Kuzey tarafından postalanan herşey
-
"BABAM VE OĞLUM" Bir fiyaskonun getirdikleri.
Perilisa, filmdeki hangi oyuncuydun bir türlü çıkaramadım!! Ya da sette hangi görevdeydin?! Şu yukarıdaki yazını bir daha oku istersen. Divan şairleri bunu görselerdi, eminim yazdıkları methiyelerden utanırlardı.
-
"BABAM VE OĞLUM" Bir fiyaskonun getirdikleri.
Tamam, herkese iyi seyirler! "Beğeniler birikimlerle alakalıdır" diyemiyorum. Beni engelleyen olaylar zinciri vardı bu filme dair. Çok sevdiğim entelektüel triosu Hıncal-Haşmet-Nebil bile filmi o kadar yücelttiler ki, gitmezlik edemezdim. O iki saati keşke Tunalı Hilmi'de bir yürüyüşle ve kuğuları izlemekle geçirseymişim dediğimde sinemanın çıkış merdivenlerindeydim maalesef. Eğer ağlatmak bir ölçüyse, Malatya Çocuk Yuvasındaki çocuklara daha çok ağlamıştım. Bence, filmin adı da "Babam ve Oğlum" değil de "Lütfen Ağlayın" olmalıymıştı. Parkta doğum sonrası kanlar içindeki Vietnam gazisi sahnesini bir daha aklınıza getirin. Tanrım, ne söylenebilir ki?! Müfreze (Platoon), Er Ryan'ı Kurtarmak, Piyanist'te bile yoktu o dehşet sahne! Tebrikler!..
-
GÜNÜN ŞİİRİ
Şiir bir edebiyat dalı ise ve edebiyat da bir zincirse, şiir de bu zincirin bir halkasıysa, en zayıf halkası olduğu su götürmez. Bence şiir çok tartışmalı bir tür. Gereksiz bir tür olduğu benim görüşüm olabilir ve bu görüşümün çok yadırganacağını bildiğimden ve bundan endişelendiğimden dolayı bunu söylememiş olayım! Çünkü, şiir fazla bireyseldir, asla toplumsal değildir. Sanatın ve sanatçının bireyselliğiyle sakın karıştırmayalım bu söylediğimi. Elbette sanatçının kendine göre bir duruşu, kişiselliği vardır. Belki onları sıradanlıktan çıkaran da bu özellikleridir. Ancak, şiir, tüm ölçülerin üzerinde bir bireysellik barındırır. Yani, okuyucu okuduğu satırlarda şiiri yazanın hislerini asla tam olarak yakalayamaz. Çünkü, şiir baştan aşağıya soyut elbiseler giymiştir. Heykelde de, resimde de, sinemada da, romanda da soyut kavramlar vardır; ama, bu konuda şiirle asla yarışamazlar. İşte bu şiirin toplumsallığa uzak olduğunun en büyük göstergesidir. Şiir evrensel değildir. Kendi dilinde bile çoğu zaman yakalanamayan o ruh, hele yabancı bir kültüre, yaşam biçimine ve dile ait mısralarda gezegenler kadar uzaktır çoğu zaman. ŞİİR Mİ?.. Yokluğu dünya için bir eksiklik değil bence.
-
"BABAM VE OĞLUM" Bir fiyaskonun getirdikleri.
Cyrano ve İçimdeki Deniz, filmi beğenip beğenmediğimle ilgili sözlerinize saygı duymak gerekir. Yani, beğeni kişiden kişiye değişir mantığıyla baktığımız zaman bu doğru. Ama, o zaman bu da tehlikeli bir sonuca götürüyor bizi. O halde iyi film-kötü film diye bir ayrıma gidemeyeceğiz. Ya da Oscar, Altın Küre ya da benzeri ödüllerin hiçbir anlamı yok. Hepsinin üstünde, sinema eleştirmenliği diye bir kurumun olmaması gerekiyor sizce. En azından, bu filmle ilgili olarak "KÖTÜ FİLM" olduğunu düşünüyorum. Ve bunun nedenlerini de yazdım belli oranda. Sizin için "İYİ FİLM" olabilir. Buna da şaşırmıyorum; çünkü, etrafıma şöyle bakıyorum da, bizim toplumumuzda vizyona giren yerli filmler için oldum olası "ÇOK GÜZELDİ" laflarını duymaya alıştım. İlk zamanlardaki o şaşkınlığımı attım sayılır. Siz eminim Hababam Sınıfının yeni versiyon serilerini de çok beğenmişsinizdir! Saygılar.
-
GÜNÜN ŞİİRİ
Sevgili Tania, örnek olarak yukarıdaki şiiri(!) alıyorum. Tesadüfen... Çünkü, burada şiir özelliğini taşıyan pek fazla bir yazı göremedim. Ben şiirde kafiyeye biraz daha saygı duyan birisi olsam da, serbest nazımla yazılmış şiirlerde en azından bir ahenk, mısralarda bir yumuşaklık ve akıcılık ararım doğrusu. Şimdi yukarıdaki şiirde satırları kaldır ve cümleleri peşi sıra düz yazı şeklinde birleştir ve bir daha oku. O zaman herhangi bir kompozeden veya düz yazıdan bir farkı kalmadığını göreceksin. Mesela, Attila İlhan'ın Üçüncü Şahsın Şiiri beni rahatsız etmez. Gerçekten şiir gibi şiirdir. Ya da ne bileyim Edgar Allen Poe'nun Annabel Lee'si.
-
GÜNÜN ŞİİRİ
Bu bölümün başlığının "Günün Şiiri" yerine "Günün deneme yazısı" ya da "Düz yazılar" olarak değiştirilmesi daha mı uygun olur acaba diye düşünüyorum.
-
"BABAM VE OĞLUM" Bir fiyaskonun getirdikleri.
Cyrano, kusura bakma, yazılarımı ya üstünkörü okuyorsun ya da anlamıyorsun. Filmle ilgili olarak sadece Fikret Kuşkan'ın oyunculuğunu eleştirdiğimi yazıyorsun. Sadece o olmadığını bir daha okuduğunda daha iyi anlayacaksın eminim. Babasıyla bahçede konuşması ve eski sevgilisiyle hastane bahçesindeki konuşmalarını bir daha izle. Senin ve genelin beğenisini kazanan sözleri ben tahmin ediyorum. "Ona bir oda ver, istediğinde girebilecek yeri olsun"a benzer bir söze takılıp kalmış herkes. Bu da bana komik geliyor doğrusu. Hadi diyelim ki, böylesine güzel bir söz. Yeterli mi?.. Oyunculuk bir yana, tavır ve duruşla ilgili şeyler söyledim. Onlara cevabın yok. İşkenceyle ilgili özellikle spot sunum rahatsız ediciydi demiştim. Yani, bir an önce yapalım havasında çekilmiş besbelli. Bir daha oku istersen...
-
**MARAŞ KATLİAMI**
Bu soruyu tüm iyi niyetimle soruyorum. Kesinlikle Maraş, Çorum olaylarıyla bir ilgisi yok. Genel olarak soruyorum ve merak ediyorum: Arkadaşlar, 70'li yıllarda ölenler -hepsi için üzülüyorum- ya da acı çekenler sadece solcu insanlar mıydı? Ben de kenar mahalledeydim o sıralar. Sanki öyle değildi gibi hatırlıyorum. Sizce?
-
"BABAM VE OĞLUM" Bir fiyaskonun getirdikleri.
Fikret Kuşkan'ın rolün hakkını verememesi ve cast olarak uyumsuzluğuyla ilgili olarak daha fazla bir şey söylemeye gerek yok. Diyaloglar yaşanılan ortamla çok da örtüşür düzeyde değildi ve Türk sinemasının kronik hastalığı olarak kopuk kopuk diyaloglar had safhadaydı. Belki işte bunu fazla eleştirmemem gerekir. Çünkü, toplum olarak zengin bir diyaloga sahip değiliz ve bunun da filme yansıması yadırganacak bir durum değil. Ne bileyim, bir Tarantino filmindeki gibi bir diyalog beklemiyordum zaten. Olsa da uygun düşmezdi. Ağlatmak bir filmin başarısı mı sizce? Evet, ben de biraz gözyaşı döktüm. Ama, bu gözyaşları sinema diliyle pek alakalı değil. Ajite etmek temel amaçsa, gözyaşına yönelik senaryoyu zenginleştirebilirsiniz. De Niro'nun Mission filminde ruhunu terbiye edip keşişliğe geçişinde çektiği çile ve omzunda çok ağır yüklerle çıktığı tepenin üzerine vardığı zamanki ağladığı sahneden etkilenip gözlerin sulanması sinema dili açısından daha anlamlı bence. Sinemayla ilgili hiç olumlu bir şey söylemeyecek miyim? Evet, bir tek şey: Çetin Tekindor'un hakkını vermek lazım. Sevgiler.
-
"BABAM VE OĞLUM" Bir fiyaskonun getirdikleri.
Cyrano, yazımın altında "devamı var" ibaresini görmediğini zannediyorum. Çünkü, benim başka bir uğraşım var ve zamanla ilgili sorunumdan dolayı yazıyı bölmek zorunda kaldım. Yoksa, elbette ki tek bir kusurdan dolayı bir filmi eleştirecek kadar acımasız değilim. Senaryolar gerçek hayatla bire bir örtüşmez elbette. O ayrı bir şey. Eğer ben tek buna saplanıp kalsaydım bilim kurgu ya da fantastik filmleri bir anda çöpe atmam gerekirdi. Ama, ne gariptir ki, beğendiğim filmlerin çoğu da fantastik filmlerdir. Bilim kurgu filmler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Filmdeki sahnenin abartılı olması ya da gerçekçi olması değil önemli olan, önemli olan sırıtmaması. Burada biraz ifade kurmakta sıkıntı çekiyorum ve beni anlayacağını umuyorum. Mesela, Yüzüklerin Efendisi baştan sona fantastik bir film; ama, rahatsız etmiyor. Verdiğin örneklerle de pek bir bağ kuramadım. Tarihî alıntılar barındıran filmlerin içine fantaziler serpiştirilerek zenginleştirilebilir. Wallace'ın -yaşayıp yaşamadığı da bildiğim kadarıyla hâlâ tartışmalı bir şahsiyet- Kraliçeyle ilişkisi bir süsleme olabilir ve bence orada çok fazla sırıtan bir şey yoktu. Hem ölümden kurtardığını da hatırlamıyorum. Wallace'ın hayatı celladın tezgâhında son bulmamış mıydı? Keza Titanik de öyle. Ve ben bu filmleri de görkemlerinin dışında çok tuttuğumu söyleyemem. Mesela, gemideki silahla kovalamaca ve suyla dolan odadan son anda kurtulma sahneleri epeyce rahatsızlık vericiydi. Sen bunlardan rahatsız olmadın mı? Ama, bir Spartacus'teki abartma beni rahatsız etmedi, bir Schindler'in Listesindeki abartma beni rahatsız etmedi. Gelelim bizim filmimize. Yine zaman sıkıntısından dolayı yarım kalabilir. "Devamı var" olacak yine. Klişeleşmiş işkence sahneleri filme bir dramatizasyon kazandırma kaygısıyla ve apartopar yapılmış kısa fragmanlar şeklinde sunulmuş ve spot sunumu hiç de sinema diline uygun değildi. Sence?! Film, genel yapı olarak, yani, çekim tekniği açısından şu aralar hayli moda olan TV dizilerinden pek farklı değildi. Zaten yönetmenimiz de o sektörden gelen birisi ve o etkiden kurtulamadığı her sahnede kendini gösteriyor. Yani, söyler misiniz bana: Bir İstanbul Masalının ya da Asmalı Konak'ın ya da ne bileyim diğer kasaba dizilerinden ne farkı vardı?! Esas oğlan, yani, Fikret Kuşkan'ın oyunculuğu hayli zayıftı. İdeolojik geçmişi barındıracak bir yüz hattından ve duruşundan uzaktı. Şöyle bir düşünün. O çok beğenilen ve etkilenilen babasıyla konuşma sahnesi beni hayal kırıklığına uğrattı. Yaşamın acılarını ve olgunluğunu güya üzerinde barındıran esas oğlan, babasıyla konuşabilmek için şişelerde buluyor cesaretini. Bence o sahneyi alkolsüz yapmaları gerekirdi. Devamı var.
-
"BABAM VE OĞLUM" Bir fiyaskonun getirdikleri.
Babam ve Oğlum!.. Üzmeyin beni. 70'li yıllarda açık hava sinemalarıyla günümüze kadar geçen sürede kabaca bir 30 yıllık tanışıklığım olan sinemamız için tek kelimeyle ne söyleyebileceğim sorulsaydı eğer, cevabım şu olurdu: "OLMUYOR." Bu kelime belki çoğunuz için "Olmuyor, olmuyor, sensiz olmuyor" şarkısını çağrıştırabilir; ama, keşke öyle olsaydı. Bu ifadenin buradaki kullanımı maalesef tam da karşıladığı anlamıyla. Kimi zaman "Hiç mi iyi film yok kardeşim" sorusuyla da karşılaşıyorum. Evrensel ve bireysel vicdanıma danışarak ve biraz da iyi niyetli yaklaşımla onlar hanesi dahilinde sayılabilecek kadar iyi filmimiz olduğunu söylüyorum. Evet, günümüzün sansasyonel, reklam ve tanıtım bombardımanıyla insanları gişelere çekip rekorlar kırdıran filmlerinden bahsetmiyorum. En azından 70'li yıllar ve ona yakın tarihlerde iyi filmler üretilmiş. Susuz Yaz, Yılanların Öcü, Selvi Boylum Al Yazmalım gibi ve çoğunuzun tebessüm edeceğini bilsem de söyleyeyim, Cüneyt Arkın'ın tarihî filmler serisi daha samimî ve bence daha film gibi filmlerdi. 80'li yılların getirdiği bunalım ve arayışlı atmosferinde başını Atıf Yılmaz Beyin çektiği kadın ve psiko sorunsal ağırlıklı yıllar ise tam fecaatti. Bu tarz filmlerle gençliğimizin bir 10 yılı heba oldu gitti. Gerçekçilikten uzak, diyalog yoksunu, aksiyonun "a"sı olmayan, karanlık kasvetli İstanbul sokakları ve insanı boğan karartılmış odaların yansıtıldığı talihsiz yıllar. Bence olmaması gereken bir dönemdi. Hatta bazen takvimi 31 Aralık 1979'dan 1 Ocak 1990'a çekmek mümkün olsaydı! Gelelim 90'lı yıllara... 80'li yıllardan arda kalır bir tarafı yoktu desem yeridir. İşte burada belki de tek fark, devreye medyanın daha ilgili girmesiydi. Bize yutturulan ve eminim hâlâ çoğunuzun pek bir sevdiği Eşkıya, Ağır Roman gibi filmler... Dünyada hangi sinema ya da kim kabul etti bu filmleri ya da sinema literatürüne soktu?.. Bekliyorum cevabınızı. Durun, isterseniz ben vereyim cevabı: KİMSE. Eşkıya dediğiniz başyapıt tam bir gaflar abidesiydi. Burada ayrıntılara giremem. Girersem eğer asıl konumuz olan BABAM VE OĞLUM'a ne zaman ne de yar kalacak. Son birkaç yıldır ayağa kalkan sinema endüstrimiz oldukça heyecan verici. Yeni ve modern salonlar, üretimler ve değerli medyamızın büyük katkıları... Ama, sonuç o malum şarkı: OLMUYOR! Bu aralar pek bir ses getiren, tv'de, gazetelerde Allah'ın her günü bahsi yapılan, en olmadık entelektüellerin dilinde dolaşıp beni de meraklandırıp yıllar sonra Türk filmi seyretmek için sinemaya götüren şu film: BABAM VE OĞLUM. Film başlıyor ve ben Tanrıya dua ediyorum. Tanrım, sinemamıza olan önyargımı yok et. Lütfen bu filmi beğenmemi sağla. Amin diye dua ediyorum. Girişte fiyasko başlıyor. Doğum yapan bir eş. Esas oğlanın eli ayağına dolaşıyor ve komşuların kapılarına vuruyor "yardım edin, karım doğuruyor" diye. Fakat, koca binada kimse yok. Apar topar sırtına alıp caddeye fırlıyor, bir Allah'ın kulu yok. Sokak, cadde derken epey yürüyor ve bir parka kadar geliyor. Kimse yok. Ben bir kurgu film türü bir film mi acaba diyorum. Yoksa evrendeki tüm canlılar kayboldu mu birden?! Hani bazı Amerikan filmlerinde sık kullanılan sendromdur ya. Cevabınızı duyar gibiyim: "Kardeşim, ihtilal oldu ya. Sokağa çıkma yasağı var." Yemezler. İhtilali ben de yaşadım. Burada abartılı bir sahne olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Devamı var.
-
Türkiyenin Sosyalizm İle Yönetilmesini İstermiydiniz?
BREMEN'İN KAVALCISI-II "Ya paramı ödersin ya da kavalına el koyarım" demiş. Kavalcı gayet sakin bir ifadeyle "Haklısın. Bunun için bir uyum süreci geçirmen gerekiyor. Bu süreci hep beraber yaşamalıyız. Bak, öncelikle pansiyonuna gelenlerden ücret almaman gerekir." Hensel "Peki, ben nasıl geçinirim o zaman" demiş. Kavalcı tekrar kavalını ağzına götürüp biraz çaldıktan sonra "Sosyalizmle yönetilmeyi ister misiniz" demiş. Hensel "Ver şu kavalı bana" diye ileri fırlamış. Fakat, Kavalcı soğukkanlı bir şekilde geri çekilerek "Bundan sonra takas sistemi başlat. Mesela, pansiyonunda kalanlardan para yerine başka bir şey al. Mesela, sen de fırıncıdan ekmek al ve parasını ödeme" demiş. Hensel biraz duralamış ve hafif gülümseyerek "Peki, sen bana ne ödeyeceksin" demiş. Kavalcı gözlerini ilerideki ormana doğru çevirmiş ve kısık bir sesle "Ben borcumu size ödedim" demiş. Hensel "Nasıl olur, ne ödedin ki" diye sorduğunda, Kavalcı, elindeki kavalı ilerideki dereye doğru uzatarak "Bak, senin pansiyonun dahil Bremen'deki tüm fareleri peşime taktım ve şu gördüğün dereye döktüm hepsini" demiş. Hensel dereye hayretler içerisinde bakmış. Derede binlerce farenin akan suyla beraber gidişini gördüğünde Kavalcı'ya gülümseyerek sarılmış. Bu sırada dudaklarından içten kelimeler dökülmüş: "Evet, sosyalizmle yönetilmeyi isterim dostum." SON
-
Türkiyenin Sosyalizm İle Yönetilmesini İstermiydiniz?
BREMEN'in KAVALCISI Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde ülkenin birisinde bir adam tasını tarağını evinde bırakıp, yanına sadece kavalını alarak yola koyulmuş. Bir yandan kavalını çalarken, diğer yandan da, "sosyalizmle yönetilmeyi ister misiniz" diyerek dolaşıyormuş. Dağ taş, dere tepe derken Bremen'e ulaşmış. Bremen'in taşlı kaldırımlarındaki zavallı insanlar onu merakla ve endişeyle seyretmeye başlamış. Aralarında "ne demek istiyor acaba bu adam" diye fısıldaşmaya başlamışlar. Kavalcı, Bremen'in taşlı kaldırımlarında ve dar sokaklarında kavalını öttürmeye ve "sosyalizmle yönetilmeyi ister misiniz" demeye devam ediyormuş. O sokak senin bu cadde benim derken kalabalığın merakı da azalmaya, kavalcının mecali de tükenmeye başlamış. Kavalcı, akşamın ilerleyen saatlerinde Hensel ve Gretel'in işlettikleri küçük bir pansiyona atmış kendini. Orada bir şeyler atıştırdıktan sonra uykunun dayanılmaz cazibesine kapılarak yukarı kattaki yatağa kendini atmış. Hensel ve Gretel bu garip yabancı hakkında aralarında konuşmuşlar sabaha kadar. Çünkü, Kavalcı, uykusunda "sosyalizmle yönetilmeyi ister misiniz" diye sabaha kadar sayıklıyormuş. Sabah olup Bremen'in o meşhur horozu ötmeye başlayınca Kavalcı da kendine gelmiş ve apar topar kavalını alarak aşağı inip hesabı ödemeden çıkıp gitmiş. Hensel peşinden koşmuş ve yakalamış. "Hey, hesabı ödemeden nereye gidiyorsun brother" demiş. Kavalcı şaşkın bir ifadeyle "Ama, komünal bir yaşama geçtim ben. Para mefhumu bende yok" demiş. Hensel hem sinirli hem de şaşkın bir şekilde... Devamı var.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
MASALLAR ÜLKESİ-III.BAB Darbe ülkeye demokrasiyi yerleştirmek için gelmişti. Ya da en azından söylevlerde bu görünüyordu. Colosseum'daki son büyük filozoflar buluşmasından sonra üstatlar artık bir araya gelmiyordu nedense. Ortalıkta karanlık bir atmosfer vardı ve herkes yeni dönemin ne getireceğini tam olarak kestiremiyordu. Yeni İmparator Cusei (Türk literatürüne Kuzey olarak girmiştir) filozofluğun eski saygınlığını kazanmasına büyük önem veriyordu. Bu yüzden, bir komisyon kurarak imparatorluk topraklarındaki binlerce filozofla ilgili soruşturma yaptırdı ve gerçek filozofların ortaya çıkarılmasını, diğerlerinin Platon ve Aristo okullarında uzun bir eğitimden geçirilmesini emretti. Küçük bir Roma lejyonu, başlarında ünlü bir filozof avcısı olan Blackwhitetos olmak üzere Tiber Nehri kenarındaki küçük ahşap evin önüne geldi. Askerler içeriden Bitbozanius'u çıkardılar. Blackwhitetos saygıyla eğildi ve selam verdi. "Selam Bitbozanius, İmparator seni affetti. Yalnız bundan sonra sana sorulmadan cevap vermeyeceksin ve görüş beyan etmeyeceksin." Bitbozanius boynunu büktü ve uzun ak sakallarını okşadıktan sonra çekingen bir sesle: "Baş üstüne. Zaten ben konuşmuyordum ki!" dedi. Blackwhitetos gülümseyerek başını salladı ve lejyonla beraber oradan uzaklaştı. Yakın zamana kadar diğer filozofların akıbetinin ne olduğuna dair Roma kaynaklarında fazla bir bilgi yoktu. Ta ki 2017 yılında Ankara'daki Avgustus Tapınağının altında yapılan detaylı kazılarda yeni bir yazıt bulunana kadar. Monumentum Ancyranum denilen o meşhur Avgustus'un politik emirlerinin bulunduğu yazıttan sonra ortaya çıkarılan bu yazıtta "Cyranodetia, Sedatesanis, Sevvaledes, Taniahydemus, Jul Mafiaceaser ve Sokrates'in Asia Minor (Küçük Asya) halklarını aydınlatmak amacıyla İmparator Cusei tarafından Eyalet Başkenti Ancrya'ya gönderildikleri ve bilgelikleriyle buradaki Galatyalıları meftun ve deruhte ettiklerini yazar. -SON- Saygılarımla.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
MASALLAR ÜLKESİ-II. BAB Bitbozanius, bu arada özellikle sol tandanslı filozoflar arasında oldukça yaygın olarak kullanılan "değişmeyen tek şey değişmenin kendisi" şeklindeki büyüleyici ifadede bulunduğunda diğer filozoflar utanarak başlarını eğdiler. Bu arada üstadın ağzından baldan damlalar akmaya devam ediyordu. Arada bir "Ben bilirim" dedikten ve tepkileri gülümseyerek karşıladıktan sonra "elimize çiçek alalım, silah değil" diyerek Neil Armstrong'un o meşhur malum sözlerine kadarki geçen dönem içerisinde tarihteki en önemli cümleyi söylediğinin elbette ki farkındaydı. Bilge edasıyla asasına tutunarak ve yavaş yavaş çömelerek topluluğun birkaç basamak altındaki mermere oturdu. O çekik ve keskin gözlerini İon ve Korent tarzındaki sütunlarda gezdirerek gökyüzüne baktı. Diğer filozoflar merakla ağzından çıkacak özlü sözleri bekliyorlardı. "Evlatlarım" diyerek söze başladı. "Sakın bu sistemi değiştirmeye yeltenmeyin. Bunun için senatoda bir darbe yapmanız size bir yarar getirmez. Bu riske girmeyin. Kölelerinizle ve topraklarınızla mutlu yaşamaya ve tartışmaya devam edin. Jul Mafiaceaser'i kullanarak İmparatorluğa Sedatesanis'i getirmeyi düşündüğünüzü biliyorum. Buna sakın yeltenmeyin. Çünkü, ihtilaller kendi evlatlarını da yer ve yeni bir seçkinler kulübü yaratırsınız. Çünkü, doğa kanunu her zaman güçlüden yanadır. Üzülerek söylüyorum ki, zayıflar her zaman ezilmeye mahkûmdurlar. Bunu bana tarih öğretti. Sevgili arkadaşım Heredotos'un kaleme aldığı o tarih bana bunu göstermiştir." Ortalık bir anda sessizliğe gömüldü. Po Ovasından gelen rüzgâr mermerlerin üzerinde yankılanmaya başladı. Özellikle Sedatesanis'in kaşları çatıldı ve yüzü kıpkırmızı oldu. Sinirinden kaskatı kesilmişti. Herkes "bu sessizliği kim bozacak" diye birbirine bakarken tekrar asasına sarılan ve yavaş yavaş ayağa kalkan büyük bilge Bitbozanius yine şefkat ve tehdit kokan son sözlerini söyledi. "Ben bilirim... Siz bana sorun, ben cevaplarım. Cevap vermek sizin haddinize değil." İhtiyar merdivenlerden aşağıya yine güvensiz adımlarla yavaş yavaş inerken bir Roma askeri acı haberi getirdi: İmparator Objektivisius tahttan indirilmişti. Devamı var
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
MASALLAR ÜLKESİ-I. BAB Bundan yıllar, yüzyıllar önce bir saadet ülkesi varmış. Uzun zamandır savaş yüzü görmeyen bu ülkede bu rahatlıktan dolayı filozof sayısında bir hayli artış olmuş. Hatta, öyle bir hale gelmiş ki filozof enflasyonu almış başını gitmiş ve filozoflar düşüncelerini sadece birbirlerine aktarır hale gelmişler. Bu, onlar için hayli üzücü bir durummuş; çünkü, artık saadet ülkesinde halk eskisi gibi, patriciler-plebler ya da alt kast-üst kast, köylü-asker-işçi-yöneten-yönetilen şeklinde ayrılmaktan ziyade çırak filozof-kalfa filozof-usta filozof şeklinde ayrılmaya başlamış. İşte bu lale devri imparatorluğundaki en büyük sıkıntı buymuş. Filozoflar aralarında bu sistemi tartışır hale gelmişler. Ülkenin başkenti Sahtesolpolis'teki büyük tartışma mekânlarından birisinde yine her zaman olduğu gibi tartışmak üzere bir araya gelen usta filozoflar hararetli bir şekilde yeni bir statü arayışını sorgulamaya başlamışlar. Usta filozoflar Sedatesanis, Cyranodetia, Sevvaledetes, Jul Mafiaceaser, Taniahydemus, Sokrates saatler süren konuşmaların ardından yorgun ve bitap düşüp Colosseum'un basamaklarında ümitsiz bir sükut içerisinde beklerlerken, elinde asasıyla uzun beyaz sakallı, çekik gözlü, sanki bin yıllık bir halıya bin yıldan beri bağdaş kurmuş bir çınar edasıyla "Filozoflar Filozofu" unvanlı Bitbozanius aşağı merdivenlerde belirmiş. Yavaş ve güvensiz adımlarla basamakları çıkarken sürekli mırıldanıyormuş. Sedatesanis yerinden doğrulmuş ve "arkadaşlar, bakın, üstad geliyor; ama, neler söylüyor öyle" demiş. Hepsi kulak kabartmış büyük filozofun ne dediğini duyabilmek için. Sevvaledetes alaysıl bir gülümsemeyle "İhtiyar yine sistem arayışımıza kızıyor olmalı" deyince Cyronodetia'nın kahkahaları tiyatroda yankılanmış. Üstat yaklaşınca mırıltıları daha bir anlaşılır oldu. "Ben bilirim... Ben bilirim... Ben bilirim..." şeklindeki sözleri diğer üstatlar arasında gülüşmelere neden oldu ve Taniahydemus'un "Hayır, sen bilmezsin, biz biliriz" cevabıyla ihtiyar altıncı basamakta durdu. Kendisine cevap verilmesinden doğan memnuniyetiyle o tatlı gülümsemesi belirdi. Bu arada, güneşin şavkı dişlerine vurdu ve ortalığı bir aydınlık kapladı. Kafasını iki yana sallayarak cevap verdi. Devamı var.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
BlackWhite, sola göre çok fazla okyanusötesi bir ismin var. Haklı olabilirsin. Ben, biraz düşünceler ile yaşam tarzının uyuşması taraftarıyım. Tabiî, mümkün olduğu kadar.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Sokrat, nazik cevabın için teşekkürler. Biraz latife olarak al söylediklerimi. Görüntün fazla "Akdeniz akşamları" kaçmış konuya. O yüzden... Bu, bence de önemli değil. SedatSan, uzun yazında "DEMAGOJİ" kelimesini 4 defa ve hem de büyük harflerle "DEMOGOJİ" şeklinde yazmışsın. Göze batıyor. Düşünsel, edebî ve manzum eser yazan herkesin bir imla kılavuzu bulundurmasında yarar var diye düşünüyorum naçizane.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Günlerdir boşuna çırpınıp duruyorsunuz Bozan Beye laf yetiştireceğim diye. Bir defa ben onu anlayabiliyorum; cevaplarınız ne olursa olsun, muhatap alınma zevkini tatmin ediyor. Yani, onun için ikna olup olmama önemli değil. Bu, çocuklukta yaşanmamışlıktan, ciddiye alınmamışlıktan gelen bir karakter yapısıyla alakalı. Mafya Bey, size gelince. Adamın avatarına laf atıyorsun. Ama, senin adının da "sol"la bağdaşır bir tarafı yok. Siz de çelişkiler içerisindesiniz. Dr. Sokrates'e! Sizin de görünümüzle ideoloji arasında çatışma var. Hemen o resmi değiştirin ve parkalı bir fotoğrafınızı koyun lütfen! Şevval Hanım'a! Mamak'taki hangi gariban kadına sabahleyin zeytin alsın yavrularına diye 10 milyon TL çıkarıp verdiniz?!
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Keşke "solculukölçer" diye bir alet icat edilseydi. Eminim, matbaadan sonraki en büyük icat olurdu. İnandırıcı olun arkadaşlar.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Bu aralar yeni tarih yazma ya da yaratma modası türedi aldı başını gidiyor. Biraz insaflı olun!
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Bay Bozan, "kominist" ibaresini "komünist" diye düzelttiğimden dolayı teşekkür etmen gerekirken, alaysıl bir karşılıkta bulunmuşsun. Lakin, "entellektüel" ibaresi de yanlış. Doğrusu "entelektüel" olacak. Umarım bundan sonra adınız "Bozulan" olmaz!
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Sevgili Galyalı arkadaşım, evrensel solculuk değerlerine göre -Türkiye'de öğretilen solculuk değil- senin benden fazla bir solculuğun olduğuna inanmıyorum. Siteler'de kereste ardiyesinde sen çalışmadın, hanlarda askılarla sen çay taşımadın, kamyonlardan Kılıçoğlu kiremitleri sen indirip sen yüklemedin, çay ocaklarında, kahvehanelerde, kumar kulüplerinde sen çay demlemedin... Solculuk adına laf üretip o giysiyi giymekle solcu olunmaz. Ben bunu bir yaşam biçimi olarak da özümseyenlere saygı duyabilirim ancak. Sayın BİT, siz de hâlâ "komünist"e "kominist" diye hitap ediyorsunuz. Dikkat edin, ciddiye alınmayacaksınız sonra.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Bunları yazdığım için bir yere dahil edilmek istemiyorum doğrusu. Ama, hep sorguladığım bir şey vardır. Televizyonlarda, belgesellerde, yazı dizilerinde, bilumum yazılarda 70'li yıllarda çile çekmiş olanlar, öldürülenler sanki sadece solcu gençlermiş gibi gösterildi ve gösteriliyor nedense. O yılları kurtarılmış bölge civarlarında yaşayan biri olarak bu bana oldukça garip ve tek taraflı geliyor. Her kesimden kayıplar oldu o dönemde. Artık bu dramatik yalana bir son verin.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Merak etmeyin, hepiniz de parayı bulunca en iyi liberal olursunuz. Boşuna tartışmayın. Ama, size tavsiyem: O yaşantıya girdiğinizde samimî olun ve solculuk edebiyatı yapmayın yalı solcusu yazarlarımız gibi.