Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Neml Sûresinin 88 . Ayetinde

Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 

 

Tektonik hareketler konusunu inanılmaz bir zevkle takip ediyorum,ancak kutsalları birebir uygulayan insanların vakit azlığı kavramı dikkatimi çekti,pek kabul edilebilir bir yaklaşım gibi gelmedi.... bi de 6000 sene olayı... çünkü dine göre ,6 gün denilen kavram 6000 yıla denk gelmez.. yani asanın yere iniş ve çıkış anı,yani "an" yaklaşık 1000 yıla denk gelir...

Gönderi tarihi:

Sfenks tarafından yazılmıştır:

 

?Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı?

Dağları da birer kazık??

 

(Nebe Suresi, 6-7)

 

Dağlar yer üstünde olduğu kadar yeraltının derinliklerineki uzantılarıyla da yerkabuğunun farklı tabakalarını adeta birer kazık gibi birbirine perçinler. Yerkabuğu sürekli hareket halinde olan tabakalardan oluşmaktadır. Dağların bu perçinleme özelliği son derece hareketli bir yapısı olan yerkabuğunu adeta sabitleyerek sarsıntıları büyük ölçüde engeller.

 

...........

 

?... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için

(çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik...?

 

(Hadid Suresi, 25)

 

Ayette, demir için özel olarak kullanılan "indirme" kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin, "gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir.

 

Çünkü modern astronomik bulgular, Dünyamız'daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.

 

 

 

 

Hadi şimdi ayetleri karşılaştıralım ve Kutsal kitaba göre dünyayı açıklayalım.

Sizin verdiğini ayetler ile bunlar çok zıt şeyler söylüyor.

Hangisi doğru?

Gönderi tarihi:
i.... bi de 6000 sene olayı... çünkü dine göre ,6 gün denilen kavram 6000 yıla denk gelmez.. yani asanın yere iniş ve çıkış anı,yani "an" yaklaşık 1000 yıla denk gelir...

 

Musevi geleneğinden kaynaklanan hristiyan zaman kavramı yunan ve roma'lılarınkinden köklü bir biçimde ayrılıyordu. Bunun nedeni, Tekvin' de anlatıldığı biçimi ile "Dünyanın ilk yaratılışıyla İsa mesihin beklenen dönüşü ve tanrı egemenliğinde ki cennet ülkesine ulaşma arasında geçen düz tarih çizgisine verdikleri önemdi. Bilginlerin araştırmaları ve bazı kutsal metinlerin birazcık yorumu sonunda bu olaylar zaman çizgisinin üzerine oturtulabiliyordu. Hristiyan kronolojisinin kurucusu Antakya' lı Theophilus (İ.S. 115 - 81) kendisinden sonra geleceklerin çoğunun yapmaya uğraştığını yaptı:

Eski Antlaşmada geçen tarih bilgilerini geriye doğru tarayarak Adem ve Havva'nın tarihini belirlemeye çalıştı böylelikle yaratılışın tarihi belirlenmiş olacaktı. Theophilus İ.Ö. 5529 tarihine ulaştı. Yararlandığı önemli yol gösterici ilkelerden biri, Petrus' un 2. mektubunun 3. bölümünün 8. ayetiydi : Rab' bin gözünde bir gün bin yıl ve bir yıl bir gün gibidir. Aziz Augustine' de yerküre tarihi için 6000 yıllık bir çizelge öngörüyordu.

 

Bu metinde yerkürenin yaşı insanoğlunun yaşı ile bir tutulmakta ve ilk yaratılışın yani evrenin 6000 yaşında olduğu söylenmekte.

Gönderi tarihi:

Yılda birkaç cm. ile ölçülen tektonik hareketlerin "dağların bulutlar gibi geçmesi" ile bir bağlantısının düşünülebilmesi imkansızdır.

 

Bence bu ayeti dünyanın dönüşü ile bağlantılandırsanız daha inandırıcı olur. Dünya döndükçe dağlar bulut gibi geçip gider ya, o bakımdan diyorum. Gerçi bu durumda da "niye dağlar? Denizler ovalar duruyor mu da?" diye bir soru olacak ama, bu kadar kusur tanrının yarattığı kadı kızında da, tanrı kelamında bile bulunur. Saysa mıydı yani şimdi, platolar, vadiler, körfezler, yarımadalar...

 

HY'ya danışırsınız. O bir kılıf bulur. "Uzaydan dağlar daha net görünüyor da ondan. Peygamber efendimiz zaten miraçtan dönerken bu durumu müşahade buyurmuşlar" gibi bir izahat verecektir mutlaka...

Gönderi tarihi:

Hicr Sûresinin 19 . Ayetinde

Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik.

Enbiyâ Sûresinin 31 . Ayetinde

Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler yollar meydana getirdik

Lokman Sûresinin 10 . Ayetinde

Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.

Fussilet Sûresinin 10 . Ayetinde

O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.

Kâf Sûresinin 7 . Ayetinde

Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.

Mürselât Sûresinin 27 . Ayetinde

Orada sabit yüce dağlar yaratmadık mı, size tatlı bir su içirmedik mi? (yani yine yerden bahsediliyor)

 

 

"Dağlar yer üstünde olduğu kadar yeraltının derinliklerineki uzantılarıyla da yerkabuğunun farklı tabakalarını adeta birer kazık gibi birbirine perçinler. Yerkabuğu sürekli hareket halinde olan tabakalardan oluşmaktadır. Dağların bu perçinleme özelliği son derece hareketli bir yapısı olan yerkabuğunu adeta sabitleyerek sarsıntıları büyük ölçüde engeller."

benim anlamadığım bu sözler size mi ait yoksa firavun kafalı sfenks e mi?malum en meşuru... sfenks den neyi kasdettiğinizi bilmiyorum, ancak ayetlere bakalım...

benim bunca ayetten anladığım , dağların yeryüzüne sabit olarak yerleştirildiği...yeryüzüne sabit olarak yerleştirilen dağların ,sarsıntıları önleme anlamında etkisi var mıdır yok mudur? çünkü din, yerin bizi sarsmaması anlamında dağların önemine dikkat çekiyor..

 

neml suresi 88 de ise,onların bulutlar gibi hereket ediyor oluşu var... ve ben bulutları gözümde canlandırdığım zaman,farzedelim ki tektonik hareketlerden haberim yok,yere sabit olarak çakılmış bir dağın,bulunduğu yerle birlikte sabit olmayışı kavramını ilginç bulur ve başlardım düşünmeye... bu kadar ayette sabitken,bu ayette neye dikkat çekilmiş,neden bu kez yer kelimesi kullanılmamış...eğer ben Kur'an a göre yaşayan bir bilim adamın ya da araştırmacı olsaydım,bu konuyu gerçekten irdeler ve belkide tektonik hareketler kavramını ilk ortaya atan kişi olurdum...:)

Gönderi tarihi:
Hicr Sûresinin 19 . Ayetinde

Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik.

Enbiyâ Sûresinin 31 . Ayetinde

Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler yollar meydana getirdik

Lokman Sûresinin 10 . Ayetinde

Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.

Fussilet Sûresinin 10 . Ayetinde

O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.

Kâf Sûresinin 7 . Ayetinde

Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.

Mürselât Sûresinin 27 . Ayetinde

Orada sabit yüce dağlar yaratmadık mı, size tatlı bir su içirmedik mi? (yani yine yerden bahsediliyor)

"Dağlar yer üstünde olduğu kadar yeraltının derinliklerineki uzantılarıyla da yerkabuğunun farklı tabakalarını adeta birer kazık gibi birbirine perçinler. Yerkabuğu sürekli hareket halinde olan tabakalardan oluşmaktadır. Dağların bu perçinleme özelliği son derece hareketli bir yapısı olan yerkabuğunu adeta sabitleyerek sarsıntıları büyük ölçüde engeller."

benim anlamadığım bu sözler size mi ait yoksa firavun kafalı sfenks e mi?malum en meşuru... sfenks den neyi kasdettiğinizi bilmiyorum, ancak ayetlere bakalım...

benim bunca ayetten anladığım , dağların yeryüzüne sabit olarak yerleştirildiği...yeryüzüne sabit olarak yerleştirilen dağların ,sarsıntıları önleme anlamında etkisi var mıdır yok mudur? çünkü din, yerin bizi sarsmaması anlamında dağların önemine dikkat çekiyor..

 

neml suresi 88 de ise,onların bulutlar gibi hereket ediyor oluşu var... ve ben bulutları gözümde canlandırdığım zaman,farzedelim ki tektonik hareketlerden haberim yok,yere sabit olarak çakılmış bir dağın,bulunduğu yerle birlikte sabit olmayışı kavramını ilginç bulur ve başlardım düşünmeye... bu kadar ayette sabitken,bu ayette neye dikkat çekilmiş,neden bu kez yer kelimesi kullanılmamış...eğer ben Kur'an a göre yaşayan bir bilim adamın ya da araştırmacı olsaydım,bu konuyu gerçekten irdeler ve belkide tektonik hareketler kavramını ilk ortaya atan kişi olurdum...:)

 

Arkadaşım, lütfen, rica ediyorum...

Artık şu "dağlar yere sabit yerleştirildi" lafnı bırakın yaa..

Başka bir şeyi bulun...

Lütfen rica ediyorum....

Kaçıncı kez farklı forumlarda aynı konuya cevap yazıyorum. Okuyun şu forumları özellikle Yerbilimleri-İnsan-Din forumunu,

ve birazcık düşünün, kendi kafanızda bilim yapın, hayal edin,

Lütfen;

dağlar yere sabit mi çakılmış bi anlayın artık yaa

Bu kadar olmaz yaaa

:(

Sizden inancınızı terketmenizi filan istemiyorum. İnancınızı da sorgulamıyorum. Sadece inancınızdaki şeyleri yorumlarken biraz dikkatli olun diyorum. Bu kadar zormu bunu görmek yaa

Of yaaa!

Gönderi tarihi:

Ya hiç bir öğreti bu kadar körü körüne savunulmazki...

Hadi dağlar perçinlendi yere ki değprelerin etkisi azaltılsın....

Peki açıklayın o zaman ne den depremler daha çok sıradağların yerleştiği yerde oluşur???

Dağlar depremlerin bir sonucu olarak yükselir...

Dağları oluşturan olay depremlerdir (levha hareketleri sonucunda) ki bunun sebeplerini de ilgili yerde açıkladım...

Pes yani...

Gönderi tarihi:
Ya hiç bir öğreti bu kadar körü körüne savunulmazki...

Hadi dağlar perçinlendi yere ki değprelerin etkisi azaltılsın....

Peki açıklayın o zaman ne den depremler daha çok sıradağların yerleştiği yerde oluşur???

Dağlar depremlerin bir sonucu olarak yükselir...

Dağları oluşturan olay depremlerdir (levha hareketleri sonucunda) ki bunun sebeplerini de ilgili yerde açıkladım...

Pes yani...

Pes de ne pes valla... Diğer olasılıkları veya bilimsel kanıtlanmış şeyleri yok sayıp, hala inatla bir tek kişinin söylediği bir tek doğru var demenin (o da doğru olsa bari) ne anlamı var anlamıyorum.

Gönderi tarihi:
Hicr Sûresinin 19 . Ayetinde

Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik.

 

 

Yeri yaydık, içinden sabit dağlar çıkardık dese, biraz daha mantıklı olurdu, çünkü dağların yerleştirilmesi sanki kazık şeklinde çakmak gibi bir anlama geliyor, bilimsel olarak mümkün değil, bilimle örtüşmüyor, dağlar yer kabuğunun sıkışarak(yada büzülerek) üstüste binmesinden dolayı oluşmuştur.

 

Enbiyâ Sûresinin 31 . Ayetinde

Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler yollar meydana getirdik

 

"Onları" derken ne demek istiyor ? eğer ifade ettiği insanlarsa, ayet yanlış, çünkü insanlar sarsılıyor ve azımsanmayacak kadar feleketler yaşanıyor !

 

Lokman Sûresinin 10 . Ayetinde

Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.

 

İlginç bir durum yok, gördüğümüz dünyanın ilahi bir kavramla bağdaştırılması, bilimsel olarak incelenecek teknik bir veri yok !

 

Fussilet Sûresinin 10 . Ayetinde

O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.

 

Burada ilginç olan gün vermesi, dahada ilginç olan ise 4 günde (evredeymiş de deniyor nedense) dese haklı 40 günde dese haklı olabilir, nasıl olsa ne demek istediğini bilmiyoruz. Bunlardan çok daha ilginç olan şey ise neden insanlara 4 gün deniyor, insanların günü bellidir başka bir zamanı kavramaz sayı olarak, en azından 1 Allah'ın günü = 1000 insan günü diye bir veri sunulsa ayetin bu kısmının bir anlamı olurdu, aksi takdirde kavrayamadığımız bir zamanın bize belirtilmesiyle tuhaf ayetlerden biri oluyor, "en doğrusunu Allah bilir" deyip sonuçsuz kalmak nedense bazılarına mantıklı geliyor.

 

Kâf Sûresinin 7 . Ayetinde

Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.

 

sabit dağlar derken kastedilen ne ? anlamak için herhangi bir veri yok ! ayeti doğrulayan herhangi bir bilimsel veride yok dolayısıyla !

Gönderi tarihi:
Yeri yaydık, içinden sabit dağlar çıkardık dese, biraz daha mantıklı olurdu, çünkü dağların yerleştirilmesi sanki kazık şeklinde çakmak gibi bir anlama geliyor, bilimsel olarak mümkün değil, bilimle örtüşmüyor, dağlar yer kabuğunun sıkışarak(yada büzülerek) üstüste binmesinden dolayı oluşmuştur.

"Onları" derken ne demek istiyor ? eğer ifade ettiği insanlarsa, ayet yanlış, çünkü insanlar sarsılıyor ve azımsanmayacak kadar feleketler yaşanıyor !

İlginç bir durum yok, gördüğümüz dünyanın ilahi bir kavramla bağdaştırılması, bilimsel olarak incelenecek teknik bir veri yok !

Burada ilginç olan gün vermesi, dahada ilginç olan ise 4 günde (evredeymiş de deniyor nedense) dese haklı 40 günde dese haklı olabilir, nasıl olsa ne demek istediğini bilmiyoruz. Bunlardan çok daha ilginç olan şey ise neden insanlara 4 gün deniyor, insanların günü bellidir başka bir zamanı kavramaz sayı olarak, en azından 1 Allah'ın günü = 1000 insan günü diye bir veri sunulsa ayetin bu kısmının bir anlamı olurdu, aksi takdirde kavrayamadığımız bir zamanın bize belirtilmesiyle tuhaf ayetlerden biri oluyor, "en doğrusunu Allah bilir" deyip sonuçsuz kalmak nedense bazılarına mantıklı geliyor.

sabit dağlar derken kastedilen ne ? anlamak için herhangi bir veri yok ! ayeti doğrulayan herhangi bir bilimsel veride yok dolayısıyla !

 

 

Bunların açıklamaları defalarca yapıldı.Bilisel açıklamalarını da yaptık ama, arkadaşlar pişirip pişirip önümüze üsrmekten vazgeçemiyor...

Ayetlere değilde çeşitli kişiler tarafından yapılmış (o da yalan yanlış) ayetlerin yorumlarına takılıp kalıyorlar maalesef...

Gönderi tarihi:
Neml Sûresinin 88 . Ayetinde

Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Tektonik hareketler konusunu inanılmaz bir zevkle takip ediyorum,ancak kutsalları birebir uygulayan insanların vakit azlığı kavramı dikkatimi çekti,pek kabul edilebilir bir yaklaşım gibi gelmedi.... bi de 6000 sene olayı... çünkü dine göre ,6 gün denilen kavram 6000 yıla denk gelmez.. yani asanın yere iniş ve çıkış anı,yani "an" yaklaşık 1000 yıla denk gelir...

kusura bakmayın,sanırım ben burada büyük bir hata yaptım, yalnız sizlerden bir yardım isteyeceğim.. Kur'an daki asa kelimesinin geçtiği ayeti bulamıyorum.. bana bu konuda yardımcı olursanız sevinirim.. daha sonra diğer konularda fikrimi yazmaya çalışacağım İnşallah.. ya da sorularım olacak

Gönderi tarihi:
kusura bakmayın,sanırım ben burada büyük bir hata yaptım, yalnız sizlerden bir yardım isteyeceğim.. Kur'an daki asa kelimesinin geçtiği ayeti bulamıyorum.. bana bu konuda yardımcı olursanız sevinirim.. daha sonra diğer konularda fikrimi yazmaya çalışacağım İnşallah.. ya da sorularım olacak

 

Ne o? Dünyanın ne kadar sürede "yaratıldığını" ya da "meydana geldiğini" mi tartışacağız?

Ok. Size bu konuda da çok değerli bilgiler sunacağım. Ancak bilimsel verilere dayalı olacak.

Umraım siz de Kuran'da yer alan ayetlerden bilimsel çıkarımlarda bulunur ve ispatlarsınız bize 6 gündemi 6000 gündemi yoksa yıldamı oluştuğunu. Ama lütfen akıl ve mantık çerçevesinde olsun, zira diğerleri gibi dağları yere çakmayalım. Ya da sakın "ayetleri" (onlara sözüm yok inanç meselesidir) olmadık biçimde kılıflara sokup bilimsel çıkarımlarda bulunmayalım "zaten Kuran'da belirtilmiş" gibisinden. Ayetler yardımıyla açık açık ortaya koyalım...

Zira ben de ilgili forumda bu konuda bilgi vereceğim...

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

sayın yersoy,

inanan arkadaşların kurandan çıkarımlarını okuyunca kızdığınızı gördüm... söylediklerinizi cevaplamayacağım.... ancak şu kadarını açmak isterim ki ; birinci durumda '' yüzen, akıp giden'' diye kastedilen şey, pongea'nın parçalanması durumudur ki, bu levha tektoniği kuramı ile izah edilebilir... ikincisi ''dağların sabit kılınma'' durumu ki; bu farklı bir konudur ve İzostasi teoremini okursanız konuyu açıklamış olursunuz...

şimdi bu hususta asıl değinmek istediğim husus şu ki; herkesin sizinle aynı meslekte veya bilim dalında olduğunu kabul ederek hareket ederseniz, yanılırsınız... doktor arkadaşların tartıştığı bir sivrisinek mevzusunda da sanırım bulaşıcı hastalıklar alında ihtisas yapmadığımızdan biz zor durumda kalırız... ya da ziraatçi arkadaşların tartıştığı bir diğer hususta olduğu gibi...

oysa kuranın muhatap aldığı kitleler, meslek örgütleri ya da bilimsel çalışma grupları değildir.... kuran, direkt olarak insanları muhatap alır... onlara hayatın hedefini ve anlamını verir... dağları anlatırken biz her ne kadar da orojenez ve orojenik haeketleri canlandırsak da hayalimizde, gerçekte kuranın anlamdırmaya çalıtığı, tanrının bize verdiği nimetlerdir ve tanrının kudretidir.... bu hayal sınırlarımızı alt üst eden gücün ve kudretin sahibi ne uludur, ne yücedir.... o halde önünde boyun eğmemiz, önümüzü iliklememiz gereken yalnızca tanrı olmalı fikrini aşılamaktır kuranın hedefi.... gücün ve kudretin, o muazzam kainatın yaratıcısını tanıtmaktır amaç.... yoksa, siz farklı, bir başkası farklı yorum elbette yapabilir ve yanlış anlamaları da beraberinde getirecektir... ama gerçekten zamandan kast edilen nedir ? Triyas mı, Jura mı, yoksa Prekambriyen mi demeli ? belki de devir demeli... ya da dönem ... ne derseniz deyin.... önemli olanı gözden kaçırmayın....

Gönderi tarihi:
sayın yersoy,

inanan arkadaşların kurandan çıkarımlarını okuyunca kızdığınızı gördüm... söylediklerinizi cevaplamayacağım.... ancak şu kadarını açmak isterim ki ; birinci durumda '' yüzen, akıp giden'' diye kastedilen şey, pongea'nın parçalanması durumudur ki, bu levha tektoniği kuramı ile izah edilebilir... ikincisi ''dağların sabit kılınma'' durumu ki; bu farklı bir konudur ve İzostasi teoremini okursanız konuyu açıklamış olursunuz...

 

İnanan arkadaşların Kuran'dan çıkarımlarına kızmak?

Sayın evaporit her kez istediği çıkarımı yapabilir. Ama cehalet nedir biliyormusunuz? Bilimi kendi dogmalarına alet etmek nedir biliyor musunuz? İşte yukarda kızdığım şeylerdir. Pangea'nın parçalanması nerede anlatılıyor? Onu da anlamadım. Yoksa Kuran'da kıtaların parçalanımp sürüklendiği, birbirleri ile çarpıştıkları hata birbirlerinin altına daldıklarıo da açıklanıyor mu? Bilgi verirseniz sevinirim. Yoksa Kuran'da "siz yerleri sabit mi sanırsınız" gibisinden çok yuvarlak ve her yoruma açık cümleler mi bulunuyor? Ve birileri bu cümleleri günümüz bilimini kullanarak "bakın kitapta zaten yazıyordu" mu diyor...

Gelelim izostatiye... İzostati, litosfer ve astenosfer arasındaki gravitasyonal dengeyi tanımlar ve tektonik levhaların kalınlık ve yoğunluklarına bağlı olarak astenosfer üzerinde hareket eder. Diyorsunuz ki dağların sabit kılınması ve bunu izostatiye bağlıyorsunuz anladığım kadarıyla. Eğer doğru anlamışsam dediğinizi yanıldığınızı belirteyim. Örneğin Himalayalar ve buna benzer bir çok dağ kuşağı izostatik dengede değildir. Zaten dağ dediğimiz oluşuklar sabit değildir. Sabit değildirler çünkü sürekli bir yükselme halindedirler. İzostatik dengede değildirler çünkü yükselen ve kalınlaşan kabuk kendi ağırlığını kaldıramaz duruma geldiğinde çökmeye başlar... Bu kadarı yeterlidir sanırıım. Sizin dağları sabit yerlerine yerleştirdik yorumunuzun güncel jeoloji blimi ile uzaktan yakından alakası yoktur çünkü jeolji tersini söyler.

 

şimdi bu hususta asıl değinmek istediğim husus şu ki; herkesin sizinle aynı meslekte veya bilim dalında olduğunu kabul ederek hareket ederseniz, yanılırsınız...

 

Tabii ki herkez her şeyi bilemez çünkü konusu farklıdır ki böyle olmalıdır. Bence zaten ülkemizdeki en büyük sorun kimsenin kendi işini düzgünce yapmaması, yapmadığıyla kalmayıp başkalarının işine burnunu sokması ve hatta başkalarının işini kendine alet etmesi ve kullanmasıdır. Bilmem anlatabildimmi....

 

dağları anlatırken biz her ne kadar da orojenez ve orojenik haeketleri canlandırsak da hayalimizde, gerçekte kuranın anlamdırmaya çalıtığı, tanrının bize verdiği nimetlerdir ve tanrının kudretidir.... bu hayal sınırlarımızı alt üst eden gücün ve kudretin sahibi ne uludur, ne yücedir....

 

Evet hayallerimizi altüst eden, hatta hayal edemeyeceğimiz şeyler olup btmekte doğada. Ama sizin hayalleriniz altüst olurken karşılaştığınız güç karşısında, biz ona hayran kalmakla birlikte onu anlamaya çalışıyoruz. Bu böyle yaratılmış usta bir elden çıkmış demek ve işten kolayca sıyrılmak yerine sebeplerini sonuçlarını araştırırız... Ama her ne hikmetse, izim bu yolla yüzyıllar boyunca elde ettiğimiz bilgi birikimini bu sürenin her döneminde birileri kendi kuramlarını sağlam kılmak adına kullanmıştır, kullanmaktadır ve maalesef kullanacaktır...

Bilmem bunu da anlatabildim mi...

Gönderi tarihi:

pongea nın parçalanmasını elbette birebir kuranda bulamayabilirsiniz, ama zorlarsanız orada konveksiyon akımlarına işareti çıkarırsınız, azıcık daha zorlayın, plakaların hareketini subdıctıon zonunu bile yakalayabilirsiniz !!! düşünmekte sınır yoktur.... yer kabuğunun kayıp gitmesi, bir sıvının -ağdalı bir sıvının üzerinde akıp gitmesi gibi - düşünebilirsiniz... ben böyle düşünmediğimi hatırlatmalıyım, çünkü kuranın böyle okunmasına karşı olduğumu söylemiştim... sizin önceki yazınıza binaen bunları hatırlatmıştım size.... izostasiye gelince, biraz daha düşünürseniz, çözeceksiniz, dağların orojenik hareketler sonucu oluştuğunu biliyoruz, ancak izostatik denge kesitini hayal edin, orada yerkebuğunun en kalınlaştığı nokta dağların olduğu kesimdir... en aşağılara kadar inmektedir kesitte..bu da sanki tabiri caizse, dağların çakıldığı görünümünü vermektedir...bir de konuyu depremsellik açısından ele alırsanız en sağlam bölgelerşn dağlar olmasına da işaret edilmiş olması mümkündür... bunların hepsi de birer varsayımdır ve insanların çıkarımlarıdır, doğrulukları tartışılabilir...

tanrı bunları mı murad etti ? bilemiyorum, kimsenin de bilebileceğini sanmıyoruum.... bunların bilimsel çalışmaların neticesinde '' Aa kuranda da varmış''' yaklaşımlarına alet edilmesini de '' savunma psikolojisine'' bağlayarak reddettiğimi belirtmeliyim...

kuran, kurandır.... bilim de bilim.... böyle anlamak lazım..... zorlamayacaksınız, ne kuranı, ve ne de bilimi.... metafizik alanı bilimle yargılamaya klakışmayacaksınız, anlamaya da.... bilimsel kuralları da kurandan çıkarmayacaksınız.... kurandan yaşama ve inanca dair esasları çıkaracaksınız, bilimden de yaşamınıza dair kolaylıkları, tekniği ve fizik alanın kurallarını....

Evet sayın yersoy, ben dağlara baktığım zaman onu yaratan tanrının azameti ve ihitşamı karşısında titriyorum... acizliğimi anlıyor ve onun büyüklüğü karşısında kendimi onun kulu olduğum için şanslı hissediyorum... ona teşekkür ediyorum beni yarattığı ve müslümanlardan olduğum için...sonra ona teşekkürün, onu anlamak olduğunu hatırlıyor ve daha çok çaba sarfediyorum onu ve yarattıklarını çözebilmek için... inkar etmek için değil... ve fakat, onun yarattıklarına layık olabilmek, anlamak ve anlatabilmek için çaba sarfediyorum....

Oysa sizin mantığınızda, tanrının bu esrarını çözmek ve çözebildiğiniz oranda da tanrıyı bilimsel anlamda şeffaflaştırmak bilinir hale getirmek, basitleştirmek vardır.... ''düşünüyorum o halde varım'' mantığı var bunun temelinde.... tanrısal alanda insanın varlık çabasıdır, alan kazanma çabasıdır bu... ben de varım derken, tanrıyla mücadele etmek, bilimi de araç olarak, tam tab,r,yle silah olarak kullanmak vardır..... ortaçağ zihniyeti bu....

karanlık zihniyet.... unutmayınız !!! TANRIYLA MUCADELE ETMENİZ, SİZİ TANRI YAPMAYACAKTIR...

Gönderi tarihi:
pongea nın parçalanmasını

 

pongea değil Pangea sayın evaporit

 

ama zorlarsanız orada konveksiyon akımlarına işareti çıkarırsınız, azıcık daha zorlayın, plakaların hareketini subdıctıon zonunu bile yakalayabilirsiniz !!! düşünmekte sınır yoktur....

 

Zorlayınca tabiikide her şeyi çıkarırsınız o yuvarlak cümlelerden :) ben de onu diyom işte zorlaya zorlaya demiri madenini bile gökten indirdiniz :) başımıza taş yağacak sayenizde :)

İzostati konusunda da iyi zorladınız. Gerçekten de çakılmış gibi görünüyor değilmi? Ama çakılmakla alakası yok üzgünüm bunu kim demişse kandırmış sizi!!! Helede depremler... Depremler zaten dağların olştuğu bölgelerde olur! Hala aynı şeyler yahu!

 

kuran, kurandır.... bilim de bilim.... böyle anlamak lazım..... zorlamayacaksınız, ne kuranı, ve ne de bilimi.... metafizik alanı bilimle yargılamaya klakışmayacaksınız, anlamaya da.... bilimsel kuralları da kurandan çıkarmayacaksınız.... kurandan yaşama ve inanca dair esasları çıkaracaksınız, bilimden de yaşamınıza dair kolaylıkları, tekniği ve fizik alanın kurallarını....

çok güzel bir yaklaşım eveeeeetttt

O yüzden Kuranın öğretilerine bilimi alet etmeye gerek yok değilmi?

Bu tartışmalar eğer buradan çıkmıştır forumları incelerseniz göreceksiniz.

Hep dediğimiz gibi zaten bilimin derdi tanrının varlığı yokluğu değildir. İnanın benim de öyle bir derdim yok. Ama bazı tartışmalarda çarpık fikirleri görünce giriyorum...

Haa bir de şu var. Bilimin elde ettiği veriler metafizik kavramlara karşı çıkar. Onu geriletir çürütür.. Bu bir gerçektir.

İşte bu yüzdendir ki evrim kanununa olsun big-bang teorilerine olsun karşı durma gereği duymaktasınız. Ve her fırsatta onu karalamak durumundasınız. Öyle değilmi?

 

 

TANRIYLA MUCADELE ETMENİZ, SİZİ TANRI YAPMAYACAKTIR...

 

tekrar söyleyeyim öyleyse. Benim tanrıyla uğraştığım yok hele de tanrı olmak gibi bir derdim hiç yok. Ben her öğretiyi düşünürüm sorgularım tartışırım. Benim yaptığım budur. Bu ortaçağ zihniyeti değildir... Bilgi çağının zihniyetidir.

Ortaçağ zihniyeti nedir biliyormusunuz? İşte size bir örnek:

 

 

Evet sayın yersoy, ben dağlara baktığım zaman onu yaratan tanrının azameti ve ihitşamı karşısında titriyorum... acizliğimi anlıyor ve onun büyüklüğü karşısında kendimi onun kulu olduğum için şanslı hissediyorum...

 

İnsanoğlu aciz değildir sayın evaporit. Yoksa dünyaya hakim olamazdı. Hatta onu yaşanamayacak bir konuma hiç getirmezdi.

Keşke insanoğlu sizin dediğiniz gibi aciz olsaydı. Heşey mükemmel olurdu...,

saygıar

Gönderi tarihi:

*********** ben hala pongea olduğu konusunda ısrarlıyım...

depremlerin oluştuğu yere gelince, bilen insanları severim ama, bilmişlik tasladığını hissettiklerim için aynı şeyi hissetmiyorum... orda bilmenin verdiği şımarıklığı sezersem, utanç verici olduğunu düşünüyorum...depremlerin ''zaten dağlarda oluşur'' tuğunu söylemek bu işi kelimenin tam anlamıyla çarpıtmak, - ya da cehaletten diyelim en iyisi - başkası değildir...

depremler yer sarsıntısıdır ki ; bunu kaynağı sarsıntı üretebilecek her şey olabilir... bir filin yürümesi bile deprem üretebilir... benzer şekilde, yer altındaki oturmalar, lav intrüzyonu, patlamalar da depremleri oluşturabilir... en çok görüleni ise, faylanmalara bağlı hareketlenmelerin oluşturduğu sarsıntılardır...

sağlamlık konusuna gelince, bu konuyu da anlayamamışsın arkadaş .... ama bir daha anatmak da mahsur yok....

sağlamlık kavramı, depremi bizim hissetmemizle ilgili bir kavramdır... deprem dağlarda da olsa ovada da olsa, önemli olan onu bizim ne kadar ve nasıl hissetiğimizdir... dağlar sağlamdır, çünkü depremin etkisini en az orada hissedersin.... Neojen havzaları, birikinti konileri, pekişmemiş alüvyon örtüleri sağlam değildir, oralarda depremi çok daha fazla hissedersin.... dağlar sağlamdır, yaptığın bina ile zemin arasındaki rezonans önemlidir.... ilk medeniyetlerde bakarsan göreceksin ki, yerleşim merkezleri hep dağlarda kurulmuştur... çünkü dağlar daha sağlamdır.... Anlatabildim mi ??? ya da anlamışsındır artık, bu konuyu daha fazla uzatmak niyetinde değilim....

bilim yapmak demişiniz de .... bir de bilim yaptığını zannedenler var ki; işte asıl problem onlar sayın yersoy.... tanrının gizemini çözdüğünü sanan ucuz palavracılar...

haa insanların ne ile uğraştığı, nasıl ve ne amaçla uğraştığını bilemem.... ben yaptıkları işin neticesine bakarım.... sizin dağlara baktıkça ne hissettiğiniz ve düşündüğünüz sizinle kalbiniz arasındadır... ama insanlar sizin bilimle uğraşırken ortaya ne koyduğunuzla ilgilenirler... Ne yaptınız, ne ürettiniz, ne buldunuz, ne işlediniz, ??? insanlığın mutluluğu için, refahı için bilimsel hangi buluşları ortaya koydunuz ?? bilim yapıyor olmanız, size Tanrı ile mucadele etme görevi yüklediğini mi sanıyorsunuz ? Bilimi bilim gibi, kuranı kuran gibi okumalıyız... demiştim evet... buna inanıyorum.... ben ce siz bilimi tanrılaştırma yolundasınız....bu yol yanlış.... mantık yanlış.... felsefeniz yanlış... siz bilimin kurana payanda edilmesini eleştirirken, ben kuranın bilime payanda edilmesini de eleştiriyorum... ama bilimi tanrı gibi de düşünmüyorum... ne tanrıyı bilimselleştireceksiniz, ne de bilimi tanrısallaştıracaksınız... tanrı, tanrı olmalı, yaptığımız işte o her ne ise, orada kalmalı, haddini, sınırını bilmeli.... bu yüzden o dağlara bakın, onu anlayın, çözün, insanlığın ve size vergisini ödeyen vatandaşların hizmetine ne sunacaksanız sunun.... ama sakın ola, onu ilahi iradenin dışında tasavvur etmeye kalkışmayın... hele hele, onu tanrının bir ayeti olarak görenleri küçümsemeye, bilimdışı görmeye, vs... kalkışmayın...buna ne hakkınız ve ne de haddiniz yeter...

benim tanrının ihtişamı karşısındaki duygu ve düşüncelerimi ortaçağ zihniyeti olarak değerlendirmeniz ne kadar, gülünç bir durum değil mi ???

orta çağ zihniyetinden kastettiğiniz şey, orta çağ avrupasının karanlık kilise statükoculuğu ise, ben Muhammedin aydınlık evrensel mesajına inanıyorum.... yok eğer zaman olarak ortaçağı kastediyorsanız, gene yanıldınız,,, çünkü ben çoooookkkk daha eskisi olan, çok kadim bir geleneğin takipçisiyim, insanlığın tarihi kadar eski bir zihniyet... ama aslında bahsettiğiniz ortaçağ zihniyetini biraz açarsanız, göreceksiniz ki, o dönemin, totaliter, baskıcı, despot zihin yapısını, bugün bilim yaptığını zanneden zavallı, tekelci, anti demokratik, anti insan bilim kurumlarında göreceksiniz.... kimi kastettiğimi siz daha biliyorsunuz, çünkü belkide içinde yaşıyorsunuz o camianın.... dikkatli bakın ne demek istediğimi göreceksiniz...

Gönderi tarihi:
***** ******** ben hala pongea olduğu konusunda ısrarlıyım...

 

Tartışmalarınızı saygı kuralları içerisinde sürdürün. Sizin burada kimseye aferin gibi laflarla ödüllendirmeye ya da tersini yapmaya hakkınız ve haddiniz yok!!!!.... Pongeayı da iyi araştırın....

 

orda bilmenin verdiği şımarıklığı sezersem, utanç verici olduğunu düşünüyorum...

 

Şimarıklığı nereden çıkardını sayın evaporit? Ben bugüne kadar inanan inanmayan bir çok arkadaşla görüşlerimi paylaştım bilgilendirdim ve bilgi aldım. Kimse kalkıp bana böyle bir ithamda bulunmadı. Ne o yoksa bildiklerinizin yanlış olduğunu görüncemi saldırganlaştınız!!

 

sağlamlık konusuna gelince, bu konuyu da anlayamamışsın arkadaş .... ama bir daha anatmak da mahsur yok....

sağlamlık kavramı, depremi bizim hissetmemizle ilgili bir kavramdır... deprem dağlarda da olsa ovada da olsa, önemli olan onu bizim ne kadar ve nasıl hissetiğimizdir... dağlar sağlamdır, çünkü depremin etkisini en az orada hissedersin.... Neojen havzaları, birikinti konileri, pekişmemiş alüvyon örtüleri sağlam değildir, oralarda depremi çok daha fazla hissedersin....

 

Cümlelerinizden ve hatta isminizden ötürü jeolojiyi az çok bildiğiniz düşünülebilir. Ancak şu yukardaki alıntıda görünen odur ki siz jeolojiyi öğrenememişsiniz. Yerbilimleri forumunda levha tektoniğini anlattım. Okuyun derim... Bizim burada tartıştığımız olay dağların depremleri engelleyip engellemediğidir. Zİra inanan bir çok arkadaşımız Kuran'da dağların depremi engellediğini yazar. Sizin bahsettiğiniz ortamlar ise bir depremin vereceği zararla ilişkilidir. Şiddetidir yani. Bunun depremin meydana geldiği ortamla alakası yoktur. Evinizi kurduğunuz zeminin özelliğidir. Biz depremden korunmayı tartışmıyoruz sayın evaporit...

 

Diğer yazdığınız hakaret dolu cümleleri tekrar tekrar buraya taşıyıp tartışkmayacağım. Zaten bu da sizinle ilgili yazıştığı son ileti olacak. Bu arada ortaçağ zihniyetine de pek alınmışsınız. Ne çabuk unuttunuz tartışmamıza bu kelimeyi sokan da sizdinizç. Hem de beni kastderek...

 

Böyle tartışma olmaz sayın evaporit... Öğrenmeniz gereken çok şey var. Siz bırakın bilimi ilmi tartışmayı. Önce insan olmayı öğrenmek lazım...

Gönderi tarihi:

size bu son cevabım olacak, yerbilimleri hakkında ne bilip bilmediğiniz beni ilgilendirmiyor... ben sadece bildiklerimi ortaya koyarım... inanan arkadaşlar diye kastettiğin kimselerin ne söylediğini elbette önemserim... onların çıkarımlarını anlamak için çaba sarfederim... ne dediklerinden önce ne demek istediklerini anlamaya gayret ederim, çünkü yabancısı oldukları bir terminolojiden bahsediyorlar... onları bu terminolojiye vakıf olduğum için alay vesilesi de yapmam... düzeltmeye gayret ederim... sen de eğer jeolojiye yakın isen öyle yapmalısın derim... onların kastettiği depremi dağların engellemesi değldir, bunu hiç bir aklı başında müslüman söylemez... bilerek de böyle bir iddia da bulunmaz, belki sen öyle anlamış olabilirsin... bu arkadaşların kastettiği tam da benim söylediğim gibi, depremin etkisini hissetmekle alakalıdır ki, sen konuyu anlamamışsın, sadece gözüne taktığın alaya alma ve aşağılama, ya da daha türkçesi -bilmek şımarıklığı hastalığı diyorum ben buna- yüzünden böyle davranıyorsun... sana aferin dememi ödül olarak kabul etmiyorsan onu da geri alırım seve seve...

sana yazdıklarım içerisinde üzerine alınacağın bir durum varsa, onu kendine sormalısın... ben sana hakaret etmedim ve bunu yapmayı da hoş görmüyorum.... saygı çerçevesi derken, evet haklısınız... yazdıklarınıza bakın, okuyun derim... insan olmayı öğrenmek konusu ise, çok su götürür... ben insanı yaratan, bütün yaratılmışların terbiye edicisinden insan olmayı öğreniyorum... o ki; dağları da, dünyayı da, gökyüzünü de terbiye etti... bütün insanları da terbiye etmesini ilahi terbiyeye nail olmayı temenni ediyorum.... siz insan olmayı hangi kaynaktan öğreniyorsunuz ? bunu tartışma ya da hakaret olsun diye söylemediğimi özellikle belirtmek istiyorum.... çünkü istemeseniz de çok önemli bir hususun altını çizmiş oluyorsunuz...

İNSAN OLMAK....YA DA OLMAMAK... Nereden öğreniyorsunuz, insan olmayı...

Gönderi tarihi:
size bu son cevabım olacak, yerbilimleri hakkında ne bilip bilmediğiniz beni ilgilendirmiyor... ben sadece bildiklerimi ortaya koyarım... inanan arkadaşlar diye kastettiğin kimselerin ne söylediğini elbette önemserim... onların çıkarımlarını anlamak için çaba sarfederim... ne dediklerinden önce ne demek istediklerini anlamaya gayret ederim, çünkü yabancısı oldukları bir terminolojiden bahsediyorlar... onları bu terminolojiye vakıf olduğum için alay vesilesi de yapmam... düzeltmeye gayret ederim... sen de eğer jeolojiye yakın isen öyle yapmalısın derim... onların kastettiği depremi dağların engellemesi değldir, bunu hiç bir aklı başında müslüman söylemez... bilerek de böyle bir iddia da bulunmaz, belki sen öyle anlamış olabilirsin... bu arkadaşların kastettiği tam da benim söylediğim gibi, depremin etkisini hissetmekle alakalıdır ki, sen konuyu anlamamışsın, sadece gözüne taktığın alaya alma ve aşağılama, ya da daha türkçesi -bilmek şımarıklığı hastalığı diyorum ben buna- yüzünden böyle davranıyorsun... sana aferin dememi ödül olarak kabul etmiyorsan onu da geri alırım seve seve...

sana yazdıklarım içerisinde üzerine alınacağın bir durum varsa, onu kendine sormalısın... ben sana hakaret etmedim ve bunu yapmayı da hoş görmüyorum.... saygı çerçevesi derken, evet haklısınız... yazdıklarınıza bakın, okuyun derim... insan olmayı öğrenmek konusu ise, çok su götürür... ben insanı yaratan, bütün yaratılmışların terbiye edicisinden insan olmayı öğreniyorum... o ki; dağları da, dünyayı da, gökyüzünü de terbiye etti... bütün insanları da terbiye etmesini ilahi terbiyeye nail olmayı temenni ediyorum.... siz insan olmayı hangi kaynaktan öğreniyorsunuz ? bunu tartışma ya da hakaret olsun diye söylemediğimi özellikle belirtmek istiyorum.... çünkü istemeseniz de çok önemli bir hususun altını çizmiş oluyorsunuz...

İNSAN OLMAK....YA DA OLMAMAK... Nereden öğreniyorsunuz, insan olmayı...

Sadece Allah tarafından bildirilenlerle mi insan olunur? Başka kaynaklara inanan onca insan, insan olmayı becerememişler mi? O zaman neden tüm müslüman ülkelerdeki insanlar insan gibi davranmıyorlar?

Gönderi tarihi:

sayın muki,

insan olmaktan et ve kemikten ibaret bir canlıyı kastetmiyorsak eğer, onu insan insan yapan vasıfları değerlendirmeye almamız gerekiyor...

insanı insan yapan değerler, onu diğer canlılardan ayırmakta ve üstün kılmaktadır... bunlar onun davranışları, hayatı ve evreni algılaması, insanlarla ve doğayla olan ilişkileirndeki davranışları, kendisi ve çevresiyle olan ilişkisinin terbiye edilmesidir.... bilgi insanı terbiye eder ve onu kendisi, diğer insanlar, doğa ve çevresi ile uyumlu hale koyar...

Bu bilgi eğer, tanrıdan gelen vahy ise, ve insan bu ilahi bilgi ile kendini terbiye etmeyi tercih etmişse, insanın orjinaline daha yakın bir insan olma durumunda olduğuu düşünüyorum, bu benim inancımdır.... ancak başka şeylerden kastetdiğiniz nedir bilemiyorum ama, bunların insanları dünyayı ve yaşamı tahrip etmeye, yok etmeye sürüklediğini görebiliyorum. insanları sömürmeye, özgürlüğü yok etmeye çağırdıklarını biliyorum... bunun delillerini yaşayarak görüyoruz....

müslümanlara gelince, neden ??? neden ???

bunu istersen birlikte araştıralım demek zorundayım..... ilkini ben söyleiym gerisini sen devam et ....

kuran terbiyesini yeterince almamış, doğu toplumlarının kaderi, batının sömürgeciliğine açık, sınırtanımaz bitip tükenmek bilmeyen vahşi batı kaptalizminin egemen olduğu coğrafyalar olmasından kaynaklanan, geri kalmışlık.... kurandan uzaklaşmış, kuranı anlamayan halk kitleleri..., aydınları esir edilmiş, rehberleri yok edilmiş, önderleri kalmamış zavallı yığınlar... özünü süne zararlısının tükettiği buğday tanesi gibi görünen halk yığınları sadece ....

Gönderi tarihi:
sayın muki,

insan olmaktan et ve kemikten ibaret bir canlıyı kastetmiyorsak eğer, onu insan insan yapan vasıfları değerlendirmeye almamız gerekiyor...

insanı insan yapan değerler, onu diğer canlılardan ayırmakta ve üstün kılmaktadır... bunlar onun davranışları, hayatı ve evreni algılaması, insanlarla ve doğayla olan ilişkileirndeki davranışları, kendisi ve çevresiyle olan ilişkisinin terbiye edilmesidir.... bilgi insanı terbiye eder ve onu kendisi, diğer insanlar, doğa ve çevresi ile uyumlu hale koyar...

Yalnız din girdimi işin içine terbiye edilişin ismi 'günah' ve 'cehennem' oluyor...

 

Bu bilgi eğer, tanrıdan gelen vahy ise, ve insan bu ilahi bilgi ile kendini terbiye etmeyi tercih etmişse, insanın orjinaline daha yakın bir insan olma durumunda olduğuu düşünüyorum, bu benim inancımdır.... ancak başka şeylerden kastetdiğiniz nedir bilemiyorum ama, bunların insanları dünyayı ve yaşamı tahrip etmeye, yok etmeye sürüklediğini görebiliyorum. insanları sömürmeye, özgürlüğü yok etmeye çağırdıklarını biliyorum... bunun delillerini yaşayarak görüyoruz....

Evet Bush'ta, Tanrı'dan kendisine vahiy geldiğini iddia edip, din adına öldürmüyor mu onca insanı? Dinler kişisel yaşanmadığı sürece büyük felaketlere yol açabiliyor hatta açıyorlar. Kuran ne diyor: "Allah yolunda savaşın!" Hristiyanlığın Allah'ı mı, İslamın Allah'ı mı, hangi Allah kendi adına insanın insanı yok etmesini isteyebilir ki? Yoksa Allah peygamberine, Cehennemde yakacak sıkıntısı ortaya çıkmasın diye mi 'söyle onlara benim adıma savaşsınlar' dedi?

 

müslümanlara gelince, neden ??? neden ???

bunu istersen birlikte araştıralım demek zorundayım..... ilkini ben söyleiym gerisini sen devam et ....

kuran terbiyesini yeterince almamış, doğu toplumlarının kaderi, batının sömürgeciliğine açık, sınırtanımaz bitip tükenmek bilmeyen vahşi batı kaptalizminin egemen olduğu coğrafyalar olmasından kaynaklanan, geri kalmışlık....

Neden insanlar kendi başarısızlıklarından dolayı başkalarını suçlarlar? Geri kalmışsak bu batının kabahati mi?

 

Kağıdın tarihçesine bir göz atın.

 

Osmanlıda 12. yüzyılda kağıt üretildiği ileri sürülürken, bir yüzyıl sonrası için aynı şey söylenemiyor. Öte yandan Osmanlı İmparatorluğunun ilk yıllarında İstanbul, Bursa ve Amasya gibi şehirlerde kağıt üretildiğine ilişkin ipuçlarına rastlıyoruz. Aynı şekilde 15. yüzyıl ortalarından 18. yy ortalarına kadar kağıt ihtiyacının yerli imalatla değil de dışarıdan karşılandığını görüyoruz. 18. yüzyıldan itibaren yeniden görülen yerli imalat çabalarının Avrupa rekabeti karşısında kalıcı olamadığını gözlemliyoruz.

 

Osmanlıların kağıt üretimi konusunda pek fazla varlık gösteremedikleri, kağıt üreticisi olmaktan çok kağıt ithalatçısı oldukları anlaşılıyor. Bunun en temeldeki nedeninin, matbaanın Osmanlı toplumuna geç gelişi değil fakat matbaanın geç gelişinin temelindeki gerçeği de kapsayacak şekilde, tüccar kültüründen, daha açık bir ifade ile kapitalist gelişmelerden uzak kalış olduğu iddia edilebilir. (SEKA Kağıtçılık Dergisi Temmuz 1999, Sayı 62, Eczacıbaşı Dergisi Ekim 1977, sayı 4, yazı çok daha uzun isteyen orijinaline bakabilir.

 

Lale'nin tarihçesine bir göz atın.

VI. LÂLENİN AVRUPA MACERASI

 

Anadolu?da 13. yüzyıldan beri lâle yaygın olarak motiflerde kullanılıyordu.Bu dönemde Roma ve Bizans?ın nedense bu çiçekle hiç ilgilenmemiştir.[18]Avrupalı yazarlar ilk dönemlerde lâleyi tanımadıklarında bu çiçeği, bir çeşit zambak (lilium) olarak kabul etmiş ve bu düşünüşe göre isimlendirme yapmışlardır. P. Bellon ?Lils Rouges? (kırmızı zambak), C. Clusius ?lilionarcissus? (nergiz zambağı),A. Toderini ise ?Lys Sanguins? (KanRrenkli Zambak) isimlerini kullanmışladır.[19]Bugün Avrupa ülkelerinde lâle için kullanılan Tulip veya Tulipe kelimesinin aslı O. G. Busbecq hatıratında Türklerin bu bitkiye ?Tulipan? ismini verdiklerini yazmıştır.S. W. Murray bu ismin Türklerin başlarına sardıkları ?tülbent?ile ilgili olduğunu, O. G. Busbecq ile tercümanı arasında meydana gelen bir yanlışlık sonucu ortaya çıktığını kaydetmektedir.[20] Lâlenin Türkiye?den Avrupa?ya hangi tarihte götürüldüğü kesin olarak bilinmemektedir.Avusturya-Macaristan İmparatorluğu?nun Kanuni Sultan Süleyman nezdindeki büyükelçisi Ogier Ghislain de Busbeck 1554 yılında geldiği İstanbul?dan Avusturya?da yaşayan dostu Carolus Clusius?a lale soğanları gönderdiği sanılmaktadır.Daha sonra Hollanda?ya giderek Leiden Üniversitesi?nde göreve başlayan Clusius, bu ülkelerde laleyi ilk yetiştiren ve lâle endüstrisini kuran kişi olarak bilinmektedir.Ancak Avrupa?da lâle merakının daha da önce başladığına dair kayıtlar da vardır.B. Belon adlı bir Fransız hekimi 1549?da çıktığı Yakındoğu seyahati sırasında İstanbul?a da uğramış ve hatıratında kırmızı zambak diye söz ettiği lâle çiçeğinin soğanlarından edinmek için bir çok yabancının gemilerle İstanbul?a geldiğinden söz ermiştir.Lâleyi Avrupa?da meşhur ettiğini iddia eden Conrad Genser de bu çiçeği ilk defa 1559 yılında, Ausburg?da , ender egzotikler koleksiyonuyla şöhret kazanan Newart?ın bahçesinde gördüğünü ona da soğanların İstanbul?da ki bir dostu tarafından gönderildiğini söyler. (Bu yazı da uzun. İsteyenshakayik.blogcu.com/4476779 bakabilir.)

 

 

Simdi de sizin söylediklerinize bir bakalım tekrardan:

 

kuran terbiyesini yeterince almamış, doğu toplumlarının kaderi, batının sömürgeciliğine açık, sınırtanımaz bitip tükenmek bilmeyen vahşi batı kaptalizminin egemen olduğu coğrafyalar olmasından kaynaklanan, geri kalmışlık....

 

Günah ve işini bilmemezlik girdi mi işin içine elbette geri kalınır. Bu durumda kimi suçlamak gerekir?

Gönderi tarihi:
Neden insanlar kendi başarısızlıklarından dolayı başkalarını suçlarlar? Geri kalmışsak bu batının kabahati mi?

 

Tabiiki de onların suçu sevgili Muki...

Adamlar çalışmış çünkü, bilime önem vermişler. Zevki sefa yapmak yerine çalışmış araştırmışlar... Üstüne üstlük bizi fethedip sömürüyorlar... Ne diyim ben ne diyim. Şimdi ağır konuşacam olmayacak.

 

Sustum ben!

Gönderi tarihi:

Şehitleri Düşünürken

 

A.M. Celal Şengör

22 Ekim 2007 Pazartesi (12 şehit verdiğimiz kara bir günün ertesi günü)

 

Böyle günlerde bilim insanı iki ayrı dünyada yaşadığını hisseder. Bir yanda hiçbir sınır tanımayan bilim dünyası. Orada yalnızca çevresinde olup biteni anlamaya çalışan bilimciler vardır. Onların çevresi tüm kâinattır. Bu bilimciler arasında doğa bilimciler özel bir yer işgal eder. Onlar en mutlu insanlardır, zira uğraştıkları şeylerin «niyetleri», «art niyetleri» gibi düşünceleri yoktur. Doğada olanlar eşyanın tabiatı gereğidir ve bilimcilerin görevi o tabiatı anlamaya çalışmaktır. Bu mutlu ve hoş bir dünyadır. İçindekiler arasında da dostluk ve düşmanlık değil, amaç ortaklığı vardır. Her doğa bilimci, doğayı anlamaya çalışan bir bireydir. Dolayısıyla onların dünyasında herkesin faaliteyi diğerlerinin lehinedir.

 

Ama bir de bir ayda elliye yakın delikanlımızın öldüğü bir dünya var. Bilim insanı bu dünyada çaresizdir. Çünkü bu dünyada olan akıl ve mantık dışı işlerin durdurulmasının, bunların zararlı etkilerinden kurtulmanın basit çareleri varken, bunların yapılmaması onun kabul edebileceği bir iş değildir. Ortada duran sorunların çözümleri de âşikârken, çözülmemeleri onu rahatsız eder. Bu garip davranışın da sebebi açıktır: Kişisel menfaatler, bir kişinin menfaati bazen pek çokların zarar görmesine, hattâ yaşamlarını kaybetmesine yol açabilir. Bu kişilik menfaatler en basit, en bayağı şeylerdir genellikle. O zaman bilimcinin aklı isyan eder. Ancak doğanın sırlarını çözen bilimcinin elinde bu zırvalığa müdahale edebilecek bir araç yoktur. Burada birden kendini herkesinkiyle eşit, tek bir oyun sahibi olarak görür. Problemi ve çözümünü bildiği halde, kelimenin tam anlamıyla eli kolu bağlıdır. Hiçbir şey, yaşamını problem çözmeye adamış bir kişi için daha acı ve ağır olamaz. Hele ki bu problem her gün suçsuz, günahsız genç insanların yaşamına mal oluyorsa.

 

İşte bu gözlem bilimcinin isyanına neden olur. Kendini içinde yaşadığı toplumdan soyutlanmış olarak görmeye başlar. Bilir ki kendisi, toplumda çok daha akılcı bir yerde durmaktadır. Çoğunluğun bu akılcı platformda olmaması onu derinden yaralar. «Çoğunluk haklıdır» tezinin doğru olmadığını bilir. Ama bilir ki çoğunluk güçlüdür. Çoğunluğun arzuları hilâfına uzun zaman toplum yönetilemez. Çoğunluğun arzularını yönlendirmenin ise çeşitli yöntemleri vardır. Bunların en basiti ve tarihte en çok kullanılmış olanı, toplumun düşüncesini sınırlayarak istenilen yöne çevirmekten ibarettir. Bu yöntemin en etkili aracı dindir. Bu aracı kullananlar tarihte genellikle toplumları uzun zaman dilimleri içinde yönetmekte ve sömürmekte fevkalâde başarılı olmuşlardır. Bu amaçla kullanılan dinin türü mühim değildir. Bu Musevîlik, İsevîlik, Muhammedîlik veya Marksistlik olabilir.

 

Dinler toplumların karşısında en savunmasız oldukları silâhtır. Bu silaha karşı en etkili savunma da bilimdir. Bu yüzden din silâhını kullanmak isteyenler en çok bilimden ve bilimciden korkar. Onu toplumdan mutlaka uzak tutmak en önemli işleri arasındadır. Bunun için okullar kullanılır. Okulda bilim yerine dinin gerekleri öğretilir. Bu şekilde halk bilimciye karşı daha çocuk yaşta hazırlanır. Günümüzün haberleşme çağında tüm haberleşme araçları bu amaca hizmet ettirilir. Gazete ve televizyonun, sahnenin ve sinemanın bilimcinin anlattıklarının halka ulaşmayacak bir şekilde kurgulanmsı ve disipline edilmesi şarttır. Toplumda bilime yakın kesimlerin etkisizleştirilmesi, toplumu din masalıyla yönetmek isteyenlerin en önemli zorunlulukları arasındadır. O kesim, karalamalar, iftiralar, hatta hafife alma ve alayla saygınlık kaybına uğratılır, mümkünse elindeki ekonomik imkânları kısıtlanır. O kesimin içinde de akıl dışı propagandanın yapılmasına gayret edilir. Yalanın rahat kucağı toplumu çevreler, uyuşturur ,uyutur ve nihayet boğar.

 

Bu manzara tanıdık geldi mi sizlere sevgili okurlarım? Şehitlerimizin niçin öldüklerini tahmin edebiliyor musunuz? Açık değil mi? Ben Amerika'ya bilim yapmaya giderken düşüncemi onlardan alamıyorum. Onlar arasında da belki benim yapmak istediğimi yapmak isteyenler vardı. Belki de çocuklarını bu yönde yetiştirmek isteyenler vardı. Bu hayalleri onların elinden alanlara büyük bir öfke duyuyorum. «Ülkem akıllıca yönetilemez mi?» diye kendime soruyorum. Büyük Gauss'un bir matematik problemi hakkında bir kez dediği gibi, cevap belli de, o cevaba nasıl ulaşılabileceği bence bir muamma. Gelin şunu hep birlikte halledelim.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.