Φ evaporit Gönderi tarihi: 20 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 20 Aralık , 2007 İNANMAK yada İNANMAMAK İnanmak ve inkar etmek arasında o kadar ince bir çizgi var ki; İnceldiği kadar kalınlaşan, küçüldükçe büyüyen tuhaf bir çizgi... Neden İnanıyorsunuz ? ve Neye inanıyorsunz ? Ne kadar İnanıyorsunuz ? İnandığınız şeyler sizi nasıl hissettiriyor ? Mesala Tanrı ve onun buyrukları sizi evrensel düzlemde nereye koyuyor ? Yaşamınızı nasıl değiştirdi ? Peki siz neden İnanmıyorsunuz ? Ne kadar inanmıyorsunuz ? İnanmıyor olmak sizi nasıl hissettiriyor ? Mesala Tanrının olmadığı bir yaşam size uzayda nasıl bir yer ve değer kazandırıyor.. Tanrının yerine koyduğunuz - her ne olursa diyeceğim ama onu kendiniz atamış olduğunuz için gerçekte belki de o kendiniz olmalısınız - şey sizi huzura götürüyor mu ? İnanmak bir gereklilik mi ? Zorunluluk mu ? İnanmak ya da inanmamak olmak ya da olmamak gibi bir şey mi ? Evreni yorumlamak, anlamak ve gerçekliğe ulaşmak için mi Tanrıyı icad ettik ? bu geçmişte en kolay yol olduğu için mi icad etti insanlık ? Kafamızdaki sonu gelmez soruların en kolay cevabı Tanrı mı ? bu yüzden mi ''OL'' kelimesine sığınıp duruyoruz ? ''Tanrı Zar Atmaz'' diye başlayıp, aklımzın ve zihnimizin olanca tecrübesine rağmen çözemediğimiz VAROLUŞUN sırrına, ruhumuzun derinliklerinden gelen bir isyan, bir başkaldırının mı yansıması, inkarın nedeni ? Tanrının yerine hiç bir ŞEY'i oturtamayışımız mı ? ya daTanrı diye atamasını yaptığımız her teori ve mantığın bir diğer teori ve mantık tarafından sürekli evirip çevirmesinden mi kızgınlığımız ? ''Kafamızdaki bütün NEDEN ve NASIL ların cevabı olabilecekve bizi evrendeki o eşsiz uyumun -hem içsel ve hem de gerçek- bir parçası yapacak bir TANRI yaratmaya muktedir olamadığımız için mi Tanrıyı inkar ediyoruz ? Evrenin daha çooook zamanı var... insanların zamanı gittikçe azalıyor... İnanmak ve inanmamak arasındaki zaman perdesi gittikçe inceliyor... Kabul ve İnkar arasında aynı mantık işliyor ve aynı özden, aynı merkezden üretiliyor... ve bu duvar örüldükçe de kalınlaşıyor... duvarlar kalınlaştıkça gözlerimiz öte tarafı görmüyor.. Herşeye bir neden arayışımız, mevcut durumu anlamak ve yorumlamaya çaba göstermek yerine, bizi nedenler arasında çatışmaya ve kaybolmaya kadar götürüyor, sıçramalara kör bırakıyor... Evren bütün boyutları içeriyor, hem çok karmaşık, hem çok basit... ama zaman yeterli mi, onun cevabını hiç bilemeyeceğiz belki de .. Sizce inanmak ya da inanmamak arasında ortak bir neden olabilir mi ? Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 23 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 23 Aralık , 2007 Sizce inanmak ya da inanmamak arasında ortak bir neden olabilir mi ? Olabilir... Bütün nedensellikler ortak ve bağlantılıdır. Sayın evaporit, bütün bu söyledikleriniz için bir tek şey soracağım: İnanmak ya da inanmamak arasında sizce neden bu kadar önemli bir ayrım var? Kıldan ince, kılıçtan keskin olmasının nedeni ne bu sorunun? Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 23 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 23 Aralık , 2007 Beni hayal kırıklığına uğrattığınızı ifade etmeliyim.. İnanmak ve inanmamak arasında ki ayırıma değil, nedene atıfta bulunuyorum... Keskin bir kilıçla da ayırmaya çalışmıyorum, aksine bakın aynı kökene indirgemeye çabalıyorum... mantıklarını birleştirmeye, ortak çıkışa çağırıyorum... Neden ? böyle düşünmemin nedeni ne ? Şuna inanıyorum ki, herşeyi ilk haliyle anlamaya çaba gösterirsek daha saf ve katışıksız bir ortam elde etmiş olacağız... bu laboratuvar ortamında daha steril ve daha sağlıklı değerlendirmeler yapabileceğimize inandığım içindir... olay kaynağından, ilksel halinden uzaklaitıkça, bir sürü kirletici etmenin altında kalıyor ve orjinalliği bozuluyor... konular dağılıp gidiyor... asıl ortadan kalkıp, asıldan sayılmayacak çok şey onun önüne geçiyor, gerçeği perdeliyor...Mantık düzlemimizi, perdesiz ve sıfır koordinatlarından başlayan, ve koşulsuz kurmak zorundayız... kabul etmek gerekiyor ki; bütün yaşamlar bir inanca ve değerler sistemine dayanıyor... İnsanları mutlu kılan ve huzura götüren de bu inançlar ve değerler sisteminin gerçekliğin bilgisine ne kadar uyumlu olduğudur.. Aynı toplumda yaşıyor olmak komşumuzun neden inandığını sorgulamak kadar, neden inanmadığını araştırmaya da yeterli bir nedendir diye düşünüyorum... Çünkü toplumsal çatışmaların ve ayrımlaşmanın insanların birbirini yeterince tanıyamadıklarından kaynaklandığını sanıyorum... Kişi bilmediğinin, tanımadığının düşmanı oluyor... Huzurlu ve mutlu bir ateist komşum olmasını, huzursuz ve mutsuz bir müslümana tercih ederim.... Bu yüzden İnançların - ya da inançsızlığın- ne olduğundan çok, insan üzerindeki etkilerini daha çok öncelerim... İnanmak ve inanmamak arasındaki ayırımın önemini yaşam kendisi koyuyor zaten, öyle değil mi ? İnsanın neyi tercih ettiği kendisi açısından önemlidir ve etkileyicidir. oysa bu tercihinin yansıması komşusunu daha çok etkilemektedir.. belki bu yüzden bir çok müslüman eyleminden ya da materyalist eylemden şikayetçi olmuyor muyuz ? İnsanlardaki bu mutsuzluğun kaynağı nedir ? inançları mı inançsızlıkları mı ? Tanrı diye düşündüğümüz şey kendi ürettiğimz Tanrı olduğu için mi bu kadar çelişkiyi yaşıyoruz...Gerçekte Tanrı ya mı inanıyor bu kadar Müslüman ? hem bunu sorguluyorum, hem de inkar ettikleri şey gerçekte tanrı değil, onlar hayallerinde, zihinlerinde ürettikleri ''zalim-adaletsiz-eksik-kusurlu-hasarlı- bir tanrı mı diye sorgulamaktayım... Yani bir taraf özürlü bir Tanrı ile inanç sistemi kurarken, diğer taraf ta aynı özürlü tanrıyı reddedip karşı bir inanç sistemi kuruyor gibime geliyor. bu nedenle inanmak ve inanmamak arasında ortak bir neden olarak Tanrı kavramını koyup, bir ilişki kurmaya çalıştım... Çünkü ortak uzay düzleminde mutsuz insanlar ve çatışmadan başka şey göremeyişimiz, sistemi en baştan sorgulayıp, yeniden başlamamızı gerekli kılıyor... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Yani bir taraf özürlü bir Tanrı ile inanç sistemi kurarken, diğer taraf ta aynı özürlü tanrıyı reddedip karşı bir inanç sistemi kuruyor gibime geliyor. Hayır böyle düşünmeyin bence... Kimse özürlü bir tanrı yaratmıyor. Zaten yaratan yaratmış Tanrı'yı. Özürleriyle, kusurlarıyla, iyiliğiyle, kötülüğüyle... İşte eleştirilen bu Tanrı'dır... bu nedenle inanmak ve inanmamak arasında ortak bir neden olarak Tanrı kavramını koyup, bir ilişki kurmaya çalıştım... Zaten ortak nokta budur. Tez ve antitez elbette bu şekilde ortak şey paylaşır. Antitez türermiydi yoksa? Çünkü ortak uzay düzleminde mutsuz insanlar ve çatışmadan başka şey göremeyişimiz, sistemi en baştan sorgulayıp, yeniden başlamamızı gerekli kılıyor... Ah bunu yapabilseniz özgür ve tarafsızca!... Neler göreceksiniz neler... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Sayın evaporit, bu ortaya attığınız konuda sizi gerçekten anlamaya çaba gösterebilirim. Çünkü tüm empozeleri dışlayıp zihni arındırarak sıfırdan düşünmek benim en temel argümanımdır. Benim sorduğum soru, sizin söyleminizi hep inanma-inanmama ekseninde götürmenizden dolayı idi. Ama siz aradaki ince çizgiyi de kaldırmak istiyor ve inanmakla inanmamanın arasında hiç bir ayrım ve fark olmadığını savunuyorsanız hemen buyrun, bunu ayrıntılandıralım. Bu argüman beni açar. Fakat "komşumuzun neden inandığını sorgulamak kadar, neden inanmadığını araştırma" dan bahsettiğiniz zaman, ben yine baştaki anladığımın doğru olduğunu ve sorumun hâla geçerli olduğunu düşünmeden edemiyorum. Şimdi ben komşumun neden inanıp neden inanmadığını değil, inanıp inanmadığını bile merak etmem. Bu beni hiç ilgilendirmez. Eğer komşum sabah karşılaştığımızda selam vermediyse "hayırdır, canın mı sıkkın? Kötü giden bir şey mi var?" diye sorarım. "Ne oldu komşu? Yoksa inancından şüpheye mi düştün sabah sabah?" diye sormam. Benim izlenimim, sizin kendi gerçek tanımlamanızı insanların görmediği savından yola çıktığınız şeklinde. Buradan bir yere varamayız. Sizin gerçeğe (aslında tanrıya) ait tanımlamalarınız, örneğin onun eksiksiz, kusursuz, hasarsız olduğu nerden belli? Şimdi bunu da savlamadım demeyin. Çünkü bu inancı olumsuzladığınız açıkça görülüyor. Yani siz yine klasik "inançlar değil inananlar kusurlu" söylemini dile getiriyorsunuz. "Gerçekte Tanrı ya mı inanıyor bu kadar Müslüman ? hem bunu sorguluyorum" derken bunu açıkça ifade ediyorsunuz. Ben böyle bir şeyi sorgulamam. ben komşumun apartman aidatını neden ödememekte direndiğini ve eskiyen boya için kaç para toplayacağımızı düşünürüm. Bu konulardaki sorunların komşumun hangi nedenselliğinden kaynaklandığını merak ederim. Acaba kredi kartına fazla mı açıldı, işi mi iyi gitmiyor? İnancı laik bir apartmana aidat ödemesine engel mi acaba diye pek aklımdan geçmez. Ama yani olur mu olur, hiç belli olmaz bu inançlıların işleri... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Evet belki ilk bakışta komşularınız hakkındaki bu yüzeysel yaklaşımınız bahse değer gelmese de, hemen bundaki mecazı sezmiş olmanızı beklediğimi ifade etmeliyim... o kadar apartman aidatından tutun da eski boya badana muhabbetine gerek kalmayacaktı... neyse konumuza dönecek olursak.. şimdi yıllar önce bir tanıdığımızın, tek çocuğu vardı ve onun iyi bir eğitim alması için ne denli çırpınıp durduğunu anlatırlardı.. sonuçta her şeyini feda ederek bu tek çocuğunu özel okullarda okutup, yurt dışında da eğitimini tamamladıktan sonra, ülkemizin güzide coğrafyasından bir yerde göreve gönderildiğini ve daha oraya gitmeden, yolda öldürüldüğünü anlatmışlardı... çok üzülmüştük... Böylesi değerli insanların, ya kör bir kaza kurşunu, ya bir trafik kazası, ya da terör neticesi ölümü hem ailesi adına hem toplum adına bir kayıp idi... İstanbulda tinerci çocuklar tarafından öldürülen o SAS komando subayını halen hatırlarım da üzülürüm... Kendi çocuklarımızı kurtarmak, toplumsal bu yarayı sarmadan mümkün olmuyor.. ''komşu çocuklarını'' da düşünmek gerekiyor... bu toplum olmanın bir gereği, bir basamağı.... Tanrıyı yine kendi ifadelerinden (vahy) tanımaya çalışırsanız sorun kalmayacaktır... Ama siz kendiniz bir tanrı üretmeye çalışırsanız bu sizi açmazlara götürecektir... Tanrıyı anlamaya çalışırken, insana benzetip anlamaya çalışmak, gerçek ile hayal-kurgu arasında en kalın perde olacaktır bence... bu yüzden siz bu insan tanrıyı eksik görüp inkar edeceksiniz, diğerleri de tamam sanıp iman edecekler... oysa tanrı kendisini ''alimdir, kahhardır, rahmandır, rahimdir, azizdir....'' gibi onlarca sıfatla anlatırken, insan bu sıfatları anlamak için önce zihninde çağrıştırma yoluyla canlandıracak, bildiği-tanıdığı şeylere benzetecek sonra anlamaya çalışacaktır... Ama tanrı gerçekten öylemidir ? Tanrı bütün alemleri ve insanı yaratmıştır ... Acaba nasıl yaratmıştır ? biz bir sanatçının bir eseri yaratırken nasıl yaptığını izleyip görmüşüzdür... biliriz... ama tanrı nasıl yarattı sorusuna verilecek cevabımız yoktur... Ama tanrının yaratılmışların yaptığı gibi bir yaratması olmadığını biliyoruz... O bütün yarattıklarından münezzehtir... benzemez... Evreni en mikro yapısından (atom ve daha küçük parçacıklar), en makro yapısına (uzay ve sistemler) kadar bu kadar mükemmel kılan Tanrı, herhalde bütün eksikliklerden münezzeh bir tanrı olmalı ... buna akıl ve mantık yetişmiyor.... çünkü kullandığınız aklın ve mantığın argümanları yeryüzüne ait... Tanrı ise yeryüzüne ait değil ki ? Sizin kullanacağınız eksik-kusurlu gibi kavramlar da yeryüzüne ait kavramlar... bir insanı, bir bitkiyi, bir hayvanı tanımlamanız ve değerlendirmeniz mümkün... çünkü orjinalini biliyorsunuz... gerçeğini hakikatini biliyorsunuz... kullanacağınız her değerlendirme kelimesi aklınızın ve mantığınızın eseri olacaktır... Peki Tanrı için bu kavramları nasıl iddia edbilirsiniz ? O sizin gibi mi ki, kıyaslayıp ''kolu kısa, boyu uzun'' gibi ''adaletsiz, yaratamamış, bilememiş'' diyebilesiniz .... Tanrıyı önce görünür kılıp sonra da ona ''bakıp bu eksik'' demek haksızlık diye düşünüyorum... Siz görmediğiniz, duymadığınız (sizinle konuşmayan), elle tutulmayan bir tanrı olduğu için inkar ediyorsunuz. belki de sizinle konuşup, hatta istişare etse belki de ona inanacaktınız... Ne kadar ilginç değil mi ?Ben de görünmediği için, elle tutulmadığı için, sesini duymadığım için iman ediyorum...gözümün görebildiği, eksikliğini tahli edebildiğim bir tanrıya neden inanayım ki ? Tanrıyı yeryüzüne indirgeme isteğini, onu görünür kılma çabaları olarak niteliyorum ve inananlar için de bunun zihin kayması olarak düşünüyorum.. burada ortak bir ilişki kurup ''görünürlük'' kavramı etrafında bir inanç ve inkar oluşumuna varıyorum... Burada önemli bir kırılma gördüğüm için bu konuyu ele aldım... Hem inkar edenler ve hem de yanlış inandığını düşündüğüm müslümanlar için bir uyarı niteliği taşıyordu... Tanrıya haksızlık etmeyin.... İnanmak ya da inanmamak ? olmaktan öte önemli değil mi ? Varlığı anlamadaki en önemli esas bence... Yoksa nasıl anlayabileceksiniz ? Hadi evreni ve varlık alemini yorumlayında görelim ? Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Varlığı anlamadaki en önemli esas bence... Yoksa nasıl anlayabileceksiniz ? Hadi evreni ve varlık alemini yorumlayında görelim ?[/b] Sayın evaporit, "Varlığı anlamadaki en önemli husus" madde ve onun özelliklerini anlamaktır... Varlığa (ya da maddeye) bir "yaratıcının etkisi" ön yargısı ile yaklaştığımız sürece onu anlayamayız. Bu böyledir kimse itiraz etmesin. Bir bilim adamı inançlarını işine karıştırdığı sürece (ki aksi zor) işin içinden çıkamaz. Mikroskop altında ilk kez karşılaştığı bir olaya "Allah" ın adını anarak "yarab sen ne büyüksün! neler yaratıyorsun!" dediği anda olayı anlamanın gereği kalmamıştır çünkü. Neden mi? Yaratılmışlıktan öteye geçemeyecektir. Maddeyi anlama yolunda bence en önemli itici kuvvet, maddenin özelliklerini ve değişim süreçlerini ortaya koymaktır ki, "yaratılış" kuramına zaten ters düşer. Şimdi anlatabildim sanırım "evreni ve varlık alemini" yorumlamak için öncelikle neler gerekli... Bu yorumu yapmak için bir çok önyargıyı bir kenara bırakıp çook ama çoook çalışmamız lazım Sayın evaporit... Çalışmak, araştırmak, bilim yapmak, bilime önem ve değer vermek... Saygılarımla Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 sayın yersoy ...varlığı anlamak derken ...varlığın nasıl yaratıldığını kastetmiyoruz....niçin yaratıldığını kastediyoruz....değil mi.... evrene varlığa mana yüklemek ...onun hangi elementlerden varolduğunu anlamak olsaydı.....bilim adamları bu işi baya bi çözmüş olurlardı.... siz neden varsınız...neden başka bir canlı olarak değil de insan olarak geldiniz dünyaya...ve sonuçta nereye gideceksiniz.....siz madde iseniz tüm maddeler gibi maddeye karışacaksanız....sizi siz yapan ..sizi insan yapan o fark...her ne diyorsanız siz ona.....o ne olacak.... varlığı ve kendi varlığınızı nereye konumlandırıyorsunuz anlam dünyasında...siz kimsiniz....bu dünyaya kendi iradenizle mi geldiniz ve nereye gidiyorsunuz....hiçliğe mi.... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 ...siz kimsiniz....bu dünyaya kendi iradenizle mi geldiniz ve nereye gidiyorsunuz....hiçliğe mi.... Bunu bir soru gibi cevaplandırayım. Sizin inancınıza göre benim bir iradem yok. Rolüm belli, cehenneme gidiyom yanacam... Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 bu kadar eminsiniz yani... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 bu kadar eminsiniz yani... Emin olmayım da ne yapayım sayın 4mevsim? Bana inancınızı yeterince açıkladınız. Buna göre yanmaya programlanmış bir robotum Elimden ne gelebilir ki? Kaderiiim ah kötü kaderiiiiim..... Herkes sizin gibi şanslı doğmuyor bu dünyada. Kaderiiin ah güzel kaderiiiiinnnn.... Ben ne eyleyiiiiimmmm..... Saygılar sevgiler Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 - Başlık yazısını ve devamında başlığı açan arkadaşın yazdıklarını okurken… Ona ve diğer katılımcılara “İnsanlar özgür müdür?” sorusunu yöneltmek istedim... Bir başka başlıkta ele aldığı " İnsanın Özgürlük Arayışı'na" da katkıda bulunacaktır diye düşündüm… *** Elbette bütün insanlar özgür olmayı tercih eder… Ancak bilinmesi gereken bu değere hangi durum ve koşullarda sahip olacağıdır… *** “İnanmak ya da İnanmamak” ta Özgür müdür? Yanıt elbette evet olacaktır… Ama ben yine aynı yaklaşımla devam etmek istiyorum… İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan, İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir? *** Bu yazdıklarımı okumaya ya da yanıtlamaya değer bulan arkadaşlardan, Yöntem olarak yaklaşım ve anlayışlarında polemikten uzak kalabilmeleri için, “-Bir İnsanın Özgür olabilmesi için hangi koşullara sahip olması gerektiği… —Kendi özlerinde özgür kalabilmeleri için, düşünebilmek ve sorgulayabilmenin önemi…” Üzerine gerçekçi yanıtları üretebilmelerini rica ediyorum… Çünkü benim olduğu kadar her birimizi diğer canlılardan ayıran en üstün özelliğimiz düşünebilmemizdir. Eğer düşünebiliyorsak düşüncelerimiz beraberinde sorgulamayı da getirir, Sorgulamak, yaşamla ve kendisiyle yüzleşebilmek ise özgürlüktür… Ve insanlar düşünebiliyor, sorguluyor gerçeklerle korkmadan yüzleşebiliyorsa, İşte o zaman kendi içlerinde özgürdürler. *** Hiçbir dinsel inanış kendi içinde sorgulama özgürlüğünü barındırmaz. Sorgulamadan inanmayı gerektirir. Çünkü tüm ilahi dinler, metafiziksel bir temele dayanır. Fizik ötesi ve özü itibariyle bilinmez bir varlık ya da varlıklar aleminden kaynaklanır. Son dönemde ortaya çıkan tüm ilahi dinler, Vicdan özgürlüğünü savunuyor olsa da, Her dinin kendine göre mutlak doğruları vardır ve bu yüzden sorgulama kabul edemez. Tüm ilahi dinler, tek bir Tanrı anlayışına sahiptirler. Onlar için Tanrı evreni yaratan öncesiz ve sonrasız tek varlıktır. Tanrı’nın buyruklarına koşulsuz inanılması ön şarttır. *** İnsanları diğer canlılardan ayıran en üstün özelliği düşünebilmesi... Düşünmek beraberinde sorgulamayı gerektiriyorsa, Sorgulamak ve yüzleşmek insanları kendi içlerinde özgür olmalarının nedeni ise.. Şimdi başa dönerek şu sorunu yanıtını düşünerek, sorgulayarak, kendi özümüzle yüzleşerek Özgürce verebiliyor olmamız gerekiyor… "İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan, İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir?" Dinsel anlamda “İnanmak” insanı özgür mü? Yoksa bağımlı mı? Yapar. Yada şöyle bir soru da yöneltebiliriz kendimize.. “İnanmak” ya da “İnanmamak” hangisi… Bir İnsanın, sorgulayarak kendi özüyle yüzleşebilen özgür düşüncelerine daha yakındır? *** *tna Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir?" Elini bir kere veren kolunu kurtaramaz hesabı mı? Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 - *** Hiçbir dinsel inanış kendi içinde sorgulama özgürlüğünü barındırmaz. Sorgulamadan inanmayı gerektirir. allaha iman sorgulamanın ve reddiyenin sonucudur...la ilahe tüm sorgulamalardan sonra bütün seçenekleri reddedip illallah yani sadece allah var dememizdir... alimler buna tahkiki iman diyorlar... taklidi iman ise o düşüncenin içinde kendini bulmaktır...zaman içinde ihtiyaç duyan insan sorgulama yapar ve inancını kendine mal edebilir...tahkiki imana dönüştürebilir... din insanı özgürleştirmek içindir...allahın gücü ve ilahiliği karşısında insanın özgürlüğünü ve değerini engelleyen tüm güçlere karşı reddiyedir iman.... allaha teslim olmayan insan allahın dışındaki somut ya da soyut başka bir gücün esiridir...başka bir seçenek kalmıyor zaten... allahı reddederek özgürleştiklerini zanedenler açık bir vehim içindedirler... allahı reddedip yerine maddeyi ezeli ve ebedileştirip koyanlar tüm felsefelerini de madde etrafında geliştirmeye mahkumlar....özgürlük dedikleri bu... Alıntı
Φ sarıgöl Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 24 Aralık , 2007 "İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan,İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir?" Neye inandıktan sonra; "İLKEL ÇORBA" masalınamı yoksa "TESADÜFE" mi... Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan,İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir?" Neye inandıktan sonra; "İLKEL ÇORBA" masalınamı yoksa "TESADÜFE" mi... Yaptığınız alıntının yanıtı bu mu şimdi? yazık çok yazık... Okuduğunuzu anlamlandırabilme yeteneğiniz ve... Konuyu çarpıtma yönteminiz herkesi hayran bırakmıştır sanıyorum... *** Aslında konuyu göz ucuyla okuyor olmanız bunun suçlusu olmalı... isterseniz anlatılmak isteneni yazıyı okuyarak tekrar baştan bir değerlendirin... ve aşağıdaki alıntıyı kavrayarak yanıtlarınızı üretmeyi deneyin... Bu yazdıklarımı okumaya ya da yanıtlamaya değer bulan arkadaşlardan,Yöntem olarak yaklaşım ve anlayışlarında polemikten uzak kalabilmeleri için, “-Bir İnsanın Özgür olabilmesi için hangi koşullara sahip olması gerektiği… —Kendi özlerinde özgür kalabilmeleri için, düşünebilmek ve sorgulayabilmenin önemi…” Üzerine gerçekçi yanıtları üretebilmelerini rica ediyorum… Yada kendinize ve bilginize saygı duyun, polemik yaratmak yerine... Örneğin,"4mevsim" gibi okuyanlar katılsın yada katılmasın düşüncelerinizi yazın... -ki; sizinle yazışmak ve tartışabilmek anlam ve düzey kazansın... Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 allaha iman sorgulamanın ve reddiyenin sonucudur...la ilahe tüm sorgulamalardan sonra bütün seçenekleri reddedip illallah yani sadece allah var dememizdir...* ** *** allahı reddedip yerine maddeyi ezeli ve ebedileştirip koyanlar tüm felsefelerini de madde etrafında geliştirmeye mahkumlar....özgürlük dedikleri bu... İlahi dinlerin ve tanrılarının ortaya çıkışı, çok doğal olarak inanç sistemleri üzerine birçok görüşü… (Teizm, Deizm ve Panteizm) gibi düşünce akımlarını beraberinde getirmiştir. İnsanlar tıpkı sizin gibi evrendeki birçok soruya cevap bulabilmek adına bu birçok görüşü araç olarak kullanmaktadır. İstisnalar haricinde herhangi bir inançta olan bir insan genelde toplum ve aile yapısının etkisinde kalarak o görüşe sahip olmaktadır. Örneğin Müslüman bir toplumun çoğunluğunun hayatını Müslüman olarak sürdürmesi gibi… Fakat bilgi toplumunda dinlerin etkisi git gide azalmaktadır, Eskisi gibi ilahi dinler insanların üzerinde çok fazla etki kuramamaktadır. Siz yine bu ifadelerime sizin inanışlarınıza uymadığı için şiddetle karşı dursanız da… Farklı akımlar ve onların düşünce biçimleri, bu etkinin azalmasında büyük rol oynamıştır. İnsan sorguladıkça kendine en yakın olan görüşü bulduğunu sanabilir. Örneğin; Tanrı’nın var olup olmadığını sorgularken… Sizin “tüm sorgulamalardan sonra bütün seçenekleri reddedip sadece Allah vardır...” sonucuna ulaştığınız gibi… Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan, İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir Bu sorunun yanıtı çok basit. Öncelikle islamiyette en çok değer verilen şeye (!) "kadın"a bakalım... İnanan bir kadın öyle özgür olacaktır ki, eşini 3 ayrı bayanla paylaşma özgürlüğünü sonuna kadar yaşayacaktır!... Asıl özgürlüğü bir de erkeğe sorun bu durumda.. İnanan bir kadın saçının bir telinin görünmemesi için özgürce türban, çarşaf vs. takarak özgür kalacaktır! En azından saçını istediği gibi yapar: toplar dağıtır örer... Kimse de bir şey demez göremediği için... İnanan bir kadın iş hayatını da özgür ve dilediği gibi belirleyemeyecek ama evde oturmanın verdiği özgürlüğü tatmak için büyük bir fırsat bulacaktır!... Var mı daha özgürcesi?... Gelelim daha genel özgürlüklere... İsteyen istediği zaman iman edemeyeceği için örneğin namaz vakitlerine göre düzenleyecektir işini ve hayatını. Yılın bir ayı boyunca aç kalacak ama diğer 11 ayın zevkini çıkarma özgürlüğünü yaşayacaktır. Daha da genelleştirelim: (Son olarak şunu söylemek isterim) İnsan bir iyilik yapacaksa bunu kendi özgür iradesiyle değil cennet hevesi ya da cehennem korkusuyla yapacaktır. İradesiyle yaptığı hiç bir işin değeri kalmayacaktır. Tıpkı kolundan sürekli tutulan bir çocuk gibi... Özgür olduğunu düşünecek ama yanılacaktır. Sürekli sağında ve solunda yazman melekler olduğunu düşünecek, kendini buna inandıracaktır. Ama iradesinin özgür olduğunu sanacaktır. Bu kandırmaca içinde yaşarken, kaderini sevecek ya da üzülecektir. "Kaderimde budamı vardııı?" diyen bir insan nasıl hür hissedebilir kendini? Saygılar... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 - 1- *** Elbette bütün insanlar özgür olmayı tercih eder… Ancak bilinmesi gereken bu değere hangi durum ve koşullarda sahip olacağıdır… 2- *** “İnanmak ya da İnanmamak” ta Özgür müdür? Yanıt elbette evet olacaktır… Ama ben yine aynı yaklaşımla devam etmek istiyorum… 3- İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan, İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir? 4- *** Bu yazdıklarımı okumaya ya da yanıtlamaya değer bulan arkadaşlardan, Yöntem olarak yaklaşım ve anlayışlarında polemikten uzak kalabilmeleri için, “-Bir İnsanın Özgür olabilmesi için hangi koşullara sahip olması gerektiği… —Kendi özlerinde özgür kalabilmeleri için, düşünebilmek ve sorgulayabilmenin önemi…” Üzerine gerçekçi yanıtları üretebilmelerini rica ediyorum… 5- Çünkü benim olduğu kadar her birimizi diğer canlılardan ayıran en üstün özelliğimiz düşünebilmemizdir. Eğer düşünebiliyorsak düşüncelerimiz beraberinde sorgulamayı da getirir, Sorgulamak, yaşamla ve kendisiyle yüzleşebilmek ise özgürlüktür… Ve insanlar düşünebiliyor, sorguluyor gerçeklerle korkmadan yüzleşebiliyorsa, İşte o zaman kendi içlerinde özgürdürler. 6- *** Hiçbir dinsel inanış kendi içinde sorgulama özgürlüğünü barındırmaz. Sorgulamadan inanmayı gerektirir. Çünkü tüm ilahi dinler, metafiziksel bir temele dayanır. Fizik ötesi ve özü itibariyle bilinmez bir varlık ya da varlıklar aleminden kaynaklanır. Son dönemde ortaya çıkan tüm ilahi dinler, Vicdan özgürlüğünü savunuyor olsa da, Her dinin kendine göre mutlak doğruları vardır ve bu yüzden sorgulama kabul edemez. Tüm ilahi dinler, tek bir Tanrı anlayışına sahiptirler. Onlar için Tanrı evreni yaratan öncesiz ve sonrasız tek varlıktır. Tanrı’nın buyruklarına koşulsuz inanılması ön şarttır. 7- Yada şöyle bir soru da yöneltebiliriz kendimize.. “İnanmak” ya da “İnanmamak” hangisi… Bir İnsanın, sorgulayarak kendi özüyle yüzleşebilen özgür düşüncelerine daha yakındır? *** *tna 8- İlahi dinlerin ve tanrılarının ortaya çıkışı, çok doğal olarak inanç sistemleri üzerine birçok görüşü… (Teizm, Deizm ve Panteizm) gibi düşünce akımlarını beraberinde getirmiştir. İnsanlar tıpkı sizin gibi evrendeki birçok soruya cevap bulabilmek adına bu birçok görüşü araç olarak kullanmaktadır. 9- İstisnalar haricinde herhangi bir inançta olan bir insan genelde toplum ve aile yapısının etkisinde kalarak o görüşe sahip olmaktadır. Örneğin Müslüman bir toplumun çoğunluğunun hayatını Müslüman olarak sürdürmesi gibi… Fakat bilgi toplumunda dinlerin etkisi git gide azalmaktadır, Eskisi gibi ilahi dinler insanların üzerinde çok fazla etki kuramamaktadır. Siz yine bu ifadelerime sizin inanışlarınıza uymadığı için şiddetle karşı dursanız da… Farklı akımlar ve onların düşünce biçimleri, bu etkinin azalmasında büyük rol oynamıştır. İnsan sorguladıkça kendine en yakın olan görüşü bulduğunu sanabilir. Örneğin; Tanrı’nın var olup olmadığını sorgularken… Sizin “tüm sorgulamalardan sonra bütün seçenekleri reddedip sadece Allah vardır...” sonucuna ulaştığınız gibi… Sayın Gece kuşu, bu başlığa ve yazılanlara katkılarınızdan ötürü teşekkür ederek başlamak istiyorum... gerçekten yazdığınız her iki iletiye ait tüm cümlelerinizi büyük bir keyif alarak okuduğumu söylemek istiyorum... İletilerinizi kendim detaylandırıp kolaylamak için numaralndırdım... 1- Ve insanlar düşünebiliyor, sorguluyor gerçeklerle korkmadan yüzleşebiliyorsa, İşte o zaman kendi içlerinde özgürdürler. evet bu insanın zihinsel anlamda özgürleşmesi demektir... insan varlığının farkına varmasıyla birlikte sürekli bu sorgulamanın içerisinde bulur kendisini... Fakat tabular, geleneksel bilgi birikimleri-kültür- ve önkabuller (şartlı yaklaşımlar-perdeli bakış) insanın bu özgürlüğü kullanmasına engeldir.. siz bunun içine Tanrının varlığını-yokluğunu önkabul olarak edebilirsiniz...Hiç bir şekilde denenmemiş bu bilgiler insanların zihninde bir perde oluştururken, aslında zihni köleleştirmekten öte başka şey değildir... Bugün geçmişin önkabullerini yontup duran modern perdecilerinin (bilimciler) zihinsel körlüğünün nedeni de bu olmalı ...Önemli olan dediğiniz gibi o yüzleşmeyi yapabilecek kadar içsel özgürlüğe ulaşmış olabilmek...Peki Tanrı müslümanlardan içsel anlamda özgürlüğü, zihinsel özgürlüğü önemsemelerini istiyor mu ? öneriyor mu ? bunu örneklemeye çalaışacağım.... 2- İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan, İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir? Sayın Gece kuşu, Tanrı insandan özgürlüğe ulaşmasını ve onu korumasını istemektedir. hayatın hedef olarak bunu göstermektedir... Bu nasıl olacak ? İnsan yaşamı boyunca muhakkak ve muhakkak bir şeylere inanır... bu bilim olur, fal olur, kahin olur, dünya olur.... kimine göre bir kadın, kimine göre bir makam, kimine göre belkide kendisidir, kendi ihtirasları ve kendi istekleridir inanılması gereken... Kimine göre bir teoridir, kimine göre uzayın kendisidir, kimine göre nedenleridir, kimine göre hiçliktir..... Bütün bu tanrılar insana nasıl inanması ve nasıl bir yaşam sürmesi konusunda önermelerde bulunurlar...insan da bu tanrıların önermeleri doğrultusunda, inanırlar, şüpheci olurlar, analizci olurlar, nedenselliği ararlar, maddenin özünü ararlar, varlığı sorgularlar, hangi elementten inşaa edildiğini belirlemeye çalışıp, akıl ve zihinlerini ve kalplerini tatmin ederler... İnsanları tatmin eden, arayışlarını yanıtlayan, onların endişelerini, kaygılarını gideren tanrı; bazen bir bilim adamı, bazen bir sanatçı, bazen bir teori, bazen bir tabu, bazen bir totem, özetle bir başka ŞEY ya da Allah olacaktır... Diyorum ki; bu muhakkak ve muhakkak böyle olacaksa, yaşamımızda egemen olacak, bize doğruları ve erdemi öğretecek, kalbimize hükmedecek bir mercii olacaksa, bu benden daha fazla gözü kulağı olmayan, benden daha fazla aklı olmayan, benden daha fazla erdemli olmayan bir diğer yaratılmış canlı ya da ŞEY olmamalıdır... benim yaşamımda egemen olabilecek değerleri üretebilecek öyle bir merciii olmalı ki bu; yaratılmış olan hiçbirine benzemesin, onlar gibi olmasın... Özgürlüğümü satın alabilecek, üstleyecek, kapsayacak, Mutlak bir irade ve MUTLAK BİR ÖZGÜRLÜK olmalı.... Ki ancak ve ancak ve sadece, onun önünde eğilebileyim, ona itaat ve kulluk edebileyim, ona secde edebileyim... Özgürlüğümü onun Mutlak Özgürlüğü altında muhafaza edebileyim... Bunu kendisi yaratılmış olan hiç bir gücün yapabileceğine inanmıyorum.... Bunun iddiasında olan diğer tüm sahte tanrıları reddederek bu özgürlüğü ilan etmiş oluyorum... bunun adı ''La İlahe İlla Allah'' tır.... Yani Özgürlüğünü Tanrının Mutlak Özgürlüğü altına bırakan kimse, özgürlüğünü korumak zorundadır... Eğer koruyamazsa oradan çıkmış demektir, başka tanrıların egemenliği altına girmiş demektir... bu da köleleşmeye açık hale geçtiği anlamına gelir... Tanrıya karşı ilan edilen her bağımsızlık, köleleşmeye açılan bir kapıdır... Bu yüzden Müslüman Tanrıya itaat ettikten sonra, özgürlüğünü korumak zorundadır... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Bugün geçmişin önkabullerini yontup duran modern perdecilerinin (bilimciler) zihinsel körlüğünün nedeni de bu olmalı ... Bu cümlenizi biraz daha açarmısınız sayın evaporit... Tartışılması gerekir! Saygılar... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 3- Sayın Gece kuşu; devam edelim konumuza, ''Hiçbir dinsel inanış kendi içinde sorgulama özgürlüğünü barındırmaz. Sorgulamadan inanmayı gerektirir. Çünkü tüm ilahi dinler, metafiziksel bir temele dayanır. Fizik ötesi ve özü itibariyle bilinmez bir varlık ya da varlıklar aleminden kaynaklanır. Son dönemde ortaya çıkan tüm ilahi dinler, Vicdan özgürlüğünü savunuyor olsa da, Her dinin kendine göre mutlak doğruları vardır ve bu yüzden sorgulama kabul edemez. Tüm ilahi dinler, tek bir Tanrı anlayışına sahiptirler. Onlar için Tanrı evreni yaratan öncesiz ve sonrasız tek varlıktır. Tanrı’nın buyruklarına koşulsuz inanılması ön şarttır.'' diye devam etmiş yazınız... yukarıdaki iletimde Tanrının zihinsel özgürlüğü önerip önermediğini sormuştum..... siz de iletinizin bu bölümünde dolaylı da olsa bu özgürlüğü vermediğini ima etmişsiniz. ben de örnekleme yapacağımı belirtmiştim.... Asllında yukarıdaki önermenizi diğer dinler için kabul edilebilir bulsam da İslam için yadırgadığımı söyleyerek başlamalıyım... diğer dinlerden kasdım, insanlar için bir yaşama biçimi ve değerler sistemi üreten herşeyi kast ediyorum.... Bu din olma iddiasındaki akımlar ve ideolojiler, teoriler, izmler, bizatihi insan çıkışlı olduğu için-yaratılmış eksenli- yetersiz ve eksiktir.... orjinal olmadığı için test edilmekten ve sorgulanmaktan kaçınırlar, bu normaldir... korunmak için yasalarla muhafaza edilirler... sahici hedefleri ve gerçek değerleri üretmekten acizdirler...Oysa islam tanrı inancı başta olmak üzere herşeyin sorgulanmasını ve sorguların da sağlamasının yapılmasını önerir... bunun sürekli yapılmasını önerir...ve yöntem olarak kullanır... Bizatihi tabuculuğu ve geleneksel kabullerin yıkılmasını amaçlar.... ''Onlar atalarının üzerinde bulunduğu yola iman ettiklerini söylerler... ya Ataları hata ettiyse ?'' ayetinde bütün geleneksel kabullerin reddedilmesi önerilmektedir ki; bu islam bile olsa.... Ataları hata etti demiyor bakınız, Hata ettiyse terimi, hata ihtimalini bile kabul etmiyor... yani yöntem olarak geleneksel kabullerle, sorgusuz bir kabulü red ediyor tanrı... yöntemi belirliyor sorgu... sorgu.. sorgu... Sonra kuranda İbrahimi tekrar okuyun, bu sefer, onun zihni sorgulamalrıyla okuyunuz... ibrahimin zihnini özgür kılmak için nasıl çabaladığını okuyun... dönemin bilimsel kabullerini nasıl yıkarak, özgürleşmeye adım attığını okuyun...Burda Tanrıyı nasıl sorguladığını.... ''Bu çürümüş kemikler mi dirilecek ? '' diye içinde yaşadığı o sorgu fırtınalarını yeniden okuyun... Sonra Musayı okuyun... Tanrıyı görme isteğini, görünür kılma merakını, nasıllığın içini yakıp kavurmasını yeniden okuyun... Musayı yakıp kavuran nedenselliğin bilgisini arayışını okuyun... bilginin peşine takılmasını okyun, hakikatin-gerçekliğin bilgisinin insanı nasıl değiştirdiğini okuyun... sayın gecekuşu...İslam sorgulamayı bir yöntem olarak öneriyor ve ''akletmeyi'' vahye ulaşma, ''Fıkhetmeyi'' vahyi anlama, ''Tefekkür etmeyi'' de hikmetin bilgisine ulaşma da esas-yöntem olarak ortaya koyuyor... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Sayın gece kuşu, son bir konu olarak da iletinizde yer alan; ''İnsanlar tıpkı sizin gibi evrendeki birçok soruya cevap bulabilmek adına bu birçok görüşü araç olarak kullanmaktadır. İstisnalar haricinde herhangi bir inançta olan bir insan genelde toplum ve aile yapısının etkisinde kalarak o görüşe sahip olmaktadır. Örneğin Müslüman bir toplumun çoğunluğunun hayatını Müslüman olarak sürdürmesi gibi? Fakat bilgi toplumunda dinlerin etkisi git gide azalmaktadır,'' bölümüne değinmek istiyorum... Bu iddianızda önemli ölçüde determinizmin etkisinde kaldığınızı hemen belirtmelyim... yani ortam ve durum-şartlar- Müslüman bir aile olunca, bu ortamda ki bireyler de hayatını müslüman olarak sürdürmelidir, ortam da ne varsa netice de onu türteceksiniz yani... İradeyi reddeden bir görüş... İnsanı önceden belirlenmiş nedenlere hapsediyor... herşey önceden belirlenmiş...sürgit karanlık, sürgit kölelik mi diyeceğiz ? yapacak şey yok ''belirlenmişseniz'' oturup seyredeceksiniz demektir bu.... Peki istisna diye gözardı ettiğiniz gerçeklere ne diyeceğiz.... Devrimlere nasıl yorum getireceğiz ? Toplumsal değişimleri nasıl anlamamız gerekiyor ? Şunu unutmamak gerekir ki; dünyayı, yaşamı değiştiren-belirleyen süreçler değil, sıçramalardır... Musanın Firavun sarayında yetişmesi bütün durumlara bir meydan okuyuş, firavn sistemini alt üst etmesi ise bir sıçramadır... Mekkede Ebu Cehil Sistemini yıkan, Ebu Cehilin evinden çıkanlar olmadı mı ? Muhammedin çağrısı tüm durumlara ve koşullara bir karşı duruş, tüm karanlık köleleştirici süreçleri ortadan kaldıran bir sıçrama değil midir ? İnsanların diğer kaderi belirlenmiş ŞEYlerden farkı; iradesinin olmasıdır... güneş iradesizdir... yıldızlar da, dünya da.... onların tarihsel determinizmde belirlenmişliklerinden söz edebilirsiniz... bunu anlarım... Ama tarihi belirleyici olan insanın iradesini asla istisna olarak kabul edemem... bu yanlıştır işte... Müslüman irade sahibi insandır ve belirlenen değil, belirleyicidir.... Müslüman bir ailede doğup büyümüş olmak, bir erdem ya da bir kazanç olmaktan çok, sorgulama ve perdesiz yaklaşım bazında çok zaman bir körlük nedeni de olabilmektedir... Dinin etkisinin azalması hususuna gelince; Bunu şöyle anlarsanız daha isabetli olacağını düşünebilirim.... İnsanlar ve özel de müslümanlar şimdi daha çok okuyup-ilmi çalışmalar yapıyorlar... dini anlama ve sorgulama yolunda daha sağlam bilgilere ulaşıyorlar... Ve artık elbette insanlar dini daha iyi anlıyor... Tanrının herşeye, yaşamın her anına mudahale ettiğini düşünmüyorlar... Biliyorlar ki Tanrı yaşama dair temel esasları koyar ve insanların bu esaslar üzerinden özgürlüğünü ister... her şey dinin kuralları altında değildir... Bilgi toplumunun yansıması sadece bilim alanında değil her alanda kendisini gösteriyor... örneğin toplumdaki her tür inanç ve fikir de biri diğerini daha iyi anlıyor artık, çünkü iletişim de bunu sağladı.... Karşıdaki insanlar da diğer taraftakileri daha iyi anladıkları sürece, hayatta herşeyin Din tarafından belirlenmediğini görmektedirler.... Tıpkı herşeyin bilim, her şeyin para, her şeyin aşk, her şeyin bir nedeni olmadığı gibi.... belki bu yüzden dinlerin etkisinin azaldığını sanabilirsiniz... ama bence etkisinin daha yoğun ve daha anlamlı ve daha sahici olarak arttığını gösteriyor.... Alıntı
Φ hoppa Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 İnanmak yada inanmamak. Başlık sahibi demişki Devrimlere nasıl yorum getireceğiz ? Toplumsal değişimleri nasıl anlamamız gerekiyor ?Şunu unutmamak gerekir ki; dünyayı, yaşamı değiştiren-belirleyen süreçler değil, sıçramalardır... Musanın Firavun sarayında yetişmesi bütün durumlara bir meydan okuyuş, firavn sistemini alt üst etmesi ise bir sıçramadır... Mekkede Ebu Cehil Sistemini yıkan, Ebu Cehilin evinden çıkanlar olmadı mı ? Muhammedin çağrısı tüm durumlara ve koşullara bir karşı duruş, tüm karanlık köleleştirici süreçleri ortadan kaldıran bir sıçrama değil midir ? Öyle değil ama öyle olduğunu var sayalım.Bir çok insan kendi ülkesi için bu şeklide öz verilerde bulunmuştur. Kuranın maksadı nedir? Yukarıda anlatmak istediğiniz gibi erdemli,ahlaklı bir toplum oluşturmakmıdır,yoksa inançlı bir toplummu ? Şayet cevabınız ahlaklı bir toplum oluşturmak için olursa.Kurana/tanrıya inanmadığı halde ahlaklı insanlar adalet gereği allahın vaad ettiği cenneti hak etmesi gerekir di diye düşünüyorum. Oysaki kuran bunun tam aksini söyler. Sırf inanmadıkları için iyilik yapanların yaptıkları iyiliklerin boşa gideceğini ve cehennemlik olduğunu söyler. Buna nediyorsunuz ? Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Sayın "evaporit" ; Yanıtlarınızı okudum, görüşlerinizi değerlendirirken elbette katıldığım, eksik bulduğum ya da katılmadığım noktalar var... Yazdıklarınız tek tek ele alarak yanıtlar üretmeyi düşünmüyorum.. Konunun ana fikri üzerinde kendi görüşlerimi yazmaya devam edeceğim... Farklı olduğumuz noktalarda, kendi doğrularımızı birbirimize dayatmak yerine... Diğer okuyucuların bunu değerlendirmelerinin daha akılcı, yararcı yöntem olduğunu düşünüyorum... *** Başından beri "İnanmak ya da İnanmamak" kavramını İnsanların düşünsel özgürlükleri çerçevesinde ele almaya çalıştım... “-Bir İnsanın Özgür olabilmesi için hangi koşullara sahip olması gerektiği… —Kendi özlerinde özgür kalabilmeleri için, düşünebilmek ve sorgulayabilmenin önemi…” yukarıdaki alıntıda belirtilenler üzerine gerçekçi yanıtların üretilmesi gerekliliği üzerinde durdum... —Ki hiç kimse dayatmalara gerek duymadan kendi öz düşüncelerini ifade edebilsin... *** Daha fazla tekrara girmemek için ifadelerimde sonuç olarak varılan bölümü alıntılamak istiyorum... ilahi dinlerin ve tanrılarının ortaya çıkışı, birçok görüşü ve akımı beraberinde getirmiştir. İnsanlar evrendeki birçok soruya ilahi yanıtlar bulabilmek adına bu birçok görüşü araç olarak kullanmaktadır Bu noktadan sonra İnanmak ve İnanmamak kavramlarının içiçe geçtiğini her görüşün bir diğerini yadsıdığını gözlemlemeye başlarız... Çünkü bu görüşler; Tanrı’nın varlığına ilişkin olarak, Tanrı’nın varlığını kabul eden ama birbirinden farklı yaklaşımlardır. Kısaca değinmek gerekirse; Teist İnanış; insanı ve evreni yaratan, öncesiz ve sonrasız bir tanrının varlığını kabul eder, Tanrı’nın evren ile sürekli ilişki içinde olduğunu savunur. Deist İnanış; Tanrı’nın evreni kendi yasalarına göre işleyen bir düzenle yarattığını kabul eder Tanrı’nın evreni kendi başına bıraktığını savunmaktadır. Belli bir dini benimsemez ve karşı çıkar. Tanrı’nın varlığına inanır, fakat Tanrı evreni yarattıktan sonra hiçbir inanç sistemi indirmediğini savunur. Deizm, dini inançların tamamını reddetmesi ve tanrıya inanması, fakat tapmaması bakımından, Teizmden farklıdır. Panteist inanış ise; Tanrı ve evreni bir gören, özdeş olduğuna inanan görüştür. Tanrı evrenden ayrı düşünülemez. Panteizme göre Tanrı her şeydedir; yani her şey tanrıdır. Bunun sonucunda ise panteizmde yaratan- yaratılan ya da tanrı-alem ikilemi bulunmamaktadır. Evrenden ayrı bir tanrı düşünülemeyeceği için, herhangi bir yaratmada söz konusu olamaz. Bütün bu inanış ve düşünsel yaklaşımlar var olduğuna göre, İnsan sorguladıkça kendine en yakın olan görüşü bulduğunu ve doğruluğunu kabullenir.. Ortaya çıkan bu inanışların insanın düşünsel özgürlüğüyle sıkı bir ilişkisinin bulunduğu da açıktır. İnsan amacına ulaşabilmek için kendisi için en uygun olanını seçebilme özgürlüğü ve gücünü kullanır. Unutulmaması gereken bir gerçekte insanın özgürlüğünün bilgisiyle sınırlı olmasıdır. Çünkü Bilgi düzeyiyle özgürlük iki yönden ilişkilidir. Hem belli bir durumda amaca götüren hangi yolların bulunduğunu, Hem de o belli yollardan, o koşullar altında, hangisinin en uygun olduğunu insanın bilgi düzeyi belirler. Ancak, özgürlüğü sınırlayan yalnızca bilgi düzeyi de değildir. Amaca ulaşmak için seçilen yolda gerekli olan araç ve gereçlerin bulunması da O yolların bilinmesi ve içlerinden en uygun olanının seçilmesi kadar önemlidir. Özgürlüğü sağlayan araç ve gereçlerin ancak bilgiyle sağlanabilir olmanın dışında başka bir özelliği de, Bunların, çok sayıda insan işbirliği içinde çalışmadıkça üretilemeyen şeyler oluşudur. Bu değerlendirmelerin ışığında insanoğlunun, özgürlük üretmek üzere işbirliği yapan bireyler topluluğunun bir üyesi olarak karşımıza çıktığını gözlemleriz…. Sonuç olarak her insan ancak bir toplumun üyesi olarak var olabileceğini kavrarız. Tek başına yasayan bir insanın bilgi kazanması olanaksız olduğu gibi, bilgisi olsa bile, Çevresinde işbirliği yapacak insan bulunmadığı için düşünsel gelişimi yolunda bir adım bile atamaz. Bu da insanın her anlamdaki özgürlüğünün, bu yoldan da insanlığını, çevresindeki insanlara borçlu olduğu anlamına gelir. *** Bu değerlendirmeler ışığında İnanmak ya da İnanmamak özgürlüğünü tekrar ele aldığımızda, Özgürlük üretmek amacıyla işbirliği yapan insan, özgürlük üretiminin gerektirdiği ve kendisinin de kabul ettiği ölçüyü aşan bir disiplinle karsılaşırsa “İnanmak ya da İnanmamak” ayrımı baskıya dönüşebilir; baskı da direnme getirir. Bu direnmeye karşı yeni baskılar yeni direnmelere, yeni direnmeler de yeni baskılara neden olacağından “İnanmak ya da İnanmamak” olarak ortaya çıkan işbirliği tam bir tutsaklık düzenine dönüşebilir. Gerçek olan şu ki, İnsanoğlunun toplumsal yaşamının, özgürlük üretimine yönelik bir işbirliği düzeni olduğunun bu gün bile tam olarak anlaşıldığı söylenemez. Bir taraftan yeterli bilgi birikiminin tamamlanamamış olması, Diğer taraftan iletişim kültürü ve olanaklarının yetersizliği, Dünyadaki insanların hep birlikte bir işbirliği düzeni içinde yaşamasını her zaman önlemiştir. Değişik kaynaklardan beslenen boş inançlar da hem bilgi birikimini hem de işbirliği eğilimini olumsuz yönde etkilemiştir. Ne yazık ki inançlar bağlamında toplumsal yaşam, Tanrının insan için uygun gördüğü ve neye göre düzenleneceği bilinemediği için Genelde herkesin kendi çıkarının ardına düştüğü bir yaşam biçimi olarak gerçekleşmiştir. Bütün bunlara karşın İnsanoğlunun bilgi birikimi geliştiği ölçüde, yalnızca bir işbirliği düzeninin kurulmasına değil, Her anlamda kurulan düzenin verimli biçimde isleyebilmesi için ne yapmak gerektiğine de bilginin ışığında karar verilecektir. Bir işbirliği düzeninin katılımcıların özgürlüğü ölçüsünde iyi ve başarılı olacağı açıktır. İnsan işbirliğine her anlamda özgürleşme amacıyla girdiğine göre, Onun kazandığı özgürlük dinsel inanış ve dayatmalar yoluyla elinden alınırsa mantıksal bir düzen kurulmuş olmaz. *** Yukarıdaki değerlendirmeleri "İnanmak ya da İnanmamak" bağlamında ele alırsak. İşbirliği yalnızca insanlar arasında gerçekleşebilecek bir düzen olduğuna göre, onun verimliliği de katılımcıların -Kişisel inanış dayatmalarından soyutlanmış- insanlığı, yani özgürlüğü, ölçüsünde yüksek olacaktır. *tna Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 25 Aralık , 2007 İnanmak yada inanmamak. Başlık sahibi demişki Öyle değil ama öyle olduğunu var sayalım.Bir çok insan kendi ülkesi için bu şeklide öz verilerde bulunmuştur. Kuranın maksadı nedir? Yukarıda anlatmak istediğiniz gibi erdemli,ahlaklı bir toplum oluşturmakmıdır,yoksa inançlı bir toplummu ? Şayet cevabınız ahlaklı bir toplum oluşturmak için olursa.Kurana/tanrıya inanmadığı halde ahlaklı insanlar adalet gereği allahın vaad ettiği cenneti hak etmesi gerekir di diye düşünüyorum. Oysaki kuran bunun tam aksini söyler. Sırf inanmadıkları için iyilik yapanların yaptıkları iyiliklerin boşa gideceğini ve cehennemlik olduğunu söyler. Buna nediyorsunuz ? İnanç ve ahlakı birini diğerinden ayıramazsınız... İslam inancı güzel ahlakı öngörür.. Tanrı insanların yaptıkları zerre kadar iyilik varsa onun mukafatını ve zerre kadar kötülük varsa onun da cezasını vereceğini söylüyor... yani sizin dediğiniz gibi değil,,, Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.