Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 14 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 14 Aralık , 2007 sayın demirefe şimdi konuşabiliriz...bakın ben zavallı kuzular kıtıy kıtıy kesiliyo o yüzden kurban bayramı olmamalı..çok fenaaa...tarzı yaklaşımları anlayabiliyorum..kendince bir amaca hizmet eder... ve ben bilirim ki kurban için gerekli şartlar vardır..kuzudan kurban olmaz...ve bilirim ki bunu söyleyen insanlar sair zamanda afiyetle kuzu pirzola yerken akıllarından bile geçirmezler bu dramatik durumu...(ben prensip olarak kuzu eti satın almamayı yememeyi tercih ediyorum) sizinle konuşuyorum çünkü ne söylediğimizi ve muhatabımızın ne söylediğini anlama noktasında ortak noktalar buluyorum... hayvanların kesilmesi konusu dini olan boyutunun dışında da köyde kentte gayet normal bir durumdur...eğer bir köye misafir gelirse o köyün eşrafı tarafından ağırlanır ve hemen bir hayvan kesilir ve ikram edilir...ya da insanlar et ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yılın her döneminde hayvan keserler..bir çok aile reisi bunu bizzat kendisi yapar...bu dini ritüel olmanın çok ötesinde bir ihtiyaçtır ve alabildiğine doğaldır... sorun modern hayatın şartlarına ayak uydurma sorunudur...ve bu zaman içinde çözülme sürecine başlamışştır çoktan... ankaradan örnek vereyim...büyük marketlerden birine kurban bedelini ve isminizi verin.. bayramın birinci günü akşama kadar kurbanınız parçalanmış poşetlenmiş bir şekilde kapınıza teslim edilir...ya da benim bildiğim etlikte bir kuruluş binasının alt katını modern bir kesimhane olarak tanzim etmişti...hayranlık uyandıracak tarzda büyük baş hayvanlar bile bir bölmeye alınıyor...mekanik bir kayma sistemiyle hayvan yana yatırılıyor..ve kesme işleminden sonra elektirikli bıçaklarla kesiliyor ve sahiplerine teslim ediliyor.. bunları da bırakın bir çok kuruluş afrikaya kurbanları gönderiyor veya tsunami felaketinde bölgeye yönlendirildi kurbanlar ve pekçok nakdi yardımla birlikte oraya ulaştırıldı...bunlar çözüm üretilebilen ve üretmemiz de gereken durumlardır...kan edebiyatı islamın getirdiği bir durumdan kaynaklanmaz..mesela kesilen kurbanın kanından alınlarına sürerler...bunun çok eski bir türk inanışından kalma eski bir gelenek olduğunu duymuştum...birçok yerde bunu yaparlar ve islamla alakası yoktur... hasılı benim işaret etmek istediğim nokta şu... bazılarının itiraz tarzı ümaksadım üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir maksadından ibarettir..bundan dolayı insan irdeleme ihtiyacı duyuyor...olumsuz durumlar var o zaman bu ibadet olmaktan çıksın demekle de olmuyor...aslında zengin olanların yapması gereken ve üstelikte hanefi hariç bütün mezheplerde sünnet olarak hükme bağlanmış bir durumdur....dinin olmazsa olmazı değildir...kurban kesmessek aman cennete giremeyiz boyutundaki bir algı bu manada yanlıştır...ama dinde bir geleneği yeri olan bir olgudur... selamlar... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 15 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 15 Aralık , 2007 kuzular kıtıy kıtıy... Hain tıytıl pis tıytıl... Neden yedin yapyaklayımı kıtıy kıtıy... Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 15 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 15 Aralık , 2007 Hain tıytıl pis tıytıl... Neden yedin yapyaklayımı kıtıy kıtıy... Alıntı
Φ hoppa Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2007 bunları da bırakın bir çok kuruluş afrikaya kurbanları gönderiyor veya tsunami felaketinde bölgeye yönlendirildi kurbanlar ve pekçok nakdi yardımla birlikte oraya ulaştırıldı...bunlar çözüm üretilebilen ve üretmemiz de gereken durumlardır...kan edebiyatı islamın getirdiği bir durumdan kaynaklanmaz..mesela kesilen kurbanın kanından alınlarına sürerler...bunun çok eski bir türk inanışından kalma eski bir gelenek olduğunu duymuştum...birçok yerde bunu yaparlar ve islamla alakası yoktur... Hiç bir islami kuruluş toplanan yardım paralarını vaad ettiği yere şimdiye kadar göndermemiştir.Bunların tamamı din tüccarıdır. Alıntı
Φ sarıgöl Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2007 İbadetlerde üç şey aranır: İllet, maslahat, hikmet. İlletler ibadetlerin sebepleri, maslahatlar yararları, hikmetler gayeleriyle ilişkilidir. Hikmetsiz ibadet olmaz, zira: . . . Eğer varlık hiyerarşisi bozulursa, işte o zaman insan kurban edilmiş demektir. İşbu yüzden kurban, sadece insanın Allah karşısındaki haddini değil, eşya karşısındaki değerini de öğrenmesidir. Mustafa İslamoğlu. Burada determinist anlayışada bir cevap var fakat anlayana. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2007 Eğer varlık hiyerarşisi bozulursa, işte o zaman insan kurban edilmiş demektir. İşbu yüzden kurban, sadece insanın Allah karşısındaki haddini değil, eşya karşısındaki değerini de öğrenmesidir. Mustafa İslamoğlu. Anladım. Koç inince herkes varlık hiyerarşisindeki yerini anlamış, koç koçluğunu bilsin diye kesilmiş, insan insanlığını bilsin diye kesmiş. Kesen-kesilen ilişkileri böylece açıklığa kavuşmuş. O gün bu gündür asla bu ilişki tersine dönemiyormuş. Hakkaten kurban sabahı derin derin bu konuyu tefekkür etmekte çok büyük faydalar var... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 17 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 17 Aralık , 2007 Kim ne derse desin, İslam kültürü çok güçlü bir kültür. Neden mi? Çünkü bir tek kelime ile milyonlarca insanı harekete geçiriyor. Kurban bayramı yaklaşıyor. Yine kural tanımaz, hijyen tanımaz, çevre, hayvan ve insan saygısı tanımaz insan yığınları sokakları, otoyol kenarlarını, yeşil alanları mezbahaya, kan gölüne çevirecek, kelleleri, işkembeleri, oraya buraya atacak, bayram diye bunları kaldıran da olmayacak, bu utanç tablosu yine koca bir coğrafyayı avucuna alacak. Buna neden olan tek kelime nedir? İşte o sihirli kelime: VENHAR! Bunca olanın tek kaynağı bu tek kelime. İşte İslam'ın bu etki gücü iştahları kabartıyor ve tek bir hareketle, sadece bir abdest alarak, "Bismillah" diyerek...vs. Fazla bir efor ve beyin sarfetmeyerek insanları peşine takıp sürükleme, kandırma, sömürme potansiyeli uyanık istismarcıların cirit atmasına yol açıyor. Düşünmek gerek... Acaba koca bir koyun sürüsünün kolayca güdülebilmesi çobanın gücüne mi bağlı, yoksa koyunların itaatine mi? Sayın Demirefe, gerçekten sizin yazılarınızı okurken keyif aldığımı söylemeliyim.... kaliteli, seviyeli ve kafa yormayı gerektiren yazılar.... bu yazınızda aslında ''kurban'' olayına dikkat çekmek istemediğinizi, bunu sadece bir örnek olması babından yazdığınızı düşünüyorum... gerçekte son paragraftaki tahlilinizde yazının amacı anlaşılıyor... ''Düşünmek gerek... Acaba koca bir koyun sürüsünün kolayca güdülebilmesi çobanın gücüne mi bağlı, yoksa koyunların itaatine mi?'' bu sorunuza şöyle cevap vermek gerek... sanırım siz çobanın gücünün, koyunların itaatkarlığından kaynaklandığına inanıyorsunuz... oysa burada önemli olan ''evvel olma'' durumu vardır... Tanrı kullarından evvel var olduğu için ve kullarını var ettiği için güçlüdür... koyunların doğasında itaat etmek vardır, sonradan yaratıldıkları için.... Tanrının kelimeleri güçlüdür, üstündür... o ''ol'' der... sonra olur... bütün inananlar da Tanrının mesajına uyar... güneş tanrının iradesine teslim olmuştur... yıldızlar da, dünya da... insan da uyacaktır... VENHAR demişse eğer, gereği yapılacaktır... eğer tanrının iradesine boyun eğersek, mutlak uyumun, - bütün varlık alemi içerisindeki o büyük uyumun - bir parçası olarak huzurun ve sükunun bir parçası olacağız... yok eğer itaat etmekten uzaklaşırsak, o büyük kaosun bir parçası olup, kalbimizin ve aklımızın ve dahi ruhumuzun çatıştığı bir ortama sürükleneceğiz.... VENHAR mı ? o sadece bizim itaatimiz....., ne tanrıya güç bağışlayacak, ve ne de ona lutuf olacaktır... onun yarattığı şeye ihtiyacı olduğunu düşünmek gülünç olmaz mı ? Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 17 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 17 Aralık , 2007 sayın demirefe, burada sanırım ''kesen kesilen ilişkisi'' değil, Ontolojik anlamda ''yaratılanın yaratana şükran ifadesi sunma'' geleneğinin bir yansımasıdır... bu konudaki ilk geleneğin, buğday başağı ve av adaklarının sunulması olduğunu hatırlayınız lutfen... tarım toplumlarını ve göçebe toplumlarını simgeleyen bu sunakların kuranda nasıl ifade edildiğini okuyunuz... bu geleneğin zamanla sapık toplumlarda, totemleri ve kendi zulüm sistemleri için insan sunmaya kadar saptırıldığını düşünün... bundaki inancın temelinde de ''Tanrıya sunulacak şey, ne kadar değerli olursa o kadar tanrıyı ululamış, yüceltmiş olacağız'' inancının yattığını biliyoruz... insan hayatı da en değerli şey olduğu için, tanrıya sunulması gereken yegane şey olmuş oluyordu... bir peygamber için de tanrıya sunulabilecek en değerli şey yegane evladı olacaktı.... Ve bu gelenek islamla ortadan kaldırılıyordu, hepsi bu.... değerler hiyerarşisinde kesen-kesilen ilişkisi yerine, Yaratan ve yaratılan ilişkisini denemelisiniz bence... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Kurban bayramı dini bir kültürün bayramı doğru ama sokakların ilkelliği, insanların ilkel ve bağnaz tutumları, az gelişmişlikleri dini kültürün verdiği bir anlayış değil bu tamamen yozlaşan dünyanın, yozlaşan ve fanatikleşen anlayışının ürünü... Din insanlara bunu emretmiyor insanlar bu yanlışa düşüyorlarsa bu cehaletlerinden kaynaklanıyor başka şeyden değil... Keşke teknolojiye paralel bir düşünsel gelişim gösterebilseydik ama insanlık ne yazık ki bütün kültürlerde yozlaşmış, 6,5 milyar insan içinde ne kadar az sayıda düşünsel gelişimini, ahlaki ve insani yükselişini tamamlamış insan var... Bilinçsiz insan kolay köleleştirilir bunu yapanların dini kullanması dinden kaynaklanmıyor, din böylelerinin elinde bir silahtır... emperyalizmin dini ve milliyeti olmaz kölelerini her yerden seçerler... Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Kurban bayramı dini bir kültürün bayramı doğru ama sokakların ilkelliği, insanların ilkel ve bağnaz tutumları, az gelişmişlikleri dini kültürün verdiği bir anlayış değil bu tamamen yozlaşan dünyanın, yozlaşan ve fanatikleşen anlayışının ürünü... İslam dinine mensup olanlar kendilerini böyle tanımlamıyorlar ama... ilkel, bağnaz, az gelişmiş... Din insanlara bunu emretmiyor insanlar bu yanlışa düşüyorlarsa bu cehaletlerinden kaynaklanıyor başka şeyden değil... ******** insanı illaki bilinçsiz yapmaz ama, köle yapabilir. Keşke teknolojiye paralel bir düşünsel gelişim gösterebilseydik ama insanlık ne yazık ki bütün kültürlerde yozlaşmış, 6,5 milyar insan içinde ne kadar az sayıda düşünsel gelişimini, ahlaki ve insani yükselişini tamamlamış insan var... Böyle bir gelişim ancak din ön planda tutulmazsa mümkündür belki de. Bilinçsiz insan kolay köleleştirilir bunu yapanların dini kullanması dinden kaynaklanmıyor, din böylelerinin elinde bir silahtır... emperyalizmin dini ve milliyeti olmaz kölelerini her yerden seçerler... Cehennem korkusu, Cennet vaadi olduğu sürece din silah olarak kullanılır. Bunu da en güzel kullananlar politikacılardır. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Sayın evaporit, kastettiğim anlamı yakalamış olmanıza sevindim. Din istismarı sizin anladığınız ve benim de kastettiğim anlamın sadece bir yansımasıydı. Ben aslında ne kan akmasından, ne hayvanlara eziyet edilmesinden, ne yanlış (veya doğru) uygulamalardan bahsettim. Ben sadece sahilde yürür ve rasladığım denizyıldızlarını denize atarım. Başka bir şey elimden gelmez. Dünyada binlerce kilometre sahil ve milyonlarca denizyıldızı var. Ben ne hayvanların, ne insanların acı çekmesine engel olabilirim. Bazen kimsesiz bir çocuğun avucuna biraz para sıkıştırabilir ve annesi bir otomobilin tekerleklerinde can vermiş bir kedi yavrusuna bir parça süt verebilirim. Zaten yeryüzü de varlık içinde bahsi bile edilemeyecek küçüklükte. Hem belki o çocuk o parayla tiner koklar ve süt içen kediyi tekmeler. Nedensellik çok fazla karmaşıktır. Her neyse… Hiçbir güç itaat etmek için var değildir. Aksine güç, karşı çıkılması için vardır. Güç olarak var olan veya hissedilen her şeye karşı çıkmak için bir stratejiniz olmalıdır. İtaat benim aklımdan hiçbir durumda asla geçmez. Ben itaat etmem, “durumun gereğini” yerine getiririm. (Bu gerekircilik ilkesidir ve nedenselliğe bağlıdır. Tüm nedensellikle savaşamam. Ama gördüğüm denizyıldızlarını denize atarım, çünkü onların nedenselliği suya sıkıca bağlıdır. Başka bir nedenselliğe geçemezler. En azından kısa bir süreçte. Ben de öyle…) O yüzden itaat ederken bile karşı çıkıyor veya en azından çıkmayı planlıyorumdur. Karşı gelemediğinde ölürsün. Kural bu kadar basittir. Ölüm de varlığa karşı çıkıştır zaten… Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Kurban bayramı dini bir kültürün bayramı doğru ama sokakların ilkelliği, insanların ilkel ve bağnaz tutumları, az gelişmişlikleri dini kültürün verdiği bir anlayış değil bu tamamen yozlaşan dünyanın, yozlaşan ve fanatikleşen anlayışının ürünü... Öyleyse ilkelliği kaldıralım: Keşke teknolojiye paralel bir düşünsel gelişim gösterebilseydik .. Artık teknolojiyle paralel gidiyor... Kesimler acı vermeyen makinalarda gerçekleşiyormuş... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 18 Aralık , 2007 Sayın evaporit, kastettiğim anlamı yakalamış olmanıza sevindim. Din istismarı sizin anladığınız ve benim de kastettiğim anlamın sadece bir yansımasıydı. Ben aslında ne kan akmasından, ne hayvanlara eziyet edilmesinden, ne yanlış (veya doğru) uygulamalardan bahsettim. Ben sadece sahilde yürür ve rasladığım denizyıldızlarını denize atarım. Başka bir şey elimden gelmez. Dünyada binlerce kilometre sahil ve milyonlarca denizyıldızı var. Ben ne hayvanların, ne insanların acı çekmesine engel olabilirim. Bazen kimsesiz bir çocuğun avucuna biraz para sıkıştırabilir ve annesi bir otomobilin tekerleklerinde can vermiş bir kedi yavrusuna bir parça süt verebilirim. Zaten yeryüzü de varlık içinde bahsi bile edilemeyecek küçüklükte. Hem belki o çocuk o parayla tiner koklar ve süt içen kediyi tekmeler. Nedensellik çok fazla karmaşıktır. Her neyse… Hiçbir güç itaat etmek için var değildir. Aksine güç, karşı çıkılması için vardır. Güç olarak var olan veya hissedilen her şeye karşı çıkmak için bir stratejiniz olmalıdır. İtaat benim aklımdan hiçbir durumda asla geçmez. Ben itaat etmem, “durumun gereğini” yerine getiririm. (Bu gerekircilik ilkesidir ve nedenselliğe bağlıdır. Tüm nedensellikle savaşamam. Ama gördüğüm denizyıldızlarını denize atarım, çünkü onların nedenselliği suya sıkıca bağlıdır. Başka bir nedenselliğe geçemezler. En azından kısa bir süreçte. Ben de öyle…) O yüzden itaat ederken bile karşı çıkıyor veya en azından çıkmayı planlıyorumdur. Karşı gelemediğinde ölürsün. Kural bu kadar basittir. Ölüm de varlığa karşı çıkıştır zaten… sayın demirefe, şunu bütün samimiyetimle dinden anladığım şey; belki de o kimsesiz çocuğun başını okşayıp yüreğinizde onun için açtığınız bir kapıdır, tanrıın öğretisi dedikleri şey... bir kedi yavrusunun önüne konan süt şişesinin nedenselliğindedir, tanrının isteği... biz deniz yıldızlarını toplamaya devam edeceğiz.... Yaşamı anlamlı kılan başka ne olabilir ki ? Nedenselliklerimizin kesiştiği bir zaman ve bir mekan muhakkak vardır diye düşünüyorum.... başka bir nedenselliğe gerek kalmaz. Karşı çıkışınızı anlıyor ve önemsiyorum.... Ama bir de şöyle deneyin... Varlık da ölüme bir karşı çıkış değil midir ? direnmek gerek... tanrıya itaat demek, onun dışındaki herşeye karşı bir itaatsizliktir... Tanrıya itaat tanrının dışındaki bütün egemen güçlere karşı verilen bir direniştir... bu direniş senin kalbinde bir kedinin önüne konacak bir şişe süt şeklinde yansımasını bulurken, bir diğerinin yüreğinde yoksul bir insanın sofrasına ekmek, bir başkasının yüreğine daha farklı bir nedensellikle ortaya çıkabilir... Sayın demirefe, herşeyin arkasında bir nedenselliğin aranması bir metod olarak kullanılabilir.. anlama metodu, evreni okuma yöntemi.. Ama sonuç kaostan öteye gitmiyor... nedenselliğin nedensizleştiği sonsuz bir döngüde kaos.... en iyisi deniz yıldızı toplamaya devam etmek... çünkü bunun o kadar çok neden var ki.... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 19 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 19 Aralık , 2007 Sayın evaporit, bu nedensellik ve kaos sözcüklerini böyle sık ve ardışık yinelemeyin, benim bam telime dokunuyorsunuz. Ancak siz nedenselliği bir tül perde, gerçeği örten ince bir engel olarak algılıyor ve onu aşıp ardındaki gerçeği görmeyi arzuluyorsunuz. Bense nedenselliği tüm varlığı dokuyan çok karmaşık bir örüntü olarak algılıyorum. Kaos ise nedenselliğin önemini yitirmesi değil, (şu an bilinen) zirveye ulaşmasıdır. Nedensellikler evet bazen kesişir, çünkü tümel bir nedensellik vardır. Kaos kuramı Pekin'de kanat çırpan bir kelebeğin dahi, Pasifik'te kopan bir fırtınanın nedenselliğinde ölçülmesi olası olmayan bir etkide bulunduğunu söyler. Evrensel kütleçekim gibi, çok zayıf nedensellikler bile etkileşebilir. Bazen sahilde benim gibi denizyıldızlarını suya atan birileri daha görüyorum. Bazen de onları niye suya attığımı soranları... Fakat ezici çoğunluk hiç tepki vermeden geçiyor. Zaten sahil boyunda öyle bir telaş ve kargaşa var ki aslında kimse değil birilerinin denizyıldızlarını suya attığını farketmek, yerde, ayaklarının altında denizyıldızlarının olduğunun bile farkında değiller. Bana dünyada yaşanmış bütün öyküler, birinin bir denizyıldızını farketmesiyle başlıyor gibi geliyor. Sonra ne oluyor, hiç... Denizyıldızı suya atılınca küçük bir dalgalanma... Ve hayat denizyıldızı için ve onu suya atan için bir süre daha devam ediyor. Yerkabuğunda inorganik kireç olmadığını, tüm kireç katmanlarının organik olarak oluştuğunu biliyor muydunuz? İnorganik olarak bulunan kalsiyumdur. Kireç ise kalsiyum karbonattır ve canlılarca sentezlenir. Dünyanın geçmişinde ne kadar çok canlı gelip geçtiğini buna kıyasla tasavvur etmek ürpertici, çünkü yerkabuğunda milyarlarca ton kireç çökeltileri var... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 19 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 19 Aralık , 2007 Yerkabuğunda inorganik kireç olmadığını, tüm kireç katmanlarının organik olarak oluştuğunu biliyor muydunuz? İnorganik olarak bulunan kalsiyumdur. Kireç ise kalsiyum karbonattır ve canlılarca sentezlenir. Dünyanın geçmişinde ne kadar çok canlı gelip geçtiğini buna kıyasla tasavvur etmek ürpertici, çünkü yerkabuğunda milyarlarca ton kireç çökeltileri var... Küçük bir katkıda bulunmak istedim: Karbonatit dediğimiz magmatik kayalar büyük oranda kalsit içerir (kalsiyum karbonat). Bunların kökenleri oldukça tartışmalıdır. Eskiden, mermer ya da kirçtaşı gibi kayaların erimesi ile oluştukları sanılırdı. Ancak ayrıntılı petrolojik ve jeokimyasal çalışmalar, bunarın mantodan türemiş olabileceklerini göstermiştir. Fazla detaya girmek istemiyorum ancak bunların inorganik yolla oluştuğunu söylemek istedim. Bunun yanı sıra, kalsiyum bir elementtir. Kireç ise kalsiyum oksittir. Kireçtaşı ise kalsit adını verdiğimiz kalsiyum karbonat minerallerinden yapılıdır (kaslit/aragonit). Kireçtaşları (ve dolomitler) ise hem kimyasal hem de organik yoldan (biyokimyasal) çökelir. Organizmaların rolü ise, dediğiniz gibi büyüktür: çözünmüş bileşenleri denizsuyundan ayırırlar ve iskelet ve kabuklarının inşaasında kullanırlar. Bunlar da zaman içinde yine tortul kayaya geri ketılır. Kalsiyum karbonat mineralleri (kalsit ve aragonit mesela) jeokimyasal olarak şu şekilde çökelir: CO2 (gaz) + H2O (sıvı) --> H2CO3 H2CO3 --> H + HCO3 HCO3 --> H + CO3 Ca + (CO3)2 --> CaCO3 Burada organizmalar kalsiyum karbonatı ya direk olarak çökeltir, ya da çökelimin meydana gelmesi için gerekli kimyasal ortamı sağlarlar... Saygılar Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 20 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 20 Aralık , 2007 Ayrıntı için teşekkürler sayın yersoy... Ayrıca petrol ve kömür rezervleri de dünyanın canlı geçmişi hakkında önemli fikir veriyor. Dünyadan gelip geçmiş canlı sayısı gerçekten inanılmaz boyutlarda. Kömür neyse dev ağaçlarla açıklanması akla çok yatkın geliyor da, bu miktarda petrol rezervi oluşabilmesi gerçekten çok enteresan. Üzerinde yaşadığımız yerkabuğunun inanılmaz uzun ve çok hareketli bir geçmişi var. 4,5 milyar yıl denince bunun ne kadar korkunç uzun bir süre olduğunun hayallerde canlanabildiğini sanmıyorum. Bir çok kişi için bu "çok uzun bir süre" den ve "evvel zaman içinde kalbur saman içinde" den fazla anlam ifade etmez. Ben bile bazen dilim sürçüp milyar yıl yerine milyon yıl deyiveriyorum. Tanrı varsa ondan cennet mennet istemezdim. bana süreçleri tümüyle kavrayacak bir akıl vermesini dilerdim. Ama sanırım bunu yapmazdı, çünkü bunu her isteyene verse, rekabet kızışır, ihtilal filan olur, egemenliği sarsılırdı. Al hurileri keyfine bak adam sen de... Süreçmiş... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 20 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 20 Aralık , 2007 bütün süreçleri bilmek.... sayın Demirefe, Musa'nın istediklerini istiyorsun... bilinenler sana yetmiyor... belki de bilmek istediklerin seni Musa gibi mutsuz edecektir...Musa'yı yeniden okumak istersen, bir de bu açıdan okumalısın.. kimbilir, belki de istediğin şeyleri zaten vermiştir.. önemli olan onları bulabilmek değil midir ? bir deyim vardır Maden Aramacılında ''Ne aradığını bilmeyen, bulduğunu anlamaz'' diye.. ''Huri'' kavramını geleneksel anlayışı eleştirel anlamda kullandığınızı sanıyorum.. yoksa sayın FFT bu konuda gerçekten çok güzel bir açıklama getirmiş, okuduğunuzu sanıyorum... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.