünyayı değiştiren, Buzulların hareketi olmamıştır... Dünyayı oluşturan, bugünkü şeklini veren en büyük etken İç etkenlerdir (Magma, Volkanizma, Levha Tektoniği, Orojenik hareketler vs.)... Dış etkenler ise çok az bir etkidir (rüzgar, akarsu, dalga, yerçekimi etkisi ve buzullar)... bunların içerisinde etkisi en az olanı buzulların şekillendirmesidir... Eğer Determinizm'in ''durağanmış gibi görünen ama gerçekte dinamik bir durum'' sergilediğine böyle inanıyorsanız.... İhmal edin gitsin, sayın Demirefe....Morenler ihmal edilemez kadar küçüktür... Hele Analitik düzlem de oturtacak olursanız.... Hepten unutun derim... Uğraşmaya bile değmez... İ İnsanlar üzerinde etkin olan değişim, toplumlardaki devrim hareketlerinin temelinde, büyük volkanlar, Alpin orojenezi gibi büyük olaylar vardır... Fransız Devrimi-Rus Devriimi-İran Devrimi.... İslamla yeniden diriliş.... Sayın Evaporit Determinizmi insana uygulamaktan vazgeçin artık... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 26 Aralık , 2007 öyle bir Şey den bahsediyorsunuz ki; ''X, a olabilir, b de olabilir... olduğu söyleniyor... '' sizin determinizminiz böyle bir şey Benim argümanlarıma yanıt vermek yerine kendiniz benim adıma bir söylem uydurup buna yanıt vermişsiniz. Bu durumda siz yine buna da kendiniz cevap verin bir zahmet... Buzulların hareketi Buzullar nereden çıktı? Ben burada böyle bir şey söylemedim. Bunu başka bir yerde tamamen örnek olarak söylemiştim. Buraya taşımanın bir anlamı yok. Üstelik son cümlede de kendinize hitap etmişsiniz. Bunu bir iç düşünüm olarak algılıyorum. Sayın evaporit, determinizmi biliyorsunuz ama tarihsel olanını. Determinizm günümüzde çok aşama kaydetti ve bilim felsefesi haline geldi. Daha detaylı araştırın, saygılarımla... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Sayın Evaporit Determinizmi insana uygulamaktan vazgeçin artık... Benim merak ettiğim, insanların iradesi olduğu için içlerinde bulduğu koşulların hiç mi etkisi yoktur seçimlerinde... Ya da şöyle sorayım: Bana öyle bir örnek gösterin ki, insanın bir ikilemde seçim nedenleri hiç bir şekilde belirlenemesin... Ben size, insanların psikolojik davranışlarındaki nedenselliklere yüzlerce örnek sayabilirim. Hatta masanın üstüne iki adet kalem koyun ve bunllardan birini seçin. O anki koşullarda beilincinizde ya da bilinçaltınızdaki bir çok etken sağdaki ya da soldaki kalemi seçmenizde rol oynayacaktır. Bunların hepsinin bir nedeni vardır. Ancak bunu şu şekilde genelleyebilir miyiz? İnsanların tüm hareket ve davranışları önceden programlanmış gibi mekanik bir düzende gelişir ve baştan bellidir... Hayır! Bu kaderdir bence. Milyarlarca etkenleri bir arada değerlendirebilirseniz, o anki seçimin tahminine yaklaşabilirsiniz. Ama bu yine de haklı olacağınızı da göstermez. Gözden kaçan milyonlarca etken olabilir çünkü. Baştan tahmin edilebilirlik ile baştan belirli olması bence aynı şey değil. İnsanın hür iradesi onun yaşayıp gördükleri ile şekillenir bence. Domino taşlarını dizip hepsi birden yıkılırken ortaya çıkan bir resim düşünelim. Şimdi aklıma üç tane seçenek geldi: 1. Dini öğreti ve kadere göre oluşacak resim 2. Milyarlarca domino taşını milyarlarca yönde etkileyecek etmenlere göre şekillenecek resim 3. Dış etmenlerin belirlendiği ve etkilerinin sıfıra indirgendiği bir resim. Burada 1 ve 3 ne kadar benzerlik sunsa da arada çok fark var. 1'e göre oluşacak resimin etmenlerini bilseniz de bilmeseniz de o kaderine göre şekillenecek. Etkenler mühim değil. 3 ise mekanik bir hareket olacak. Bunun sonuçlarını insan dahil belki de bir çok canlı anlayabilecek. 2'ye göre oluşacak şekil ise tam da determinizme göre şekillenecek. Şimdi bir de insan düşünelim. Sarı ve kırmızı kalemler var birisi seçilecek... 1. Dine göre kaderinde zaten bellidir neyi seçeceği... 2. Sarıyı ya da kırmızıyı seçmesinde milyarlarca etmen etkisini gösterecektir. Hoşlandığı renk, sevgilisinin aldığı hediyenin rengi, sabah gelirken gördüğü güzel manzaradaki baskın renk.... Arttırın da arttırın.... 3. Adam sarı takıntılıdır ve sarıyı seçecektir. Tüm etmenleri bir kenara bıraktık... Verdiğim örneklerin ve mantığın doğruluğunu ya da yanlışlığını Sayın demirefe iyi bir biçimde değerlendirebilecektir sanırım. Bu konuda kendisi çok daha yetkin. Şimdi sayın evaporit. Determinizm insana nasıl uygulanamaz? Bana bir tane örnek verebilirmisiniz? Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Size nasıl bir cevap vermeliyim ki ; bu cevap, yeni bir ısrara neden olmasın ? Hala daha olmayan bir şeyi ''din de böyledir'' diye tekrar edip duruyorsunuz... Enbaşından başlamalı ve kafanızdaki o takıntıdan kurtulmak için resetlemek zorundasınız... Yoksa ne yukarıdakilerden bir netice çıkarabileceksiniz ve ne de konuya müdahil olabileceksiniz... dediğiniz gibi Demirefe daha yetkin ve ne demek istenildiğini anlıyor en azından... Sayın Yersoy size yardımcı olmak açısından, (Mantık kurmak için-sorduklarınızın mantıklı anlaşılabilmesi için) bir başlangıç noktası önereym.. ''İslam dininde sizin anladığınız manada bir kader anlayışı yoktur... İrade vardır... dünyanın kaderinden, güneşin kaderinden sözedilebilir... İnsanın da insan olma kaderi vardır... Güneş ben artık tatile çıkacağım, dünya ben sıkıldım dönüp durmaktan diyemeyecekleri gibi, insan da ben ot olmak istiyorum, yok çiçek-koyun-kuş-balık olarak geçireceğim kalan zamanımı, diye bir şey yapamaz...Kader bu....Ama bunların dışında herşey İnsanın iradesidir... tercihidir... Tıpkı sizin bilim yapma kararınız gibi.... bu sizin kaderiniz değil, kendi tercihinizdi... Demek ki insanı diğer cisimlerden ayıran, en önemli özelliği, kendi tercihlerini yapabilmesi... peki kendi tercihlerini neye göre yapar ? 1- Bilgisi 2- yaşama dair birikimleri (gelenek-örf-kültür) 3- duygu ve hisslerinin yönlendirmeleriyle yapar.... Bu yukardaki saydığım maddelere ait ''Bilgi'' maddesini uzun uzadıya ''inanmak-inanmamak'' ve ''İnsanın Özgürlük arayışı'' başlıklarında açıklamıştım... Bilginin sadece insaın deneysel tecrübelerine dayanmadığını, İlahi kaynaklı bilgilerin de insanoğlunun bilgi denizinde bir belirleyici olduğunu vurgulamıştım... benzer şekilde, geleneklerin oluşmasında dinin etkisi inkar edilemez bir gerçek.... İnsanların duygularını ve hislerinin ortaya çıkmasında da ilahi öğretinin çok yoğun olarak belirleyici olduğunu söylemeliyiz... Şimdi bu durumda bir düşünelim bakalım; F = mxa formülü bütün cisimler açısından lineer olarak aynı analitik çözümü verdiği gerçektir.. Öyle değil mi ? Kuvvetin etki ettiği cisim, ister elma, ister armut, isterse sazan balığı olsun, aynı analitik çözüme tabiidirler... burada Determinizm şunu der ; aynı kuvvet altındaki cisimler aynı ivmeyle hareket ederler.... bu bellidir... ''Kaderleri böyledir'' böyle hareket etmeleri gerekmektedir...'' Peki cisimler öyle hareket eder mi ? evet öyle hareket etmek zorundadırlar... bunu araştırırız... deneriz... Bir müsüman olarak, ''Tanrının bu ayetinin sırrına ermek için, kafamı yorarım... beynimi patlatırım... uğraşır didinirim...Neden ? Çünkü Tanrının herşeyde bir imzasının muhakkak olduğuna inanıyorum (O herşeyi bir ölçü ile yarattı, bir hikmet üzerine yarattı).. Atom altı parçacıkların hareketini anlamak, beni sadece Tanrıya yakın kıldığı için değil, onu daha çok yücelttiği için değil, İrademe ve beni insan olarak yarattığı için Tanrıya daha çok şükretmeme neden olduğu için önemli.... Balık olsaydınız bu gerçeklerin farkına varamayacak olmanız, ne kadar mutsuz edici olacaktı, değil mi ? Şimdi demek ki, cisimlerin iradesi olmadığı için, determinizmin diğer yöntemler de gözardı edilmeksizin cisimlerin dünyasının algılanması, araştırılması ve anlaşılmasında bir yöntem olarak kulanılması önemlidir...Ama İradesi olan ve iradesini kullanırken yukarda belirttiğim ilahi etkilerin altında tercih belirleyen insana ve onun üst yapısı olan topluma uyarlamak, ne kadar büyük bir yanılgı olacaktır... Peki bu yanılgının neticelerini görebiliyormuyuz ? 1- İnsanların dini inançlarını da mekanik olarak algılayıp, ''başınızı örtmeseniz ne olacak, üşümezsiniz ki ?'' ya da ''Cuma namazını Cumartesi kılsanız ?'' veyahutta ''Kurban kesmeseniz olmuyor mu ?'' şeklinde bayağı kesir söylemleri çokça duyulur... çünkü mekanik nedenler, insan davranışlarını açıklamaya yetmiyor... 2- Varlığı sadece, Analitik düzlemler boyunca algılamaya çalıştıklarından, onun İçsel ve Aşkın yönünü görmezler... Varlığı anladıklarını sanıp ona karşı egemen bir davranış sergilerler... Elmanın neden düştüğünü çözen bu balık adamlar; Elma cisminin artık hakimi olduklarını sanırlar... bu yüzden ''Haa umarım artık üniversitelere başörtülü girmeye kalkışmazsınız'' tavrı ile karşımıza çıkarlar... bu çok bilmişliğin, herşeyin malikül mülkü oldukları hissini kazandırdığı olsa gerek... 3- Evrenin sırrı çözüldükçe, Tanrının sırrı da çözülüyor inancı, ''yeryüzünde tanrıya kaşı ilan edilmiş gizli bir savaştır'' ve bu rönesans ile başlamış, kökü dışarda bir nifak hareketidir...Bizim bilim yaptığını zanneden sazan türündeki balık adamı kılıklı bilimadamlarımız da bu ********* savaşın piyonu olmaktan kurtulamamışlardır... Bilimi kendi insanlarının huzuru ve refahı için kullanmaları gereken bu, kerameti kendinden menkul balık adamlar, aldıkları ücretleri de bu fakir halkın sırtına vurmaktadırlar, onların değerlerini, kutsallarını yok etmek için.... 4- Hatırlarsanız, bir iletimde ''Müslümanlara bir özür borcunuz'' var diye yazmıştım, sayın Demirefe'nin şahsında... Kendi kavramlar dünyanıza izdüşürdüğünüz, islamın kutsallarıını, eşleştirme yapamayacağınızı söylemiştim... ''külahımın Rakıcısı'' diye kullandığınız bir tabiri müslümanlar için ''Külahımın Peygamberi'' şeklinde kullanamayacağını vurgulamıştım... (Gerçi hala o özrü görmedik ama) Şimdi iki ayrı düzlem düşünün, birbirinden farklı argümanları ve kavramları var... izdüşürdüğünüz vakit, noktaları birbirini karşılamayan iki düzlem.. Bu iki farklı düzlemin kavramlarını eşlemeye çalışırsanız; ortaya Tanrıyı sıradan bir insan, peygamberi külahçı, cenneti cafeterya, cehennemi başka şey sanırsınız... o zaman da sorarsınız ''Neden kızdın yahu ?'' diye... Sayın Yersoy, Anlamak istiyorsanız hakikaten, tekrar okuyun yazdıklarımı, ama önyargıdan vazgeçin... Bakınız defalarca yazdığım halde, 4 mevsim yazdığı halde hala kalkıp aynı şeyi tekrarlıyorsunuz... Tanrı biliyorsa kader şudur, bilmiyorsa şöyledirr...Bak Selodayı ne güzel izah etmiş... yorma artık be yersoy... Bilim, bilim bilim.... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Sayın yersoy, çok güzel bir düşün egzersizi. Domino taşlarının baştan kararlaştırılmış bir resmi oluşturacak şekilde dizilmesi kader anlayışını simgeler. Fakat taşlar yıkılıp resmin oluşması da "durağan" lığı temsil eder. Determinizmde durağan statükolar değil, dinamik statükolar (paradoks gibi görünse de) vardır. Buna statüko dememiz, statik olduğu için değil. Çok derin ve karmaşık bir nedenselliğin ürünü olduğu ve ardındaki nedenselliğin etkisinde olduğu için pat diye bir anda değişmeyeceği içindir. Fakat statik kalan hiç bir şey yoktur. Kaotik etki ile hızlanma dahil, başlangıç durumuna hassas bağlılık etkisi dahil, otomatik biçimde değil, hem belli sapmalar ve sürprizler içerir biçimde, hem başlangıç durumundan çok sapmadan değişkenlik vardır. Dominolar yıkılıp belli bir şekil ortaya çıkmıyor. Dinamik bir nedensellik örüntüsü, halen resmi oluşturuyor. Resmin ne çıkacağı hem belli, hem değil. Varlık nedenlerce ilmek ilmek dokunuyor. Nedenler arasında çapraz bağlar ve etkileşim bir örüntü oluşturmuş, ansızın nedensellik dışı bir acaiplik oluşamıyor. Bazı uç deterministler kaos'a tanrı demişlerdir. Kaotik bir etki beklenmedik bir sonuç doğurur ve "tanrı standart akışa müdahale etti" denir. Determinizmin bir din ve tanrısının kaos ilan edilmesine ben sıcak bakmıyorum. İnsanlar, böyle çarpıcı tanımlamalardan hoşlanıyor. Özellikle tabu tanımayan ve tabu yıkmaktan özel zevk alanlar "din binlerce yıl tanrı diye tepemizde boza pişirdi, biz de bir tanrı ortaya attıysak ne olmuş?" anlayışı ile böyle söylüyorlar. Yani bu da bir tür ateizm. Bir tepki, antitez... Benim tavrım tezin kendisini ortaya koymanın gerektiği. Konmuş tezin antitezinin değil. Ama her tezin de bir antitezi vardır, tez söylendi mi antitez de gerekli olur, karışık konu işte... Basit ele alırsak: Etki tepki doğurur. Determinizm içinde kadere yatkın, çok ılımlı deterministler göreceğiniz gibi, tanrı kavramına savaş açmış ateistler de görebilirsiniz. Determinizm çok karmaşıktır. Fakat iyi tarafı, nominal düzede herkes tarafından algılanmasıdır. Herkes nedenlerini hazırlamadan mucizevi bir sonuç beklenemeyeceğinin farkındadır. Karmaşa üst düzey algılamada ortaya çıkar. Kaotik düzeyde algı için bilim mutlak gerekli ve bilimin daha gelişmesi gerekli. Kimsenin bilgi ve algı düzeyi asla yeterli değildir. ("Eğitim şart" gibi oldu ama...) Sizin dediğiniz gibi bilim yapamasak da izlemek gerekiyor... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Öncelikle sayın demirefe'ye teşekkürler açıklamaları için. Konu üzerinde daha ayrıntılı düşüneceğim... Sayın evaporit, Enbaşından başlamalı ve kafanızdaki o takıntıdan kurtulmak için resetlemek zorundasınız... Bu bir takıntı değil, inanlardan gelen çelişkili cevaplara karşılık gelişen bir çelişkidir! Yoksa inançlarda bir çelişkimi var? Nitekim, bahsi geçen konu hala açığa kavuşmamıştır. İlgili forumlara dönebilirsiniz... Demek ki insanı diğer cisimlerden ayıran, en önemli özelliği, kendi tercihlerini yapabilmesi... peki kendi tercihlerini neye göre yapar ? 1- Bilgisi 2- yaşama dair birikimleri (gelenek-örf-kültür) 3- duygu ve hisslerinin yönlendirmeleriyle yapar.... İşte benim de bahsettiğim bu... Bilginin sadece insaın deneysel tecrübelerine dayanmadığını, İlahi kaynaklı bilgilerin de insanoğlunun bilgi denizinde bir belirleyici olduğunu vurgulamıştım... Sizin bunu vurgulamış olmanız, konunun herkes tarafından kabul edildiğini göstermez... Neden böyle bir tavır gösterme gereği duyuyorsunuz? Yine aklıma geldi "dayatma"... İnsanların duygularını ve hislerinin ortaya çıkmasında da ilahi öğretinin çok yoğun olarak belirleyici olduğunu söylemeliyiz... Bunu siz söylersiniz, biz değil! Ah "dayatma" ahhh... Şimdi bu durumda bir düşünelim bakalım;F = mxa formülü Madde belirli kurallara göre hareket eder... Hareketlerinin nedenleri vardır... İnsanlar da öyle, ancak, İnsanlarda belirleyivi bir etmen daha vardır. Maddenin soyut bir özelliği, bilinç-irade... İşte bu, insan hareketlerini anlamayı zorlaştıran en önemli olgudur. Çünkü soyut bilincin gelişmesi çok daha fazla parametreyi içerir... ''Tanrının bu ayetinin sırrına ermek için, kafamı yorarım... beynimi patlatırım... uğraşır didinirim...Neden ? Çünkü Tanrının herşeyde bir imzasının muhakkak olduğuna inanıyorum Bu bir inanç meselesidir. Bilim meselesi değil... Atom altı parçacıkların hareketini anlamak, beni sadece Tanrıya yakın kıldığı için değil, onu daha çok yücelttiği için değil, İrademe ve beni insan olarak yarattığı için Tanrıya daha çok şükretmeme neden olduğu için önemli.... E diyoruz ya inanç meselesi... Bu size kalmış. Konuyla alakalı değildir... Balık olsaydınız bu gerçeklerin farkına varamayacak olmanız, ne kadar mutsuz edici olacaktı, değil mi ? Balıklar bilmedikleri için mutsuz mu yani? Neyse yorum yok... Ama İradesi olan ve iradesini kullanırken yukarda belirttiğim ilahi etkilerin altında tercih belirleyen insana ve onun üst yapısı olan topluma uyarlamak, ne kadar büyük bir yanılgı olacaktır... Yahu bu sizin düşüncenizdeki bir şey. Aksi türlü sizin bize saydığınız bilgileri de öğrenemezdik. Düşünün bakalım üzerinde... 1- İnsanların dini inançlarını da mekanik olarak algılayıp, ''başınızı örtmeseniz ne olacak, üşümezsiniz ki ?'' ya da ''Cuma namazını Cumartesi kılsanız ?'' veyahutta ''Kurban kesmeseniz olmuyor mu ?'' şeklinde bayağı kesir söylemleri çokça duyulur... çünkü mekanik nedenler, insan davranışlarını açıklamaya yetmiyor... Mekanik materyalizmden bahsetmiyoruz... Elmanın neden düştüğünü çözen bu balık adamlar; Elma cisminin artık hakimi olduklarını sanırlar... Elmanın hakimi olmak? Ne diyorsunuz sayın evaporit? Elmanın hareketini anlama yolunda atılan adımla elmaya hakkim olmak ne alaka??? Bir deşuna bakalım... bu yüzden ''Haa umarım artık üniversitelere başörtülü girmeye kalkışmazsınız'' tavrı ile karşımıza çıkarlar... bu çok bilmişliğin, herşeyin malikül mülkü oldukları hissini kazandırdığı olsa gerek... Ahanda konu nerelere geldi? Neden bu yola başvurdunuz şimdi? Neyse bunun cevabını aşağıda göreceksiniz... 3- Evrenin sırrı çözüldükçe, Tanrının sırrı da çözülüyor inancı, ''yeryüzünde tanrıya kaşı ilan edilmiş gizli bir savaştır'' ve bu rönesans ile başlamış, kökü dışarda bir nifak hareketidir... Ah memleketim aahh... Bilimin tanımına bak: Din düşmanlığı.... Bilimin din ile alıp veremediği yoktur. Bilimin bulguları dini rahatsız eder o kadar! Bizim bilim yaptığını zanneden sazan türündeki balık adamı kılıklı bilimadamlarımız da bu ********* savaşın piyonu olmaktan kurtulamamışlardır... Bu cümlenizi eleştirmeden okuyucunun takdirine bırakıyorum. Nitekim polemik yaratmak istemem... Sadece şunu söyleyeceğim: Ülkemiz bilim açısından geridedir; bu doğru! Ancaaak, ülkemizde bilimin gelişmesinin ve bilim adamı yetişmemesinin en önemli sebebi, sizin gibi, bilimi din düşmanı sanan zihniyetlerdir!... Taa Osmanlıdan bu yana! Bilimden korkan, bilime düşman, onu bir düşman ilan eden, bilimden bihaber zihniyetlerdir! Bilimi kendi insanlarının huzuru ve refahı için kullanmaları gereken bu, kerameti kendinden menkul balık adamlar, aldıkları ücretleri de bu fakir halkın sırtına vurmaktadırlar, onların değerlerini, kutsallarını yok etmek için.... Bak şimdi bak... Tartışma nereye çekiliyor. Neyse... Bu iki farklı düzlemin kavramlarını eşlemeye çalışırsanız; ortaya Tanrıyı sıradan bir insan, peygamberi külahçı, cenneti cafeterya, cehennemi başka şey sanırsınız... Sorun hiç bir zaman sananda (anlatılan) değildir, Sayın evaporit, sorun sandırandadır (anlatanda)... Bakınız defalarca yazdığım halde, 4 mevsim yazdığı halde hala kalkıp aynı şeyi tekrarlıyorsunuz... Tanrı biliyorsa kader şudur, bilmiyorsa şöyledirr... Tekrarlatmayın efendim. Yapın mantıklı açıklamanızı biz de öğrenelim... Bizim kötü bir niyetimiz yok ki??? Son olarak, O kadar çok şey söylediniz (alakasız) ama soruma hala yanıt vermediniz... (O kadar çok şey yazdınız ve yazdırdınız ki... hepsi de konuyla alakasız. Ben kendi adıma okuyucudan özür dilerim!) Saygılarımla Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Öncelikle sayın demirefe'ye teşekkürler açıklamaları için. Konu üzerinde daha ayrıntılı düşüneceğim.... . . (O kadar çok şey yazdınız ve yazdırdınız ki... hepsi de konuyla alakasız. Ben kendi adıma okuyucudan özür dilerim!) Saygılarımla Sessiz kalmak, bir şey bilmediğin anlamına gelmez, çok konuşmakta çok şey bildiğini göstermez. Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Gerçeklerin olanca çıplaklığı karşısında, ''dünya dönmüyor ve merkezde yer alıyor'' iddiasındaki kilise, döneminin bilimsellik merkezi idi... bu köhne zihniyeti yıkan ise bilim merkezlerinin dışından gelen dalgalar oldu... Bugün kilise durumuna düşürülmüş üniversitelerimizde de aynı durum sözkonusu, aydın geçinen bilimci çevrelerinde de, benzer durum var ..., şu gerçekler hiç değişmiyor ne yazık ki: 1- Ortaya koyacak Bilgi teoreminiz yoktur... (İlahi bilgiyi işinize geldiği kadar kullanırsınız...ortaya konanlara yukardan bakarsınız - ) 2- Varlığı açıklayacak hiç bir teoreminiz yoktur...(yaratılışa inanmazsınız- yaratılışı görmek istersiniz.... ama kendiniz bize gösterebilecek en ufak bir şey bile ortaya koyamazsınız...) 3- Bildiklerinizi şekillendiren şey sizde inanç sistemi halini aldığından, her an yeni bir gelişme karşısında-yeni bir teori ile yıkıla yıkıla harabe olmuş bir dine sahip olmanın ezikliğindesiniz... ortaya koyacak sağlam bir inancınız yoktur... Determinizm insana uygulanamayacağını yukardaki iletilerimde okursanız neden uygulanamayacağını anlarsınız... Daha açık nasıl yazılabilir ki ??? A- İnsanların İrade sahibi olmaları B- Soyut-Metafizik-İlahi kaynaklı bilgiye sahip olmaları C- İnsan zihninin bir çok kaos durumunu aynı anda üretebilecek ve hatta üstleyecek bir yapıda olması... D- İnsan inançlarının analitik bir düzlem de çözüm kümesinin bulunmayışı... ölçümlenemeyişi, belirlenemezliği... Örnekle son kez açıklayalım... Ekonomide, sistem ''paramızı tasarruf edersek rahat yaşayacağımızı öneriyor...'' doğru mu ? Adım 1- Eğer elimdeki paranın yarısını karşımdaki fakirle paylaşırsam, cebimde 1000 ytl yerine 500 ytl kalacak...Ekonomik determinizm bunu yaparsam aysonunu getiremeyeceğimi, çünkü harcamlarımın toplamına bakarsak ayın ortasında açıkta kalacağımı, durum ve şartlar belirliyor... Adım 2- Tanrı elimdeki parayı ihtiyaç sahibi bir yoksul ile paylaşmam ve zekatımı vermem halinde elimdeki paranın ''bereket''leneceğini söylüyor ve bunu Tanrıya güvenip yapmamı öneriyor... Adım -3- Şimdi bu veriler karşısında 20 tane farklı insan, 20 tane öngörülemez davranış içerisinde olacaktır... doğru mu ? Oysa bunlar robotlar olsa idi, iradeleri olmayan elma gibi dalından düşmelerini seyredecektik.... hepsi de durum ve şartlar doğrultusunda hareket edecekti... Adım -4 - Neden Müslümanlar karşı çıkıyor bu duruma ? çünkü ortada insan hareketlerini ve davranışlarını belirleyen İlahi bilgiyi kabul edecek bir determinizm yok da ondan... Olsa, zaten kendisi de olmayacak .... Tanrıyı ve İlahi bilgiyi yok sayan bir yöntem bu...var saysa da bir kelebek kadar etkisi olmayan bir tanrı bu... Şimdi bu örneği, kılık kıyafet uygulamasından, yemeye içmeğe, oturup kalkmaya, suç işlemeye, çalışmaya, üretmeye kadar çookk alana taşıyabilirsiniz... ben sadece bir tanesini örnekledim.. Hala size cevap vermediğimi düşünüyorsanız başka ca da yazmayacağım artık..... çok yazınca anlaşılacağını sanmak saflık oluyor... Anlamadıktan sonra, bin sayfa da yazsan manasız kalıyor...ama sayın Mukinin yazdığı o tek satır, bazen her şeyi anlatıyor... Daha fazla yazmasına gerek bırakmıyor.. hoş bir çiçek de bazen çok şey anlatmıyor değil. illa çiçekçi olmak da gerkmiyor... susmak en güzel çiçeğin adı bence... Herşeye rağmen gerçeklerin zamanla anlaşılacağı hususunda en azından hem fikir olmak da güzel.... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Sayın muki, size katılıyorum. Bazen çok konuşmak öyle gereksiz oluyor ki! İşte Pakistan göz önünde. Hiç bir yorum yapmanın gereği yok... Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 27 Aralık , 2007 sayın evaporit emeğinize sağlık..yüreğinize sağlık.. aslında bir süredir determinizmi tarihi seyriyle okumak istiyordum...bildilerim tam bir bütünlük taşımıyordu...sizin burada verdiğiniz bilgiler uznca bir konu için yeterince kısa...açılımı da yeterli uzunlukta... sıralanmış bilgiye heryerden ulaşılabilir..özellikle internet bize yeterince kolaylık sağlıyor...ancak bu bilgileri yorumlanmış haliyle duyma şansını her zaman bulamayız...bunun için bilgiyi akıl ve bilinç süzgecinden geçirmiş ve onu da anlaşılabilir ve ''net'' bir biçimde ifade edebilen bir insanla konuşmak ya da yazdıklarını okumak gerekir...bu bir hazine kadar değerlidir...o zaman bilgi hayatımızda karşılık bulur..canlanır...ete kemiğe bürünür... bilmediğim konularda yorum yapmaya kalkışacak değilim.. ancak içinde fikir bulunan özgün olan ve tartışmaya açtığınız yazılarınızı beğeniyle okudum ..okuyorum..teşekkürler.. çocukların dünyası çok acımasızdır...3 arkadaş uzun süre oynayamazlar..biri diğerine kızarsa ötekini yanına çeker ve karşısına aldığını yalnız bıraktığını düşünerek onu cezalandırmanın hazzını yaşar...kimileri yetişinlere büyük çocuklar diyor...aslında doğan cüceloğlunun kitabına verdiği ad gibi hepimizin içinde bir çocuk var......kimi kızgın kimi mutsuz kimi neşeli kimi meraklı kimi vurdumduymaz kimi bencil kimi merhamet dolu kimi kavgacı kimi uzlaşmacı bir sürü çocuk... selamlar ... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 28 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 28 Aralık , 2007 Bugün kilise durumuna düşürülmüş üniversitelerimizde de aynı durum sözkonusu, aydın geçinen bilimci çevrelerinde de, benzer durum var ..., Üniversiteler bugün değil, çok yakın bir zamanda kilise (cami) haline getirilcektir, şüpheniz olmasın... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Üniversitelerimizin kilise olduklarını yıllardır söylüyoruz... Ortaçağ skolastiğinin aynı mantık ve aynı misyonu içerisindeler... bu iddiamızı görebilmeniz için bir nazarınız bile yetecektir.. Üniversiteleri emanet ettiiğimiz insanların hali ortada... ellerinde incir çekirdekleri ortalıkta dolaşıp duruyorlar... sürekli bir bilim dümanlığı yapıldığı hissini ayakta diri tutarak, köhnemiş yapısını gizlemeye çalışmaktadır... Üstelik birilerinin çıkıp artık, birader o elindeki çekirdek boş, tıngırdatıp durma artık deme vakti çoktan geçti bile... ''Eller aya biz yaya'' sözü ile bugüne kadar hep müslümanlar hedef alındı, bu bilimci geçinenler ise hiç üzerlerine bile alınmadılar... tınmadılar bile... Onların ayda ne işi olacaktı ki ? Üniversiteleri yeryüzünnde ve daha da önemlisi kentin en güzel mekanında idi ya... henüz 100 küsürüncü üniversiteyi de açmamıştı ulema hazretleri Ay denilen kasabaya... Eğer ortaya bir şey koyamadıkları eleştirisi gelirse, bahaneleri de hazırdı... ellerinin altında bir abalı vardı nasılsa.... Osmanlıdan beri bilim düşmanı olarak niteledikleri müslümanlar... zihniyetleri bağnaz, çatık kaşlı, ellerinde 99 lu tespihleri... ''Destuuur bre zındıklar, Aya gideceklermiş...'' diyen bir sürü çatık kaşlı, kabasakal var....Ellerinde de kör bağ bıçakları.... Elbette yeryüzünde hiçbir zulüm ebedi olarak kalıcı değildir... sürgit devam etmez.... Bu sünnetullaha aykırıdır... bu yoksul millet nesi var, nesi yoksa, hep bu tür bal yapmaz arı konumundaki kurumlara verdi, müslüman bir toplum kendi kilisesini inşa ettiğini görmedi uzun süre, rahiplerini-papazlarını büyütüp , yetiştirdiğini bilmedi... Ama aradan geçen süre onun görmesini sağladı, kendi domatesini ektiği gibi, kendi buğdayını yetiştirdiği gibi, anadolu kendine döndü... kendi emeğini ve toprağını, kendi değerlerini bilen yeni bir aydın tipi üretti... Şimdi elbette, elbette, o çok sevgili ve değerli balıkadamlarımız çığlık çığlığa aynı şarkıyı söylüyorlar...şarkının sözlerini bilsem de buraya yazsam Demirefe gibi...hep kıskanmışımdır şarkı sözlerini ezberleyen ve bir çırpıda yazıverenleri.... Ama üniversitelerin duvarlarında yankılanıp duruyor olmalı.... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Üniversiteleri emanet ettiiğimiz insanların hali ortada... ellerinde incir çekirdekleri ortalıkta dolaşıp duruyorlar... ........... Ama üniversitelerin duvarlarında yankılanıp duruyor olmalı.... Sayın evaporit. Konuyu nereden ve nasıl üniversitelere getirdiniz anlamadım. Propaganda ve ajitasyonunuzun bir parçası mı? Yoksa çıkmaza girince saldırganlık örneğimi? Hadi diyelim konu bu. Havadan atmakla olmaz sayın evaporit. Üniversitelerimiz (hepsi değil) son zamanlarda bilimsel yayın açısından atağa kalkmışlardır. SCI kapsamlı bilimsel dergilerde yayınlanan makale sayılarına bakacaksınız. O kadar! Öyle havadan söylemlerle karalama yapılmaz, size yakışmaz... Sizin görüşünüzde olsunla ya da olmasınlar. Ben ne profesörler biliyorum dini bütün ve hiç bir iş yapmayan; ben ne profesörler biliyorum dini bütün ve bir çok yayını var. Aynı şey ateist profesörler için de geçerlidir. Ortaya bir sav atacaksanız destekli olsun lütfen. Burası karalama tahtası değil... Ayrıca konumuz üniversiter de değil... Ama size şu konuda katıırım. Ülkemizde elinizi sallasanız üniversiteye ve profesöre çarpar. Çok sayıda evet. Dikkatinizi çekerim AKP hükümeti iktidara gelebilmek için kullandığı propagandalardan biri de buydu. Her ile üniversite kurmak. Sanki lise bu! Hal böyle olunca sonuç dediğiniz gibi ortalık elinde çerez yiyerek dolaşan proflarla dolar... Ancak ülkemizin köklü üniversitelerini de karalamayalım. Dediğim gibi açarsınız SCI makale taramalarını öğrenirsiniz artışı ya da azalışı. Diğer bir sorun dünyadaki ilk yüz üniversiteye bile geremiyoruz hiç bir üniversitemizle. Bunun da ortadan kaldırılması için yeni üniversite açmak değil, diğer üniversitelierin alt yapısını sağlamlaştırmak ve proje imkanlarını kuvvetlendirmek gerekir. Yayın sayısı böyle arttırır. Elmalar ve armutlar umarım bir daha karışmazlar. Üniversitelerde söylediğiniz söylemler yoktur ve olmamalıdır diye düşünüyorum. Umarım yanılmıyorumdur. Dini konuların yeri değildir orası. Herkesin de inancı kendinedir. Mühim olan bilimsel çalışmasını sürdürmektir. Tartışmak isteyen farklı platformlarda gider tartışır. Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 konunun sizin beklentinizden çıktığını gözardı etmediğiizi umuyorum...ayrıca konu proflarımızın kaç makale yazdıkları değil yaptıklarıçalışmların ne kadar bilimsel olup olmadığıdır.. Ben ortada bir bilimselliğin olmadığını, çünkü duruşlarının bilime yakın olmadığını, konumlarını sorgulamaları gerektiğini savunuyorum... Siz neden gocunup duruyorsunuz ki ? İnsanların inançlarının bilimle sağlamasının yapılamayacağını savunan benim.... Siz ise sürekli olarak kuranı bilimsel yönden inceleyip, neyin uygun olduğunu ve neyin olmadığını belirlemiyor musunuz ? Ortada ne ajitasyon ve ne de propoganda var... Ajitasyon sizin yaptığınız'' Üniversiteler bugün değil, çok yakın bir zamanda kilise (cami) haline getirilcektir, şüpheniz olmasın... '' cümlenizde değil mi ? camilerle kiliseleri aynı imiş gibi sunmak neyin propogandası oluyor ? Ben size kiliselerin ortaçağ avrupasındaki fonksiyonundan bahsederken, onun akla ve bilime taciz olduğunu onlarca örneği ile ispatlayabilirim... kilise bizatihi kendini bilimin ve gerçekliğin merkezine oturttuğu ve hakim pozisyonunda olduğu için mahkemelerde düşünceyi yargılama hakkını elinde tutuyordu... kilise baskının ve sömürünün merkezi olma durumunda iken, camii hiç bir zaman kilisenin karşılığı olma durumunda kalmamıştır... çünkü ne kilise gibi bir kurum olmuştur ve ne de öyle bir misyon yüklenmiştir... Bunu bugün kilise bile inkar etmezken, sizin kalkıp oraya ''Kilise (Camii)'' yakıştırmasında bulunup, bir de üstüne, ''şüpheniz olmasın, çok yakında'' gibi, kışkırtma ünlemi koyarcasına, YÖK ulemasını çığırtkanlıklarını çağrıştıran ajitasyonunuz karşısında nasıl bir cevap bekliyordunuz ? Saldırganlık sizin tavrınız, biimselliğin değil ama bilimciliğin tavrı bu... Bilimiin arkasına saklanan, kilisenin tavrı da böyle idi... Ama rönesansla kilisenin bilim yapmadığı anlaşıldı... bilimi düzenlerini ayakta tuttuğu ölçüde önemsedikleri ve çarpıttıkları ortaya çıktı... Elbette kiliselerin içinde de inanan, iyi rahipler vardı ve gerçekten çiftçilere ziraatı, tekniği ve sağlık bilimlerini götürmüşler, hatta şehirde sanatın öncüsü bile sayılmışlardı... Ama bu o kurumun iflas ettiği gerçeğini hiç bir zaman örtmedi...Lütfen kullandığınız kelimeleri dikkatli seçin... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Sayın evaporit, determinizmin insana uygulanamayacağı şeklinde bir teziniz var, buna yanıt vermem gerekiyor: Böyle bir şey doğru olsaydı determinizm çoktan çöpe atılmıştı. Sizin yanılgınız şurdan kaynaklanıyor: Determinizmin her süreci açıklama ve bütün varlığı öngörme iddiasında olduğunu sanıyorsunuz. Böyle bir iddia sahibi hiç kimse yoktur ki determinizm olsun. Siz tanrınızın süreçlerini açıklayabiliyor musunuz? Evreni tanrı yarattı demekle her şey halloluyor mu? “Hayır evreni Fly Monastry yarattı” diyene kızmak için hiçbir gerekçeniz yoktur. Açıklanamayan süreçlerin açıklanamayışı, çok fazla etkenin belirleyici olmasındandır. Hisse senetlerinin yarınki durumunu da öngöremezsiniz, çünkü etken sayısı çok fazla ve etkileşim karmaşık. Bu öngörülemeyiş, evrenin deterministik olduğunu değiştirmez. İnsan, karmaşık beyniyle bu yapının en üstünde yer almaktan başka ayrıcalığı olmayan deterministik bir yapıdır. Tamamen neden-sonuç ilişkileriyle çalışır. Bir robot olmaması, özgür iradesinin olması ve davranışlarının öngörülemeyişi bu durumu değiştirmez. Örneğin genetiğini şu an değiştiremiyor oluşu deterministik bir durumdur. Genetiğe müdahale edebilir ve düzenleyebilir duruma gelmesi de tamamen deterministik bir durum olacaktır. Çilekli veya çikolatalı pastayı seçmesinin ardında karmaşık bir nedensellik vardır, ama bir nedensellik vardır ve o nedenselliğin sonucu olarak seçimini yapar. DETERMİNİZM ÖNCEDEN KARARLAŞTIRILMIŞ YA DA ÖNGÖRÜLMÜŞ DE DEĞİLDİR. Bu kader anlayışıdır. Determinizm dinamik bir yapıdır ve olacağın hemen (sürecine göre kısa veya uzun) bir süre önce belirlenmesini içerir. Ağaçların kışın yaprak dökmesini bir kader olarak görmenize determinizmin bir itirazı yoktur. Susar ve işine bakar. Determinizmin ilgilendiği ağaçların kışın “neden” yaprak döküp, dökmeyenlerin “neden” dökmedikleri ve “nasıl” olup dökmeyebileceklerini bulmaktır. Determinizm kanın “neden” kırmızı ve yaprakların yeşil, denizin neden mavi olduğuyla ilgilenir. Determinizmin üç ereği vardır: Olanın nedenselliğini belirlemek, olacağı öngörmek, olacağı değiştirmek… Anne karnında bir ceninin 46 yerine 48 kromozomu olduğunu belirlemek, bu nedenle çocuğun Mongol olacağını öngörmek, bugün için kürtaja başvurmak veya gelecekte kromozomlara müdahale etmek… gibi. Determinizm dinamik bir yapı olduğu, nedensellikler değişebileceği gibi determinist tavır da değişkendir. Dün suçluları idam edersiniz, bugün müebbete çarptırır, yarın tıbbi deneylerde kullanırsınız. İRADE DETERMİNİZMİN KARŞISINDA DEĞİL, TAM İÇİNDEDİR. İradeye zıt olan kaderdir. Nedenlere göre her şey değişir. Bugün kapsayamadığınız nedensel süreçleri seyreder, yarın kapsar ve karışırsınız. Determinizm tüm süreçlerin bilimi ve bilimlerin anası, anayasası, felsefenin özüdür. Kapsamadığı hiçbir şey yoktur. Tanrı varsa onun da süreçlerini araştırabilir… Yeter ki tercüman kullanmaktan vazgeçip ortaya çıksın! Alıntı
Φ Siyah_Beyaz Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 sayın evaporit emeğinize sağlık..yüreğinize sağlık..aslında bir süredir determinizmi tarihi seyriyle okumak istiyordum...bildilerim tam bir bütünlük taşımıyordu...sizin burada verdiğiniz bilgiler uznca bir konu için yeterince kısa...açılımı da yeterli uzunlukta... sıralanmış bilgiye heryerden ulaşılabilir..özellikle internet bize yeterince kolaylık sağlıyor...ancak bu bilgileri yorumlanmış haliyle duyma şansını her zaman bulamayız...bunun için bilgiyi akıl ve bilinç süzgecinden geçirmiş ve onu da anlaşılabilir ve ''net'' bir biçimde ifade edebilen bir insanla konuşmak ya da yazdıklarını okumak gerekir...bu bir hazine kadar değerlidir...o zaman bilgi hayatımızda karşılık bulur..canlanır...ete kemiğe bürünür... bilmediğim konularda yorum yapmaya kalkışacak değilim.. ancak içinde fikir bulunan özgün olan ve tartışmaya açtığınız yazılarınızı beğeniyle okudum ..okuyorum..teşekkürler.. çocukların dünyası çok acımasızdır...3 arkadaş uzun süre oynayamazlar..biri diğerine kızarsa ötekini yanına çeker ve karşısına aldığını yalnız bıraktığını düşünerek onu cezalandırmanın hazzını yaşar...kimileri yetişinlere büyük çocuklar diyor...aslında doğan cüceloğlunun kitabına verdiği ad gibi hepimizin içinde bir çocuk var......kimi kızgın kimi mutsuz kimi neşeli kimi meraklı kimi vurdumduymaz kimi bencil kimi merhamet dolu kimi kavgacı kimi uzlaşmacı bir sürü çocuk... selamlar ... Bu neyin deklarasyonudur şimdi... Diğer anlatıcılar ********* faydalarından mı bahsediyorlar... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Sayın evaporit, determinizmin insana uygulanamayacağı şeklinde bir teziniz var, buna yanıt vermem gerekiyor: Konu güzel bir açılım kazanmaya başladı... Determinzm çok büyük mesafeler katetmişse de daha önünde çok problem var uğraşması gereken... daha yolun başında olduğunu söylemeliyiz... İnsan davranışları üzerinde de bazı çalışmaların yapıldığını okumuştum... Mesala Bir roportajda Kaliforniya'daki bir hastanede bairkaç hasta üzerinde yapılan bir deneyden bahsediliyordu... Orada Hastaların beyin ve sinir sistemlerine bağlanan elektrotlarla, akım oluşumu ve potansiyel değişimleri ölçülüyor...bütün hastalara ortak bir komut veriliyor, sağ ellerini havaya kaldırmaları isteniyor... yapılan deney neticesinde bütün hastaların ellerini kaldırmadan 30-40 saniye öncesinde beyinlerinde bir uyarı sinyalinin oluştuğunu gösteriyordu... Elbette böyle bir deneyin neticesinden, determinizmin insan davranışlarına dair öngörüde bulunup bulunamayacağı sonucuna varmak yanlış olacaktır.... Ama özellikle yalan makinalarının kullanıma sokulması, insan davranışlarının anlaılmasına ve Tıp alanında önemli uygulamalara eşlik etmesi adına önemli gelişmelerdir... Ancak örneklemelerimizde adil olmak zorundayız, sayın Demirefe.... benzerlik demiştim ben, siz farklılığı da eklemiştiniz, kıyaslama konusunda... Kıyaslamak mantık ve akıl işidir...iki olay ya da durum hakkında ilgi kurmak ve bu ilgiyi gerçekten kabul edilebilir bir delile dayandırmak doğru bir mantığı ve akletmeyi gerekli kılıyor...ve sizin buna dikkat edecek kapaite ve mantığa sahip olduğunuzdan asla şüphem de yok.... Ama söylermisiniz şimdi; evreni Tanrının yaratması fikrini, ''Fly Monastry'nin yaratması fikrini nasıl bir tutabilirsiniz... bu insafsız bir kıyas değil midir ? haksız bir kıyas değil midir ? Sizin ''Fly Monastry'' kelimesini örnekleme amacı ile verdiğinizi kabulle, burada herhangi bir yaratıcı önerme kasdınız olmadığını düşünüyorum... Niyetinizin Tanrının Yaratma İnancıın ispatı ve delili olamayacağını söylemek olduğunu hüsnü zan ediyorum...ve burada bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.. Syın Demirefe, hiç bir müslüman Tanrının Alemleri yaratışına şahit olduğu için, onu yaratıcı olarak kabul etmiyor... Gözleriyle gördüklerinden daha çok ve fazlasıyla, kalpleri ile iman ediyorlar ki; Alemlerin yaratıcısı Allahtır... burada Sadık Haber Kavramı işin içine giriyor... Tıpkı mahkemelerde ki hakimlerin görmedikleri halde, olaylar hakkında görmüş gibi kesin hüküm vermelerine benziyor.. Yani olayın delilleri ve haberleri önünüze gelir... inanır ya da inanmazsınız... ''Yeterki Tercüman kullanmasın'' Öneriniz de aynı şekilde.... Tanrının Tercümana ihtiyacı yoktur sayın Demirefe, İnsanların ihtiyacı olduğu için Tanrı Peygamberleri ve kitapları göndermiştir... O istesydi bütün insanlar iman ederdi... Ama o insana irade vermeyi murad etti... mal onun... başka kıyasa gerek yok sanırım... Şimdi verdiğiniz cevabı sanırım daha uzun süre konuşacak gibiyiz... 1- Cisimlerin bir iradesi yoktur, kaderi vardır... onlar kendilerine verilmiş görevi yaparlar : Güneş doğar ve batar.. Dünya güneşin etrafında döner... onların kaderi budur... bunun dışına çıkamazlar... belirli kural ve nedenler çerçevesinde hareket ederler... Dünyanın dönmek için determinizme ihtiyacı yoktur... Determinizm yokken de dünya dönüyordu... Deteminizm, dünyanın dönmesinin nedenlerini ve neticelerini bilmek için bir yöntemdir... Uzaya mekik ya da uydu göndermek için dünyanın ivmesini, dönüş hızını manyetik alanın etkisini bilmemiz gerekiyor... Bir roketin belirlenen koordinatlara isabeti için gerekli parametrelerin tespitinde bir yöntemdir... Atomun hareketlerini ve özelliklerini araştırırız... Maddeyi çözmeye çaba gösteririz... Neticelerini de kullanırız... Ama gözardı etmemeiz gereken kural şu ; ''Determinizm, kendisi bizatihi bir düzen ve neden kurmuyor... O Var olan (bem yaratılmış diyorum) düzen ve kuralları araştırıp öğrenmemize yardım ediyor'' Sanırım eşya için siz de bir irade öngörmüyorsunuz... Ama kader de demiyorsunuz... Benim cisimlere kader önerim, onların bir nedenle hareket etmedikleri anlamını taşımaz... bilakis tanrı da müslümanlardan aramalarını ve incelemlerini, soruşturmalarını istemektedir... 2- İnsanların İradesi vardır... bu durum elbette insanın bir de cisim yönünün bulunduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor sanırım... İnsanın bir iradesi vardır derken, onun Ruh yönüne işaret etmekteyim... Bedeni olduğunu söylerken de insanın bir de cisim yönünün bulunduğunu söylüyorum... Şimdi Sayın Demirefe, İnsanın cisim yönü elbette, yukardaki birinci maddede geçerli kurallara açıktır ve içerir... mesala sizin dediğiniz gibi, İnsaın kromozom sayısından tutun, anne karnındaki sakatlıkların önlenebilmesine kadar çok sayıda tıbbi çalışmaya konu edilebilir.. ve determnizmin konusu olarak incelenebilir... öngörülerde bulunabilirsiniz... Tanrı da bu konu da insanı teşvik etmiyor mu? Cismi araştırdıkça, ondaki kaderi farkedebiirsiniz... gezegenlerde seyretmeye doyamadığınız o ihtişam duygusunu, insana ait bir hücreyi inceleyen doktorun da hisssetttiğini biliyorum... Ama İnsanın bir de Ruh yönü var ki; insanı farklı kılan da bu zaten değil mi ? sayın Demirefe .... Ben bu yönünün bilgiye ve duyguya dayandığını iddia ediyorum... Bilginin de, duygularında önemli ölçüde İlahi önermeler doğrultusunda insanı etkilediğini düşünüyorum... Bu son söylediklerimi örneklemeye çalışıp, konuyu daha da anlaşılı hale sokmak istiyorum.... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 30 Aralık , 2007 Çikolatalı pasta ve Çilekli pasta örneği sıkça kullanılan bir örnek olduğu için oradan hareket etmeye devam edelim... Şimdi bir insanın pasta tercihlerinin arkasında yatan neden, çocukluğunda yer eden damak zevki ve alışkanlıkları olduğu gibi, daha birbirinden farklı onlarca neden de sayılabilir... Buradaki belirlenemezlik, nedenlerin karmaşıklığından mı, yoksa insan iradesinin nedensellik örgüsünden daha mı güçlü olduğundan kaynaklandığını bilemiyoruz... Örneğin Piyasa koşullarını arz ve talep belirlerken, insanların davranışlarını da Piyasa koşullarının belirlediğini savan bir rektör; üniversitede başörtüsünün yasaklanması ile sağlanacak bir ortamın öğrencilerde hedeflediği değişikliği gerçekleştireceğini düşünüyordu...Benzer şekilde siyasi alanda da bu görüşün yansımasını ''Parti kapatılarak'' ortamın değiştirilmesi neticesinde, o partinin temsil ettiği insan kitlesinin davranışının değiştirilebileceği öngörülmektedir... Ortama ve koşullara baktığımızda Komünist devrimin işçi sınıfının sayıca fazla ve mağdur sınıf olduğu İngiltere ya da Fransada olması beklenirken, köylü toplum egemen Rusyada ortaya çıkması da önemli bir yanılsamadır.... insanın maddeyi yorumlama ve konumlandırma, kendini ve varlık aleminin hiyerarşisini anlaması, bilinen bütün kuralların ötesinde, dışarıdan gelen bir bilgi ile olmaktadır... bu ilahi bilgi insana, Piyasa koşullarının dışında bir ekonomi (Allah yolunda malını feda etmek düşüncesi = İnfak) , tarihi dayatmanın tamamen aksi bir davranış ve gerçeklik önerisi (''Nice az topluluklar vardır ki, sayıca kendileirnden çok fazla olanlara karşı galib ve muzaffer olmuşlardır.''), gibi çok farklı durumlar ortaya koymaktadır... benzer şekilde, ''Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin'' ayetinde, bildiğimiz ölüm kavramının dışında bambaşka bir durumun varlığını haber vermekte olduğu içindir ki; tarih boyunca müslümanlar, ölümü güümseme ile karşılamışlardır...Şimdi sayın Demirefe; ilahi bilgiyi insanın davranışlarından ve hisslerinden kopardığınız an, insanı incelemeye çalıştığınız Armut meyvesine ya da Maymun hayvanına indirgemiş olursunuz... Elde edeceğinizz bilgi de asla, ''kanın rengi neden kırmızı, yaprak neden yeşil, gökyüzü neden mavi ?'' sorularına verilen cevaplar gibi olmayacaktır... Haaa, eğer kalkar da Determinizm İlahi bilgiyi de kabul eder derseniz bu durum başka.... O zaman konuyu farklı bir şekle sokmuş olursunz... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 4 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ocak , 2008 Önce “Fly Monastry” konusuna açıklık getireyim. Bu ifade, tamamen dinlerin tanımladıkları şekilde bir tanrı anlayışının mutlak olmadığını anlatır. Yani şimdi Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların tanrısının aynı tanrı olduğunu savunabilirsiniz. Aynı tanrıya farklı kültürlerin değişik isim verip farklı tanımlamalar yaptığını söyleyebilirsiniz. Savınıza göre tanrı aynıdır, tanımlar farklıdır. Fakat bu sav kabul edilmek zorunda olmadığı gibi, dinlerce tanımlanmamış ya da put olarak tanımlanmış, veya şimdi yeni çıkacak bir dinin tanrı anlayışının da yerilemeyeceğini söylemeliyim. Felsefe açısından hak din, batıl din diye bir ayrım olmayacağı gibi hak tanrı, put tanrı diye bir ayrım da olamaz. “Fly Monastry” tamamen bu vurgu için ortaya atılmış bir deyimdir. Ama konuyu “nasıl tanımlanırsa tanımlansın, bir tanrı yarattı” ile “hiçbir tanrı yaratmadı” savlarının çatışması olarak ele alırsanız tabii ne Fly Monastry, ne Zeus, ne Yehova, ne Allah ayrı bir anlam belirtir. “Fly Monastry” betimlemesi sadece tanrıdan tanrıya fark olmadığını anlatır. Eğer konu, tanımı her ne olursa olsun, tanrının varlığı-yokluğu ise, deklerem belli: Ateizm kanıtlanamaz. Tıpkı teizmin kanıtlanamadığı gibi. Bu konuda teist felsefenin getirdiği: “Madem teizmin getirdiği kanıta inanmıyorsun, o halde ateizmi kanıtlamak zorundasın” önermesini kabul etmiyorum. Teizm bir kanıt sunmuş değildir. Antitezler tezlerin kanıtı çürütülerek kanıtlanır. Ortada ise çürütülecek bir kanıt yok. “Ezelden beri açıklanamayan bir tanrı vardı” savı ile “ezelden beri bilinmeyen bir töz vardı” savı aynıdır. Yani lojik kesinlik ile “ya teizm doğrudur, ya ateizm. İkisi aynı anda gerçek veya gerçek dışı olamazlar” şeklinde bir mantık kurulamaz. Çünkü “tanrı”nın tanımı yok. Örneğin panteist görüşe göre ateizm olanaksızdır, çünkü varlık tanrıdır. Yani ben ateistim derken hangi tanımı yoksayacağımı bilmiyorum ki diyebileyim. Bu görüş agnostisizm mi? Bilinemezcilik… Hayır. Deizm, agnostisizm… Bunlar da ateizm gibi hep teizme karşı sürülen argümanlardır. Tanrıyı bir tez kabul edip antitez üretirler. Yalnız şunu kesinlikle belirteyim: Bir insan “ben ateistim” diyebilir. Bununla kendisine sunulan tanrı anlayışını reddettiğini ifade etmektedir. Ben bunun denemeyeceğini söylemiyorum. Sadece bunu söylemenin bir tez olmadığını söylüyorum. “Tanrı yoktur”un bir tez (ya da antitez) olması için tanrının bir tez olması gerekiyor. Ancak tüm bunları bir kenara veya din alanında bıraksak da, felsefe alanına geldiğimizde: Evrenin var olması için bir neden gerekiyor. O halde determinizm bir “töz”ün varlığını kabul eder, etmek zorunda. Ancak determinizm bu tözü “tanrı” olarak adlandırma konusunda zorunluluk kabul etmiyor. Nedensellik bir zincir örüntüsü ise, bir “ilk neden”e dayanmak zorunda. Nedensellik dışı bir şey ortaya çıkamıyorsa, bu zorunlu. Ancak determinizm, bu “töz”ün evrenden daha üstün, daha karmaşık, daha anlaşılmaz olamayacağını öngörür. Felsefedeki “töz”ü karşılayan “arke” ifadesi ile “arkeoloji” arasındaki ilişkiye dikkat çekmek isterim. Arkeoloji, geçmişe yapılan bir yolculuktur. Bu yolculuk, en kapsamlı anlamda nedenleri izleyerek “ilk neden”e ulaşmak için adım adım geriye gitme çabasıdır. Ama sadece toprağı kazarak tarihsel ve jeolojik dönemleri keşfetme anlamında daraltılmış. Bu, bilimsel determinizmi ifade eder. Bilim, kanıtlara dayanmak zorunda olduğu için adım adım “arke”ye ulaşmaya çalışır. Felsefi determinizm ise, felsefenin kestirim ve çıkarım özelliğini kullanarak, bilebildiklerimizi kullanarak bilinmeyene tümevarım yapmaya çalışır. Bu yöntemle, ilk nedenin en karmaşık değil, en basit neden olması gerektiği çıkarımını yapar. Evrimi, süreçleri kabul eder, süreci yöneten bilinmez, kapsanmaz ve süreçten daha karmaşık bir yöneticiyi dışlar. Çünkü geriye doğru karmaşanın artması bir çıkmazdır. Bir tanrı varsa, o da bir süreç sonucu evrilmiştir. Felsefi determinizm budur. Bilimsel determinizm geliştikçe felsefi determinizm de daha iyi çalışacaktır, kuşkusuz. Buna getirilecek tek itiraz vardır: Tanrıyı evren içinde ve evreni yöneten kurallarla arama yanılgısı. Fakat determinizm bu yanılgıyı da aşar. Evrenin, kendi dışında bir sürecin ürünü olabileceği varsayımını dışlamaz, zaten bunu dışlamak olanaksızdır. Sadece onun da bir “süreç” olduğunu vurgular. Tavuk–yumurta döngüsü gibi, evren başka bir evrenin ürünü de olabilir. Yumurta tavuktan, tavuk yumurtadan basit veya karmaşık değildir. Sadece görünürde bir basitlik veya karmaşıklık vardır. Yumurta, tavuktan basit gibi görünse de biraz daha karmaşık bir sonuca gidebilir, bir üst karmaşa düzeyinde bir tavuğu sonuç verebilir. Bu da evrim zaten… İki tavuk arasındaki farkın çok çok küçük olması, süreci evrene uyguladığımızda, çok basit bir evrenin var olduğu zamanı akıl almaz ölçüde geri atıyor. Ama aklımızın zaten her şeyi almadığını hepimiz kabul ediyoruz. Canlı evrimi bile milyarlarca yıllık bir süreçken, evrenlerin evrimi… “Süreçlerin bir başlangıç ve bir sonları vardır. Başlangıç nedir? Son ne olacak?” diye sorulacak olursa: Sonsuzluk varsa, süreçler de sonsuz olabilir. Sonsuzluk doğrusal bir süreç olabileceği gibi çok geniş bir döngü olduğu için doğrusal algılanan bir kapalı döngü de olabilir. Tanrı, töz, veya süreç diye isimlenen herhangi bir şeyin sonsuz olduğunu kabul etme tercihlerinden birini seçmemiz için zorlayıcı bir etken var mı? (Determinizmin iradeyi asla dışlamadığını belirtmiştim.) Determinizm açısından töz zorunludur. “İşte o töz, tanrı!” denirse töz de tanımsız, tanrı da… Arada fark yok. Bu konuyu din başlığı içinde tartışmaktan hoşlanmam yalnız, belirteyim. Felsefe ve dinin farklı alanlar olduğunu baştan beri söylüyorum. Şimdi bu konuyu din içinde tartışırsak, “işte töz möz. Adını değiştirip, kıvrılıp bükülüp sonuçta tanrıyı kabul etmek zorunda kaldığını itiraf etti” gibi bir pozisyon ortaya çıkıyor. Böyle bir şey yok. Herhangi bir şeyi reddetmek zorunda olmadığımı forumun en başından beri söylemişimdir. Bu felsefi bir konudur ve orada tartışılmalıdır. Bir tür “deplasman”da oynuyorum yani şu an. Fakat hani hatır için bazı konular açılıyordu ya, bu da öyle gibi oldu. Yanıtlamadan edemedim. Karmaşık ve akıl zorlayıcı olduğunun farkındayım. Felsefe aklı son limitine zorlama ve bununla da yetinmeyip o limiti de zorlama çabasıdır. Başı ağrıyan girmez, bu kadar yani. Herkes felsefeci olsun diye bir iddia yok. İddia, “kimse dayatmacı olmasın”dır. En doyumsuz özgürlük, felsefe alanındadır. Bir hücrede hapsedilmiş bir tutsak da olsanız beyniniz sağlam oldukça felsefe yapmanıza kimse engel olamaz. Her şey dayatılabilir, ama felsefe dayatılamaz… Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 4 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 4 Ocak , 2008 Sevgili Demirefe, öncelikle ''Fly Monastry'' kavramını ''Hak tanrı'' , ''Put Tanrı'' kavramlarının felsefede olmayacağını iddia etmek için ortaya attığınızı söyleyerek, inadınızda devam ediyorsunuz... Sevgili demirefe, İki farklı düzlem düşününüz... birbirlerine parelel iki düzlem...her iki düzlemde birbirinden bağımsız olsun... bu iki düzlem arasında yapacağımız izdüşümlerin diğer düzlem üzerinde karşılık geleceği nokta, hiç bir zaman bir diğerinin aynısı olmayacaktır... çünkü burada iki nokta arasında Limit F fonksiyonu, x ten y'ye doğru belli bir denklem ile taşınacaktır... Şimdi sizin Fly Monastry dediğiniz şeyin Müslümanların kutsal düzleminde bir fonksiyon tanımlamadığını biliyorum... kendi determinist felsefeniz de adına ''Fly Monastry'' adını taktığınız şeyin bizim koordinat sistemimizde karşılığı maalesef yoktur... Siz içinden çıkamadığınız bu ilksel duruma ''Fly Monastry'' deme hakkına sahipsiniz... Ama bu Müslümanların Tanrısına karşılık geliyor deme hakkına sahip olamazsınız... Müslümanların tanrısı gibi bu da yaratıcıdır demek haksızlık olur... Hak ve batıl (Put) kavramları islama aittir.. bu yüzden kendi düzleminize taşıdığınız vakit, karşılıksız kalacakları apaçık ortada ve doğal zaten... İşte bu karşılıksız kalma durumu nedeniyle determinizm bocalamaktadır...Tanrı evrenden bağımsızdır... evreni yaratmıştır ama mekansızdır... Dterminizm bunu evrenin dışındaki süreçler olarak kabul ediyor diyorsunuz... evren dışındaki bir süreç başlangıç olarak tespit edilemez ve belirlenemezdemektir... bütün nedensellikleri evrenin dışında bir sürece bağlayıp determinizmi de kendi deyiminizle ''soyuta atama'' durumuna getirmişsiniz...bu da ilginç bir gelişme... Felsefi determinizmin tümevarım yöntemini kullanması onun isabetli kılmaz... biz tam aksi Tümden gelim yöntemini kullanmayı tercih ederiz...bu daha isabetli bir yöntemdir... neticeyi şaşırmazsınız... tüme varım yönteminde varacağınız yer belirsizdir... İlksel halini düşünme tarzı benim çözümleme mantığımı oluşturuyor... hep bir öncesini adım adım geri almak... Tam da işin püf noktasına gelmişsiniz... Tüme varımla gelip bu noktaya varmanız ne kadar ilginç... bu ilk durum ''basit'' olmalı diyeceksiniz hem de ... Çünkü karmaşık olursa işin içinden çıkamayacaksınız... Oysa bu kadar basit bir şey, kendinden daha karmaşık ve çözülemeyen bu şeyi nasıl meydana getirebilir ? İşin aksi bir de bilinç sorunu çıkacak ortaya... Bu kadar basit bir şey bu bilinci nasıl kurdu ki, sınırsız ve sonsuz sayıdaki nedensellikler hep R(x,y,z) düzleminde olması gerektiği gibi ardarda geliyor.. ve bir düzen içinde tekrarlanıyor ? Tavuk canım sıkıldı artık yumurtlamayacağım, köpek ben de artık düşünüyorum ve varım diyebilir mi ? Yumurtadan civciv yerine neden balık yavrusu çıkmıyor ? nedensellik örgüsü içerisinde bir açıklama yapacağınız muhakkak... Ama bildiğimiz ve bilmediğimiz bu kadar nedeni bir düzlem üzerinde düzenli bir şekilde yerleştiren bilinç neden oluştu ? nasıl oluştu ? O basit olması gereken ilk şey bunu yapacak kadar bilince sahip olabilirmi ? önüne geçemediği bu kadar girift nedenselliklerin ardında kalacak, aciz basit bir şey mi idi ? Siz ona tanrı diyemiyorsunuz ? Tanrı demek zorunda kalırsanız da, eflatunun fiskeci tanrısı kadarcık olmalı ki; o size egemen olmadan siz onu parmağınızıda oynatabilesiniz... hayatınızda 10 YTL lik değeri geçmeyecek kadar küçük ve basit bir tanrıcık olsun... Sayın Demirefe, Felsefe yapmak herkesin harcı değil haklısınız... Hele o koskoca evrende bilinci arayacaksınız... bütün evreni atomlara ayıracaksınız... sonra o atomların birbirleriyle çapraz ve düz nedensel örgülerini zorunluluk gereği bir araya getirip, o mükemmel sistemi kuracaksınız... Determinizm iradeyi asla dışlamaz diyip duruyorsunuz...bu ne demek ? size konu üzerinde devam edebilmek için 2 soru soruyorum sayın demirefe, ne Engelse ve ne de Marksa soruyorum... evren bir bilince sahip mi değil mi ? Evrenin iradesi var mı yok mu ? İnsan bir iradeye sahipmidir değil midir ? Bu sorulara vereceğiniz yanıtlara göre konuyu yeniden ele alalım...Hatırına yani.... başınız ağrımıyorsa... selam ile ... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.