Bu tanımları ben mi yapmışım yoksa varolan tanımların gerçekliği bu mu ?
Semavi dinlerin ve mezheplerin türüne göre laiklik tipleri tanımlamış mıyım ?
Sekülerizm, Laikliği de kapsayan çok geniş bir akım değildir. Bu tanımlar birbirinden bağımsız gelişmiştir. Ama Sekülerizm kavramının siyasi boyutu Seküler devlet tanımı ile ilişkilendirilir. En geniş anlamıyla Laiklik kavramının tarihsel gelişiminde, Protestanlığın yaygın olduğu ülkeler ile, Katolikliğin yaygın olduğu devletlerdeki uygulama ve anlayış bakımından aralarında bir nüans oluşmuştur. Başka bir deyişle, Laiklik, devleti ilgilendiren siyasi ve hukuki bir kavram olarak, 16.yy'dan itibaren anlam genişlemesine uğratılarak devletin tutumu ile ilgili bir kavram haline getirilmiştir. Sekülarizm ise 17-18 yy.'larda gelişen, en geniş anlamıyla dünya işlerindeki tutumla ilgili felsefi bir akımdır.
Konuyu marjinal bir örneği baz alarak, yanlış bir yaklaşımla ele almışsın. Ne demişsin dostum ? ''protestan muhafakarlarlar ''
ABD'de son zamanlarda gelişen ve Luther'in ''Evangelistik kilise hareketi '' ile alakası olmayan bir mezhebin varlığına ve yaygın değil ( yaklaşık % 25 ) ama Cumhuriyetçilerin iktidarında etkin olmasına dayanarak, Protestanlıkta dini ilkelerinin devlet yönetimi üzerinde etkili olmak iddiası var diyebilir miyiz ?
K.Avrupa ülkelerinde, Almanya'da, İngiltere'de var mı böyle bir anlayış ? Lutheryanizm'de, Kalvinizm'de, Anglikanizm'de böyle bir anlayış olduğunu gösterebilir misin bana ?
Dostum, Batı'da bu konu Hristiyanlık mezheplerinin öznel yapısıyla, dini anlayış biçimleri ile ilgilidir. Protestanlık, Almanya'da daha Seküler devlet kavramı ortaya çıkmadan,16.yy'da, Kilisenin, Papa'nın, Ruhban sınıfının otoritesine karşı çıkan rahipler Luther ve Calvin'nin başlattıkları Reform hareketi ile ortaya çıkmıştır. Protestanlık ile, İncil'in tek kaynak tanınması ve rahiplere, papazlara ihtiyaç olmadan okunabilmesi için ulusal dillere çevrilmesi, rahip otoritesinin Tanrı otoritesi ile bir tutulmaması ve dolayısıyla yönetim erkinden uzaklaştırılması gerekliliği, dini inançları kişisel düzeyde yaşamak gerekliliği gibi bir çok '' anlayış reformu '' yapılmıştır. Tabi bu anlayışın gelişimi burjuvazinin gelişimi, milletleşme süreci, daha sonrasında aydınlanma dönemi fikirleri ile de bağlantılıdır. Protestanlığın yayıldığı ülkelerde, aydınlanma çağında Protestanlıkla örtüşen ( Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin- Luka İncili, 20/25 ), dünyevi işlerde dini dışarda bırakarak dünyevi yaşama tarzı fikri, doğal olarak Seküler devlet anlayışını getirmiştir. Aslında, Anglikanlık da, Protestanlığın dışında olup, çıkış itibariyle biraz daha farklı bir gelişim göstermişse de, Katolikliğin reforme edilmiş halidir.
Fransa, İtalya gibi Katolikliğin yaygın olduğu ülkelerde ise, Krallar veya İmpartorlarla yönetim erkini paylaşan, bir bakıma elinde bulunduran Ruhban sınıfına başkaldırıya din adamları değil, burjuva sınıfı ve aydınlar önderlik ederek yönetimi ele geçirdiği, özgürlük, eşitlik, adalet kavramları ile birlikte egemenliğin halka ait olduğu fikri kabul edildiği için, ruhban olmayan yani halka ait anlamı olan latince Laikos kavramı anlam değişmesine uğramış ve ancak 3.Cumhuriyetle birlikte, özgürlük, eşitlik, adalet kavramları ile birlikte egemenliğin halka ait olduğu fikrinin yaygınlaşması sonucu ruhban sınıfının tahakkümünün son bulması dışında şiddetli laiklik talebi olmasa bile toplumun razı olduğu din ve devlet işlerinin ayrılması kavramı, Laisizm'le ifade edilmeye başlanmıştır. Bu kavram Anayasaya ise, ancak 5.Cumhuriyetle yani 1958 senesinde girmiştir. Bu süreçte, bu gibi ülkelerde, din, devletin kontrolü altına girmiştir ve belki de meyvesini Katoliklikte yapılan ulusal dilde ayin yapma özgürlüğü gibi bazı küçük reformizasyonlarla vermiştir.
Türkiye'ye gelirsek, Laiklikliğin, Protestanlığın geliştiği ülkelerdeki gibi toplumun şiddetli talebiyle olamayacağı aşikardı. Ama Fransa'daki gibi özgürlük, eşitlik, adalet kavramları ile birlikte egemenliğin halka ait olduğu fikrini savunan bir burjuvazi de yoktu ortada. Başta Atatürk, İnönü olmak üzere yönetimi ele geçiren asker kökenli aydın sınıf, Laik devleti, karakter olarak Katolik ülkelerdeki gibi kurdu. Diyanetle, Sünni mezhebi kontrol altına aldı. Ama nihai hedef olarak da Protestan ülkelerdeki gibi bir felsefi sekülarizmi yerleştirmek için Diyanet bünyesinde Sünni mezhep '' anlayışında '' ( dikkat İslam dinini demiyorum ), Kuran'ın ulusal dile çevrilmesi, tefsiri, Türkçe ezan gibi reforme edici çalışmalar yaptı.
Dostum, karıştırdığın nokta şu; ruhban sınıfının egemenliğine karşı olmak ayrı bir şeydir, çıkarılacak kanuna kaynak teşkil eden olgunun herkesin üzerinde ittifak sağladığı dini yoruma göre hükümlerin olması ayrı bir şeydir ve çıkarılacak kanuna kaynak teşkil eden olgulardan birisinin, herkesin üzerinde ittifak sağladığı dini yoruma göre hükümlere göre de uygun olması ayrı bir şeydir. Örneğin, adam öldürmek hem dinsel hem de seküler yaklaşım açısından cezalandırılması gereken bir davranıştır.
İrlanda'nın '' kürtaj yasağımızı kaldırmayız '' tavrının kaynağını bilmiyorum. Bildiğim ise, Anayasasında yazmasa bile İrlanda'nın laik bir devlet olduğu.
Fransa'da, Katolik mezhebine artık inanmadıkları için mi papazların ölüsünü sokaklarda sürükledi, kiliseleri basıp ateşe verdi, psikoposları, kardinalleri giyotine götürdü insanlar ? Hayır, Fransızların çoğu yine Katoliktiler ihtilal sonrası da,şimdi de. Bunun sebebi Fransa'da, Kilise'nin baskısından kurtulma fikri, Almanya'dakinden farklı olarak,din adamlarından değil, aydınlardan çıkmıştır.
Mesele laikliğin uygulandığı ülkenin aydınlarının, Katolik ülkelerde olduğu gibi aydınlanma çağı dönemi fikirlerini ne derece halka benimsetebildiği ile veya Protestan ülkelerde olduğu gibi din adamlarının, o dinin kaynaklarına dayanarak, o dini anlayışa, yoruma ilişkin eleştirel yaklaşımlarının halkta ne derece taraftar bulduğuyla ilgili dostum.
Laikliğin uygulandığı ülkenin aydınları, Katolik ülkelerde olduğu gibi aydınlanma çağı dönemi fikirlerini halka benimsetebilmişse, senin dediğin gibi toplumun dini kurumların etkisiyle dinsel bir rejim talebine sarılmayacağını bilirsiniz. Yok, Türkiye'de olduğu gibi bu fikirler henüz benimsenmemişse, Protestan ülkelerde olduğu gibi din adamlarının, o dinin kaynaklarına dayanarak, o dini anlayışa, yoruma ilişkin eleştirel yaklaşımlarının halka benimsetilmesi de önem kazanır.
Diyanet, hem tarikatların din ile istismar edebileceği bir toplumda yaşadığımız için gerekliydi hem de sünni mezhep anlayışının reforme edilmesi gerektiği nedeniyle gerekliydi. O nedenle, Atatürk Diyanet'i kurup bırakmadı, Diyanetle, Sünni mezhebi kontrol altına aldı ama nihai hedef olarak da, aydınlanma düşüncesini yerleştirmek için mücadele ederken, Protestan ülkelerdeki gibi bir felsefi sekülarizmi yerleştirmek için de, Diyanet bünyesinde, Sünni mezhep '' anlayışını '' ( dikkat İslam dinini demiyorum ), Kuran'ın ulusal dile çevrilmesi, tefsiri, Türkçe ezan gibi reforme edici çalışmalar da yaptırdı.
Bu arada forumu takip ettiğimden beri sende bazen gözlemlediğim, asıl tartışılan konunun özünü bırakıp, yan konuları tartışmak tavrı yine devreye girmiş.
Asıl tartışılan konu, Atatürk'ün Alevilere haksızlık yapıp yapmadığı, onları Sünnileştirmek gibi bir amacı olup olmadığı, Alevilerin haklarını garanti altına alıp almadığı, bugünkü Diyanet'in yapısının laikliğe uygun olup olmadığı. Bunlarla ilgili bir düşünce görebiliyor muyuz ? Hayır. Yazdıklarından ne anlamam gerekir şimdi, Dominik rümuzlu arkadaş haklı mıydı ?