Gönderi tarihi: 25 Ekim , 2007 17 yıl Günümüzde dinsel radikal örgütler, eylem ve söylemleriyle İslamı, 'kan, gözyaşı ve cihat dinine' dönüştürdü... Kanla aptes alanlar... Bölgesinde, "laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti" olma özelliği ile dikkat çeken Türkiye, özellikle 1980'li yılların başından itibaren dış güçlerin yoğun girişimleriyle dinci terörle karşı karşıya bırakıldı. Bu örgütlere de finanstan lojistiğe kadar birçok alandaki destek esirgenmedi. Dinci yapılanmalar "irtica" üst başlığı altında, radikal dini örgütler, dini gruplar ve tarikatlar olarak resmi kayıtlara geçirildi. Çalışmada ağırlıklı olarak irdelenenler, şiddet ve silaha başvuran dinci terör örgütleri oldu. Ancak güvenlik birimleri raporlarında teröre bulaşmamış olmakla birlikte, söylem ve hareketleriyle dikkat çekici ve izlenmesi gerektiğine işaret edilen dini yapılanmalara da yer verildi. 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılın ilk yarısında Mısır'da ilk temelleri atılmaya başlanan dinci örgütlenmeler Türkiye'de tarikat ve cemaatler içerisinde filizlendi. 1979 İran İslam Devrimi ile birlikte cesaretlenen bu dinci örgütlerin eylemsel hareketleri de ivme kazandı. Özellikle Müslüman Kardeşler Örgütü ve radikal din eksenli Ortadoğu kaynaklı yayınların Türkçeye çevrilmesiyle birlikte eylemsel süreç tırmanışa geçti. Öyle ki, Mevlana ve Hacı Bektaş Veli 'nin sevgi ve kardeşlik dini olarak nitelendirdiği İslam, artık İran'ın etkisiyle "kan, gözyaşı ve cihat dinine" dönüşmüştü. GÖRMEZDEN GELİNDİ Başbakan Recep Tayyip Erdoğan "Ilımlı İslam dediğiniz zaman alternatifi çıkar, o da ılımsız İslamdır!" diyerek İslamın aşırılıkları reddettiğini savunagelse de "dinden beslenen" örgütler cihat adına kan dökmüştü. Özellikle 1980'li yıllar ile 1990'lı yıllardaki çatışma koşullarının yarattığı zeminden yararlanarak güç kazanan dinci örgütleri, kimi zaman PKK karşısında dalgakıran görevi üstlenmesi nedeniyle "görmezden" gelindiği oldu. "İslam devletini" kurup kendisini "halife" ilan edenler, Allah adına "parti" kurarak domuzbağlarıyla insanları katledenler de... Nihai amaçları İslam esaslarına dayalı bir devlet kurmak ve Atatürk Cumhuriyeti'ni yok etmek olan örgütler, son yıllarda "aktif" görünmeseler de bulacakları ilk fırsatta yeniden gün yüzüne çıkacakları kendi iç değerlendirmelerinde de yer alıyor. Örneğin Beykoz operasyonunun ardından çöktüğü belirtilen Hizbullah'ın kendisini sorguladığı kitaptaki, "Cemaatin mevcut varlığı son bulsa veya yok edilse dahi, bu mücadeleyi onların çocukları ve onlardan sonra gelenler devralacaktır" cümlesi bu kapsamda dikkat çekici. TÜRKİYE'NİN RESTİNİ GÖREN ÖRGÜT Türkiye, 15 Kasım 2003 tarihinde İstanbul'da Neve Şalom ve Beth İsrael sinagoglarına yönelik saldırı ile sarsıldı. Saldırıda, 25 kişi yaşamını yitirirken 302 kişi yaralandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , "Bu mesajı ayağımın altına alıyorum" diyerek saldırıyı küçümseme yolunu seçti. Ancak, Erdoğan'ın bu açıklamasının ardından 20 Kasım'da HSBC Genel Müdürlük binası ile 3 dakika sonra da İstiklal Caddesi'ndeki İngiliz Konsolosluğu önünde ilk saldırıların benzer şeklinde bomba yüklü kamyonetle saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırıda 31 kişi yaşamını yitirirken 480 kişi yaralandı. Başbakan Erdoğan'ın "restini" gören Usame bin Ladin liderliğindeki El Kaide'nin Türkiye yapılanması idi. Türkiye grubu Habib Akdaş liderliğinde oluşturuldu. Türkiye grubundan önce, çatı örgüt olan El Kaide'yi irdelemek yararlı olacak. El Kaide, yapılanması, eylemleri, uluslararası faaliyetleri dikkate alındığında, Hizbullah gibi klasik terör örgütlerinden farklı özelliklere sahip bir organizasyona sahip. Örgütün lideri Ladin. Örgütte merkez-yönetici-yönlendirici kadro olarak nitelendirilebilecek, Ladin'in başkanlığı yaptığı Ayman El Zevahiri ve ölmeden önce Muhammed Atef gibi şahısların katıldığı danışma kurulu benzeri şûrası bulunuyor. Bu üst yönetim dışında, "çokuluslu hücreler, mücahitler-mücahit gruplar ve bölgesel-yerel örgütlenmeler" yer alıyor. DÜNYAYA YAYILMIŞ HÜCRELER Çokuluslu hücreler, örgüt tarafından kamplarda özel eğitim verilmiş üyelerden oluşan ve dünyanın birçok ülkesine dağılmış değişik milletlere üye küçük gruplardan oluşuyor. Bu hücrelerin uzun süre planlı çalışmalar yaptıkları, eylem hedefi, eylem zamanı ve eylem malzemelerini çoğu zaman kendilerinin temin ettiği yarı bağımsız veya tam bağımsız olarak da faaliyet gösteriyorlar. Mücahit gruplar ise Afgan-Rus savaşından bu yana askeri ve dini eğitim alan veya savaşlara bizzat katılmak amacıyla dünyanın birçok ülkesinden sözde cihat bölgelerine (Afganistan, Bosna-Hersek, Çeçenistan, Filistin gibi) giden ve bu bölgelerde bizzat çatışmalara katılan militanlardan oluşuyor. Bölgesel ve yerel grup örgütler ise değişik İslam ülkelerinde kendi olanaklarıyla yerel bazda kurulmuş ve faaliyet gösteren dinci grup ve örgütlerden meydana geliyor. İstanbul saldırılarını düzenleyen Habib Akdaş liderliğindeki El Kaide'nin Türkiye yapısı, ana El Kaide örgütlenmesi içerisinde hem yerel grup örgütü hem de mücahitler grubu olarak karma bir yapı gösteriyor. Türkiye grubunun şûra heyeti, Habib Akdaş liderliğinde Gürcan Baç, Harun İlhan, Adnan Ersöz ve Baki Yiğit üst düzey konumda faaliyet gösterdi. Örgüt yapılanması içerisindeki en önemli özellik olarak akrabalık bağı öne çıkarken akrabaların özellikle eylem sürecinde bilerek ya da bilmeyerek lojistik destek sağladığı da belirlendi. İstanbul saldırılarında kullanılan araçlardan birisinin örgüt yöneticisi Feridun Uğurlu 'nun babasına, diğerinin ise Azat Ekinci 'nin abisi üzerine kayıtlı olduğu saptanmıştı.
Gönderi tarihi: 25 Ekim , 2007 17 yıl Yazar EL KAİDE Hedef İslam devleti kurmak Türkiye yapılanması ile El Kaide arasında ciddi benzerlikler dikkat çekiyor. Örneğin El Kaide örgütüne girebilmek için "biat" adında bir bağlılık yemini edilmekte ayrıca üyelerin bilgi sızdırmalarını engellemek amacıyla düzenli olarak iç soruşturma yapılıyor. Türkiye grubu da üyelerine örgütsel faaliyetlere dahil ederken lider Habib Akdaş'ın da benzer bir biat yemini ettirdiğini yakalanan militanlar ifadelerinde anlatmıştı. El Kaide'nin amacı, "bütün Müslümanları birleştirerek halifelik yönetiminde Ortadoğu'da bir İslam devleti kurmak" ve "lokal isyanlarda yer almış tüm dünyadaki mücahitleri bir araya getirip onları tek bir İslam devleti yaratmayı hedefleyen uluslararası savaşa yöneltmek" olarak açıklanabilir. Örgüt bu amaca yönelirken ABD, İsrail ve müttefiklerinin ekonomik ve psikolojik olarak çökertilmesi stratejisini izliyor.
Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2007 17 yıl Yazar Ayrılıkları pekiştirenlere, ayrılıkları devletin temel yasasında değişmez dogmalara dönüştürmek isteyenlere karşı durmalı... Bu radikal İslamın tarifi ne?... *Anayasa değişikliğinin asıl amacı türban, din değil; asıl amaç Türkiye'yi önce özerk bölgelere sonra da ayrı ayrı federal devletlerden oluşan yeni bir devlete dönüştürmek. Bu amacı en iyi bizim sivillere Amerikan devletinin parasını akıtan NED operatörleri anlatıyor ve "Birçok ülkede, demokratik gelişmeler, otoritenin merkezi rejimlerden alınmasını ve yeni seçilmiş bölgesel ve yerel yönetimlere verilmesini teşvik etmektedir" diye ilan ediyorlardı. Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım , AKP tarafından hazırlatılan anayasa değişikliğinin asıl amacının türban ya da din olmadığını savunarak "Asıl amaç, Türkiye'yi önce özerk bölgelere sonra da ayrı ayrı federal devletlerden oluşan yeni bir devlete dönüştürmek" dedi. Ayrılıkları pekiştirenlere, ayrılıkları devletin temel yasasında değişmez dogmalara dönüştürmek isteyenlere karşı durulması gerektiğini kaydeden Yıldırım, "Bir yerli vakıfta anayasadan ' Türk ' sözcüğünün çıkarılmasının istenmesinin anlamı açıktır! Kısaca, varlığımızı tartışıyoruz... En tehlikeli durum budur" görüşünü dile getirdi. Mustafa Yıldırım, yeni anayasa değişikliği taslağı ile birlikte yaratılan tartışma ortamıyla ilgili sorularımıza şu yanıtları verdi: - AKP'nin son hazırlattığı anayasa taslağının arka planında görünen nedir sizce? - Anayasa değişikliğinin asıl amacı türban, din değil; asıl amaç Türkiye'yi önce özerk bölgelere sonra da ayrı ayrı federal devletlerden oluşan yeni bir devlete dönüştürmek. Bu amacı en iyi bizim sivillere Amerikan devletinin parasını akıtan NED operatörleri anlatıyor ve " Birçok ülkede, demokratik gelişmeler, otoritenin merkezi rejimlerden alınmasını ve yeni seçilmiş bölgesel ve yerel yönetimlere verilmesini teşvik etmektedir" diye ilan ediyorlardı. Operasyonu daha açık ilan edense Paul Bernard Henze oldu. Amerikan güdümlü Turancıların örgütü SOTA'nın danışmanlığını yapan Henze, aynı örgütün yayınında çok açık yazıyor: "Ülkenin toparlanması devresi olan Cumhuriyet'in ilk yıllarında tam bir merkeziyetçi idare biçimi günümüz gereksinimlerini karşılayamaz durumdadır." Ulusal devleti yıkma - Bu yaklaşıma, "demokrasinin topluma yayılması için devlet reformu isteği" diyorlar, değil mi? - ABD'nin ulusal devleti yıkma isteğini açıklamaya bu sözler yeter, ama Henze daha da açık olarak, "Türklerin, çağdaş dünyada siyasal yönden en başarılı ve gelişmiş ülkelerin federasyon düzeniyle yönetilenler olduğunu düşünmeye başlamaları gerekir" diyor ve aydınlara da federasyon düşüncesini yayma görevi veriyordu: " Türkiye Cumhuriyeti'nde bu türlü değişimleri oluşturabilecek düzenlemeler, Türk aydınlarının ve siyasetçilerinin gündemlerinin başında yer almalıdır. Belki bu tür temel bir düzenlemenin yapılabilmesi için, 20. yüzyılın sonunda Türkiye'nin içine sürüklendiği bunalımın biraz daha da kötüleşmesi gerekecektir." Şimdi Henze'nin, 1997 öncesi kanlı karıştırma döneminde CIA Türkiye istasyon şefi olduğunu, NED örgütlerini Türkiye'ye ilk sokan Forumcularla işbirliği yaptığını düşünürsek onun sözlerini ciddiye almak gerekir. - Bu istek, gündelik siyasete nasıl yansıdı? - Çok örnek verilebilir; ama AKP İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu 'nun 2002 seçiminden hemen sonra söylediklerini anımsatayım: "Olursa her ilde bir yönetici olacak, o da seçimle gelecek. Şu andaki gibi atanmış vali ve seçilmiş belediye başkanı birlikte olmayacak. Bu konuda partide Araştırma Geliştirme Bölümü çalışıyor" diyordu Aksu. Türkiye'de bu tür yaklaşımı demokrasinin güçlenmesi olarak yutturanlara karşı Aksu daha iyi bir planı açıklıyordu: "En iddialı projelerimizden biri de her il ve ilçede bir nevi ' yerel parlamento ' olarak adlandırılabilecek çalışma sistemi kurmak." - AKP'nin 2003'te gündeme getirdiği, Türkiye'nin idari yapısını altüst etmeyi öngören kamu yönetimi reformu bir anlamda... - Haklısınız, kamu yönetimi reformu ve öteki yabancıya mülk edindirme, yabancılara örgüt açma hakları verilmesi altyapıya uygun yasalardı. Ancak bunları öyle kendileri bulmuş değiller. Hemen her projede olduğu gibi onca resmi dolarla ve onca sivil projeyle yaptıkları yalnızca ABD'yi kopyalamaktır: İllere, bölgelere büyük yetkiler vermek, il meclislerini donatmak, seçilmiş valiler; yerele bırakılmış güvenlik kurumları... Neredeki gibi? Tıpkı ABD'de olduğu gibi. ABD'deki federal devletçiklerin yapısı ne ise, onun kopyasını Türkiye'de istiyorlar. Bizdeki politikacılar yıllardır Türkiye Ankara'dan yönetilemez, diye diye bu tuzağa düştüler. Düşünce önce akıllara sızdırılıyor; sonra üstüne bilimsel kılıf dikiliyor. - AKP de bu temel değişikliğe uygun ılımlı İslam mı istiyor? - İslam demek hata olur. ABD ve Batı Avrupa, Yunanistan ne istiyorsa onu istiyorlar. Bunu en iyi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , eyalet sistemi düşündüklerini, Kemalizmin ve resmi ideolojinin geçersiz olduğunu, kendi deyişiyle değiştiği bir dönemde, yani 2002 seçiminden sonra belirtiyordu. Daha önce de yerel iktidarlar istemişti. Burada "İslam" diyerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal ve tekli devlet yapısını değiştirmenin, hem de bir daha geri döndürülemez biçimde değiştirmenin programını uyguluyorlar. Bir yanıyla toplum içinde çatlaklık, öte yanda devletin varlık ilkelerinin çürütülmesi. - ABD hem bir yandan tüm dinlere sahip çıkıyor, ama öbür yandan da dinsel terörün en büyük mağduru olduğunu söylüyor ve dinsel teröre karşı en sert yaptırımları getirme yanlısı gözüküyor. Bu bir çelişki değil mi? - Dalavereci oyun kurar da o oyun hayatın gerçeğine her zaman uymaz. Hep defoludur. İnsanlar akıllı değilse, gözleri kapanmışsa, bunun farkına varmaz. Kuşkusuz bir çelişki var ortada. Şimdi genel bir terör tanımı dışında uluslararası terör tanımı getiriliyor. Uluslararası terör ne demek? Önce bize bunu filmlerle sundular: Rusya dağılıyor, nükleer silahlar var, çeteler kuruluyor, o silahları o çeteler ele geçiriyor filan... Öncesi böyle... Sonra nereye çevrildi? İslam terörüne çevrildi. Uluslararası terör dediği zaman radikal İslam diyor. Bu radikal İslamın tarifi ne? Bir tek Usame bin Ladin mi? Ya da bir tek Hamas mı? Irak'taki ne peki? Propaganda çok belli: İşgale, kolonileşmeye kim karşı çıkarsa, yeter ki o ülke Müslüman ülke olsun ya da Müslümanın çoğunlukta olduğu bir ülke olsun, ona terör diyor. Uluslararası bu işgale karşı çıkan herkes bir kere terörist. Eskiden komünistti, şimdi terörist. Eskiden anarşistti, şimdi terörist... - Kandırmaca sürüyor anlaşılan... - Tam bir üç kâğıt... Bu tarz değişmiyor. Türkiye'de diyelim ki bağımsızlığı savunuyorsunuz. Kemalistsiniz. Tam bağımsızlık, onur diyorsunuz. Size ne diyecek şimdi? Size kestirmeden "aşırı milliyetçi" diyecektir. Diyor da zaten. Propaganda bunun üzerine kuruluyor. Siz bağımsızlığa yönelik her türlü tehdide, ekonomik bile olsa karşı çıktığınız anda aşırı milliyetçi olmuş oluyorsunuz. "Ey Müslümanlar kalkın, bir bakın neler oluyor" dendiği zaman da İslamcı terörist diyor. Hatta o kadar ileri götürdüler ki, "İslami faşizm" dediler. Bakın radikal terör filan demiyor. ABD'ye ve AB'ye düşünceyle karşı çıkınca "Bunlar İslam faşisti" diyor. Direnen herkesi kendi toplumundan yalıtmaya çalışıyor. Sen de Müslümansın, ama bak o faşist Müslüman, diyor. İslam teröristi diyor. Bu çok palavra bir şey, ama kolay yutulan da bir şey. Sırası gelmişken belirteyim ki, bugün ABD ile içli dışlı olanlar Taliban'ı ve Usame bin Ladin'in durumunu anımsasınlar. Onlar da bir zaman ABD'nin en yakın ortaklarıydı ve hatta ABD onlara göre İslamiyeti savunuyordu. Ders alına! Anayasadaki egemenlik tanımı - Yine güncele, anayasa taslağına dönersek. Bütün bu anlattıklarınız orada yerini buluyor mu? - Modern yaşayan, dine bile inanmayan insanlar bile şimdi ne oldu? Aynı koalisyonda buluştular. Nerede birleşiyorlar? Türkiye Cumhuriyeti'nin yok olmasında birlik halindeler. Şimdiye değin belediyeler, ekonomi ve idari anlamda her türlü yasa çıkarılmış, Türkiye serbest dolaşılan bir bölge olmuştur. Yabancılar mülk alabiliyor, koloniler kurabiliyorlar ülkemizde. Bunların hepsi hazırlanmış, ama bir engel var? Yasaların üzerinde bir anayasa var. İşte asıl engel o yasa. Egemenlik diye bir şey var. Meclis' in egemenliği değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemenliği! Türklerin egemenliği diye bir şey var. AB tartışmalarında hep bu egemenlikten yakındılar. Anayasadaki egemenlik tanımı, AB'nin bazı dayatmalarını kabullenmeye engel oluyordu. Egemenlikten biraz vazgeçmek istekleri böyle çıktı. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı, federe devletlerden oluşan bir Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na dönüştürmek istiyorlar. Konu, bu yönüyle ve bu iş için oluşturulmuş sivil-dinci şebekenin eylemleri, bu eylemlere izin veren devlet kurumları bağlamında tartışılıp " Önce tam bağımsızlık, sonra anayasa " denilecekken birden türbana, Malezya olur muyuz gibi şaşırtıcı, saptırıcı tartışmalara kapılınıyor. Bağımsızlık yanlılarının önemli bir bölümü de tuzağa düşüyor. Birdenbire din hürriyetinin Türkiye'de kısıtlandığı üzerine kuruluyor tartışmalar. Oysa, açıkça karşı çıkılması gereken Türkiye'de federal bir devlete doğru dönüşü sağlayacak değişikliklerin tümüne karşı savaşım vermektir. Çıplak gerçek - O anayasa taslağını hazırlayanlar için kimi saptamalarınızı kamuoyuyla paylaştığınızı da biliyoruz... - Örümcek ağındaki bütün projeleri alt alta nasıl yazarsanız yazın; ayrı ayrı örgütler, vakıflar, belediye birlikleri, hepsi ama hepsi; insan haklarına, din hürriyetine, özelleştirmeye, azınlık haklarına, yerel özerkliklere, ABD'nin Ortadoğu'da işgal projelerine sahip çıkmak savıyla çalıştıklarını görürsünüz. İnsan özgürlüğüyle, üstüne terimlerle bezenmiş olan bu savların altına baktığınızda çıplak gerçekle karşılaşırsınız. - Onca çalışmayla örtülen nedir? - Özellikle TESEV'in açıklamalarına bakmak yeter de artar. TESEV'i yöneten eski büyükelçi, Amerika Irak'ı işgal ederken televizyona çıkıp aynen şöyle dedi: " Bir sivil toplum lideri olarak diyorum ki: Türkiye'nin yeri, açıkça söylüyorum, stratejik müttefikinin yanıdır. " Bu şebekenin, ilişki kurduğu, görüşme değil, parayla pulla, ortak düşünce oluşturma adı altında programlarla iç içe çalıştıkları Amerikan örgütleri var, İsrail yandaşı örgütler, Batı Avrupa'dan, özellikle Almanya'dan ve Yunanistan'dan örgütler var! Bir bütünlüğü olan ve eşgüdüm altında işleyen bir sistemden söz ediyorum. Ilımlı İslamdan, türbandan değil; tümüyle bir işgal sisteminden, devleti federasyonlaştırma girişiminden söz ediyorum. - Taslak çalışmalarında Ergun Özbudun adı öne çıkıyor. - Ergun Özbudun, değerli bir profesör; ama kendi kitaplarında Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm ilkelerini çok iyi savunmuş değerli bir hukukçuydu. Beni en çok şaşırtan böyle bir kariyeri olan hukukçumuzun Amerikan örgütündeki yeri oldu. CIPE, Amerikan Ticaret Odası'nın kurduğu, yani Amerikan işadamlarının kurduğu bir örgüttür. Örümcek ağını kuran merkez örgütlerden birdir. Ankara'da bir şube ya da büro açıyorlar, ikinci direktör kim? Ergun Özbudun! ANAP'lılar Alman örgütleri ile işbirliği içinde Türk Demokrasi Vakfı'nı kuruyorlar; ABD örgütü NED ve bağlı örgütlerle birlikte çalışıyorlar. Vakfın kurucularından biri kim? Ergun Özbudun. Kuruluş döneminde vakfın yöneticilerinden biri kim? Atilla Yayla. Ne yapıyor? Liberal enternasyonalin merkezi Atlas Vakfı ile birlikte çalışıyor; AB'den, Katolik örgütlerden para alıp demokrasicilik oynuyorlar. Bir yandan tarikat, öbür yandan liberalizm, öbür yandan İsrail, öte yanda Washington, beri yanda Avrupa ve Ortadoğu'nun, Asya'nın Kafkasya'nın işgal projesi. Bunun dinle de, cumhuriyetimizin anayasası ile de esastan bir bağı olamaz. Din burada yalnızca kullanılan ve dağıtmak üzere, çatışma üzere kullanılan bir olgu. ______________________________ ______________________________ Kaynak: Cumhuriyet 26.10.2007
Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2007 17 yıl sapla samanı bir birine karıştırmayın. degeri kişilere göre degil, kişileri degere göre degerlendirin. kaş yapayım derken göz çıkarmayın....... biz vatanı savunan şehitler vermeye devam ederken, kim oldugu, ne yaptıgı, niçin yaptıgı belli bile olmaya, tartışmlı kimileri için degerlerimize dil uzatmayın.. Türk, özgür ve müslümandır, ecdat bunu birilerinin beynine çok iyi kazımışdır. o birileri ki Türk denince müslümandan başka bişi söylemez, anlamaz bu topraklarda hangi insan olursa olsun birileri onları tek adla anmışdır uzun yıllarca; müslüman/Türk ve ya Türk/Müslüman.. Müslümanlar vatanı için savaşır ve şehit düşer, bu bizim en temel degerimiz olan İslam'ın vaazıdır, Cihat fikrini yalanlayanları iyi bellemek lazım... hakikati gerçek olanla kıyas edin...
Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2007 17 yıl Yazar Aydınları katleden örgüt İslami Hareket Resmi kayıtlara Türkiye'nin ilk " Hizbullah "ı olarak 1983'te İstanbul/Kasımpaşa'da kurulu örgüt düşülmüştü. Hırsızlık ve gasp suçlarını işleyen ve çökertilen bu örgüt daha sonra " İslami Hareket " olarak canlanmış ve aydınlara yönelik suikastları gerçekleştirmişti. İslami Hareket örgütü, " Hüseyin Galip " kod adlı İrfan Çağrıcı ve arkadaşları tarafından 1987'de Batman'da kuruldu. Örgüt, adını aydınlara yönelik suikastlar ile duyurdu. " Resmi " ilk Hizbullah'ın uzantısı olan örgütün deşifresi de hayli ilginçti. Yazar Turan Dursun 'un katledilmesinin ardından suikastta kullanılan silahın içinde bulunduğu bir otomobil İstanbul emniyeti önünde terk edildi. Yapılan çalışmalar sonucunda örgüt militanlarının hırsızlık suçundan sabıkalı oldukları anlaşıldı. Özünde tüm dinci örgütler gibi İslam devleti kurma amacını taşıyan örgütün stratejisine göre, kadrolaşmadan " silahlı savaşa " kadar toplam 25 yıl sonunda İslam devleti kurulacaktı. 1990'lı yıllarda örgütü yönetecek şûrada Mehmet Kaya, Hüsnü Yazgan, Ramazan Aytunç, Şefik Polat, Ömer Faruk Baş, İhsan Deniz, Zübeyir Gümüş, İrfan Çağrıcı, Ekrem Baytap ve Abdullah Yiğit isimleri yer aldı. Örgüt, genel şûra, yasama şûrası ve icra şûrasından oluşuyordu. İcra şûrasında yer alan liderlerin teknik ve ameliyat timleri bulunuyordu. Bu timlerde, bomba ve suikast konusunda eğitimli örgüt üyeleri yer alıyordu. " Ameliyat timleri "ndekiler ise silahlı eylemleri gerçekleştiren militanlardan oluşuyordu. Örgüt üyelerinin İran Kum kentinde askeri eğitim aldıkları saptandı. Turan Dursun cinayetinde kullanılan silahın Almanya tarafından İran'a satıldığı da ortaya çıktı. Örgütün ismi, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç 'in 7 Mart 1990 yılında öldürülmesi ile duyuldu. İran'da eğitilen militanlar Türkiye'ye kaçan " devrim " karşıtlarına yönelik eylemlere de katıldılar. Yazar Turan Dursun'un 4 Eylül 1990 tarihinde öldürülmesi eylemi de örgüt lideri İrfan Çağrıcı 'nın talimatıyla gerçekleştirildi. 24 Temmuz 2000 tarihinde Çağrıcı ve 4 arkadaşı, idam cezasına mahkûm edildi. Bugüne değin örgütün üstlendiği herhangi bir saldırı eylemi olmadı.
Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2007 17 yıl Bu bilgileri doğrulayan çok küçük bir ipucu vereceğim: Bu adamların İran tarafından beyinlerinin yıkandığının en önemli göstergesi "ameliyat" sözcüğünü kullanmalarıdır. İran'da bu sözcük "operasyon" sözcüğünün eş anlamlısı olarak kullanılır. Türkiye'de bir sokak ropörtajı yapın, ameliyat deyince bir tek kişi cerrahi girişim yerine askeri operasyon anlamını anlamayacaktır. Bu adamlar tamamen İran askeri uzmanlarınca beyin yıkamasına tabi tutulmuş. Herhalde sözcüğü tartışmadığım, ipucunun gösterdiği konuya dikkat çektiğim anlaşılacak ve parmağa değil gösterdiği yöne bakılacaktır diyorum. Son zamanlarda legaliteden faydalanma yolları arıyorlar. Silahlı bir kalkışmanın kotarılamayacağı anlaşıldı. Bu plan ertelendi ve zeminin daha iyi hazırlanması gerektiğini anladılar. Yeni bir zemin planlıyorlar. Dini ve etnik bölücülüğü himaye edip besleyen, Atatürk akılcılığını dışlayan bir anayasal zemin kotarırlarsa, çatışmanın zemini daha iyi hazırlanabilecek...
Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2007 17 yıl Yazar Türkiye'de Hizbullah adıyla resmi kayıtlara geçen ilk örgüt, Güneydoğu menşeli 1983 yılında İstanbul'da kurulan Kasımpaşa... 'Allah adına parti kuran' Hizbullah *Hizbullah ismi ilk kez 1973 yılında Kum kentinde kurulan ve sonradan İran İslam devrimine öncülük edecek köktendinci hareketin, aynı yıl içinde tutuklu bulunduğu Tahran cezaevinde ölen lideri Ayetullah Mahmut Gaffari'nin "Bir tek parti vardır, o da Hizbullah'tır. O bir ruh gibidir, her yerdedir veya hibçir yerde değildir" sloganıyla dillendirildi. Türkiye'nin " mezar evleri ve domuzbağlarıyla " yüzleştiği Hizbullah'ın kelime anlamı "Allah'ın yolu, taraftarları, Allah'ın partisi" gibi anlamlar taşıyor. Örgütsel anlamda ise "Allah adına İslam uğruna" gruplaşma olarak ifade ediliyor. Yakalanan örgüt üyeleri ise kendilerini " Allah'ın askerleri " diye tanıtıyor. Hizbullahçıların başvuru kitabı niteliğindeki Ali Korani 'nin Mücadelede " İslami Hizbullahi Yol " adlı kitapta Hizbullah, "Allah için kıyam eden, onun için gruplaşan ve küfür, nifak ve şeytan hiziplerinden olan düşmanlarına karşı mücadele edenler olarak" açıklanıyor. Mollalardan Türkiye'ye ihraç Hizbullah'ın da tebliğ ve cemaat aşamasından sonra ulaştığını düşündüğü cihadi düşüncedeki ilk yapılanma 1920'lerde Mısırlı Hasan el Benna 'nın kurduğu Ihvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) örgütüdür. Bunu 1940'lı yılların başında Şii molla Seyyid Muhammed Nevab-ı Sefavi 'nin önderliğinde İran'da kurulan İslamın Fedaileri örgütü izledi. İlk Hizbullah Kasımpaşa'da Hizbullah ismi ilk kez 1973 yılında Kum kentinde kurulan ve sonradan İran İslam devrimine öncülük edecek köktendinci hareketin, aynı yıl içinde tutuklu bulunduğu Tahran cezaevinde ölen lideri Ayetullah Mahmut Gaffari 'nin "Bir tek parti vardır, o da Hizbullah'tır. O bir ruh gibidir, her yerdedir veya hiçbir yerde değildir" sloganıyla dillendirildi. Türkiye'de ise Hizbullah adıyla resmi kayıtlara geçen ilk örgüt, Güneydoğu menşeli 1983 yılında İstanbul'da kurulan Kasımpaşa Hizbullahı idi. 1983-84 yılları arasında 19 gasp eylemi gerçekleştiren örgüt mensuplarının tümü 1984 yılında yakalanarak örgüt çökertildi. Ancak, örgüt İslami Hareket olarak yeniden canlandı. İranlı mollalarca ortaya konulan Hizbullah, 1979 İran devriminden sonra Ortadoğu ülkelerinde de taraftar bulmaya başladı. İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'nın 154. maddesi ile resmiyet kazanan devrim ihracı politikası, dışişleri bakanlığı bünyesinde kurulan Bağlantı ve Lojistik Destek Merkezleri ile Türkiye'de ve Ortadoğuda'ki Hizbullahçı hareketler desteklenmek suretiyle pratiğe geçirilmiş oldu. İran ivme kazandırdı Türkiye'de, İran cumhuriyetinin kurulmasından sonra o güne kadar cemaatleşme ve tarikatlaşma şeklinde faaliyet gösteren bazı irticai gruplar da geleneksel İslamcı yorum yerine Hizbullahçı görüşü benimsedi. Güneydoğu bölgesinde 1980'li yıllarda PKK terör örgütünün varlığı, eylemlerine yönelik tepkiler Hizbullah'a bölgede taraftar kazandırdı. PKK ile çatışmaya girişen örgüte " devletin " göz yumduğu ve dalgakıran olarak algıladığı ve göz yumulduğu değerlendirmeleri de yapıldı. Bölgede görev yapan üst düzey yetkililer ileriki yıllarda bu durumu " devletin kendisi değil, içindeki bazıları " böyle algıladı açıklamalarını yaptılar. Kitabevlerinden mezar evlere 1979-1980 yıllarında çeşitli illerde dini yayınların satıldığı kitabevlerinde radikal dini görüşlere sahip kesimlerin bir araya gelmesi yoğunlaştı. Bu kapsamda Diyarbakır'da ilk toparlanma Vahdet Kitabevi çevresinde oluştu. Abdulvahap Ekinci 'ye ait bu kitabevindeki faaliyetlere sonradan kendi kitabevleri ve gruplarını kuracak olan Fidan Güngör ve Hüseyin Velioğlu katılmıştır. Gidilecek yoldaki izlenecek yöntemler konusundaki tartışmalar yapı içerisinde kopmalara yol açtı. İlk olarak 1981 yılında Fidan Güngör, Menzil Kitabevi'ni kurdu ve bununla birlikte Vahdet çevresinden kopuşlar hız kazandı. Milli Türk Talebe Birliği ile Milli Selamet Partisi'nin gençlik kolu Akıncılar Derneği içerisinde de yer almış olan Hüseyin Velioğlu da 1982 yılında Vahdet çevresinden ayrılarak İlim Kitabevi'ni kurdu. 1983 yılından sonra İlim ve Menzil grupları, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Hizbullah oluşumunun etkin grupları haline gelerek kendi kitabevleri çevresindeki çalışmalarının yanı sıra birbirleri ile dayanışma içerisinde faaliyetlerini sürdürdüler. 1987 yılıyla birlikte gruplar arasında başlayan fikir ayrılıkları kısa zaman içerisinde daha da belirginleşti. Velioğlu önderliğindeki İlim Grubu, karşılarına çıkan bir engel olarak PKK örgütünün kendi mensuplarına yönelik silahlı eylemlere başlamasını gerekçe göstererek karşı bir mücadeleye başlamasının gerekliliğinden hareket edip örgütle mücadele başlamıştır. İlim Grubu'nda, İran ve Humeyni devrimi, izlenecek stratejide bir model olarak benimsenmesine karşın düşünce temelinde Mısır'daki Müslüman Kardeşler örgütünün hareket tarzının etkisi büyük ölçüde hissedildi. Hizbullah'ı oluşturan İlim ve Menzil gruplarının amacı, "şeri hükümlerle yönetilen bir Kürt İslam Devleti" kurmaktı. Bu amaç doğrultusunda, " şeriat önce yaşanılan eve, sonra köye, ilçeye, ile sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu sonra da tüm Türkiye'ye " getirilecekti. Kimi kayıtlarda amacın bir Kürt İslam devleti olduğu belirtilirken Hizbullah ana davasının iddianamesinde, "Hizbullah Güneydoğu kaynaklı ve mensuplarının tamamına yakını Kürt kökenli olması nedeniyle yıllardır bilinenin tersine ırk olgusunu kabul etmez" değerlendirmesi dikkat çekiyordu. Buna göre, Hizbullah, "İslam ümmetini İslam ülkesinin bir üyesi yapan akidesinin dışında bir milliyeti yoktur" anlayışındaydı. Türkiye'de Hizbullah denince 17 Ocak 2000 operasyonunda öldürülünceye kadar liderliğini Hüseyin Velioğlu'nun yaptığı İlim Grubu akla gelir. 1955 Mardin doğumlu Velioğlu, 1980 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olmuştu. Hizbullah'ın örgüt yapılanmasında pramit sistemine uygun olarak en tepede lider yer alırken bunlar " siyasi " ve " dini lider " olarak ayrılıyordu. Bunların altında örgütün önde gelen isimlerinden oluşturulmuş merkez komitesi işlevi de gören, örgütle ilgili kararların tartışıldığı ve alındığı mekanizma olan şûra bulunuyordu. Askeri kanat kendi içinde " birim sorumluları " ve " eylem timleri " olarak yer alırken siyasi kanat " yükseköğretim birimi, orta öğretim birimi" ve " halk birimi " alt birimlerden oluşuyordu. Halk birimi içerisinde cami sevdalıları, mahalle ve köy sorumluları bulunuyordu. Hizbullah'ın eylem türlerine bakıldığında en acımasız örgüt olarak karışımıza çıkıyor. Eylem türleri arasında, silahlı saldırı, kundaklama, satırla vurma, zincirleme, kezzap atma dikkat çekiyor. Örgütle özdeşleşen en acımasız eylem ise örgüt içerisinde " sığınak " olarak adlandırılan mezar evlerdeki sorgulamalardı. Örgüt aleyhindeki kişiler ile ajan olduğundan kuşkulandıkları kendi örgüt mensuplarının kaçırılıp, hapsedildiği son derece gizli yerlerdi. Hücre evleri ve cami zeminindeki toprak kazılarak yapılan sığınaklarda, kaçırılan kişiler zincire vurulup hapsedilip, sorgulanıyordu. Sığınaklar ise genellikle başka illerden getirilen ve sonra yakalansa bile bölgeyi tanıyıp gösteremeyecek militanlara kazdırılıyordu. Örgüt evlerinde yer alan sığınaklarda sorgulanan kişiler " domuzbağı " olarak nitelendirilen yöntemle boğularak öldürülüp, cesetleri kimi zaman araziye kimi zaman ise sığınaklar kazılarak infaz edildikleri eve gömülüyordu. 2000 yılında Türkiye genelinde yapılan operasyonlarda mezar evlerde domuzbağıyla öldürülen 100 dolayında cesete ulaşılmıştı. Örgüt finans gereksinimini, tüm örgüt mensuplarının gelirinin yüzde 10'u oranında alınan para, köylerde hasat zamanı mahsullerden alınan yüzde 10 pay, fidye veya cezalandırma amaçlı adam kaçırma ve tehdit yoluyla elde edilen haraç, kurban derileri ve zekâttan sağlıyordu. Ajan sızmayan tek örgüt Örgüt siyasi planda halkalar, askeri alanda ise eylem birimleri şeklinde yapılandığı için, örgüt üyesi kimin ast, kimin üst durumunda olduğunu bilemiyor ve sadece içinde bulunduğu hücreyi oluşturan şahısları ancak kod ismiyle tanıyordu. Örgüt, kurallara uymayan, örgütsel sırları deşifre ve örgüt faaliyetlerini riske eden, ajan olduğu konusunda en küçük kuşku duyduğu mensubunu anında sorgulayıp cezalandırıyordu. Hizbullah, içine gizli istihbarat elemanı sızmadığı ve arşivinin ele geçirildiği güne kadar çözülememiş tek örgüt olarak resmi kayıtlara geçirildi. Yıllarca " deşifre " edilememiş olan örgüt, 17 Ocak 2000 tarihinde liderinin öldürüldüğü Beykoz operasyonu ile ciddi anlamda güç kaybetti. Almanya'da yaşadığı düşünülen örgüt üst düzey yöneticilerinden İsa Altsoy 'un burada taban faaliyetini yürüttüğü değerlendiriliyor. Beykoz operasyonundan sonra hiçbir eylemde adı geçmeyen Hizbullah'ın tam olarak bitmediği ve bitmeyeceği, bir örgüt özeleştirisi niteliğini taşıyan ve 2004'te basılan "Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Önemli Kesitler" adlı kitapta net olarak ortaya konuluyor. Kitapta Velioğlu'nun da öldürüldüğü operasyonun rastlantı sonucu gerçekleştirildiği savunulurken "Cemaatin mevcut varlığı son bulsa veya yok edilse dahi, bu mücadeleyi onların çocukları ve onlardan sonra gelenler devralacaktır" değerlendirmesi de dikkat çekiyor.
Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2007 17 yıl bugün Türkiye de faaili meçhul cinayetlerde ölen insanların aileleri bile ikna etmeyen bir durum var ortada. yakalananları gerçek katil olarak bir türlü kabul edemiyorlar, dosyaların açılmasını istiyorlar. yani katledilenlerin ailelerini bile tatmin etmekden uzagız ... ***
Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2007 17 yıl Yazar Günümüzde dinsel radikal örgütler, eylem ve söylemleriyle İslamı, 'kan, gözyaşı ve cihat dinine' dönüştürdü... Hedef İslam devleti kurmak Ayrılıkları pekiştirenlere, ayrılıkları devletin temel yasasında değişmez dogmalara dönüştürmek isteyenlere karşı durmalı... Aydınları katleden örgüt İslami Hareket 'Allah adına parti kuran' Hizbullah Başlıklara bak... Birde kıvranarak verilen cevaplara... Takdir okuyucuların.... Bunlarla mücadele etmek herzamankinden daha zevkli... Ve herzamankinden daha onurlu... Ne mutlu bunu fark edebilene.. Ne mutlu doğmanın zincirinden kurtulabilen... Aydınlık yüreklere sahip olabilenlere....
Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2007 17 yıl Günümüzde dinsel radikal örgütler, eylem ve söylemleriyle İslamı, 'kan, gözyaşı ve cihat dinine' dönüştürdü... Hedef İslam devleti kurmak Ayrılıkları pekiştirenlere, ayrılıkları devletin temel yasasında değişmez dogmalara dönüştürmek isteyenlere karşı durmalı... Aydınları katleden örgüt İslami Hareket 'Allah adına parti kuran' Hizbullah Başlıklara bak... Birde kıvranarak verilen cevaplara... Takdir okuyucuların.... Bunlarla mücadele etmek herzamankinden daha zevkli... Ve herzamankinden daha onurlu... Ne mutlu bunu fark edebilene.. Ne mutlu doğmanın zincirinden kurtulabilen... Aydınlık yüreklere sahip olabilenlere.... Sayin DIPNOT: "Ne mutlu doğmanın zincirinden kurtulabilen... Aydınlık yüreklere sahip olabilenlere...." Cok guzel ifade! Bazi insanlar boyle bir sansa sahip ve doğmanın zincirinden kurtulabiliyorlar, digerleri malesef boyle bir sansa sahip olamiyorlar. Radikal Islam ortaminda dogup, buyuyen bir cocugun, radikal dusuncesinden kacabilmesi mumkun mu? Ortami degistirmekten baska bir care varmi? Bilmiyorum.
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.