Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

pante

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    38
  • Katılım

  • Son Ziyaret

pante tarafından postalanan herşey

  1. SONUÇ: Her şeyi bilip her şeye kadir olduğuna inanılan Allah’ın, gönderdiği varsayılan kitaplardan Kuran’dan öncekilerinin tahrif edildiğini öne sürmek büyük çelişkidir. Böyle bir iddiada bulunmak Allah’ın kudretliliğini değil acizliğini öne sürmek olur. Eğer Kuran’da “Daha önce gönderdiğimiz kitapları tahrif ettiler. Allah dileseydi bunu yapamazlardı.” benzeri bir ayet olsaydı iddialarının bir dayanağı olabilirdi. Kuran’dan önceki kitapların tahrif edildiğini öne sürenler Kuran’ın tahrif edilemeyeceğini çünkü korunacağına dair ayet olduğunu söylerler: Hicr-9: “Şüphesiz o zikri (Kuran'ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz…” Ne var ki Allah’ın kelamının korunacağı -tıpkı Kuran’da olduğu gibi- diğer kitaplarda da yazar. Örneğin: Yeşaya / 40-8: “Ot kurur, çiçek solar ama Tanrımızın sözü sonsuza dek durur.” Matta / 5-18: “Size doğrusunu söyleyeyim: Yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden Kutsal Yasa`dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak!” Markos / 13-31: “Yer ve gök ortadan kalkacak ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.” Bu ayetler Allah sözü ise, Allah sözünü tutamamış mıdır? Şayet bu sözlerin sonradan ilave edilmiş olduğu öne sürülebiliyorsa Kuran’a da sonradan ilave olabileceği isnadı göze alınabilmelidir. Allah’ın sözlerinin değiştirilemeyeceğine dair ayetleri Kuran’da da görebiliriz: En’am-34: “(…) Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek bir güç yoktur. (…)” Yunus-64: “(…)Allah'ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır.” Dikkat edilirse bu ayetlerde sadece Kuran’ın değil -bir genelleme yapılarak- Allah’ın sözlerinin değiştirilemeyeceği yazılı. Bu ayetlere rağmen 'tahrifat' iddiasında bulunmak bu ayetlere ve Kuran’a inanmamayı da beraberinde getirir. Günümüzde Musa’nın, Davud’un ya da İsa’nın mührüyle yazılmış orijinal bir kitap olmadığı gibi Muhammed hazretlerinin mührüyle yazılmış orijinal bir Kuran nüshası da yoktur. Bunların tümü sonradan yazılmış nüshalardır ve orijinaliyle aynı olduğu da kanıtlanamaz. Kuran diğerlerinden çok daha yakın zamana ait olmasına rağmen onun da orijinali muhafaza edilememiştir. Hatta hadislerde ilk nüshanın yakıldığı ve çoğu kısmının yok edildiği yazılıdır. Bir hadiste Îbn Ömer şöyle diyor: "Hiç kimse Kuran'ın tümüne sahip olduğunu sanmasın. Bilemez ki Kuran'ın çoğu yok olup gitmiştir. “Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum” desin yalnızca." (Süyûtî, el İtkân,2/32.) Bu durumda tahrifat iddiacılarını İsa hazretlerinin sözüyle yanıtlamak gerekir: “Kendi gözündeki merteği görmeden başkasının gözündeki çöpü nasıl çıkarmaya kalkışırsın? Önce kendi gözündeki merteği çıkar ki başkasının gözünü daha iyi görebilesin.”
  2. İncil’ler ve Nag Hammadi Yazmaları İncillerle ilgili olarak çokça karıştırılan konu şudur: Müslümanlar, ayetlerin –genellikle- Cebrail vasıtasıyla ve vahiyle peygambere gönderildiğine inandıkları ve ayrıca İncil'in Kuran'da İsa'ya da verildiğinden bahsedildiğini bildikleri için İncil’de hitap edenin Allah olduğunu umarlar; tıpkı Kuran’daki gibi… Oysa ortada ne İsa'ya verilmiş bir kitap vardır ne de Allah'ın hitabını içeren bir kitap. Üstelik Hıristiyanlarca inanılan 1 değil 4 kitap vardır "İncil" adında. Üstüne üstlük bu kitaplarda İsa’dan "tanrının oğlu" diye söz edilir. Hatta bu inanç, tanrının İsa suretinde yeryüzüne indiğine ve İsa'nın tanrı olduğuna kadar varır. Ayrıca Kuran ‘Ahmed’ adındaki peygamberin geleceğinin İncil'de yazılı olduğunu belirtmektedir; ama ne yazık ki 4 İncil'de de böyle bir bilgi mevcut değildir. Hâl böyle olunca Müslüman kesim -inançları gereği haklı olarak- İncil için "tahrif edilmiş" kanısı taşır. İsa'ya gönderilen gerçek İncil'in yok edildiğine ve onun yerine bu uydurma İncillerin çıkarıldığına inanır-inandırılır. Bu ‘tahrif’ inancı doğaldır ama gerçek farklıdır. Aslolan İsa'nın hayatının ve konuşmalarının ölümünden sonra çok sayıda yazar tarafından kaleme alınmış olmasıdır. Bunların birçoğunda olaylar abartılmış, konuşmalar çarpıtılmış ve hayali mucizeler uydurulmuştur. Daha sonra 100’den fazla kitap içinden kilisenin uygun gördüğü 4’ü dışındakiler “sapkın” ilan edilmiş ve zamanla ortadan silinmişlerdir. 325 Tarihindeki Birinci 1. İznik Konsili’nden sonra bu 4 İncil üzerinde artık bir oynama-bir tahrifat olmamıştır. İslam’ın kuruluş yıllarında ortada olan kitaplar da bunlardır. Fakat mezhepler arası tartışmaların o yıllarda çok daha yoğun yaşandığı ve bölgenin başta Aryüsçü Hıristiyanlar olmak üzere çeşitli mezheplerden etkilendiği muhtemeldir. Sapkın ilan edilen kitaplardan biri olan Thomas İncili geçen yüzyıl ortaya çıkarılmıştır. 1945 Yılında Mısır’da Nag Hammadi’de iki köylü kardeş tarafından bulunan mühürlü bir küp içinde 12 kitap keşfedildi. Kıpti diliyle yazılmış olan bu kitapların içeriği tercüme edilince 20. yüzyılın başlarında parçaları bulunan Grekçe orijinalin bir çevirisi olduğu anlaşıldı. İsa’nın sözlerini içeren bu kitaptaki sözler rakamlarla bölünüp ayrılmış olmamasına rağmen 114 ayet (tesadüfün böylesi!) olarak bölümlendirilmesi uygun görüldü. Thomas İncil’inin Kanon İncillerinden sonra yazıldığı ve Grekçe orijinalinin 200, Kıpti çevirisinin 300’lü yıllara ait olduğu kabul edilir. Kanon İncillerindeki gibi hikâye şeklinde anlatımlara sahip değildir ve İsa’nın çarmıha gerilmesi, paraklet müjdesi gibi olaylara değinmez. Gnostik İnciller kategorisine giren Thomas İncil’inin içeriğindeki sözler Kanon İncilleriyle benzerlik gösterdiğinden bu İncillere bağlı kalınarak yazıldığı söylenir. Gnostiklerin çoğunda İsa’nın gerçek insan olmadığına, insan gibi görünen ruh olduğuna ve çarmıha gerilip acı çekmediğine inanılır. Görüldüğü gibi İncillerin İslam öncesi dönemdeki durumu bir hayli karmaşıktır. Bu karışıklık ve kitapların birbirinden farklılığı “tahrifat” olarak adlandırılamaz. İnciller, İsa’nın sahip olmadığı ve ölümünden sonra yaşamının ve sözlerinin yazıldığı çeşitli kitaplardır. Yani Muhammed hazretlerinin hayatını ve sözlerini anlatan siyer ve hadis kitapları gibidir. Haliyle farklı yazarların yazdığı kitaplar da farklı içeriklerde olacaktır. Tıpkı Taberi’nin yazdıklarının, İbni Hişam’la, İbni İshak’la aynı olmaması gibi. Qumran Ölü Deniz Tomarları Aralarında İbranice ‘Eski Antlaşma’nın da bulunduğu yaklaşık 800 tomardan ibarettir. Bu tomarların çoğu 1947’de ve bir kısmı da 1956’da Qumran Vadisi yakınlarındaki 11 ayrı mağarada ortaya çıkmıştır. Tomarların ilk bölümü Muhammed Ahmed adlı (tesadüfün böylesi!) bir Bedevi keçi çobanı tarafından 1947 yılında Ölü Deniz yakınlarındaki Qumran Vadisi’nde bir mağarada bulunmuştur. Muhammed Ahmed kayıp bir keçiyi aramaya gider. Keçinin mağaraya girip girmediğini anlamak için mağaraya birkaç taş atar. Taşları attıktan sonra bir şeyin kırıldığını işitir ve mağaradan içeri girer. Karşısında düzinelerce testi vardır; kırılanların içerisine bakar ve testilerin içinde deri tomarlar olduğunu görür. “Ölü Deniz Tomarları’nın” bulunması 20. Yüzyıl’ın en önemli arkeolojik keşiflerinden biridir. Bu tomarlar, İ.Ö. 150 ile İ.S. 70 yılları arasında Qumran Vadisi’nde çiftçilikle uğraşan ve manastır hayatı yaşayan Essensiler adlı Yahudi komününün varlığını ortaya koymaktadır. Ölü Deniz Tomarları, Yeşaya'nın tamamını, İşaya'da 38-6’yı kapsayan bir bölümü, Habakkuk'un iki bölümünü ve tüm Eski Anlaşma kitaplarından belli bölümleri içeriyor. (Yaradılış, Mısırdan Çıkış, Levililer, Sayılar ve diğerleri…) Bu metinlerin İ.Ö. 200 ile İ.S. 60 yılları arasında yazıldığı anlaşılmıştır. Metinlerin günümüz Eski Ahid kitaplarıyla -neredeyse tamamen- aynı olması ‘tahrifat’ iddialarının asılsız olduğunun en önemli arkeolojik kanıtıdır.
  3. Tevrat'ın değişmediğinin Kuran ayetleriyle İspatı… Maide-43: “İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar da ondan sonra da dönüveriyorlar? Onlar inanıcı değildirler.” Maide-44: “İçinde hidayet ve nur bulunan Tevrat'ı elbette biz indirdik. Müslüman olan peygamberler, Yahudiler hakkında hükmederler ve kendilerini tanrıya adamış zahitler- âlimler de Allah'ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden (onunla hüküm verirler) ve onun Allah'ın kitabı olduğuna şahitlik ederlerdi. İnsanlardan korkmayın, benden korkun; ayetlerimi az bir paraya satmayın! Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir...” Ali İmran-3: “O sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti. Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki Allah'ın ayetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır...” Ali İmran-93: “Tevrat indirilmeden önce İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz haydi Tevrat’ı getirip okuyun!”” Ayetlerden anlaşıldığı gibi Kuran, Tevrat ve İncil'i tasdik eder. Hiç bir ayetinde tahrifat veya benzeri bir söylem bulunmaz. Sadece Hahamların Tevrat ayetlerini para karşılığı satmasını, Hıristiyanların İsa'ya Allah'ın oğlu olarak inanmasını eleştirir. Bakara-113: "Yahudiler dediler ki: Hıristiyanların hiç bir dayanakları yoktur.” Sonra Hıristiyanlar dediler ki: “Yahudilerin hiçbir dayanakları yoktur.” Oysa her iki cemaat de kendilerine inen kitapları okuyor. Kitap ehli olmayan ve okuma bilmeyenler de böyle konuşuyorlar ama Allah kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir." Bu ayete göre Yahudiler ve Hıristiyanlar Allah'ın onlara indirdiği kitapları okudukları halde birbirlerini suçlamaktalar. İnançlarının bir temeli-dayanağı olmadığını ileri sürmekteler. Bu halleriyle kendilerine kitap gönderilmemiş toplumlardan farkları yok. Ya da okuması olmayan cahillere benziyorlar. Bu ayet de ispat ediyor ki, Kuran'a göre Hıristiyan ve Yahudilerin sahip oldukları, okudukları kitaplar Allah tarafından gönderilmiştir. Okuduklarına inanmalı, okuduklarından ders almalı, cahil toplumlara benzememelidirler. İncil ve Tevrat tahrif edilmiş olsaydı Kuran böyle der miydi? Tersine "Çatışmaların nedeni kitaplarının tahrif edilmesindendir" diyebilirdi. Nisa-136: “Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur.”
  4. Tahrifat iddiasına kanıt olarak sunulan Ayetler: Tevrat’ın değiştirilmiş olduğunu iddia edenlerin genelde kanıt olarak sundukları ayetler Bakara-75, Mâide-41, Nisâ-46, Mâide-13 ve En’âm-91’dir. Şimdi bu ayetleri inceleyelim: Bakara-75: “Şimdi bunların size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Hâlbuki bunlardan bir grup vardı ki Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.“ Ayeti tam anlayabilmek için devamını da okuyalım: Bakara-76: “Nitekim imana ermiş olanlarla buluştuklarında “(Sizin inandığınız gibi biz de) inanıyoruz!” derler ama birbirleriyle baş başa kaldıklarında “Rabbinizin kelâmını size karşı koz olarak kullansınlar diye mi Allah'ın size açıkladığı şeyleri onlara haber veriyorsunuz? Aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?” derler.” Yahudilerin bir kısmı Kuran ayetlerini Tevrat'la karşılaştırır, Tevrat’a uymayan kısımlarını Muhammed'e bildirir ya da kendi bilgilerine göre yorumlarlardı. “Bu ayet Tevrat'a ters” ya da “Şu bilgi yanlış; Tevrat'ta doğrusu şöyle, Kuran ayeti de böyle olmalı.” benzeri itiraz ya da açıklamalarda bulunurlardı. Bir kısmı ise Kuran ayetlerini çarpıtıp tahrif ederek ayetlerin yanlış ve Tevrat'a ters olduğunu ileri sürer, Tevrat’a uygun şekilde değiştirirlerdi. Yahudiler daha sonra aralarında ayetlerle ilgili açıklama yapmama ve Muhammed'e Tevrat'la ilgili bilgi vermeme kararı aldılar. Çünkü verdikleri her bilginin Muhammed tarafından değerlendirildiğini ve bu bilgilerle yeni ayetler ya da düzeltilmiş ayetler oluşturulduğunu düşünüyorlardı. Bakara-76’da değinilen konu budur. 75. Ayette ise -dikkat edilirse- “Allah'ın kelamı” şeklinde belirtilen Kuran'dır. Dolayısıyla Yahudilerin tahrif ettiği de Kuran'dır. Ayet, Yahudilerin Kuran ayetlerini dinlediklerinde doğru bulduklarını, akıllarına yattığını ama dinlerinden taviz vermemek için Kuran ayetlerini kendilerine göre -bilerek- değiştirip çarpıttıklarını ve başkalarına farklı aktardıklarını ifade eder. Dolayısıyla Bakara-75 ayeti Tevrat'ın tahrif edilmesiyle ilgili değildir. Asıl tahrifat ayetin Tevrat’ı kastettiğini iddia etmektir. Yahudiler Tevrat’ı değiştirecek olsalar neden daha önce değil de o zamanı seçsinler? Ayrıca Medine’deki bir grup Yahudi’nin sadece ellerindeki Tevrat metinlerini değiştirip tahrif ederek dünyadaki diğer Tevrat metinlerini de değiştirmiş olmaları mümkün mü? Bunun olanaksız olduğu açıktır. Maide-41: “Ey Peygamber! Kalbleri inanmamışken ağızlarıyla “inandık” diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkâra koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler, “Böyle bir (fetva) size verirlerse alın, verilmezse kaçının!” derler. Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah’ın kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahirette de büyük azap vardır.” Bu ayetin de Tevrat’ın tahrif edilmesiyle ilgisi yoktur. Ayette anlatılan konu İslamiyet’e yeni girmiş veya girmeye meyilli olan kimselere Yahudilerin akıl vermesiyle ilgilidir. Yahudiler bazı ayetlerde değişiklik yaparak “Size böyle (fetva) verirlerse alın, doğrusu budur. Yoksa kaçının, kabul etmeyin.” diyorlarmış. Değişiklikten kastedilen Tevrat değil Kuran ayetleridir. Yahudiler Tevrat’taki hükümlere ters olan Kuran ayetlerini belirtip doğrusunun Tevrat’ta yazdığı şekilde olması gerektiğini, bu şekliyle verilirse kabul edilmesini aksi takdirde reddedilmesini tavsiye ediyorlarmış. Yahudilerin bu tavrını çok normal karşılamak gerekir; yapılması gerekeni yapmışlar. İnandıkları kutsal kitapla çelişen ayetlere itiraz edip Tevrat’a göre doğrusunu belirtmeleri gayet doğaldır. Benzer durumu İslamcılar için düşünsek aynı tavrı göstermezler mi? Kuran’a aykırı bir hükmü kabul etmeleri mümkün mü? Musevi din adamlarının kutsal kitapları Tevrat’ı koruyucu bu haklı yaklaşımlarını Tevrat’ın tahrif edildiğine dair bir kanıt olarak sunmaya kalkışmanın akla-mantığa uygun bir yanı yoktur. Kaldı ki bunu Muhammed hazretleri dahi yapmamıştır. Nisa-46: “Yahudilerden öyleleri var ki kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar. Dillerini eğip bükerek ve dini taşlayarak “İşittik ve isyan ettik”, “Dinle, dinlemez olası” ve “raina” diyorlar. Eğer onlar “işittik ve itaat ettik”, “Dinle ve bizi gözet” deselerdi elbette kendileri için daha iyi, daha doğru olurdu. Fakat Allah inkârlarından dolayı onları lânetlemiştir; pek azı inanırlar.” Bu ayette bazı Yahudilerin Muhammed’in tebliğini-peygamberliğini reddettikleri, ayetlerdeki kelimelerin harflerini değiştirdikleri ve Kuran ve peygamberle alay ettikleri için lânetlendikleri belirtiliyor. Ayette sözü edilen yine Kuran’dır. Bir Yahudi ‘dilini eğip bükerek’ kendi dinini kötüler mi? Kötülediği, taşladığı İslam’dır, Kuran’dır. Örneğin ‘râinâ’ “bizi gözet” demektir. Kaba söz anlamına da gelir. Fakat Yahudiler bu kelimeyi geveleyip kendi dillerinde hakaret ve sövme anlamına gelen bir kelimeye benzeterek söylüyorlardı. Nitekim kasıtlı olarak yanlış telaffuz etmeleri nedeniyle Bakara-104’de ’’Raina demeyin; unzurna (bizi gözet) deyin!’’ denilerek önlem alınmıştır. Bu ayette bırakın Tevrat’ın tahrif edilmesini, Kuran’daki sözlerin veya kelimelerin yerlerinin değiştirilmesi bile söz konusu değildir. Konu sadece sözcüklerdeki harflerin yerinin değiştirilmesidir. Ayette anlatılan, Yahudilerin o sözcüğün söylenişini değiştirerek Peygambere hakaret ettikleri konusudur. Maide-13: “Sözlerini bozdukları için onlara lânet ettik; kalplerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün; onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.” Görüldüğü gibi bu ayette de Tevrat’ın değiştirilmesinden değil Yahudilerin bir kesiminin kelimeleri değiştirmesinden söz edilmektedir (Yani Nisa-46 ve Maide-41’de anlatılanın aynısı). Ayetin aslındaki “yuharrifûnel kelime an mevazi’hi” ifadesi “bir kelimenin harflerinin yeri değiştirilerek” anlamına geliyor. Yani peygambere hakaret etmek için o ayetin değişik okunduğu bildiriliyor. Ayrıca konunun Tevrat değil Yahudiler olduğu da bir önceki ayet ele alındığında daha da belirginleşir: Maide-12: “And olsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Onlardan oniki reis seçtik. Allah “Ben şüphesiz sizinleyim; namaz kılarsanız, zekât verirseniz, peygamberlerime inanır ve onlara yardım ederseniz, Allah uğrunda güzel bir takdimede bulunursanız and olsun ki kötülüklerinizi örterim. And olsun ki sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur!” dedi.” Medine’deki bazı Yahudilerin davranışlarını genelleyip tüm Yahudilere maletmek ve hiç ilgisi olmadığı halde Tevrat’ın tahrif edilişi şeklinde yorumlamak yanlıştır, yanıltıcıdır. En’am-91: “(Yahudiler de) Allah’ın kadrini O’na layık olacak bir surette hakkıyla takdir etmediler. Çünkü “Allah hiçbir beşere hiç bir şey indirmedi” dediler. Söyle (onlara) ki “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kâğıtlar haline koyup (işinize geleni gösterip) açıkladığınız, (fakat) çoğunu gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler Kuran’da size öğretilmiştir.” Dikkat edilirse bu ayet Tevrat’ın tahrif edilişini değil Yahudilerin elinde bulunan kitabın Allah’ın Musa’ya indirdiği gerçek Tevrat olduğunu bildiren bir ayettir. Yani tahrifatı kanıtlamaz; tersine Tevrat’ı tasdik eder. Görüldüğü gibi Tevrat’ın tahrif edildiğine kanıt olarak öne sürülen ayetlerden bile Tevrat’ın tasdik edildiği anlaşılmaktadır. Hiç ilgisi olmayan ayetlerin kanıt gösterilmesi Kuran’da Tevrat’ın tahrif edilmiş olduğunu bildiren hiç bir ayet bulunmadığını kanıtlamaktadır.
  5. TAHRİFAT İDDİALARININ ASILSIZLIĞI Bir önceki yazımızda Allah tarafından gönderildiğine inanılan Tevrat, İncil ve Kuran arasındaki çelişki ve tutarsızlıklara değinmiştik. Bu çelişki ve tutarsızlıklar İslamcılar tarafından “Tevrat ve İncil’in tahrif edildiği” iddiasıyla geçiştirilmeye çalışılır; bu tahrifatın İslam’dan önce mi yoksa sonra mı olduğu, kimlerin ve neden yaptığı, nelerin tahrif edildiği tam olarak ortaya konmaz. İslam’ın kuruluşundan sonra ortaya atılmış bu tahrifat iddiasının geçerli olması mümkün değildir. Çünkü böyle bir tahrifat Tevrat’a yapılmış olsa Müslüman ve Hıristiyanlar, İncil’e yapılmış olsa Müslüman ve Museviler farkına varır ve ifşa ederlerdi. Ama ne Hıristiyanların ne de Musevilerin böyle bir iddiası yok. Keza İslam’dan önce yapılmış bir tahrifatın da Kuran’da açıkça belirtilmesi gerekirdi. Kuran’da bu yönde bir ayet bulunmadığı gibi –aksine- İncil ve Tevrat’ı onaylayan ayetler mevcuttur. Tahrifat iddialarının asıl sebebi: Hıristiyan polemikleri.. İslam Erken Dönemi'nde Hıristiyanlarla dini konularda yaşanan tartışmaların öncelikli konusu “İncil ve Tevrat’ta Muhammed’in peygamberliğinin müjdelendiği” iddiasıydı. Araf-157: “Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o ümmi elçiye uyanlar (...) kurtuluşa erenlerdir.” Saff-6: “Meryem oğlu İsa "Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben elinizdeki Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı ‘Ahmed’ olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderdiği bir peygamberim" demişti.” Tevrat’ta Muhammed adının geçtiği ile ilgili hiçbir iddia bugüne dek doğrulanamamıştır. Örneğin Said Nursi’nin Risalelerinde Tevrat’tan verilen bölüm ve ayetlerin tümü başka konularla ilgilidir; Muhammed hazretleriyle ilgisi yoktur. Ya da kasıtlı olarak bölüm ve ayet no.’ları eksik ve yanlış verilmiştir ki uydurma olduğu ortaya çıkmasın. İncil’de ise İsa’nın müjdelediği 'paraklet'in Ahmed olduğu iddia edilir ama aslında 'paraklet'le kastedilen teslis’in 3.’sü ‘Kutsal Ruh’tur. "Ben gideceğim ama size paraklet gelecek." (Yuhanna 14-16 ve 16-7..) "O (Paraklet) ‘kutsal ruh'tur." (Yuhanna 14-17..) Hıristiyanlar İsa’dan hemen sonra ‘kutsal ruh’un geldiğine inanırlar. Yani müjdelenen paraklet, Muhammed’den 500 sene önce gelip gitmiştir. Dolayısıyla Hıristiyanlarla yaşanan bu polemiklerde Kuran’dan önceki kitaplarda Muhammed’in adının geçtiğinin kanıtlanamaması, Müslümanları bu kitapların tahrif edildiği iddiasında bulunmaya sevk etmiştir. Böylelikle sadece bu konuyu değil İslam’a ters gelen diğer konuları ve de Kuran’daki tüm tutarsızlıkları savuşturmak adına İncil ve Tevrat’ın tahrif edildiği iddiasına sığınılmıştır.
  6. Sonuç: Verdiğimiz tutarsızlık örnekleri çoğaltılabilir. Kur’an’da İsa’nın bebekken dile gelip konuştuğunu yazması gibi. İncil ise tamamen İsa’nın yaşamını anlattığı halde bundan bahsetmez. İncil’de İsa için tanrının oğlu denir, Kur’an reddeder. Kur’an, İncil’de Ahmed adında bir peygamber geleceğini yazar ama İncil’de paraklet’in yani kutsal ruh’un geleceği yazılıdır. Ve Hristiyanlara göre İsa’dan hemen sonra kutsal ruh gelmiştir. Tevrat, tufanın tüm dünyadaki canlıları yok ettiğini yazar ama Kur’an’a ve İslam’a göre bölgeseldir. Nuh’un gemisinin Tevrat’ta Ararat dağına konduğu yazılıdır, kur’an’da ise Cudi dağına. Savaşa giderken, dizlerinin üzerine çökerek su içen askerlerin komutanı Tevrat'a göre Gideon, Kur'an'a göre Talut’tur. Kur’an’da Yahudilerin Üzeyr’e (Ezra) tanrının oğlu dediklerini yazar ama Yahudiler hiçbir dönemde böyle bir inanca sahip olmamışlardır. Şeytan, İncil'e göre melek, Kur'an'a göre cindir. Şeytan, İncil'e göre Tanrı ile aynı mertebeye ulaşmak istediği için, Kur'an'a göre ise Adem'e secde etmediği için lanetlenmiştir. İncil'e göre iyilikler tanrıdan kötülük şeytandan, Kur'an'a göre hayır da, şer de Allah'tandır. Deve eti Tevrat’ta haram, Kur’an’da helaldir. Şarap ise Kur’an’da haramken, İncil ve Tevrat’ta helaldir. Tevrat’ta cennet ve cehennem yoktur. İncil’e göre İsa’ya inanmayanlar, Kur’an’a göre ise Muhammed’e inanmayanlar ebedi cehennemliktir. Adem-Havva hikayesiyle başlayan farklılıklar ve tutarsızlıklar, Nuh Tufanıyla, diğer peygamber hikayeleriyle devam etmiş, isimleri yanlış yazmaya, inançları hatalı sunmaya, haramları-helalleri karıştırmaya kadar varmıştır. Tanrı isminde bile bir tutarlılık yoktur. Tevrat'ta hem Elohim hem de YHWH geçerken, İncil'den sonra teslisle adına İsa da eklenmiş, Kur'an'da ise Allah olmuştur. Bunlar gibi birçok farklı ve birbiriyle çelişen bilgiler karşısında bu kitapların kutsallığına inanmak mümkün mü? Tanrı, bir kitapla yetinmeyip birkaç tane gönderiyorsa bu kitapların birbirini tamamlayıcı olması gerekmez miydi? Ama bırakın birbirini tamamlamayı, her sonraki kitap öncekine göre daha fazla çelişki ve tutarsızlık sergilemiş, soru işaretlerini yoketmek yerine arttırmış, ayrı din ve inançtan olanları birleştirmek yerine aralarındaki uçurumu büyütmüştür. Bunun sonucu da savaşlar, katliamlar olmuştur.
  7. 7- Hangi Meryem? Kur’an’a göre İsa’nın annesi Meryem, Harun’la kardeş. İncil’e göre ise arada 1500 sene fark var. Meryem-28. Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi. Tevrat’ta Musa’nın 2 kardeşi vardır, Harun ve Miryam. Babaları da Amram’dır. Ali İmran suresinde İsa’nın annesi Meryem’in doğumundan bahsederken babasının adını İmran olarak verir. Aynı şekilde Tahrim suresinde de. Ali İmran-35. Hani, İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti. Tahrim-12. Bir de İmran kızı Meryem ki, iffetini korumuş, biz de ona ruhumuzdan üflemiştik. O Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve Allah'a gönülden itaat eden kimselerdendi. “Ortada bir tesadüf mü var acaba? Musa’nın babasıyla, İsa’nın dedesinin isimleri aynı olabilir mi?” diye düşünsek de; Hristiyanlar Meryem'in babasının adının İmran olduğunu reddediyorlar. Hristiyanlara göre Meryem'in babasının adı Joachim. “Ey Harun’un kızkardeşi!”hitabından da anlaşılan odur ki Muhammed hazretleri herhalde Meryem’leri karıştırmıştır. İsa’dan 1500 yıl önce yaşamış olan Musa ve Harun’u İsa’nın dayısı sanmış olabilir. 8- İsa Çarmıha gerilmedi mi? İncil’e göre İsa çarmıha gerilerek öldürülmüştür. Kur’an ise çarmıha gerilenin İsa olmadığını yazar. Nisa-157. Ve: «Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük.» demeleri yüzünden. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. Onda anlaşmazlığa düşenler bundan dolayı şüphe içindedirler, o hususta tahmin peşinde gitmekten başka hiç bir bilgileri yoktur. Kesin olarak O'nu öldürmediler. 9- Farklı teslis Hristiyanlıkta teslis, baba-oğul ve kutsal ruh’tur. Ama Kur’an, Hristiyanların baba-oğul ve Meryem’e taptıklarını yazar. Maide-73. Andolsun ki «Allah, üçün üçüncüsüdür» diyenler de kâfir olmuşlardır. (…) Maide-116. Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” (…) Bilinçsizce Meryem’i de teslise dahil zannedenlerin olması doğaldır. Ya da o dönemde Hristiyanlar içinde küçük bir grup Meryem’e de tanrı diye inanmış olabilir. Ancak evrensel olduğu iddia edilen bir kitabın genel inanış yerine küçük bir grubu dikkate alarak tüm Hristiyanları böyle nitelemesi doğru mudur? Bu, Ali’yi tanrı gibi gören küçük bir mezhebi tüm İslam’a maletmekten farksızdır. 10- Haman, Firavun’un adamı mı, Babil Kralı’nın Yardımcısı mı? Kur'an'da Firavun'la birlikte adı geçen kişilerden biri "Haman"dır. Haman, Kur'an'ın 6 ayrı ayetinde, Firavun'un en yakın adamlarından biri olarak zikredilir. Buna karşılık Tevrat'ta Musa'nın hayatını anlatan bölümde değil, Musa’dan yaklaşık 1100 sene sonra yaşamış ve Yahudilere zulmetmiş bir Babil kralının yardımcısı olarak geçer. Bu olaylardan sonra Kral Ahaşveroş, Agaklı Hammedata`nın oğlu Haman`ı yüksek bir göreve atayıp onurlandırdı. Onu bütün önderlerden daha yetkili kıldı.Ester 3:1 Ankebut-39. Kârûn’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da helâk ettik. Andolsun, Mûsâ kendilerine apaçık mucizeler getirmişti de yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa bizi geçip (azabımızdan) kurtulamazlardı.
  8. 3- Tevrat’ta İbrahim peygamberin babasının adı Terah, Kur’an’da ise Azer: Yetmiş yaşından sonra Terah`ın Avram, Nahor ve Haran adlı oğulları oldu.Yaratılış 11:26 Enam-74. Hani İbrahim, babası Âzer’e, “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. İbrahim, üç dinde de önemi büyük bir peygamber iken babasının adının farklı belirtilmiş olması ciddi bir çelişkidir. Bu konuda Azer’in İbrahim’in amcası olduğu, Arap örfünde amcaya baba da dendiği gibi ikna edici olmayan bir yorum getirilmektedir. Tanrı, tüm insanların anlayacağı şekilde yazmak yerine neden Arap örfüne göre yazmış olsun? Arap örfüne göre yazılmış olması, Kur’an’ın insan ürünü olduğunu ortaya koymaz mı? 4- İbrahim'in kurbanlık oğlu; Tevrat'a göre İshak, Kur'an'a göre İsmail. Hepimiz İbrahim’in oğlu İsmail’i rüyasında aldığı emir gereği kurban etmeye kalkıştığını biliriz. Çünkü Kur’an’da böyle yazar. Ancak Tevrat’ta kurban edilmek istenen oğul İshak’tır. Tanrı, “İshak`ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git” dedi, “Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.”Yaratılış 22:2 Allah, bir kitabında İsmail derken, diğer kitabında neden İshak desin? Belli ki İshak ismi ya bilinçli olarak İsmail’le değiştirilmiş ya da isimler karıştırılmıştır. 5- Lut, İsmail, Davud, Süleyman Tevrat’a göre peygamber değil, Kur’an’a göre peygamber. Kur’an’da peygamber olarak geçen Lut, Tevrat’ta sadece aziz bir kişi olarak belirtiliyor. Benzer şekilde İsmail peygamber değil, sadece İbrahim’in cariyesinden olan oğlu. Davud ve Süleyman ise İsrail’in büyük kralları. Allah, bir kitabında peygamberlik vermediği bir insanı, bir başka kitabında peygamber olarak tanıtır mı? Tahrif edilmiş olsa neden edilsin? Davud gibi, Süleyman gibi övündükleri kralları neden peygamberlikten düşürmüş olsunlar? 6- Ateşe atılan İbrahim mi? Enbiya / 68-70. Onlar: «Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin» dediler. Biz: «Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol» dedik. Kur’an’daki bu ayetlere dayanarak zalim hükümdar Nemrut’un İbrahim peygamberi ateşe attığına, ateşin İbrahim’i yakmadığına inanılır. Ama Tevrat İbrahim’in ateşe atılmasından bahsetmez. Ateşe atılma olayı üç Yahudi ile ilgili bir hikayedir. Üstelik Tevrat’a göre İbrahim’le Nemrut aynı tarihlerde yaşamamış ve birbirlerini görmemişlerdir. Aralarında 300 yıl fark vardır. İbrahim’in ateşe atılma hikayesi Tevrat’ın yanlış yorumlandığı Musevi kitaplarından olan Midraş metinlerinde geçer. Tevrat’taki bir ayetin Midraş’taki yanlış çevirisinden kaynaklanan hatanın aynen Kur’an’da da yer alması ilginçtir. Bu, Kur’an’daki bilgilerin sadece Tevrat’tan değil, Yahudilerin diğer din kitaplarından ve sözlü anlatımlarından da edinildiğini göstermektedir.
  9. pante

    Çelişkiler-5

    İslam’a göre Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an Allah tarafından gönderildiğine göre; aralarında birbiriyle zıtlıklar, tutarsızlıklar olmaması gerekir. Hepsi Allah’ın sözü ise eğer; hepsinde benzer konularda aynı hükümlerin, aynı bilgilerin verilmiş olması ve bir konu hakkında bir kitabında söylediğini sonraki kitabında değiştirmemesi, değiştiriyorsa; bunun sebebini açıklaması gerekir. Eğer Tevrat’ta anlatılan bir konu, Kur’an’da farklı bilgilerle verilmişse, Kur’an’da verilen bir emir Tevrat’ta verilen emre ters ise ikisinin de tanrı sözü olduğu düşünülebilir mi? Toplumsal özelliklerden dolayı yüzeysel değişikliklerin ve ibadetlerdeki şekilsel farklılıkların olması normal karşılanabilir. Ya da aradan geçen uzun zaman sonucunda değişen şartlardan dolayı küçük farklılıklar da olası görülebilir. Ama durum pek de öyle basit değildir. Birbiriyle bağdaşmayan çok sayıda zıtlık, bu kitapların aynı kaynaktan olmadığını kanıtlamaktadır. Bu nedenle de zorunlu kalınarak İslam’da Tevrat, İncil ve Zebur’un tahrif edildiği öne sürülür. Bir yandan bu kitaplara iman edilir, ama diğer yandan içerdiği bilgiler reddedilir. Tüm tutarsızlıkları tahrifat iddiasıyla izah etmeye çabalamanın doğru olmadığını başka bir yazımızda ele alacağız. Bu yazımızda kutsal olduğuna inanılan kitaplar arasındaki önemli çelişkileri görelim: 1- Vahiy Farkı Tevrat, İncil ve Zebur’da hitap edenler; kitabın yazarlarıdır. Kur’an’ın ise birkaç gaf dışında genelde Allah’ın hitabı şeklinde yazıldığını görürüz. Önceki kitaplarında hitaplar 3. kişilere ait iken, son kitabında direk Allah konuşur. Bu durumda Müslümanların ya önceki kitapların Allah’tan olmadığını öne sürmeleri ya da Allah’ın kitap göndermede yöntem değiştirdiğini kabul etmeleri gerekir. Ama sadece önceki kitapların tahrif edildiği iddiasıyla yetinilir. 2- İnsan Allah’ın sureti mi? Tevrat ve incil’e göre Tanrı insanı kendi suretinde yaratmıştır. Tanrı, “İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”Yaratılış 1:26 Kur’an’a ve İslam’a göre ise Allah’ın eşi, benzeri yoktur.
  10. Sonuç: Evrensel olduğu öne sürülen bir kitapta yer alan tek bir bilimsel hata dahi, o kitabın evrensel olamayacağının kanıtıdır. Kaldı ki Kur’an’da onlarca bilimdışı ayet mevcuttur. 1430 yıl öncesine ait bir kitapta yazılmış olanların, her çağda ve her yerde geçerli olduğuna inanmak yanlış olduğu kadar tehlikelidir de aynı zamanda. Böyle bir inanç, o kitabın çağdışı hükümlerini egemen kılmak ister. Böyle bir inanç, bu kitabı tüm kitaplardan üstün görür ve bilimi, bilimsel teorileri geri plana atar. Çağdaş yönetimler, uygar yasalar yerine 14 yüzyıl öncesine ait ilkel kanunları uygulatmak ister. Nitekim Islâm'ın ortaya çıktığı tarihten günümüze gelinceye kadar, hiçbir ülkede ve hiçbir dönemde demokratik doğrultuda bir gelişme görülmemiştir. Kur'ân’a dayalı olarak ne laik ve demokratik bir sosyal düzen kurma, ne de toplumsal kalkınma mümkündür. Çünkü Kur'ân, teokratik sistemler dışına çıkılmasına ve akılcılığa olanak tanımadığı gibi, ekonomik olarak da gelişmeye yönelik girişimlere fırsat vermez. Günümüz dünyasında İslam ülkelerinin durumu bunun kanıtıdır. Gelişmiş, kalkınmış ülkeler içinde tek bir İslam ülkesi yoktur. Üstelik tümü, demokratik yönetimlerden yoksundur. Hala kadına oy hakkı verilmeyen, kadının çalışmasına, araba kullanmasına izin verilmeyen ülkeler mevcuttur. Dünyada köleliğin bile en son Suudi Arabistan’da kaldırılmış olması da bir tesadüf değildir. Bilimin dinden nasıl kötü etkilendiğine dair bir örnekle yazımızı noktalayalım: Aşağıdaki fetva, Suudi Arabistanlı meşhur Şeyh Abdul Aziz Bin Baz'a ait. Tarih: 1975 Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller”adlı kitabı Fetva: Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür ve malı da Müslümanlar’ın hazinesine katılır. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl bu iddia sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı batıldır.”
  11. pante

    Çelişkiler-4

    Kur’an’daki en önemli çelişki ve yanlışlar, bilimdışı ayetlerdir. 14 yüzyıl önce yazılmış bir kitapta bu tür hataların olması gayet doğaldır. Ancak bir kitabın Allah tarafından gönderildiği iddia edildiğinde, içindeki bilimsel çelişkiler normal karşılanamaz. Böyle bir iddiaya karşın bilimsel konularda tüm yazılanların doğru olması gerekir. Aşağıda örneklerini sunacağımız ayetler, o dönemin toplumlarında yeterince bilinmediği için tepki görmeyen, ancak günümüz bilim dünyasında kabul edilemeyecek derecede akıldışı, bilimdışı iddialar içermektedir. A- Canlıların ve organların özelliklerinin bilinmemesinden doğan çelişkiler: 1- Spermin testislerde üretildiğinin bilinmemesi: Tıp biliminde dişi üreme hücresi olan “oocyte” nin yumurtalıkta, erkek üreme hücresi olan “sperm”in ise testiste üretildiği bilinmektedir. Ancak Tarık suresinde şöyle yazar: Tarık/ 5-8. İnsan neyden yaratıldığına bir baksın. Bel kemiği ile kaburgalar arasından gelip atılan bir sudan yaratıldı. Şüphesiz (Allah), onu yeniden döndürmeye kudretlidir. Bilime ters olan bu ayetin ikna edici bir izahı yoktur. Kimi İslamcılar, bel kemiği ile kaburgalar arasından çıkanın sperm değil, insan olduğunu iddia eder. Kimi İslamcılar, bu ayeti testislerin başlangıçta yukarıda olmasıyla izah etmeye çalışır. Kimileri ise sperm ve oocyte ile kemik iliği arasında bağlantı kurmaya çabalar. Ama hiçbiri ayetin bilime uygunluğunu ortaya koyamamıştır. 2- Kalbin beyin fonksiyonlarına sahip bilinmesi: Kur’an’da insan beyninden hiç söz edilmemiştir, çünkü bilinmez. Halbuki beyin, insanı insan yapan organdır. Beyin bilinmediği için duygular, düşünceler kalbin fonksiyonları olarak belirtilmiştir. Örneğin Bakara suresi 97. ayetinde; Cebrail’in Kur’an’ı peygamberin kalbine indirdiği yazılmıştır. Bilim ise, bilgilerin ve hafızanın beyinde saklandığı kanıtlamıştır. Yine Bakara suresi 260. ayetinde İbrahim’in kalbinin tatmin olması için Allah’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istediği yazılıdır. Halbuki tatmin olan, ikna olan kalp değil, beyindir. Birçok ayette de kalbin mühürlenmesinden söz edilir. Şura-24. Yoksa onlar, senin hakkında: “Allah'a karşı yalan uydurdu” mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler. (…) Tegabun-11. Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbine hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. Hidayet verilecek olsa, verileceği organ kalp değil, beyin olmalıdır. İslamcılar bunu, bugün de sevginin, merhametin kalple ifade edilmesiyle açıklar. Tersine bu ifade şekli, dini inançlardan kaynaklanarak oluşmuştur. Bazı İslamcılar ise kalbin de beyinsel fonksiyonlara sahip olduğunu iddia eder. Bu iddianın hiçbir bilimsel yanı yoktur. Kalp, sadece kan pompalayan bir organdır ve beyin işlevlerinin hiçbirine sahip değildir. Bu yanlış, müteşabihlikle de izah edilemez. Kalple ilgili birkaç ayetin müteşabihliği olsa da, Kur’an’ın tamamında ve onlarca ayette bu şekilde geçmesi, böyle bilindiğinin göstergesidir. 3- Her canlının çift yaratıldığı: Zariyat-49. Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık. Her canlı çift değildir. Bakteriler, tüm canlılardan kat kat fazla sayıda ve etkinliğe sahip varlıklardır. Eşleri olmayıp bölünerek çoğalırlar. Ama görülüyor ki Kur’an’ın yazarı, ya bakterileri, virüsleri bilmiyor ya da onları canlıdan saymıyor. 4- İnsanlar için 8 çift hayvan yaratıldığı: Zümer-6. Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini var etmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir. (…) İnsanların faydalandığı hayvan sayısı sekizden çok daha fazladır. Bazı İslamcılar, ayetin çiftlik hayvanlarını kastettiğini öne sürerse de 8 çift hayvan yine çok azdır. Enam suresinde bu 8 çift hayvanın hangileri olduğu da belirtilir: Enam-143. Sekiz çift yarattı: Bir çift koyun, bir çift keçi. (...) Enam-144. Deveden bir çift sığırdan da. (...) İnsanlar bu sayılan hayvanların dışında at, eşek, tavuk, ördek, hindi, tavşan, balık, lama, kanguru, geyik, fil ve daha birçok hayvandan yararlanırken sadece 4 çeşit hayvan sayılması ve 8 çift olarak ifade edilmesi ilginçtir. 5- Tatlı suda inci ve mercan yetiştiği: Rahman suresi 19-22 ayetleri ile Furkan suresi 53. ayetinde geçen iki denizin birbirine salındığı-karıştırıldığı ama aralarında bir engel olduğunu yazan ayetlerde denizlerden birinin suyunun içilebilen tatlı su olduğu, diğerinin acı ve tuzlu su olduğu yazılıdır. Rahman-22'de her ikisinde de inci ve mercan yetiştirildiğini yazar. Halbuki tatlı suda inci ve mercan yetişmez. Suni olarak inci yetiştirilse bile mercan hiç yetişmez. Bu ayetlerin müteşabih olduğu söylenebilir. Ancak mucize uydurmacıları, ayetteki mercan ve inciyi görmezden gelip, iki denizin karışmamasını mucize diye sunmaya çabalarlar. 6- Ortadoğu dışında yetişenlerden hiç bahsedilmemesi: Kur’an’da adı geçen bütün bitki, hayvan ve diğer doğa varlıkları Ortadoğu’ya özgüdür. Diğer bölgelere ait olan canlı-cansız varlıklardan söz edilmez. Örneğin çölden bahsedilir ama gölden, ormandan bahsedilmez. Kar, buz, dolu, sis gibi bölgede görülmeyen doğa olayları Kur’an’da geçmez. Portakal, mandalina, karpuz, kavun, ceviz, fındık, patates gibi bölge dışı bitkisel ürünlerden, kanguru, lama, pelikan, fok gibi bölge dışı hayvanlardan bahsedilmez. B- Dünyanın ve Evrenin bilinmemesinden doğan çelişkiler: 1- Güneşin kara bir balçığa batması: Eski toplumlar, dünyanın da güneş, ay ve yıldızlar gibi bir gök cismi olduğunu bilmezlerdi. Yere göre güneşin hareket ettiğini sanır, doğuda bir yerden doğup batıda bir yerde battığını düşünürlerdi. Bazı filozoflar, asıl dönenin güneş değil dünya olduğunu keşfetmiş olsalar da, insanların çoğu bu bilgiden habersizdi. Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn hikayesinde de güneşin dünyada bir çamur gözesine battığı yazılır. Kehf-86. Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, kara bir balçıkta batıyor buldu. (…) Ayetten; dünyayı göğün altında uçsuz bucaksız bir yer olarak gören ve göz yanılmasından dolayı güneşin dünyanın batısında bir çamur gözesine battığını sanan bir yanlış bilgiye sahip olunduğu anlaşılmaktadır. Bu ayet, İslamcılar tarafından güneşin sanki okyanusta batıyormuş gibi görünmesi olarak açıklanmaya çalışılır. Öyle olsa, ayette “sanki” sözcüğü olurdu ama yoktur ve bazı mealciler bu kelimeyi parantez içinde ayete ekler. 2- Dünyanın tüm evrenden daha uzun zamanda ve daha önce yaratılması: Evrende milyarlarca galaksi olduğu ve her galaksinin milyarlarca güneş sistemine sahip olduğu ve dolayısıyla dünyamız gibi sayısız gezegenin olduğu artık biliniyor. Bu bilgilerden yoksun olan eski toplumların yaratılış mitlerinde ise sadece yer-gök geçiyor. Altta uçsuz bucaksız bir yer ve üstte gök kubbe. Füssilet suresinde de yer ve göğün yaratılışı bu bakış açısıyla anlatılıyor. 9. De ki: "Siz gerçekten yeri iki günde yaratanı inkar edip duracak mısınız? Birde O'na eşler mi koşuyorsunuz? O, bütün alemlerin Rabbidir. 10. O, dört gün içinde, yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti. 11. Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: "İkiniz de ister istemez gelin!" dedi. İkisi de: "isteye isteye geldik." dediler. 12. Böylece onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu ve her gökte (bulunan meleklere) işlerine ait emrini vahyetti. Dünya gökyüzünü kandillerle donattık ve koruduk, işte bu, hep o çok güçlü ve herşeyi bilenin takdiridir. Ayetlerde dünyanın dört günde ama 7 göğün yani evrenin iki günde yaratıldığı öne sürülüyor. Evrenle kıyaslandığında; okyanusta bir çakıl tanesi gibi olan dünyanın yaratılışının hem evrenden önce, hem de evrenin iki misli zamanda yaratıldığı iddiası bilimsel olabilir mi? 3- Yıldızların şeytanlar için atış tanesi olduğu: Mülk-5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık. Kandille kastedilen yıldız. Ama sanki yıldızın ne olduğu bilinmiyor. Boyutları çok küçük sanılıyor. Güneş ile yıldızlar farklı düşünülüyor. Koca yıldız, belki de dünyanın 30-40 misli büyüklüğünde, ama ayette şeytanlara atış tanesi olarak yapıldığını söylüyor. 4- Göğün yere düşmemesi için tutulduğu: Hacc-65. Görmedin mi ki, Allah bütün yerdekileri sizin hizmetinize sundu. Ve emriyle denizde seyredip giden gemileri de. Göğü de izni olmaksızın yere düşmekten o tutuyor. Gerçekten Allah insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir. Göğün tutulmadığı takdirde dünya üzerine düşeceğini hangi bilim adamı söyleyebilir? Milyarlarca galaksi, katrilyonlarca yıldız ve gezegenlerin dünyaya düşebileceği düşünülebilir mi? Ama dünya gökte bir cisim değil de, gök dünyanın üstünde sanılırsa; göktekilerin yere düşeceği zannına kapılınılabilir ki Kur’an’ın yazarı da bu yanılgıya düşmüştür. 5- Cennetin genişliği göklerle yer kadar mı? Ali İmran-133. Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. Yer’den kastedilen dünya gezegeni olduğuna göre; dünya da, uzayda diğer gök cisimlerinden biri olduğuna göre; “gök ile yer kadar” demek saçma bir ifadedir. Bu da, önceki örneklerde olduğu gibi göğün dünya üzerinde bir kubbe olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır. 6- Ayın bir nur, bir ışık kaynağı olduğu: Yunus-5. O'dur ki Güneş'i bir ışık yaptı. Ay'ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz. Ay'ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor. Ama gündüz ay’ı göremeyen ve gece aydınlık verdiğini görenler onu nur sanıyor. C- Matematiğin bilinmemesinden doğan çelişkiler: Kur’an’da Nisa suresi 11 ve 12. ayetlerinde miras paylaşımına dair verilen oranlara göre hesap yapıldığında matematik hatası olduğu görülür. Oranlar hatalıdır ve hesap tutmaz. Oran hatalarını giderebilmek için avliye ve reddiye yöntemine başvurulur. İlköğretim seviyesindeki bir oran hesabında hata yapılmış olması, Kur’an’ın insan ürünü olduğunun en önemli kanıtıdır. Aşağıdaki linklerden daha detaylı açıklama görülebilir: -http://pante.blogcu.com/seriatte-miras-hukuku_530989.html- D- Doğaüstü inançlardan doğan çelişkiler: Kur’an’da bilimsel yasalara ters, doğaüstü, insanüstü mucize iddialarına bolca rastlanır. 1- İlk insanın çamurdan yaratılması, 2- Ayın yarılması, 3- Bedir savaşında melek ordusunun Müslümanlara destek olması, 4- Kayalıktan deve çıkarılarak Salih peygambere mucize verilmesi, 5- Firavuna karşı Musa’ya verilen mucizeler, suların kan olması, tüm ilk doğan erkek çocukların ölümü, kurbağa, çekirge istilası ve Kızıldeniz’in yarılması, 6- Meryem’in cinsel ilişkiye girmeden İsa’yı doğurması, 7- İsa’nın bebekken konuşması, ölüleri diriltmesi, 8- Fil vakasında kuşların attıkları taşlarla orduyu helak etmesi, 9- Süleyman’ın kuşlara, cinlere hükmetmesi, ayakta öldüğünde asasını kurt yiyip de düşene kadar öldüğünün anlaşılmaması, 10- Nuh tufanında tüm hayvanlardan birer çiftin gemiye toplanması gibi.
  12. Kur’an, Mekke ve çevresi için mi, tüm dünya için mi? Aşağıdaki ayet, Kur’an’ın Mekke ve çevresindekiler için indirildiğini yazar. Enam- 92. İşte bu (Kur'an), Ümmü'l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler. Halbuki İslam’da Kur’an’ın tüm insanlığa gönderildiğine inanılır. Şu ayet de öyle der: Kalem-52. Halbuki o (Kur’an), alemler için zikirden (öğütten) başka bir şey değildir. Dinde zorlama var mı, yok mu? Mekke döneminde, putperestlerin egemenliği altında iken “dinde zorlama olamaz” denir. (Bakara-256) Kafirun suresinde de “Sizin dininiz size, benim dinim bana” denilir. Bu ayetler din özgürlüğü, inanç hoşgörüsü olarak yorumlanır. Bir başka ayet: Gasiye-22. Onların üzerinde zorlayıcı değilsin. Ama Medine döneminde, putperest egemenliğinden kurtulunca emirler de değişir: Bakara-193. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur. Nisa-84. Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Mü’minleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir. Tevbe-29. Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın. Son ayette görüldüğü gibi kendisine inanmayanlarla boyun eğene ve cizye verecek kadar alçalana kadar savaşılması emrediliyor. Bu durumda hangisi doğru? Dinde zorlama olmadığı mı, yoksa yeryüzünde İslam egemen olana kadar zorlanması, savaşılması gerektiği mi?
  13. Cyrano, internette dolaşan bir yazıyı alıntıladığımı söylerken Çelişkiler başlıklı yazıları mı kastettiğini, yoksa ayetleri mi kastettiğini anlayamadım. Eğer yazıları kastediyorsan bana aittir. Ayetleri kastediyorsan, ben bir mealci değilim ve kendime göre meallerle konuları ele alamam. Eğer böyle yaparsam, yanlış yapmış olurum. Çünkü eleştirilerim, İslam'ın kabulleri üzerinden olmalıdır. "Ben çevirileri Arapça üzerinden yaparım. Herhangi bir mealcinin çevirisini alıp alıntılamam. Bilhassa farklı yorumlanan meallerde tartışmalı sözcüklerin diğer ayetlerde kullanılan anlamlarını kıyaslarım." ifadelerimi yanlış anlamışsın sanırım. Bir ayeti Arapçası üzerinden kontrol eder, mealler içinde en doğru olanını seçerim. Yani, her yazımda hep aynı kişinin ya da Diyanetin mealini kullanmam. Daha önce de yazdığım gibi; Öyle kalkıp ta yazının bütününü meallerdeki yanlışlıkları öne sürerek eleştirmek yanlış. Yazıda varsa hatalı gördüğün bir meal gösterirsin, tartışırız. Yazıyla hiç ilgisi olmayan resul-nebi konusunu getirmiş, etrafında dönüp duruyorsun. Ben de diyorum ki; Senin dediğin gibi olsun. Elçi olarak çevirelim. Ne değişecek? Furkan-7. Dediler: "Bu elçiye ne oluyor ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle beraber uyarıcı olacak bir melek indirilmeli değil mi?" En'am-8. «O'na bir melek indirilmeli değil miydi?» dediler. Eğer bir melek indirseydik, iş bitirilmiş olurdu, sonra kendilerine hiç göz açtırılmazdı. 9. Kendisini bir melek de yapsaydık, yine onu bir erkek kılacak ve onları yine düştükleri şüpheye düşürecektik. Bir tarafta "Yeryüzünde melekler yaşasaydı, o zaman melek elçi gönderirdik" diyen ve "O'na bir melek indirilmeli değil miydi? diye soranlara "Bir melek indirseydik, işi bitirmiş olurduk" diyen ayetler var. Diğer tarafta ise melekten de, insanlardan da elçiler gönderdik diyen bir ayet. Ama o melek elçileri gören yok. Öyleyse haklı olarak soruyoruz. Hangisi doğru?
  14. Allah yardıma muhtaç mıdır? İhlas-2. Allah eksiksiz, sameddir. (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.) Ayette geçen “samed” sözcüğünün çevirisi doğruysa eğer, “Melekler bir ihtiyaç sebebiyle yaratılmış değiller midir? Allah’a yardımcı olmazlar mı?” sorusu da yerinde olur. Ama aşağıdaki ayet bu soruya da gerek bırakmamaktadır: Muhammed-7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz. Sadece melekler değil, insanlar da Allah’a yardım edebilirmiş. Öyleyse hangisi doğru? Yardıma ihtiyacı olduğu mu, olmadığı mı? Peygamberler arasında üstünlük farkı var mı, yok mu? Bakara-253. İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Ayet çok açık. Peygamberlerin bir kısmı diğerlerine üstün kılınmış. Bir de şu ayete bakalım: Bakara-285. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. “Peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır” dediler. İlk ayette ayrım var ama sonrakinde “ayrım yapmayız” deniyor. Hangisi doğru? Yoksa Allah “Ben ayrım yaptım ama siz yapmayın.” mı demek istemiş? Gerçekten inananlar peygamberler arasında ayrım yapmıyor mu? Bazılarını "Ulu'l azm peygamberler" olarak büyük görmüyor mu?
  15. Mesele resullük ya da nebilik değil Cyrano. Kaldı ki resul ve nebi konusunda bile İslam'da ittifak yoktur. Peygamberler de elçidir. Tek fark, resullerin kitap ve şeriat sahibi olmaları, resul olmayan nebilerin ise resullerin şeriatini insanlara bildirmeleridir. Dolayısıyla benim aktarımımda hata yok. Her resul peygamberdir aynı zamanda. Ama ne var ki bunun tersini söyleyen İslamcılar da mevcut. Tavsiyene yanıt vereyim. Ben çevirileri Arapça üzerinden yaparım. Herhangi bir mealcinin çevirisini alıp alıntılamam. Bilhassa farklı yorumlanan meallerde tartışmalı sözcüklerin diğer ayetlerde kullanılan anlamlarını kıyaslarım. Çelişkiler başlıklı yazılarımda hiçbir ayette hata yoktur. Bu konuda herhangi bir hatalı ayet örneğiniz varsa gösterin, üzerinde konuşalım. Tavsiyeleri ise karşılıksız bırakmam. Benden de size tavsiye; Her ayette İngilizce çevirileri doğru sanmayın. Neticede onları da çevirenler mealcilerdir ve her meallerinin doğru olduğu ileri sürülemez. Hac-75 çevirileri doğru olabilir ama bu her ayeti doğru çevirdiklerini göstermez.
  16. İsra 95 te, meleklerden peygamber olmayacağını nasıl çıkardınız açar mısınız? İnsanlara insandan resul gönderilmesi, meleklerden peygamber olmadığı anlamına mı gelir mutlaka? Ne diyor İsra-95'de: "Yeryüzünde yaşayanlar insan değil de melek olsaydı, melek peygamber gönderirdik. Ama yeryüzünde insanlar yaşadığı için insan peygamber gönderdik." Demiyor ki: "Melekleri peygamberlik verdiğimiz insanlara emirlerimizi, vahiylerimizi iletmesi için elçilikle görevlendiririz. Toplumlara elçi olarak görevlendirmeyiz." Şimdi itirazımıza açıklık getirelim: İslam'da melekler; insanlar gibi yemeyen, içmeyen, yatmayan, uyumayan, cinsiyeti olmayan, cinsel ilişkide bulunmayan, çocuğu olmayan, hastalanmayan, ölmeyen, hırsızlık, arsızlık, kötülük yapmayan, melek hakkı yemeyen, doğru yola ihtiyacı olmayan-zaten Allah'ın emrinde olan varlıklardır. Dolayısıyla kendilerini uyaracak, doğru yola, imana davet edecek bir elçiye de ihtiyaçları yoktur. O nedenle meleklerden peygamber olmaz.
  17. Öncelikle Doçent arkadaşımıza teşekkür ediyorum, bu güzel konu için. Abes mi? Abes olan, sizin tanrıyı sorgulamaktan, tartışmaktan kaçınmanız. Öncelikle bu tabudan kurtulmanız gerekir. Unutmayın ki Allah'a biçilen o vasıflara da tartışa tartışa, düşüne düşüne gelindi. Filozoflar düşünüp tartışmasaydı, toteme tapmaya devam edilirdi hala. Birkaç yıl önce yazdığım bir dilekçe vardı, yanıtını alamadım hala, aktarayım size: Tanrıya Dilekçe: Ey yüceler yücesi Tanrım ; Sana Tanrım diye seslenmekle hata ettiysem beni bağışla. Gerçi kusur bende değil bize senin ismini çok farklı bildirenlerde. "Allah" mı demeliydim yoksa "Yahve" mi? Tao mu demeliydim yoksa Eloha mı? Her kitabında ismin farklı. Şaşkınlığı mı hoşgör Tanrım.. Tanrım sen neredesin? Buna akıl erdiremedim. Kutsal kitapların hem "O her yerde" diyor, hem de "Gökte". Bu nasıl oluyor Tanrım? Gök diye herkes yukarı bakıyor. Ama Evrende yukarısı neresi, aşağısı neresi ona da akıl erdiremedim. Türkiye'den yukarı bakınca gördüğümüz yer ile, Yeni Zelanda'dan yukarı bakınca gördüğümüz yerin uzay koordinatları çok farklı olmuyor mu Tanrım? Yoksa bize mi yanlış öğrettiler? Yoksa onlar yeri uçsuz bucaksız düz bir arazi, göğü-uzayı da yerin üstünde bir kubbe mi sanıyorlardı? Ey Tanrım ; İsrailoğullarına sayısız peygamber gönderdin. Bildiğimiz peygamberlerin ilk birkaç tanesi ve Muhammed hariç hepsi Yahudi. Kur'an'da ise her kavme bir peygamber gönderildiği yazılı. Ama biz bilmiyoruz. Türk peygamber, Hint peygamber, Rus , Alman, Japon, Çinli peygamber geldiyse onları neden bilmiyoruz Tanrım? Bu haksızlık değil mi? Neden sadece Yahudi peygamberler tanınıyor? Örneğin, Almanlar'a peygamber gönderdiysen Almanların bundan haberi olması gerekmez mi? Niçin peygamberlerin getirdiği hükümler hep farklı. Birisine göre domuz, şarap haram. Diğerinde helal. Kimisinde sünnet var. Kimisinde yok. Kimisi Kudüs'ü kıble ediniyor. Kimisi Kabe'yi. Kimisinde zina eden taşlanıyor. Kimisinde kırbaçlanıyor. Birisi cumartesi kutsal gün diyor. Diğeri cuma. Öbürü pazar. Birinde ezan okunur, diğerinde çanlar çalar. Tapınakların niçin farklı her yerde? Kiminde secde edilir, kiminde oturarak dinlenir. Kiminde ise dönülür, oynanır. Birisi "Üzeyr Tanrı'nın oğlu" diyormuş. Diğeri İsa. Öbürü de "Yaratmasaydım Muhammed'i yaratmazdım alemi" dediğini yazıyor. Bunların hangisi doğru? Neden kimi peygamber dünya nimetlerinden uzak durmuş, hiç evlenmemiş de, kimisi ise harem kurmuş, saltanat oluşturmuş? Hem neden babadan oğula peygamberlik verdin? Kendisi peygamber oğlu, torunu, torununun torunu da peygamber. Yok muydu başka düzgün insan? Madem bunları gönderen sensin, bunlara ayrı dinler niye kurduttun? Neden hepsi birbirine düşman? Neden sonradan gelenler öncekileri kabul ediyor da, öncekiler sonradan gelenleri kabul etmiyor? Sonradan gelen öncekilere kendini kabul ettirebilmek için yaranıyor olmasın? Niçin yüzyıllardır aralarında savaşıyorlar? Hangisi kutsal toprak? Kudüs mü? Yoksa Mekke mi? Kabe senin evinse neden diğer din mensupları kabul etmiyor? Neden İsa, Musa, Davud, Süleyman hacc etmemiş? Neden hiç kitap ve peygamber göndermediğin Kureyş putperestleri İslam'a en yakın olanlarmış? Allah ismine bir tek onlar sahip. Namaz kılıyor, oruç tutuyorlarmış. Hac ve tavaf ediyor, şeytan taşlıyorlarmış. Haram aylara inanıyorlarmış. Kitap gönderdiğin diğer toplumlar bile sahip değilken, putperestler bunları nasıl öğrenmiş? Madem hesap günü var, mizan var, hesap ortaya çıkmadan kabir azabı neden? Yoksa yalan mı? Ya cennet cehennem? Huriler, gılmanlar doğru mu? Peki ya ebedi cehennem? Doğru mu gözlerini, kulaklarını perdeleyip, kalplerini mühürlediğin ve isteselerde inanamıyacak durumda olan insanları sonsuza kadar ateşte yakacağın? Ya iyi insan olmalarına rağmen sırf sana ve Muhammed'e inanmadıkları için tüm salih amelleri boşa giden ve sorgulamaya bile gerek duymadan ebedi cehenneme göndereceğin insanlara yazık değil mi? Sana inanmaları neden bu kadar önemli? Önemli olan iyi insan olmaları değil mi? Kime inanalım, kime güvenelim ey Tanrım? Eğer bu din ve mezheplerden herhangi biri doğruysa, bu doğru olan din veya mezhebi keşfedemiyenlerin hali ne olacak? Bunun günahı vebali o doğruyu keşfedemiyenler mi? Bunca çelişki arasında, sen insan olsaydın doğruyu bulabilir miydin ey yüce Tanrım? Sen kalbi mühürlü bir insan olsaydın ebedi cehennemi haklı bulabilir miydin? Tanrım senden dileğimdir; Bugüne kadar çelişkiler içinde bıraktığın gelmiş geçmiş tüm insanları yargılayacaksan eğer inançlarından dolayı değil, amellerinden dolayı yargıla. İnançlarından dolayı yargılamayı düşünüyorsan eğer, geçmişte yaşamış olanları değil, bundan sonra yaşayacak insanları mühürsüz, perdesiz yaratarak ve onlara kesin delillerle, çok dil bilen, birçok konuda ihtisas sahibi, insanları her konuda aydınlatacak ve gelecekteki insanlara da kalıcı kanıtlar bırakacak, inanılır, güvenilir, bilgeliğiyle, erdemiyle örnek bir elçi gönder. Dünyadaki adaletsizlik, zulüm, vahşet sona ersin. Sevgi , dostluk, barış, huzur ve mutluluk egemen olsun. Bu dilekçeme cevap gelmezse, ben yine bana verdiğin akıl doğrultusunda gideceğim. Senden başkasına eyvallah etmeyeceğim. Ne Yahudi-Arap kuzenlerinin, ne de insanı Tanrı ya da Tanrı'nın oğlu edinenlerin yolunda gitmeyeceğim. Dünyada sevgiyi, adaleti, barışı şiar edineceğim. Verdiğin bir ömürlük dünya ise kabullenmekten gayrı çaremiz yok. Varsa eğer ölüm sonrası ister dondur, ister yak. Elimden, beynimden gelen bu. Tek yapabileceğim, seni reddetmemek. Reddedenleri ise asla kötü addetmeyeceğim. Çünkü sanki özellikle reddedilme gayreti içindesin. Kusurum varsa sen bağışla Tanrım!! Meleklerine selam.
  18. Allah'ın Kur'an'dan önceki kitabı kayıp mı? Kureyş putperestlerinin bir takım inanç ve ibadetleri Kur'an'da müslümanlara da şart koşulur, bunlara uymayanların cezalandırılacağı söylenir. Örneğin haram aylar.. Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb. Bu aylarda savaşmak yasaklandığı için "Eşhuru'l - Hurum" yani haram aylar denilmiştir. Ama önce putperestler döneminde. Bu aylarda yapılan savaşlara "Ficar savaşı" denirdi. Ficar günah demektir ve bu savaşa katılanlar, Allah'ın emirlerine karşı gelen büyük günahkar, suçlu, inkarcı olarak görülürdü. Muhammed de 20 yaşlarında Ficar savaşına katılanlardandı. Kur'an'da haram aylardan şöyle bahsedilir: Tevbe-36. Şüphesiz Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu Allah'ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin. Fakat Allah'a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir. Tevbe-37. Haram ayları ertelemek, ancak inkarda daha da ileri gitmektir ki bununla inkar edenler saptırılır. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip böylece Allah'ın haram kıldığını helal kılmak için Haram ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin işleri, kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah inkarcı toplumu doğru yola iletmez. Kur'an, haram aylarını ertelemeyi inkarcılıkla eş görüyor. Halbuki bu ertelemenin nedeni yazın dayanılmaz sıcağına rastlayan haccı serin ayda yapacak şekilde bir ayarlamadır. Şimdi eğer bu haram aylar putperestlerin kutsal ayları ise Allah niye sahipleniyor? Allah, putperestlerden taklit almayacağına, onların kutsalını saymayacağına göre; haram ayları Allah emretmiş olmalı. Yani, Kur'an'dan önce başka bir kitapta bu emirlerini vermiş olmalı. Tevrat, Zebur ve İncil'de haram aylar yok. Bu durumda Kur'an'dan önce gelip te kaybolmuş olan bir kitap mı var? Bu emir, bazı peygamberlere verilen suhuflar (sayfalar) da geçmişse eğer neden Tevrat ve incil'e aktarılmamış da Kur'an'a aktarılmış? Haram ayların dışında başka önemli konularda var. Örneğin hac. Hac emri de Kur'an öncesi bir başka kitapta geçiyor olmalı, ama yok. Demek ki kitap kayıp. Allah, gönderdiği kitapları korumaktan aciz mi? Halbuki Kur'an'da koruduğunu söylüyor.
  19. İslam'ın kendi içindeki muteber kaynakları ayetler ve sahih hadislerdir. Bu kaynakların hiç birinde peygamberlere ait hac bilgisi yoktur. Kaynak niteliği taşımayan, safsatalarla dolu peygamberler Tarihinde Salih ve Şuayb'ın haccından sözedilir. Ama tabi kaynağı olmayan, kimin söylediği-yazdığı bilinmeyen uyduruk bilgilerdir. Hacc etmediklerine dair bilgi olmaz. Böyle bir bilginin olmaması, bir veri, bir kanıt değildir. Örneğin, sizin yurtdışına gittiğinizin kanıtı olur. Varsa gitmişsinizdir. "Gittiğine dair kanıt yok ama gitmediğine dair var mı?" sorusu kanıt aramada bilimsel yol değildir.
  20. Hadi padişahları anladık diyelim. Yolculuk uzun sürüyordu, tahtı bırakamazlardı. Said Nursi de gitmemiş. O da Vahhabilerin kellesini keseceğinden korkmuştur muhakkak. Peki ya İsmail'den sonraki peygamberler? Hepsi de Ortadoğu'lu, Mekke'ye yakınlar. Ama birinin dahi hacca gittiğine dair bir bilgi yok. "İncil'de, Tevrat'ta Kabe'den, hac'dan neden bahsedilmiyor?" diye sorsak; "Tahrif edilmiş" diyecekler. O nedenle o soruyu sormuyoruz. Peki ama Kur'an'da da, hadislerde de, peygamberlerin haccettiğinden hiç sözedilmez. Demek ki Kabe'yi, haccı bilmiyorlardı. Allah bu konuda onlara bir emir, bir bilgi vermemiş miydi? Gittiklerine dair tek bir bilgi olmadığına göre; Musa, Davud, Süleyman, Yunus, İlyas,, Zekeriya, Yahya, İsa ve diğerleri haccetmediler. Neden?
  21. Kur'an'da "yaratmak" denilince neyin kastedildiğini hepimiz gayet iyi biliyoruz ftoyd. Ba'l,in resim, heykel, müzik yapmadığını da. Ba'l çok tanrıcı Ortadoğu toplumlarının yaratıcı ilahlarından biridir. Ama sanki resim yapan, eser yaratan bir insan gibi ele almışsın. Yanıtlarda zorlanınca elde olmadan kıvrım kıvrım kıvranıyor insan değil mi? Neyse şimdi biraz daha kolay konuları ele alalım: Meleklerden peygamber olur mu? Muhammed'e inanmayanlar " Elçi olarak bize bir melek gelmesi gerekmez miydi" derler. Buna ayetle şu yanıt verilir: İsra-95. De ki: "Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine), yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik." Mantıklı. Dünyada insanlar yaşadığına göre melekten peygamber olmaz. Meğer öyle değilmiş. İsra-95'de melekten peygamber olamayacağı söylenirken bakın aşağıdaki ayette ne diyor: Hac-75. Allah, meleklerden ve insanlardan peygamberler seçmiştir; şüphe yok ki Allah, duyar, görür. Bir ayette melekten peygamber olmadığı, diğer ayette ise olduğu anlaşılıyor. Hangisi doğru acaba? Allah'ın velisi var mı yok mu? İsra-111. Ve de ki: "Hamd, allah'adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı yoktur ve zilletten ötürü bir velisi de yoktur." O'nu tekbir ile yücelt. Ayette açık olarak Allah’ın bir velisi yani dostu, yardımcısı olmadığı belirtiliyor. Peki gerçekten öyle mi? Bir de aşağıdaki ayete bakalım: Yunus-62. İyi bilin ki; Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar! Bu durumda hangisi doğrudur dersiniz? Allah’ın velisi var mı, yok mu?
  22. İblis melek mi, cin mi? Bakara-34. Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs, ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn. Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O direndi, kibirlendi ve kâfirlerden oldu. Ayeti ilk kez duyan birisinin, İblis’in meleklerden biri olduğunu düşünmesi gayet doğaldır. Ama aşağıdaki ayette İblis’in cinlerden olduğu yazılıdır. Kehf-50. Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs, kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih, e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv, bi'se liz zâlimîne bedelâ. Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir! Kur’an’da “Kane” sözcüğü “.idi, oldu” anlamında kullanılır. Bakara-34’de “ kane minel kafin” ifadesi “kafirlerden oldu” diye çevrilirken, Kehf-50’de “kane minel cinni” ifadesi “cinlerdendi” diye çevrilir. Halbuki “cinlerden oldu” şeklinde çevrilmiş olsaydı; İblis’in daha önce melek olduğu ama Allah’ın emrine karşı gelince meleklikten düşürülüp cinlere katıldığı anlamı çıkacaktı. Nitekim Hristiyanlıkta şeytanların düşmüş melekler olduğuna ve İblis’in de bunların en büyüğü olduğuna inanılır. Bu durumda hangisi doğrudur? Kur’an’a göre, İblis melek miydi, cin miydi?
  23. Bu mantıkla olabilir tabi, niye olmasın. Aynı mantıkla "lailaheillallah" diyor ama, başka bir ayette de "Yaratanların en güzeli olan Allah'ı bırakıp da Bal'e mi yakarıyorsunuz?" diyor. Demek ki Ba'l de bir ilah." sonucuna kadar gidebilirsin.
  24. Yahudi mi, Musevi mi? Enam-146.“Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık.” ayetinde bir başka önemli nokta da bir kavim adının, bir din mensubu adı olarak kullanılmasıdır. Halbuki o dönemde bile hem Yahudi hem de Hristiyan olanlar çok. Madem ki "Hristiyan" yani "İsacı" diyor, "Musevi" yani "Musacı" da denebilirdi. Bu genelleme yanlıştır. Etnik köken ile, mensup olunan din ismi aynı tutulmuştur. Müslümanlara nasıl Araplar denemezse Musevilere’de Yahudiler denilmemesi gerekir. Günümüzde de Yahudi olanlar içinde ateist, dinsiz, Hristiyan, Müslüman, Budist vardır. Tevrat’ta yazılanlar bu Yahudileri bağlamaz. Deve eti de yerler, domuz eti de. Hele Marks ve Einstein gibi Yahudilerin dini önemsemediklerini bilmeyen yoktur. Ayrıca Musevilik Yahudilere has bir din olsa da, tarihte Yahudilerin dışında da Museviliği seçenlerin örnekleri vardır ki bunlardan en önemlisi Hazar Türkleridir. Etnik kökenleri Türktür ama dinleri Museviliktir. Dolayısıyla bunlara Kur’an’daki gibi Yahudi denmesi yanlış olur. Günah Çıkartma mı? Tevbe-102. ( Münafık Araplardan) Diğer bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 103. Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir. 104. Bilmezler mi ki, Allah'tır kullarından o tövbeyi kabul eden, o sadakaları alan. Ve Allâh, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir. Günahlarını itiraf edip tevbe edenlerden, günahlarından arınması için sadaka alınmasının, Hristiyanlıktaki günah çıkartmaktan ne farkı var? Hacca gitmekle dahi günahların affedildiğinin söylendiği İslam’ı göz önüne aldığımızda; Bu durumda hangisi doğru? Sadece Hristiyanlıkta günah çıkartma olduğu mu? Yoksa; Hristiyanlıkta da, İslam’da da günah çıkartma olduğu mu?
  25. Deve Eti Tevrat’ta haram, Kur’an’da helal: Tevrat’ta deve eti yemek yasaklanmıştır. Levililer/ 11-4. Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Ama Kur’an, bu yasağı müslümanlara kaldırır ve tırnaklı hayvanların sadece Yahudilere haram kılındığını yazar. Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki içyağlarını onlara haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık. Biz elbette doğru söyleyenleriz. Tanrı sadece bir millete (kızdığı için) yiyecek yasağı koyup diğer milletlere serbest bırakır mı? Şimdi düşünelim. Allah’tan geldiğine inanılan bir kitapta: “Türklere yumurta yemeyi yasakladık” gibi bir ayet olur mu? Herkese serbest olup ta Türklere yasak olması mümkün mü? Anlaşılan odur ki deve etinden vazgeçmeyeceği bilinen Kureyşliler nedeniyle, Tevrat’taki deve eti yasağına karşı böyle bir gerekçe sunulmuştur. Çünkü Yahudiler İbrahim’in, Yakup’un ve diğerlerinin deve eti yemediğini, haram kılındığını, kutsal kitaplarında böyle yazdığını söyleyerek deve etini helal kılan Muhammed hazretlerine “Sen İbrahim'in tevhid dinini getirdiğini söylüyorsun ama o senin gibi deve eti yemezdi, çünkü haramdı." diye itiraz etmişlerdi. Bu itiraza aşağıdaki ayetle yanıt verilmişti: Ali İmran-93. Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in (Yakub'un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helal idi. De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat'ı getirip okuyun." Tevrat getirilip okunduğunda sadece Levililer’de değil, Yasa’nın Tekrarı’nda da deve eti yasağı geçtiği görülür: 14-7. Ancak geviş getiren, çatal ve yarık tırnaklı hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve, tavşan, kaya tavşanı. Bunlar geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılırlar. Bu durumda hangisi doğrudur? Tevrat’mı yoksa Kur’an mı?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.