Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Yapay Zeka - A.I. - Artificial Intelligence Akıllara zarar bir Spielberg klasiği

 

 

Durup durup bu filmi bir daha izliyorum. Son izlediğimde en iyi bilimkurgu seçmeye karar verdim. (Önceki bir numaram tabii ki Matrix'ti.)

 

Oyuncular: Haley Joel Osment, Jude Law ...

Yönetmen: Steven Spielberg

Tür: Sci-Fi & Fantasy - Bilim Kurgu

 

Daha film başlar başlamaz tanrı kavramına müthiş bir gönderme yapıyor. Bizim tasavvufta da olan insanın yaratılma amacının sevgi olduğunu söylüyor. Basit Amerikan ağzında konuşmalar oluyor ama sevgi kavramına bence önemli göndermelerde bulunuyorlar. Yani ben de zaten öyle paramadde, ruhsal yorumlar beklemiyorum, maddi somut yorumlar bekliyorum ve bunu karşılıyorlar. Bir sevgi ile başlayan insanın macerasının nerelere uzandığının tüyler ürperten öyküsü bu film. Baştaki o basit cinsellik üzerine gibi görünen sıradan konuşmalara hiç aldanmamak lazım. Zaten vurgu bu. Cinsellik olarak yorumlanan sıradan aşkın akıl almaz boyutlara ulaşmasını irdeliyor.

 

post-2-1191604409_thumb.jpg

 

Dinselin hemen ardından ahlaki bir soru soruyor. Soruyu soran zenci kadın fazla güzel sayılmaz ama inci gibi dişleri ve mükemmel bacakları var. Yine konu cinsellik üzerine gidecek gibi bir yanılgı veriyor bu görüntüler. Kadın sevginin getirdiği sorumluluk üzerinde duruyor fakat film bunun yanıtını veremeyeceğini baştan kabulleniyor. Fakat determinizme göndermeyi de patlatmaktan geri durmuyor.

 

Özetle: "Madem mümkün, kaçınamayız, yapacağız." Bu mükemmel bir teknolojik determinizm yorumu...

 

Fakat yapılan beklenenin aksine bir sevgili robot değil, bir çocuk robot. Burada insanı can evinden vuruyor, sevginin en karşılıksız, en saf, en temiz ve en yüce formunu seçerek: Anne ile çocuk arasındaki sevgi... Filmde cinsel sevgiye de yer yer atıflar var. Hatta bu konuyu da yeterince güzel işliyor. Fakat çocuk sevgisi... Bunu insanı vurup yıkacak, süründürecek bir duygusallıkla işliyor.

 

Hiç bir insani kaygısı olmayan robot çocuğun gözünde anne öyle yüceliyor, öyle kutsallaşıyor, öyle melekleşiyor ki... Annenin bu saf sevgiye karşılığı bunun yanında sönük kalıyor.

 

Hangi birini söyleyeyim... Filmde sarfedilen her cümle bir düşünce kapısı. Müthiş göndermeler yapıyor, yer yer teknolojik yer yer dini kavramlara. Et panayırları örneğin... Geleceğin dünyasının nasıl bir duygusal ekseni olacağının mükemmel öngörüsü. İnsanların makinelere karşı tavrı ve duyguları. "İlk taşı tüm duygularıyla insan olan atsın" şeklinde İsa'ya gönderme yapması... İnsanların tüm günahlarını makinelerin yüklendiğine işaret ediyordu benim yorumumca. İnsanlar suçlarını bile makinelere yükler olmuşlardı. İnsanlık yozlaşıyor mu, teknolaşıyor muydu? Mükemmel, böyle bir film olamaz.

 

Bilgi çağına, masallardaki gerçeklerin minik ipuçlarına göndermeler... Sırası gelmişken çocuklara yaşları geçmeden önce tüm dünya klasik masallarını okutun. Mutlaka... İnanılmaz bir kültürel temel atmış olacaksınız. Pinokyo'yu, Hansel ile Gratel'i, Mutlu Prens'i mutlaka okusunlar.

 

Neyse sonunda sevgi teknolojiye acı bir şekilde yenik düşer. Sevgi yoktur, sevgi yalandır, sevgi çıkardır, sevgi sahtedir ve sevgi aldanma, sevgi aldatmadan başka bir şey değildir. Sevgi uğruna yapılabilecek tek şey onun için rekabet etmek ve paylaşmamaktır. Her şey ekonomik çıkara dayanan soğuk ve acımasız, sevgisiz teknolojinin güdümündedir. Filmin vurgusunun bu olduğunu sanırsınız. Fakat birden daha üst yorumlara geçer film.

 

Konu insanı aşar. Teknoloji en üst zirvelerinde gerçek anlamını yakalamış ama insanlar bunu görememişlerdir. Sadece anne sevgisi sayesinde robot çocuk geleceğe tanık olur. Ve sevginin gücü ürpertici bir biçimde ortaya çıkar. Bu filmin finalinde ben bitiyorum, eriyorum.

 

Evet evet, bir numaraya bu filmi koymaya karar verdim...

 

 

Gönderi tarihi:

Yıllar önce izlemiştim,eminim her izleyenede tıpkı benim gibi modern pinokyo izlenimi bırakmıştır...Pinokyonun bilim kurgu versiyonu.

Küçük oyuncu Haley Joel Osment 6.His filminden hatırlarsınız müthiş bir performans sergilemiş ve hafızalarımızda yer etmişti.

Yapay Zeka sevgi üzerine kurulu bir film yer,yer oldukça duygusal sahneleri ile gözleriniz yaşaracaktır...

Yalnızca sevmeye programlı küçük robot çocuk David'in annesine tekrar sahip olmak için verdiği mücadeleye ve buzlar ve sular altındaki New york görüntüleri izleyin..

Bunu izledikten sonra Island, The - (Ada) yı izleyin aradaki benzerliklere şaşıracaksınız..

Gönderi tarihi:

Yapay Zeka gerçekten izlediğim en güzel bilim kurgu filmidir...

Senaryoya ve aslında felsefesine hayran kalmıştım...

 

Bir robot'un "Sevmesi" değildi asıl konu bence,

"Sevebilen" bir robot'un "Anne Sevgisini Hissetmek İstemesi" idi...

Yani "Sevmesi" bir yana aynı zamanda "Sevilme" isteği ile dolu olması idi?

 

Animatrix'te bir söz vardı:

"İnsan duyguları ile donatılmış bir robotun adil bir yargılama haketmediğini kim söyleyebilir?"

 

Peki insan duyguları ile donatılmış bir robotun "Sevilmeyi" ihtiyaç olarak hissetmesini kim anlamsız bulabilir?

 

Ama filmdeki "Cinsellik" vurgusu...

"Sevi" dediğimiz "Duygulanma"nın temelinde "Cinsellik"in olduğunu düşünürsek eğer

"Cinselliği" tadamayacak olan robotların "Sevi"yi nasıl ortaya koyabilecekleri sorunsalı...

 

"Sevi"nin temeli Cinsellik ve Cinsel Açlık'tır.

Cinsel Açlık dengeli bir şekilde bastırılırsa

"Sevi"ye yönlendirilir ve ortaya "Aşk" ya da "Sevgi" duygulanmaları çıkar...

 

Kısaca;

Cinselliği (kalıplaşmış beyinler bunu seks olarak anlayacaklardır, boşuna telaş yapmayın, normaldir...) "Sevi"nin kaynağı olarak ele alırsak,

Cinselliğe yani Yaşam Enerjisine/Libido'ya sahip olmayan robotlar nasıl olursa "Sevgi"yi yaşayabilirler...

 

Fantastik bir dünya tasarlıyorsanız mükemmel ve hatta şahane ötesi bir film...

Ancak bazı ayrıntıları görmezden geldiğimiz sürece...

Ve filmden tat almak için bu ayrınları görmememiz gerekir, yoksa film saçma gelir...

 

Felsefesi bir çok yönden insanı düşünmeye iten inanılmaz bir film gerçekten....

 

O yüzden kabul etmeliyiz ki:

"Bilmezlik Mutluluktur..."

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

Katkılar için teşekkürler...

 

Bu arada Island... Klonlamanın muhtemel sorunlarına böylesi güzel bir yorum getireceğini hiç ummadığım bir film... Bu konuyu en güzel işleyen 6. Gün filminden daha güzel yorum getirmiş. Ve daha gerçekçi.

 

6. Gün'de kişinin hayat deneyiminin klona aktarılması vardı ki, günümüzde bilimciler klon teknolojisi zirveye ulaştığında bile bunun olamayacağı görüşündeler.

Gönderi tarihi:
Katkılar için teşekkürler...

 

Bu arada Island... Klonlamanın muhtemel sorunlarına böylesi güzel bir yorum getireceğini hiç ummadığım bir film... Bu konuyu en güzel işleyen 6. Gün filminden daha güzel yorum getirmiş. Ve daha gerçekçi.

 

6. Gün'de kişinin hayat deneyiminin klona aktarılması vardı ki, günümüzde bilimciler klon teknolojisi zirveye ulaştığında bile bunun olamayacağı görüşündeler.

 

Ben "I, Robot/Ben, Robot"u da çok beğenmiştim.

Çünkü birde teknik açıdan da güzel bir tutarlılığı vardı...

Ve hemde duygulardan ziyade "Özgür Seçim" konusu ele alınmıştı.

Yani daha insani bir duygu: Bilinç...

 

Çok hoşuma gitmişti o filmde...

 

Bu arada Bilim Kurgu merakınıza hayrtan kaldım...

Gönderi tarihi:

Evet. 'Ben Robot'taki kurgu da güzel. Ayrıca robotların her birinin insan kadar zeki olması değil de bir merkezdeki yapay zekanın güdümünde olmaları daha akılcı. İnsan görünümlü bir robotun insan kadar hür bir iradeye ve yaratıcı zekaya bağımsız olarak sahip olması şu an ve uzun zaman imkansız görünüyor.

 

Bilimkurgu hayranlığım, evet... Geleceği öngörebilmek en büyük tutkum...

Gönderi tarihi:

Farkına vardım ki aşk ve cinsellik konularına yanıt vermemişim.

 

Bu filmde annesini sonsuza kadar seven bir robot çocuk değil de sevgilisini sonsuza kadar sevecek bir sevgili robot yapılsa olaylar nasıl gelişirdi diye çok düşünmüşümdür aslında...

 

Bundan bir ultratekno Leyla Mecnun masalı çıkar mıydı?

 

Bilmiyorum. Bu kadar çarpıcı olmazdı. Saf ve karşılıksız anne-çocuk aşkı bence çok ürpertici. Bu filmi ne zaman izlesem tüylerim ayağa kalkıyor ve gözlerim yaşarıyor. Finalde annenin binlerce yıl sonra gözlerini açıp çocuğa sevgi ile bakışı her şeye bedel. Fakat zavallı hiç bir gerçeğin farkında değil. Robot ise her şeyi biliyor. Ya robotun tertemiz, karşılıksız ve her şeyi bilen derin bakışı? Eve ilk geldiğinde ve sonuza kadar derin bir aşkla seveceği annesinin ne kadar süreyle annesi olmaya devam edeceğini bile bilmiyordu. Kahve yapmayı öğrenirken ne kadar sıradan ve önemsizdi. Hayata binlerce yıl sonra dönmesini sağladığı annesine tekrar sabah kahvesini hazırlarken ne kadar engin ve derinlikliydi! Tıpkı bizlerin evren hakkında henüz pek az şey bilmemiz ve uzak gelecekte ne biliyor olacağımızı bilmememiz gibi. İşte bu beni çıldırtıyor.

 

Cinsel aşkın bencil yanından kurtulunabileceğini ve bu bencil yanın aşkı gölgelemesinin önlenebileceğini düşünmüyorum. Kurgu böyle olsa ne olurdu? Basit olurdu. Robot kıskanır, paylaşmak istemez, cinayet işler, sevgilisini seks kölesi yapmaya kalkışır, filan olurdu.

 

Zaten aşka inanmam. Aşk bence boşig, o bahsettiğin libidonun dışa vurumundan ibarettir. Yaşam enerjisinin karşı tarafa yansıtılmasıdır. Bir bataklıkta karşılaşan erkek ve dişi iki kurbağanın çamurun içinde birbirlerine doğru ilerlemelerinden bizim aşklarımızın tek farkı, daha gelişmiş bir beyinle daha karmaşık bir ritüel uygulamamız ve işi adeta törenselleştirip kutsamamızdır. Yüksek düzeyde iki libidonun karşılaşması olayı bir süreliğine ve bir ölçüde efsaneleştirebilir, o kadar. O da işte kaç kere ve ne ölçüde düşeş gelirse...

Gönderi tarihi:
Zaten aşka inanmam. Aşk bence boşig, o bahsettiğin libidonun dışa vurumundan ibarettir. Yaşam enerjisinin karşı tarafa yansıtılmasıdır. Bir bataklıkta karşılaşan erkek ve dişi iki kurbağanın çamurun içinde birbirlerine doğru ilerlemelerinden bizim aşklarımızın tek farkı, daha gelişmiş bir beyinle daha karmaşık bir ritüel uygulamamız ve işi adeta törenselleştirip kutsamamızdır. Yüksek düzeyde iki libidonun karşılaşması olayı bir süreliğine ve bir ölçüde efsaneleştirebilir, o kadar. O da işte kaç kere ve ne ölçüde düşeş gelirse...

Sayın Demirefe...

Psikanalitik açıdan bakarsak ve duygusallığı, romantizmi bir kenara bırakırsak

Söylediklerinizin tek bir kelimesi bile yanlış değildir.

 

Aşk'tan tutun,

Sevgiye kadar,

Estetik ve Sanat anlayışına kadar,

Hobi ve Yeteneklerimize kadar

Bunların hepsi "Libido"nun bir yansımasıdır...

 

Söylediğiniz gibi "Cinselliğin Bencilliğinden" kurtulduğunuz zaman

Bu yetilerinizin gelişmesi kaçınılmazdır...

 

Bir robot sanat eseri ortaya koyabiir mi?

 

"Ben, Robot"ta ne diyordu?

"Peki ya siz bir sanat eseri yapabilir misiniz?"

 

Uff yaa...

Çok karışık...

Yani düşünsenize ilk bilgisayarları?

O dönemde bir bilim adamı, oda büyüklüğündeki bilgisayarı gördüğünde demiş ki:

"Bundan sonraki bilgisayarlar için büyük bir bina gerekli sanırım"

Ama henüz daha yüzyıl geçmedi ama bilgisayarları cebimizde taşır olduk.

Şimdi diyoruz ki;

"Bilgisayarlar duygulanamaz..."

Ama demek ki onları "Duygulandırabilme"yi düşlüyoruz ve buna çaba harcıyoruz...

Ya o bilim adamının öngrü eksikliğini yaşıyorsak biz?

Bence bilim doğayı taklit ettiğine göre her şeye gebedir...

"Virüs" filmindeki gibi de olabilir belki?

"Organik Sibernetik Androidler..."

 

Bakın "Uzay Yolu" dizisinde de vardı mesela.

Sadece "Beyin" organikti bir uzaylı ırkta ve diğer uzuvları makne idi.

Ve kendilerini Evrim'in ileri seviyesi olarak tanımlıyorlardı.

Atılgan'ın kaptanı da bir zamanlar o ırkın, kendilerine dönüştürdükleri bir Androidmiş ama sonra insan bedenine bir yolunu bulup dönmüş...

 

Gelecek hakkında bu da olabilir belki...

 

Ama ben Transformers gibi bir düş kuruyorum :D

Gönderi tarihi:

Tabii, elbette... Bilimkurgu böyle düşünce ufukları açmışsa sende, amacı yerine gelmiş demektir boşig...

 

Ben izninle önceki başlıktaki konuyu bir adım daha açmak istiyorum: Yukarıda sözünü ettiğim ultratekno aşk efsanesi zaten Matrix'de var.

 

Trinity ve Neo aşkı, ölüme meydan okuyan bir derinlikte sonsuzlaşıyordu. Trinity neden Neo'ya aşık oluyordu? Çünkü ona inanıyordu. İlerleyen akış içinde Neo tapılası tanrısal özelliklere bürünüyordu çünkü. İşte kadının aşkı bu. Tam bir güven duyulacak ve tapılası, kusursuz tanrısal özelliklere sahip olmak. Hangimiz bu beklentiye yanıt verebiliriz? Neo olabilirim diyebilecek kim var? Hiç kimse... En azından henüz ve bu çağda yok. Bilimciler beynimizin işleyişinin taş devrindekinden fazla farklı olmadığını söylüyorlar.

 

Neyse Trinity böyle... Peki Neo neden Trinity'ye aşık oldu? O sadece beklentiye yanıt vermeye çalıştı. O yüksek beklentileri karşılayabileceğinden umutsuzken Trinity'ye aşık olmaktan korkuyordu. Ne zaman kendine güveni geldi, aşkı yaşamaya başladı.

 

Aşkı yaratan kadındır. İlkel dinler tanrıçalara taparken çocuksu bir basitlikle isabet etmişlerdi. Baba tanrı düşüncesi bir sapmaydı. Son çare tanrıyı cinsellikten soyutlamak oldu. Eşi olmadığına göre de tek ve benzersizdi.

 

Cinselliğin gücünü ve belirleyiciliğini görüyor musunuz? Aşk bu yüzden iki libidonun birbirine tesadüf etmesinden ibarettir. Trinity'nin amaca yönelik tutkusu ve Neo'nun onun yüksek beklentilerine layık olma çabası.

 

Böyle erkeğini kil çamuru gibi şekillendiren ve cansız heykeline aşkıyla can üfleyen kudrete sahip bir tanrıça olsaydı, ben de Neo olmaya çalışırdım belki... Oyuncu seçimi mükemmel! Carrie Anne Moss'un sert yüz çizgileri ve kararlı çelik bakışları bir Neo yaratacak kudreti haiz gibi görünüyor sanki gerçekten de... Keanu Reeves bence onun gölgesinde kalıyor ve işi kung-fu efektleri, siyah gözlükler ve pardesülerle kurtarıyor. Aynı efektler Anne Moss'u ise siyah bir panter kadar müthiş kılıyor...

 

Bilmiyorum kadın gözüyle de Keanu Reeves için aynı şey mi düşünülebilir? Ben sanki sanmıyorum gibi ama bu tamamen şartlı, cinse bağımlı bakış açısının bir ürünü olabilir. Daima erkek erkeği, "bunda ne bulurlar bu kadınlar?" diye beğenmez. Ama güzel bir kadının tehlikeli bir rakip olduğunu bir kadın gözü şıp diye görmesiyle birlikte anlar.

 

Bir bayan arkadaş bu filmden çıkınca "Trinity enfes kadın!" demişti hiç unutmam. Hiç "Neo çok yakışıklı" filan dememişti. Üstelik bu tür değerlendirmeleri bu ilk duyuşum değildi. Bir kadın bir kadının "enfes" olduğunu ne gözle, nasıl değerlendirir bilmem. Bilmek için kadın olunacakmış, anamız yanlış doğurmuş...

Gönderi tarihi:

Belki Matrix için bir ayrı başlık açmak gerekliydi ama, burada sadece kısa bir kaç değinmede daha bulunmak istiyorum:

 

Bu usta oyuncuların yeteneklerine hayran olmamak elde değil. Bana sanki bu filmler yönetmenin yeteneklerinin de üzerinde tanrısal bir güç tarafından yönetiliyor hissi veriyorlar. Örneğin Trinity'nin içinde bulunduğu helikopter düşerken Neo helikopterin halatını yakalayıp gökdelenin tepesinde zemini ayaklarıyla kazıyarak helikopterin düşüşünü durdurmaya çalıştığında Anne Moss yukarıya doğru o şekilde bakmayı nasıl başarıyor? Bu bakış gerçekten büyük bir yeteneğin görünümü mü, yoksa bunu ben mi ona atfediyorum?

 

Fakat müthiş bir ifade gücü var o bakışta. "İşte kurtarıcı! İşte aşk!" der gibi ancak bu şekilde bakılır. Görüntüyü dondurup o bakışa dalıp gitmek istiyor insan. Bu filmin odağında bence Carrie-Anne Moss var ve bir efsane yaratıyor.

 

Bunu söyleyince Terminatör'deki Sarah Conner'i oynayan Linda Hamilton'u hatırlamamak imkansız. Kusursuz bir dişi fenomen yaratmıştı, inanamadım. İlk filmdeki terminatörden ölesiye korkan, çığlık çığlığa kaçan zavallı kızcağız tiplemesinden sonra ikinci filmde siyah deri komando giysileri ve sertliğin, duygusuzluğun sembolü yuvarlak gözlüklerle, elinde uzun namlulu dürbünlü atak ve suikast silahıyla perdeye yansıdığında dnup kalmıştım. Bir fenomen ancak bu kadar yaratılabilirdi. Vücut çalışmış ve pazu yapmıştı. İnanılmazdı. Önce yerine ona benzeyen başka bir oyuncu bulduklarını düşünmüştüm. Fakat oydu. O çığlık çığlığa terminatörden kaçan zavallı kızın ta kensisiydi.

 

Vakit kısıtlılığı nedeniyle kesmek zorundayım...

Gönderi tarihi:

Epeydir kendimi bu güzel diyologa müdahale etmemek için zor tutuyordum. Büyüsü bozulacak diye korktum vallahi, ama artık daha fazla dayanamayacağım, ben de gireceğim bu güzel tartışmanın içine...

 

Olaylara bir de benim gözümle bakalım dedim, bir kadın gözü yani...

 

Öncelikle bilim-kurguları çok severim ve burada bahsedilen tüm filmleri izledim. Her birinden ayrı ayrı inanılmaz haz aldım ama Matrix serisi benim için her zaman ayrı olacaktır, tıpkı Star Wars serisi gibi...

 

Öncelikle Neo... Trinity'nin gölgesinde kaldığı konusunda size katılıyorum Sayın Demirefe, bu tartışılmaz bir durum bence... Robot gibi, aşırı yapaylaştırılmış bir karakter Neo, gülmüyor bile neredeyse.. Duygu yok... Ben mi yanılıyorum, yoksa... Acaba ben mi çok sığ düşünüyorum arkadaşlar, Neo sonuçta bir insan değil mi tamam bir kahraman olabilir ama insan, amacı matrix denilen sanal ortamdan diğer insanları kurtarmak değil mi? O da aşık olmuyor mu? Acı çekmiyor mu? Üzülmüyor mu? Mutlu olmuyor mu? O halde neden bu insancıl özellikleri yaşarken bir yandan da bu özelliklerinden tamamen soyutlanmış gibi duruyor... Ve hatta kendisini tanrı konumuna getirirken, filmde aslında bir tranrıya gönderme yapan Mimar karakteri neden onun tam tersine daha insancıl görünüyor... Neo'nun oyunculuğu dediğim gibi fazlaca yapay ama bunu yönetmen mi istedi, yoksa Keanue Reeves kendi mi tercih etti bilmiyorum. Ben bunu filmin en güçlü karakteri olması açısından eksik bir oyunculuk olarak değerlendiriyorum.. Dövüş sahnelerine gelince, bence işte sadece buralarda görebiliyoruz Neo ruhunu... Bence Neo duygularını sadece Ajan Smith'in karşısındayken yaşayabiliyor... Diğer her sahnede o sadece vefakar bir cefakar rolü oynuyor...

 

Anne Moss, bu filmdeki Trinity karakteriyle bence de son derece güzel ve çekici aynı zamanda evet, enfes... Kemikli bir yüz yapısına ve kaslı bir vucuda sahip, kadınsı ama aynı zamanda erkeksi bir tarafı da var tabii. Dövüşüyor, güçlü, yeri geldiğinde ağlıyor, gülüyor, duygusal ama gerçekçi de, hem kadın, hem erkek gibi... Bundan aslında kadınlar, Trinity'i, doğal olarak da Anne Moss'u çok begeniyor bu filmde çünkü o bir idol, olunmak istenenen... Filmin kahramanı Neo ama bizim kahramanımız Neo değil, Trinity oluyor bu filmin içinde anlayacağınız... Trinity karakteri içsel, dışsal özelikleriyle birlikte bu filmde olduğu gibi Anne Moss'a yansımış... Güzel olmuş işte...

 

Ama benim favorim Ajan Smith... ilk filmin sonunda Neo tarafından parçalanan, yok edilmek üzere kaynağa gönderildiğinde sürgün olmayı tercih eden, Matrix anormalliklerinin sebebi Ajan Smith... Kahin'e göre Neo'nun zıddı ve onun dengeleyicisi olan Smith, 2. filmden itibaren artık bir Ajan değil bir virüs programı aslında, kendini insanlara ve diğer programlara kopyalayarak çoğalabilen bir virüs... Muhteşem bir oyunculuk sergiliyor, insnaı hayran bırakıyor kendisine... En başından itibaren hem de... Filmin kötü karakteri olmasına rağmen, karizmatik ve insanda saygı uyandırıyor... Müthiş ses tonu ve o sesi inanılmaz bir şekilde kullanarak değerlendirmesiyle aslında oynamasa bile olur gibi geliyor insana... Mimik, yapmasa, jest yapmasa... Bu adamın öyle bir tarafı var işte... Sanki gülse film bozulurmuş gibi geliyor insana ama gülünce de insanın kanı donuveriyor bir anda...

 

İşte Wachowski kardeşler de bunu böyle değerlendirmiş olacaklar ki, V For Vendetta' daki maskeli V karakterini onun yani Hugo Veawing'in oynamasını istemişler ve de iyi yapmışlar... Ben hayatımda bu kadar güzel bir filmi, bu kadar iyi bir oyunculuğu, bu kadar güzel bir anlatıyı ve film adaptasyonunu çok ama çok az gördüm... V for Vendetta'nın kitabını da okudum ama film mi kitap mı derseniz tabiki de film diyeceğim... ve Nathalie Portman, bu filmin ana karakteri... Leon filminin çocuk karakteri... Tanrım, çok güzel bir oyunculuk onun oyunculuğu... Hele terasta, yağmur altında kollarını iki yana açarak tüm gücünün farkına vardığı, kendini nihayet bulduğu o an...

Gönderi tarihi:

İyi ki de katılmaya karar verdiniz Gloria. Yazdıklarınız yerinde yorumlar. Hemen yorumlarınızı bir adım daha geliştirelim:

 

Neo donuk bir tip, doğru. Fakat bu onu pek robot gibi yapmıyor. Yine kanlı canlı bir insan görüntüsünde ama, bu donukluk onun mutsuz bir tip olmasından. Çünkü mükemmeliyetçi ve hayatı anlamsız, saçma buluyor, insanları boş ve amaçsız buluyor, kimseyi beğenmiyor ve yalnız yaşıyor. Ne kimseye güveniyor, ne bir şeye inanıyor. Fakat zeki biri, ayrıntıları çok iyi yakalıyor ve küçük ayrıntılardan zevk almasını, hatta çıkar sağlamasını iyi biliyor. Bu yüzden yasadışı yazılım işlerinden ek para kazanıyor. Morpheus bu Matrix içinde göze çarpmadan yaşayan yeteneği keşfediyor ve onu seçiyor. İnsanlığı kurtarması için onu Matrix'ten kurtarıyor.

 

Reeves bu tipleme için iyi seçim. Yüzünde doğal bir mutsuzluk var, gülümseme zaten yüzünde eğreti duruyor. Onun başka bir filmini izlemiştim, beğendiğim bir film değil ama orada da mutsuz, insanlardan kopuk ve aykırı bir tipi canlandırıyordu. İşte Trinity bu ölüyü diriltip onu bir kurtarıcı, Mesih yapacak aşkı ona verecektir. İsa'nın da taşlanmaktan kurtardığı Magdalena'yı gizli ve derin bir aşkla sevmiş olduğu söylenir. Peygamberlerin de zeki, bunalımlı, çıkış arayan ve başlangıçta dışlanmış insanlar oldukları söylenir. Belki Muhammed'i peygamber yapan da Hatice'dir? Hatice'ye duyduğu derin saygının ölene kadar sönmediği söylenir. Ve bu saygıyı kızı Fatıma ile sürdürmüştü. Onda Hatice'yi görüyordu belki de. Aslında Hatice'de de doyamadığı annesini görüyordu bence...

 

Neyse, Reeves'e dönelim. Ya Constantin'de üstlendiği rol? Adam hiç bir şeyi, tanrıyı bile beğenmiyor. Tanrının meleklerine sinir oluyor, karşı çıkıyor ve savaşıyor. Bu yüzden Reeves tam bu rolün adamı...

 

Kahin Neo'yu yönlendirir, o Matrix içindeki gelişmeleri öngörmek için geliştirilmiş bir yazılımdır. Morpeus'a hizmet eder görünse de aslında Matrix'e hizmet etmektedir. Çok ayrıntı var, uzatmak istemiyorum. Tüm karekterleri geçip sizin güzel betimlediğiniz ajan Smith'e gelmek istiyorum.

 

Oyuncu seçimi yine mükemmel. Hugo Weaving Yüzüklerin Efendisi'nde de Elf kralını oynuyordu. Orada da ölümsüz bir kralın sahip olması gereken kararlılığı yansıtmıştı. Dişlerini sıkıp tıslayarak konuşurken derin bir ihtirası iyi yansıtıyor. Tam bir İblis. Matrix'teki rolü bence İblis kavramının mükemmel bir yorumu.

 

"Durmadan çoğalıp dünyayı kaplayan virüsler gibisiniz. Siz dünyanın kanserisiniz, biz dünyayı sizden tedavi ediyoruz." Böyle diyordu ama, kendi amacı da buydu. O Mühendis'in egemenliğine son verip Matrix'i kendi kopyalarıyla doldurarak onu ele geçirmek istiyordu. Neo Matrix ile savaştığını sanırken aslında Matrix için savaşıyordu. Kim bilir, belki tanrı için savaştığını söyleyen ve sananlar da İblis için savaşıyorlardır...

 

Filmin sonunda Kahin ile Mühendis'in konuşmalarına bir anlam vermekte zorlanırım. Gözlerim o sahnede Neo'yu arar fakat buruk bir eksiklik vardır. Neo'dan hep söz edilmektedir fakat görünürde yoktur. Yaşadığı, hep yaşayacağı söylenir. Tıpkı göğe çekilen İsa gibi. Ölmüştür ama yaşıyordur, adı dillerdedir, kendini feda etmiştir. Bu yorum da Hristiyanlık inancının eklemlenmesi oluyor senaryoya...

 

Hristiyanlık inançları, biraz determinist felsefe, biraz karma ve Hinduizm içeren tasavvuf ögeleri ile karıştırılarak ortaya çıkarılmış engin bir düşünce şöleni. Muazzam ve müthiş... Böyle bir film daha yapılamaz demiştim. Fakat inanıyorum yapılacak. Hristiyan inançlarının filme yansımasından rahatsızlık veya tersi bir duygu hissetmiyorum, bu doğal. Fakat determinizme yapılan gönderme müthişti, asıl bunu çok önemsiyorum.

 

Belki bu film için de ayrı bir başlık açma fırsatım olur...

Gönderi tarihi:

İşte işte işte...

 

"Filmler" bölümünün can bulduğu an...

 

"Filmler" bölümündeki hiç bir başlığı ve yanıtları okurken bu kadar zevk almamıştım...

 

Neyse iltifatları geçeyim, bende bir şeyler ekleyeyim...

Anne Moss, bu filmdeki Trinity karakteriyle bence de son derece güzel ve çekici aynı zamanda evet, enfes... Kemikli bir yüz yapısına ve kaslı bir vucuda sahip, kadınsı ama aynı zamanda erkeksi bir tarafı da var tabii. Dövüşüyor, güçlü, yeri geldiğinde ağlıyor, gülüyor, duygusal ama gerçekçi de, hem kadın, hem erkek gibi... Bundan aslında kadınlar, Trinity'i, doğal olarak da Anne Moss'u çok begeniyor bu filmde çünkü o bir idol, olunmak istenenen... Filmin kahramanı Neo ama bizim kahramanımız Neo değil, Trinity oluyor bu filmin içinde anlayacağınız... Trinity karakteri içsel, dışsal özelikleriyle birlikte bu filmde olduğu gibi Anne Moss'a yansımış... Güzel olmuş işte...

Konuyu biraz daha genişeleteyim mi?

İzin var mı?

 

Anlattığınız biçimdeki kadın karekterlerden bahdeceksek eğer "Sigourney Weaver"dan bahsetmezsek eksiklik olur düşüncesindeyim...

"Alien/Yaratık" serisinde oynadığı o "Güçlü Kadın" rolu için bence diğer bahsettiğimiz kadınlar gibi biçilmiş kaftandı.

İtiraf etmek gerekirse güzel bir kadın değil ama o kadınsılığı ile kendisine hayran bıraktırıyor bence,

Ve izlemeyi özlettiriyor bile...

Ama benim favorim Ajan Smith... ilk filmin sonunda Neo tarafından parçalanan, yok edilmek üzere kaynağa gönderildiğinde sürgün olmayı tercih eden, Matrix anormalliklerinin sebebi Ajan Smith... Kahin'e göre Neo'nun zıddı ve onun dengeleyicisi olan Smith, 2. filmden itibaren artık bir Ajan değil bir virüs programı aslında, kendini insanlara ve diğer programlara kopyalayarak çoğalabilen bir virüs...

Benimde en sevdiğim karakter Ajan Smith'tir.

Açıkçası yazmak istediğim repliğini Sayın Demirefe yamış bile. :(

"Durmadan çoğalıp dünyayı kaplayan virüsler gibisiniz. Siz dünyanın kanserisiniz, biz dünyayı sizden tedavi ediyoruz." Böyle diyordu ama, kendi amacı da buydu. O Mühendis'in egemenliğine son verip Matrix'i kendi kopyalarıyla doldurarak onu ele geçirmek istiyordu.

Burada ne var biliyor musunuz?

Ajan Smith neye dönüştüğünü biliyor.

İlk filmde Morpheus'a "Matrix"te bulunmaktan nefret ettiğini ve görevini yerine getirip buradan kurtulmayı istediğini söylüyordu hatırlarsınız.

Ama sonra ne oldu?

Silinmeyi reddetti ama bu seferde o nefret ettiği yerde kalmaya mahkum oldu.

Ve nefret ettiği yerde kalması bir yana,

Nefret ettiği insanların farklı bir varyasyonu oldu;

İşte bu yüzden aslında kendisinden de nefret ediyor...

Tipik bir narsist işte :D

 

Karakterler hakkındaki yorumlar...

Aslında ekleme yapmaya gerek yok.

Bence karakterler ve oyuncular cuk diye oturuyor...

Gönderi tarihi:

boşig, Sigourney Weaver benim bilimkurgudaki ilk aşkımdır. Alien'in ilk filmini beğenmekte biraz zorlandım. "Neden bu kadar güzel bir konuyu daha çarpıcı işlememişler?" sorusu hep kafama takıldı. Ancak anlaşılan yapımcılar aynı soruyu kendilerine de sormuş ve kolları sıvamışlar.

 

İkinci film bir efsaneydi... Hani Türk filmi izleyicileri Türk filmi karekterlerinin adını hiç söylemez, aslında dikkat bile etmezler, büyük olasılıkla Nalan filandır. "Türkan Şoray böyle yaptı, şöyle dedi" diye anlatırlar. Ben de Sigourney Weaver'ın filmdeki adını bilmem. O Sigourney Weaver'dır. Hep çenesine gözüm takılmıştır. Nedense çenesi ile dudakları arasında bir uyumsuzluk olduğu hissine kapılırım. Ama oyunculuğu müthiş... Ben onu "Sisteki Goriller" ile tanıdım. Onun o filmdeki öfkesini, çaresizliğini içimde hissetmişimdir. Gerçekten öfkeli bir kadın olmalı. Çünkü öfkelenişi çok gerçekçi, rol gibi değil. Yaratık'ı bir kaşık suda boğmak için çılgın bir öfkeye kapılışı son derece gerçekçiydi.

 

Vaktim yetmediği için Linda Hamilton'ı anlatamamıştım. Üçüncü Terminatör'de gözüm hep onu aradı. Olmayışı beni öyle üzdü ki Terminatör tabutunu sırtına aldığında yakınım ölmüş gibi ağlayacaktım. Neredeyse fimden zevk alamayacaktım. Sarah Conner'sız terminatör olabilir miydi? Dişi terminatör Sarah Conner'i hatırlatıp içimi burkmaktan başka bir işe yaramıyordu. Onun nükleer kıyameti rüyasında görüp dehşetle uyanarak "No fate!" diye dişlerini sıkarak ve yüzü sert çizgilerle gerilerek bıçağının sapını sıkıca kavraması neredeyse zihnime kazınmıştı, çıkmıyordu. Elli dişi terminatör onu oradan çıkaramazdı.

 

Zaten de olmadı. Hâla dördüncüyü bekliyoruz, yok... Sarah Conner öldü, terminatör de...

 

Ne efsaneydi ama...

Gönderi tarihi:
Vaktim yetmediği için Linda Hamilton'ı anlatamamıştım. Üçüncü Terminatör'de gözüm hep onu aradı. Olmayışı beni öyle üzdü ki Terminatör tabutunu sırtına aldığında yakınım ölmüş gibi ağlayacaktım. Neredeyse fimden zevk alamayacaktım. Sarah Conner'sız terminatör olabilir miydi? Dişi terminatör Sarah Conner'i hatırlatıp içimi burkmaktan başka bir işe yaramıyordu. Onun nükleer kıyameti rüyasında görüp dehşetle uyanarak "No fate!" diye dişlerini sıkarak ve yüzü sert çizgilerle gerilerek bıçağının sapını sıkıca kavraması neredeyse zihnime kazınmıştı, çıkmıyordu. Elli dişi terminatör onu oradan çıkaramazdı.

 

Zaten de olmadı. Hâla dördüncüyü bekliyoruz, yok... Sarah Conner öldü, terminatör de...

 

Ne efsaneydi ama...

Ya bence zaten Terminatör 3'te bu yüzden "Terminatrix"i yarattılar.

Yani düşünsenize:

Terminatör 2'de Sıvı Metal Alaşımlı mükemmel bir Terminatör var...

Karşısında T100 ve Linda...

Terminatör 3'deki Terminatrix açıkçası Yarı Sıvı Metal'di ve bu yüzden Terminatör 2'deki Sıvı Metal Terminatörden daha iyi kesinlikle değildi...

Ama ne yaptılar?

Terminatrix'i "Dişi" yaptılar...

Hem Linda'nın yerine yeni bir kadın karakter oturtmak istediler, yani yokluğunu biraz hafifletmek istediler...

Hem de Terminatör 2'deki Robot ile aradaki farkı yok etmek...

"Dişi" bir Terminatör, ne kadar ikinci filmdekinden daha kalitesizde olsa daha yırtıcıdır değil mi?

Gönderi tarihi:

Evet, "güçlü, sert dişi" imajı kesinlikle etkileyicidir, en azından benim için. Bu yüzden Türk filmlerinden nefret ederim. Erkeğin dizlerine kapanan kadın imajı öyle ters gelir ki benim için en büyük işkence klasik bir Türk filmini sonuna kadar zorla izletmektir.

 

Bu söylediğimin en iyi örneği Lara Croft karekteri. Köpekbalığının burnuna yumruk atabilen tam bir tanrıça fenomeni. Bilimkurgudan sonra fantastik filmler gelir elbette. Lara Croft için ne söylesem azdır, artık o gerçeküstü bir fenomen. Son derece materyalist, bir o kadar değerlerine sahip ve amacı uğruna sevdiği adamı bile ezip geçecek kadar kararlı, duyguları çelik kadar sert fakat gereğinde ipek kadar yumuşak olağanüstü bir karekter.

 

Bu kadar erişilmez bir karekteri oynamak Angelina Jolie için çok zor. Yine altından iyi kalktı fakat yeni Lara arayışı hep oldu.

 

Sonuçta Terminatörün son filmi bu güçlü dişi fenomenini kullandı. Ebette, eteklik giyen çıtı pıtı, korunmaya, sevilmeye ve şefkate muhtaç, yuvasının uysal bekçisi kadın imajına karşı asi deri pantolon giyen ve kendisine bir yamuk yapıldığında ayağını adamın çenesine kadar kaldırıp indirici tekmeyi çakan ve işi bitiren kadın imajı nasıl çarpıcı olmaz?

 

İki tip insan vardır. Şeylerin geldiği gibi gitmesini isteyen, yerleşik değerleri savunan ve değişmemelerini isteyen. Kadınlar etek giymeli ve erkeğin dizinin dibine sokulmalı... Bir de olagelenden bıkan, her şeyin değişmesini ve zıttına dönüşmesini, yerleşik kabullerin alt üst olmasını isteyen. Kadın panter gibi atlayıp ortalığı dağıtmalı...

 

Aslında bir üçüncü sınıf daha vardır. Dengeleri gözeten ve her şeye atlamayan soğukkanlı durağan tipler... Hatta Kur'an bile bu tiplerden bahseder, onlara "muktesid" adını verir.

 

Tabii, gerçekler her zaman ve her zeminde belirlenmiş ve ifade edilmiş olabilir, bıunda abartılacak veya garipsenecek bir durum yok...

 

Bir şey daha eklemeliyim, kadının doğurganlık görevi bu değişimin önünde büyük bir engel, doğru... Ama kadın da erkeğin askere gitmesi gibi bir ya da hadi bilemedin iki kez aktif hayattan çekilip doğurabilir. Bunu hiç yapmasa da olur, yeryüzünde insan, nesli tükenme tehdidi en düşük düzeyde olan tür...

 

Yok eğer kadın kuluçka makinesine dönerse tabii ki elveda değişim, elveda sert dişi fenomeni... Yok da en komik olan, erkeğin kadını doğurtmak konusunda fena halde takıntılı ve panikli olması. Bunu türümün utancı ve en zayıf kompleksi olarak algılıyorum. Cinsellik insan türüne doğanın kurduğu en amansız ve acımasız tuzaktır. Diğer yandan determinist açıdan ise kaçınılmazdır.

 

Eşeysiz üreme ile asla gelişmiş bir canlı evrimi gerçekleşemez...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.