Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İNSANLAR BİLİME NASIL BAKIYOR?


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Hollywood filmleri bilimciler için hiç iyi imajlar çizmez. Bu filmlerde bilimciler kaçık, ihtiraslı, acımasız ve ahlaksız, bencil, menfaatçi gösterilirler. Bu kadar önyargı ve iftiraya uğramış bir kesim daha göstermek zordur. Bilimin en büyük oranda yapıldığı ve bulunduğu düzeye bilimin taşımış olduğu bir ülkede bilime bu kadar nankör davranılması özgürlüğün bir gereğidir. Ayrıca bilimciler bundan hiç rahatsız olmuyorlar. Bütün bunları bir espri olarak algılayıp gülüp geçiyorlar.

 

ABD de bile halkın büyük çoğunluğu bilimsel yöntemi anlamış ve benimsemiş değildir. Büyük çoğunluk bilimden çok “sahte bilim”e eğilimlidir. UFO’lar, uzay medyumları, eski görkemli ve ileri uygarlık efsaneleri, ruh çağırma seansları, sahte şifacılık, gizemli cisimler, gizemli ışınlar… vs. Bunlar için türlü bilimsel (!) kanıt uydurulur ve pazarlanırlar. Çoğu kişi bunlara ‘inanmak isteyerek’ (inanarak değil) bunlarla ilgili kitap ve ürünleri alır. İnsanların kanıtlanamayan inançlara neden bu kadar ihtiyaçları olduğu sorununu bilim henüz çözememiştir!

 

Bence bunun tek açıklaması, insanların bencil, menfaatçi ve sabırsız olmalarıdır. Her şeyi basit, kestirme ve kolay yoldan elde etmeyi hayal ediyorlar. Bütün kazandıklarının ölümle sona ermesini ve beş parasız toprakta çürümeyi kendilerine yediremiyorlar. Sık söylenir “mezara mı götüreceksin” diye. Halbuki zaten mezara götürmek gerekmiyor. Kişilerin teker teker hayatları değerlendirmeye alındığında bir kıymetleri yoktur. Kuzey kutup buzulları üzerinde kısa bir ömür yaşamış ve sadece fok, balık ve ayı avlamış, buz, su, bulutlar, yıldızlar ve kutup ışıklarından başka bir şey görmemiş bir insan hayatta ne öğrenebilir ki?

 

Ancak nedensel düşünürsek ağır ağır işleyen bir sürecin belli bir sonuç vermeye doğru ilerlediğini görebiliriz. Bu sürecin bize bilinç kazandırması ve geleceği düşlememizi sağlaması, belki bize yapılmış bir haksızlıktır. Bilincimizin sönmesini ve sonsuz bir karanlığa gömülmesini istemeyiz. Ancak hepimizin bilinçlerinin total bileşkesi sonuçta büyük bir güce ulaşabilir. Bu ulaşılan düzeyin bizlere, bireylere ne faydası olacak?

 

Bilim bireyleri cennete göndermeyi elbette vaat etmiyor. Ancak ölümden sonra bir hayat varsa, bilimin bu hayatın bile kalitesini yükselteceği şüphesizdir. Biraz önce bahsettiğimiz Eskimo, cennette bol balık bulunmasını isteyebilecekken, bilimsel düşlere sahip biri galaksilerarası yolculuk yapmayı isteyebilecektir.

 

Din bilimden bağımsız bir şekilde kendi içinde var olmayı elbette sürdürebilir ve insanlar onun aracılığı ile cennete gideceklerine elbette inanabilirler. Bilimin buna karışmaya ne niyeti, ne yetkisi vardır. Ancak bilim dogmaları yıkmak zorundadır. Çünkü kendi içinde ürettiği dogmalara da aynı acımasızlığı gösterir. Genetiğin mekanizması keşfedildiğinde tüm canlıların aynı genetik sistemle ürediği anlaşıldı. Bir virüs ile bir insanın genetik mekanizması aynıydı. Bunun üzerine bu genetik prensibe “santral dogma” adı verildi. Çünkü bunu değiştirecek, yıkacak ve yanlışlayacak bir olasılık gözükmüyordu, bu derece kesin bir prensipti. Bunun üzerine birçok bilimci harekete geçti. Bu dogmayı yıkmak için çok araştırma yaptılar, hatta Sovyet biyoloji enstitüleri uzun yıllar gen teorisini reddetti. Bu uğurda görevinden atılan Rus biyologlar bile oldu. Fakat bu teori halen yıkılamamıştır, bir tek istisnası gösterilememiştir. Gen teorisine aykırı bir tek canlı örneği gösterilmesi dünyayı yerinden oynatacak bir sansasyona yol açar.

 

Şurası kesindir ki, insanın balçıktan ve eşinin onun kaburga kemiğinden yaratıldığı savına inanılmaya devam etse ve dini veriler sorgulanmasa, bugünkü bilim düzeyi ortaya çıkmazdı.

 

İnsanın özel, ayrı bir yaratık olarak var edildiği savı bilime kesin bir aykırılık göstermektedir. Bu günkü bilgilerimize göre iddia edilebilecek şey ancak şudur: Tek hücreliden başlayarak insana kadar gelen evrim sürecini kısmen veya tamamen yönetmiş bir bilinç var mıdır? Bilim böyle bir bilincin var olma olasılığını reddetme lüksüne sahip değildir. Bu konuda herhangi bir kanıt bulunabilirse tüm bilimcilerin bunun üzerine eğileceklerine emin olabiliriz.

 

Bilime karşı güvensizlik, çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bir nezleye bile çare bulamamış bir disiplinden ne beklenebilir ki? Halbuki modern bilim olmasa bir çoğumuz şu an hayatta olmazdık. Basit bir diş enfeksiyonu, basit bir apandisit ve başka basit bir virüs veya bakteri yüzünden ölmüş olurduk. Aslında konu bu değil.

 

İnsanların büyük kısmı bilimin pek de bir şey keşfetmemiş olduğuna inanırlar. Onlara göre bilim demek iki maddeyi karıştırıp ne olduğuna bakmakla başlayan basit bir süreçtir. Çocukken hepimiz tuz ile şekeri karıştırınca ne olacağını merak etmiş ve denemişizdir. Bilimciler bunu biraz daha öteye taşımaktan başka bir şey yapmazlar diye inanılır. Tıp mı? Alırsın fareleri, rasgele bitkilerden elde ettiğin bir sürü maddeyi sırayla dener ve etkilerine bakarsın. Biyoloji mi? Toprakta çürümüş birkaç kemik parçası bulur, hayal gücünü çalıştırırsın. Fizik mi? Bir kuleden taşı bırakır, düşüş süresini, hızını filan ölçersin. Oldu sana fizik. Kimya? Asitle bazı karıştır, bir iki şey daha eklemeyi dene, bir şeyler keşfedersin.

 

Gerçekte bazı buluşların raslantısal olduğu ya da bir şey araştırırken başka bir şeyin bulunduğu gerçektir. Fakat bilimin bundan ibaret olduğunu sanmak elbette büyük bir bilgi eksikliğidir.

 

Bu insanlar daha ileri giderek karmaşık aletlerin bile belli başlı bir tasarım ürünü olmadığını, örneğin bir bilgisayarın nasıl çalıştığını gerçekte kimsenin bilmediğini sanırlar. Onlara göre insanlar deneye deneye bir şeyler geliştirmişler ve sonuçta nasıl olduğunu kendilerinin de bilmediği bir sonuç çıkmış ortaya. Bu düşünceye göre uçak, otomobil, bilgisayar… bunlar hep doğada gömülü idi, insan uğraşıp çabalarken ortaya çıktılar. Uçak yapılırken kuşların, radar yapılırken yarasaların temel alınması gibi bazı veriler de bu savı destekler. Bu düşünceye göre heykel zaten mermerin içinde vardı, heykeltıraş keskisini vururken fazlalıklar dökülüverdi ve heykel ortaya çıktı! O halde heykeltıraş da bir eser yaratmamıştır, bilim de bir şey keşfetmemiştir.

 

Tüm bu düşüncelerin özünde kestirmecilik, beleşçilik ve hazırcılık yatar. İnsan yeryüzünde yaratıcısının sevgili ve nazlı bir temsilcisidir, her şey ona hazırca verilmektedir. Bu varsayımın devamını dile getirmek, bilimin konusu dışına çıkıp din alanına girer. O yüzden bilim açısından sadece bu kadarını eleştireceğim:

 

Böyle bir şey yoktur. İnsana insan denecek duruma gelmesi için bir şeyler keşfetmesi son birkaç bin yıllık dönemde olmuştur. İnsanlar yüzbinlerce yıl avuçiçi taş baltalardan başka bir şey yapamamışlar ve günümüz şempanzelerinden fazla farklı olamamışlardır. Dik durma, konuşma, alet yapma, gelişmiş bir beyine sahip olma için milyonlarca yıl geçmiştir. Tekerlek, yazı, demir kullanımı son birkaç bin yılın meselesidir. Hatta koskoca piramitler yapan Aztek ve Maya uygarlıkları bir tekerleği bulamamışlardır. İspanyollar geldiğinde tüm yüklerini hayvan ve kendi sırtlarında taşıyorlardı. İspanyolların atlarını, arabalarını ve gemilerini görünce tanrısal varlıkların ziyaretine uğradıklarını sanmışlardı. (Güney Amerika’da at yoktu sanırım, lama vardır.)

 

Kısacası tüm dünyada bilime bakış açısının düzeltilmesi için alınacak daha çok yol vardır. Gelişmiş ülkelerde bilim karşıtlığı çok vahim boyutlarda değildir, fakat oralarda da bilimin sahte bilimle karıştırılması olayı sözkonusudur. Bilimcilerin pek azı popüler bilim kitapları yazıyorlar ve bunları da pek az kişi okuyor. Hatta bazı düşünürler dünyanın yeniden bir karanlık çağa girmesi riskinin olduğundan bile bahsedebiliyorlar.

 

Kişisel fikrimce insanlık her zaman iniş çıkışlar yaşayabilir, önemli olan total bileşkedir…

Gönderi tarihi:

Bilimsel düşünce, herşeyden önce nesnel olmayı gerektirir. Oysa ki bugün dünya üzerindeki insanların büyük çoğunluğu, doğdukları andan itibaren ebeveynleri ve yaşadıkları toplum tarafından kendilerine empoze edilen dogmaların etkisiyle sağlam bir nesnel düşünce sistemi oluşturamamışlardır. Kendilerine empoze edilen dogmaları, bilimin üstünde tutarak bilime gerekli ilgi ve özeni göstermemişler, hatta bilimsel bulgularla dogmalarının çatıştığı durumlarda bilime cephe alabilmişlerdir. Bunun izlerine özellikle de bilimsel düşünce sisteminin emekleme çağında bile sayılamayacak olan ülkemizde sıkça rastlanmaktadır.

 

Bilimin henüz canlı tek bi hücre bile yaratamadığını söyleyerek sözümona bilimi aşağılamaya çalışanların arkalarında pek çok destekçi bulduğu bir ülkede "Nasıl bilim toplumu olabiliriz" diye sormanın da pek bir anlamı olmasa gerek.

Gönderi tarihi:

Toplumdaki Faustların sayısını arttırmak toplumun rahat güdülmesini engeller. Güdücüler insanların bilime böyle bakmasını istiyorlar. Yoksa yeterince bilinçlendirilmiş her beyin bilime doğru biçimde bakar. Bilim konusunda bilinçlenmiş bir toplumu gütmeniz güçleşir. Türkiye kendine biçilmiş bir rolü oynuyor. Bu rolün içinde de maalesef bilim üretme gibi bir bölüm yok.

Gönderi tarihi:

Değerli arkadaşlar, bilim konusunda ülkemizin ve insanımızın bir dış komplonun kurbanı olduğu ve kendisine biçilen rolü oynamak zorunda bırakıldığı yönünde düşüncelere nasıl bir katkı yapmam konusunda tereddütlüyüm.

 

Bu konuda istek ve yönlendirmeler mutlaka ki vardır. Kimse karşıda daha güçlü bir rakip istemez ve elbette ki çeşitli tertiplere başvurabilir.

 

Ancak sanırım tüm suçu bu noktada aramamak gerektiğine siz de katılırsınız. Önemli olan oyun oynanması değil, oyuna gelmemektir. Örnek vermek gerekirse Saddam Hüseyin'in İran ile savaşması için silahlandırıldığını, fakat bu savaş bittikten sonra kendisine verilmiş olan silahlarla tehlikeli bir aktör haline geldiğini ve bertaraf edilmesi gereğinin ortaya çıktığını... Bunu sağlamak için Kuveyt'in kendisine gizliden ikram edildiği ve bu oltaya çok kolay gelen Saddam'ın harekete geçmekte gecikmediği... Zokayı yuttuğunda ise fena halde hırpalanıp gücünün budandığını hepimiz biliyoruz. Bilenler biliyorlar, Kuveyt'ten çıkmaya çalışan zırhlı Irak birlikleri konvoylar halinde çöllerde dizi dizi göremedikleri elektronik gözler tarafından izlenip üzerlerine füzeler yağdırıldı. Nereden geldiğini bile anlayamadıkları füzelerle yok oluncaya kadar bombalandılar. Sonuç ürperticiydi. Çölde göz alabildiğine uzanan dizili simsiyah olmuş dumanı tüten enkaz konvoylarının nerede başlayıp nerede bittiği bilinemiyordu. Bu enkaz konvoylarının üzerinde uçan helikopterler bile başını sonunu göremiyordu. Düşmanlarını görememiş ve tek mermi atamadan imha olmuşlardı! Anca belki gökteki hayaletlere rasgele ateş açmışlardır ölmeden önce...

 

O Iraklılar Fao yarımadası İran'dan Amerikan helikopterlerinin de desteğiyle ve kimyasal silah kullanılarak, binlerce İran askeri daha siperlerinden çıkamadan gazla boğulup ölerek geri alındıktan sonra barış görüşmelerine oturduklarında küçük dağları yaratmışlar gibi bir mağrurlukla İran heyetine sümüklüböceklermiş gibi bakıyorlardı. Bu görüşmelerin görüntüleri herhalde arşivlerde vardır. Fakat kendi sonları onlardan bin kat daha feci oldu.

 

Siz hakettiğiniz bir sona gitmek için çabalarsanız, sizi oraya itenler illa ki olacaktır. Nasıl olup bir halk aydınlarıyla, generalleriyle bir delinin peşine takılıp böyle oraya buraya saldırma çılgınlığına girişebilir? Yakınına yaklaşabilen bir aklı başında yiğit çıkıp bu adamın şakağına tabancayı dayayıp bu çılgınlığa dur deme cesaretini de mi gösteremedi?

 

Neyse konuyu siyasete kaydırmayalım, bu bir örnek. Diyeceğim, ağzın havada yürüyorsan, önüne bir kuyu kazan illa ki çıkar. İçine düşünce de kuyuyu kazana küfürler etmektense niye ağzını havaya ayırdığının muhasebesini yapmak daha akılcıdır...

Gönderi tarihi:

Sayın Demirefe, tabiki haklı olduğunuz noktalar mevcuttur. Şunu belirtmek isterim. Konu bence tamamiyle politik. Holywood mesela bilimadamlarını uçuk kaçık karakterler olarak çizmektedir tespitinde bulunmuşsunuz. Çünkü bilinçaltına bilimle uğraşan kafayı yer fikri yerleştirilmeye çalışılıyor. Amerika'da sahte bilimler revaçta dediğiniz gibi. Uzay medyumluğu, ufoculuk vs bunların kitlelere empoze edilmesinin sebebi kuşku yok ki gerçek bilimle ilgilenmemelerinin istenmesindendir.

Konuyu ülkeler ve milletler savaşı olarak ele almıyorum ben. Bilimde geri kalmış ülkeler ve gelişmiş ülkeler diye bir ayrım yapılabilir belki. Ama bilimde en ileri gitmiş bir ülkenin (Amerika) halkının durumunu siz ortaya koydunuz zaten. Bu yüzden güden ve güdülenler ilişkisinin bilimde de belirleyici olduğu düşüncesindeyim. Gerçekleri öğrenmek kimlerin işine gelir kimlerin yalana ihtiyacı vardır sorusuna cevap verdikten sonra bunları söylüyorum.

Vanilla Sky'da geçiyordu: "100 sorunun 99'unun cevabı nedir?" Para.

Yeterince gücü olanlar, insanların bilime nasıl bakmalarını istiyorlarsa öyle bakmalarını sağlarlar.

Bilimadamını kaçık bir karakter olarak da gösterir, bilimi de gereksiz bir uğraş.

Nasıl olsa nebulalarla ya da nötrinolarla kafa patlatacak birkaç kaçık bulunacaktır.

Birey olarak ağzımız açık havaya bakmadan yürümenin ve önümüze kazılan kuyuya düşmeden gitmenin bir çaresi yok mudur? Zor bir soru. İnsanlar ağızları açık olarak yürüdüklerinin ve havaya baktıklarının farkında değiller ki. Önlerine kuyu kazıldığının ve içine düşeceklerini de bilmiyorlar. Düşmüşlerse bile nerede olduklarının farkında değiller.

Gönderi tarihi:

Tamamen haklısınız, ben de konuyu politik bir örnekle açıklamaya çalıştım bu yüzden.

 

Yapılan filmlerin, yazılan kitapların ve yayılan fikirlerin hep bir düzenlemenin parçaları olduğunu düşünmeniz ilk bakışta komplo teorisi izlenimi veriyor.

 

Komplo teorileri hep tartışılan ve ilgi çeken konular olagelmişlerdir. Bu konuda kesin bir yargıda bulunmak çok zordur. Komplo teorileri konusu son derece karmaşık bir konu. Fakat entelektüel bir düşün tarzına ait olduğu kesindir. Ben entelektüel çabayı karmaşadan yana olma, basitliği reddetme, her alanda karmaşık nedensellikler görme eğilimi olarak tanımlıyorum. Bu insanların en kızdıkları söz "fazla düşünürsek kafayı yeriz" sözüdür.

 

Bruce Willis'in ünlü filmini hatırlamamak elde değil. Fakat karmaşanın sıkıntı veren bir yanı olduğu kesin. Ben karmaşadan acaip, tanımsız bir zevk alırım. Karmaşık bir senaryoya sahip, işte demin bahsettiğim Bruce'un Komplo Teorisi, Tom Cruise'un Azınlık Raporu, buna benzer karmaşık ilişkiler ve sorunlar yumağından oluşan filmleri izleyeceğimde bir gerilim hissederim. Bunu tanımlamak çok zordur, tuhaf, zevkli bir gerilimdir. Ya bir kelimeyi kaçırırsam, daha kötüsü yetersiz tercüme nedeniyle önemli bir konu tam yansıtılamamışsa (bunu aşmak için İngilizce bilmek ve altyazılı izlemek yetmiyor, çünkü ne kadar bilseniz yabancı bir dildeki ince kavram nüanslarını algılamanız çok zor, ki iyi İngilizcem de yok.) gibi endişelerle gerilirim. Çünkü uzun bir süre izlenim depolayacak ve birbiriyle hiç ilgisi görülmeyen olayları belleğinizde biriktirip bağlantıların açığa çıkmasını bekleyeceksiniz. Bu bağıntıları da lütfedip söylemezler, sen bulacaksın! Çok lanet bir iştir komplo teorisi kurgulamak ve kurguyu çözmek.

 

İzledikçe belleğinizde biriken olaylar, kişiler ve ilişkileri arasında bir bağıntı bulamadıkça panik yapmaya başlarsınız. Ya film biter de hiç bir şey anlamamış olursam? Bu endişenizi alabildiğine körükler film, yarısı bitmiştir ve hâla ortada elle tutulur bir bağıntı yoktur! Yarısından sonra farklı bir işkence başlar. Tam bir şeyleri keşfettiğinizi, bağlantıları kurduğunuzu zannettiğinizde kafanıza darbeler yercesine, aptalca bağıntılar kurduğunuzu, hiç öyle bir şey olmadığını farkedersiniz. Kurduğunuz tüm bağıntıları çürüten gelişmeler olmaktadır.

 

Bundan daha kötüsü, filmi bitirip olan biteni nihayet anladığınızı sanırken, birden bazı bağıntıların hâla açıklığa kavuşmamış olduğunu farketmenizdir. İşte beni en çok sinir eden budur. Sinir olmak derken mecazi...

 

Örneğin Azınlık Raporu'nda Tom Cruise'un kaybolan oğlunun akibeti ne oldu? Bunu yıllardır anlayabilmiş değilim. Bu lanet film beni deli ediyor. Anlayamadığım her şeyi tekrar tekrar izleyip çözdüm. Hiç bir soru kalmadı, sadece bu sorunun yanıtını veremedim.

 

Eski dedektif filmleri olurdu, katil ortaya çıkar, iş biterdi. Bence insan zekası yıl yıl aşama kaydediyor. Öyle çıkmazlar yapıyorlar ki, insanın kafasını allak bullak ediyorlar.

 

Yoksa bunu da mı kasıtlı yapıyorlar?...

Gönderi tarihi:

Aslında komplo teorisi değildi yazdıklarım. Açık konuşmadığım için böyle algılamış olabilirsiniz. "Her çağın egemen fikirleri, çağın egemen sınıfının fikirleridir." sözü belki açıklayıcı olur bakış tarzım hakkında.

Her türlü sanatsal ve kültürel faaliyette çağa damgasını vuran anlayışı rahatlıkla ya da biraz kafa yorarak bulabilirsiniz.

Bu yüzden egemen sınıf insanların bilime nasıl bakmalarını istiyorsa öyle bakmalarını sağlar, demeye çalıştım. Bu yüzden konu politiktir, dedim.

Gönderi tarihi:

hüseyinn, anlıyorum. Ancak komplo teorisi demek, gerçek dışı ve evhamlı senaryolar demek değildir. Komplolar belli ölçülerde olabilir. Bunu sadece abartıp saplantı haline getirmek ve her kıpırdayan şeyin bir komplonun parçası olduğunu düşünmek sağlıksızdır, sizin böyle bir düşünceniz olduğunu söylemek istemedim.

 

Yalnız anlatımınız bilimin egemenlerin elinde bir araç olduğu ve egemenliklerini pekiştirmek için bilimi toplumlara belirleyici güç olarak empoze ettikleri şeklindeyse, buna katılmayacağım.

 

Esasen insanları bilimden uzak tutmak için komplo düzenlemeye de gerek yok, yam yam'ın belirttiği gibi insanlar, hele özellikle ülkemizde, dogmalardan yana zaten tavır alıyorlar. Öyle ki bu, belli bir bilinç düzeyi elde edilmediği sürece doğal bir refleks halinde.

 

Amaç bu refleksi bilince dönüştürüp bilime doğru bakılmasını sağlamak ve bilgi toplumu olmayı başarmaktır diyorum...

Gönderi tarihi:

Sadece şu forumdakileri gözönüne alırsak; 15/08/2007 tarih ve saat 21:10 itibariyle:

 

Güncel Konularda

başlık sayısı : 2.302

yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 25.303

 

Havadan Sudan Konularda

başlık sayısı : 1.321

yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 259.794

 

Politika Bilimi

(ki içeriğinde pek bilim yok)

başlık sayısı : 450

yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 5.203

 

Türkiye ve Avrupa

başlık sayısı : 73

yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 667

 

Dini Konular

başlık sayısı : 1.239

yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 33.321

 

 

BİLİM - BİLGİSAYAR VE BİLİŞİM DÜNYASI

(ana başlık altında bütün ana başlıklar)

başlık sayısı : 1.914

yorum (ya da sadece yazı yazma) sayısı : 5.108

 

 

diğerlerini yazmaya gerek yok (yanlış anlamayın yukarıdaki tablodan farkı yoktu da ondan).

 

 

Sadece bu foruma katılanların yaptığı yorumların çok küçük bir bölümünü bilim içeriyor. Bu foruma katılanlar, bilgisayar kullanan/kullanabilen kesim...

 

Bu forumun dışında gerçek çoğunluk var. Burada (kanımca eğitim anlamında daha elit bir ortam olması gereken bir ortamda) bunlar tartışılırsa çoğunluğun olduğu ortamda bilimi telafuz etmek abes kalır sanki.

 

İşin ilginç tarafı tartışılan konunun azlığına karşın verilen cevapların çokluğu... Bu ne anlama geliyor? Bir konuya o kadar çok değinilmiş ki, konu da uzadıkça uzamış, çözüme ulaşılamamış. Hele şu "havadan sudan" konulardaki yorum sayısına bir bakar mısınız?

 

Neyse ben de fazla uzatmayayım. Kanaatimce, bilim ve araştırma konusuna pek meraklı değiliz. Sonu gelmeyen tartışmalarla uğraşmak daha çok hoşumuza gidiyor gibi.

 

Fiziksel yorgunluğu zihinsel yorgunluğa tercih ediyoruz sanki!

Gönderi tarihi:

Sayın Demirefe, benim de söylemek istediğim bu zaten. Dogmaların, popüler kültürün egemen sınıf tarafından kullanılması. Bilimin kitlelerin gözünden düşürülmesi. Bilimsel çözümlemelerin yerine falcılığın geçmesi. Bu egemen sınıfların tam da işine gelen bir yaklaşım. Kitlelere falcılık ve pop kültür pompalanırken bilim adamını da ücretli işçisi haline getirmiştir egemen sınıflar. Ha bunu sayısal bilimlerde belirgin biçimde göremezsiniz belki zira bu bilimlerin elde ettiği veriler laboratuar ortamında deneyle tekrarlanabilir cinsten. Ancak sosyal bilimlere baktığınızda tarih, iktisat yorumları tamamiyle egemen sınıflara hizmet eder durumdadır. Bu tür bilimlere objektiflikten çok sınıf subjektivizminin sinmişliğini görüyoruz.

Egemen sınıflar bilimi empoze etmez tam tersine bilimi kaçırır kitlelerden. Ülkemizde özellikle bu bariz bir biçimde görülüyor dediğiniz gibi. Egemenlerin bu konuda ülkemizde komplo düzenlemediklerini zaten böyle bir çabaya da ihtiyaç olmadığını belirtmişsiniz.

Devletin asli görevlerinden biri eğitimdir ve bu eğitimin nitelikli olması gerekir. Köy enstitülerinin kapatılması, "Bu kadar donanımlı bir halkı nasıl yönetiriz." anlayışı nitelikli eğitime olumsuz bakışı göstermektedir. Ezberci eğitim sistemi, bilimsellikten uzak müfredatlar, 20 kişilik sınıflar yerine 70 kişilk sınıflar, kütüphane ve labaratuvar eksiklikleri bu konuda takınılmış tavrı göstermektedir. Bunları görmezlikten gelirsek egemenlerin bilime karşı tavır almadıklarını söyleyebiliriz ama bu gerçeklikler var ve bilimsel bakışın önündeki önemli engeller. Gerekli tedbirleri almadan kitleleri suçlamak kolaycılık gibi geliyor bana.

Bilimin kitlelere ulaşımı engellenmiyor belki ama kitlelerin bilime gitme isteği körletiliyor, kitlelerin bilme istekleri öldürülerek (ya da hazır cevaplarla tatmin edilerek) bilimin onların gözünde "küçükleşmesi" sağlanıyor.

Kısaca ne ekersen onu biçersin diyebiliriz. Ülkemizin ekicileri birşey biçmek amacında olmadıkları için ekmiyorlar.

Gönderi tarihi:

hüseyinn, şimdi ne söylediğinizi tam olarak anladım ve katkınız için teşekkür ediyorum.

 

bahar ise tam yarama parmak basmış. Bilim alanında bir iki yazı yazdım, pek tınlayan olmadı. Bir dolaşayım deyip dini konulara girince oraya tam bir hücum olduğunu gördüm. bahar, inanın bilim alanında yazmak istediklerim var ama din alanından çıkamıyorum.

 

Ancak bu durumun bazı mantıklı nedenleri var. Bunları şöyle sıralayabilirim:

 

Din alanında tartışma canlı oluyor, çünkü İslam dini iddialı bir kurum. Sadece insanların vicdanında yaşaması ve ibadetleri düzenlemesi yeterli görülmüyor, her alana, devlete, kurumlara, insanların kişisel yaşantılarına da karışma eğiliminde. Bu eğilim laiklik prensibini aşındırmaya, hatta gerekli bir ilke olmadığını, kaldırılabileceğini iddia etmeye kadar varıyor. Halbuki kalkınmanın tek yolu teknoloji, teknolojinin tek yolu bilim ve bilimin ön şartı seküler olmasıdır. Seküler bilim yapmak için toplumun laik olması şarttır. Laikliği kaldırmayı teklif etmek, uçarken uçağın benzin borusunu kesmeyi teklif etmekten farksızdır. Laiklik - dindarlık tartışması yapılabilmesini dehşetle izliyorum. Böyle bir tartışmanın yapılabilirliği bile utanç verici.

 

İşte tartışma burdan alevleniyor. Din iddiasının çapını artırdıkça, tepki de artıyor. Yoksa kimsenin inancının kimseyi ilgilendireceği yok... İnanca baskı da söz konusu değil.

 

İkincisi de bilimin tanrıyı kanıtladığı iddialarının ortaya atılması. Bilimin tanrının varlığını ya da yokluğunu kanıtlaması söz konusu değil. Felsefe alanında tartışılacak bu konu, bilim içine getirilmeye çalışılıyor ve yine bilimi gerçekten bilim adına yapan seküler bilim insanları buna da tepki duyuyor. Bilimi tanrının varlığını da, yokluğunu da kanıtlamak için yaparsanız bilim yapmaktan çıkmış olursunuz. Çünkü bilim önyargıyla yapılmayan, tam tersine tüm önyargılardan arınarak yapılan bir çalışmadır.

 

Bunları tartışmaktan kaçındığınızda ise din bağlıları önlerinde hiç bir engel kalmadığı, karşıtları kimse kalmadığı ve laikliği kolaylıkla ortadan kaldıracakları yanılgısına düşüyorlar.

 

Bunları tartışıyor olmak bile üzücü, ama ne yapalım içinde yaşadığımız realite bu ne yazık ki...

 

Televizyonlardaki açık oturumlar gerçekten vahim ötesi acınırlıkta. Büyüler, fallar, astrolojiler, cinler, şifacılar, kahinler, medyumlar... İnanılmaz bir manzara ama dehşete kapılsak da izliyoruz...

 

Şimdi sayın hüseyinn haksız mı? sonuna kadar haklı...

Gönderi tarihi:

"İTÜ Maden Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, 1999 Gölcük ve Düzce depremleri nedeniyle Marmara Denizi tabanında 240 senede birikmesi gereken enerjinin 55 saniyede yüklendiğini belirterek, ''Bu yükü, Marmara kaldırmaz. En sonuna kadar da dayansa 2029'a kadar bu iş biter'' dedi.

 

Görür, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesince, Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumunda düzenlenen ''1999 Kocaeli Depremi'nden Bugüne'' konulu sempozyumda bir konuşma yaptı. Görür, 17 Ağustos'ların kendisini üzdüğünü belirterek, ''Türkiye'yi yönetenlerin deprem konusunda herhangi bir şey yapmaya niyetlerinin olmadığına artık kesinlikle inandım ve bu defteri kapattım. Biz, bilim adamı olarak araştırmalarımızı yaparız, aklımızın erdiği kadar bildiğimizi söyleriz. İnanılmaz boyutlarda tehlikenin olduğu bir ülkede depreme karşı bu kadar vurdumduymaz davranan, bu kadar uzak duran bir yönetimi, yönetimleri ben tahayyül edemiyorum'' diye konuştu.

 

Bilim için araştırma dışında başka bir yol bilmediğini, ancak ulaştıkları sonuçların bazı kişilerce araştırılmadan yorumlandığını dile getiren Görür, vatandaşların da olumsuz sonuçlara değil, daha olumlu konuşanlara inanma ve önlem almama eğiliminde olduklarını savundu.

 

Görür, şunları kaydetti:

''İşin en tehlikelisi, yöneticilerimiz de buna inanıyor. Bana koskoca İstanbul Valisi, 'Ya hocam biz neye inanalım' diye soruyor. İstanbul Valiliği çok güçlü bir makamdır. Ellerinde her türlü istihbarat var. İsterse kim ne yaptı, ne yapıyor bunu bulabilir. Yurt dışından bilim adamları getirirsin, onlara sorarsın.

Kaldı ki, biz bunları tüm dünyada yapıyoruz, dünya ekibiyle yapıyoruz. Araştırmalarımızın sonucu tüm dünya bilim çevresinde dolaşıyor. Marmara Denizi'nde depremle ilgili araştırmaları bizim dışımızda yapan tek kimse yok. Ama buna rağmen ne yerel, ne merkezi hiçbir yönetim umursamıyor.''

 

MARMARA DENİZİNDEKİ SON ARAŞTIRMA

 

Marmara Denizi'nde 12 Mayıs-12 Haziran 2007 tarihleri arasında Fransız L'atalanta gemisiyle araştırma yaptıklarını anımsatan Görür, ''Nautile'' adlı denizaltı ile bilim adamlarının deniz tabanına 17 yerde dalış yaptıklarını ve her dalışta en az 7 saat kalarak, İstanbul'u tehdit eden fay hattını incelediklerini

dile getirdi.

 

Görür, Marmara'nın deprem konusunda dünyanın en aktif yerlerinden biri

olduğunu belirterek, şöyle devam etti: ''1999 Gölcük ve Düzce depremleri İstanbul'u tabiri caizse topun ağzına attı. Eğer bu depremler olmasaydı İstanbul büyük risk altına girmeyecekti. Nedeni şu; Bu depremler Marmara'nın altındaki kabuğu enerjiyle yükledi. Kuzey Anadolu Fayı (KAF) sağ yönlü bir fay. Körfezin güneyindeki bütün Türkiye Marmara'ya doğru 5.5 metre, 55 saniyede birden yüklendi. Marmara'nın kabuğunda 240 senede birikmesi gereken enerji ve stres 55 saniyede yüklendi. Bu yükü Marmara kaldırmaz. Bu hesap da yapıldı, ne kadar dayanır, dayansa dayansa, en sonuna kadar da dayansa 2029'a kadar bu iş biter.''

 

Marmara'da yaptıkları araştırmada deniz tabanının haritasını çıkardıklarını, numuneler ve kaya örnekleri aldıklarını, sismik ölçümler yaptıklarını, video görüntüleri çektiklerini anlatan Görür, Marmara tabanında fay boyunca inanılmaz boyutlarda gaz ve su çıkışı olduğunu belirlediklerini bildirdi.

 

Görür, ''Marmara'nın tabanı fokur fokur kaynıyor. Bütün bu gaz ve su çıkışlarını tespit ettik, haritaladık. Çıkan gaz metan, hidrojen sülfür gazları da var. Su ve gaz çıkışının miktar ve hızını ölçen aletler yerleştirdik'' dedi. Gaz ve su çıkış nedeninin, fayın hareketliliği olduğunu, bunlardaki değişimlerin depreme ilişkin bilgi sağlayacağını belirten Görür, bunların sürekli izlenmesi için deniz tabanına bir denizaltı gözlem istasyonu kurulması gerektiğini ifade etti.

 

''ARTIK PES ETTİM''

 

''Bu çalışmayı bitirdikten sonra İstanbul Valisi'ni ziyaret ettiklerini, belediyeden de Deprem Müdürünün geldiğini ifade eden Görür, denizaltı gözlem istasyonu kurulması isteklerini ilettiğini söyledi.

 

Görür, ''Hiç olmazsa bir deneme istasyonu kuralım. Bu istasyon için İtalyanlar 'parasız verelim, sensör paralarını siz verin' dediler. 'Ne kadar' dedik, 350 bin... Sayın Vali'ye, Belediye Başkanı'na dedik ki, '350 bini siz verin.' Bunlar 450 milyon doları harcayan insanlar. Görüştükten sonra 2 ay geçti, ses yok. Ben artık pes ettim. Bir bilim adamı olarak teslim bayrağını çekiyorum'' diye konuştu. "

 

Bu alıntı ülkemizde bilime bakışı gösteriyor. Yöneticilerin bakışını, bu yöneticilerin bakışını gören halkın bakışını, bu facia durumun sorumlusu aydınların bakışını vs. vs.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.