Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl Ebu Abdullah Muhammed bin Musa el-Harezmi matematik, gökbilim ve coğrafya alanlarında çalışmış ünlü bir Fars bilginidir. 780 yılında Türkistan'ın Harzem bölgesinin Hive şehrinde dünyaya gelmiştir. 850 yılında Bağdat'ta vefat etmiştir. Horasan bölgesinde bulunan Harzem'de temel eğitimimini alan Harezmi, gençlinin ilk yıllarında Bağdat'taki ileri bilim atmosferinin varlığını öğrenir. İlmi konulara doyumsuz denilebilecek seviyedeki bir aşkla bağlı olan Harezmi ilmi konularda çalışma idealini gerçekleştirmek için Bağdat'a gelir ve yerleşir. Devrinde bilginleri himayesi ile meşhur olan Abbasi halifesi Mem'un Harezmi'deki ilim kabiliyetinden haberdar olunca onu kendisi tarafından Eski Mısır, Mezopotamya, Grek ve Eski Hint medeniyetlerine ait eserlerle zenginleştirilmiş Bağdat Saray Kütüphanesi'nin idaresinde görevlendirilir. Daha sonra da Bağdat Saray Kütüphanesindeki yabancı eserlerin tercümesini yapmak amacıyla kurulan bir tercüme akademisi olan Beyt'ül Hikme'de görevlendirilir. Böylece Harezmi, Bağdat'ta inceleme ve araştırma yapabilmek için gerekli bütün maddi ve manevi imkanlara kavuşur. Burada hayata ait bütün endişelerden uzak olarak matematik ve astronomi ile ilgili araştırmalarına başlar. Bağdat bilim atmosferi içerisinde kısa zamanda üne kavuşan Harezmi, Şam'da bulunan Kasiyun Rasathanesi'nde çalışan bilim heyetinde ve yerkürenin bir derecelik meridyen yayı uzunluğunu ölçmek için Sincar Ovasına giden bilim heyetinde bulunduğu gibi Hint matematiğini incelemek için Afganistan üzerinden Hindistan'a giden bilim heyetine başkanlık da etmiştir. Harezmi'nin latinceye çevrilen eserlerinden olan ve ikinci dereceden bir bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklem sistemlerinin çözümlerini inceleyen El-Kitab 'ul Muhtasar fi'l Hesab'il cebri ve 'l Mukabele adlı eseri şu cümleyle başlar : "Algoritmi şöyle diyor: Rabbimiz ve koruyucumuz olan Allah 'a hamd ve senalar olsun" Bilime katkıları [ Matematik Sıfır mefhumunun ve Algoritmanın mucidi.Bugün bilgisayar bilimi ve dijital elektroniğin temeli olan 2'lik(binary) sayı sistemini ve 0(sıfırı) bulmuştur. Cebir sözcüğü de Harezmi'nin "El’Kitab’ül-Muhtasar fi Hısab’il Cebri ve’l-Mukabele” (Cebir ve Denklem Hesabı Üzerine Özet Kitap) adlı eserinden gelmektedir. Bu eser aynı zamanda doğu ve batının ilk müstakil cebir kitabı olma özelliğini taşımaktadır. Matematik alanındaki çalışmaları cebirin temelini oluşturmuştur. Bir dönem bulunduğu Hindistan’da sayıları ifade etmek için harfler ya da heceler yerine basamaklı sayı sisteminin (bkz. onluk sistem) kullanıldığını saptamıştır. Harezmî'nin bu konuda yazdığı kitabın Algoritmi de numero Indorum adıyla Latince'ye tercüme edilmesi sonucu, sembollerden oluşan bu sistem ve sıfır 12. yüzyılda batı dünyasına sunulmuştur. Hesab-ül Cebir vel-Mukabele adlı kitabı, matematik tarihinde birinci ve ikinci dereceden denklemlerin sistematik çözümlerinin yer aldığı ilk eserdir. Bu nedenle Harezmî (Diophantus ile birlikte) "cebirin babası" olarak da bilinir. İngilizce'deki "algebra" ve bunun Türkçe'deki karşılığı olan "cebir" sözcüğü, Harezmî'nin kitabındaki ikinci dereceden denklemleri çözme yöntemlerinden biri olan "el-cebr"den gelmektedir. Algoritma (İng. "algorithm") sözcüğü de Harezmî'nin Latince karşılığı olan "Algoritmi"den türemiştir ve yine İspanyolca'daki basamak anlamına gelen "guarismo" kelimesi Harezmî'den gelmektedir.
Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl İnsanoğlu dünya üzerinde varolalı beri muhitinde cereyan eden doğa olaylarını, kısaca çevresini tetkik etmeye ve araştırmaya başlamıştır. Bunu çoğu kez sadece merakını gidermek için, bazı durumlarda ise hayatını kolaylaştırmak ve kazancını çoğaltmak için yapmıştır.Böylelikle bilimlerin ortaya çıkış süreci başlamış oldu. En eski çağlardan zamanımıza kadar asırlar boyu her ırktan, her dilden ve her dinden insanların katkısıyla bilim bu denli gelişip ilerleyebildi. Bu açıdan diyebiliriz ki bilim insanlığın ortak mirasıdır. Bilimin ilerlemesinde ve gelişmesinde müslümanlar çok önemli rol üstlenmiştir. Özellikle 8. asırdan 16. asra kadar İslam coğrafyası içinde matematik, tıp, fizik, kimya ve astronomi gibi bilim dallarında araştırmalar yapılmış ve günümüze ışık tutacak büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Meselâ o asırlarda Avrupa ortaçağ karanlıklarını yaşarken müslümanlar Avrupa'lıların iddia ettiğinin aksine dünyanın güneşin etrafında döndüğünü biliyorlardı. Diğer taraftan, ilk defa, matematikte çok büyük önem taşıyan sıfır kavramanı ilk icat eden yine müslümanlardır. İslam dünyasında bilimin altın devri 6. yüzyılda Arap yarım adasında İslamiyet'in yayılmaya başlamasıyla birlikte halk bilime ilgi göstermeye başladı. Zira "ilim, Çin'de de olsa öğrenin”, “ilim taleb etmek her müslümana farzdır”, “alimlerin mürekkebi şehitlerin kanından daha değerlidir.” mealindeki gibi ayet ve hadislerin teşvikiyle müslümanlar ilime büyük önem vermeye başladılar.Bu anlayışa göre hareket eden müslümanlar, ilmi araştırmalara başlamış ve Halife Me'mun, büyük bir kütüphane ve araştırma merkezi niteliğinde olan Beytü'l Hikmet'i kurmuş ve aynı zamanda Vahy'in dili olan Arapça, ilim dili olma hüviyetini de kazanmıştır. Diğer taraftan bu devirde önemli bir gelişme de eski Yunan biliminin Arapça'ya tercüme edilmesiydi. Aslında bu sahaya duyulan alâka, Beytü'l Hikmet'in kuruluşundan çok daha önce başlamıştı. Daha ikinci Abbasi halifesi el-Mansur zamanında, Galen ve Hipokrat'ın eserleri Arapça'ya çevrilmiş bulunuyordu. 809'da halife Harun er-Reşit, İslâm Alemindeki ilk hastaneyi yaptırmış ve kısa süre sonra, hastane olmayan hiç bir önemli şehir kalmamıştı. Müslüman bilim adamları eski Yunan filozoflarının eserlerini tercüme etmekle kalmamış bu filozofların yanlışlarını düzeltmişler ve üzerine kendi deneyimleriyle elde ettikleri bilgileri eklemişlerdir.
Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl İbn-i Sina (980-1037) İslam Filozofu ve Tıp Bilgini İbn-i Sina (980-1037). Aristotelesçi felsefe anlayışını İslam düşüncesine göre yorumlayarak, yaymaya çalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Buhara yakınlarında Hormisen'de doğdu, 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Gerçek adı Ebu'l-Ali el-Hüseyin b. Abdullah İbn Sina'dir. Babası, Belh'ten göçerek Buhara'ya yerleşmiş, Samanoğulları hükümdarlarından II. Nuh döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış olan Abdullah adlı birisidir. İbn Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natilî ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gökbilim öğrenimi gördü. Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, sağılımla uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle, II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı. İbn Sina'nin felsefeye karşı ilgisi deney bilimleriyle başlamış, Aristoteles ve Yeni-Platoncu görüşleri incelemekle gelişmiştir. İslam ve Yunan filozoflarının görüşlerini yorumlayan ve eleştiren İbn Sina'nın ele aldığı sorunlar genellikle, Aristoteles ve Farabi'nin düşünceleriyle bağımlıdır. Bunlar da, bilgi, mantık, evren (fizik), ruhbilim, metafizik, ahlak, tanrıbilim ve bilimlerin sınıflandırılmasıdır. İbn Sina, gerek Doğu gerekse Batı filozoflarını etkiledi. Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan etkilendi. İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuğa götürdü. Yapıtları 12.yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı. Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri konusunda İbn Sina'dan yararlandı.Batı'da daha çok “Avicenna” ismiyle ün salmıştır. Kitabü's-Şifa adlı eseri 700 yıl boyunca Avrupa Tıp Akademileri’nde okutulmuştur.
Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl Ebu Reyhan El-Birûni 973-1048 Al Biruni (Abu'l-Rayhan Muhammed ibn Ahmad Al- Biruni) 973 yılında şimdi Khiva olarak bilinen şehirde, Özbekistan'da doğdu. İlk öğrenimini Yunanlı bir bilginden aldı. Tanınmış ve seçkin bir aileden gelen Harezm'li matematikçi ve gökbilimci biri tarafından evlat edinilen el-Biruni, ilk çalışmalarını bu alimin yanında yaptı. İlk eseri Asar-ül Bakiye'dir. Klasik eserleri Takvim bilim (Kronoloji), gelenekler ve Hint Astrolojisi üzerinedir. Khiva şehri antik Yunanlılar ve Romalılar tarafından Chorasmia adıyla bilinmekteydi ve - Pers İmparatorluğunda, Khwarizm'in güney ve güney batısında yaşayan Sogdian Magi topluluğun ana vatanıydı. Hindistan'a olan yakınlık yüzyıllar boyunca bu bölgenin Hint kültürü ve biliminden etkilenmesine neden olmuştur. Al Biruni'nin en bilinen yapıtı “The Book of Instructions in the Elements of Astrology”dir. (Tafhim, 1029 yılı) Bu kitap 1934'te Ramsay Wright tarafından İngilizce'ye çevrildi. Al Biruni matematikte, bilimde, astronomi ve astrolojide son derece yüksek bir kültürel topluluktan gelmekte. Bir çok eserinde halkların kültürleri ve onları çevreleyen bilimlerden söz eder. Hint nümerik sistemini incelemiş ve enlem/boylamın en kesin biçimde nasıl hesaplanabileceğini göstermiştir. İbni Sina'nın (Avicenna) çağdaşıdır. Çok sayıda İslam vakanüvisleri el-Biruni'de, bilimsel araştırmacılıkta hakiki İslam ruhunun temsilcisini görürler. Matematikçi olarak yetiştirilmiş olan El Biruni, daha sonraları kimya, gökbilim, tarih, coğrafya ve eczacılık alanlarına atılmış ve ortaçağ İslam bilgisinde, par excellence, yetke olduğunu kanıtlamıştır. Arapça, Farsça, Sanskritçe ve Yunanca'ya hakimiyeti, kadim uygarlıkların hazinelerine erişmesini sağlamış ve bunların hakikatlerini kavramasına vesile olmuştur. E. Sachau'nun sözleri üstüne fikir belirtirken, Alman oryantalist F. Krenkow (1872-1953) şöyle yazar : Biruni'yi yeryüzünde yaşamış en büyük zeka olarak nitelediği ifade edilen Profesör Sachau kadar bir hayranlık içersinde olmasam da, ben de diğerleri gibi, onun son derece müstesna bir insan ve zamanının ötesinde olduğunu, hemen kabul ederim. Eserleri; Biruni, toplam 180 kadar Eser kaleme aldı. En meşhurları şunlardır: 1. EI-Asâr'il-Bâkiye an'il-Kurûni'I-Hâli- ye: (Boş ge 3. Kitab'üt-Tahkîk Mâ li'I-Hind: Hind Tarihi, dini, ilmi ve coğrafyası hakkın da geniş bilgi verir. 4. Tahdîd'ü Nihâyeti'l-Emâkin li Tas- hîh-i Mesâfet'il-Mesâkin: Meskenler arasındaki mesafeyi düzeltmek için mekânların sonunu sınırlama. Bu eseriyle Bîrûnî, yepyeni bir ilim dalı olan Jeodezi'nin temelini çen asırlardan kalan eserler.) 2. EI-Kanûn'ül-Mes'ûdî; En büyük eseridir. Astronomiden coğrafyaya kadar birçok konuda yenilik, keşif ve buluşları içine alır.atmış, ilk harcını koymuştu. 5. Kitabü'I-Cemâhir fî Ma'rifet-i Cevâhir: Cevherlerin bilinmesine dair kitap. 6. Kitabü't-Tefhim fî Evâili Sibaâti't- Tencim: Yıldızlar İlmine Giriş. 7. Kitâbü's-Saydele fî Tip: Eczacılık Kitabı. İlaçların, şifalı otların adlarını altı dildeki karşılıklarıyla yazmıştır. Kitab fil-Usturlab'da, Biruni, dünyanın çevresini hesaplamak için kendi yöntemini tarif eder. El-kanun el-Mesudi'de, bunun ulaştığı en başarılı ölçümünü verir. Bir kez Curcan'da bir kez de Hindistan'da olmak üzere, iki kez deneye girişmiştir. El-Biruni'den dünyanın çevresinin ölçümü. (Nasr. s. 129). Kullandığı şöyle: R=(hcos(a))/(1-cos(a)) , h = dağın yüksekliği, R = dünyanın çapı, a= daralma açısı.
Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl Ebu'l-Vefa(940-998) Matematikçi, Sekant ve Kosekant'ı bul-du.Trigonometri, Tanjant ve Kontenjant üzerinde çalışmalar yaptı, Astronomi konusunda eserler verdi. Cebir b. Hayyan(721-805) Kimyanın en büyük araştırmacılarından ve atom fikrini ilk kez ortaya atan kişi. İbni Heysem(965-1051) Optik sistemleri geliştirdi.Teles-kopa zemin hazırladı. Küresel ayna, yansıma ve kırılma hesapları yaptı. Astronomi üzerinde incelemeler yaptı. İdrisi(1100-1166) Bugünküne çok benzeyen dünya haritasını çizdi.Sabit bin Kurra(902) Dünyanın çapını doğru olarak hesapladı. Newton'dan önce diferansiyel hesabını buldu.Cizreli Ebul-İz (1180 -?) 800 yıl önce robot yapma çalışmaları olmuştur. Hatta robotlarla ilgili bir de kitap yazmıştır. Bu kitabın, mesela 332. sayfasında Selçuklu hükümdarı Mahmud, hizmetçilerin kendisine abdest suyu dökmelerinden rahatsız olduğu için “Ebul-İz”in bu işi yapmak üzere robot adamlar ve robot tavus kuşları yaptığı, sultanın, bu robotların döktüğü su ile abdest aldığı kayıtlıdır. Klasik dönemde İslâm alemi, Bağdat'ı, Ka-hire'si, Anadolu'su, İran'ı, Kuzey Afrika'sı ve Hind Yarımadası'yla çok canlı, bilim ve düşünce hayatının alabildiğine parlak olduğu bir dünya idi.Canlılığını ve parlaklığını beş asır koruyan bu dünya, modern çağlarda paha biçilmez miraslar sunup gitmiştir.
Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl önce Semerkant, Bağdat ve İstanbul'dan Latinceye veya Fransızcaya çevirilen bir çok kitaplar ilk bulan alimler göz ardı edilerek Avrupalı bilim adamları tarafından sahip çıkıldı. Günümüzde batılı bilim adamları bunları yer yer itiraf etmektedirler. Mesela "Newton'dan yerçekimini "ilk bulan" kişi diye bahsederiz. Oysa yerçekimini ilk keşfeden, bilim adamı, pek tanımadığımız bir müslüman: Razi'dir. İlk kağıt fabrikasını kuran alim İbni Fazıl Kızamık ve çiçek hastalığını keşfeden; alim Razi Mikrobu ilk tanımlayan alim Akşemseddin Cüzzamı bulan alim ... İbni Cessar Vebanın bulaşıcı olduğunu bulan alim İbni Hatip Verem mikrobunu bulan alim Kambur Vesîm Retina tabakasını bulan alim İbni • Rüşd İlk göz ameliyatını yapan alim Ammar İlk kanser ameliyatını yapan alim Ali bin Abbas Küçük kan dolaşımını bulan alim İbnünnefis İlk Tabipler odası başkanı Ali bin Rıdvan Sıfırı ilk kullanan alim Harizmi Trigonometriyi ilk bulan alim Battani Tanjant, kotanjant ve kosekantı ilk kullanan alim Ebul Vefa Trigonometri kitabını yazan alim Nasiruddin Tusi İlk trigonometrik dönüşüm formülünü bulan alim İbni Yunus Binom formülünü ilk bulan alim Ömer Hayyam İlk difransiyel kitabını yazan alim. Sabit bin Kurra Ondalık kesiri ilk bulan alim Gıyaseddin Cemşid İlk usturlabı yapan alim Zerkali Dünyanın döndüğünü keşfeden ilk alim Biruni Dünyanın çevresini ilk ölçen alim Musa kardeşler Güneşin yüzündeki lekeleri ilk bulan alim Fergani Yıldızların yer ve açıklıklarını ölçen ve ilk cetveli geliştiren alim Cabir bin Eflah İlk otomatik kontrol sistemleri tasarlayan alim Ahmet bin Musa Sibernetiği ilk kuran alim. İsmail-El Gezeri İlk optik temellerini koyan alim İbni Heysem Sesin .fiziki açıklamasını ilk yapan alim Farabi İlk torna tezgahını yapan alim İbni Karara Kanatlarla uçan ilk alim Hazerfen Ahmed Çelebi İlk uçağı yapan alim Ebu Firnas Yer çekimini ilk bulan alim Razi Sarkaçlı saati ilk yapan alim İbni Yunus Maddelerin özgül ağırlığını ilk hesaplayan alim Hazini Atomun parçalanabileceğim ilk bulan alim Cabir bin Hayyan Gök kuşağını ilk açıklayan alim Kutbettin Şirazi İlk kimya laboratuarını kuran alim. Cabir Saf alkolü ilk elde eden alim Razi Fosforu ilk bulan alim Beşir Havan topunu ilk bulan alim Fatih Sultan Mehmed İlk kıta seyahatnamesini yazan alim İbni Battuta İlk dünya haritasını çizen alim Mürsiyeli İbrahim İlk ecza kitabını yazan alim İbni Baytar
Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl emegine saglık kardesım. ama onlar ateisttir, senın haberın yoktur. sımdı bırı cıkar bunu sana anlatır veya hatırlatır.hıc dınle bılım bır olurmu? aklın alıyormu senın sımdı sana dogrusunu hatırlatacaklar.biraz bekle sadece saygılar
Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl Tarih bize gösteriyor ki, gayr-i müslimler için ilk çağ ve ortaçağ, bilim açısından kara bir dönemdir. İlme önem verilmediği gibi, ilim adamlarına da ilimlerinden dolayı kıyılmış ve Galile gibi bilim öncüleri ‘dünya dönüyor’ dedikleri için idam dahi edilmişlerdir. Bazı sözde bilim adamlarının, ortaçağ karanlığı tabiri ile, bu karanlık dönemi Türk Milletinin ve özellikle de İslam aleminin tarihine de teşmil etmeleri ve tarihimizi bu açıdan Avrupa tarihine kıyaslamaları tam bir bahtsızlıktır, tarihi bilmemektir. Halbuki müslümanlar ve biz müslüman Türk milleti için, ortaçağ karanlığı diye kötülenen İslamın ilk 300 yılı yani en azından miladi 1000 yılına kadarki dönem, fevkalade mümtâz ve şerefli bir dönemdir. İslamın ilme ve müslüman ilim adamlarının da dünyaya bilim meşalelerini yaktığı asırlardır. İslamın ilk 500 yılı da yani 1400’lere ve hatta Osmanlı Devletinin 1550’lere kadar devam eden devresi, bazı noksanlıklar bulunsa dahi, ilim açısından karanlık dönem değil, belki en aydınlık dönemdir. İslam âleminin bu dönemde yetştirdiği bilim adamları, sadece İslam aleminde değil, bütün dünyada bilimin öncüleri olmuşlardır. Yoksa Avrupa için ortaçağ sayılan asırlar, biz müslümanlar için bilim açısından en aydınlık dönemdir denilebilir Bu dönemde Avrupa Kopernik’leri yakarken ve Galile’leri idam ederken, İslam âlemi İbn-i Sina’ları, Fahruddin Râzî’leri ve Bîrûnî’leri yetiştirmiştir.
Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl İslam Dini bilime asla ters düşmez, İslam Dini insanı aydınlığa çağırır, karanlığa değil bu bilimle olur veya başka birşeyle burada önemli olan aydınlıktır aydınlık neredeyse dinimiz oradadır amaç iyi, güzel ve aydınlıktır
Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2007 17 yıl Kadızade Rumi 16. yüzyılın sonlarında Osmanlılarda müspet ilim konusunda bir isim dikkat çekmektedir. Bu kişi, Musa Paşa b. Mahmut b. Mehmet Salahaddin olarak anılan Kadızade Rumi adıyla ün kazanmış olan Türk matematikçisi ve astronomudur. Çeşitli önemli kitaplar hakkında "şerh" adı verilen yorumlar yazmış ve bu konuda ünlenmiştir. Bunlardan bir tanesi Osmanlı Medreselerinde okutulan el-Harezmi'nin Mülahhas fi'l-hey'e adlı astronomi kitabına yazdığı şerhdir. İkinci olarak da Şemseddin-i Semerkandi'nin geometri ve üçgenlerin niteliklerine dair kaleme aldığı Eşkalü't-te'sis'i şerh etmiştir. Bir de Muhtasar fi'l-hisab adında bir Arapça eseri vardır ki, birinci kısım aritmetik, ikinci kısım cebir ve denklemler, üçüncü kısım ise ölçmelerden ibarettir. Kadızade'nin en önemli eseri ise, Gıyaseddin Cemşid'in Risale fi'istihraci'l-ceyb-i derece vahide eseri için yazdığı şerhdir. Sadece kitap hakkındaki yorumlarını belirtmesine rağmen Kadızade burada bir derecelik yay sinüs hesabı usulünü yazardan daha iyi ve daha basit bir şekilde açıklamıştır. Kadızade'den zamanın en ciddi ve gerçek astronomu olarak bahsedilir. Tüm bu sebeplerden dolayı Kadızade'yi Osmanlı Türklerinin birinci gerçek astronomu ve matematikçisi olarak kabul edebiliriz. Mahmut Şirvani Şirvani, 15. yüzyılın ilk yarısında yaşamış Osmanlı tıbbının en önemli hekimlerinden biri, belki de birincisidir. Şirvan doğumlu bir ailenin oğlu olarak Anadolu'da doğmuştur. Yaşadığı dönem boyunca 11 tane eser vermiş ve tüm eserlerini dönemin devlet büyüklerine ithaf etmiştir. Fatih Sultan Mehmet'e ithaf edilen son eseri ve eserleri arasında en önemlisi olan Mürşid, Osmanlı tıbbında göz hastalıklarına ait en hacimli eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazdığı bir başka eser olan Tuhfe-i Muradi ise, içerdiği bilgiler nedeni ile Anadolu'da yazılan ilk tıp eserleri listesine alınmıştır. Konu, temelinde kıymetli taşlara dayansa da bu taşların tıpta kullanımının da anlatılmasından dolayı tarihçiler tarafından bir tıp kitabı olarak kabul edilmektedir. Mukbilzade Mümin Osmanlı döneminde önemli ilim adamlarından bir diğeri de II. Murat döneminde yetişmiş ve iki önemli eser bırakmış olan Mukbilzade Mümin'dir. Mümin, göz hastalıkları konusuna özel ilgi göstermiş olan Şirvani ile birlikte ilk Osmanlı hekimlerindendir. Yazarın ilk eseri padişaha ithaf edilmiş olan Zahire-i Muradiye'dir. İkinci eseri Miftahü'n-nur ve hazainü's-sürur da aynı şekilde padişaha ithaf edilmiş önemli bir tıp kitabıdır. Kitapta teşhis ve sağlık bilgisinden genel olarak bahsedildikten sonra, göz hastalıklarına dair ayrıntılar anlatılmaktadır. Bu önemli eserde, baş ve kafatası yapısı ve hastalıkları, göz hastalıkları, göz kapağı rahatsızlıkları, konjoktiva ve kornea hastalıkları detaylı olarak tarif edilmekte, hastalıklara karşı önlemler ve çözümler anlatılmaktadır. Osmanlılarda bütün Darüşşifa vakıflarındaki hekim listelerinde Mukbilzade Mümin'in isminin mutlaka bulunması dönemin son derece önemli bir hekimi olduğunu kanıtlamakta, aynı zamanda o dönemde göz hastalıklarına verilen önemi de yansıtmaktadır. Ali Kuşçu Türk-İslam Dünyası astronomi ve matematik alimleri arasında, ortaya koyduğu eserleriyle haklı bir şöhrete sahip Ali Kuşçu, Osmanlı Türkleri'nde, astronominin önde gelen bilgini sayılır. Batı ve Doğu Bilim dünyası onu 15. yüzyılda yetişen müstesna bir alim olarak tanır. Kuşçu, Uluğ Bey ve Kadızade'den matematik dersleri almıştır. Bir dönem Azerbeycan'a gitmiş, orada Akkoyunlular padişahı Uzun Hasan'ın emrinde elçilik görevini yerine getirmiş, daha sonra da Fatih'in sarayında bilim adamı olarak görev yapmıştır. Bilimsel tartışmalarda bulunan, Fatih Külliyesinde bir güneş saati yapan Ali Kuşçu, İstanbul'un enlem ve boylam derecesini belirlemiştir. Ay'ın ilk haritasını çıkaran Ali Kuşçu'nun adı bugün Ay'ın bir bölgesine verilmiştir. Ali Kuşçu'nun çalışmaları başlıca iki bölüme ayrılabilir. Bunlardan ilki din ve filoloji ile ilgilidir. Diğeri ise matematik ve astronomi ile ilgili eserlerdir. Bu eserler arasında en önemlisi Risale fi'l-hey'e'dir. Zafer günü tamamlandığı için Fethiye adıyla Fatih'e takdim edilmiştir. Matematik ve astronomi alanında büyük bir çığır açan bu eser içinde gök cisimlerinin dünyamızdan uzaklıklarına kadar tüm bilimsel detaylar bulunmaktadır. Farsça yazılmış daha sonra Arapçaya çevrilmiş, Batı ilminin Türkiye'ye girmesinden sonra bile astronomi alanında tercih edilen bir kitap olmuştur. Mirim Çelebi Mirim Çelebi, asıl adı Mahmud b. Mehmed olan ve 16. yüzyıl Osmanlı Türkiye'sinin en ileri gelen astronom ve matematikçilerindendir. İstanbul'da doğmuş, medreselerde okumuş ve Beyazıd'ın şehzadeliği zamanında hocalık yapmış ve önemli makamlarda görev almıştır. Kadızade ve Ali Kuşçu'nun torunu olan Çelebi'nin en önemli eserlerinden biri Uluğ Bey'in Zic'ine Farsça olarak Düstürü'l-amel ve tashihü'l-cedvel adında yazdığı bir şerhdir. Yazar eserde konuları çok çeşitli şekillerde anlatmış, örneğin bir derecelik yayın sinüsünü hesaplamak için gayet anlaşılır biçimde 5 ayrı çözüm yolu göstermiştir. Mirim Çelebi aynı zamanda kendisini çok seven Yavuz Sultan Selim'in ısrarları sonucunda dedesi Ali Kuşçu'nun astronomi ile ilgili Fethiye eserini de şerh etmiştir. Matematik ve astronomi ile ilgili yedi sekiz risalesi bulunmaktadır. Mirim Çelebi, Osmanlı ülkesinde astronomi ve matematik ilimlerinin ilerlemesi için kuşkusuz en çok çalışan müslüman bilim insanlarındandır. Takiyüddin Efendi 16. yüzyılın en önemli astronomlarından biridir. Devletten görev almak üzere Kahire'den İstanbul'a gelmiş, matematik bilimindeki ustalığı nedeniyle hoş karşılanıp Sultan'a tanıtılmış ve onun yüksek yardımlarıyla rasathane hazırlanmıştır. Kurduğu rasathane o zaman için dönemin en önemli astronomi aletleriyle donatılmıştır. Yapılan gözlem, kullanılan araçlar ve çalışan astronomları ile son derece önemli bir mekandır. Takiyüddin'in en önemli eseri Sidretü'l-Münteha'dır. Bu eserde güneş parametreleri üç gözlem noktası yöntemi uygulanarak hesaplanmıştır. Takiyüddin, Tycho Brahe ve Copernicus dışında dünyada bu yöntemi kullanan üçüncü kişidir. Benzer sonuçlara ulaşmalarına rağmen, Takiyüddin'in güneş parametreleri konusunda yaptığı hesaplamalar 16. yüzyılda en doğru hesaplamalar olarak tarihe geçmiştir. Takiyüddin, eserlerinde "saatlerden" bir astronomik araç gibi bahsetmiştir. Bu saatlerin en önemli özelliği dakik olarak, dakika ve saniyeyi verebilmesidir. Avrupa'da dakika ve saniye bulunan bir saatin yapılma tarihi ile Takiyüddin'in bu mekanizmadan bahsetmesi aynı döneme rastlar. Takiyüddin, Haridetü'd-Dürer ve Feridetü'l-Fikr adlı küçük bir zic'inde ondalı kesirleri kullanmış ve bu konu hakkında bilgi vermiştir. Bir başka deyişle, ondalı kesirler Avrupa'da tanınmasından çok daha önce Takiyüddin tarafından sadece tanıtılmamış, kullanılmıştır da. Bütün bunlara bakarak, Takiyüddin'in, dünyada "ilk"leri gerçekleştiren bilginlerden biri olduğu açıkça görülmektedir. Seydi Ali b. Hüseyin Seydi Ali b. Hüseyin, birçok deniz seferine, özellikle savaşlara katılmış, sonra da Barbaros Hayrettin Paşa'nın hizmetinde çalışmış, astronomi konusunda uzman büyük bir denizcidir. Hüseyin'in deniz astronomisi ve coğrafyayı gerçekten çok iyi bilen bir bilgin olduğunu gösteren en önemli eseri Muhit'dir. Eserin içinde, yön bulma, zaman hesabı, takvim, güneş ve ay zamanlamaları, pusula bölümleri, çeşitli adaların ve meşhur limanların kutup yıldızına yükseltileri, astronomiye ait bazı bilgiler, rüzgarlar, ulaşım yolları, büyük fırtınalar ve bunlara karşı alınacak tedbirler gibi önemli konular yeralmaktadır. Konulardan da anlaşıldığı kadarıyla Muhit, son derece ilmi ve önemli bir eserdir. Hüseyin aynı zamanda Ali Kuşçu'nun Fethiye'sini çevirmiş ve eklemeler de yapmıştır. Gökleri sayarken astronomi terimleri katmış, alemin merkezinin yerin merkezi olduğunu ve ağır cisimlerin yerin merkezine doğru düştüklerini ilave etmiştir. Yazar, bir diğer eseri Mir'at-i Kainat'da ise güneşin yükseltisi ve yıldızların yerleri, kıblenin ve öğle vaktinin belirtilmesi, daire çemberlerinin, sinüs, kiriş ve tanjantların bulunması ve karşı tarafa geçilemeyen bir nehrin genişliğini ölçmek usulü gibi konularda bilgi vermektedir. Konusunda çok önemli bilgiler vermiş ve geride çok değerli eserler bırakmış üstün bir denizci ve astronomdur. Katip Çelebi 17. yüzyılda yaşamış büyük bir bilim adamıdır. 14 yaşına geldiğinde Anadolu Muhasebesi Kalemi'ne alınmış ve buradaki halifelerden birinden hesap kaidelerini öğrenmiştir. Bundan sonra çeşitli hocalarla çalışmış ve bilgilerini genişletmiştir. Katip Çelebi'nin 20 dolayındaki eseri arasında belki de en önemlisi Keşfü'z-Zünün an esami'l-Kütüb ve 'l-Fünün'dur. Eserde, 300'e yakın müstakil ilimin konuları ve amaçları hakkında bilgi verilmekte çeşitli araştırmalara yer verilmektedir. İkinci önemli eseri ise Cihannüma'dır. Coğrafya ve kosmografyaya ait olan eserde yazar, dünya üzerindeki 5 kıtayı 6'ya bölmüş ve hepsi hakkında genel bilgi vermiştir. (Avrupa, Asya, Afrika, Amerika, Macellenike/Avustralya ve Kutup bölgeleri). Eserde yeryüzünün yuvarlaklığını ispat için çeşitli deliller verilmiş ve Japonya'dan Erzurum'a kadar mevcut olan bütün bitkiler ve hayvanlar tanıtılmıştır. Cihannüma aynı zamanda Osmanlıların üç kıtadaki hakimiyeti, şehir ve kasabaları hakkında hiçbir yerde bulunmayan değerli bilgileri de ihtiva eden ilk ve yegane sistematik coğrafya kitabıdır. Katip Çelebi dönemin durgunlaşmış ve yeniliklere kapalı havası içinde Osmanlı toplumunda büyük atılımlar yapan bir aydındır. Batı'daki astronomi eserlerini çevirmeye yönelmiş bir alimdir. Çelebi, döneminin koşullarını aşan bir bilim anlayışının ilk mimarlarından biri olarak kabul edilir. İbn Nefis 13. yüzyılda bilim adına önemli gelişmelere damgasını vurmuş olan bir başka isim de İbn Nefis adıyla tanınan Alaeddin Ali ebi'l-Hazam el-Kureyşi'dir. Mu'cezü'l-Kanun adlı ünlü eserinde İbn Nefis, pekçok tıbbi açıklamada bulunmuş ve oldukça rağbet görmüştür. Eserin en önemli özelliği, İbn Nefis'in küçük kan dolaşımını tıpkı 16. yüzyılda bu dolaşımı Harvey'den önce tarif eden Michel Servetus gibi tarif etmesidir. Servetus'un, İbn Nefis'ten yaklaşık üç yüzyıl sonra küçük dolaşımı açıklaması ve onunla aynı anatomik yapıyı tarif etmesi son derece önemli bir konudur. Çünkü o döneme kadar klasik inanç, anatomide septumun (bir organın iki ayrı bölümünü birbirinden ayıran ayırıcı zar veya duvar) geçirgen olduğu yönündedir. Oysa İbn Nefis, herhangi bir gözleme dayanmadan septumun geçirgen olmadığından yola çıkmış ve bu sonuçlara varmıştır. Nitekim sonraki yüzyıllarda septumun geçirgen olmadığı gözlemlerle ispatlanmıştır. İbn Nefis, kuşkusuz bu önemli keşfi ile tıp tarihinin en önemli isimlerinden biridir. Yaptığı keşfin önemi ve değeri kendisinden üç yüzyıl sonra ortaya çıksa da Osmanlı dönemine büyük faydaları dokunmuş önemli tıp adamı vasfını korumuştur. Akşemseddin Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza'dır. Ancak sakal ve bıyığının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşemseddin olarak anılmaktadır. Şam'da doğmuş ve küçük yaşta Anadolu'ya gelerek Amasya'nın bir kazasına yerleşmiştir. Genç yaşta çeşitli ilimler konusunda başarılar elde etmiş ve iyi bir tıp tahsili yapmıştır. Tıp alanında derin araştırmalar yapmış olan Akşemseddin, "Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülmeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur." diyerek bundan beşyüz sene önce mikrobun tarifini yapmıştır. Onun bu açıklamaları yaptığı dönem, mikropları ilk olarak tanıtan İtalyan hekim Fracastor'dan yaklaşık 100 sene öncedir. Böyle bir ilke imza atan Akşemseddin, tıp tarihinde önemli bir yere sahiptir. Sultan II. Murat ve II. Mehmet'e çok yakın olan Akşemseddin, yaptığı ilaçlarla saray ve çevresinde birçok hastayı iyileştirmesiyle de bilinmektedir. Akşemseddin'in pek çok dini eserinin yanı sıra son derece büyük önemi olan iki de büyük tıbbi eseri bulunmaktadır. Eserler halen tıp literatüründe önemlerini korumaktadır.
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl Prof. Dr. Fuat Sezgin, : Dünyanın önde gelen bilim tarihçilerinden Prof. Dr. Fuat Sezgin'in çalışma alanı İslam Bilimi'dir. Prof. Sezgin, İslam dünyasındaki belli başlı kütüphaneleri tarayarak şimdiye kadar bilinmeyen pek çok sayıda el yazma eseri gün ışığına çıkarmış, derlediği kaynaklardan yararlanarak şu ana kadar 12 cilt tutan dev bir eser yazmıştır. "Geschichte des Arabischen Schrifttums (Arap Yazını Tarihi)" ve "Wissenschaft und Technik im Islam" (İslam'da Bilim ve Teknik) adlı eserleri tıp, astronomi, astroloji, meteoroloji, simya, kimya ve matematiksel astronomi gibi çok çeşitli alanlarda İslam bilimcilerinin bilim dünyasına yaptıkları katkıların sanılandan çok daha büyük olduğunu göstermesi açısından çığır açan niteliktedir. Prof. Sezgin, 1981 yılında Frankfurt Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi'nde Arap-İslam Bilimi Tarihi Enstitüsü'nünkurucusudur. ayrıca 1983 yılında ise bu enstitünün müzesinin kuruculuğunu yapmıştır. kendisinin geçen hafta bir kanalda söyleşisi vardı..izlemenizi isterdim... bir çok değerli bilim adamı gibi o da türkiyenin o zor dönemlerinde vatanını terketmek zorunda bırakılanlardan.... üniversitelerimiz neden 500lere bile giremiyor diyenler biraz yakın tarih te mi bilmiyorlar... bu dünyaca ünlü değerli bilim adamı çok yakında aslında türkiyede açmak istediği halde siyasilerin ilgilenmemesi sebebiyle goethe üniversitesinde açtığı bu müzenin daha büyüğünü istanbulda hazırlıklarını tamamlayıp açacak inşallah... bu memleket her zaman herşeyin en güzeline layık.. selamlar...
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl Prof. Dr. Fuat Sezgin, : Dünyanın önde gelen bilim tarihçilerinden Prof. Dr. Fuat Sezgin'in çalışma alanı İslam Bilimi'dir. Prof. Sezgin, İslam dünyasındaki belli başlı kütüphaneleri tarayarak şimdiye kadar bilinmeyen pek çok sayıda el yazma eseri gün ışığına çıkarmış, derlediği kaynaklardan yararlanarak şu ana kadar 12 cilt tutan dev bir eser yazmıştır. "Geschichte des Arabischen Schrifttums (Arap Yazını Tarihi)" ve "Wissenschaft und Technik im Islam" (İslam'da Bilim ve Teknik) adlı eserleri tıp, astronomi, astroloji, meteoroloji, simya, kimya ve matematiksel astronomi gibi çok çeşitli alanlarda İslam bilimcilerinin bilim dünyasına yaptıkları katkıların sanılandan çok daha büyük olduğunu göstermesi açısından çığır açan niteliktedir. Prof. Sezgin, 1981 yılında Frankfurt Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi'nde Arap-İslam Bilimi Tarihi Enstitüsü'nünkurucusudur. ayrıca 1983 yılında ise bu enstitünün müzesinin kuruculuğunu yapmıştır. kendisinin geçen hafta bir kanalda söyleşisi vardı..izlemenizi isterdim... bir çok değerli bilim adamı gibi o da türkiyenin o zor dönemlerinde vatanını terketmek zorunda bırakılanlardan.... üniversitelerimiz neden 500lere bile giremiyor diyenler biraz yakın tarih te mi bilmiyorlar... bu dünyaca ünlü değerli bilim adamı çok yakında aslında türkiyede açmak istediği halde siyasilerin ilgilenmemesi sebebiyle goethe üniversitesinde açtığı bu müzenin daha büyüğünü istanbulda hazırlıklarını tamamlayıp açacak inşallah... bu memleket her zaman herşeyin en güzeline layık.. selamlar... Din bilime daha baştan düşmandır. Bilim tüm açıklamalarını maddeyi konu ederek yapar. Madde dışındaki kavramlarla ilgilenmez. Din ise maddeye alternatif olarak "ruh" getirir tüm açıklamalarını ruh'a dayandırarak yapar. Bu iki dünya görüşü maddeci ve ruhçu olamak üzere ayrılırlar. Bu iki farklı dünya görüşü biribirine tamamen ters açıklamalar yaparlar. Maddecilikte madde sürekli vardır ve ancak hal değiştirir. Ruhçu görüşe göre de madde yok iken ruh vardı maddeyi o var etti. Zaman gelecek yok edek düşüncesi vardır. Halbuki bilim maddenin yoktan var edilemeyeceğini, var olan maddeninde asla yok olmayacağını söyler. Bu iki zıt dünya görüşü insanı tanımlarken bile zıt görüşlüdür. Dinlere göre: İnsan düşünüyor çünkü bir ruhu vardır. Bilim'e göre (Maddeci görüş): "İnsan düşünüyor çünkü bir beyni vardır". Bize ne kadar kutsal gözükselerde, kutsallarımız, bilincimiz ve düşüncemiz, maddi, bedensel bir organın, beynin ürünlerinden başka bir şey değildir. O halde ruhu yaratan, bizim beynimiz yani bir maddedir. Bilimsel (Maddeci) görüşte; madde, varlık, bizim düşüncemizin dışında varolan gerçek şeylerdir ve varolmak için düşünceye ya da ruha gereksinme duymazlar. Aynı şekilde, ruhta maddesiz varolamayacağına göre, bedenden bağımsız bir ruhta yoktur.
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl Din bilime daha baştan düşmandır. Bilim tüm açıklamalarını maddeyi konu ederek yapar. Madde dışındaki kavramlarla ilgilenmez. Din ise maddeye alternatif olarak "ruh" getirir tüm açıklamalarını ruh'a dayandırarak yapar. Bu iki dünya görüşü maddeci ve ruhçu olamak üzere ayrılırlar. Bu iki farklı dünya görüşü biribirine tamamen ters açıklamalar yaparlar. Maddecilikte madde sürekli vardır ve ancak hal değiştirir. Ruhçu görüşe göre de madde yok iken ruh vardı maddeyi o var etti. Zaman gelecek yok edek düşüncesi vardır. Halbuki bilim maddenin yoktan var edilemeyeceğini, var olan maddeninde asla yok olmayacağını söyler. Bu iki zıt dünya görüşü insanı tanımlarken bile zıt görüşlüdür. Dinlere göre: İnsan düşünüyor çünkü bir ruhu vardır. Bilim'e göre (Maddeci görüş): "İnsan düşünüyor çünkü bir beyni vardır". Bize ne kadar kutsal gözükselerde, kutsallarımız, bilincimiz ve düşüncemiz, maddi, bedensel bir organın, beynin ürünlerinden başka bir şey değildir. O halde ruhu yaratan, bizim beynimiz yani bir maddedir. Bilimsel (Maddeci) görüşte; madde, varlık, bizim düşüncemizin dışında varolan gerçek şeylerdir ve varolmak için düşünceye ya da ruha gereksinme duymazlar. Aynı şekilde, ruhta maddesiz varolamayacağına göre, bedenden bağımsız bir ruhta yoktur. gene yine yeniden aynı soruyu sorma ihtiyacı duyuyorum hep cevapsız kaldığı için; madde;varolmayı değil(bunu inkar ettiğiniz için sormuyorum)kendini organize edebilme özelliğini nasıl ve nerden(hangi güçten)almıştır ?? bu soruyu cevaplayabilen bir bilim(!)ci var mı??
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl Din bilime daha baştan düşmandır. Bilim tüm açıklamalarını maddeyi konu ederek yapar. Madde dışındaki kavramlarla ilgilenmez. Din ise maddeye alternatif olarak "ruh" getirir tüm açıklamalarını ruh'a dayandırarak yapar. Bu iki dünya görüşü maddeci ve ruhçu olamak üzere ayrılırlar. Bu iki farklı dünya görüşü biribirine tamamen ters açıklamalar yaparlar. Maddecilikte madde sürekli vardır ve ancak hal değiştirir. Ruhçu görüşe göre de madde yok iken ruh vardı maddeyi o var etti. Zaman gelecek yok edek düşüncesi vardır. Halbuki bilim maddenin yoktan var edilemeyeceğini, var olan maddeninde asla yok olmayacağını söyler. Bu iki zıt dünya görüşü insanı tanımlarken bile zıt görüşlüdür. Dinlere göre: İnsan düşünüyor çünkü bir ruhu vardır. Bilim'e göre (Maddeci görüş): "İnsan düşünüyor çünkü bir beyni vardır". Bize ne kadar kutsal gözükselerde, kutsallarımız, bilincimiz ve düşüncemiz, maddi, bedensel bir organın, beynin ürünlerinden başka bir şey değildir. O halde ruhu yaratan, bizim beynimiz yani bir maddedir. Bilimsel (Maddeci) görüşte; madde, varlık, bizim düşüncemizin dışında varolan gerçek şeylerdir ve varolmak için düşünceye ya da ruha gereksinme duymazlar. Aynı şekilde, ruhta maddesiz varolamayacağına göre, bedenden bağımsız bir ruhta yoktur. sayın maraba din bilime düşman değildir ....bu sizin temenniniz olabilir ancak....söyledikleriniz materyalist bir bakış açısı...evet ama bu onun bilmediklerinin sınırsızlığını gösterir ancak...
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl gene yine yeniden aynı soruyu sorma ihtiyacı duyuyorum hep cevapsız kaldığı için; madde;varolmayı değil(bunu inkar ettiğiniz için sormuyorum)kendini organize edebilme özelliğini nasıl ve nerden(hangi güçten)almıştır ?? bu soruyu cevaplayabilen bir bilim(!)ci var mı?? bu soruya cevap verebilecek bir bilim(!)ci var mi?
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl M.K. ATATÜRK’ÜN ;“Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir.Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme, mantığa uygun düşmesi gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer.” İfadesindeki gibi İslam’da "din-bilim çatışması" yoktur. Özellikle İslam Dini akla ve bilime önem veren bir dindir.Dinin tarih boyunca bilime karşı olduğu, bilimin ancak din terk edildiğinde gelişebileceği gibi iddialar vardır.Oysa bilimin tarihine biraz göz atmak bile, bu iddiaların yanlışlığını görmek için yeterli olacaktır.Orta Çağda Allah’a inanan Müslüman bilim adamları sayesinde İslam medeniyeti bilimsel alanda ileri gitmiştir. Din, toplumları geri bırakmaz,medeniyete,bilime katkı sağlar ve sevgi,yardımlaşma,doğruluk,adalet v.b. noktalarda da toplumları bir arada tutar. bilimi dinin karşısına rakip olarak dikenler bilime dayatılan materyalist felsefe dayatmasından vazgeçsinler...bıraksınlar bilimi kendi özgür ve objektif haline ne çatışma iddiaları kalacak ne savaş...
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl gene yine yeniden aynı soruyu sorma ihtiyacı duyuyorum hep cevapsız kaldığı için; madde;varolmayı değil(bunu inkar ettiğiniz için sormuyorum)kendini organize edebilme özelliğini nasıl ve nerden(hangi güçten)almıştır ?? bu soruyu cevaplayabilen bir bilim(!)ci var mı?? Sayın sadebiri... Belki çok kurnaz bir soru sorduğunuzu düşünüyorsunuz ancak bu soruyu sorduğunuz anda kendiniz ile çelişirsiniz... Savunularınızda öncelikle "Mantıksal Tutarlılık" olmak zorunda, Ve savunularınızı bir bütün olarak ele alın bence... Gelelim niçin çelişeceğiniz konusuna... "Kendini Organize Edebilme Özelliği" dediğiniz anda, "Tanrı'nın Bilincinden Özgür" olan maddesel bir devinimden bahsetmiş olursunuz. Oysa ki İslam inancında tek bir yaprak bile Tanrı'nın izni olmaksızın kımıldayamaz öyle değil mi? Umarım farketmişsinizdir... Diğer bir husus... "Maddenin kendi kendini organize edebilme özelliği" var ise eğer, Yani siz buna gerçekten inanıyorsanız Maddenin "Evrimi"ne inanmamanız için hiç bir neden yoktur. Çünkü kendi kendisini organize edebilen "Madde", "Uyum"un gerektiği koşullarda Bu özelliğini kullanarak "Uyum" sağlayacak Ve belkide milyonlarca yıl sonra evrim geçirecektir, Bu kaçınılmaz sonuç olacaktır... Dolayısı ile sorduğunuz soru kendi kabullerinizle en baştan çelişmektedir. Umarım bunu da farketmişsinizdir... Varlığı bir bütün olarak ele alırsanız eğer bu çelişkiden kurtulabilirsiniz... Saygılarımla...
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl Sayın sadebiri...Belki çok kurnaz bir soru sorduğunuzu düşünüyorsunuz ancak bu soruyu sorduğunuz anda kendiniz ile çelişirsiniz... Savunularınızda öncelikle "Mantıksal Tutarlılık" olmak zorunda, Ve savunularınızı bir bütün olarak ele alın bence... Gelelim niçin çelişeceğiniz konusuna... "Kendini Organize Edebilme Özelliği" dediğiniz anda, "Tanrı'nın Bilincinden Özgür" olan maddesel bir devinimden bahsetmiş olursunuz. Oysa ki İslam inancında tek bir yaprak bile Tanrı'nın izni olmaksızın kımıldayamaz öyle değil mi? Umarım farketmişsinizdir... Diğer bir husus... "Maddenin kendi kendini organize edebilme özelliği" var ise eğer, Yani siz buna gerçekten inanıyorsanız Maddenin "Evrimi"ne inanmamanız için hiç bir neden yoktur. Çünkü kendi kendisini organize edebilen "Madde", "Uyum"un gerektiği koşullarda Bu özelliğini kullanarak "Uyum" sağlayacak Ve belkide milyonlarca yıl sonra evrim geçirecektir, Bu kaçınılmaz sonuç olacaktır... Dolayısı ile sorduğunuz soru kendi kabullerinizle en baştan çelişmektedir. Umarım bunu da farketmişsinizdir... Varlığı bir bütün olarak ele alırsanız eğer bu çelişkiden kurtulabilirsiniz... Saygılarımla... sevgili tengeriin bosig ,oncelikle tespitiniz icin sizi kutlarim amma velakin bu soruyu sormamdaki gaye sudur ki teist olarak biz bu gucun Allahtan geldigine inaniriz ateist arkadaslar bunun maddenin kendisinden kaynaklandigini savunur yani bu soruyu sormamdaki maksat budur simdi hala bekliyorum sorunun cevabini sayin ateist arkadaslar bilgisine guvenen bunun izahini yapsin bi zahmet sygilar
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl sevgili tengeriin bosig ,oncelikle tespitiniz icin sizi kutlarim amma velakin bu soruyu sormamdaki gaye sudur ki teist olarak biz bu gucun Allahtan geldigine inaniriz ateist arkadaslar bunun maddenin kendisinden kaynaklandigini savunur yani bu soruyu sormamdaki maksat budur simdi hala bekliyorum sorunun cevabini sayin ateist arkadaslar bilgisine guvenen bunun izahini yapsin bi zahmet sygilar Yani siz "Maddenin kendi kendini organize edebilme özelliği"nin olduğunu Ancak bu özelliğinde "Tanrı" tarafından verildiğini mi kabul ediyorsunuz? Tabii ki bu anlayışa çeşitli yaklaşımlarla Çeşitli sorular sorulabilir lakin madem ki sorunuza illa ki bir cevap istiyorsunuz Arada kaynatmamak lazım... Benim kendi görüşümce; Tanrı herşey olduğuna göre, Hangi cevabı verirsem aynı kapıya çıkar... Saygılarımla...
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl Yani siz "Maddenin kendi kendini organize edebilme özelliği"nin olduğunuAncak bu özelliğinde "Tanrı" tarafından verildiğini mi kabul ediyorsunuz? Tabii ki bu anlayışa çeşitli yaklaşımlarla Çeşitli sorular sorulabilir lakin madem ki sorunuza illa ki bir cevap istiyorsunuz Arada kaynatmamak lazım... Benim kendi görüşümce; Tanrı herşey olduğuna göre, Hangi cevabı verirsem aynı kapıya çıkar... Saygılarımla... ilahi bir cevap istememiştim soruda bilimsel bir cevap istemiştim .. mademki cevabı ilahi olarak ele alıp veriyorsunuz,o zaman sorunun ilk kısmından başlayabilirsiniz.madde varolma özelliğini nerden hangi güçten almıştır?? hangi kapılara çıktığınıda burda bize açık açık anlatırsanız sevinirim.. saygılar...
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl ilahi bir cevap istememiştim soruda bilimsel bir cevap istemiştim ..mademki cevabı ilahi olarak ele alıp veriyorsunuz,o zaman sorunun ilk kısmından başlayabilirsiniz.madde varolma özelliğini nerden hangi güçten almıştır?? hangi kapılara çıktığınıda burda bize açık açık anlatırsanız sevinirim.. saygılar... Bakın doğru cevabı alabilmek için doğru soruları sormak ve doğru tespitler yapmak lazımdır. Sorunuzu şu şekilde ele almak gerekiyor: "Madde, özelliklerini nereden almıştır ve kaynağı nedir?" Burada iki tez var binlerce yıldır: "Kaynağını İdealardan ya da Tanrı'dan alır ve Tanrı hep vardır." "Madde hep vardır ve özellikleri kendisine aittir." İki görüşte birbirini hiç bir zaman çürütememiş ve felsefe olmaktan öteye gidememiştir. Bugün sorduğunuz bu soru ve benzerleri, türevleri ilkçağdan beridir tartışılıyor... Kabullerden yola çıkalım: "Maddeden Ayrı Tanrı/İdea" anlayışına göre herşeyden önce Tanrı vardır. Maddeyi yaratmıştır ve maddeye özelliklerini vermiştir... "Materyalist" anlayışa göre her zaman madde vardır. Madde kendi özelliklerine, kendisi zaten sahiptir... Nasıl ki "Maddeden Ayrı Tanrı" anlayışına göre "Tanrı" sonsuz ve öncesiz ise "Materyalist" anlayışa göre de "Madde" ya da en saf hali ile "Enerji" aynı şekildedir. Her iki tarafın birbirlerine ithamı şudur: "Sen Tanrı'nın öncesiz ve baki olduğunu kavrayamıyorsun!" "Sen Maddenin/Enerjinin öncesiz ve baki olduğunu kavrayamıyorsun!" Kısaca; Bilimsel bir cevap isterken, aslında sizde bilimsel bir cevap vermekten yoksunsunuz. Çünkü "Bilim"in araştırma konusu ve ilgi alanı olmayan bir kavrama göre, "Tanrı" kavramına göre yorum yapmaya çalışıyorsunuz. Öyle ise size şu soruyu sorarlar: "Maddenin bu özellikleri Tanrı'dan aldığının kanıtı nedir?" Siz bu soruya elbette ki bilimsel bir cevap kesinlikle veremeyeceksiniz... Ancak yine de şu sorunun gelmesi kaçınılmaz: "Tanrı'nın varlığını Bilimsel olarak kanıtlar mısınız?" Yani iddia ediyorum ki sorunuz öncelikle sizi darda bırakacak bir sorudur... Saygılarımla...
Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2007 17 yıl Öyle ise size şu soruyu sorarlar: "Maddenin bu özellikleri Tanrı'dan aldığının kanıtı nedir?" Siz bu soruya elbette ki bilimsel bir cevap kesinlikle veremeyeceksiniz... Ancak yine de şu sorunun gelmesi kaçınılmaz: "Tanrı'nın varlığını Bilimsel olarak kanıtlar mısınız?" Yani iddia ediyorum ki sorunuz öncelikle sizi darda bırakacak bir sorudur... Saygılarımla... evrimcilerin verdiği tek hücreli canlıdan gelme model bilimsel olabiliyorsa o zaman bana cinsiyetin nasıl oluştuğunu üremenin nasıl oluştuğunuda ispatlamak zorundalar isbatı olmayan bir soru sordum size sizde bana benim soruma soryla çelişkili cevaplar vermekle yetiniyorsunuz... bakın diyelim ki ben maddenin bu özelliğini tanrıdan aldığını iddia etmeden soruyorum bu soryu. o zaman hangi güç kuvvet yada adı herneyse maddeye bu oluşumu (değişkenlik, kendini organize etme)veriyor?? bende iddia ediyorum ki sizinde aynı şekilde bana sorduğunuz soru sizi darda bırakıcaktır... saygılar...
Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2007 17 yıl emegine saglık kardesım. ama onlar ateisttir, senın haberın yoktur. sımdı bırı cıkar bunu sana anlatır veya hatırlatır.hıc dınle bılım bır olurmu? aklın alıyormu senın sımdı sana dogrusunu hatırlatacaklar.biraz bekle sadece saygılar bekliyorum
Gönderi tarihi: 6 Ekim , 2007 17 yıl dinin bilime düşman falan oldugu yok. kilise babalarının, kendi ikballeri için bir takım gerçeklerin karşısında durmasını tüm inançlara şamil sayamazsınız. bu, hıristiyanlıgın kilise tarafından yorumudur, vakti zamanında ki... şunu da unutmamak lazımdır her bilimsel buluş insanların yararına diye bir şeyde yokdur. bilimin ve rahiplerinin her açtıgı yol mubah anlamına gelmez. insanlıgın büyük çogunlugunun zararına olan kimi durumlara karşı koymayı 'gerilik' olarak yaftalamak çok yanlış bir düşüncedir. nihayetinde bir insan edimidir...
Gönderi tarihi: 22 Ekim , 2007 17 yıl evrimcilerin verdiği tek hücreli canlıdan gelme model bilimsel olabiliyorsao zaman bana cinsiyetin nasıl oluştuğunu üremenin nasıl oluştuğunuda ispatlamak zorundalar isbatı olmayan bir soru sordum size sizde bana benim soruma soryla çelişkili cevaplar vermekle yetiniyorsunuz... bakın diyelim ki ben maddenin bu özelliğini tanrıdan aldığını iddia etmeden soruyorum bu soryu. o zaman hangi güç kuvvet yada adı herneyse maddeye bu oluşumu (değişkenlik, kendini organize etme)veriyor?? bende iddia ediyorum ki sizinde aynı şekilde bana sorduğunuz soru sizi darda bırakıcaktır... saygılar... seni hangi güç kudret düşündürüyor bunları? kendin düşünüyorsun değilmi? ohalde sen tanrı olmalısın
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.